Kategori: Çevre

  • Depozito iade makineleri için geri sayım

    Depozito iade makineleri için geri sayım

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın himayelerinde başlatılan Sıfır Atık Projesi’nde sona gelindi.

    Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum “Türkiye Çevre Ajansımızla depozito yönetim sistemini kuruyoruz. Online merkezi veri sistemini ve internet bağlantılı depozito iade makinalarımızı hazırlıyoruz. Uygulamayı 2022 Ocak ayı itibariyle başlatacağız” dedi.

    Bakan Kurum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın himayelerinde başlatılan Sıfır Atık Projesi’ne de değinerek, şunları kaydetti:

    “Sıfır Atık Projesi’ni sadece bir atık ve geri dönüşüm projesi olarak görmüyoruz. Sıfır Atık Projemiz aldığı uluslararası ödüllerle bugün artık, sınırları aşan uluslararası bir projeye dönüşmüş durumdadır. Şu ana kadar 116 bin kurum binamızda sıfır atık sistemini kurduk ve uyguluyoruz. 24,2 milyon ton atığı ekonomimize kazandırdık. 3 milyon ton sera gazı salımını önledik. 265 milyon ağacımızı kurtardık. Yüzde 13 olan geri kazanım oranımızı yüzde 22,4’e çıkardık. 30 milyar liralık ekonomik kazanç sağladık. İnşallah bu hızla atıkların geri kazanım oranını 2023’te yüzde 30’a çıkaracağız. Ülkemizdeki plastik poşet kullanımını yüzde 75 azalttık. Böylece poşet kaynaklı 354 bin ton plastik atığın oluşumunu engelledik. Türkiye Çevre Ajansı’mızla depozito yönetim sistemini kuruyoruz. Online merkezi veri sistemini ve internet bağlantılı depozito iade makinalarımızı hazırlıyoruz. Uygulamayı 2022 Ocak ayı itibarıyla başlatacağız. Ekonomimize yıllık 4 milyar lira katkı ile on binlerce vatandaşımıza istihdam sağlayacağız.”

  • Kültür Park’ta dönüşüm için düğmeye basıldı

    Kültür Park’ta dönüşüm için düğmeye basıldı

    Bursa Büyükşehir Belediyesi, 66 yıldır Bursalılara hizmet veren ‘Yeşil Bursa’ imajının önemli simgelerinden Reşat Oyal Kültür Parkı’nı günümüz şartlarına göre modernize etmek için düğmeye bastı. Bu konuda da ortak aklı devreye alan Büyükşehir Belediyesi, konunun tüm taraflarının katılımıyla Kültür Park’ta yapılması planlanan çalışmalarla ilgili master plan hazırlığına başladı.

    Bursa’da dönemin Belediye Başkanı Reşat Oyal tarafından 391 bin metrekare alan üzerine yapılan ve 1955 yılında hizmete açılan Reşat Oyal Kültür Parkı, yılların yorgunluğunu üzerinden atmaya hazırlanıyor. Zaman içinde ihtiyaçlara göre yapılan bazı düzenlemeler parkı estetik görüntüden uzaklaştırırken, otopark yetersizliği, park içindeki araç trafiği, yaya yolları, aydınlatmalar ve yıpranan kent mobilyaları gibi sorunlara anlık değil, kalıcı ve sürdürülebilir çözümler üretilmesi amaçlanıyor.

    Kültür Park’ın yeniden bir cazibe merkezi haline gelmesi, vatandaşların parkta huzurla vakit geçirebileceği nitelikli alanlar oluşturulması hedefiyle Büyükşehir Belediyesi tarafından master plan hazırlanıyor. Kültür Park’ı bütüncül bir planla ele almayı hedefleyen Büyükşehir Belediyesi, ortak aklı devreye alarak konunun tüm taraflarını bir araya getirdi. Parkta yaşanan sorunları ve kullanıcı ihtiyaçlarını tespit etmek ve “Reşat Oyal Kültür Parkı Master Plan” çalışmalarına veri toplamak amacıyla atölye çalışmaları planlanırken, ilk olarak paydaş beklentilerinin belirlenmesi amacıyla bir toplantı düzenlendi. Kültür Park Açık Hava Tiyatrosu’nda düzenlenen toplantıya Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili birim ve şirket yöneticileri ile Kültür Park’ta faaliyet gösteren işletme yetkilileri katıldı.

    Plana Bursalılar şekil verecek

    Paydaş beklentilerinin belirlenmesi amacıyla düzenlenen toplantıda konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, parkta yapılacak iyileştirme çalışmaları ve tasarımların tüm Bursalı taraflarca belirleneceğini söyledi. Bursa’da şehrin genelini ilgilendiren sorunların tamamını istişareyle çözmeye çalıştıklarını dile getiren Başkan Aktaş, “Bursa’nın ilk parkı olan Reşat Oyal Kültür Parkı ile ilgili bir master plan hazırlığı içerisindeyiz. Kültür park farklı işletmeleri, farklı farklı birimleri bünyesinde barındırıyor. Açıkçası herkesin bir beklentisi var ancak bu beklentiler de birbiriyle uyuşmuyor. Herkesin parkla alakalı bir öngörüsü, arzusu ve beklentisi var. Özellikle bu konuda uzman isimler, teknik arkadaşlarımız nezaretinde, mimarlar ve şehir plancılarımızla birlikte esnafımız, akademisyenler, gençler, kadın konuyu farklı atölye çalışmalarıyla beş ayrı grup halinde tartışacaklar, konuşacaklar. Sonunda master planımızı hazırlayıp parkla alakalı gerçek değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiş olacağız” dedi.

