Kategori: Sağlık

  • Soğuk hava cilt hastalıklarını artırıyor

    Soğuk hava cilt hastalıklarını artırıyor

    Sonbahar aylarında havaların soğumasıyla beraber daha çok orta yaş ve üzeri kişilerde kollarda, bacaklarda, karın çevresi ve sırt bölgesinde deri kuruluğunda artış ve geceleri artan şiddetli kaşıntı ortaya çıkabileceğini belirten Dermatoloji Uzmanı Dr. Ümit Bostancı, “Deri kuruluğu giderilmediği sürece verilen kaşıntı kesici ilâçlar pek işe yaramaz. Deri kuruluğunu gidermenin tek yolu kuruyan bölgeleri kremlerle düzenli olarak nemlendirmektir. Sıcak suyla banyo yapılmamalı, cilt fazla keselenmemeli ve banyodan sonra bütün vücut mutlaka kremlerle nemlendirilmelidir. Saçlı deri, yüz, dış kulak yolu, kulak arkası gibi bölgeleri tutan, ilgili bölgelerde kızarıklık, kabuklanma, kaşıntı yapabilen bir egzama türüdür. Kış aylarında soğuk hava etkisi, güneş ışınlarının azalması ve artan stres ile beraber belirgin alevlenmeler görülebilir. Soğuk rüzgârdan korunmalı, dermatologlar tarafından önerilen fazla yağlı olmayan nemlendiriciler ve tedavi kremleri düzenli kullanılmalıdır” dedi.

    Sedef hastalığı ömür boyu devam eden süreğen bir deri hastalığı olduğunu belirten Bostancı, “Vücudumuzun herhangi bir bölgesinde veya çok yaygın şekilde kuraklık ve üzerinde kabuklanmalarla seyreder. Yaz aylarında yoğun güneş ışınlarının etkisiyle iyileşme eğiliminde olan hastalık kış aylarında azalan güneş ışınları, artan stres seviyesi, yine artan üst solunum yolu enfeksiyonları sebebiyle alevlenmeler ve artışlar gösterebilir. Kış aylarında güneşli havalarda güneş ışınlarından mümkün olduğunca faydalanmak gerekir. Stres seviyesini azaltmak için açık güneşli havada yürüyüş, spor yapmak faydalı olacaktır. Hastalık belirtilerinin arttığı durumlarda bir dermatolog tarafından muayene edilmekte fayda vardır. Havaların soğumasıyla beraber hem soğuk rüzgârlı hava, hem soğuk sular elde tahriş egzamasını tetikleyebilir. Ellerde kuruluk, kaşıntı, kızarıklık, çatlama gibi belirtiler ortaya çıkar. Eller soğuk hava ve sudan korunmalı, soğuk suyla eller yıkanmamalı, bulaşık yıkarken pamuk astarlı eldiven takılarak deterjan ve soğuk sudan korunmalıdır. Su temasından sonra mutlaka ellere nemlendirici kremler uygulanmalıdır. Elleri yıkarken gliserinli sabunlar veya sabun içermeyen yıkama jelleri veya köpükler kullanılabilir” diye konuştu.

    Soğuğa bağlı kurdeşen özellikle soğuk su, soğuk hava, buz gibi maddelerle temas sonucu deride ortaya çıkan kaşıntılı kızarıklar ve kabarıklıklar ile seyrettiğini ifade eden Bostancı, “Tedavide soğuktan korunma ve bazı alerji ilaçları kullanılır. Kış aylarında soğuğa maruz kalma sonucu el, ayak, burun, kulak kepçesi gibi uç bölgelerde kaşıntılı, ağrılı kızarıklık kabarıklıklar görülür. Bilhassa kış boyunca devam eder. Kış aylarında soğuk havalarda eller, ayaklar, burun ve kulaklar soğuktan çok iyi korunmalıdır. Tedavi İçin mutlaka bir dermatologla temasa geçilmelidir” dedi.

  • Hava Kuvvetlerine ait ambulans uçak organ nakli bekleyen hasta için havalandı

    Hava Kuvvetlerine ait ambulans uçak organ nakli bekleyen hasta için havalandı

    Milli Savunma Bakanlığından yapılan paylaşımda, “Hava Kuvvetleri Komutanlığımıza ait ambulans uçağımız ile acil organ nakli bekleyen bir vatandaşımız için 9 Ekim 2024 tarihinde Çarşamba/Samsun’dan İstanbul’a kalp grefti başarıyla ulaştırıldı” denildi.

