Kategori: Çevre

  • Taş ocağına karşı birlik oldular

    Taş ocağına karşı birlik oldular

    Trabzon’un Maçka ilçesindeki Zigana Dağı eteklerinde bulunan ve doğal güzelliklerinin yanı sıra sütlacı ile de meşhur olan Hamsiköy’de yapılması planlanan taş ocağı tepkilere neden oldu. Yılda 300 bin dolayında turisti ağırlayan vadide açılmak istenen taş ocağı ve tesise karşı 2 binden fazla imza toplayan yöre halkı, kararın geri çekilmesini istiyor. Çıralı Mahallesi Muhtarı Recep Gürsoy, “Bu güzel yaylamıza kimseyi sokmayacağız” dedi.

    Türkiye’nin önemli tarihi ve turistik mekanlarından Sümela Manastırı’nın da yer aldığı Trabzon’un Maçka ilçesindeki Zigana Dağı eteklerinde yer alan sütlacı ile ünlü Hamsiköy Mahallesi Kangel Yaylası’nda patlatmalı taş ocağı ve kırma eleme tesisi planlandı. Hamsiköy ve civardaki Ciharlı, Çıralı, Dikkaya ve Güzelyayla mahallelerinde yaşayanlar taş ocağı ve kırma tesisine doğaya ve çevreye vereceği zarar nedeniyle karşı çıkıyor. Yöre halkı, 20’si otel 50’ye yakın işletme ve tesisinin bulunduğu yılda 300 bin dolayında turistin ziyaret ettiği vadiye planlanan taş ocağına karşı 2 binden fazla imza topladı. İmzalar Trabzon Büyükşehir Belediyesi’ne iletilmek üzere Maçka Belediye Başkanlığı’na teslim edildi.

    ‘İZİN VERMEYECEĞİZ’

    Taş ocağı kararının yanlış olduğunu belirten Çıralı Mahallesi Muhtarı Recep Gürsoy, “Hamsiköy 5 mahalleden oluşuyor. Taş ocağının yapılmasının planlandığı yerde bizim hayvanlarımız yaylıma çıkıyor. Burası sütlacı ile meşhur bir yer. Burada yapılan sütlaç tadını, oradaki yaylada otlayan ineklerin sütünden alıyor. Oradaki taş ocağı binlerce turist ağırlayan Hamsiköy’ün sadece doğal güzelliklerini bitirmeyecek. Aynı zamanda buranın tescilli markası olan ve lezzeti ile tüm dünyada ün salan sütlacını da bitirecek. Böyle bir şeye izin vermeyeceğiz. Bu güzel yaylamıza kimseyi sokmayacağız. Bizim o yaylamızda su havzalarımız, şelalelerimiz var. Bunların yok olmasını ve susuz kalmayı da istemiyoruz” diye konuştu.

    ‘VİCDANLARI NASIL EL VERECEK’

    Gurbetten memlekete huzur bulmaya geldiklerini anlatan Memure Şeker, “Biz yaylamızda taş ocağı yapılsın istemiyoruz. Kuş sesleri, doğanın muhteşem sesleri ve bu yeşillikler içinde oturuyoruz. Kimse gelip de bizim burada huzurumuzu bozmasın. Ben o yaylada 25 yılımı geçirdim. Oranın bozulmasını istemiyorum. Hayvancılıkla uğraşıyoruz. Hayvanlarımızı nerede otlatacağız. Orada güzel şelaleler var. Onları nasıl bozmaya vicdanları nasıl el verecek. Karşı dağda taş ocağı yaptılar. Orayı her gördüğümde psikolojim bozuluyor. Biz taş ocağına karşıyız” dedi.

    ‘DOĞANIN TAHRİP EDİLMESİNİ İSTEMİYORUZ’

    Yaylayı görmek için her yıl binlerce turistin geldiğini belirten Metin Şeker ise, “Hamsiköy sütlacı lezzetleri ve bu güzel doğası ile bilinen bir yer. Biz hepimiz gurbetçiyiz. Nefes almak için fırsat buldukça memleketimize buraya geliyoruz. Bu güzel doğanın bozulmasını istemiyoruz. Yaylamızda çok güzel bir şelalemiz var. Manzaramız var. Buraya gelen turistler ‘siz cennette yaşıyorsunuz’ diyorlar. Biz buranın bozulmasını tahrip edilmesini istemiyoruz. Karşıki dağda yapmaya çalıştılar orası şimdi çöl oldu. Bizim yerimizin de böyle olmasını istemiyoruz. Taş ocağına karşıyız. Buna asla izin vermeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

  • TBMM Müsilaj Komisyonu’ndan Bursa Gemlik’te inceleme

    TBMM Müsilaj Komisyonu’ndan Bursa Gemlik’te inceleme

    Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj sorununu araştırmak üzere beraberindeki heyetle Bursa Gemlik Körfezi’nde incelemelerde bulunan TBMM Müsilaj Sorununu Araştırma Komisyonu Başkanı Mustafa Demir, “Görünürde müsilaj yok. Bu şüphesiz Marmara için iyi bir şey. Ama bizim asıl hedefimiz, müsilaja neden olan etkenler ve onların devam edip etmediğidir” dedi.

    TBMM Müsilaj Sorununu Araştırma Komisyonu, 7-10 Eylül tarihleri arasında müsilaj sorununun gözlemlenmesi ve konuyla ilgili yürütülen faaliyetler ile alınması gereken tedbirlerin değerlendirilmesi amacıyla Marmara Denizi’nde ve Marmara Denizi’ne kıyısı olan İstanbul, Kocaeli, Bursa, Balıkesir, Tekirdağ, Yalova ve Çanakkale’de incelemelerde bulunuyor. Kocaeli, İzmit ve Yalova’da incelemelerde bulunan AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Demir’in başkanlığındaki 17 kişilik komisyon, daha sonra Bursa’nın Gemlik ilçesine geldi. Gemlik İleri Biyolojik Atıksu Arıtma Tesisi’nde alınan numuneler incelenirken, tekne ile Gemlik Körfezi’nde de inceleme turu atıldı. Bursa Valisi Yakup Canbolat ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’tan bilgi alan heyetin programı yarın Balıkesir’de devam edecek.