    İmalat önümüzdeki yıl

    Kültür Park içinde yer alan ve birçok sanatsal aktiviteye ev sahipliği yapan Açık Hava Tiyatrosu’nun da yeniden inşa edileceğinin müjdesini veren Başkan Aktaş, “Yazın çok yoğun bir şekilde kullandığımız amfi tiyatromuzun yıkılıp, yeni bir amfi tiyatronun konuşlandırılmasıyla alakalı bir sürecimizin de olacağını ifade etmek istiyorum. Nihayetinde bu projeyi Bursa’nın dinamikleri belirleyecek. Kişisel bir mimarın tasarımından ziyade ya da bizlerin görüşlerinden ziyade bütün Bursalı tarafların katkı ve destekleriyle projeyi şekillendirmiş olacağız ve önümüzdeki yıl da inşallah imalatıyla alakalı çalışmamızı hayata geçirmiş olacağız” diye konuştu.

  • Türkiye’nin en kirli kentleri: Listede Bursa’da var

    Türkiye’nin en kirli kentleri: Listede Bursa’da var

    Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Geomatik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Şenol Hakan Kutoğlu ve akademisyenler, fosil yakıtların çevreyi nasıl kirlettiğini uydu verileriyle ortaya çıkaran bir yazılım geliştirdi. 2018 yılından bugüne günlük veya aylık toplanan verilerde; İstanbul, Ankara ve İzmir’in Türkiye’nin en kirli kentleri olduğu tespit edildi. Bu illeri Bursa, Kocaeli gibi sanayi ve ulaşımın yoğun olduğu iller takip etti. Prof. Dr. Hakan Kutoğlu, “Özellikle pandemi nedeniyle kapanmanın olduğu, ulaşımın yasaklandığı dönemlerde kirlilik son derece azalmış. Ama açılmayla birlikte ulaşımın artmasıyla yeniden kirlilik miktarının arttığını gördük” dedi.

    Prof. Dr. Şenol Hakan Kutoğlu, Doç. Dr. Aliihsan Şekertekin ve yüksek lisans öğrencisi Fatemeh Ghasempour ile birlikte, uydu verilerini kullanarak fosil yakıtların yarattığı çevre kirliliğinin tespitini sağlayan bir yazılım geliştirdi. Yazılım kapsamında NO2 (azotdioksit) fosil yakıtların, yani gaz, kömür ve yağların yanması sonucunda ortaya çıkan hava kirleticilerin Türkiye genelinde hangi illerde ne kadar kirliliğe neden olduğu ortaya çıkartıldı. Uyduya dayalı verilerde, Türkiye’nin 2018, 2019, 2020 ve 2021 Eylül ayı ortalamalarının istatistiki verileri hesaplandı. Buna göre Türkiye’nin en kirli illeri, nüfusun da en yoğun olduğu iller arasında olan İstanbul, Ankara ve İzmir oldu. Bu illeri Bursa, Kocaeli gibi sanayi ve ulaşımın yoğun olduğu iller takip etti. Karadeniz’de ise Zonguldak ve Samsun’da hava kirliliklerinin Türkiye ortalamasını aştığı görüldü.

    Prof. Dr. Hakan Kutoğlu, uydulara yerleştirilen hiperspektral kameraların, bitkilerin gelişimi, analizi, havadaki, sudaki kirlilik gibi bilgileri, jeolojik bilgileri çıkarma gibi dünya üzerinde birçok analizde kullanıldığını söyledi. Geliştirdikleri yazılımla Türkiye genelindeki özellikle fosil yakıtların yarattığı hava kirliliğini görüntülediklerini anlatan Prof. Dr. Kutoğlu, “Son dönemde iklim değişikliği nedeniyle hava kirliliği son derece önemli. Hatta ekonomik tedbirler de alınmaya başlandı. Yeşil mutabakat diye bir ekonomik sözleşme söz konusu. Cumhurbaşkanımız da Paris Sözleşmesi’ne imza attı. Bu kirliliğin takip edilmesi, iklim değişikliğini azaltılabilmek için küresel ısınmayı azaltılabilmek için bu kirleticilerin azaltılması gerekiyor. Dolayısıyla bunun azalıp azalmadığını anlayabilmek için de takip edilmesi gerekiyor. Buna yönelik arkadaşlarımızla çalışma yaptık. Türkiye’deki bu kirleticileri, özellikle ozondioksit. Bu karbon içerikli malzemelerin yakıtların yakılması sonucu ortaya çıkan zararlı gazlardan bir tanesi. Bunu bir uydu sensörüyle izlemek mümkün. Bu yazılımda Türkiye üzerinde azotdioksit miktarının aylık ve günlük olarak değişimlerini görebiliyoruz” dedi.

    ‘ELEKTRİKLİ ARAÇLAR KİRLİLİK SEVİYESİNİN AZALMASINA KATKI VERECEK’

    Yazılımın önemli bilgiler sunduğunu ifade eden Prof. Dr. Kutoğlu, hangi bölgede ne kadar çok karbon emisyonu olduğunu, ne kadar çok karbon içerikli kirleticinin havaya saçılmış olduğunu görebildiklerini ifade etti. Prof. Dr. Kutoğlu, nüfusun ve ulaşımın yoğun olduğu illerde kirletici miktarının yoğun olduğunu belirterek, şöyle dedi:

