Yazar: admin

  • Uzun yol kazaların azaltılması için ‘şoförlere her yıl psikoteknik testi yapılmalı’ uyarısı

    Uzun yol kazaların azaltılması için ‘şoförlere her yıl psikoteknik testi yapılmalı’ uyarısı

    Nisanur ŞENTÜRK- Doğan GÜNDOĞDU/ İSTANBUL,(DHA)- Balıkesir’de 15 kişinin öldüğü otobüs kazasının ardından uzun yol şoförlüğü ile ilgili konuşan Trafik ve Yol Güvenliği Uzmanı Dr. Suat Sarı, şoförlerin çok iyi eğitimden geçmesi gerektiğini söyledi. Şoförlere uygulanan psikoteknik testlerinin Türkiye’de 5 yılda bir yapıldığını belirten Dr. Sarı, “Hangimizin psikolojisi 5 yıl aynı kalıyor bu testlerin en azından her yıl yapılması gerekir” diye konuştu.

    Türkiye’de son haftalarda Balıkesir dışında 4 kaza daha olduğunu belirten Trafik ve Yol Güvenliği Uzmanı Dr. Suat Sarı, “Her yaz temmuz- ağustos aylarında görülen film tekrarlanıyor. Şimdi de toplam 29 kişi hayatını kaybetti. 105 kişi ise yaralandı. Bunlar ciddi kayıplar” dedi. Yaşanan bu kazaların kök sebebinin araştırılması gerektiğini ifade eden Dr. Sarı, ulaştırma sektöründe büyük bir değişikliğe ihtiyaç olduğunu söyledi. En temel noktanın şoförlerin eğitimi olduğunu ifade eden Dr. Sarı, “Hiçbir şoför işe başlamadan önce 3 ay eğitim almadan sefere çıkmamalıdır. Arada alkol ve uyuşturucu kontrolleri yapılmalıdır. Şoförlere yapılan psikoteknik testlerin de 5 yılda bir değil her yıl yapılması gerekir” açıklamasını yaptı.

    “DİNLENME YERLERİ KAMERALARLA DENETLENMELİ”

    Sektörde yeteri maaşı alamadıkları için çok fazla şoförün de yetişemediğini belirten Dr. Suat Sarı, şoförlerin çalışma şartlarının da ağır olduğunu ve hafifletilmesi gerektiğini söyledi. Çoğu şoförün kullandığı ilaçların uyku yapıp yapmadığını bile bilmediğini söyleyen Dr. Sarı şunları söyledi:

    “Mola yerlerinde sadece yemek yiyorlar. Bu da kendilerinde uyku halini yaratabiliyor. Tam da burada şoförlerin dinlenme yerlerinin yeterli olup olmadığı test edilmesi gerekmektedir. Tesis edilecek dinlenme yerlerine girip çıkan şoförler, kamerayla denetlenmelidir. Toplam 4 buçuk saatlik yolculuğun ardından 45 dakika da dinlenmeliler. Türkiye’de araçların içinde kamera olmadığı için denetim de yapılamıyor. Mutlaka araç içine de kamera yerleştirilmelidir ki şoförlerin ne yaptığı belli olsun.”

    “UYKUYU ÖNLEYEN TEKNOLOJİLER KULLANILMALI”

    Uyku halini önleyen teknolojilerden bahseden Dr. Suat Sarı, gelişmiş acil fren ve şerit takip gibi sistemlerin kullanılması gerektiğini vurguladı. Dr. Sarı, “Uyuduğu zaman, o şoförü uyaran ve ani fren yapan sistemler var. Bu sistemleri yeni araçların hepsine monte etmek lazım” dedi.

    Uzun yol şoförlerinin mutlaka davranış psikolojisi eğitimi alması gerektiğini belirten Dr. Sarı sözlerine şunları ekledi:

    “Mutlaka ileri sürüş tekniği eğitimleri de almaları lazım. Ayrıca güvenlik açısından bunları senede bir tekrarlamak lazım. Bu arada 66 yaşına kadar olan şoförler de araç kullandığı için onlara her sene sağlık testi yapmak lazım. Acaba uyku sorunu var mı, yolda uyku hipnozu ile karşı karşıya kalıyorlar mı, kullandıkları ilaçların uykularını getirip getirmediğini biliyorlar mı? Bunların kontrolü çok önemlidir ve bu kontrolleri gerçekleştirmeden o şoförlerin yollarda emniyetli olarak araç kullandığını söylememiz uygun olmaz.”

    “OBEZ VE ASABİ KİŞİLER ŞOFÖR OLAMAZ”

    Uzun yol şoförü olabilmek için yaş aralığının 26-66 olduğunu ifade eden Dr. Suat Sarı, ayrıca en az 10 yıl sürücü deneyimlerinin de olması gerektiğini söyledi. Obez ve asabi olan kişilerin asla şoförlük yapmaması gerektiğini vurgulayan Dr. Sarı, otobüs firmalarının sistemli şekilde çok sıkı denetlenmesi gerektiğini, eğitimsiz şoför kullandıklarında büyük cezalar verilerek eğitimsiz şoförlerin çalıştırılmasının önlenebileceğini söyledi.

