Kategori: Sağlık

  • Uludağ’da şifa dağıtan 5 yıldızlı tesis

    Uludağ’da şifa dağıtan 5 yıldızlı tesis

    Uludağ Milli Parkı’nın muhteşem ormanlarıyla çevrili Kirazlıyayla’da, doğanın tam kalbinde yer alan Swissotel Uludağ Bursa, 1940’lı yıllarda olduğu gibi günümüzde de şifa dağıtmaya devam ediyor.
    Anıtkabir’in mimarı H. Emin Onat ve Türkiye’nin ilk kadın mimarlarından Prof. Dr. Leman C. Tomsu tarafından 1946 yılında Kirazlıyayla Sanatoryumu olarak tasarlanan kompleks, köklü tarihiyle dikkat çekiyor. Bursa’nın en değerli mirasları arasında yer alan Kirazlıyayla Sanatoryumu’nun restorasyonu Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) tarafından tamamlanırken, konaklama hizmeti Swissotel Uludağ tarafından sağlanıyor. Konuklarına beden ve ruh sağlığını güçlendiren, stresi azaltan ve sakinleştiren doğasıyla bağ kurmaya davet eden Swissotel Uludağ, yıllar önce olduğu gibi 5 yıldız konforuyla şifa dağıtıyor.

    5 yıldız konforunda detoks
    Kirazlıyayla Senatoryumu’nun Swissotel Uludağ Bursa ile geleceğe ışık tuttuğunu kaydeden Swissotel Uludağ Bursa Genel Müdürü Ufuk Demir, “Bu proje çok önemli, binamız tarihi bir bina. 1940 yılında Anıtkabir’in mimarı H. Emin Onat ve Türkiye’nin ilk kadın mimarlarından Prof. Dr. Leman C. Tomsu tarafından sanatoryum olarak planlanmış. 1900’lü yılların başlarında “Tüberküloz” hastalığının yaygın olması sebebiyle Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkiye’de bir araştırma yapılıyor. Bu araştırmada verem savaş hastanesi en iyi nerede kurulabilir diye bir heyet kuruluyor. Bu heyet ise Türkiye’de 2 yer belirliyor.

    Bir tanesi 1923 yılında İstanbul Heybeliada Verem Savaş Hastanesi’dir. 1940’lı yıllarda da bu yapı inşa ediliyor. Buranın seçilme nedeni öncelikle bulunduğu rakım ve sahip olduğu doğal zenginlikler. Burası 1500 rakımda ve gördüğünüz üzere ormanlık alanda. Bu alan, hem verem hastalığı için hem kalp damar hastalığı için en ideal rakım olarak kabul ediliyor. Oksijen seviyesi dolayısıyla vücuda kaliteli oksijen giriyor. Konuklarımız için fiziksel yenilenme imkanı sunan tesisimizde konaklayan hastalar da doğal bir iyileşme sürecine giriyor. Tarihi niteliği ve bölgesel cazibesi açısında böyle bir yapıya sahip bir bina olunca da standart bir Swissotel konforunun ötesine de geçerek biraz daha iddialı girip dört mevsim sağlık oteli şeklinde hizmet sunuyoruz.

    Misafirlerimiz burada sabahları sağlık yürüyüşünün yanı sıra, nefes terapileri ve orman banyoları yapıyor. Tesisimizin yan tarafında güneşlenme terasları var ki kuruluş zamanında projelendirildiği gibi aynı hizmeti sağlıyoruz. Aynı zamanda bulunduğumuz bölge aslında gıda ve içecek anlamında da bir şifa kaynağıdır. Bölge Kirazlıyayla olarak geçiyor. Burada yetişen kırmızı meyveler antioksidan özelliklerine sahip ve burada oldukça fazla bulunuyor. Biz de misafirlerimize bu tip zengin karışımları sunuyoruz.

