Kategori: Sağlık

  • Bastırılmış öfke depresyona zemin hazırlıyor

    Bastırılmış öfke depresyona zemin hazırlıyor

    Öfkenin nedenleri hem kişisel hem de çevresel olabilir. Kişisel faktörler arasında geçmiş deneyimler, öğrenilmiş davranış modelleri ve düşünce tarzları yer alırken, çevresel faktörler günlük stresler, ilişkilerdeki sorunlar veya iş yerindeki gerilimler olabilir. Öfke, bireysel deneyimlerimiz ve çevremizle olan etkileşimimizin bir sonucu olarak ortaya çıkar.
    Öfke ifadesi kişiden kişiye değişir. Bazı insanlar, özellikle öfkenin ifade edilmesinin kabul edilemez olduğu kültürlerde veya ailelerde yetişmişse, duygularını daha fazla bastırma eğilimindedir. Bu bastırma, özellikle erkeklerde toplumsal beklentiler nedeniyle daha yaygın olabilir.
    Bastırılmış öfke, fiziksel ve psikolojik sağlık sorunlarına yol açabilir. Hipertansiyon, depresyon ve ilişkilerde gerilim gibi sorunlara neden olabilir. Öfkenin sağlıklı bir şekilde ifade edilmemesi, bireyin hem kendisi hem de çevresi için olumsuz sonuçlara yol açabilir. İşsel ve romantik öfkeler, genellikle ilişkilerdeki dengeyi ve sosyal uyumu koruma çabası nedeniyle bastırılır. İş yerindeki öfke, profesyonel imajı koruma arzusu ve iş güvenliği endişeleri nedeniyle ifade edilmezken, romantik ilişkilerdeki öfke ise ilişkinin zarar görmesinden korkma ve sevdiğimiz kişileri incitme endişesiyle bastırılır. Bu öfkenin bastırılması, içsel çatışmaları ve stresi artırabilir, bireyin duygusal sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Zamanla, bu bastırılmış öfke, depresyon, anksiyete ve ilişkilerde gerilim gibi sorunlara yol açabilir. Ayrıca, bastırılmış öfke, kişinin kendine olan güvenini ve ifade özgürlüğünü azaltarak, kişisel ve profesyonel gelişimini engelleyebilir. Bu nedenle, öfkenin sağlıklı bir şekilde ifade edilmesi, hem bireysel hem de ilişkisel açıdan önemlidir. Öfkenin farkında olmak, onu anlamak ve uygun şekilde ifade etmek, hem kişisel hem de ilişkisel sağlığımız için hayati öneme sahiptir.
    Uzman Klinik Psikolog Aslı Kanizi, ” Öfke kontrolü için etkili yöntemler arasında öfke günlüğü tutmak, nefes egzersizleri yapmak ve meditasyon bulunur. Bu teknikler, öfkenin farkında olmayı ve onu daha sağlıklı bir şekilde ifade etmeyi kolaylaştırır. Ayrıca, profesyonel yardım almak ve terapi, öfkeyi yönetmede etkili olabilir. Kendi duygularımızı anlamak ve sağlıklı bir şekilde ifade etmek, öfke ile başa çıkma yolculuğumuzda bize rehberlik eder.” dedi.
  • Sonbaharda alerjik egzamaya dikkat

    Sonbaharda alerjik egzamaya dikkat

    Dermatoloji Uzmanı Dr. Oğuz Küçükçakır, egzama olarak da bilinen atopik dermatit, polenlerin fazla olduğu ilkbahar aylarında tetiklendiği gibi, havaların soğumaya ve nem oranının düşmeye başladığı sonbahar mevsiminde de kendini göstermeye başladığını ve bazen günlük hayatı etkileyecek kadar şiddetli seyir gösterebileceğini söyledi.