    “Özellikle pandemi nedeniyle kapanmanın olduğu, ulaşımın yasaklandığı dönemlerde bu kirletici son derece azalmış. Ama açılmayla birlikte ulaşımın artmasıyla yeniden kirlilik miktarının arttığını gördük. Bu anlamda madem ki ulaşım bunda çok etki yapıyor o zaman bizim de yakın gelecekte dünyada olduğu gibi özellikle mazotlu araçlardan elektrikli araçla dönemimiz ülkemizdeki kirlilik seviyesinin azalmasına katkı verecektir. Bizim yaptığımız çalışma bunu gösteriyor. Bazı bölgelerde özellikle Marmara, İzmir, Ankara bölgesinde ulaşım kaynaklı olduğunu görüyoruz ama bazı bölgelerde nüfus yoğunluğu düşük olmasına rağmen oralarda da zaman zaman bu kirleticinin yükseldiğini görüyoruz. Bu da farklı sanayi tesislerinden kaynaklanabilir. Nüfus yoğunluğu ve ulaşımın yoğun olduğu Marmara bölgesi ve özellikle İstanbul çevresinde yoğunluk var. Altında Kocaeli ve Bursa bölgelerinde bir yoğunluk görüyoruz. Başkent Ankara bölgesinde yoğunluk var. Ege’de İzmir bölgesinde büyük yoğunluk var. Bunların yanı sıra güneyde Mersin, Adana ve Gaziantep bölgesinde yoğunluk var. Burada şunu da belirtmek lazım: Güneydeki kirlenme ulaşımın yanı sıra tarımsal faaliyetlerden de kaynaklanabilir. Çünkü anız yakma olayında da bu kirlilik ortaya çıkıyor. Yine yanlış gübrelemede de azotdioksit ortaya çıkıyor. Buradaki yoğunluğun tarımsal faaliyetlerden kaynaklandığını düşünüyoruz.”

  • Uludağ için tehlike çanları çalıyor!

    Uludağ için tehlike çanları çalıyor!

    Kış turizminin gözdesi Bursa Uludağ’da tehlike çanları çalıyor. Küresel iklim değişikliğinin yanı sıra, gelişigüzel piknikler, yürüyüşler, kamplar ve etkinliklerle 35 yılda çayırlarda azalma, kayalık alanlarda artış, su kaynaklarında ise daralma olması korkutuyor. Uludağ’da çıplak kayalık alan miktarı yüzde 7,8’den yüzde 13’e çıkarken, alpin çayırlarının oranı ise yüzde 18’den yüzde 16’ya geriledi. Su kaynakları ise 7,4 hektardan 2,9 hektara düştü.

    Bursa Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü’nden Doç. Dr. Gökhan Özsoy’un yaptığı araştırmada, 35 yılda Uludağ Millî Parkında ekolojik dengenin bozulduğu gözler önüne serildi. Uydu verileri ve coğrafî bilgi sisteminin algoritmaları kullanılarak yapılan araştırmada 1985 yılı ile 2019 yılı arasında Uludağ’ın çayırları, su kaynakları ve kayalık alanlarındaki değişimler gözlemlendi. Çıplak kayalıkların yüzde 7,8’den yüzde 13’e çıktığı, alpin çayırlarının yüzde 18’den yüzde 16’ya gerilediği ve su kaynaklarındaki 7,46 hektardan, 2,9 hektara daraldığı araştırma raporlarında yerini aldı. Uludağ’da gelişi güzel düzenlenen yürüyüş rotaları, kamp ve piknik alanlarının olduğu bölgelerde tahribatın fazla olduğu, insanların giremediği noktalarda ise ağaçlarda küçük oranda da olsa artışların olduğu tespit edildi.

    Bursa Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü’nden Doç. Dr. Gökhan Özsoy, yaptığı açıklamada, “1985 ile 2019 arasındaki uydu görüntülerine bakılarak bu araştırma yapıldı. Burada Uludağ ile ilgili ciddi sonuçlara ulaştık. Özetlemek gerekirse, insan aktivitesinin çok yoğun olduğu kısımlarda, erozyon yüzeylerinde artış, çıplak kayaya dönüşme bitki yoğunluğunda azalma tespit ettik. Birinci bölge ve ikinci bölge turistlik açıdan söylersek, kamp yapılan alanlar Sarıalan, Bakacak, Kirazlıyayla gibi alanlarda vejetasyon örtüsünde bozulmalar tespit ettik” dedi.

    İnsan girmediği ormanlarda artış söz konusu

    “İşin sevindirici tarafı ise insan aktivitesinin olmadığı kısımlarda da yüksek eğimli alanlardaki orman faunasında bir artış söz konusu” diyen Özsoy, “Demek ki doğayı kendi haline bıraksak, Uludağ daha da yeşil olacak. Çünkü çarpıcı olan 1985 yılındaki vejetasyon örtüsünü incelediğimiz de 2019’da daha yoğun bir yeşillik görüyorsunuz. Bu şu demek oluyor, insanlar oraya giremedi ve ağaçlar yoğunluğunu arttırdı. Orman sınırları artmadı ama var olan ormanların yoğunlukları arttı. Bu da güzel bir haber” diye konuştu.

    “Uludağ’a özel 30 endemik var”

    Alpin çayırları bölgesindeki deformasyonla ilgili de konuşan Özsoy, “Bu da üzerinde durulması gereken bir olaydır. Karlar eridikten sonra buraya kontrolsüz insan girişleri olabiliyor. Bunların yol açtığı erozyon izlerini görebiliyoruz. Yol izleri, otlatılan hayvanlarla ilgili izler En önemlisi turistlik açıdan son yıllarda moda olan ATV, Off-Road gibi aktivitelerin yapılıyor olması. İnanın lastik izlerine varana kadar rotalar oluşmuş durumda. Bu biraz kontrolsüz gidiyor ve çok fazla deformasyon oluyor. Buraya gelen insanlar sadece off-road yapmıyorlar. Arabadan inerek çevreye de açılıyorlar. Orada bir takım endemik türlere de zarar veriyor olabilirler. Bugün baktığımızda Uludağ endemik türleri ile ünlüdür, hem fauna, hem flora açısından. Aşağı yukarı 30’a yakın sadece Uludağ endemik var. Bu çok önemli bir rakamdır. Bunları korumamız lazım” ifadelerini kullandı.