    Bölgedeki yetiştiricilerden temin ettiğimiz sağlıklı hayvansal ve bitkisel doğal gıdalar, özgün mutfak konseptimizin menülerinde şeflerimize ilham kaynağıdır. 1940’lı yıllarda şifa amaçlı inşa edilen bu güzel yapı ve önemli eser Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Başkanımız Sayın İbrahim Burkay’ın vizyonu ile Bursa Business School kampüsü olarak önemli zirve ve etkinliklere ev sahipliği yapmaya devam ederken, 5 yıldızlı sağlık oteli hizmeti ile şifa dağıtmaya da devam ediyor” şeklinde konuştu.

    “Tatil yaparken zihinsel ve bedensel bir detoks deneyimi yaşayabiliyorsunuz” Detoksun mevsimi olmadığını fakat Swissotel Uludağ Bursa’da eşsiz kar tatili ile birlikte ayrı bir keyif verdiğini söyleyen Uzman Diyetisyen Gamze Akbaş, “Pürovel Spa’da misafirlerimiz ıslak alan kullanımı yapabiliyor. Bu ıslak alan içinde açık ve kapalı havuz, sauna, buhar, şok, macera duşu ve Türk hamamı yer alıyor. Bunun dışında ise tuz odası kullanımı yapabiliyorlar. Bunların hepsinin dışında Swissotel’de Mountain Kliniğimiz var. Kliniğimizde yüksek teknolojili detoks cihazlarımız var. Bunlar hem zayıflamaya hem stres atmaya yönelik meditasyon ve terleme deneyimi ile toksinlerinizi atabileceğiniz cihazlardır.

    Bunların hepsi alındığında misafirlerimizin bütüncül bir sağlık deneyimini sağlıyoruz. Uludağ hem lokasyonu hem de eşsiz tarihi dokusu ile yüksek oksijen seviyesi ile temiz oksijen alabileceğiniz bir yer. Eşsiz doğası ve temiz havası sayesinde aslında şifayı maksimum seviyeye çıkarmayı amaçlıyoruz. Aslında bir detoks ve arınmanın bir mevsimi yok. Her mevsimde kendinize belli bir zihinsel ve bedensel rahatlama süresi ayırabilirsiniz. Uludağ’da olduğumuz için kışın ayrı bir keyfi var. Hem kar tatili yaparken hem de zihinsel ve bedensel bir detoks deneyimi yaşayabiliyorsunuz” dedi.

  • Ekmek fırınlarına hijyen ve gramaj denetimi

    Ekmek fırınlarına hijyen ve gramaj denetimi

    Kuşadası Belediyesi, vatandaşların sağlıklı ve güvenli ürünler tüketebilmesi amacıyla kent genelinde fırınlara yönelik yaptığı denetimlerini sürdürüyor. Denetimlerde, ekipler tarafından hijyen, gramaj ve ruhsat kontrolü yapılıyor.

    Kuşadası Belediyesi Zabıta Müdürlüğü Güvenli Gıda ve İş Yeri Hijyeni Denetim ekibi tarafından yapılan denetimlerde, fırınların imalathane bölümlerinin, un depolarının ve üretim malzemelerinin hijyen kurallarına uygunluğu ile ekmeklerin gramajları kontrol ediliyor. Kuşadalıların sağlıklı ve güvenli gıdaya ulaşabilmeleri için gerçekleştirilen denetimlerde ayrıca iş yerlerinin ruhsatları da inceleniyor. Kuşadası Belediyesi’nde görevli gıda mühendislerinin katıldığı kontrollerde, işletme sahipleri ve çalışanlara uyulması gereken kurallar hakkında bilgi de veriliyor. Kuşadası Belediyesi yetkilileri, Zabıta Yönetmeliği kapsamında yapılan denetimlerin artarak devam edeceğini ifade etti.