  • Estetik kaygılar, implanta olan talebi artırıyor

    Estetik kaygılar, implanta olan talebi artırıyor

    İSTANBUL, (DHA) – Eksik veya sorunlu dişlerin yerine yerleştirilen, gerçek diş görünümüne sahip implant dişler, en çok talep gören tedavi yöntemleri arasında yer alıyor. Cerrahi Grup Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği Başhekimi Dr. Utku Can Usanmaz, “Dişlerin doğal görünmesine olanak tanıyan bu yöntem, diğer tedavilere göre daha kullanışlı ve estetik” dedi.

    Uygulamanın talep görmesinin altında estetik kaygıların yattığına dikkat çeken Cerrahi Grup Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği Başhekimi Dt. Utku Can Usanmaz, “Dişlerin doğal görünmesine olanak tanıyan bu yöntem diğer tedavilere göre daha kullanışlı ve estetik. İmplant uygulamasının yapılabilmesi için ilk koşul ise çene kemiğinin olgunlaşmış olması. Çene yapısının belirlenen olgunluk aşamasına ulaşması kadınlarda 17, erkeklerde 18 yaşına kadar sürebiliyor” diye konuştu.

    KEMİK ERİMESİ BAŞLICA SEBEPLER ARASINDA

    İmplant tedavisine ihtiyaç duyulan durumlara değinen Dt. Utku Can Usanmaz, “Sebepler arasında ilk sırada kemik erimesi geliyor. Aynı zamanda implantın uygulanması için yuva açılan bölgedeki kemik yapısının da dayanıklı olması gerekiyor. Bu koşulu yerine getirmek için, kemik erimesi başlayan bölgeye çeşitli yollarla destek veriliyor. Böylece implantın yuvaya tutunması kolaylaştırılıyor. Özellikle dişsiz alt ve üst çenelerde kemik erimesi nedeniyle hareketlenme başlamış ve tutuculuğu azalan protezler için implant destekli protez, büyük azı dişlerin kaybı sonrası arka bölgesi dişsiz sonlanan ağızlar ve takıp çıkarılan protezleri kullanmak istemeyen hastalar için sabit köprü yapılabiliyor. İmplantın kemikle kaynaşması alt ve üst çenede 3 ay sürüyor. Ancak bazı durumlarda doğru tanı ve tedavi yöntemiyle implant yerleştirildikten hemen sonra da protez yapılabiliyor” ifadelerini kullandı.

    SAĞLIK TURİZMİNDE İMPLANTIN PAYI BÜYÜK 

    Dt. Utku Can Usanmaz, implant tedavisinin Türk sağlık turizminde de önemli bir paya sahip olduğuna dikkat çekerek, “İmplant tedavisi için yurt dışından birçok hasta Türkiye’ye geliyor. Avrupa ülkelerinden, özellikle de Almanya’dan yoğun bir taleple karşı karşıyayız. Öyle ki 2013’ten bu yana Dentisland Diş Poliklinikleri adı altında hizmet veren bir sağlık kurumu olarak bu yıl itibarıyla üçüncü şubemiz olan Cerrahi Grup Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği’ni Avcılar’da faaliyete geçirdik. Bu süreç boyunca yüzlerce hastayı gözlemleme fırsatı yakaladık. Yabancı vakalara tedavi tercihleri açısından baktığımızda, ilk sırada implantın geldiğini söyleyebiliriz. İmplantı lamina, gülüş tasarımı, beyazlatma, estetik diş dolgusu, ortodonti ve diş protezlerinin takip ettiğini görüyoruz” açıklamasında bulundu.

    GÜLÜŞ TASARIMINDAKİ YÜKSELİŞ DE DİKKAT ÇEKİYOR

    İmplantı takip eden diğer popüler uygulamalarda estetik diş hekimliği yöntemlerinin ön planda olduğuna da değinen Dt. Utku Can Usanmaz, “Bilhassa gülüş tasarımı, son dönemlerde sağlıklı dişlere sahip olan ancak estetik açıdan sorun yaşayan kişiler tarafından büyük ilgi görüyor. Porselen lamineler, kristal veya zirkonyum destekli kaplamalar, diş beyazlatmayla beraber desteklenen bonding sistemleri veya hepsinin kombinasyonuyla yapılan bu uygulama, hastaların estetik, simetrik ve beyaz dişlere sahip olarak özgüvenini artırmasına olanak tanıyor. Hollywood smile olarak da adlandırılan gülüş tasarımında temel hedef ise doğru bir ağız kapanışı ve yarım ay veya ay şeklinde gülümseme hattıyla daha enerjik ve genç bir görünüm elde etmek” diye konuştu.

     

     

     

     

     

     

     

     

  • Yoğun bakımdakilerin yüzde 90’ı aşısız

    Yoğun bakımdakilerin yüzde 90’ı aşısız

    Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ata Nevzat Yalçın, yoğun bakımdaki koronavirüs hastalarının yüzde 90’ının, serviste yatanların ise yüzde 40’ının aşısız olduğunu söyledi.