    Alınabilecek önlemler var

    Alınabilecek önlemlerin de olduğunu belirten Özsoy, “Özellikle Milli Parkların oluşturduğu rotalar var. Bu oluşturulan gezi rotalarının terk edilmemesi, bunların kontrolünün iyi yapılması, gelişi güzel turistler ya da firmalar kendisine rota oluşturmaması gerekiyor. Eğer bir rota oluşturulacaksa bunun bakanlıktan izninin alması lazım. O rotada endemik tür var mı araştırılması gerekiyor. Buna göre izin verilir” şeklinde konuştu.

    “Geçmişte haberlerde de duyarsınız, Uludağ’da kaybolan dağcılar Nasıl kayboluyor bu insanlar? Demek ki kontrolsüzlük var” diyerek sözlerini sürdüren Özsoy, “Ben biraz dolaşayım diyor sonra yolunu bulamıyor. Yurtdışında bu tarz turist çeken kayak merkezlerinde bu tarz haberleri göremezsiniz. Çünkü yasaktır. Kimse başının estiği gibi dolaşamaz” dedi.

    “Küresel ısınma kaynaklı mı? Araştırılması gerekiyor”

    Bir başka çarpıcı olayın da su yüzeyleriyle ilgili olduğunun altını çizen Özsoy, “Biz bu yaptığımız çalışmada su yüzeylerinde de azalmalar gördük. Uludağ’da 9 tane göl var. Bunların bazıları yazın kuruyor, bazıları yazın dahi su barındırıyor. Bu her daim su barından göllerdeki su çeperinde daralmalar var. Bunun da iyi araştırılması lazım. Acaba yıl bazında 2019’da aldığımız görüntü de mi böyleydi, yoksa gerçekten küresel ısınma kaynaklı su yüzeyleri mi azalıyor bunun mutlaka araştırılması gerekiyor” diye konuştu.

    Su kaynaklarında ciddi daralma söz konusu

    Bursa Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü’nden Doç. Dr. Gökhan Özsoy, sözlerini şöyle tamamladı: “1985 yılında MillÎ Park sınırlarından bahsedersek, çıplak kayalıklar yüzde 7,8’ini kaplarken, 2019 yılında yüzde 13,3’e çıkıyor. Bu ciddi bir rakamdır. Dediğim gibi bu bozulmada birinci ve ikinci bölge ve kamp faaliyetleri ile günübirlikçi piknikçilerin kaldığı yerlerde oluyor. Çayırlarda ise yüzde 18’lerden yüzde 16’lara düşüş var. Çayırlardaki deformasyon da onların tamamı ile yok olması değil, kuruması ve toprak yüzeye dönüşmesi şeklinde oluyor. Çalı ve fundalık orman alanlarında ise biraz artış var. Onlar yüzde 43,5’lerden, yüzde 44,2’ye çıkmışlar. Buda sevindirici bir haber. Su yüzeyleri ise belki de en önemlisi; 7,46 hektardan 2,9 hektara gerilemiş. Bunun da ciddi anlamda araştırılması lazım. Küresel ısınmadan mı kaynaklanıyor? Meteorolojik hadiselerde 20-30 yılda kuraklıklar olabilir, yoksa bununla mı ilgili mi? Bütün bunlar araştırılmalı”

              

  • Marmara Denizi, Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildi

    Marmara Denizi, Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildi

    Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, Marmara Denizi ve Adalar Bölgesi’nin ‘Özel Çevre Koruma Bölgesi’ ilan edildiğini belirterek “Hedefimiz; Türkiye’nin Yeşil Kalkınma Devrimi çerçevesinde sürdürülebilir, biyoçeşitlilik açısından zengin ve tertemiz bir Marmara” dedi.

    Bakan Kurum, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yer alan karar ile İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Tekirdağ il sınırları içerisindeki Marmara Denizi ve Adalar Bölgesi’nin ‘Özel Çevre Koruma Bölgesi’ ilan edildiğini bildirdi.

    ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGE SAYISI 19’A ÇIKTI

    Böylece Özel Çevre Koruma Bölge sayısını 19’a çıktığını belirten Kurum, şunları kaydetti:

    “Bu tarihi kararla; ekolojik değeri, biyolojik çeşitliliği, doğal kaynakları, kültürel ve estetik değerleri yüksek olan Marmara Denizi’mizi koruma altına almış ve deniz yaşamının devamlılığını sağlamış oluyoruz. Marmara Denizi’mizi gelecek nesillere en güzel haliyle taşımak için hazırladığımız Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı hedeflerimizden olan Özel Çevre Koruma Bölgesi ilanının onayıyla denizimizde bilimsel, ekolojik temelli, doğa dostu faaliyetler yürüteceğiz. Hedefimiz; Türkiye’nin yeşil kalkınma devrimi çerçevesinde sürdürülebilir, biyoçeşitlilik açısından zengin ve tertemiz bir Marmara. Yaşayan ve yaşatan bir Marmara.”

  • Bursa’da 7,5 milyon fidan toprakla buluşacak

    Bursa’da 7,5 milyon fidan toprakla buluşacak

    Bursa Orman Bölge Müdürü Yalçın Akın, alınan etkili tedbirler sayesinde bu yıl orman yangınlarında zarar gören alan miktarının 4 kat azaldığını söyledi. Akın, yüz ölçümünün yüzde 45’i orman olan Bursa’da dikilen yeni ağaçlarla orman envanterinin yüzde 2,5 arttığını, kış sezonunda 7,5 milyon fidanı toprakla buluşturacaklarını açıkladı. Bursa’da 6 aydır konuşlu olan yangın söndürme helikopterinin görev süresi de 31 Ekim itibariyle sona eriyor.

