Kategori: Sağlık

  • Tekirdağ’da okul kantinleri ve yemekhanelerine denetim

    Tekirdağ’da okul kantinleri ve yemekhanelerine denetim

    Tekirdağ Tarım ve Orman İl Müdürlüğü Gıda Kontrol Görevlileri tarafından yapılan denetimlerde, öğrencilerin günde en az bir öğününü karşıladığı toplu tüketim hizmeti veren okul kantinleri ve yemekhanelerinin gıda güvenilirliği incelendi. Denetimlerin amacı, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılması ve gıda güvenliğinin sağlanması olarak belirtildi. Yapılan denetimlerde, işletmecilerin 5996 sayılı Kanuna uymak zorunda oldukları hususlar kontrol edildiği gibi, işletmelere rehberlik de yapıldı.
    Ayrıca, gıda ile ilgili her türlü şikayet için tüketicilerin Alo 174 Gıda Hattı’na başvurmaları hatırlatıldı. “En etkili denetim, tüketicinin kendisinin yaptığı denetimdir” sloganı toplumsal farkındalığın ve ihbarın önemine dikkat çekildi.
    Denetimlerin, öğrencilerin sağlıklı gıda tüketimlerini teşvik etmek ve kaliteli gıda alımını güvence altına almak adına önemli bir adım olduğu vurgulandı.

  • Kışın beslenmenin 7 altın kuralı

    Kışın beslenmenin 7 altın kuralı

    Kışın kapalı ortamlarda daha fazla vakit geçirilmesi ve gecelerin uzaması sebebiyle fiziksel aktivitenin azaldığını belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Güngör, “Bu duruma yağlı ve şekerli besin tercihleri de eklenince pek çok kişi kışın kilo alıyor” dedi.

    Güngör, kış aylarına özel beslenme önerilerini şöyle sıraladı:

    “Ev yapımı tarhana ve turşu sağlık deposu

    Kışın tüketimi artan ev yapımı geleneksel gıdalar da tam bir şifa deposudur. Yapay koruyucu ve katkı maddesi içermeyen ev yapımı salça, turşu, tarhanaya öğünlerde mutlaka yer verilmeli. Kış aylarında azalan hava sıcaklığı sebebiyle vücut ısısının korunması için yeterli sıvı almak çok önemli. Günde en az 2-2.5 litre su içilmeli. Ayrıca sıvı alımının karşılanmasında ıhlamur, adaçayı, kuşburnu çayı gibi bitki çayları da tercih edilmeli.

    Kış aylarında yüksek yağlı besin tüketiminden kaçınılmalı; margarin yerine sağlıklı yağ asitleri içeren zeytinyağı, uygun miktarda tereyağı, yağlı tohumlar, kuruyemişler uygun ve yeterli porsiyonda tüketilmelidir.

    Her gün 2 porsiyon meyve ve 3 porsiyon sebze tüketin

    Kışın artan soğuk algınlığı ve diğer enfeksiyonlara karşı A, C, D ve E vitamininden zengin beslenmenin bağışıklık sistemine katkısı oldukça fazladır. Mevsimine uygun, günde en az 2 porsiyon meyve ve 3 porsiyon sebze tüketilmesi önerilmektedir. Bu aylarda havuç, brokoli, kabak, lahana, karnabahar, pırasa, maydanoz gibi sebzelerin; portakal, mandalina, elma gibi meyvelerin tercih edilmesi önerilmektedir.

    Beyin fonksiyonları için balık tüketin

    Kemik ve diş sağlığı açısından önemli olan D vitamini güneş ışınlarıyla deri tarafından üretilen bir vitamindir. Ancak kış aylarında mahrum kalınan güneş ışınları, vücudun D vitamini ihtiyacının karşılanamamasına sebep olmaktadır. D vitamini besinlerden aktif olarak karşılanamıyor olsa da balık; D vitamini ile beyin fonksiyonlarının gelişimi için gerekli çoklu doymamış yağ asitleri (omega 3), kalsiyum, fosfor, selenyum, iyot mineralleri ve E vitamini içerir. Bu sebeple kış aylarında haftada 2-3 kez balık tüketilmelidir.

    Şekeri sınırlandırın

    Bu mevsimde basit karbonhidrat içeren şekerli besinlere ve tatlılara yönelimin arttığı görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü önerisine göre günlük şeker alımı, toplam enerji alımının en fazla yüzde 10’u kadar olmalıdır. Sağlıklı yaşam biçiminde basit şekerler yerine kompleks karbonhidratlardan olan tam buğday ekmek, bulgur gibi tahıllar, kurubaklagiller, meyveler ve şekeri azaltılmış sütlü ya da meyveli tatlılar tercih edilmelidir.