    Program sonunda basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Komisyon Başkanı Mustafa Demir, “Müsilaj Araştırma Komisyonu olarak 7-8-9-10 Eylül tarihlerinde Marmara Denizi’ne kıyısı bulunan bütün illeri ziyaret ediyoruz. 5 büyükşehir, iki de il belediyemiz var. Bugün sabah Kocaeli’ne geçtik. Kocaeli Körfezi’ni dolaştık ve arkasından da Yalova ve Gemlik Arıtma Tesisi’ni gördük. Gemlik Körfezi’ni görme imkanımız oldu. Görünürde müsilaj yok. Bu şüphesiz Marmara için iyi bir şey. Ama bizim asıl hedefimiz, müsilaja neden olan etkenler ve onların devam edip etmediğidir. Onların içinde de bizleri ilgilendiren müdahale edebileceğimiz yegane etken de Marmara Denizi’nin kirletilmesidir. Bu çalışmaların temelinde Marmara’nın kirletilmesine neden olan evsel, sanayi ve gemilerden kaynaklı atıklarla ilgili yapılan çalışmaları yerinde görmek istedik” dedi.

    Çalışmalardan sonra rapor hazırlanacak

    “Şüphesiz burada birinci dereceden çözüm ortaklarımız yerel yönetimlerimizdir. Gittiğimiz her yerde yerel yönetim temsilcileri ve teknik heyetleri ile görüşüyoruz” diyen Demir, “Onların şehirle ilgili yaptığı arıtmaları inceliyoruz. Bugün Kocaeli, Yalova ve Bursa’da yaptığımız gezilerde bence gelecekle ilgili ümitvar olduk. Yapılan çalışmalar son derece güzel, kriterlere uygun. Atık su arıtmalarının denize verilmeden önceki ulaşılması gereken kriterlere uygun olduğunu gördük. Burada da hedefimiz ileri biyolojik arıtma tesislerinin olması ve sağlıklı şekilde çalıştırılmasıydı. Kocaeli’de ve Yalova’da bu yapılmış ve başarılı olmuş. Yalova’nın alt yapısı var ve ileri biyolojik arıtmayı sağlıklı şekilde çalıştırıyorlar. Gemlik’e ait arıtma tesisimizi de gördük. Buradan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a ve ilçe belediye başkanımıza teşekkür ediyoruz. Gelecekten ümitliyiz. Marmara’nın tekrar böyle bir sıkıntı ile karşılaşmaması için sadece alanda değil, bilim insanlarıyla görüşüyoruz. Bu konuda çalışmalarını sürdüren Çevre ve Şehircilik Bakanı, Tarım ve Orman Bakanı yetkilileri ile görüştük. Komisyon üyesi değerli arkadaşlarımızın katkılarıyla elde edilen bilgi, birikim ile değerli arkadaşlarımızla birlikte bir rapor hazırlayacağız ve Meclis başkanımıza takdim edeceğiz. Bu raporlar da yürütmeyi gerçekleştirecek olan erklere de bir yol haritası olacak” diye konuştu.

  • Van Gölü alarm veriyor! Çekilme 1 kilometreyi aştı

    Van Gölü alarm veriyor! Çekilme 1 kilometreyi aştı

    Dünyanın en büyük sodalı gölü olan, 3 bin 712 kilometrekarelik yüzey alanıyla da Türkiye’nin en büyük gölü olma özelliği taşıyan Van Gölü’nde, yağışların azalmasıyla son yılların en geniş alanlı çekilmesi meydana geldi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Akkuş, çekilmenin 1 kilometreyi aştığını, su yüzeyine çıkan mikrobiyalitlerin de bunun göstergesi olduğunu söyledi. Akkuş “Şu andaki alçalma gördüklerimizin çok çok daha üstünde. Yaklaşık 3 metre suyun alçaldığını görüyoruz” dedi.

    Meteoroloji Genel Müdürlüğü, temmuz ayı sıcaklık ve yağış değerlendirmesi raporlarına göre Van ve çevresi son yılların en kurak dönemini yaşıyor. Bölgedeki birçok dere ve gölet gibi Van Gölü’nde de kuraklığın etkisi görülüyor. Gölün bazı sahillerinde kurak alanlar oluştu. Gölün çekilmesiyle daha önce su altındaki bazı bölgeler ve mikrobiyalitler yeniden yüzeye çıkmaya başladı. Van Gölü’nün diğer sahillerine göre, su derinliği daha az olan Erciş ilçesinin Çelebibağ bölgesinde incelemeler yapan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Akkuş, bölgedeki çekilmenin 1 kilometreyi aştığını söyledi.

    ‘BUHARLAŞMA YAĞIŞIN NEREDEYSE 3 KATI’

    Su derinliğinin daha az olduğu Çelibibağ bölgesinde yaklaşık 3 metrelik bir düşüşün yaşandığını belirten Akkuş, şunları söyledi:

    “Ülkemizde birçok gölün tamamen kuruduğu yönünde haberler alıyoruz, Akşehir Gölü gibi. Fakat Van Gölü diğer göllere göre daha hassas. Yazın buharlaşmayla gölden su uzaklaşıyor, kışın ve sonbaharda da kar ve yağmurların başlamasıyla su girdisi oluyor. Buharlaşmanın fazla olduğu yıllarda gölün su seviyesi düşerken, yağışın fazla olduğu yıllarda su seviyesi yükseliyor. Şu anda Van Gölü’ndeki buharlaşma, yağışın nerdeyse üç katı. Böyle olunca Van Gölü’ne giren su, üç katı uzaklaşıyor. Van Gölü her yıl bir 1,5 metre alçalıp yükselme gösterir. Fakat şu andaki alçalma gördüklerimizin çok çok daha üstünde. Yaklaşık 3 metre suyun alçaldığını görüyoruz. İnceleme yaptığımız Çelebibağı Mahallesi’nde Van Gölü’ndeki çekilmenin 1 kilometreyi aştığını görüyoruz. Bu durum böyle davam ederse üzülerek ifade etmek isterim ki; daha da çekileceğine şahitlik etmiş olacağız. Van Gölü kapalı bir göl olduğundan dolayı 800 bin yıl boyunca sürekli alçalmış ve yükselmiş. Kimi zaman öyle yükselmiş ki şimdiki su seviyesinin 150 metre üzerine çıkmış. Van il merkezi, Erciş ilçe merkezi sular altında kalmış. Son 6 bin yıldır su seviyesi bu şekilde iklime bağlı olarak alçalıp yükseliyor. Buradaki yaşlılar ile konuştuğumuz zaman son 80 yıldır böylesi bir çekilmeye şahitlik etmediklerini söylüyor. Diliyoruz ki bu alçalma daha da devam etmesin.”