  • Meme kanserinde destek almanın önemi

    Meme kanserinde destek almanın önemi

    Bir hastalığa yakalandığımızda aklımıza üşüşen soru işaretlerinin başında bu hastalığın bize nasıl zarar vereceği, hayatımızı ne ölçüde etkileyeceği, tedavisinin olup olmadığı vardır Psikiytri Uzmanı Dr. Ömer Öz, “Çoğu insan çevresinden duyduğu, geçmişte edindiği bilgiler neticesinde başına gelen bu hastalık durumunu yorumlar ve ona göre tepkilerini belirler. İşte bu açıdan ‘kanser’ adı toplumda etiket olarak ‘ızdıraplı ve umutsuz bir yol’ çağrışımlarını içerir. Çoğu insanın ilk duyduğu andan itibaren gelecek planlarını bir rafa kaldırıp hemen tedaviye adapte olması zordur. Çünkü insan mevcut huzurlu durumunu korumak, şimdiki halinden daha kötü olmamak için kontrol mekanizmalarını devreye sokmak ister ve bir hastalık durumunu yok sayar. Tedavi sürecinin nasıl olacağı, geleceğinin nasıl şekilleneceği, diğer insanlarla ilişkilerinin ne yönde gideceği gibi soru işaretlerini düşünmeye vakit ayırmak yani bu duruma adapte olmak belli bir süre alır. Hastalık teşhisinin öğrenildiği ilk süreçlerde kişinin sakin, güçlü, dimdik durması gibi beklentiler kişileri daha fazla baskı altında hissettirebilir. Çünkü zorlayıcı durumlarda insan olarak endişe, üzüntü, panik halinde olmak normal bir tepki olabilir” diye konuştu.

    Kanser teşhisinin insana verdiği en büyük zorluklardan biri de daimi bir belirsizliğin içerisine atılmış olduğunu düşünmesinden ileri geldiğini belirten Öz, “Yapılan tetkikler, ameliyatlar, patoloji sonuçları, kemoterapi süreci, işine geri dönüp dönemeyeceği, enfeksiyon riski gibi daha önceden dikkat etmediği ve bilmediği bir sürü süreçle ilgili bilgi sahibi olmak zorunda kalınır ve bu yeni bilgiler bir sınavı geçmek ya da kültür seviyesini arttırmak için öğrenilen bilgiler değil, kişinin kendi hayatını doğrudan ilgilendiren bilgilerdir. Hastaneye gidilen her gün ayrı bir gerginlik ve endişe tetiklenmesine sebebiyet verebilir. Bu süreçte size destek olabilecek, sürecinizde bilgilendirmeleri usanmadan yapabilecek hekimlere, hemşirelere, sağlık çalışanlarına sahip olmak kafanızdaki belirsizlikleri atmanızı kolaylaştıracaktır. İnsan acılarına yapılabilecek en iyi şey, o acılara karşı duyarlı olmak ve acıyı birlikte göğüslemektir. Hekimlerin, sağlık çalışanlarının ve hasta yakınlarının üzerine bu kısımda oldukça büyük bir sorumluluk yükleniyor. Kafasındaki soru işaretleri insanı belirsizliğe iten, tedaviye dair umutsuzluğa neden olan etmenler olabilir, bu sebeple detaylı bilgi almak ve sürecinizi bilmek için soru sormaktan çekinmemek gerekir. Bu soruları sorarken, her insanın birbirinden farklı olduğunu ve tedavi süreçlerinin değişebileceğini unutmamak gerekir, yani diğer insanın başına gelen bir şeyin sizin başınıza da geleceğine dair şeyler bir kesinlik değil yalnızca birer tahmindir” dedi.

    Kanser teşhisi aldıktan sonra insanların çoğu geçmiş hayatlarındaki bazı sebeplere karşı kızgınlık ve pişmanlık yaşadığına dikkat çeken Öz, “Kendini veya çevreyi suçlama oldukça fazla görülen şeylerdir. Evet, geçmiş yaşamda bazı şeyleri farklı yapsanız belki şimdi daha farklı durumda olabilirdiniz. Ancak hayal kurup, iyi olacağına inandığınız durumun da şimdiden daha iyi olacağına dair kurduğunuz senaryolar da sadece birer tahminden ibaret. Bunu şimdi değiştirmek mümkün değilse bundan sonra ne yapabiliriz ona bakmak, tedavimizi sahiplenmek, insan ilişkilerimizi sağlıklı tutmaya çabalamak daha uzun vadeli bir fayda sağlayacaktır. Kanser teşhisi sonrasında hayatın adil olmadığına, başınıza gelen bu durumu hak etmediğinize dair sorgulama ve hayal kırıklığı yaşanabilir. Ancak değişen hayatınızla birlikte mutlu olduğunuz, iyi hissettiğiniz şeyler de değişmeye, başkalaşmaya başlar. İçinde bulunduğumuz durumun aslında doğanın akışında başımıza gelen, üzerinde kontrol gücümüzün olmadığı bir süreç olduğunu bilmek, ona dair olan isyan ve öfkemizi biraz olsun azaltabilir. Kontrolümüzde olan tek şey kendi davranışlarımızdır ve tedaviyi sahiplenmek, hekimlerin önerilerine uymak hastalığın gidişatında bize daha güvenli hissettirecektir. Öte yandan kanser tedavisi sürecinde hasta yakınlarına düşen en önemli şey, hasta olan kişinin kararlarına saygı duymak ve onu bıkmadan dinlemeye çalışmaktır. Kimi zaman kişinin yararı için ısrarcı ve zorlayıcı tedaviler ya da davranışlar yapılması gerekse de bunu kişiye anlayabileceği seviyede anlatmak, bu isteğin ne gerekçeyle istendiğini karşı tarafa iletmek çok önemlidir. Diğer insanların bakışları, cümleleri, davranış tarzları kanser teşhisi alan bireyleri oldukça fazla etkilemektedir, bu sebeple söylediklerimizle karşı tarafa saygı duyduğumuzu, onun kararlarını önemsediğimizi iletebilmek, iki tarafa da iyi gelecektir. Bir hastalığa sahip olması, o kişinin hayatına dair verebileceği kararların yok olduğu anlamına gelmemelidir” diye konuştu.