    Haftada 2-3 kez sofrada kurubaklagil yemeği olmalı

    E vitamini kaynakları olan kurubaklagiller ve kuruyemişler de kış beslenmesinin içinde, yeterli ve dengeli biçimde mutlaka yer almalıdır. Haftada 2-3 kez nohut, kuru fasulye, mercimek, barbunya gibi kurubaklagiller, günde 20-30 gram kadar ceviz, badem, fındık gibi kuruyemişler tüketilmelidir.”

  • El hijyeni enfeksiyonlardan koruyor

    El hijyeni enfeksiyonlardan koruyor

    Elde bulunan mikroorganizmaları temizlemenin en basit ve en etkili yolunun, su ve sabun ile yapılan el yıkama olduğunu belirten Uzm. Dr. Mor, “Bol suyla ve köpürterek yapılan el yıkama elimizde mekanik temizliği sağlar. Virüslerin ve bakterilerin lipit zarını bozarak sabun etkisiyle kimyasal bir yıkamadır. Tabi ki el yıkamanın süresi önemlidir. En az 20 – 30 saniye bol köpük ve su ile yıkama sonrası, tek kullanımlık havlu ile elleri kurutma el hijyeninin tamamlanmasını sağlar. Kuru ortamda bakteriler üreyemeyeceği için elleri kurutma da yıkadıktan sonra gerekli bir işlemdir” dedi.

    Günlük yaşamda özellikle ellerin yıkanması gereken durumlara değinen Uzm. Dr. Mor, “Ellerimizi gün içinde tuvalete girmeden önce ve tuvaletten çıktıktan sonra yemek yemeden önce ve yemek yedikten sonra, bebeğe bakım vermeden önce ve sonra, dışarıdan eve girdikten sonra ellerimizi yıkamalıyız. Alışveriş yaptık, paraya dokunduk, ellerimizi yıkamalıyız. Toplu ulaşım araçlarını kullandık, ellerimizi sonrasında yıkamalıyız. Aynı zamanda biz, hastanede hastaya dokunmadan önce ve sonra da ellerimizi yıkıyoruz. Bu aynı zamanda diğer hastaya mikroorganizmaların hastalıkların bulaşmasına engel olan hijyeni sağlamada önemli bir adımdır” şeklinde konuştu.

    Virüslerin yayılmasını engelliyor
    Su ve sabun ile el hijyenin, en temel temizlik ve bulaşıcı hastalıklardan korunma yöntemi olduğunu dile getiren Uzm. Dr. Mor, “Ellerimiz, dış dünya ile en fazla iletişim içinde olan ve vücudumuzda en fazla mikroorganizma barındıran organlarımızdır. Bu mikroorganizmalar bakteri, virüs, mantar ve parazitlerdir. Özellikle çocuklar gibi el hijyenine uyum oranı düşük olan kişilerde çok sık bulaşıcı hastalıklara, ishal salgınlarına, grip influenza gibi salgınların yayılmasına neden olmaktadır” diye konuştu.

    Eldiven enfeksiyonu arttırıyor
    Son olarak el hijyeni sağlamak için yapılan yanlışlara dikkat çeken Uzm. Dr. Mor, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
    “El hijyeni, en basit yöntem olmasına rağmen uyum oranları sağlık çalışanlarında bile istediğimiz oranda değildir. Ancak halkımızın yanlış bildiği, el hijyenini sağlamada etkili olduğunu düşündüğü eldiven yöntemi var. Eldiven el hijyenini sağlamaz. Ellerimizi mikroplardan korumamıza yardımcı olmaz. Tam tersine yanlış bir özgüven geliştirerek enfeksiyon hastalıklarının yayılmasına sebep olur”.

  • Hapşırma nöbeti geçiren Aydın, yarın taburcu edilecek

    Hapşırma nöbeti geçiren Aydın, yarın taburcu edilecek

    Trigeminal sinirde hapşırma refleksi oluştuğu için hapşırma nöbeti geçiren Benazir Aydın, yarın taburcu edilecek. Batman’da 18 Eylül’de hapşırma nöbetleri üzerine Batman Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi gören Benazir Aydın, ileri tetkik ve tedavi için 2 Ekim’de Ankara Bilkent Şehir Hastanesine sevk edilmişti.