    ‘HAYATIMDA SUYUN BU KADAR ÇEKİLDİĞİNİ HİÇ GÖRMEDİM’

    Mahalle sakinlerinden 11 çocuk, 40 torunu olan Seyithan Söylemez (75) de Çelebibağı Mahallesi’nde yaşadığını belirterek “20 yıl önce mahallenin merkezinde yaşarken, evimi sahile yakın yere taşıdım. İlk geldiğimde evimiz gölün kenarındaydı. Aradan geçen zaman içinde Van Gölü bir kilometreden fazla çekilerek evimizin çok uzağına gitti. Hayatımda suyun bu kadar çekildiğini hiç görmedim” dedi.

  • ATV araçlarıyla caretta caretta katliamı

    ATV araçlarıyla caretta caretta katliamı

    Antalya’da, yasağa rağmen, gece ATV araçlarıyla sahile giren iki kişi, caretta caretta yuvalarını ezdi. Kendilerini durdurmak isteyen Avusturyalı Stefan Feuchtinger’in (33) üzerine ATV sürüp yaraladıktan sonra kaçan 2 şüpheli aranırken, yuvalardan çıkıp denizle buluşmaya çalışan 16 yavrunun ezilerek öldüğü belirlendi.

    Manavgat ilçesi Sorgun Mahallesi’ndeki Mendirek bölgesi sahiline, yasak olmasına rağmen dün saat 23.00 sıralarında ATV araçlarıyla gelen 2 kişi caretta caretta yuvalama sahasına girdi. Bölgedeki yuvaları koruyan Deniz Kaplumbağaları Akdeniz Fokları Kum Zambakları Koruma ve Yaşatma Derneği (DEKAFOK) Başkanı Seher Akyol ile gönüllüler Avusturyalı Stefan Feuchtinger ve kız arkadaşı İspanyol Gloria Giraldo, durumu fark edip ATV’deki 2 kişiyi durdurmak istedi. Akyol ve gönüllülerin sahile girmemeleri yönünde uyardığı 2 şüpheli, aldırış etmedi. Şüphelilerden biri ATV’yi Feuchtinger’in üzerine sürdü ve diğer şüpheliyle birlikte olay yerinden hızla uzaklaştı. Bacağından ve kolundan yaralanan Stefan Feuchtinger, hastaneye götürülüp tedaviye alınırken, durum jandarmaya da bildirildi. Jandarma, kaçan şüphelilerin yakalanması için çalışma başlattı.

    YASAĞA RAĞMEN ATV’LERLE SAHİLE GİRDİLER

    DEKAFOK Başkanı Seher Akyol, yasak olmasına rağmen 2 ATV’nin sahile girdiğini gördüklerini belirterek, “Önce birinci yuvanın üstünden geçti durdurmaya çalıştık. Durmayınca ikinci yuvaya yöneldi. O arada biz ATV’mize atlayıp peşlerinden gittik. Peşlerinden gidince ikinci yuvanın üzerinden geçtiklerini gördük, yavrular çıkış yapmıştı artık. Alelacele yavruları topladık” dedi.

    GÖNÜLLÜNÜN ÜZERİNDEN ATV İLE GEÇTİ

    ATV’leri durdurup sahilden çıkmalarını istediklerini anlatan Akyol, “Hiçbir cevap vermeden yanımdaki gönüllünün üzerinden geçti ATV’siyle, sonra biz de hemen jandarmaya haber verdik, ambulansa haber verdik çünkü gönüllümüzün ayağında sıkıntı vardı, yürüyemiyordu” diye konuştu.

    İhbar üzerine jandarma ve sağlık ekiplerinin hızlıca DEKAFOK Gözlem Bilgi Merkezi’ne geldiğini belirten Akyol, Stefan Feuchtinger’in ambulansla hastaneye götürülüp tedavisinin yapıldığını söyledi. Hastanedeki kontrolde sıkıntılı bir durumun olmadığını aktaran Seher Akyol, “Şimdi çok şükür ki bir sorun yok. Tendonlarında çok ufak bir sıkıntı olduğunu söyledi doktorumuz, kontrol altında tutacağını söyledi” dedi.

    16 YAVRU EZİLEREK ÖLDÜ

    Akyol, olayın ardından sahile giderek yaptıkları kontrolde ise iki yuvanın zarar gördüğünü, 16 caretta caretta yavrusunun da ezildiğini belirlediklerini aktardı. Olayla ilgili jandarma soruşturma başlatırken, caretta carettalar dışında insanların da zarar gördüğünü kaydeden Akyol, “İnşallah böyle bir olay bir daha yaşanmaz, bu bir ders olur. Buradan yetkililere sesleniyorum, lütfen desteklerinizi bizden esirgemeyin, gerekli ne kadar cezai işlem varsa uygulanmasını talep ediyoruz” ifadesini kullandı.

    TATİL İÇİN GELDİ, GÖNÜLLÜ OLDU

    Yaklaşık bir hafta önce kız arkadaşı İspanyol Gloria Giraldo ile tatil için Manavgat’ta ikamet eden arkadaşının yanına gelen Avusturya vatandaşı Stefan Feuchtinger, arkadaşlarının anlatımı ve sosyal medyada gördüğü DEKAFOK paylaşımlarından etkilenerek gönüllü olduğunu söyledi. Geldiği günden bu yana DEKAFOK Gözlem Bilgi Merkezi’nde gündüzleri sahil temizliği geceleri de caretta caretta nöbeti tutan Stefan Feuchtinger, dün gece yavruları kontrol etmek için yürüyüşe çıktılarını belirterek, “Caretta carettalar için sahilde yürüyorduk, bu sırada ATV’leri gördük, çok hızlılardı. Yavru carettalar çıkıyordu. Bu nedenle onları durdurmak için ‘durun durun caretta’ diye bağırdık. Durmuşlardı ondan sonra bir anda süratli bir şekilde üzerime doğru geldi. Yan tarafa doğru atladım ve düştüm” dedi.