    Sonbahar ve kış aylarında kapalı ısıtma sistemlerinin kullanılmaya başlanması, çok kalın giysiler, sıcak banyolar, soğuk ve rüzgârlı hava, enfeksiyonlar egzamanın alevlenmesine sebep olduğunu belirten Dermatoloji Uzmanı Dr. Oğuz Küçükçakır, şunları söyledi;

    “Günlük hayatımızda uygulayacağımız basit önlemlerle bu durumdan korunmak mümkündür. Yün kıyafetler cildi kurutarak kaşıntıya sebep olacağı için kullanılmamalı, yerine pamuklu giysiler tercih edilmelidir. Sıcak suyla yapılan uzun banyolar cilde aşırı ısı temasına sebep olup cildin kurumasına sebep olur. Bunun yerine ilik su ile kısa süreli duş tercih edilmelidir. Banyoda hekiminizin önereceği, deriyi kurutmayan, nemlendirici özelliği olan, parfümsüz yıkama ürünleri kullanılmalıdır. Banyo sonrası ilk 5 dakikada deriyi havluyla ovalamadan, hafif dokunuşlarla, hafif nemli kalacak şekilde kurulanmalı ve hekiminizin önereceği nemlendirici sürülmelidir. Çok sıcak ve nemli ortamlardan uzak durularak aşırı terlemenin önüne geçilmelidir. Diğer genel önlemler, gıdalardan süt ürünleri, yumurta, kabuklu yemişler, soya ürünleri ve buğday gibi tetikleyici gıdalardan uzak durulmalı ve hekiminizin önerisi çerçevesinde gerekli alerji testlerinin yapılması uygun olacaktır.”

    Yeni satın alınan tüm elbiselerin giyilmeden önce yıkanması, formaldehit ve diğer tahriş edici kimyasalların temizlenmesini sağlayacağını ifade eden Küçükçakır, açıklamalarını şu şekilde sonlandırdı;

    “Çamaşır deterjanınız tahriş edici geliyorsa, kokusuz ve boyasız deterjanları tercih ediniz. Egzersiz yaparken geniş ve seyrek dokumalı kıyafetler giyiniz. Duygu ve stres, kaşıntıyı arttırarak egzamayı alevlendirdiğinden kızgınlık, düş kırıklığı, utanma gibi duygu durumlarıyla bas edebilmek ve gereğinde nasıl tedavi olunacağını öğrenmek ve yardım almak çok önemlidir. Bakteriler, virüsler ve mantarların neden olduğu bulaşıcı mikroorganizmalar egzamalı hastalarda çok sık problem oluşturduğundan, cildinizde oluşan artan kızarıklık, iltihap dolu şişlikler, uçuklar ve ateş durumunda vakit kaybetmeden hekime başvurulmalı. Sağlıklı beslenmek her hastalığın en temel tedavi biçimidir. E ve C vitamini bakımından zengin gıdalar tüketmek cildinizin nem oranını arttıracaktır. Prebiyotik ve probiyotik gıdalar ve takviyeler alarak bağışıklık sisteminizi güçlendirmek egzama tedavinde ve atakların sıklığını azaltmakta çok fayda sağlamaktadır. Günde en az 2 litre su içmeye özen gösteriniz ve sigaradan uzak durunuz.”

  • Sağlıklı beslenme ve hareketli hayat kalp sağlığını koruyor

    Sağlıklı beslenme ve hareketli hayat kalp sağlığını koruyor

    Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görevli Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Erhan Tenekecioğlu, Dünya Kalp Günü kapsamında açıklamalarda bulundu.

    Son yıllarda kalp ve damar hastalıklarına ciddi bir artış olduğunu belirten Doç. Dr. Tenekecioğlu, “Bunun sebebi teknolojinin gelişmesine bağlı olarak insanların hareket etmelerinde azalma, sağlıklı beslenmede ciddi şekilde bozulma, diğer çeşitli sebepler ile genetik faktörlerdir” dedi.

    Beslenme şeklinin bozulmasının kalp damar hastalıklarının ortaya çıkmasında önemli bir faktör olduğunun altını çizen Tenekecioğlu, “Katı yağ kullanımının artması, işlenmiş gıda tüketiminin artması ve fastfood tarzı beslenmenin özelikle gençler arasında yaygınlaşması kalp damar hastalıklarının daha genç yaşlarda ortaya çıkmasında ciddi bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumumuzda yaygınlaşmış olan fastfood alışkanlığının azaltılması gerekmektedir. Bunun yanında katı yağlardan da uzak durmamız gerekiyor. Beyaz et ve sebze ağırlıklı beslenmemiz önemli. Özellikle Akdeniz tipi beslenmeye iyice ağırlık vermemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.