    Edinilen bilgilere göre, sevk edildiği günden bu yana Aydın’a Nöroloji, Psikiyatri, Kulak Burun Boğaz, İmmünoloji ve Alerji Hastalıkları ve Dahiliye bölümünden farklı doktorlar teşhis koyabilmek için çeşitli testler uyguladı. 20 gündür tedavi altında tutulan Aydın’a, trigeminal sinirde hapşırma refleksi oluştuğu gerekçesiyle 4 kere sinir blokajı tedavisi uygulandığı öğrenildi. Uygulanan enjeksiyon tedavisi sayesinde sağlık durumu iyiye giden ve 35 gün sonra sağlığına kavuşan Aydın’ın yarın taburcu edileceği ifade edildi.

  • Kekemelik 2-6 yaş arasında ortaya çıkıyor

    Kekemelik 2-6 yaş arasında ortaya çıkıyor

    Kekemeliğin çoğunlukla çocukluk döneminde dil ve konuşma becerilerinin hızla geliştiği 2-6 yaş arasında ortaya çıktığını belirten Dr. Öğretim Üyesi Aşena Karamete, kekemeliğe erken müdahalenin önemini vurguladı. Kekemeliğin bir hastalık değil, nöro-çeşitlilik olduğunu kaydeden Karamete, “Kekemeliğin beynin plastik yapısı nedeniyle özellikle çocukluk döneminde tamamen ortadan kalktığı durumlar söz konusudur. Erken dönem müdahalede, dil ve konuşma terapilerinin bu sürece olumlu katkı sağlayabileceği bilinmektedir” dedi.

    İstanbul Atlas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dil ve Konuşma Terapisi Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Aşena Karamete, kekemelikle ilgili değerlendirmede bulundu. Kekemeliğin birçok faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkan karmaşık bir akıcılık bozukluğu olduğunu belirten Karamete, “Genetik yatkınlık, nörolojik farklılıklar ve çevresel etkenler kekemeliğin başlıca nedenleri arasında sayılabilir. Beynin konuşma kontrol mekanizmalarındaki işleyiş farklılıkları da kekemeliğin ortaya çıkmasına neden olabilir” açıklaması yaptı.

    Çoğunlukla 2-6 yaş arasında görülüyor
    Kekemeliğin çoğunlukla çocukluk döneminde ortaya çıktığını belirten Karamete, “Çocukluk döneminde, dil ve konuşma becerilerinin hızla geliştiği 2-6 yaş arasında kekemeliğin ortaya çıktığı görülmektedir. Ergenlik veya yetişkinlik döneminde de kekemelik başlayabilir ancak bu nadir görülen bir durumdur” diye konuştu.

    Kekemelik bir nöro-çeşitliliktir
    Kekemeliğin bir hastalık olmadığını belirten Karamete, “Kekemelik tam anlamıyla tedavi edilebilen bir durum değildir, çünkü bir hastalık değil nöro-çeşitliliktir. Ancak doğal süreçte kekemeliğinin beynin plastik yapısı nedeniyle özellikle çocukluk döneminde tamamen ortadan kalktığı durumlar söz konusudur. Erken dönem müdahalede, dil ve konuşma terapilerinin bu sürece olumlu katkı sağlayabileceği bilinmektedir” dedi.

    Etkili terapi yöntemleri, konuşmayı daha akıcı hale getirebilir
    Kekemelik terapisinde bireyin kekemeliği yönetme becerisinin geliştirildiğini kaydeden Karamete, “Terapide hedef, kişinin kekelemesini tamamen ortadan kaldırmaktan ziyade, kekelemenin getirdiği olumsuz duygusal ve sosyal etkileri azaltarak, kişinin daha rahat ve etkili bir şekilde iletişim kurmasını sağlamaktır. Terapilerle birlikte, bireyin kekemeliği yönetme becerileri gelişir ve kendini ifade etme sürecinde yaşadığı sıkıntılar en aza indirilebilir. Kekemelikle yaşayan birçok birey, etkili terapi yöntemleri sayesinde konuşmalarını daha akıcı hale getirebilir. Terapi süreci boyunca bireyin motivasyonu, terapiye düzenli katılımı ve terapistin uzmanlığı büyük önem taşır” diye konuştu.