    AÜ Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Bulaşıcı Hastalıkları Önleme Derneği (BUHASDER) Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ata Nevzat Yalçın, son birkaç günde hastaneye yatan ya da yoğun bakım gereksinimi olan koronavirüs hastalarının sayısının arttığını belirtti. Bu hastalar içinde özellikle aşılanmamış kişilerin oranının yüksek olduğunu aktaran Prof. Dr. Yalçın, “Servis hastalarında yüzde 40 aşılanmamış grup yatarken, yoğun bakımdaki hastalarda bu oran yüzde 90’ı buluyor. Bu grupta aşıları tamamlanmamış, bir ya da iki aşı yapılmış gruplar var ama aşıları tamamlanmadan kişilerin bağışıklık kazanması, yeterli antikor düzeyleri olmadan hastalığı atlatabilmeleri mümkün olamıyor. Aşı, kişinin yoğun bakıma yatmasını, hastaneye yatmasını engelliyor ya da mekanik ventilasyon, entübasyon gibi değişik uygulamalar gereksinimini bir şekilde azaltan elimizdeki en önemli enstrüman. Bugünlerde karşımıza çıkan hamile hastalardan birini kaybettik. Hamilelerin özellikle hamilelik öncesi ya da hamileliğin ilk üç ayı sonunda mutlaka aşılanması gerektiğini düşünüyoruz. İlk üç aya ait veriler biraz daha bu grupları riskten kurtarıyor. Sadece bu grupların değil değişik hastalığı olan bireylerin de zamanları geldiyse aşılanmasında yarar var” dedi.

    ‘4 KİŞİDEN 1’İNİN AŞILANMAMIŞ OLMASI CİDDİ TEHDİT’

    Aşılanma oranını hızla artırmak gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Yalçın, “Bir ara artan aşılama oranlarının giderek azaldığını gördük. Muhtemelen bu hafta eksik aşılı olanların tamamlanmalarını bekliyoruz. Ülke boyutuna baktığımızda her iki doz aşısını yaptırmış bireyler yüzde 37’ler civarında, aslına bakarsanız yüzde 60’ı aşmamız gerekiyor. Yaklaşan sonbahar mevsimiyle birlikte solunum yolu enfeksiyonlarının sıklığının artması göz önünde bulundurulduğunda, aşılama oranlarının çok hızlı artması lazım. Türkiye’de 4 kişiden 1’inin aşılanmamış olması toplum için ciddi bir tehdit. Aşıyla birlikte kişilerin maske kullanımını da terk etmemesi lazım” diye konuştu.

    Prof. Dr. Yalçın, başlangıçta alfa ve beta, gama ve delta grupları olduğunu belirterek, “Yakın zamanda nadir de olsa Kolombiya’dan bildirilen suç vardı ki çok sıkıntılı değil ama özellikle o ülkede ve Amerika’da uzun süre sağlık tesislerinde kalan bireylerde ölümlere yol açtı. Çok fazla yayılımı olacağını düşünmüyoruz ama yine de bu yeni varyantların her an çıkabileceğini akla getirmek gerekiyor. Bu varyantlar çıkacaktır mutlaka, bizim daha hızlı davranıp aşılanmamız lazım. Örneğin; İsrail ve Almanya aşılanma oranını çok yükseltti. Varyant orada da geliyor ancak oranları düşük, vakaların hastaneye yatma oranı ve ağır geçme süreleri düşük seyrediyor” dedi.

    ‘İKİ ARTI BİR DOZ 9 AY KORUR’

    Türkiye’de şu anda iki doz, sonrasında bir doz daha aşı programının yürüdüğünü aktaran Yalçın, “Şu an bu sistemin 9 aya kadar koruyuculuğu mevcut. Bu üç aşıdan sonra 9 aylık bir bağışıklık öngörülüyor. Antikor düzeyleri düştüğünde sonraki aşılara da gereksinim olabilecek. Henüz bununla ilgili bir şey söylemek zor. Aşıların yan etkileri insanlarda tereddüde yol açıyor. Aşı karşıtı olanlar var. Tereddüdü gidermek lazım. Aşı olmadıkları takdirde genç insanlarımızı kaybediyoruz. Aşıların kısa vadede yan etkileri olabilir bunlar öngörülüyor. Uzun vadedeki yan etkileri bugün hastalığın getirdiği sonuçlar göz önünde bulundurulduğunda çok daha az can sıkıcı, diye düşünüyorum. Farklı düşünceler var bunların hepsi hurafe” diye konuştu.