    Her geçen gün gelişen tıbbın, kanser tedavisinde milyonlarca hayatı kurtaracağı ümidiyle kanser teşhisinin ‘ümitsiz bir yol’ olarak görülmemesini gerektiğini belirten Öz, “Hastalık sürecinde psikolojik destek almanın süreci ızdırapsız geçirmeye, hastalığın zorluklarının azalmasına faydalı olabileceğini belirtmek isterim. Tedavide amacımız acıları yok etmek, insanı hastalıklarına karşı tepkisiz hale getirmek değil; hastalıkların biz istemeden başımıza gelen, acı verse de bize çok fazla şey öğretebilen bir şey olduğunu karşı tarafa anlatmaya çalışmaktır. Kanser teşhisi sebebiyle ruhsal zorluk yaşayan kişilerin bir uzmandan destek almasının, kişinin kendisi ve yakınları için yararlı olacağını bilmeliyiz” dedi.

  • Orhangazi’de Kadınlar İçin Menopoz Eğitimi

    Orhangazi’de Kadınlar İçin Menopoz Eğitimi

    Orhangazi Belediyesi, eğitim çalışmalarına farklı alanlarda devam ederken, kadınlara yönelik önemli bir etkinliğe daha imza attı. Yalova Uzmanlar Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Operatör Dr. Salise Mesude Koldaş, menopoz konulu bir seminer düzenledi. Hanımlar Lokali’nde gerçekleşen bu özel seminerde, Dr. Koldaş menopoz sürecinin belirtileri, tedavi yöntemleri ve yaşam tarzı önerileri gibi konuları ayrıntılı bir şekilde anlattı.

    Konu Bütün Boyutlarıyla Tartışıldı

    Seminere katılan kadınlar, menopozla ilgili merak ettikleri soruları uzman doktora sorma fırsatı buldu. Yoğun katılımla gerçekleşen eğitimde, kadınların menopoz sürecinde karşılaştıkları zorluklar ve bu süreci daha sağlıklı bir şekilde nasıl geçirebilecekleri üzerine öneriler paylaşıldı.

    Belediye yetkilileri, kadınlara yönelik eğitim programlarının süreceğini belirterek, sağlık ve sosyal alanlarda daha birçok etkinlik düzenleyeceklerini açıkladı.

  • Normal doğum anne ve bebeğin bağını güçlendiriyor

    Normal doğum anne ve bebeğin bağını güçlendiriyor

    Bursa Şehir Hastanesi’nde görevli Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Sevgi Şenol, “Normal Doğum Haftası” kapsamında normal doğumun; anne, bebek ve toplum sağlığı üstüne etkileri hakkında açıklamalarda bulundu. Normal doğumun, bebeğin anne rahmindeki sürecini tamamlamasının ardından vajinal yolla dünyaya geldiği doğum şekli olduğunu dile getiren Op. Dr. Şenol, “Genellikle gebeliğin 37. haftasının tamamlanmasının ardından rahim kasılmaları ile birlikte başlayarak müdahale gerektirmeksizin doğal sürecinde gerçekleşir” dedi.
    Tıbbi bir endikasyon olmaması halinde ilk tercih edilen normal doğumun, anne vücudu için pek çok avantaj sunduğunun altını çizen Şenol, “Sezaryen doğuma kıyasla normal doğuran anne; doğumdan hemen sonra ayağa kalkabilir, günlük yaşantısına geri dönebilir, doğumdan hemen sonra ameliyat yaşanmadığı için bebeğini emzirebilir, hemen ten tene temas sağlanabilir. Dolayısıyla normal doğum sırasında anneden salgılanan hormonlar, annenin doğumunun daha rahat geçmesini sağlar” şeklinde konuştu.