    Bursa Orman Bölge Müdürü Yalçın Akın, “Bu yıl Bursa’da 49 adet orman, 31 adette kırsal alan yangını meydana geldi. Bu yangınların sonucunda toplam etkilenen alan 20 hektardır. Geçen sene 69 orman yangınında 97 hektar alan etkilenmişti. 2021 yılında bu kadar az etkilenen alanın olması, almış olduğumuz tedbirler sayesindedir. Ekiplerin diri olması, helikopter sayılarının artması burada çok önemlidir. Özellikle yangınlara erken müdahalenin büyük önemi var” dedi.

    “7,5 milyon fidanı toprakla buluşturacağız”

    Yanan alanların yıl içerisinde hemen temizliğinin yapıldığını ifade eden Akın, “Kış döneminde de fidan dikimi ve gençleştirme çalışmalarıyla önümüzdeki bahar aylarında büyüdüğünü görmüş olacağız. Bunun dışında normal planlı gençleştirme çalışmalarımız var. Ormancılıkta temel amaç, ormanı korumak ve sürekliliğini sağlamaktır. Ormanların sürekliliğini sağlamak içinde, biyolojik ömrünü tamamlamış olan ağaçları gençleştiriyoruz. Bunlara zamanında müdahale etmediğiniz zaman geleceğe taşımanız mümkün değildir. Bu yıl planlı gençleştirme çalışmalarımızda yaklaşık olarak 2 bin hektara yakın alandaki ağaçları gençleştiriyoruz. Dikim çalışmalarımıza başladık. 7,5 milyon fidanı bu kış döneminde toprakla buluşturacağız” diye konuştu.

    “Bursa’nın orman alanı Türkiye ortalamasının üzerinde”

    Son yıllarda yapılan bu gençleştirme ve yeni tesis edilen ağaçlandırmalarla birlikte Bursa’da orman varlığında artış olduğuna dikkat çeken Akın, “Bursa’nın yüz ölçümünün yüzde 45’i ormanlık alandır. Yalova’nın yüzde 65’i orman, Bilecik’in yüzde 55’i ormandır. Bu oranlarda Türkiye ortalamasının üzerindedir” dedi.

    “Yangın helikopteri ay sonu Bursa’dan ayrılıyor”

    Orman yangınlarıyla mücadelede kullandıkları yangın helikopterinin ay sonu itibariyle görevinin bittiğini belirten Akın, “Yaklaşık 6 aydır görev alıyor. Bu yaz döneminde bahsettiğim bütün yangınlara katıldı. Ayrıca diğer bölgelerde çıkan yangınlara da katıldı. Havaların soğuması, nemin yükselmesi, rüzgarın etkili olmaması sebebiyle kasım ayı itibariyle helikopterin bölgemizdeki görevi sona eriyor” şeklinde konuştu.

  • Hava kirliliği Kovid-19’da ölüm riskini artırıyor

    Hava kirliliği Kovid-19’da ölüm riskini artırıyor

    İstanbul’da yapılan güncel bir akademik araştırma, Covid-19 ölümlerinde hava kirliliğinin etkisine dikkat çekti. Araştırmaya göre, İstanbul’da Covid-19 pandemisi boyunca gerçekleşen ölümlerin yaş, sosyoekonomik durum ve hane halkı sayısının yanı sıra, hava kirliliğiyle de ilişkili olduğu açıklandı.

    Covid-19 vakalarının hızı, artan aşı oranlarıyla düşse de pandemi dünya genelindeki etkisini sürdürüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) güncel koronavirüs tablosuna göre, bugüne kadar 235 milyonu aşkın vaka tespit edilirken, 5 milyona yakın insan pandemi dolayısıyla yaşamını yitirdi. Online PR Servisi B2Press, giderek kendini daha fazla hissettiren kış soğuklarının yarattığı hava kirliliği hakkındaki verileri pandemi çerçevesinde inceledi. Bu konuda güncel bir akademik araştırmayı ele alan B2Press, İstanbul’da Covid-19 pandemisi boyunca gerçekleşen ölümlerin yaş, sosyoekonomik durum ve hane halkı sayısının yanı sıra, hava kirliliğiyle ilişkili olduğunun ortaya konulduğunu açıkladı. Environmental Science and Pollution Research Dergisi’nde yayımlanan “İstanbul’da Covid-19’a Bağlı Ölümlerde Hava Kirliliği ve Sosyoekonomik Düzeyin Etkisi” başlıklı araştırma, kirli havanın Covid-19’dan ölüm riskinin daha da artmasına yol açtığını gösterdi.

    HAVA KİRLİLİĞİ 7 MİLYON İNSANIN ERKEN ÖLÜMÜNE YOL AÇIYOR

    Basın bülteni dağıtımı hizmeti veren Online PR Servisi B2Press’in incelediği Greenpeace Hava Kirliliği Algısı Anketi’ne göre, her 10 kişiden 4’ü Türkiye’nin en büyük çevre sorununun hava kirliliği olduğunu düşünürken, Türkiye dünya hava kirliliği sıralamasında 46. sırada yer alıyor. Sağlık ve Çevre Birliği (HEAL) raporuna göre, Türkiye elektriğinin yüzde 56’sını fosil yakıtlardan, yüzde 37’sini de kömürden elde ederken uzmanlar, kömüre dayalı elektrik üretiminin yarattığı yoğun hava kirliliğinin halk sağlığı için büyük bir risk oluşturduğunu söylüyor. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü’nün açıkladığı verilere göre, hava kirliliği küresel ölçekte insan sağlığına yönelik en büyük çevresel tehdit olarak görülüyor ve dünyada her yıl 7 milyon insanın erken ölümüne yol açıyor. Hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkileri arasında ise astım, bronşit, solunum yolu gibi akciğer hastalıklarının yan sıra; kanser, kalp ve damar hastalıkları da yer alıyor.