    ‘YÜZ YÜZE EĞİTİM ÖNEMLİ’

    Eğitim- öğretimin çocuklar için önemine ve okulların açılmasına yönelik tedbirlerin alınmasına dikkati çeken Yalçın, “Yüz yüze eğitim çok önemli. Bunun yapılabilmesini savunuyoruz. Burada kritik olay şu; çocuklar hastalığı kolay geçiriyor. Hatta biz 16 yaşın altına, hastalandıklarında ilaç dahi vermiyoruz. Burada kritik nokta ebeveynlerin aşı yaptırması, öğretmenlerin, okul personelinin aşı yaptırması. Bu gerçekleştiği takdirde çocukları güvenli bir şekilde okula gönderebilirler. Çocuklarda hafif geçiyor ama hastalığı alıp evlerine erişkinlere taşımaları ve onların hastalığı ağır geçirmeleri olasılığı var. Okul çalışanları ve aile bireylerinin mutlaka aşılanması, okul açılana kadar birincil görev olmalıdır” dedi.

  • “Son çeyreğe girdik” İstanbul’a deprem uyarısı

    “Son çeyreğe girdik” İstanbul’a deprem uyarısı

    Büyük kayıplara neden olan 17 Ağustos Marmara Depremi’nin 22’nci yıl dönümünde açıklamalar yapan Afet Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (AFAM) Müdürü ve inşaat mühendisi Prof. Dr. Mehmet Fatih Altan, “1999 depreminden sonra, 30 yıl içinde büyük bir deprem bekliyoruz deniyordu, üzerinden 22 yıl geçti. Yani İstanbul depreminde son çeyreğe girdik. 8 yıl içinde büyük bir deprem olma olasılığı yüzde 64’tür. Ama hala yapılarımız sağlam değil. İstanbul’un yapı stoku S.O.S. veriyor, çürük” dedi.

    17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin üzerinden 22 yıl geçti. İzmit Gölcük merkezli 7,4 büyüklüğünde gerçekleşen depremde, 17 binden fazla kişi hayatını kaybetti, on binlerce kişi yaralandı. Büyük kayıplara neden olan felaketten 200 binin üzerinde ev ve işyeri etkilendi.

    İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (AFAM) Müdürü ve inşaat mühendisi Prof. Dr. Mehmet Fatih Altan, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin 22’nci yıl dönümünde, deprem riskine ilişkin alınması gereken önlemleri sıralayarak, kentsel dönüşümün önemine dikkat çekti.

    İSTANBUL’UN YAPI STOKU HALA S.O.S. VERİYOR

    İstanbul depreminde son çeyreğe girildiğini vurgulayan Prof. Dr. Altan, “Çünkü 1999 depreminden sonra İstanbul’da 30 yıl içinde büyük deprem olma olasılığı yüzde 64’tür. Gölcük depreminin üzerinden 22 yıl geçti, 8 yıl kalmış. Deprem olmadan önce alacağımız en önemli önlem yapı güvenliğidir. İstanbul’un yapı stoku hala S.O.S. veriyor, çürük. Çünkü 2000 yılından önce yapılan binalar çok fazla ve o yapılarda insanlar yaşıyor” diye konuştu.

    700 BİN BİNANIN KENTSEL DÖNÜŞÜME GİRMESİ GEREKİYOR

    İstanbul’da 700 bin binanın kentsel dönüşüme girmesi gerektiğini aktaran Prof. Dr. Altan, “Şu anda 75 bin binanın kentsel dönüşümle yenilendiğini görüyoruz. Kentsel dönüşümde yerimizde sayıyoruz, ivme kazandırmak lazım. Devletimiz süreci biraz hızlandırmalı, vatandaş ise binalarını yenilemeye gitmelidir. Büyük depremin üzerinden 22 yıl geçti, yapılarımız sağlam değil. Depreme karşı dayanıklı bina sayımız az” ifadelerini kullandı.

    ANALİZİNİ YAPTIĞIMIZ BİNALARIN YÜZDE 95’İ ÇÜRÜK

    Yapıların bir an evvel ya güçlendirilmesi ya da yıkıp yeniden yapması uyarısında bulunan Prof. Dr. Altan, “Üniversitemizin inşaat laboratuvarında deprem performans analizleri yapıyoruz. Bize Küçükçekmece, Bağcılar, Esenler gibi ilçelerden gelen bina örneklerinden neredeyse yüzde 95’i çürük çıkıyor. Bu binalar 2000 yılı öncesinde yapılmış ve genelde 5 ilâ 9 katlı. Kişiler, özellikle 2000 yılı öncesinde yapılan binaları son çıkan deprem yönetmeliğine uygun mu diye kontrol ettirmelidir. Yoksa depremi evde karşılayamayız” dedi.

    BÜYÜKÇEKMECE, AVCILAR, PENDİK RİSKLİ İLÇELER

    Prof. Dr. Mehmet Fatih Altan, “Büyükçekmece’den başlayarak özellikle Avcılar, Küçükçekmece depremden en çok etkilenecek ilçelerdir. Sonra Kadıköy, Üsküdar, Kartal ve Pendik’e kadar giden güzergahta eski yapı stoku var. Fayın Adalar ve Silivri tarafında kilitlendiğini biliyoruz. Özellikle bu ilçelerde yaşayanlar yapılarını kontrol ettirsin. 2000 yılı öncesinde yapılan binaları artık silmek gerekir” diye konuştu.