    Bebeğin bağışıklığı güçleniyor

    Halk arasında “Sevgi hormonu” olarak da bilinen oksitosin hormonunun normal doğum sırasında salgılandığını vurgulayan Şenol, “Bu hormon rahim kasılmalarını kolaylaştırarak doğumu hızlandırır. Aynı zamanda da anne ve bebek arasında çok daha kuvvetli bir bağ kurulmasını sağlar. Bunun yanı sıra normal doğum sırasında vajinal kanaldan geçen bebek, doğum kanalından geçtiği sırada akciğerindeki amniyon sıvısını daha etkin bir şekilde dışarı atar. Bu sayede doğumdan sonra bebeğin solunum sistemi olumlu etkilenir. Bebek doğum kanalından geçerken annenin vajinal florasıyla karşılaşır ve vajinal flora ile temas bebeğin bağışıklığını güçlendirir. Bununla birlikte bebeğin vücudundaki faydalı bakteriler dediğimiz mikrobiyomu zenginleşir ve ileriki yaşlarda bebeğimiz daha sağlıklı bir birey haline gelir” diye konuştu.

    Annelerin kendine güveni artıyor

    Normal doğumda tıbbi kaynakların daha az tüketildiğini ve annenin en kısa sürede iyileşerek toplum hayatına katıldığını ifade eden Şenol, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
    “Normal doğum sırasında anne, doğum eylemine aktif olarak katılır ve doğumda aktif olarak rol alır. Bu da annenin kendine güvenin artmasına neden olur. Anne doğum sonrası daha pozitif bir bilinç durumu geliştirir ve kendini daha iyi hisseder. Birçok kadın normal doğum deneyiminin kendini güçlendirdiğini ve doğum sonrası annelik süreci ile ilgili daha pozitif duygular yaşadığı konusunda hemfikirdir.”

    Op. Dr. Sevgi Şenol son olarak, “Doğum şekli tıbbi endikasyonlar dâhilinde her zaman sağlık profesyonelleri tarafından belirlenir. Bizim önceliğimiz hem annenin hem bebeğin sağlığıdır. Normal doğum tamamen doğal bir süreçtir. Anne, bebek ve toplum için pek çok faydası vardır” ifadelerini kullandı.

  • Bebeğin ilk dopingi: Anne sütü

    Bebeğin ilk dopingi: Anne sütü

    Anne sütünün herkes için çok önemli olduğunu dile getiren Çocuk Hastalıkları ve Sosyal Pediatri Uzmanı Doç. Dr. Filiz Tubaş, Emzirme Haftası vesilesiyle faydalı bilgiler verdi. Emzirmenin herkese faydası olduğundan bahseden Doç. Dr. Tubaş “Emzirme sadece annenin sağlığı için değil herkes için, ülke ekonomisi için bile çok önemli ve yapılması gereken bir durum. En çok karşılaştığımız şeylerden bir tanesi annelerin; ‘Ben çocuğumu emziremiyorum. Hiç emziremeyecek miyim?’ korkuları. Hâlbuki bu süreç öğrenilebilir bir süreç” diye konuştu.

    “Bebeğin ilk bin günü çok önemli”

    Ülkemizde ilk 6 ay sadece anne sütü verme oranının çok düşük olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Tubaş “İlk 6 ay anne sütüyle ve 6 aydan sonra 2 yaşına kadar tamamlayıcı besinlerle beraber anne sütü almak çok önemli ve hayatidir. ‘İlk bin gün’ dediğimiz, bebeğin anne karnına düştüğü günden itibaren sonrasındaki 2 yaşa kadarki dönem bebeğin beslenmesi, alerjik durumlara karşı bağışıklığını geliştirmesi, kanser gibi hastalıklarla mücadele etmesi ve bağışıklığın artması için çok önemlidir” dedi.

    “Anne sütü bebeklerin zihinsel ve fiziksel gelişimi için önemli”

    Anne sütünün bebeklerin hem fiziksel hem de zihinsel gelişimi için çok önemli olduğunu aktaran Doç. Dr. Tubaş, “Her anne kendi bebeğine özgü süt salgılar. Anne sütünün bebekleri zatürreden, çölyak hastalığından, diyabetten koruduğunu düşünüyoruz. Ayrıca sağlıklı bir büyüme için de anne sütünü vermek çok önemlidir. Çocukların beyin gelişimi için ve okul başarılarının daha iyi olması için de gerçekten anne sütü gereklidir” dedi.

    “Anne sağlığı için de önemli”

    Bu durumun anne sağlığı için de çok önemli olduğuna değinen Doç. Dr. Tubaş annelere çocuklarını emzirememek ile ilgili kaygıya kapılmamaları çağrısında bulundu. Kendisinin de bir anne olarak bu süreci yaşadığını belirterek, annelerin emzirmeye istekli olmasının, doğum sonrası sosyal hayatını emzirmeye göre yeniden organize etmesinin anne ve bebek sağlığı için vazgeçilmez olduğunu vurguladı. Herhangi bir problem yaşanması durumunda ise kendilerinin de her zaman destek olacağını belirtti.