    Hareketli Yaşamı Benimseyin

    Hareketsiz yaşamın metabolizmayı yavaşlattığını ve vücutta yağ birikimine sebep olduğunu vurgulayan Tenekecioğlu, “Günlük yaşamımızda hareketlenmeyi arttırmamız gerekiyor. Bazen asansör yerine merdiven kullanmakta fayda var. Sicilya’da yapılan bir çalışmada insanların 100 yaşını nasıl aştığını araştırmışlar. Yollar yokuş yukarı olduğu için insanlar sürekli hareket halinde ve bu onların metabolizmasının hızlanmasına ve iyi kolesterolün yükselmesine damar sağlığının daha iyi olmasına sebep olmakta” diye konuştu.

    Stresinde kalp sağlığında önemli bir faktör olduğuna dikkat çeken Tenekecioğlu, “Stresten kaçınmak imkânsız ancak stresli ortamlardan mümkün oldukça uzak durmak gerekiyor. Günün belli bir vaktinde evde rahatlatıcı bir aktivite bulunmakta fayda var. Bu sadece kafayı dinlendirmek için değil vücudun genel metabolizmasının düzenlenmesi konusunda çok faydalı olacaktır” ifadelerini kullandı.

     

  • Covid’de yeni varyant endişesi

    Covid’de yeni varyant endişesi

    Çin’in Wuhan bölgesinde 2019 yılında ortaya çıkan ve dünya genelinde salgına yol açan Covid-19’da yeni varyant endişesi yaşanıyor. Omicron’un bir alt grubu olduğu belirtilen “XEC” varyantı Avrupa ülkeleri ve Rusya’da görülürken uzmanlar varyant ile etkilerine ilişkin açıklamalarda bulundu. Varyantın Türkiye’de tespit edilip edilmediğine ilişkin açıklama bulunmadığını ifade eden Biruni Üniversite Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Sinem İliyaz ile Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzm. Dr. Müberra Hraloğlu, görüldüğü ülkelerden hareketle varyantın hızlı yayıldığını ancak çoğunlukla hafif seyrettiğine dikkat çekti.

    “Aşılar bu varyanta karşı da etkilidir denilebilir”

    “XEC” ve diğer varyantların özelliklerine ilişkin konuşan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Sinem İliyaz, “Etkileri öncekilerle benzer, daha çok üst solunum yolu enfeksiyonu bulguları oluşturuyor. Genellikle zatürreyi çok sık görmüyoruz eskisinde olduğu kadar pandeminin alevli olduğu dönemde hastaların hayat kaybetmelerinin nedeni özellikle zatürreydi. Şu dönemde o kadar sık değil ama hiç olmaz denecek boyut da değil. Bağışıklık sistemi çok zayıf olan kişileri, hassas popülasyonu yine etkileyebilir, zatürre yapabilir ama genel anlamda daha hafif seyirli olduğu söylenebilir. Sonbahar, kış dönemlerinde yine ara ara vakalarımızda artış görüyoruz. Özellikle bazen seyri çok hafif olduğu için her vakaya test yapılmıyor ama covid ile alakalı bir şeyler olabileceğini tahmin ediyoruz. Şu anda bizim açımızdan çok ürkütücü değil ama normal viral enfeksiyon salgını gibi seyrettiğini söyleyebilirim. Her yeni gelen varyant bir öncekinden daha hızlı yayılıyor. Bu varyant çok baskın olabilir, tüm dünyada da görülebilir, bu problem değil. Aile içinde, kapalı ortamlarda özellikle daha sık yayılmasına neden oluyor. Bunu engellemek için de genel önlemler var. El yıkamak, odaların havalandırılması, birazcık daha mesafeye dikkat etmek bunlardan yarar görebiliriz. Aşılar bu varyanta karşı da etkilidir denilebilir sadece süre biraz uzadığı zaman o aşıların etkinliği bir miktar azalıyor. Hasta yoğunluğumuz şu günlerde okulların açılmasıyla beraber artmaya başladı zaten çocuklar ilerleyen günlerde daha da büyük bir oranda taşıyıcı olacaklar. Yaşlısı, ek hastası olan kişilerin küçük çocuklara karşı biraz daha mesafeli olması iyi olabilir çünkü çocuklar bu dönemde çok sık hastalanacaktır. Hasta olan çocukların okula gönderilmemesi, diğer çocukların korunması ve salgının hızlanmaması anlamında da yardımcı olabilir” dedi.