    DEPREMİN 7-7,5 BÜYÜKLÜĞÜNDE OLMASI BEKLENİYOR

    1 milyona yakın binanın etkileneceğini söyleyen Prof. Dr. Altan, “İstanbul depreminde merkez üssünün Adalar ya da Silivri olacağını tahmin ediyoruz. Adalar’da meydana gelirse 7, Silivri’de ise 7-7,5 büyüklüğünde bekliyoruz. Bu depremden sadece İstanbul değil bütün Marmara Bölgesi etkilenecek. Yani 30 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. 70 bin civarında binanın ağır hasar alacağını, toplamda 1 milyona yakın binanın depremden etkileneceğini düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.

  • Fatih’te polis ekiplerinden ‘değnekçi’ye suçüstü

    Fatih’te polis ekiplerinden ‘değnekçi’ye suçüstü

     

    Murat SOLAK – Ömer ÇETİNASLAN/İSTANBUL,(DHA)- FATİH’te, polis ekiplerinin sivil polis aracını park etmek istemesi üzerine kendilerinden 15 lira ücret talep eden değnekçi, polis ekipleri tarafından suçüstü yakalanarak gözaltına alındı.
    Fatih’te, Süleymaniye Mahallesi Prof.Dr. Sıddık Sami Onar Caddesi üzerinde polis ekipleri, sivil polis aracını cadde üzerinde dubalarla ayrılmış bir alana park etmek istedi. Bu sırada orada bulunan bir kişi tarafından polis ekiplerine, saatlik 15 lira ücret karşılığında dubaları kaldırarak alana park edebilecekleri söylendi. Polis ekipleri tarafından ‘değnekçilik’ yaptığı tespit edilen Y.T. isimli kişi, suçüstü yakalanarak gözaltına alındı.

    652 TL PARA CEZASI KESİLDİ
    Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü Sivil Trafik Ekipler Amirliği tarafından yakalanan Y.T. isimli kişiye, karayolu yapısı üzerine duba koymaktan 652 TL idari para cezası uygulandı. Ayrıca Y.T. isimli kişi, Karayolu üzeri park yerindeki araçlardan park yerini tespite yetkili idarece veya bu idare tarafından işletme izni verilmediği halde park ücreti almak veya almaya teşebbüs etmek suçundan adli işlem yapılmak üzere Beyazıt  Polis Merkezi Amirliği’ne götürüldü.

     

  • Eczacıbaşı Dynavit, yeni sezon hazırlıkları için İzmir’de

    Eczacıbaşı Dynavit, yeni sezon hazırlıkları için İzmir’de

    İZMİR (DHA) – Voleybolda 2021-2022 sezonu hazırlıklarına İstanbul’da başlayan Eczacıbaşı Dynavit Voleybol Takımı, çalışmalarını sürdürmek üzere İzmir’de kampa girdi.
    Milli takımlarda yer almayan oyuncuları ile İzmir’e giden turuncu beyazlılarda yeni transferler McKenzie Adams ve Laura Heyrman da kamp kadrosunda yer aldı. Başantrenör Ferhat Akbaş yönetiminde çalışmalarını sürdüren Eczacıbaşı Dynavit, Avrupa Şampiyonası’nın ardından tam kadro bir araya gelecek.
    Sezonu AXA Sigorta Kupa Voley grup maçlarıyla açacak olan takım, lig öncesi VakıfBank ile Şampiyonlar Kupası maçına da çıkacak.

    (FOTOĞRAFLI)

  • Düşen yangın söndürme uçağında ölen koordinatör, son yolculuğa uğurlandı

    Düşen yangın söndürme uçağında ölen koordinatör, son yolculuğa uğurlandı

    Yusuf KANTARLI- Eser PAZARBAŞI/ ADANA, (DHA)- KAHRAMANMARAŞ’ta yangın söndürme uçağının düşmesi sonucu hayatını kaybeden koordinatör Edip Uzunoğlu, memleketi Adana’da toprağa verildi.
    Onikişubat ilçesinin kırsal Ilıca Mahallesi yakınlarındaki Almalı mevkisinde, 2 gün önce saat 13.00 sıralarında, orman yangını çıktı. Ekipler, yangına havadan ve karadan müdahale etti. Müdahale sırasında Türkiye’nin yangın söndürme çalışmalarında kullanılmak üzere Rusya’dan kiraladığı ‘Beriev-200’ tipi yangın söndürme uçağı, saat 14.30 sıralarında Engizek Dağı yamacına düştü. Adana’dan bölgeye sevk edildiği belirtilen, içinde 3’ü Türk, 5’i Rus 8 kişilik mürettebatın bulunduğu uçağın düştüğü bölgeye, arama- kurtarma ekipleri sevk edildi. Bölgede yapılan çalışmada; Elazığlı pilot Serkan Mirzaoğlu, Mersinli orman mühendisi ve Orman Genel Müdürlüğü temsilcisi Oğuz Avşar Aydın ve Adanalı koordinatör Edip Uzunoğlu ile Rusya uyruklu 2’nci pilot Vıladıslav Berkutov, radyo operatörü Nıkolai Omelchenko, kaptan Evgeni Kuznetsov, navigatör Vadim Karasev ve teknisyen Luri Chuborov’un hayatını kaybettiği belirlendi. Adana Adli Tıp Kurumu’na getirilen ve otopsileri tamamlanan Rus mürettebatın cansız bedenleri, ülkelerine gönderildi. Pilot Serkan Mirzaoğlu’nun cenazesi Elazığ’a, orman mühendisi ve Orman Genel Müdürlüğü temsilcisi Oğuz Avşar Aydın’ın cenazesi de Mersin’e götürüldü.
    Adana’da yaşayan Edip Uzunoğlu’nun cenazesi de otopsi işlemlerinin tamamlanmasının ardından ailesine teslim edildi. Burak Mezarlığı’na getirilen Uzunoğlu’nun cenaze namazına Adana Valisi Süleyman Elban, AK Parti Adana Milletvekili Abdullah Doğru, Orman Bölge Müdürlüğü personeli ve Uzunoğlu’nun yakınları katıldı. Edip Uzunoğlu, cenaze namazının kılınmasının ardından gözyaşlarıyla toprağa verildi.