  • Radyofrekans yöntemi fıtık tedavisinde başarılı sonuçlar veriyor

    Radyofrekans yöntemi fıtık tedavisinde başarılı sonuçlar veriyor

    Uygulanan işlemin ardından hastanın bir saatte gözlemlenmesi sonrası taburcu edilebildiğine değindiği radyofrekansın en çok kullanılan yöntem olduğunu vurgulayan Özel Amasya Kolmed Hastanesi anesteziyoloji ve reanimasyon kliniğinde görevli Uzm. Dr. Toprak, “Bize başvuran hastaların çoğu bel ağrısı, bel fıtığı boyun ağrısı boyun fıtığı gibi hastalıklar olduğu için kullandığımız radyofrekans yöntemi de bu rahatsızlıkların tedavisinde en uygun olanıdır” dedi.
    Kanser hastalarının yaşadığı ağrıları azaltmada bu tedavinin önemli bir rolünün bulunduğuna işaret eden Toprak, “Öncelikle kanser hastalarımızda medikal tedavi uygulamaktayız. İlaç tedavisi olarak da basamak tedavisini uyguluyoruz. Onlarda düşük ağrı kesicilerden ilerleyen dönemlerde daha kuvvetli ağrı kesicilere kadar gidiyoruz. Ayrıca kanser hastalarında epidural anesteziyle aylarca hastalarımızın ağrılarını rahatlatabiliyoruz” diye konuştu.

  • “Dijital dünya dikkat dağınıklığını arttırıyor”

    “Dijital dünya dikkat dağınıklığını arttırıyor”

    Psikolog ve Psikoterapist Sümeyye Bilici, dikkatin yaşam kalitesini etkilediğini belirterek, sosyal medyanın dikkat dağınıklığını arttırdığı vurguladı. Bilici, ‘Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’ çocuklarda olduğu kadar yetişkinlerde de yaygın görülen bir bozukluk olduğunu söyledi.

    Psikojen Akademi ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi kurucu ortağı Sümeyye Bilici, ‘Dikkat’in, günlük hayatımızda başarıya ulaşmak için kritik bir becer olduğunu, iş ortamında, akademik hayatta, kişisel ilişkilerde olsun, dikkatin bizi etkilediğini ve üretken kıldığını belirterek, “Dikkat, bilgi işlemeyi, karar vermeyi ve öğrenmeyi doğrudan etkileyen temel bir bilişsel süreçtir. Dikkat dağınıklığı yaşadığımızda, bu süreçlerin tümü aksayabilir ve bu da genel yaşam kalitemizi olumsuz yönde etkiler” dedi.

    Dikkati etkileyen faktörler
    Dikkati etkileyen en önemli faktörler için Bilici, “Dikkati etkileyen birçok faktör vardır. İçsel faktörlerden bahsedecek olursak, stres, kaygı, yorgunluk gibi duygusal ve fiziksel durumlar dikkatimizi üzerinde önemli etkiye sahiptir. Aynı zamanda motivasyon da büyük rol oynar; eğer yaptığınız işe ya da etkinliğe karşı motivasyonunuz yoksa, dikkatinizi toplamak çok zor olabilir. Dışsal faktörlere gelirsek, çevresel uyaranlar oldukça etkili diyebilirim. Teknoloji bu anlamda hem avantaj hem de dezavantaj sağlayabiliyor. Sosyal medya ve anlık bildirimler dikkatimizi sürekli dağıtma eğiliminde, ancak aynı zamanda doğru kullanıldığında odaklanma ve üretkenliği artıran araçlar da olarak fayda sağlayabilirler” ifadelerini kullandı.

    Sanal ortamın dikkate etkisi
    Dijital dünyanın dikkat dağınıklığı arttırdığını vurgulayan Psikojen Akademi ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi kurucu ortağı Psikolog ve Psikoterapist Sümeyye Bilici, “Dijital dünya, özellikle sosyal medya ve sürekli açık olan cihazlarımız, dikkatimizi dağıtmaktadır. Her birkaç dakikada bir gelen bildirimler, telefonlarımızı sık sık kontrol etme alışkanlığı ve hızlı bilgi akışı beynimizin sürekli olarak yeni uyarıcılara yanıt vermesine neden oluyor. Bu da derin ve sürekli odaklanmayı zorlaştırıyor. Özellikle genç bireyler, bu dijital alışkanlıklar nedeniyle daha kısa dikkat sürelerine sahip olabiliyorlar” dedi.