    “Hassas popülasyonu korumaya çalışmakta fayda var”

    Her yıl belirli dönemlerde üst solunum yolu enfeksiyonlarında artış yaşandığına dikkat çeken Prof. Dr. İliyaz, “Aralık ayı gibi yıllık gribin artmasını bekleriz, aşılamayı o yüzden ekim, kasım aylarında öneriyoruz. Bu artacaktır ama eskisi gibi olacağını da tahmin etmiyorum. Sakin olmamızda fayda var, eski günlere dönmeyeceğimizi umuyorum ve bu varyant da değiştikçe, ismi farklılaştıkça yayılma hızı artıyor ama şimdilik öyle gösteriyor ki daha hafif seyreder vaziyette virüs. O yüzden çok tedirgin olmayalım ama hassas popülasyonu da korumaya çalışmakta da fayda var. Özellikle hasta olan kişilerin maske kullanmasını istiyorum, kalabalık ortamlarda bulunulduğunda o ortamların güzelce havalandırılması, insanların dengeli beslenmesi, bol sıvı tüketmesi bu dönemde dikkat edebileceğimiz şeyler. Covid eski zamanlara göre şu anda çok daha hafif seyrediyor eski zamanlara göre bu varyant da hastalığın seyri açısından diğerlerinden çok farklı olmayacak gibi duruyor” şeklinde konuştu.

    “Baskın tipi olacak gibi gözüküyor”

    Yeni varyanta ilişkin konuşan Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzm. Dr. Müberra Hraloğlu, “Yeni konuşulan XEC, şu an 27 ülkede yaygın olan varyant. Omicron varyantının bir alt türü, o da karşımıza benzer şikayetlerle geliyor. Boğaz ağrısı, halsizlik, ateş, kas ağrıları, halsizlik şikayetleriyle karşımıza geliyor. Çok farklı bir durum söz konusu değil. Covid’i diğer üst solunum enfeksiyonlarından ayırt edici bir özellik bile artık yok çünkü günümüzde ağır seyretmiyor. Çoğumuz artık ya aşıyla ya geçirdiğimiz hastalık nedeniyle bağışık olduğumuz için artık diğer üst solunum yolu enfeksiyonlarından çok ayırt edemiyoruz. Bu varyantın biraz daha hızlı yayıldığı söyleniyor. Covid’in aslında artık baskın tipi olacak gibi gözüküyor. Haziran ayında ilk olarak Almanya’da görüldü sonrasında hızlıca 27 ülkede de görüldü. Diğer üst solunum yolu enfeksiyonları gibi seyrediyor, ağır vakalar ancak immünsüpresif hastalarda bu da yaşlı hastalar, kanser, HIV hastaları gibi hastalarda oluyor, kapanma olacağını düşünmüyorum. Hasta olanlar kendilerine ve çevresine dikkat ederlerse birçok hastalığı engellemiş oluruz. Toplu taşımaya binerken maske takarsak, salgılarımızın etrafa yayılmasını engellersek el hijyenine dikkat edersek ve bulunduğumuz ortamın havalandırılmasını da sağlarsak riski düşürmüş oluruz. Şu an için açıklamalar önceki aşıların bu varyanta da etkili olduğu yönünde. Yoğunluk bekliyoruz hatta başladı okulların açılmasıyla birlikte hem çocukların birbirlerini özleyip sıkı temaslar kurması hem de daha kapalı ortamlara girmemiz nedeniyle bu hastalıklar yayılmaya başlayacaktır. Hasta olanların maske takmasının diğer kişilerin de hasta olmasını engelleyeceğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

    “Cilt lezyonları gelişirse mutlaka hastaneye başvuralım”

    Son dönemde gündeme gelen maymun çiçeği ile ilgili açıklamalarda bulunan Uzm. Dr. Hraloğlu, “Maymun çiçeği de aslında sıkı temasla bulaşan bir hastalık, cilt lezyonları gelişirse mutlaka hastaneye başvuralım ki erken müdahale edelim ve toplumdan hastamızı erken ayıralım. Diğer üst solunum yolu enfeksiyonları gibi hızlı yayılan bir şey değil. Böyle bir hastayı çevremizden izole edersek yayılımı da engelleriz” şeklinde konuştu.