  • Alerjik hastalıklar okul başarısını etkiliyor

    Alerjik hastalıklar okul başarısını etkiliyor

    Alerjik hastalıkların çocukların okul başarısını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebileceğini ve bu nedenle tanı ve tedavinin ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulayan Çocuk Alerji Uzmanı Prof. Dr. Müge Toyran, çocuklarda alerji belirtileri hakkında bilgi verdi.

    ÇOCUĞUNUZDA BU BELİRTİLER VARSA DİKKAT!

    Sonbaharda yabani ot polenlerinin çoğalmasıyla birlikte, bu polenlere duyarlı çocuklarda alerji belirtilerinin artış gösterdiğini aktaran Çocuk Alerji Uzmanı Prof. Dr. Müge Toyran, sonbahar alerjisinin farklı belirtileri olabileceğini aktardı. Prof. Dr. Müge Toyran, “Alerjik nezlesi olan çocuklarımızda burun akıntısı, kaşıntısı, hapşırma veya burun tıkanıklığı, geniz akıntısı görülebilir. Astımı olan çocuklarımızda öksürük, hışıltılı solunum, göğüs ağrısı, nefes darlığı gibi belirtilerle gelen astım atakları gelişebilir. Atakların yanında egzersizle veya alerjen maruziyeti ile bu şikayetler kısa süreli ortaya çıkabilir. Çabuk yorulma ve egzersiz toleransında azalma görülebilir. Alerjik egzaması (atopik dermatit) olan çocuklarımız, sonbaharda hava değişimi ve alerjenlere bağlı olarak cilt kaşıntısı, kuruluk ve lezyonlarında artış yaşayabilirler.” dedi.

    ALERJİYİ TETİKLEYEN FAKTÖRLER ALERJİK HASTALIĞIN YAPISINA GÖRE DEĞİŞİYOR!

    Polenlerin yanı sıra sonbaharda nem artışı ile birlikte mantar sporlarında (mantarlar için ana üreme birimleri) da artış görüldüğünü ve bu mantarlara duyarlılığı olan çocuklarda alerjik şikayetlerin arttığını belirten Prof. Dr. Müge Toyran, alerjiyi tetikleyen faktörler hakkında şunları söyledi:

    “Alerjik hastalığın yapısına göre tetikleyiciler farklılık gösterir; ancak temelde duyarlı olunan alerjenle karşılaşmak, alerjik hastalıkların hepsinde şikayetleri tetikler. Bunun yanında, hava kirliliği, sigara dumanı, soğuk hava, enfeksiyonlar astım için tetikleyici etki yapar. Alerjik egzeması olanlarda bazı gıdalar, terlemek, cildi tahriş eden kıyafetler ve cilt kuruluğunun artması hastalığı tetikleyebilmektedir.”

    TANI VE TEDAVİNİN İHMAL EDİLMESİ FİZİKSEL, PSİKOLOJİK VE SOSYAL SORUNLARA YOL AÇABİLİR!

    Alerji tedavisine erken başlamanın çocuğun yaşam kalitesini artırarak okul başarısını ve sosyal ilişkilerini olumlu etkilediğinin altını çizen Prof. Dr. Müge Toyran, “Alerjik hastalıkların tanısının konması ve neden olan duyarlılıkların saptanması, hastalığın ilerlemesini engellemek ve çocuğun yaşam kalitesini artırmak için önemlidir. Sık tekrarlayan öksürük, burun akıntısı, tıkanıklık, hışıltılı solunum gibi şikayetleri olan çocukların alerjik rinit ve astım açısından değerlendirilmesi gerekir. Tanı almayan veya uygun tedavi başlanmayan çocuklar, fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca, tedavi eksikliği akut ve kronik sinüzit, orta kulak iltihabı gibi sorunlara yol açabilir. Okul döneminde ise bu durum, çocukların akademik başarılarını, sosyal ilişkilerini ve öz güvenlerini olumsuz etkileyebilir.” diye konuştu.

    HASTALIĞIN TEDAVİSİ VE TAKİBİ ÇOCUĞA ÖZEL PLANLANMALI!

    Alerjik hastalığın şiddetine göre, koruyucu veya kurtarıcı ilaçlarla tedaviler planlanabildiğini bildiren Prof. Dr. Müge toyran, “Tedavi planının çoçuğa özel yapılması ve belli aralıklarla izlenerek, çocuğun durumuna göre yeniden düzenlenmesi gereklidir; çünkü bu hastalıklar dalgalanmalı bir seyir gösterirler ve ilaç ihtiyacı dönem dönem farklılıklar gösterebilir. Çocuğun mümkün olan en düşük dozda ve en az ilaçla tedavi edilmesi önemli olduğundan, bu çocukların yakın izlenmeleri ve tedavilerinin buna göre planlanması gereklidir.” ifadelerini kullandı.