    HAVA KİRLİLİĞİ YALNIZ 65 YAŞ ÜSTÜ İÇİN RİSKLİ DEĞİL

    Uzmanlar, hava kirliliğine maruz kalmanın, solunum sistemine zarar vererek viral ve bakteriyel enfeksiyonlara karşı direnci azalttığını söylüyor. Hava kirliliği, vücudun virüslere karşı doğal savunmasını bozarak hastalıklara yakalanma olasılığını yükseltirken, virüslerin taşınmasında etkili oluyor. B2Press’in incelediği göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Nilüfer Aykaç ve halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Nilay Etiler imzalı akademik araştırmaya göre, hava kirleticilerine maruz kalmak yalnızca 65 yaş üstü kırılgan grup için değil, tüm yaş grupları için onaylanmış Covid-19 vakalarının sayısını artırıyor.

    HER 10 KİŞİDEN 9’U KÖMÜR KOKUSU SOLUYOR

    Türkiye’de büyük şehirler de dahil olmak üzere birçok ilde kömür kullanımı oldukça yaygın. Online PR Servisi B2Press’in incelediği HEAL raporuna göre, kömürden en çok etkilenen bölge, “kömür kuşağı” olarak da adlandırılan Zonguldak, Çanakkale, Milas-Muğla arasındaki havza. Çoğu büyük şehirle tüm Akdeniz ve Karadeniz kıyı şeridi de kömürden büyük ölçüde etkileniyor. Greenpeace anketine katılanlar da bu tabloyu doğruluyor. Hava Kirliliği Algısı Anketi’ne göre, her 10 kişiden 9’u pencereyi açtığında temiz hava alamadığını ya da kömür kokusu soluduğunu belirtiyor.

     

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan iklim değişikliği mesajı

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan iklim değişikliği mesajı

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “İklim değişikliği ve çevre kaynaklı sorunlarla mücadele sadece belli ülkelere havale edilemez. Ekonomik gücü, coğrafi konumu, tarihi sorumluluğu ne olursa olsun tüm ülkelerin elini taşın altına koyması şarttır” dedi.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 15. Taraflar Konferansı’na (COP15) video mesaj gönderdi. Erdoğan, insanlık olarak iklim değişikliği, çevre felaketleri, kirlilik, su ve gıda güvenliği ile biyolojik çeşitlilik kaybı gibi sınamalarla karşı karşıya olduklarını belirterek, “Son dönemde dünyanın farlı köşelerinde yaşanan ve ciddi kayıplara yol açan tabii afetler bu sorunların ulaştığı vahim boyutları gösteriyor. Tabii afetler çevreye ve ekosisteme verdiği zararlar yanında insanların can ve mal güvenliğini de doğrudan tehdit ediyor. Şu gerçeği hepimiz biliyoruz; tabiattaki her şey zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Tahrip olan biyolojik çeşitlilik, kirletilen çevre, yok olan gıda ve su demektir. Bu durum ise çatışmalara yol açmakta ve insanları göçe zorlamaktadır. Medeniyetler beşiği olan Akdeniz’i büyük bir mülteci kabristanına çeviren sebeplerden biri de çevrenin tahrip olmasıdır. Geleceğimizi etkileyen bu tehdit karşısında elbette öncelikle adım atması gerekenler iklim değişikliğine yol açan sıkıntıların ortaya çıkmasında tarihi mesuliyeti bulunanlardır. Ancak iklim değişikliği ve çevre kaynaklı sorunlarla mücadele sadece belli ülkelere havale edilemez. Ekonomik gücü, coğrafi konumu, tarihi sorumluluğu ne olursa olsun tüm ülkelerin elini taşın altına koyması şarttır” dedi.

    ‘ANADOLU, YÜZLERCE BİTKİNİN ANA VATANIDIR’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan, konferansın temasının ‘Ekolojik Medeniyet: Tüm Canlılar için Ortak Geleceğin İnşası’ olarak belirlenmesinin isabetli olduğunu belirterek, “Türkiye ‘yaratılanı sev yaratandan ötürü’ anlayışıyla zengin biyolojik çeşitliliğini hem karada hem de denizlerinde korumakta kararlıdır. Bunu yaparken yaşam hakkına sadece biz insanların değil tüm canlıların sahip olduğu anlayışını esas alıyoruz. 2030’a kadar biyolojik çeşitlilik kaybını en aza indirmeyi temel alan, 2020 Sonrası Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi sürecinin bu amaca hizmet edeceğine inanıyoruz. Üç farklı iklim kuşağı ve üç biyocoğrafi alan üzerinde yer alan Türkiye orman, dağ, step, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemlerine ve bunların farklı form ve kombinasyonlarına sahiptir. Dünyadaki 8 bitki gen merkezinden 3’ü Türkiye’de kesişmektedir. Anadolu buğdayın, mercimeğin, nohudun, zeytinin, elmanın, kirazın ve daha sayamadığımız yüzlerce bitkinin ana vatanıdır” diye konuştu.

    ‘ÖNCÜ ROL OYNAYACAĞIZ’

    Avrupa kıtasında yaklaşık 12 bin bitki türü bulunurken, Türkiye’nin yaklaşık 4 bini endemik olmak üzere 12 bin bitki türüne ev sahipliği yaptığını anımsatan Erdoğan, şöyle konuştu:

    “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Envanter ve İzleme Projemiz sayesinde biyolojik çeşitlilik envanterimizi çıkardık. Envanteri yapılan türlerden 428’i yerel endemik, 3 bin 275’i de endemik tür olup bu türler dünya üzerinde sadece Türkiye’de bulunuyor. Bu kapsamda biyoçeşitliliğin korunmasını, sürdürülebilirliğinin teminini ve ekonomiye entegrasyonunu uzun vadeli ve gerçekçi politikalarla planlıyor ve hayata geçiriyoruz. Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne atfettiğimiz önem çerçevesinde gelecek sene 16’ncı Taraflar Konferansı’na ev sahipliği yapacak ve 2022-2024 yıllarında sözleşme dönem başkanlığını deruhte edeceğiz. Bu süreçte yurt içinde ve yurt dışında biyolojik çeşitliliğin korunması için gerekli adımların atılmasında da öncü rol oynayacağız. Sözlerime son verirken karşı karşıya olduğumuz bütün küresel imtihanlara adil, hakkaniyetli ve vicdanlı çözümlerin bulunacağına olan inancımı tekrarlıyor, zirvenin hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.”