  • “Erken teşhis hayat kurtarır”

    “Erken teşhis hayat kurtarır”

    Kırıkkale İl Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı 70. Yıl Cumhuriyet Aile Sağlığı Merkezi’nde görev yapan hemşire İlknur Uslu, Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezi’nde (KETEM) ücretsiz yapılan sağlık taramasında meme kanseri olduğunu öğrendi. 44 yaşındaki Uslu, erken teşhis sayesinde tedaviye başlandıktan sonra hastalığı yenmeyi başardı. İki çocuk annesi Uslu, 16 yıl önce annesini meme kanseri nedeniyle kaybetmişti. İlknur Uslu, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, sağlığına erken teşhis sayesinde kavuştuğunu belirterek, tüm kadınlara kanser tarama testlerini yaptırmaları konusunda çağrıda bulundu.

    “Kitle operasyonla alındı ve koruyucu tedavi uygulandı”

    Kitlenin ameliyatla alındığını söyleyen Uslu, “Bundan 3 yıl önce KETEM’e başvurdum. Başvurduğum sırada herhangi bir şikayetim ya da rahatsızlığım yoktu. Burada çekilen mamografi sonucunda şüpheli bir kitle tespit edildi ve ileri bir merkeze sevk edildim. Yapılan detaylı incelemeler sonrasında meme kanseri tanısı konuldu. Ancak erken teşhis sayesinde kitle operasyonla alındı ve koruyucu tedavi uygulandı. Erken tanı sayesinde yapılan tedaviyle sağlığıma kavuştum” dedi.

    “Anneme 4. evrede tanı konuldu ve geç kalındığı için tedavi yanıt vermedi”

    16 yıl önce annesini kanserden kaybettiğini dile getiren Uslu, erken teşhisin hayat kurtaracağını ifade ederek, “O dönemde anneme 4. evrede tanı konuldu ve geç kalındığı için tedavi yanıt vermedi. Keşke o zaman da KETEM birimleri bu kadar yaygın olsaydı. Annem de erken teşhisle belki kurtulabilirdi” diye konuştu.

    “KETEM’lerde 3 farklı kanser taraması yapılıyor”

    Sağlıklı Hayat Merkezi sorumlu hekimi Dr. Dilek Ener de kanserin ölüm nedenleri arasında üst sıralarda yer aldığını ve önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu kaydetti. Dr. Ener, kanserle mücadelede koruyucu sağlık hizmetlerinin ve sağlık merkezlerinin büyük rol oynadığını vurguladı. Sağlıklı Hayat Merkezi’nde sigara bıraktırma, sağlıklı beslenme, hareketli yaşam ve obezite gibi birimlerle, kansere neden olan risk faktörlerine karşı topluma hizmet sunduklarını ifade eden Dr. Ener, “Kanserde erken teşhis tedavi olanağını artırarak hayat kurtarır. KETEM’lerde 3 kanser taraması yapılmaktadır. Bunlar meme kanseri, rahim ağzı kanseri ve kalın bağırsak kanseridir. Bu kanserleri taramada kullanılan testler kolay uygulanabilir ve ücretsizdir” şeklinde konuştu.
    Ekim ayının Meme Kanseri Farkındalık Ayı olduğunu hatırlatarak tüm vatandaşları KETEM birimlerine kanser taraması yaptırmaya davet eden Dr. Ener, “Hemşire hanım aslında bizim toplumumuz için büyük bir örnek. Kendisi herhangi bir semptomu ya da şikayeti olmadan birimimize başvurmuş ve yapılan mamografi filminde şüpheli bir durum tespit edilmiştir. Bunun üzerine üst merkeze sevk edilmiştir. Yapılan ileri tetkiklerde meme kanseri teşhisi konulmuş, tedavisine de çok erken dönemde başlanmış ve sağlığına kavuşmuştur” ifadelerini kullandı.
    Bu tür vakaların erken teşhisin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdiğini anlatan Dr. Ener, “Bu durum bizim için örnek teşkil etmektedir. Bunun gibi birçok hastamız ve danışanımız vardır. Erken tanı sayesinde kişilere erken dönemde tedavi başlanarak hızlı bir şekilde kitlenin vücuttan uzaklaştırılması sağlanmaktadır. Kanser hastalığını yenmek mümkün hale gelmektedir” dedi.