  • Beyşehir Gölü’nde sular 150 metre çekildi

    Beyşehir Gölü’nde sular 150 metre çekildi

    Konya ve Isparta topraklarındaki Beyşehir Gölü’nde su, kıyıdan yaklaşık 150 metre çekildi. Beyşehir Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Hasan Kurt, ”Beyşehir Gölü’ne ciddi bir kaynak sağlanmadığı sürece ve eğer bu yıl da ciddi bir kışımız olmazsa, Beyşehir gölünü herkes yok saysın. Göl önceden can çekişiyordu, şu anda ölme derecesine geldi” dedi.

    Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü olarak bilinen 656 kilometrekare yüzölçüme sahip Beyşehir Gölü, Çarşamba Çayı ile Konya Ovası’nın sulanmasına katkı sağladığı gibi 466 balıkçının da geçim kapısı oluyor. Ancak iklim değişikliği ve bilinçsiz tarımsal sulama nedeniyle göldeki su, kıyıdan yaklaştık 150 metre çekildi. Su çekildiği için de balıkçılığın yapılması güçleşiyor. Aşırı kuraklık nedeniyle balıkçıların çoğunun göle açılıp, avlanamadığını belirten Beyşehir Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Hasan Kurt, şunları söyledi:

    ”Aşırı kuraklıktan ve suların çekilmesinden dolayı 400’ün üzerinde balıkçımız, göle avlanmaya gidemiyor. Şu an 60 teknemiz gölde zor şartlarda çalışıyorlar. Suların çekilmesinden dolayı aşırı da otlanma meydana geldi ve balıkçılarımız ağ atacak yer bulamıyor. Beyşehir Gölünde su seviyesi 1122.40 kotuna geldikten sonra Çarşamba Çayı’na tarımsal sulama için su verilmemeye başlandı. Ancak Şarkikaraağaç bölgesinde 3 tane pompa ve 2 tane de Beyşehir bölgesinde Kıreli Sulama Projesi var. Bunlar aşırı bir şekilde, hoyratça ve vahşi sulama dediğimiz sistemle sulama yapıyorlar. Ayrıca burada bizi etkileyen konulardan bir tanesi Devlet Su İşleri, Beyşehir Gölü’nü besleyen kaynakların önüne baraj ve gölet yaptılar. Bunlar zaten su tutmuyor ve gelen suyu da engelliyorlar.”

    BEYŞEHİR GÖLÜ CAN ÇEKİŞİYORDU, ŞU ANDA ÖLME DERECESİNE GELDİ

    Hasan Kurt, tedbirler alınmazsa Beyşehir Gölü’nün önümüzdeki yıllarda tamamen kuruyabileceğine dikkat çekerek, ”Ciddi bir kaynak sağlanmadığı sürece ve eğer bu yıl da ciddi bir kışımız olmazsa, Beyşehir Gölü’nü herkes yok saysın. Göl önceden can çekişiyordu, şu anda ölme derecesine geldi. Eğer Beyşehir Gölü’nü istiyorsak, uzman ekipler gelip gölde, geniş kapsamlı inceleme yapıp acil eylem planı yapılması lazım. Eğer istemiyorsak, kendi haline bırakırız, birkaç yıl sonra da artık’ Burada bir Beyşehir Gölü vardı’ diye anlatırız. Geçtiğimiz yıldan bugüne kadar aynı bu zamanlarda bizim su seviyelerini görürsünüz. 2 metrenin altında aşırı su çekilmesi oldu. Kıyıdan da 150 metre çekildi, diyebilirim. Eğer bu kuraklık bu şekilde devam ederse, seneye balıkçılarımızın hiçbiri göle çıkamaz” diye konuştu.

    ‘GÖLÜN BU HALİNİ GÖRDÜKÇE ÜZÜLÜYORUZ’

    Bölge halkından Hasan Kaser ise, çocukluk yıllarındaki gölün durumu ile şu an kuraklık halini gördükçe üzüldüğünü belirtti. Kaser, ”55 yaşındayım. Gölün bu halini gördükçe üzülüyorum. Yaş itibarıyla hatırladığım kadarıyla 50 yıldır gölü bu şekilde görmedim. Böyle bir durum yoktu ve balık durumu da aynı şekilde, daha önce de 8 -10 çeşit balık varken, şu anda balık da yok. Gölün bu durumu bizleri gerçekten çok üzüyor. Bunda kuraklığın etkisi olduğu kadar tahminimce DSİ’nin yanlış politikası da var. Çünkü gölü besleyen kaynakların önlerine göletler yapıldı. Buna da bir çözüm bulunulması lazım. Sulamalara dikkat edilmesi gerekiyor. Yoksa ilerleyen dönemlerde buralarda bol bol kavun ekeriz, karpuz ekeriz, arpa ve buğday ekeriz. Çocukluğum bu mahallede geçti ve şu anda röportaj yaptığımız yerler suydu. Biz buralarda balık tutar, göle girerdik. Şimdi göle girebilmek için ancak Karaburun plajına gitmek gerekiyor” dedi.

  • Sahilde 5 yıldızlı katliam! 60 yavru sıkışarak öldü

    Sahilde 5 yıldızlı katliam! 60 yavru sıkışarak öldü

    Nesli tehlike altındaki caretta carettaların Akdeniz’deki en büyük yaşam alanlarından Antalya Belek’te, yumurtadan çıkan 60 yavru deniz kaplumbağası, bir otelin kumsala koyduğu ahşap yürüme bandının altında sıkışarak öldü.

    Caretta caretta türü deniz kaplumbağaları, dünyada en çok Akdeniz kıyılarında, Akdeniz’de ise Türkiye kıyılarında yuvalama yapıyor. Türkiye’de ise yıllık 2 bini aşkın yuvanın oluştuğu Antalya’daki Belek sahili olarak adlandırılan Kundu- Denizyaka arasındaki 30 kilometrelik sahil kesiminin önemli bir bölümünde ise oteller nedeniyle yoğun sahil faaliyeti bulunuyor.