    Dikkat eksikliği ve hiperaktivite
    Bilici, son olarak şunları söyledi: “ Dikkat deyince en çok akla gelenlerden biri ‘Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’dur (DEHB). Biz de merkezimizde bu konunun üzerinde özellikle duruyoruz çünkü hem yaygın hem de hayat kalitesini düşüren bir durum. DEHB, çocuklarda olduğu kadar yetişkinlerde de görülen bir bozukluktur. Genel olarak sanki sadece çocuklarda var olduğu düşünülür fakat bu yanlış bir bilgidir. DEHB’de kişiler dikkatlerini sürdürememe, aşırı hareketlilik ve dürtüsellik gibi belirtiler gösterirler. Bu durum, okul, iş ve sosyal yaşamda önemli zorluklara yol açmaktadır. DEHB’nin tedavisinde genellikle davranışsal terapiler ve bazı durumlarda ilaç tedavisi önerilir. Ancak burada önemli olan bu duruma tanı aşamasında titizlikle yaklaşılmasıdır. Doğru bir klinik değerlendirme ve test sonrası tanı konulması en sağlıklı olanıdır.”

  • “Lifli gıdalar kanser riskini azaltıyor”

    “Lifli gıdalar kanser riskini azaltıyor”

    Beslenme ve Diyet Uzmanı Çisem Gündüz, yeterli lif tüketmenin bağırsak sağlığına katkı sağlamasının yanı sıra kötü kolesterolü düşürdüğünü, kalp hastalığı, tip 2 diyabet ve bazı kanserlerle ilgili riski azalttığını söyledi.
    Uzman Diyetisyen Çisem Gündüz, lif ve fermente gıdaların bağırsak mikrobiyomuna yardımcı olarak daha iyi sağlık ve ruh haline katkıda bulunduğu ve sağlıklı sindirimi korumaya yardımcı olduğu için öğünlere daha fazla eklenmesini tavsiye etti.
    Bağırsak mikrobiyomunun kolon yani kalın bağırsakta yaşayan bakteriler, virüsler, mantarlar ve diğer mikroorganizmalardan oluştuğunu belirten Diyetisyen Gündüz, “Ne yediğiniz, soluduğunuz hava, nerede yaşadığınız ve diğer birçok faktör bağırsak mikrobiyomunun yapısını etkiler. Bazı uzmanlar onu gizli bir organ olarak düşünür çünkü vücudun birçok önemli işlevinde rol oynar. Örneğin bağışıklık sisteminin en iyi şekilde çalışmasına yardımcı olmak, kronik iltihabı azaltmak, bağırsak hücrelerini sağlıklı tutmak ve düzenli bir diyete dahil olmayabilecek bazı temel mikro besinleri sağlamak bu işlevlerin başında gelir” dedi.

    Bağırsağın, bağırsak-beyin eksenindeki yollar aracılığıyla beyinle iletişim kurduğuna dikkat çeken Gündüz, bağırsak mikrobiyomundaki değişikliklerin, depresyon ve anksiyete gibi ruh hali ve ruh sağlığı bozukluklarıyla ilişkilendirildiğini ancak, bu değişikliklerin doğrudan bu tür sorunlara neden olup olmadığının açıklığa kavuşturulmadığını ifade etti.