    FOTOĞRAFLI

  • “Türkçe telaffuz hataları, kültür eksikliğinden kaynaklanıyor”

    “Türkçe telaffuz hataları, kültür eksikliğinden kaynaklanıyor”

    İSTANBUL (DHA) – Sosyal medyada yapılan yayınlarda, televizyonlardaki dönem dizilerinde Türkçe’nin doğru kullanılması gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Osman Bülent Yorulmaz, özellikle gençlerin ve aldıkları eğitimin önemine vurgu yaptı. Yorulmaz, “Bugün sosyal medyada, dizilerde ve haber kanallarında spikerlerin dilinde gördüğümüz Türkçe telaffuz hataları, maalesef bir kültür eksikliğinden kaynaklanmakta. Biz, az okuyan bir toplumuz ve bu yüzden kelimeleri öğrenemiyoruz. Bunun eğitimini de almıyoruz” diye konuştu.

    Sosyal medya kullanımının hızla artmasıyla birlikte kullanıcıların kendi dijital kanalları ve online yayınlar da gündemimizi daha fazla meşgul etmeye başladı. Bu noktada özellikle Türkçe’nin yanlış kullanımı ve yanlış telaffuzlarla çok sık karşılaştığımızı ve gençlerin de bu durumdan etkilendiğine dikkati çeken Yeditepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Bülent Yorulmaz, TV. dizilerinde de birçok kelimenin yanlış telaffuz edildiğini vurgulayarak oyuncuların eğitim alması gerektiğini söyledi.

    “TELAFFUZ HATALARI KÜLTÜR EKSİKLİĞİNDEN KAYNAKLANIYOR”

    Sosyal medyada, dizilerde ve haber kanallarındaki Türkçe telaffuz hatalarının bir kültür eksikliğinden kaynaklandığının altını çizen Yorulmaz, “Biz, az okuyan bir toplumuz ve bu yüzden kelimeleri öğrenemiyoruz. Bunun eğitimini de almıyoruz. Eğitimini almadığımız için de yanlışlar yapıyoruz. Diksiyon, güzel konuşma sanatıdır. Eğer siz bu alanda bir eğitim almadıysanız, düzgün, hatasız konuşamazsınız. Çok basit bir örnekle; sanat derken kelimeyi doğru söylemiyoruz, vurgu ikinci hece üzerine gidiyor, halbuki kelimenin aslında san’at biçiminde, üstte kesme işareti var. Bu kesme işareti kalktığı için kelimede vurgu yer değiştirdi. San’at diye vurguluyorum. Örneğin, pandemi nedeniyle televizyonlara yansıyan ‘vaka’ kelimesi var. Vaka derken, a harfini uzatarak söylüyorlar (vaaka). Bu yanlıştır. Çünkü aslı vak’adır; ama çok kuvvetli vurgulamamak lazım. Yani, iki “a” yı da kısa söylemek gerekir en azından. Bizim bugün, dilimizde Osmanlı Türkçesi döneminden kalma kullandığımız pek çok kelime var. Maalesef biz, bu kelimeleri yanlış telaffuz ediyoruz. Bunları düzeltmiyorlar, düzeltemiyorlar. Fakat düzeltmeleri lazım, kelimeleri yanlış söyleyemeyiz” dedi.