    Kekeme bireyin konuşması kesilmeden dinlenmeli
    Kekemelik yaşayan bireylere toplumun yaklaşımının, onların kendilerini daha rahat hissetmelerini sağlamak adına son derece önemli olduğunu vurgulayan Karamete, “Kekemelikle karşılaştığınızda sabırlı olmak, konuşmalarını kesmeden dinlemek ve onları düzeltmeye çalışmamak gerekmektedir. Dünya Kekemelik Farkındalık Günü’nde, kekemelikle ilgili toplumsal bilinç ve anlayışın artmasına yönelik farkındalık oluşturmak, kekeleyen bireylerin yaşam kalitesini yükseltmeye katkı sağlayacaktır” dedi. Dr. Öğretim Üyesi Aşena Karamete, Atlas Üniversitesi Dil ve Konuşma Terapisi kliniğinde, kekemelik ve diğer akıcılık bozukluklarının terapisinin, alanında yetkin ve deneyimli terapistler tarafından yürütüldüğünü sözlerine ekledi.

  • “İsteğe bağlı sezaryen kavramını yok etmek istiyoruz”

    “İsteğe bağlı sezaryen kavramını yok etmek istiyoruz”

    Kocaeli’de sezaryen yerine normal doğumu teşvik etmeyi hedefleyen gebe okulunda eğitimler tamamlandı. Sezaryen oranlarının arttığını söyleyen İl Sağlık Müdürü Op. Dr. Yüksel Pehlevan, “İnsanları normal doğuma teşvik etmeye çalışıyoruz. Tabii ki anormal bir durum varsa ‘Sezaryen yapmayalım’ demek doğru değil ama isteğe bağlı sezaryen kavramını mümkün olduğunca yok etmek istiyoruz” dedi. Kocaeli İl Sağlık Müdürlüğü koordinesinde Şehir Hastanesi’nde açılan gebe okulunda eğitimlerin tamamlanmasının ardından mezuniyet töreni düzenlendi. Törene, İl Sağlık Müdürü Op. Dr. Yüksel Pehlevan, Hastane Başhekimi Doç. Dr. Bahri Elmas, eğitimi veren hekimler, sağlık çalışanları, anne adayları ve eşleri katıldı. Pehlevan, çiftlerle bir araya gelerek, gebe okullarında verilen eğitim hakkında bilgilendirmelerde bulundu.

    “Doğumun fizyolojik süreç olduğunu en doğru şekilde aktarmak bizim görevimiz”
    Kocaeli’deki tüm anne adaylarına gebe sınıflarına eğitim vermek istediklerini ifade eden Op. Dr. Yüksel Pehlevan, “Bütün hastanelerimizde ve ilçe sağlık müdürlüklerimizde gebe sınıfı oluşturma yönünde önemli adımlar attık. Bugün de Kocaeli Şehir Hastanesinde gebe eğitimi mezuniyet töreni yaptık. Eşlerle beraber bu eğitimi gerçekleştirdik. Onlara gebelikte yaşanabilecek fizyolojik durumları aktardık, beslenme durumu ve kontrollerinin nasıl yapılacağı hakkında bilgiler verdik. Özellikle eğitimi eşlerle birlikte yaptık ki onlarda bilgi sahibi olsunlar. Hanımlarına yardımcı olsunlar. Doğumun fizyolojik süreç olduğunu en doğru şekilde aktarmak bizim görevimiz” dedi.

    “İsteğe bağlı sezaryen kavramını mümkün olduğunca yok etmek istiyoruz”
    Yüksel Pehlevan, normal doğum sayısını artırmak için çalıştıklarını belirterek, “İnsanları normal doğuma teşvik etmeye çalışıyoruz. Tabii ki anormal bir durum varsa ‘Sezaryen yapmayalım’ demek doğru değil ama isteğe bağlı sezaryen kavramını mümkün olduğunca yok etmek istiyoruz. Doğum fizyolojik bir olay. Bu konuda da normal doğum oranlarımızı Dünya standartlarına çekmek istiyoruz. Maalesef ülkemizde de, ilimizde de sezaryen oranlarımız oldukça yüksek. Sonuçta sezaryen bir ameliyattır. Endikasyon varsa sezaryen gerekli ama çok gerekli değilse sezaryen yapmamak lazım. Anne ve bebek sağlığı için bu çok önemli” diye konuştu.

    “Nihai hedef, normal doğumu aşılamak”
    Gebelik eğitiminin anne adaylarına katkı sağladığını dile getiren Kocaeli Şehir Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Bahri Elmas, “Hastanemizin web sitesinde gebelik eğitimi ile ilgili formumuz var. Form dolduran herkesi arayarak 20. haftadan sonra gruplara ayırıyoruz ve burada eğitim desteği veriyoruz. Eğitimleri B blok 0. katta doğumhane girişinde gerçekleştiriyoruz. Eğitimlerimiz tamamen ücretsiz. Buradaki amacımız, sağlıklı gebeliği devam ettirmek ve süreçte yaşanacak herhangi bir zorluğa karşı anne adaylarımızı hazırlamak. Nihai hedefimiz ise en doğal doğum süreci olan normal doğumu onlara aşılamak. Süreç hakkındaki öncesi ve sonrası olmak üzere her alanda bilinçlendirmek” şeklinde konuştu.