    “Lifin ana görevi dışkıyı yumuşatmak”
    İşlenmiş gıdaların en az seviyeye indirildiği, sağlıklı bir diyetin sağlıklı bir bağırsak mikrobiyomu için anahtar olduğunu belirten Gündüz, lif ve fermente gıdaların burada önemli roller oynayabileceğini dile getirdi. Lifin ana görevinin, dışkıyı yumuşatarak ve hacim ekleyerek sindirimi daha pürüzsüz hale getirmek ve bağırsaklardan hızla geçmesini sağlamak olduğunu anlatan Diyetisyen Gündüz, “Ancak lifin mikrobiyomunuz ve genel sağlığınız için başka faydaları da vardır. Yüksek lifli bir diyet, vücut ağırlığını kontrol altında tutmaya yardımcı olur ve LDL (kötü) kolesterol seviyelerini düşürür. Araştırmalar, yeterli lif tüketmenin kalp hastalığı, tip 2 diyabet ve bazı kanser riskini azalttığını bulmuştur” diye konuştu.

    “Lifin türünden ziyade miktarı önemli” İki tür lif olduğunu söyleyen Diyetisyen Gündüz, çözünmeyen lifin tok hissetmenize yardımcı olup düzenli bağırsak hareketlerini teşvik ettiğini ve çözünür lifin ise kolesterolü ve kan şekerini düşürmeye yardımcı olduğunu belirtti. Ancak son araştırmalara göre lif türünden ziyade diyetteki toplam lif miktarına odaklanmak gerektiğini sözlerine ekledi.
    Lif formülünün çok basit olduğunu, tüketilen her bin kalori için 14 gram lif almak gerektiğini vurgulayan Diyetisyen Gündüz, yiyeceklerdeki lif miktarları hakkında şu bilgiyi verdi:

    “Her besinin farklı lif miktarı vardır. Örneğin bir orta boy muz yaklaşık 3 gr lif içerirken, bir kase yulaf 16.5 gr lif içerir. 1 tabak ıspanak yemeğinde 2.5 gr iken, bir orta boy domateste 15 gr vardır. Orta boy bir enginar 7, bir kase brokoli 2.5, bir kase havuçta 3.5 gr lif bulunur.”
    Diyetisyen Gündüz, günlük kalori alımının, yapılan fiziksel aktivite seviyelerine bağlı olarak değişebileceğini hatırlatarak diyetine lif içeren daha fazla yiyecek eklemeye çalışan kişilere ise şunları anlattı:
    “Lif açısından zengin yeni alışkanlıklara yavaş yavaş alıştığınızdan ve bol su içtiğinizden emin olun. Sindirim sisteminiz, çok fazla ve çok erken yemek yemenin neden olduğu gaz, şişkinlik, ishal ve mide kramplarını önlemek için yavaşça adapte olmalıdır. Vücudunuz bir hafta veya daha sonra kademeli olarak artan liflere uyum sağlayacaktır.”

  • 54 doktor kadrosu tahsis edildi

    54 doktor kadrosu tahsis edildi

    Van’a 119. Devlet Hizmet Yükümlülüğü (DHY) kurasında 54 doktor kadrosu tahsis edildi.
    Van İl Sağlık Müdürlüğünün sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, “Bakanlığımız tarafından 119. Devlet Hizmet Yükümlülüğü (DHY) kurasında, ilimize 36 uzman hekim, 18 hekim olmak üzere toplamda 54 kadro tahsis edilmiştir. İlimizde yeni göreve başlayacak hekimlerimize başarılar diliyoruz” denildi.