  • Burdur Gölü’nün ‘durumu içler acısı’

    Burdur Gölü’nün ‘durumu içler acısı’

    Türkiye’nin 7’nci büyük gölü Burdur Gölü’nde su seviyesi, 50 yılda 17,7 metre düştü. Kıyısında çatlamış toprak örtüsü oluşan göldeki halk plajında 5 yıl önce su yüzeyinde yer alan 3 metre yüksekliğinde iskele, bugünlerde suya yaklaşık 2 metre uzaklıkta bulunuyor.

    Son yıllarda kuraklığın da etkisiyle kuruma tehlikesi olan Burdur Gölü’nün su seviyesi, 50 yılda 17,7 metre düştü. Gölde su seviye ölçümü, 1959 yılının Aralık ayında 851,32 metre olarak kaydedildi. Gölde ölçülen en yüksek su seviyesi ise 1970 yılında 857,54 metre oldu. Burdur Gölü’nün su seviyesi, 1 Haziran 2021 itibarıyla 839.83 metre olarak kaydedildi. Aralık 1959’da 205,54 kilometrekare ölçülen gölün yüzeyi, 1 Haziran 2021 itibarıyla 123,45 kilometrekareye, 6062,48 hektometreküp olarak ölçülen hacim ise 3731,67 hektometreküpe düştü.

    3 METRE YÜKSEKLİĞİNDEKİ İSKELE, GÖLDEN 2 METRE UZAKLAŞTI

    Burdur Gölü’ndeki kuraklık nedeniyle geçmiş yıllarda sahil olarak kullanılan Şeker Plajı, halk plajı ve göl kıyılarında çatlamış toprak örtüsü oluştu. Halk plajında 5 yıl önce göl suyunun yüzeyinde yer alan 3 metre yüksekliğindeki iskele, bugünlerde suya yaklaşık 2 metre uzaklıkta bulunuyor.

    Burdur Gölü’ndeki kuraklığın etkisiyle oluşan çekilme, ziyaretçileri de şaşırttı. Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nin (MAKÜ) yüz yüze eğitime geçmesi ile kente gelen öğrenciler, göl gezisinde çatlamış toprak örtüsü ile karşılaştı. Burdur MAKÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü 3’üncü sınıf öğrencileri İlayda Özeken ve Gülcan Akçay, pandemi nedeniyle ara verilen eğitimin ardından 1,5 yıl sonra ilk defa geldikleri Burdur’da, Burdur Gölü sahilindeki çekilmeyi görünce şaşırdıklarını belirtti.

    ‘İÇİMİZİ ACITTI’

    Gölde suyun azalmasına çok üzüldüğünü anlatan İlayda Özeken, “Pandemi dolayısıyla eğitimimize online devam etmiştik. Bu yıl yüz yüze eğitim başlayınca geldiğimiz Burdur’da gölün çok fazla çekildiğini fark ettik. Bu durum çok üzücü. Gölün bu hali içimizi acıttı” dedi.

    Burdur Gölü’ne 2 yıl aradan sonra geldiğini belirten Gülcan Akçay ise “2 sene önce Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nde eğitime başladık. Geçen yıl pandemiden dolayı burada değildik. Bu yıl yüz yüze eğitimin başlaması ile Burdur’a geldik. Gördük ki göl seviyesi 2 yıl önceye göre bayağı çekilmiş. Bu durum bizi çok üzdü. Yetkililerin bu duruma bir çare bulmasını istiyoruz, gölün durumu içler acısı” diye konuştu.

  • Atık yağlar müsilajdan daha tehlikeli

    Atık yağlar müsilajdan daha tehlikeli

    1 litre atık yağ 1 milyon litre suyun kirlenmesine neden oluyor. Sudaki oksijeni azaltan, oksijen geçirgenliğini bozan ve güneş ışınlarının suya geçmesini engelleyen atık yağlar, müsilaj nedeniyle zorlanan Marmara Denizi’nde daha ciddi sıkıntılara neden olabilir.

    İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Atilla Arıkan, “Çoğumuzun evde standart olarak yaptığı şey atık yağı lavaboya dökmek. Öncelikle evin giderleri tıkanıyor. Bunları açmak için kimyasallar kullanıyoruz, bunlar zaten ekstra çevresel zarar veriyor. Daha sonra kanalizasyonların tıkanmasına sebep oluyor. Kanalizasyonları açmak için bu kez ciddi bir maliyet ve efor sarf etmemiz gerekiyor. Kanalizasyonların sonun arıtma tesisleri varsa oradaki mikro organizmalara zarar verebiliyorlar, oradaki sistemin verimini düşürüyorlar. Arıtma tesisi yoksa zaten doğrudan denize ve nehirlere gidiyor. Bu sefer doğrudan yüzeysel su kaynaklarında etkilere sebep oluyor” dedi.