    “Çok değerli bilgiler aldık”
    Gebelik okulunda eğitim alan anne adayı Rahime Nur Güçbilmez, “Kocaeli Şehir Hastanesi’ndeki Gebelik Okulu’nda 6 günlük bir eğitim süreci geçirdim. Aklımıza gelebilecek her türlü şeyi burada hekimlere danıştık. Ebelerimiz, hemşirelerimiz bizlerle çok iyi ilgilendiler. Hem doğum öncesi hem doğum sonrası süreçle ilgili çok değerli bilgiler aldık. Özellikle ilk çocuğa hamile olanlar için bu bilgileri birinci ağızdan duymak faydalı oluyor. Bu imkanı sağlayan herkese teşekkür ederim” ifadelerini kullandı.

    “Normal doğum sürecine katkı sağlamak istiyoruz”
    Dr. Öğr. Üyesi Öykü Yavuz, “Burada gebelere doğum süreci hazırlığı, doğum esnası ve sonrası izlenecek adımları göstermekteyiz. 3 hafta boyunca haftada iki kez olmak üzere gebelerimize eğitim veriyoruz” diye konuştu. Op. Dr. Ömer Doğukan Saraç ise ücretsiz şekilde gebelere destek verdiklerini ifade ederek, “Normal doğumun ülkemizde de artış göstermesi sürecine bizde katkı sağlamak istiyoruz” şeklinde konuştu.
    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Emre Sertel de, “Burada gebelerimizi doğum öncesi ve sonrasına hazırlıyoruz. Gebelerimizin önyargılarını kırıyoruz. İnşallah daha iyi işlere de imza atmayı hedefliyoruz” dedi.

  • Huzursuz bacak sendromu: Uyku kalitenizi tehdit eden gizli düşman

    Huzursuz bacak sendromu: Uyku kalitenizi tehdit eden gizli düşman

    Huzursuz bacak sendromu (HBS), uyku ile ilişkili hareket bozuklukları arasında yer alan bir rahatsızlıktır. Bu sendrom, uykuya dalmayı zorlaştıran, bacaklarda rahatsız edici bir his ve karşı konulamaz hareket ettirme isteği ile karakterizedir. Özellikle akşam saatlerinde ve geceleri daha belirgin hale geldiğinin altını çizen Nöroloji Uzmanı Doktor Ayşegül Daldal bu hissin, kişinin uykuya dalmasını ve uyku süresini olumsuz etkilediği belirtti.
    Toplumda yapılan araştırmalardan bahseden BHT CLINIC İstanbul Tema Hastanesi’nden Nöroloji Uzmanı Doktor Ayşegül Daldal, “HBS’nin görülme sıklığının %10-15 oranında olduğunu göstermektedir. Ancak, belirtilerini net bir şekilde ifade edemeyen hastalar yıllarca farklı branşlarda birçok tedavi denemek zorunda kalabilmektedir” dedi.

    Huzursuz bacak sendromu geceleri artıyor
    HBS tanısı, klinik gözlemlerle rahatlıkla konulabilir. Ancak hastalığın teşhis edilebilmesi için şu özelliklerin birlikte bulunması gerektiğini sıralayan Dr. Daldal:
    Özellikle bacaklarda, karşı konulamayan hareket ettirme isteği ile ortaya çıkan rahatsız edici duyumlar, hareket etmekle rahatlama veya belirtilerin tamamen ortadan kalkması, bulguların dinlenme durumunda artış göstermesi, akşam saatlerinde ya da geceleri belirtilerin daha belirgin hale gelmesi bu kriterlerin varlığı, HBS tanısını kesinleştirmede önemli rol oynadığını vurguladı.

    Yaşadıkları rahatsizliği tanimlamakta zorlanabilirler
    Dr. Daldal, hastalığın başlangıcında bulgular tek taraflı olabilir, ancak zamanla her iki bacağı da etkileyebilir. Hastaların yaklaşık yarısında kollarda da benzer belirtiler ortaya çıkabilir. HBS’yi yaşayan kişiler, yaşadıkları rahatsızlığı tanımlamakta zorlanabilirler ve hislerini,”Kramp girecekmiş gibi, bacaklarım kıpraşıyor, bacaklarım geriliyor, karıncalanma hissi,zonklama ya da yanma hissi, bacaklarda elektriklenme, diş ağrısına benzer bir rahatsızlık.HBS, hastalar için haftalar ya da aylar süren rahatlama ve alevlenme dönemleriyle seyreden, yaşam boyu süren bir durumdur” dedi.