  • Bir kez pişince kansere şifa ikincisinde kansere neden oluyor

    Bir kez pişince kansere şifa ikincisinde kansere neden oluyor

    Diyetisyen Süheyla Subaşı Uçar, pekmezin 180 derece ısıyla temas etmesi halinde kanserojen madde üreterek şifadan çok zehir olabileceğini vurguladı.
    Soğuk havaların kendini hissettirmesiyle birlikte bağışıklık sistemini güçlendiren doğal gıdalara ilgi arttı. Geleneksel lezzetler arasında yer alan pekmez de bu dönemde sofraların vazgeçilmezi haline geldi. Özellikle bağışıklık sistemini destekleyici etkisiyle bilinen pekmez, kış aylarında sıkça tüketiliyor. Enerji verici özelliği sayesinde vücuda güç kazandıran pekmezin, soğuk algınlığı gibi hastalıklara karşı koruyucu etkisi bilinirken 180 derece ve üzeri ısıya maruz kaldığında ise sağlığa zararlı hale geliyor. Pekmezin, 180 derece ve üzerine ısıya maruz kalması halinde kanserojen bileşikler üretebileceği konusunda vatandaşları uyaran Uzman Diyetisyen Süheyla Subaşı Uçar, “Isıl işlem sırasında oluşan Akrilamid ve hidroksimetilfurfural (HMF) gibi zararlı maddeler, pekmezin faydalarını olumsuz etkileyerek sağlığa zararlı hale getirebilir. Bu nedenle yüksek derecede ısıda kullanımını doğru bulmuyoruz” ifadelerini kullandı.

    Isı yüksekliği son derece önemli
    Yapılan tatlıları 180 derecenin üzerinde pişirilmemesine özen gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Uçar, “Kış aylarının gelmesiyle birlikte hastalıklar kapıya dayandı. Özellikle yeterli ve dengeli beslenme bu anlamda önem arz ediyor. Ancak beslenmenin yanında demir içeriğinden zengin pekmez gibi besinlerin de diyete eklenmesi gayet mantıklı. Eğer bir kişinin şeker hastalığı gibi kronik bir rahatsızlığı yoksa günlük beslenmesine bir yemek kaşığı kadar pekmez ekleyebilir. C vitamini emilimi arttığı içinde pekmezin içerisine ½ kaşık kadar portakal veya limon suyu ekleyerek demir emilimini artırarak bağışıklık sistemi desteklenebilir.

    Ancak bir konuda yanlış anlaşılma var. Bal ve pekmez gibi besinleri kurabiye veya kek yaparken sağlıklı hale getirebilmek adına şeker yerine ek olarak kullanılıyor. Bu besinler kullanıldığında kanserojen içerik olarak bilinen maddelerin oluşumu arttığı için biz yüksek derecede ısıda kullanımını istemiyoruz. Bunun yerine keklerde ya şeker kullanacağız ya da kuru meyvelerden yararlanabiliriz. Ancak burada da yine meyve şekeri olması sebebiyle kuru meyvelerden yaptığımız tatlıları 180 derecenin üzerinde pişirilmemesine özen göstermeliyiz. Bu şekilde de sağlıklı hale getirip porsiyonlara dikkat ederek tüketebiliriz” şeklinde konuştu.

    “Doğal besinler katkı sağlarken bir taraftan obeziteye neden olabilir”
    Günümüzde hareketsiz bir yaşam geçirdiğimizi belirten Uçar, “Yaşla birlikte metabolizma hızımız da yavaşlıyor. Eskinin hareket potansiyeli günümüzde yok. Maalesef günümüzde hareketsiz bir yaşam geçiriyoruz. Bu sebeple de ekstra kalori artışını dengelememek, bir taraftan demir içeriğinden dolayı katkı sağlarken bir taraftan obeziteye neden olabilir. Kaşık kaşık tüketim doğru değil. Kişinin hastalıklarına ve yaşına göre bir tatlı kaşığı veya bir yemek kaşığı arasında tüketim söz konusu olabilir ama bunu her gün tüketmek doğru olmayabilir. Bu noktada kişisel farklılıklar var. Bu anlamda uzman diyetisyenler kişinin hayatına özgü planlamalar yapmakta rol gösterir” dedi.