    60 YAVRU SIKIŞARAK ÖLDÜ

    Ekolojik Araştırmalar Derneği (EKAD), Belek sahil bandında 23 yıldır deniz kaplumbağalarının mayıs-ekim ayları arasındaki yuvalama, yavruların yuvadan çıkışı, bunların kayıt altına alınması ve korunması gibi faaliyetleri yürütüyor. Belek sahilinde dün sabah yine caretta yuvalarıyla ilgili çalışma yapan EKAD üyeleri, turistik bir tesisin yuvalama alanlarının üzerine ahşap yürüme bandı koyduğunu fark etti. Bandı kaldıran görevliler, yuvadan çıkan fakat yürüme bandı altında sıkışıp ölen yavru kaplumbağalarla karşılaştı. Yuva üzerine konulan yürüme bandının 60 yavru kaplumbağanın ölümüne neden olduğu tespit edildi.

    DOĞANIN DÜZENİNE MÜDAHALE

    EKAD Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Ali Fuat Canbolat, rutin arazi çalışmalarını yapan ekibin, bu sorunla birkaç hafta içinde iki kez karşılaştığını söyledi. Şu an sezon itibarıyla ‘kontrol açışı’ adı verilen dönemde olduklarını kaydeden Dr. Canbolat, “Kuluçka süresi sona eren yuvaları açarak sayım yapıyoruz ve yuva içerisinde sıkışıp çıkamayan yavru kaplumbağaların denize ulaşmasına destek oluyoruz. Tam da bu işlem için çalışma yapan ekibimiz, yuva üzerine konulan yürüme bandını ilk tespit ettiğinde yavrular yuvadan yeni çıkıyordu ve canlıydı. Onları kurtardık. Lakin başka bir tesisin kumsalında dün tespit edilen yavrular, ilkindeki kadar şanslı değildi. Yuvalama alanının üzerinde bir tesis ahşap yürüme bandı koymuş. Kumsaldaki yuvada yumurtadan çıkan yavru carettalar, ahşap ve ağır yürüme bandını kaldıramadığı için oracıkta sıkışarak ölmüş. İnsan faaliyeti nesli tehlike altındaki bu canlılara bir kez daha zarar vermiş ve doğanın düzenine bir kez daha müdahale etmiştir” diye konuştu.

    110 MİLYON YILDIR YAŞIYOR

    Yuvalama kumsallarında vatandaşların ve işletmelerin uyması gereken kuralların önemine vurgu yapan Dr. Ali Fuat Canbolat, şunları söyledi:

    “Eski adıyla Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 2009/10 sayılı Deniz Kaplumbağaları’nın Korunması Genelgesi’nde yer alan ‘denizden itibaren ilk 65 metrenin yuvalama bandı olarak ayrılması ve bu alanda kumsal kullanımının gerçekleştirilmemesine’ ilişkin maddesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ve acı bir şekilde görüyoruz. Yuvalama kumsallarında yer alan işletmelerin yuvalama sezonu olan mayıs-ekim ayları arasında kumsal çalışmalarını yapmaması oldukça önemli. Kumsallardaki sorunlar elbette ki sadece bu değil. Kaplumbağalar sadece doğal tehlikelerle değil, yapay ışık kullanımından, denizel- karasal kirliliğe, kontrolsüz atılan balıkçı ağlarına kadar birçok insan kaynaklı sorunla da mücadele ediyor. Ve bütün bunlar 110 milyon yıldır yaşamını sürdüren kaplumbağaların neslini tehlikeye sokan faktörlerin başında geliyor.”

    EKAD’dan yapılan açıklamada ise yuvalama kumsallarında karşılaşılan kronik sorunların başında tesislerin yuvalama sezonu olan mayıs- ekim içerisinde yaptıkları kumsal düzenleme faaliyetlerinin geldiği belirtildi. Açıklamada, Covid-19 pandemisi nedeniyle geç açılan turizm sezonunda, işletmelerin kumsal düzenleme, şemsiye ve şezlong yerleşimi gibi çalışmalarını yuvalama sezonu içerisinde yaptığı ve bu çalışmaların kaplumbağa yuvalarına zarar verdiği vurgulandı.

    Bu arada, olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

        

  • İstanbul ve İzmir’i bekleyen tehlike: Kıyılar sular altında kalabilir

    İstanbul ve İzmir’i bekleyen tehlike: Kıyılar sular altında kalabilir

    Kuzey Kutbu’nda bu yıl Temmuz ayında 197 milyar ton buz kütlesi eridi. Uzmanlar, 2050’ye kadar buzulların tamamının eriyebileceğini ve yükselen deniz seviyesi sebebiyle kıyı kentlerinin sular altında kalabileceğini söylüyor. İstanbul ve İzmir ise en büyük mali kaybı yaşayacak şehirler arasında.
    Ekolojik yıkım ve iklim değişikliği sorununda uzmanları en çok endişelendiren konuların başında kuzey kutup bölgesindeki buzulların hızla erimeye başlaması geliyor.

    Milliyet’ten Mert İnan’ın haberine göre; 2009-2012 yılları arasında Türkiye’nin yüzölçümü kadar buzul kaybolan kuzey kutup bölgesinde, endişe verici görüntüler oluşmaya başlarken, Temmuz ayında da toplam 197 milyar ton buz kütlesinin (yaklaşık 80 milyon olimpik yüzme havuzundaki buz) eridiği saptandı.

    Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) hazırladığı altıncı raporda da Kuzey Kutup Dairesi’ndeki ısınmanın dünyanın geri kalan yerlerine göre iki kat daha hızlı ilerlediği belirtilirken en iyimser senaryo doğrultusunda bile 2050’ye kadar bölgedeki buzulların tamamının eriyebileceğine dikkat çekildi.

    ‘En fazla mali zarar İstanbul’da yaşanacak’

    Uzmanlar, buzullardaki erimenin okyanus sularının sıcaklığı ile yağış rejimini ciddi biçimde etkileyeceğini belirtirken, İstanbul, Barselona, Londra ve Kopenhag başta olmak üzere, Avrupa’daki büyük şehirlerin iklim değişikliği yüzünden yükselecek olan deniz seviyesi tehdidi ile yüz yüze kalacağına dikkat çekiyorlar. İstanbul ve İzmir ise iklim değişikliği yüzünden en çok mali kayba maruz kalacak ilk üç şehir arasında gösteriliyor.