    HBS tedavisinde temel adim: Altta yatan hastaliklarini belirlemek
    Dr. Daldal, HBS tedavisinde ilk adım olarak, altta yatan muhtemel bir hastalığın tedavi edilmesidir. Özellikle demir eksikliği gibi nedenler göz önünde bulundurulmalıdır. Dopamin agonistleri, hem idiyopatik hem de semptomatik HBS’de etkili tedavi seçenekleri arasında yer almaktadır. HBS, hayat kalitesini düşüren ve uyku düzenini bozan bir rahatsızlık olup, hastaların tanı ve tedavi için nöroloji uzmanlarına yönlendirilmesi önemlidir. Erken tanı ve doğru tedavi ile hastaların şikayetleri büyük ölçüde kontrol altına alınabilir, diyerek konuşmasını sonlandı.

  • Kartepe’de meme kanserine farkındalık eğitimi

    Kartepe’de meme kanserine farkındalık eğitimi

    Meme Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında Kartepe Belediyesi, özel bir hastane işbirliğinde kadın personeline meme kanseri, teşhis ve tedavi süreçleri korunma yöntemleri hakkında bilgilendirme eğitimi verdi.
    Kadınları bilgilendiren Op. Dr. Hülya Odabaşoğlu Kaya, “KETEM gibi tarama merkezleri var. Ücretsiz mamografi çekilebiliyor. Bunları mutlaka değerlendirin. Erken teşhisin kanser vakalarında önemi çok büyük. Bunu hepimiz biliyoruz artık. Mamografi kadar öz muayeneyi de, yani kendimizi muayene etmeyi de bilmemiz gerekiyor. Bunu içinde aile hekimlerimizden veya uzman doktorlardan destek alabilirsiniz” dedi.