  • “Tüp mide ameliyatı olanlarda düşük ayak sendromu tehlikesi var”

    “Tüp mide ameliyatı olanlarda düşük ayak sendromu tehlikesi var”

    Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Orhan Şen, “Tüp mide ameliyatı olan hastalarda sıklıkla düşük ayak sendromu adını verdiğimiz rahatsızlıkla karşılaşıyoruz. Genellikle bel fıtığı hastalarında görülmektedir” dedi.
    Şen, yaptığı açıklamada tüp mide ameliyatı olan hastaların ‘düşük ayak sendromu’ tehlikesi taşıdığını belirtti. Şen, “Tüp mide ameliyatı olan hastalarda sıklıkla karşılaştığımız düşük ayak adını verdiğimiz rahatsızlıktır. Yani ayak bileğinizi hareket ettiremiyorsunuz. Parmaklarınızda kuvvet kaybı, ayak bileğinde hareket edememe ve yürürken at yürüyüşü adını verdiğimiz şekilde bilekten kaldıramıyorsunuz. Bu hastalık düşük ayak olarak adlandırılır” dedi.

    “Düşük ayak sendromu bel fıtığı hastalarında çok görülüyor”
    Genellikle bel fıtığı hastalarında sinirde ileri derecede bir sıkışma varsa düşük ayak sendrumunun onlarda görüldüğünü belirten Şen, şöyle devam etti:
    “Bel fıtığı hastalarında düşük ayak varsa acil ameliyat gereklidir. Ancak son dönemlerde, tüp mide ameliyatlarında vücutta genel anlamda hızlı bir zayıflama olduğu için diz seviyenin olduğu alandaki yağlarda anormal bir kayıp başlıyor. Bu kayıp olduğunda özellikle uzun süre oturanlarda ve diz çökerek iş yapanlarda düşük ayak sendromu gelişiyor. Oradaki yağ yastıkçıkları zayıflamaya bağlı olarak kaybolduğu için sinirin etrafındaki koruyucu bariyer kayboluyor.

    O kaybolmaya bağlı olarak, diz çökme pozisyonlarında oturanlar ya da dizleriyle bir sehpayı iteklerken peroneal sinir adını verdiğimiz bir hasar ortaya çıkar. İşte bu hasar sonucu düşük ayak ortaya çıkıyor. Bel fıtığı hastalarında da beraber görüldüğü için bel MR’ına bakıldığında ve fıtıkta varsa öyküsü iyi alınmadıysa cerrahiye giden hastalarda var. Orada bir bel fıtığı olsun ya da olmasın kalçasının oradan başlayıp aşağıya kadar inen bir sancısı yoksa dizden aşağıya ağrı ve uyuşma varsa tüp mide ameliyatı da olmuşsa buna bağlı düşük ayak olma olasılığı yüksek. Bir test yaptılarsa zaten bu ortaya çıkıyor ve fizik tedavi ile bunlar tekrar geri dönüyor ve cerrahiye gerek kalmıyor.”

  • Yaşama ihtimali düşük olan 6 aylık bebek, ameliyatla sağlığına kavuştu

    Yaşama ihtimali düşük olan 6 aylık bebek, ameliyatla sağlığına kavuştu

    Bingöl’de 6 aylık bir erkek bebek, bağırsağının bir kısmında sinir hücreleri bulunmaması (Hirschsprung) hastalığı ile dünyaya geldi. Yaşama ihtimali düşük olan bebek, Elazığ Fethi Sekin Şehir Hastanesi Çocuk Cerrahi Kliniğinde gerçekleştirilen ameliyatla sağlığına kavuştu.
    Bingöl’den Elazığ Fethi Sekin Şehir Hastanesi Çocuk Cerrahi Kliniğine getirilen, doğuştan bağırsaklarının bir bölümünde sinir hücreleri bulunmayan Hirschsprung hastalığına sahip 6 aylık bir erkek bebek, başarılı bir ameliyatla sağlığına kavuştu. Yaklaşık dört saat süren ameliyat, transanal endorektal pullthrough (TEPT) yöntemi ile tek seansta gerçekleştirildi. Çocuk Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Fikret Ersöz ve ekibi tarafından gerçekleştirilen operasyonda, anüsten girilerek sinir hücreleri bulunmayan bağırsak bölümü dışarıya çekilip, sağlıklı bağırsak kısmını anüse dikilerek işlem tamamladı. Genellikle büyük cerrahi merkezlerde yapılan bu ileri operasyon sayesinde bebek, normal bağırsak işlevlerine kavuştu. Ameliyat sonrası 15 gün boyunca hastanede gözlem altında tutulan bebek, sağlıklı bir şekilde taburcu edildi.