    SONBAHARDA ALERJİNİN TETİKLENMESİNİ ÖNLEMEK İÇİN DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER

    Çocuk Alerji Uzmanı Prof. Dr. Müge Toyran sonbahar alerjisinin tetiklenmesini önlemek için dikkat edilmesi gerekenleri ise şöyle sıraladı:

    • Sonbahar alerjilerinin en önemli tetikleyeni olan nem artışını kontrol altına almak için evde nemi azaltmaya yönelik önlemler alınmalıdır.
    • Evin havalanmasına ve havalandırma tesisatının düzgün çalışmasına özen gösterilmelidir.
    • Mümkünse ev içinde çamaşır kurutulmamalıdır.
    • Evde rutubet olmadığından emin olunmalı; kararma veya yeşerme oluşursa tamiri yapılmalıdır.
    • Ev içinde yoğun şikayetleri olan çocuklar, HEPA (Yüksek Verimli Partikül Yakalayıcı) filtreli hava temizleyicilerinden yararlanabilir.
    • Dış ortamdan gelen polenler ve mantar sporlarına temas azaltılmalıdır; bu nedenle evin havalandırıldığı dönemler dışında pencereler kapalı tutulmalıdır.
    • Bahçede kuruyan yapraklar düzenli olarak toplanmalı ve çevredeki ağaçların sağlıklı büyümesine özen gösterilmelidir.
    • Dışarıdan gelindiğinde çocuğun üstü değiştirilip, elleri ve yüzü yıkanmalı, mümkünse duş almalıdır. Dışarıda şikayetleri olan çocuklar için şapka ve gözlük kullanımı önerilebilir.

     

  • Sigarayı bırakmak isteyenlere müjde

    Sigarayı bırakmak isteyenlere müjde

    Hastane bünyesinde açılacak olan sigara bıraktırma polikliniği hakkında konuşan Çarşamba Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Öğr. Üyesi Aykut Özturan, “Sigara ve nikotin bağımlılığı tedavi edilmesi mümkün bir sağlık problemidir. Sigara ve tütün ürünleri başta akciğer olmak üzere pek çok organı olumsuz etkileyerek insan sağlığını tehdit etmektedir. Biz de sigaraya bağlı hastalık riskini azaltmak ve yaşam kalitesini artırmak için sigara ile mücadelelerinde vatandaşlarımıza destek olmak amacıyla sigara bıraktırma polikliniğimizi açıyoruz” dedi.

    5 kişiden 1’i tütün kullanıyor

    Sigara bıraktırma polikliniği sorumlusu Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Fatma Selen Ala Çıtlak ise “Yetişkin nüfusta yaklaşık her 5 kişiden 1’i tütün ürünü kullanıyor. Dünya genelinde her yıl 8 milyondan fazla kişiyi sigara ve ilişkili hastalıklardan dolayı kaybediyoruz. Biz de halk sağlığını tehdit eden sigarayı bırakmak isteyen vatandaşlarımızın bağımlılıkla mücadelelerinde artık yanlarındayız” diye konuştu.
    11 Ekim’de hasta kabulüne başlayacak olan sigara bıraktırma polikliniği için vatandaşlar Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) üzerinden randevu alabilecekler.

  • Kıskançlığı tetikleyen sebeplere dikkat!

    Kıskançlığı tetikleyen sebeplere dikkat!

    Kıskançlık, bireyin bir başkasının sahip olduğu ya da olabileceği bir şeyin karşı karşıya olduğu tehdit, endişe ve rahatsızlık hissi olarak ortaya çıkıyor. Genelde romantik ilişkilerde görülse de, aile, arkadaşlık ve iş bolluğunda kendini gösterebilir. Kıskançlık, her ne kadar insani olayların bir parçası olsa da, aşırı derecede meydana geldiğinde ciddi sonuçlar doğurabilir. Peki, kıskançlık neden olur, tanıtımlarda nasıl bir etki yaratır ve bu duyguyla nasıl başa çıkılabilir ?

    Kıskançlık Neden Olur ?

    Kıskançlık, genellikle bireyin kendine olan güveniyle ve karşı noktalarda yaşananlarla ilişkilidir. Özgüven eksikliği , kişinin kendini yeterince değerli hissetmesine neden olur ve bu da davranışlarlığın ortaya çıkmasını tetikleyebilir. Kıskançlık aynı zamanda geçmişte yaşanan travmalar , özellikle aldatılma ya da ihanet gibi olaylarla da ilişkilendirilebilir. Bu deneyimler, bireylerin yeni bileşenlerinde güvensiz ve tehdit altında hissetmeye itebilir.Ek olarak, bazı insanların pazarlarında aşırı kontrol ürünleri bulunurlar. Partnerlerini sürekli izleme, nereye gittiklerini sorgulama veya sosyal paylaşımlarını sınırlamaları yapılabilir. Bu kontrol ihtiyacı, kıskançlığının artması ve bozulmasına neden olur. Aynı zamanda, aralarındaki ilişki da ayrılıkları besler; Kişi partnerine aşırı bağlı olduğunda, onun başkalarıyla olan kalitesiyle bir tehdit olarak algılar.