    “ÇOCUKLAR ANADOLU AKSANINI KULLANMAYA BAŞLADI”

    Dizilerde yapılan yanlışlar hakkında konuşan Yorulmaz, “Bugün tarihi dizilerde, döneminin kelimelerini kullananlar yanlış yapıyorsa, eğitimini almak mecburiyetindeler. “Kavî” yerine “kâvi”(kuvvetli), “tazminat” yerine “tanzimat” diyemezsiniz. Bu tür diziler için mutlaka bir dil uzmanından yardım almak gerekir. Televizyonu, tiyatroya benzetebiliriz. Bugün tiyatroya gitmiyoruz. Zaten tiyatro da çok azaldı ve televizyon nedeniyle câzibesini de kaybetti. Bizim gençliğimiz tiyatrolarla geçti. Bundan 150-200 yıl önce Namık Kemal, tiyatro; eğlencedir ama eğlencelerin en faydalısıdır demişti. Bunun nedeni de dünyanın en büyük hatiplerinin tiyatrodan yetişmesidir. Tiyatro hem kulağa hem de göze hitap ediyor. Bir çocuk neyi seyrediyor? Televizyonu seyrediyor. Bir zamanlar televizyonlarda, Anadolu aksanı yasaklanmıştı. Bugün seyrettiğimiz dizilerde, çok fazla Anadolu aksanı var. Çocuklar da maalesef bu aksanı kullanmaya başladı” ifadelerini kullandı.

    Yorulmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Anadolu aksanı bizim dilimiz. Anadolu ağızlarımız.  Onları tabii ki yok farz edemeyiz. Onlar, Türkçe’nin bir güzelliğidir. Fakat ‘geliyi’, ‘gidiyi’ olur mu? Bunlar çok fazla vurgulanıyor. Geliyor, gidiyor demek varken, biz ‘r’ harfini telaffuz etmek isterken, ‘bi’ değil ‘bir’ diyeceğiz derken herkes bu aksanı izliyor ve maalesef etkileniyor.”

    “TÜRKÇE KELİMELERİ ÇIKARTTIK”

    Gençlerin, batıdan gelen kelimelere yöneldiğini ve birçok kelimeyi kısaltarak kullandığını da kaydeden Yorulmaz, “Batıdan gelen kelimeler de var. Kişi, ‘bro’ yazıyor. Bro ne demek? ‘Brother’ (erkek kardeş) kelimesinin kısaltılmışı. Kardeş nereye gitti? Bu kelimeler neden benim dilimden çıktı? Türkçe kelimeleri çıkarttık. İşte bunlar, gençlerin diline yerleşmiş vaziyette. Tüm bunların sebebi, ortaokul ve liselerde verilen kültür derslerinin yoksunluğu. Öte yandan eğitim sisteminin, öğrenciyi tamamen test çözmeye yöneltmesi. Lise sonda öğrenci sadece test çözüyor. O kadar mekanikleşiyor. Düşünmeyen insan, insan değildir” diye konuştu.

    “ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ 300-400 KELİME İLE KOMPOZİSYON YAZIYOR”

    Üniversite öğrencilerinin kelime hazinesinin eksikliğine dikkati çeken Yorulmaz, “Bir öğrenciye kompozisyon yazdırın. Bakalım bir paragraf yazabiliyor mu. Öğrenci kaç kelime kullanıyor. OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) raporuna göre üniversite öğrencileri 300-400 kelime kullanarak yazıyorlar. Daha fazlası yok. Bu nedenle bazı yazarlarımızı okurken sıkılıyorlar. Yaşar Kemal’i, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı okuyamıyorlar. Yaşar Kemal’in kelime hazinesi 2 bin 500. Tanpınar’ınki ise 4 bin. Nasıl okuyacak? Roman oku deyince, sıkılıyor çocuk. ‘Okuyamıyorum hocam’ diyor. Okuyamaz tabii. Çünkü kelime bilmiyor yani bu kelimeler yabancı değil, Türkçe, ama derinliği, üslubu, anlamı çözemediği için okuyamıyor” dedi.

    Yorulmaz, sözlerini şöyle noktaladı:

    “Ben gençlere kabahat bulmuyorum. Onlar öğrenmeye çok hazır. Bir şey söylediğinizde çok mutlular. Açıklar, her şeyi öğrenmek istiyorlar. Ne söylerseniz, ondan büyük bir keyif alıyorlar. Hatta şaşkınlıklarını da gizlemiyorlar. “Nasılsın?”diyince, “iyidir” diyor. Ben de o zaman “kim iyidir?” diyorum. Kendini üçüncü şahıs yerie koyuyor, farkında değil. Ama ben, “Ahmet’i, Ayşe’yi sormuyorum ki sana, seni soruyorum” diyince birden duraksıyor, düşünüyor. Ama bizim bu bilgileri, gençlere ulaştırmamız lazım. Onları iyi anlamamız lazım. Gençleri iyi anladığımızda, neye gereksinim  duyduklarını farkettiğimizde ve onlarla çok iyi empati kurduğumuzda çok mutlu oluyorlar. Onları öyle öğrenme heyecanı içinde görünce ve arka arkaya akıllarına takılanları sormaya başladıklarında siz de mutlu oluyorsunuz.”