    İstanbul’un, 2030 yılında yıllık ortalama 201 milyon dolar hasar ile yüz yüze kalacağı tahmin edilirken, bu rakamın 2100 yılında yıllık 10 milyar dolara kadar çıkacağı öngörülüyor. Küresel iklim değişikliğinin hem küresel hem yerel ölçekte buzulları eriteceğini dile getiren İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Katı Yer Bilimleri Öğretim Üyesi Prof.Dr. Akif Sarıkaya 2070 yılında Erciyes ve Doğu Bölgeleri’ndeki birçok buzulun yok olma riski altında olduğunu söylüyor.

    ‘Birçok liman ve kıyı kenti su altında kalabilir’

    Sarıkaya, “Türkiye’de 41 bölgede buzul mevcut ama 40 yıllık süre içerisinde yüzde 35’lik bir buzul alan kayboldu. Bunun tek nedeni iklim değişikliği. Hakkari Cilo Dağları’nda 2 kilometre uzunluğunda toplam 29 buzul var. Erinç Buzulu 1937’de 3.3 kilometre uzunluğa sahipti. 2009’da yaptığımız ölçümlerde buzulun 1.5 kilometreye düştüğünü tespit ettik. Aynı bölgede bulunan ve 1937’de 4 kilometre uzunluğa sahip Uludoruk Buzulu ise 900 metreye kadar geriledi. Kaçkarlar’da 1948’de 1.7 kilometre olan buzullar 2004’te 930 metreye düşerken, Erciyes’te ise sadece 260 metrelik buzul alan kaldı. Türkiye’nin en batısındaki buzul özelliğine sahip Erciyes’te yıllık buzul kaybı 4.2 metre. Yaptığımız ölçümlere göre 2070’de Erciyes’teki buzul tamamen yok olacak. Buzullar, su kaynaklarının varlığı açısından büyük öneme sahip. Örneğin Kayseri şehir suyunun bir kısmı Erciyes’ten geliyor. Durum çok ciddi. 2100 yılında deniz seviyesinin 40 santim ile 1 metre arasında yükseleceği tahmin ediliyor. Birçok liman ve kıyı kenti sular altında kalabilir” dedi.

    ‘Kayıp çok hızlı ilerliyor’

    İklim değişikliğinin Türkiye buzullarına etkisini gözlemlemek için Hakkari’deki Cilo Dağları’na giden Türk Coğrafya Kurumu Başkanı Doç. Dr. Ahmet Ertek ise “Ne yazık ki buzullar, buzul vadileri ve buzul gölleri iklim değişikliğinden olumsuz etkilenmeye devam ediyor. Özellikle Cilolar’ın kuzey buzullarında ciddi erime tespit ettik. 18 bin yıl önce Pleistosen Buzul Çağı’nda 10 kilometreyi bulan buzul, 1948’de Sırrı Erinç hocamız tarafından 4 kilometre ölçüldü. 73 yıl sonra biz yüzde 75 kadar kütle kaybı gördük. Kayıp öylesine hızlı ki 2009’da 1.5 kilometrelik buzul uzunluğu günümüzde ise 900 metreye kadar düştü” diye konuştu.

    ‘Havalar daha da ısınacak’

    Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Prof. Dr. Murat Türkeş de dünyanın daha çok ısınacağına dikkat çekerken, “Bilim dünyasının uyarıları dikkate alınmazsa, 2070-2100 yılları arasında Türkiye’de ortalama sıcaklıklarda 3 ile 7 derece arasında değişen artışlar bekleniyor” uyarısında bulundu.

    Türkeş, “Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) tarafından hazırlanan altıncı rapordaki 2050 yılına kadar küresel ölçekte 2 derece ısınma olması durumunda neler olabileceğine dair analizler çok önemli. Küresel 2 derecelik artış Akdeniz Havzası’ndaki Türkiye’de 4 derece artış anlamına geliyor. 2 derecelik artış olması durumunda Akdeniz havzasındaki yıllık yağışlarda yüzde 10 ile 30 arasında azalma bekleniyor. 4 derecelik sıcaklık artışı olursa bu oran yüzde 40’a yükseliyor. Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak gelecekte bu yıldakine benzer uzun sureli, geniş alanlı ve kuvvetli sıcak hava dalgaları daha etkili olacak. Sıcaklık ekstremleri giderek şiddetlenecek. Kuşkusuz Türkiye ikliminde beklenen bu değişiklikler, kuraklığa neden olacak. Bu nedenle suyu akılcı, dikkatli ve verimli kullanmaya yönelik kuraklık risk yönetimi sistemi hayata geçirilmeli” dedi.

  • Yanan ormanlar filizlerini vermeye başladı

    Yanan ormanlar filizlerini vermeye başladı

    Orman yangınları birçok ağacı küle çevirirken, doğa kendini onarmaya çalışıyor. Antalya ve Muğla’da yangında kül olan alanlarda yeni filizler kendiliğinden çıkmaya başladı.

    Türkiye’nin en büyük orman yangınlarının yaşandığı Antalya ve Muğla’da topraklar filizlenmeye başladı.

    28 Temmuz’da başlayıp günlerce süren yangında göre sadece Antalya ve Muğla’da 124 bin hektar, Türkiye genelinde ise 178 bin hektar alan yangınlarda yok oldu.

    Manavgat’taki yangın alanında olduğu gibi Muğla’da da yanmış alanlarda doğanın kendini yenilediğinin ilk işareti olarak hayıt çiçekleri ve sandallar filizlenmeye başladı.

    İki hafta civarında süren Muğla’daki yanan alanlarda ilk filizler Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nden yaban hayatı uzmanı Dr. Yasin İlemin tarafından görüntülendi.

    “HAYIT, SANDAL GİBİ MAKİ TÜRLERİ SÜRGÜN VERDİ”

    Yangının yaban hayatına etkileriyle ilgili saha çalışmaları gerçekleştiren İlemin, “Yangınların üstünden neredeyse 3 hafta geçti. Hayıt, sandal başta olmak üzere maki türleri tekrar toprak altından sürgün veriyor ve yeşeriyor” dedi.