  • Meme kanserine karşı sofranızı 10 adımda güçlendirin

    Meme kanserine karşı sofranızı 10 adımda güçlendirin

    Meme kanseri, dünya genelinde kadınlar arasında en yaygın görülen kanser türlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Tedavi sürecinin yanı sıra, hastaların yaşam kalitesini ve genel sağlık durumunu destekleyecek en önemli faktörlerden birinin doğru beslenme olduğunu kaydeden Medicana International Ankara Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Sena Nur Doğan, meme kanserinden korunmak ve tedavi sürecini daha etkili geçirmek için beslenmeye ilişkin 10 öneride bulundu. Doğan, dengeli ve çeşitli beslenmenin önemine vurgu yaparak, “Beslenme düzeninizde çeşitli gıda gruplarına yer vermek, vücudun ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineralleri almanızı sağlar. Sebze ve meyveler, tam tahıllar, sağlıklı yağlar ve protein kaynaklarına (baklagiller, yağsız etler) yer vermek önemlidir” ifadelerini kullandı.
    Antioksidan zengini gıdaların tanınması ve her öğüne eklenmesi gerektiğini belirten Diyetisyen Doğan, “Antioksidanlar, serbest radikallerle savaşarak hücre hasarını önleyen ajanlardır. Koyu yeşil yapraklı sebzeler, narenciyeler, aronya, yaban mersini, böğürtlen gibi kırmızı renkli meyveler, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar antioksidan açısından zengindir. Bu besinleri günlük diyetinize eklemeye özen gösterin” dedi.
    Doğan, lifli gıdaların artırılması gerektiğini ifade ederek, “Lifli gıdalar, sindirim sağlığını ve vücut ağırlığı dengenizi destekleyerek kanser riskini azaltmada size destek olur. Tam tahıllar, baklagiller, sebzeler ve meyveler, lif alımınızı artırmanın en iyi yollarıdır” diye konuştu.
    Omega-3 yağ asitlerinin iltihaplanmayı azalttığını ve kalp sağlığını desteklediğini kaydeden Doğan, balık, chia tohumu ve cevizin omega-3 açısından zengin gıdalar olduğunu belirtti. Yağ kaynaklarına ve miktarlarına dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizen Doğan, sözlerine şöyle devam etti:
    “Yüksek yağ tüketimi obeziteyi desteklemektedir. Menopoz sonrası kadınlarda obezite ile meme kanseri arasında güçlü bir bağlantı bulunmaktadır. Meme kanserine karşı yağ çeşitlerinizi bitkisel yağlardan (zeytinyağı, ceviz yağı, avokado yağı vb.) yana kullanmalı ve miktarına dikkat etmelisiniz. Tereyağı, kaymak, kuyruk yağı gibi doymuş yağ içeriği yüksek kaynakların tüketimini sınırlamalısınız.”
    Şeker ve işlenmiş gıdalardan mutlak suretle kaçılmasını tavsiye eden Doğan, “Aşırı şeker tüketimi ve işlenmiş gıdalar, obezite riskini artırarak meme kanseri gibi hastalıkların gelişimine katkıda bulunabilir. Bu nedenle şekerli ve işlenmiş gıdalardan mümkün olduğunca uzak durmalısınız. Aldığınız paketli ürünlerin içeriğini mutlaka okumalı; glikoz şurubu, früktoz şurubu, şeker içeren ürünler yerine meyve ile tatlandırılan ürünleri tercih etmelisiniz” açıklamasında bulundu.
    Kırmızı et ve işlenmiş et tüketiminin sınırlanması gerektiğini söyleyen Doğan, “Sık sık kırmızı et ve işlenmiş et tüketmek vücudunuzda serbest radikal üretimini artırarak meme kanseri geliştirme riskinizi yükseltebilmektedir. İşlenmiş etler arasında jambon, sosis, pastırma, sucuk bulunmaktadır. Kırmızı et ve işlenmiş etler yerine bitkisel protein kaynakları olan kurubaklagillere, balık-hindi gibi beyaz et kaynaklarına yönelebilirsiniz” tavsiyesinde bulundu.
    Diyetisyen Doğan, alkol tüketiminin sınırlanmasının meme kanseri riskine karşı faydalı olabileceğini kaydetti. D vitamini seviyelerinin kontrol ettirilmesi gerektiğini dile getiren Doğan, “Dolaşımdaki düşük D vitamini seviyeleri ile meme kanseri riski arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Düzenli kan tahlillerinizi yaptırmayı ve sağlık uzmanınıza danışmayı unutmayınız” dedi.
    Doğan, vücut ağırlığı denetiminin çok önemli olduğu ifade ederek, sözlerini şöyle sonlandırdı:
    “Obezite, vücutta daha fazla yağ dokusu anlamına gelir. Yağ dokusu, östrojen gibi hormonların üretimini artırabilir. Özellikle post-menopozal kadınlarda yüksek östrojen seviyeleri, meme kanseri riskini yükseltir. Aşırı vücut ağırlığı, vücutta iltihabi süreçlere neden olabilir. Bu durumlar, kanser gelişimini teşvik eden bir mikro ortam oluşturabilir. Vücut ağırlığının artmasına sebep olabilecek basit karbonhidratlar (beyaz ekmek ve hamur işleri), rafine şeker içeren ürünler, yüksek yağlı gıdalar, kremalı ve soslu gıdaların tüketimini sınırlamak ve sağlıklı bir vücut ağırlığı dengesi sağlamak için beslenme uzmanınızdan destek almalısınız.”

  • Sezaryen oranları alarm veriyor: “İsteğe bağlı sezaryen kavramını yok etmek istiyoruz”

    Sezaryen oranları alarm veriyor: “İsteğe bağlı sezaryen kavramını yok etmek istiyoruz”

    Sezaryen oranlarının arttığını söyleyen İl Sağlık Müdürü Op. Dr. Yüksel Pehlevan, “İnsanları normal doğuma teşvik etmeye çalışıyoruz. Tabii ki anormal bir durum varsa ‘Sezaryen yapmayalım’ demek doğru değil ama isteğe bağlı sezaryen kavramını mümkün olduğunca yok etmek istiyoruz” dedi.
    Kocaeli İl Sağlık Müdürlüğü koordinesinde Şehir Hastanesi’nde açılan gebe okulunda eğitimlerin tamamlanmasının ardından mezuniyet töreni düzenlendi. Törene, İl Sağlık Müdürü Op. Dr. Yüksel Pehlevan, Hastane Başhekimi Doç. Dr. Bahadır Elmas, eğitimi veren hekimler, sağlık çalışanları, anne adayları ve eşleri katıldı. Pehlevan, çiftlerle bir araya gelerek, gebe okullarında verilen eğitim hakkında bilgilendirmelerde bulundu.