    “Çok ender görülen bir hastalık”
    Bu hastalığın daha önce üç aşamalı bir ameliyatla tedavi edildiğini, ancak gelişen cerrahi tekniklerle bu sürecin artık tek seansta tamamlanabildiğini belirten Çocuk Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Fikret Ersöz, ”Hastamız bize Bingöl’ün bir köyünden gelmişti, 6 aylık bebekti. Doğumdan itibaren hastamız, idrarını yapamıyordu, karnı şişiyordu ve durmadan kusuyordu. Birkaç defa da bağırsak enfeksiyonu atağı geçirmişti. Hastamızı bir ay önce gördük. Gördükten sonra aklımıza çok ender görülen bir hastalık olan Hırschprung hastalığı geldi. Hastamıza, anüsünden bir parça alıp incelediğimizde tanımız kesinleşti. Bu çok ender görülen bir hastalık türüdür. Bu hastalarda bağırsağın bir kısmının siniri yok. Dolayısıyla bağırsağın siniri olan kısmı çalışıyor, sinirsiz olan kısma geldikten sonra bir tıkanıklık oluşuyor. Hastamız idrarını yapamıyordu” dedi.

    “Bu durumda hastamızın yaşama şansı çok zayıftı”
    Başarılı bir yöntem ile tek seansta hastanın sağlığına kavuştuğunu ifade eden Op. Dr. Fikret Ersöz, ”Bu durumda hastamızın yaşama şansı çok zayıftı. Mutlaka ameliyat olması gerekiyordu. Bu hastalığın ameliyatı daha önceden üç aşamalı yapılıyordu. Önce hastanın karnı açılıp bağırsağından parça alınıyor, bağırsağı dışarıya alınıyordu. Hasta bir müddet idrarını yan tarafından yapıyordu. Daha sonra hastaya popo yapılıyordu ve ardından 6 ay sonra da hastanın tekrar bağırsağı içeri alınarak üç aşamalı ameliyat yapılıyordu. O ameliyata, Duhamel ameliyatı deniliyordu. Ancak son zamanlarda tek seanslarda yapılan transanal endorekral pulltrough (TEPT) ameliyatı ilk defa hastanemizde yaptık. Hastamıza yaklaşık 4 saat süren poponun içinden girip bağırsağı soyup, bağırsağı dışarı çektikten sonra çalışmayan sinirsiz kısmını attıktan sonra asıl olan, işlevi olan bağırsağı popoya diktik. Hastamız yaklaşık 15 gün hastanemizde kaldı. Hastamız bundan sonra sorunsuz bir hayat yaşayacak. Tek seansta popodan girerek herhangi bir ameliyat izi olmadan bu ameliyatı bitirmiş olduk” diye konuştu.

  • İlk meme kanseri ameliyatı

    İlk meme kanseri ameliyatı

    Van’ın Çaldıran Devlet Hastanesi’nde ilk defa meme kanseri ameliyatı başarıyla gerçekleştirildi.
    Çaldıran Devlet Hastanesinde görevli Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Seda Karaçam ve ekibi tarafından yapılan ameliyatla, meme kanseri tanısı konan bir hastanın tümörü başarılı bir operasyonla alındı. Ameliyat sonrası hastanın genel sağlık durumunun iyi olduğu bildirilirken, servisteki takip ve tedavi sürecinin de devam ettiği belirtildi.
    Çaldıran Devlet Hastanesi yönetimi, son dönemlerde hastanede başarılı operasyonlara imza attıklarını belirterek, bu tür sağlık hizmetlerinin devam edeceğini kaydetti.