    “İLK YAĞMURLARI BEKLİYORLAR”

    Etrafa doğal olarak yayılmış kızılçam tohumları da olduğunu söyleyen İlemin, “İlk yağmurları bekliyorlar sabırsızlıkla. Orman Genel Müdürlüğü çoğu yeri doğal haliyle bırakacak, gerekirse en az müdahaleyle ağaçlandıracak” diye konuştu.

    “HALA HAYAT VAR”

    İlemin, yanan alanlarda hala yaşam olduğuna dair kanıtlar olduğunu da belirtti. “Kızılbaşlı örümcek kuşu yanmış ormanın ortasında bir ahlata konmuş. Yanmış ormanın içinden ağaçkakan sesleri geliyor” diyen İlemin, şunları söyledi:

    “Bu sesler yangına rağmen kızılçamın kalın kabukları altında hala böcekler olduğuna önemli bir kanıt. Kızılçam yansa bile yangına karşı geliştirdiği kalın kabuklarının altında böcekleri korumuş ve alana kuşları davet ediyor.”

    “KARINCALAR KIŞ HAZIRLIKLARINA BAŞLADI”

    Toprak altında kendini korumuş karıncaların yeni delikleri açtığı ve çoktan kış hazırlıklarına başladığını da anlatan Dr. İlemin, “Çalışmalarımız ilgili kamu kurum ve STK’lar ile koordineli olarak devam ediyor. İzleme çalışmaları hayata geçireceğiz. . Yeter ki biz artık doğayı ıslah etmeyi bırakalım. Devam edersek o bizi mutlaka ıslah eder” diye ekledi.

  • Yanan alanların uydudan öncesi ve sonrası

    Yanan alanların uydudan öncesi ve sonrası

    Grennpeace Türkiye, yaklaşık iki hafta süren orman yangınlarında Manavgat, Marmaris, Adana, Osmaniye’de yanan alanların öncesi ve sonrası hallerinin uydu görüntülerini paylaştı. Greenpeace Türkiye İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Onur Akgül, bu yıl Türkiye orman yangınlarında toplam 178 bin hektar, sadece Muğla ve Antalya’da ise 124 bin hektar ormanlık alanın yandığı söyledi.

    Greenpeace Türkiye, başta Antalya- Manavgat ve Muğla- Marmaris olmak üzere Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşanan büyük orman yangınlarıyla ilgili, tahrip olan alanların, yangın öncesi ve sonrası durumunu gösteren uydu görüntülerini derledi. Greenpeace Türkiye’den şu çağrı yapıldı:

    “İklim krizine karşı toplumsal kırılganlığı önlemek, çocuklarımızı yarınlara hazırlamak için adil dönüşümlere, iklim adaleti siyasetine ihtiyacımız var. Yapabileceğimiz, yapmamız gereken çok şey var, ama çok vaktimiz yok. Bunun coğrafi, kişisel, türsel, ülkesel ve siyasal sınırları aşan, kolektif bir hayatta kalış mücadelesi olduğunu idrak etmemiz ve üzerimize düşeni yapmamız gerekiyor.”

    ÜLKE TARİHİNİN EN BÜYÜK YANGINI

    Yaşanan yangınların ülkenin gördüğü en büyük yangınlar olarak nitelendiren Greenpeace Türkiye İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Onur Akgül, 28 Temmuz 2021’de başlayıp iki hafta boyunca devam eden orman yangınlarının, Ege ve Akdeniz bölgelerindeki yaşam kaynaklarınızı kül ettiğini söyledi.

    İKİ İLDEKİ KAYIP 124 BİN HEKTAR

    2021 Türkiye Orman Yangınları ve özellikle Ege ile Akdeniz’deki yangınların bilinen yangınlara benzemediğine işaret eden Akgül, “Devasaydı. Avrupa Orman Yangınları Bilgi Sistemi’nin (EFFIS) verilerine göre, 28 Temmuz- 12 Ağustos tarihleri arasında, sadece Muğla ve Antalya’da yanan ormanlık alan yaklaşık 124 bin hektar” dedi.

    250 BİN FUTBOL SAHASI BÜYÜKLÜĞÜNDE

    Türkiye’de 2021’in tamamında yaşanan orman yangınlarında yok olan ormanlık alanın ise 178 bin hektar civarında olduğunu açıklayan Akgül, “Yani 1 milyar 780 milyon metrekare. Popüler ölçüyle, yaklaşık 250 bin futbol sahası, tüm İstanbul’un yaklaşık 5’te 1’i büyüklüğünde bir alan. Bu rakam, yine EFFIS’in verilerine göre aynı dönem ve aynı bölgede 2008- 2020 arasında ortalama yanan alanın 8 katından daha büyük” diye konuştu.

    BİTMEK BİLMEYEN BİR YANGIN FIRTINASI

    Orman mühendisleri, iklim bilimciler, konunun uzmanlarının aslında çok uzun zamandır ormanların yangınlara karşı çok daha kırılgan hale geldiğini anlattığı ve uyarılarda bulunduğunu hatırlatan Onur Akgül, “Ortalama sıcaklıklardaki artışlar, havadaki nem oranının gitgide düşmesi, sıklığı ve şiddeti artan sıcak dalgaları, orman yangınları için mükemmel koşullar oluşturuyor. Ve 2021 yangınlarının bize gösterdiği üzere, en ufak bir tetikleyici, en ufak bir kıvılcım, önü alınamaz bir faciaya yol açabiliyor” dedi.

    GEZEGEN 1,2 DERECE DAHA SICAK

    Yaşanan süreci bitmek bilmeyen bir yangın fırtınasına benzeten Akgül, “Devamı da gelecektir. Çünkü gezegen, insan edimi kaynaklı iklim değişikliğinden ötürü, endüstri devrimleri dönemine göre ortalama 1,2 derece daha sıcak artık. Çünkü atmosferdeki karbon oranı, artık 420 ppm seviyesinde. Çünkü son 20 yılın deniz seviyesi yükselişi, yılda ortalama 3,2 milimetre. Doğal afetler çağının sonuna geldik artık” diye konuştu.