  • Dev geminin parçası İstanbul Boğazı’ndan geçti

    Dev geminin parçası İstanbul Boğazı’ndan geçti

    Özgür EREN İSTANBUL (DHA)- KRUVAZİYER gemisi olarak inşa edilecek olan yolcu gemisinin dev parçası İstanbul Boğazı’ndan geçti. Gemi parçasının geçişine Kıyı Emniyeti Kurtarma römorkörü de eşlik etti.
    Yolcu gemisi olarak inşa edilecek olan kruvaziyer gemisinin bölümü Romanya’da tamamlandı. Dev parça sabah saat 07.00 sıralarından İtalyan bayraklı ‘Carlo Martello’ adlı römorkör ile çekilerek Karadeniz’den İstanbul Boğazı’na giriş yaptı. Gemi parçasının boğaz geçişine Kıyı Emniyeti Kurtarma 2 römorkörü de eşlik etti. 
    Yolcu gemisinin parçası yaklaşık 3 saatte Boğaz geçişini tamamladı. Römorkör eşliğinde çekilen geminin bölümü İtalya’nın Porto Marghera Limanı’nda bulunan diğer parçaları ile birleştirilmesi götürülüyor. 

     

  • Depremin izleri deniz altında duruyor 

    Ergün AYAZ- Alişan KOYUNCU/ GÖLCÜK (Kocaeli), (DHA)- KOCAELİ’nin Gölcük ilçesinde, 17 Ağustos 1999 depreminde meydana gelen hasarın izleri yıllar önce silinirken, Değirmendere’de denize çöken alanın kalıntıları ise su altında tüm gerçekliğiyle duruyor. Dalış eğitmeni Murat Kulakaç, suya her daldıklarında deprem anını tekrar yaşadıklarını, deniz altında hala depremin izlerini ilk günkü gibi gördüklerini söyledi.
    17 Ağustos 1999’da merkez üssü Gölcük olan 7.4 büyüklüğündeki deprem, ilçede büyük yıkıntıya neden oldu. Kentte tamamen silinen depremin izleri, denizde ise hala duruyor. Deprem sırasında Gölcük Değirmendere’nin bir kısmının gömüldüğü denize dalanlar, felaketin tahribatını görüyor. DHA muhabiri ve bröveli dalgıç Ergün Ayaz ile dalış eğitmeni Murat Kulakaç, Değirmendere sahilindeki denizin 12 metre altından başlayan ve 55 metreye kadar uzanan deprem kalıntılarının izini sürdü.
    ‘TÜM GERÇEKLERİ SUYUN ALTINDA GÖREBİLİYORUZ’ 
    Depremin üzerinden 22 yıl geçtiğini söyleyen dalış eğitmeni Murat Kulakaç, “Karada unuttuğumuz tüm gerçekleri suyun altında görebiliyoruz. Suyun altında çok ciddi bir oluşum var. Depremin tüm gerçekliğini, şiddetini biz her dalışımızda ayrıntılı şekilde görebiliyoruz. Hala evler, ağaçlar, arabalar, insanlarımıza ait kişisel eşyalar, olduğu gibi tüm çıplaklığıyla duruyor ve bizi sürekli ikaz ediyor. Karadaki izlerin büyük çoğunluğu silindi ve buna rağmen binalarımızı hala kontrolsüz bir şekilde yapmaya devam ediyoruz” diye konuştu. 
    ‘SUYUN ALTINDA DEPREM ANINI TEKRAR YAŞIYORUZ’
    Depremle ilgili alınması gereken çok ciddi dersler olduğunu kaydeden Kulakaç, “Suya her daldığımızda o deprem anını tekrar yaşıyoruz çünkü görüntülerin hepsi hala ilk günkü gibi duruyor. Çok hüzünlü ama almamız gereken çok ciddi dersler var. Biz aslında doğanın sesini duyuyoruz, doğa bize ‘Sağlam yapılar yapın, doğaya uyumlu yaşayın, doğaya saygı duyun’ diyor. Biz, bu tür şeyleri gördüğümüz zaman da her seferinde hüzünleniyoruz ve suyun üstüne çıktığımız zaman da farkındalık için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Suyun 12 metre altından başlıyor, 55 metreye kadar depremin izlerini görmek mümkün” dedi.
    ‘DENİZİN ALTI DEPREM MÜZESİ’
    Enkaza dalış yapmak için yurt içinden ve dışından birçok kişinin geldiğini söyleyen Kulakaç, “Burada bir batık turizmi de oluştu, yurt içinden ve yurt dışından çok ciddi talep var. Suyun altı tamamen gerçek bir deprem müzesi. Biz suyun altına indiğimizde depremi yaşadığımız ilk andaki tüm duyguları yeniden yaşıyoruz çünkü bütün dostlarımızın, arkadaşlarımızın evleri, kendi yaşadığımız çevre, çay bahçeleri, yemek yediğimiz lokantalar, gezdiğimiz sokaklar hepsi olduğu gibi suyun altında duruyor. Bizi hüzünlendiriyor. Zaman zaman maskemizin arkasından gözyaşı döktüğümüz de çok oluyor. Arkadaşlarımıza ait kişisel eşyaları görmek hüzünlendiriyor fakat gerçek şu ki bundan da bir ders çıkarmamız gerekiyor. Yapmamız gereken çok şey var” diye konuştu.

    FOTOĞRAFLI