    Kıskançlığı Tetikleyen Sebepler

    Kıskançlık çeşitli durumlar tarafından tetiklenebilir. İşte bazı yaygın tetikleyici faktörler:

    Özgüven Eksikliği: Kişinin kendini yetersiz göstermesinde, partnerinin başkalarıyla olan iletişimlerinden endişe duyabilir.
    Geçmişte Yaşanan Olumsuz Deneyimler: Aldatılma veya terk edilme gibi olaylar, değişikliklerde ayrılmalık değişebilir.
    İletişim Eksikliği: İlişkide açık ve güvene dayalı bir iletişimin olmaması, yanlış anlamalar ve güvensizlik doğurur.
    Sosyal Medya: günümüzde sosyal medya, olayları tetikleyen en önemli unsurlardan biridir. Partnerin sosyal medya üzerindeki etkileşimleri, yanlış anlaşılmalara neden olabilir.

    Kıskançlık Ne Zaman İlişkileri Zarar Verir ?

    Kıskançlık, doğal bir duygudur; Ancak aşırı hale geldiğinde ilişkilerde ciddi zararlara yol açabilir. Aşırı anormallik , partnerin sürekli sorgulanması, sosyal alanın kısıtlanması ya da sürekli gözetlenmesi gibi kontrol edici davranışlara neden olabilir. Bu tür tutumlar, ilişkideki güveni zedeler ve partnerin kendini baskı altında hissetmesine yol açar.

    İlişkilerde zarar veren kıskançlık, bir araya getirilerek karşılandıkları güveni yok eder ve sağlıklı iletişimi engeller. Partnerler arasında sürekli şüphecilik ve çatlak yaratan ayrılmalık, sürekli sevgi ve ayrılıklar da bulunabilir. Sonuç olarak, aşırı kopmalık, uzun süreli ayrılmaların yıpranmasına ve hatta sona ermesine neden olabilir.

    Kıskançlıkla Başa Çıkma Yolları

    Kıskançlıkla başa çıkmanın birçok yolu vardır ve bireyler, bu süreçte hem kendi duygusal sağlıklarını hem de beğenilenler. İşte bazı başa çıkma teknikleri:
    Öz Farkındalık: Kıskançlık gösterdiğinizde, bu duyguyu öğrendiğinizi. Neden bu duyguyu yaşıyorsunuz? geçmişte yaşanan bir olay mı sizi tetikliyor? Kendi duygularınızı fark etmek, kontrol etmek istiyorsanız.

    İletişim: Partnerinizle açık ve dürüst bir şekilde konuşmak, kıskançlıkla başa çıkmada en etkili yollardan biridir. Duygularınızı ve endişelerinizi paylaşarak, yanlış anlamaların önüne geçebilirsiniz.

    Özgüven Geliştirme: hızlanan güvenliğinizi arttırır, aşınmalıkların hafifletilmesini sağlar. Kendi değerinizi geliştirmek ve geliştirmek, aşkınlığın temelindeki güvensizliği azaltır.
    Gerçekçi Olmak: Kıskançlığınızı tetikleyen durumları analiz edin ve gerçek, yalnızca zihninizde yarattığınız bir tehdidi ayırt edin. Çoğu ayrılık duygusu, gerçek bir tehditten ziyade, kendi korkularınızdan ayrılırsınız.

    Sınırlar Koymak: birikimleri sağlıklı olarak biriktirebilir, saklamayla daha iyi başa çıkabilirsiniz. Partnerinizi kontrol etmeye çalışmak yerine, ona güvenmeyi sürdürmek, ilişkilerinizdeki stresi azaltır.

    Uzman Klinik Psikolog Yunus Emre Yıldız,” Sonuç olarak kıskançlık, doğal bir duygu birlikte, aşırı hale gelen ilişkiler ciddi şekilde zedeleyebilir. Özgüven eksikliği, geçmişteki olumsuz deneyimler ve güvensizlik gibi faktörler, bozulmaları tetikleyebilir. Kıskançlıkla başa çıkmanın en etkili yolları, öz uzak mesafeli, açık iletişim masrafları ve gerekirse profesyonel yardım almaktır. Her zaman, sağlıklı bir ilişki karşılıklı güven, saygı ve açık iletişim üzerine kuruludur.” dedi.

  • Kalıcı makyaj uygulamalarına dikkat

    Kalıcı makyaj uygulamalarına dikkat

    Makyaj uygulamaları toplumda birçok kadın tarafından sıklıkla tercih edilirken uzmanlar, göz sağlığını korumak için makyaj malzemesi kullanırken dikkat edilmesi gereken noktaları sıklıkla vurguluyor. Kozmetik ürünlerin bilinçsiz kullanımı, hijyene dikkat edilmemesi, kullanılan ürünlerin başkalarıyla paylaşılması gibi nedenlerin göz sağlığı açısından risk oluşturduğunu belirten Göz Hastalıkları Bölümü Eğitim Sorumlusu Prof. Dr. Arzu Taşkıran Çömez de önemli uyarılarda bulundu. Prof. Dr. Çömez, lens kullanan kişilerde makyaj süreçlerine yönelik bilgi verirken kalıcı makyaj uygulamalarına ilişkin de açıklamalarda bulundu.