    ÇÖZÜMÜ YİNE İNSANDA

    IPCC’nin, 6’ncı Değerlendirme Raporu ile iklim değişikliğine ve onunla mücadelede ülkelerin aldığı önlemlerin etkinliğine dair paylaştığı güncel tespitleri de yer veren Akgül, şunları söyledi:

    “Sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlamak için, ülkelerin, emisyonlarını 2030’a kadar yarıya indirmesi gerekiyor. Gezegenin büyük kısmı sıcak dalgalarının etkisi altında. Son dönemlerin aşırı sıcakları, insan etkisi olmadan imkansız olurdu. Mevcut iklim politikaları ve ulusal katkı beyanlarının 2100’de bizi getireceği en iyi nokta, 2.7 derecelik küresel ısınma. Yani mevcut durum aslında küresel bir iklim felaketinin fragmanı niteliğinde.”

    İKLİM İÇİN SEFERBERLİK ZAMANI

    Akgül, iklim krizinin sadece küresel sıcaklık artışı ve sera etkisi nedeniyle değil ama yaşanan ve yaşanacak olan facialar nedeniyle de aslında ülke sınırlarını önemsizleştiren, bir nevi kader birliği yaratan bir hakikat olduğunu vurguladı. Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı TBMM’de onaylayarak bu mücadeledeki ciddiyetimizi gösterme ve tüm nüfusu iklim seferberliğine çağırma şansı olduğunu anlatan Akgül, şu önerilerde bulundu:

    “Dahası, elektrik üretiminde yüzde 60’lardan daha yüksek orandaki fosil yakıt bağımlılığımızı ortadan kaldırma, kömürlü termik santralleri kapatma, yenilenebilir enerji yatırımlarını hızlandırma sorumluluğumuz var. Ormanları, tarım alanlarını, su varlıklarını koruma sorumluluğumuz var. Fosil yakıta dayalı yaşam biçimi artık geçmiş çağların ilmi. Bizim yarının iklim ve çevre dostu dünyasını kurmaya ihtiyacımız var. Şehirleri ve diğer yerleşim yerlerini, uyum ve etki azaltma politikaları temelinde yeniden tasarlamaya ihtiyacımız var. İklim krizine karşı toplumsal kırılganlığı önlemek, çocuklarımızı yarınlara hazırlamak için adil dönüşümlere, iklim adaleti siyasetine ihtiyacımız var.”

  • Bir milyar çocuk yüksek risk altında

    Bir milyar çocuk yüksek risk altında

    UNICEF’in yayınladığı rapora göre, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Nijerya, Gine ve Gine Bissau Cumhuriyeti’nde yaşayan çocuklar; iklim değişikliğinin, sağlık sorunlarının, eğitim ve güvenlik sorunlarının en çok tehdit ettiği gruplar arasında yer alıyor.

    UNICEF, ‘İklim Krizi Bir Çocuk Hakları Krizidir’ başlıklı raporun, iklim krizi kapsamında çocukların bakış açısından yazılan ilk rapor olduğunu açıkladı. Raporda, dünyadaki 2,2 milyar çocuğun 1 milyarının ‘son derece yüksek risk’ altında olarak nitelendirilirken; bu çocukların 33 ülkenin en az birinde yaşadığı belirtildi. Raporda, çocukların sağlık, temiz su, eğitim gibi temel hizmetlere erişiminin yetersizliği ve birden fazla çevresel, iklimsel krize maruz kalmaları nedeniyle ‘son derece yüksek risk’ altında oldukları ifade edildi.

    “TABLO, HAYAL EDİLEMEZ DERECEDE KORKUNÇ”

    UNICEF yetkilisi Henrietta Fore’un rapora dair yaptığı açıklamada, “İlk kez, çocukların iklim değişikliğine karşı nerede ve nasıl savunmasız olduğuna dair eksiksiz bir resme sahibiz ve bu tablo neredeyse hayal edilemez derecede korkunç. İklim ve çevresel krizler; temiz havaya, gıdaya ve temiz suya erişimden çocuk haklarının tüm yelpazesini baltalıyor. Eğitime, barınmaya, sömürüden özgürlüğe ve hatta hayatta kalma haklarına kadar zarar veriyor. Bu da hemen hemen her çocuğun hayatını etkileyecek” ifadelerini kullandı. Üç yıldır çocukların bu sorunlara karşı eylem talebinde olduğunu belirten Fore, iklim değişikliğinin bir çocuk hakları krizi olduğunu ve UNICEF’in bu kriz karşısında çocuklar tarafından iletilen eylem talebini desteklediklerini belirtti.

    Raporda yer alan verilere göre, neredeyse her çocuğun bahsedilen iklim ve çevresel sorunların tehdidi altında olduğu ifade edilirken; 820 milyon çocuğun yüksek oranda sıcak hava dalgalarına maruz kaldığı, 920 milyon çocuğun ise yüksek oranda su kıtlığına maruz kaldığı belirtildi. Bunun yanında, 1 milyar çocuğun ise son derece yüksek düzeyde hava kirliliğinin etkisinde yaşadığı aktarıldı. Öte yandan, bu krizler arasında sel, fırtına ve tayfunlar gibi doğa felaketlerinin yanında salgın hastalıklar da yer aldı. İklim değişikliğinin son derece adaletsiz olduğunu belirten Fore, artan küresel sıcaklıklardan hiçbir çocuğun sorumlu olmadığını ancak sonuçlarına en çok onların maruz kalacağını söyledi. Fore, iklim değişikliğine karşı eyleme geçilme konusunda hala çok geç olmadığını ve çocukların yaşam koşullarını, temel hizmetlere erişiminin iyileştirilmesi gerektiğini vurguladı.

    “MÜCADELEYE, GENÇLERİ DE DAHİL EDİN” ÇAĞRISI

    Öte yandan raporun sonunda UNICEF tarafından hükümetlere, işletmelere ve konuyla ilgili aktörlere yapılan çağrıda, çocuklara yönelik temel hizmetlerde iklim değişikliğiyle mücadele için yatırımların artırılması gerektiği belirtildi. Çağrıda, sera gazı emisyonlarının azaltılması gerektiği, çocuklara iklim değişikliğine uyum sağlamaları ve iklim değişikliğinin etkilerine hazırlanmaları için kritik olan iklim eğitimi ve farkındalık sağlanmasının gerektiği, iklim kriziyle ilgili toplantı ve konferanslara gençlerin de dahil edilmesi gerektiğini vurgulandı.