    MÜSİLAJIN ÇOĞALMASI İÇİN ZEMİN HAZIRLIYOR

    Marmara Denizi 2021 yılı başlangıcıyla müsilaj alarmı vermeye başladı. Yapılan eylem planlarında biyolojik atıklar ve arıtma tesislerinin önemi ön plana çıktı. Türkiye genelinde yıllık 1.5-2 ton bitkisel atık yağ üretiliyor. Bunun büyük bölümü ise evlerden çıkan atık yağlar. Söz konusu yağların lavabolara dökülmesi ise korkutucu döngüyü başlatıyor. Kanalizasyon yoluyla denize karışan bu yağlar sudaki oksijeni bitiriyor, güneş ışınlarının suyun altına inmesini engelliyor. Bu durum uzmanlara göre hem müsilaj ile aynı etkiyi yaratıyor hem de çoğalması için zemin hazırlıyor.

    “MÜSİLAJINDA ESASINDA SONUÇLARI AYNI”

    İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Atilla Arıkan, atık yağların kirlilik etkisi konusunda “Türkiye’de yaklaşık 1.5-2 milyon ton bitkisel atık yağ üretimi söz konusu. Bunun büyük bir kısmı evlerden kaynaklanan atık yağlar, bir kısmı margarinler, bir kısmı da sanayiden kaynaklanan bitkisel atık yağlar. Çoğumuzun evde standart olarak yaptığımız şey lavaboya dökmek. Öncelikle evin giderleri tıkanıyor. Bunları açmak için kimyasallar kullanıyoruz, bunlar zaten ekstra çevresel zarar veriyor. Daha sonra kanalizasyonların tıkanmasına sebep oluyor. Kanalizasyonları açmak için bu kez ciddi bir maliyet ve efor sarf etmemiz gerekiyor. Kanalizasyonların sonunda arıtma tesisleri varsa oradaki mikro organizmalara zarar verebiliyorlar, oradaki sistemin verimini düşürüyorlar. Arıtma tesisi yoksa zaten doğrudan denize ve nehirlere gidiyor. Bu sefer doğrudan yüzeysel su kaynaklarında etkilere sebep oluyor. Öncelikle bu yağlar su yüzeyini tamamen kaplıyorlar ve güneş ışıklarının suyun içerisine girmesini engelliyorlar. Oradaki mikro organizmaların büyümesi için ışık gerekli, Onun yanında havadaki oksijeninde suyun içerisine girmesini engelliyorlar. Sudaki oksijen çok düşük seviyelere geldiği zaman oradaki mikro organizmaların ve balıkların ölmesine neden oluyorlar. Son birkaç aydır müsilaj problemi var. Müsilajın da esasında sonuçları aynı. Orada da sudaki mikro organizmalar aşırı büyüdükten sonra ölüyorlar ve sudaki oksijeni tüketiyorlar. Bu sefer üst üste bir kaç defa benzer etki oluyor ve tamamen ciddi sonuçları olan bir probleme neden oluyor. Aynı zamanda yağlar oksijenin tüketilmesine de sebep oluyor. Sadece yüzeyden oksijenin gelmesini engellemiyor, bir taraftan da yağlar oksijenin tüketilmesine sebep oluyor. Zaten müsilajdan dolayı mevcut bir problem varsa bu ciddi sonuçlara neden olabiliyor” dedi.

    Arıkan, atık yağların bertaraf edilmesi konusunda ise “Öncelikle büyük bitkisel atık yağ üreticilerinden başlandı. Bunlar atık yağlarını topluyor ve lisanslı firmalara veriyorlar. Ama bizler de evlerde bunları ayrı toplamak zorundayız ve bunları lavabolara dökmememiz gerekiyor. Bunları evde ayı bir plastik şişenin içinde toplayıp ilçe belediyeleri tarafından kurulması gereken atık getirme merkezlerine götürmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.

    “ASLINDA ARITMA TESİSLERİ İÇİN İSTENMEYEN MALZEMELER”

    Arıkan, ileri biyolojik arıtma tesisleri konusunda ise, “Tek başına çare değil, yağlar gerçekten arıtılması çok zor malzemeler. O nedenle bizim arıtma tesislerimizde, özellikle iler biyolojik arıtma tesislerine bu yağları gönderdiğimiz zaman oradaki sistemin tamamen veriminin düşmesine neden oluyor. Aslında arıtma tesisleri için istenmeyen malzemeler. Atık yağları bazen çöplere atıyorlar, onlar çöpler toplandıktan sonra depolama sahalarına gidiyor. Oralarda da yangınlara sebep oluyor, aşırı sıcaktan, güneş ışığından dolayı. Bu atıklar toplanarak biyodizel tesislerine gidiyor. Burada da bizim atık olarak düşündüğümüz bir malzeme tamamen kaynak olarak bir yeşil yakıta dönüşüyor. Bu hem iklim değişikliği hem de fosil yakıtların tüketilmesi açısında oldukça çevreci bir yaklaşım. Bir milyon litre suyun kötü hale gelmesine sebep olabilir, bizim sadece evde yanlış yere attığımız yağ 1 milyon litre suyun kirlenmesine sebep olabilir” diye konuştu.

    “MÜSİLAJ İÇİN ÇOĞALMASINA UYGUN BİR ORTAM YARATIYOR”

    Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu üyesi Raşit Fırat Deniz da, “Marmara Denizi’nin kirliliğinde de bizim atık suların, evsel kaynaklı dediğimiz atık suların etkisi olduğu gibi aynı zamanda, endüstrilerden sızan ve arıtılmadan deşarj edilen atık suların çok büyük etkisi var. Özellikle endüstrideki atık yağlardan bahsettiğimiz zaman zaten çok daha büyük bir problemden bahsediyoruz. Eğer ki, bu atık yağlar arıtılmadan denize deşarj edilirse, ön arıtma tesisleri dahil, orada da bu işin yapılmadığı yönünde bir bilgi var; denizdeki oksijen seviyesini azaltarak, aynı zamanda güneş ışığının aşağıya inmesini engelleyerek müsilaj için çoğalmasına uygun bir ortam yaratıyor” dedi.