    “Doğumun fizyolojik süreç olduğunu en doğru şekilde aktarmak bizim görevimiz”
    Kocaeli’deki tüm anne adaylarına gebe sınıflarına eğitim vermek istediklerini ifade eden Op. Dr. Yüksel Pehlevan, “Bütün hastanelerimizde ve ilçe sağlık müdürlüklerimizde gebe sınıfı oluşturma yönünde önemli adımlar attık. Bugün de Kocaeli Şehir Hastanesinde gebe eğitimi mezuniyet töreni yaptık. Eşlerle beraber bu eğitimi gerçekleştirdik. Onlara gebelikte yaşanabilecek fizyolojik durumları aktardık, beslenme durumu ve kontrollerinin nasıl yapılacağı hakkında bilgiler verdik. Özellikle eğitimi eşlerle birlikte yaptık ki onlarda bilgi sahibi olsunlar. Hanımlarına yardımcı olsunlar. Doğumun fizyolojik süreç olduğunu en doğru şekilde aktarmak bizim görevimiz” dedi.

    “İsteğe bağlı sezaryen kavramını mümkün olduğunca yok etmek istiyoruz”
    Yüksel Pehlevan, normal doğum sayısını artırmak için çalıştıklarını belirterek, “İnsanları normal doğuma teşvik etmeye çalışıyoruz. Tabii ki anormal bir durum varsa ‘Sezaryen yapmayalım’ demek doğru değil ama isteğe bağlı sezaryen kavramını mümkün olduğunca yok etmek istiyoruz. Doğum fizyolojik bir olay. Bu konuda da normal doğum oranlarımızı Dünya standartlarına çekmek istiyoruz. Maalesef ülkemizde de, ilimizde de sezaryen oranlarımız oldukça yüksek. Sonuçta sezaryen bir ameliyattır. Endikasyon varsa sezaryen gerekli ama çok gerekli değilse sezaryen yapmamak lazım. Anne ve bebek sağlığı için bu çok önemli” diye konuştu.

    “Nihai hedef, normal doğumu aşılamak”
    Gebelik eğitiminin anne adaylarına katkı sağladığını dile getiren Kocaeli Şehir Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Bahadır Elmas, “Hastanemizin web sitesinde gebelik eğitimi ile ilgili formumuz var. Form dolduran herkesi arayarak 20. haftadan sonra gruplara ayırıyoruz ve burada eğitim desteği veriyoruz. Eğitimleri B blok 0. katta doğumhane girişinde gerçekleştiriyoruz. Eğitimlerimiz tamamen ücretsiz. Buradaki amacımız, sağlıklı gebeliği devam ettirmek ve süreçte yaşanacak herhangi bir zorluğa karşı anne adaylarımızı hazırlamak. Nihai hedefimiz ise en doğal doğum süreci olan normal doğumu onlara aşılamak. Süreç hakkındaki öncesi ve sonrası olmak üzere her alanda bilinçlendirmek” şeklinde konuştu.

    “Çok değerli bilgiler aldık”
    Gebelik okulunda eğitim alan anne adayı Rahime Nur Güçbilmez, “Kocaeli Şehir Hastanesi’ndeki Gebelik Okulu’nda 6 günlük bir eğitim süreci geçirdim. Aklımıza gelebilecek her türlü şeyi burada hekimlere danıştık. Ebelerimiz, hemşirelerimiz bizlerle çok iyi ilgilendiler. Hem doğum öncesi hem doğum sonrası süreçle ilgili çok değerli bilgiler aldık. Özellikle ilk çocuğa hamile olanlar için bu bilgileri birinci ağızdan duymak faydalı oluyor. Bu imkanı sağlayan herkese teşekkür ederim” ifadelerini kullandı.

    “Normal doğum sürecine katkı sağlamak istiyoruz”
    Dr. Öğr. Üyesi Öykü Yavuz, “Burada gebelere doğum süreci hazırlığı, doğum esnası ve sonrası izlenecek adımları göstermekteyiz. 3 hafta boyunca haftada iki kez olmak üzere gebelerimize eğitim veriyoruz” diye konuştu. Op. Dr. Ömer Doğukan Saraç ise ücretsiz şekilde gebelere destek verdiklerini ifade ederek, “Normal doğumun ülkemizde de artış göstermesi sürecine bizde katkı sağlamak istiyoruz” şeklinde konuştu.
    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Emre Sertel de, “Burada gebelerimizi doğum öncesi ve sonrasına hazırlıyoruz. Gebelerimizin önyargılarını kırıyoruz. İnşallah daha iyi işlere de imza atmayı hedefliyoruz” dedi.