    “Körlüğe kadar gidebilecek durumlar oluşabilir”

    Kozmetik ürünlerin kadınlar tarafından çok tercih edildiğini ancak kullanırken dikkat edilmesi gereken noktalar olduğunu aktaran Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Arzu Taşkıran Çömez, şöyle konuştu:

    “Makyaj kadının günlük hayatında çok önemli bir yer tutuyor. Bazı hususlara dikkat ettiğimiz sürece çok da bir sıkıntı yaşamayabiliriz. Bu hususlardan en önemlilerinden bir tanesi makyaj malzemelerinin kişiye özel olduğunu aklımızda tutmamız lazım. Arkadaş ya da aile bireylerimizle kendi ürünlerimizi paylaşmamamız gerekmekte çünkü bu enfeksiyon riskini oldukça fazla artırıyor. Bir başka önemli şey de mağazalarda denememiz için verilen ürünler, bunların sadece bizim için açıldığından ve tek kullanımlık olduğundan emin olmamız gerekir. Kalıcı uygulamalar, bazen kemoterapi ya da çeşitli cilt hastalıkları sonrası kirpiklerini kalıcı olarak kaybetmiş hastalara da uygulandığı için uygun kişiler, uzmanlar tarafından uygun ürünlerle steril ortamlarda yapılıyorsa uygulanabileceğini düşünüyorum. Her gün yapılacak bir takma kirpik uygulaması değil zaman zaman gerekli durumlarda uygun olacağını düşünüyorum. Bir takım yan etkileri, önemli komplikasyonları olabilir. Enfeksiyon bunlardan en önemlisi, kalıcı kirpik kaybı, yani kendi kirpiklerinizi kaybedebilirsiniz. Göz kapağının içe ya da dışa dönmesi görülebilir. Ayrıca kalıcı makyaj bir dövme işlemi, mikro pigmentasyon dediğimiz bir işlem, bu işlemle göz içinde üveit dediğimiz göz içi inflamasyonu körlüğe kadar gidebilecek durumlar da oluşabilir” dedi.

    “Makyaj malzemelerinin son kullanma tarihine dikkat etmeliyiz”

    Makyaj ürünlerinin son kullanma tarihlerinin göz ardı edilmemesi gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Çömez, “Makyaj malzemelerinin sıvı içerikli olanlarında belli bir tarihten sonra mikroplar, mantarlar, bakteriler üreyebilir, son kullanma tarihine dikkat etmemiz gerekiyor. Her üründe olduğu gibi makyaj malzemelerinde de bir son kullanma tarihi var, belki birçoğumuz çok dikkat etmiyoruz. 3-6 ay maksimum bu süreler kadar kullanıp sonra atıp kesinlikle yeni ürünlere geçmemiz gerekiyor çünkü onları çıkarttığımızda enfeksiyon riskini artıyoruz, tekrar içeriye sokuyoruz. Havadan bile birtakım bulaşlar olabilir. Kontak lens kullanan hastalarda takmadan önce ellerimizi yıkayıp kurutuyoruz. Sonrasında lensimizi takıyoruz, makyajımızı lensimizi taktıktan sonra yapmamız gerekir. Makyajı çıkartmadan önce kontak lensimizi çıkartacağız ve makyajımızı bir temizleyiciyle çıkarmamız lazım. Su bazlı yumuşak bir temizleyiciyle yatmadan önce muhakkak göz çevremizi ve yüzümüzü temizlememiz lazım. Bunu yumuşak hareketlerle, ovuşturmadan, çekiştirmeden yapmalıyız çünkü göz çevresinde gözümüzün estetik olarak daha sağlıklı, güzel görünmesini sağlayan bağlar var, onları gevşetmememiz gerekiyor. Makyaj malzemelerine bağlı kişiye özel birtakım alerjik durumlar oluşabilir. Size iyi gelen bir makyaj malzemesi bende alerji yapabilir. O yüzden ilk aldığımızda göz çevresine uygulamadan önce bileğimizin iç kısmında ürünü denememiz lazım. Eğer bir alerjik durum oluşmuyorsa göz çevresine uygulamamız gerekiyor. Makyaj yaparken enfeksiyon oluşması durumunda yani gözde çapaklanma, uyanma, batma, ışığa hassasiyet gibi bulgular olduğunda öncelikle makyajı sileceğiz. Makyaj yapmaktan bir süreliğine vazgeçeceğiz. Elimizdeki makyaj malzemelerinin maalesef tamamını atacağız. 2 hafta kadar bir tedavi aldıktan sonra yeni makyaj malzemeleriyle makyajımıza devam edebiliriz ama bu aşamada makyaj malzemelerinin tamamen atılması gerektiğini de söylemek isterim” şeklinde konuştu.