  • “Diyetler, ani kalp krizine neden olmaz”

    “Diyetler, ani kalp krizine neden olmaz”

    Kardiyoloji Uzmanı Dr. Zeki Doğan, sakıncalı diyetlerin sadece kalbi değil tüm vücudu olumsuz etkilediğini belirtirken, ani kalp krizlerine ise neden olmayacağını söyledi. Dr. Doğan, zayıflama iğnelerinin kalp sağlığı açısından faydalı olduğunu ifade etti.
    Hızlı kilo vermek için uygulanan ketojenik diyet, su diyeti, şok diyeti, aralıklı oruç gibi bazı diyetler, tartışma konusu haline geldi. Uzmanlar bu tür diyetlere karşı uyarılarda bulunurken Atlas Üniversitesi’nden Kardiyoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Zeki Doğan, diyetlerin kalp sağlığı üzerindeki etkisine ilişkin önemli noktalara değindi.

    Tekdüze diyetlerden kaçının

    Tekdüze diyetlerin sadece kalp değil, vücut sağlığı açısından da sakıncalı olduğunu belirten Doğan, şu ifadeleri kullandı:
    “Tekdüze diyet dediğimiz gruba giren aralıklı oruç, ketojenik diyetler, su diyetleri veya şok diyetler, genel anlamda aynı kategoride. Ketojenik diyette protein ağırlıklı beslenen kişilerde bu sefer protein fazlalığı nedeniyle sakıncalar olabilir. Mesela safra kesesinde taş oluşabilir, ürik asit artar, gut olur. Gutun olması zaten kardiyovasküler risk faktörlerinden bir tanesi. Bu durumda kalp krizi riskini de beraberinde getirebilir. Yapılan diyetlerin ılımlı, sporla bütünleştirilerek yapılması lazım. Çok hızlı kilo verip sağlığınızdan olmaktansa yavaş yavaş verip daha sakin, daha kabul edilebilir bir tarzda diyet yapılmasını kardiyolojik açıdan tercih ederiz.”

    “Kalp kasları diyetle zayıflamaz”

    Diyet sonucu kalp kaslarının zayıfladığına dair yaygın bir düşüncenin olduğunu belirten Dr. Öğretim Üyesi Zeki Doğan, “Diyetlerle beraber kalp kasının zayıflaması gibi bir şey olmaz. Diyet, su diyeti ya da şok diyeti gibi diyetlerle yağlar dışında kaslardan da kaybedildiği ve kalp de kastan oluştuğu için o da zayıf düşer gibi bir algı var. Böyle bir şey olmaz. Kalp kası en son etkilenecek organdır. Kalp krizi, yıllar içinde biriken zararların ortaya çıkardığı bir süreçtir. Kalp krizinin öncesi vardır, bir anda olmaz. Kolesterol, sigara, hipertansiyon, diyabet, stres gibi faktörlerin aylar yıllar içerisinde yaptığı birikim sonucunda kalp damarında plak oluşur. Herhangi bir tetikleyici faktörle damardaki darlığın tamamen dolması neticesinde kalp krizi olur. Zaman içerisinde oluşan bir şeyi kısa bir süre içinde aniden olmuş gibi gösterme konforu doğru bir yaklaşım değil” dedi.

    “Yanlış diyet, kalp ritmini bozabilir”

    Diyetlerin fizyolojik olmak zorunda olduğunu hatırlatan Dr. Doğan, “Diyetle birlikte spor mutlaka yapılmalı. Her şeyden yemeliyiz ama az az yemeliyiz. Karbonhidratlardan, şekerden, hamur işlerinden, kızartmalardan uzak kalmak daha doğru olur. Proteini, sebzesi, meyvesi beslenme listesinde olmalı. Bu besinlerin tamamen yok sayıldığı diyet türlerine karşıyız. Sağlık açısından bu tür diyetlerin hiçbir faydası yoktur. Bunların tamamının sağlığa zararlı olduğu çok net. Uzun süre kötü diyetler yaparsanız elektrolit dengesizliği olabilir. Elektrolit dengesizliği kalp ritim bozukluklarının bir tetikleyicisi olabilir” diye konuştu.

    “Zayıflama iğneleri doktor tavsiyesiyle kullanılmalı”

    Zayıflama iğneleri ve ilaçlarla ilgili de önemli bilgiler veren Dr. Doğan, “FDA (Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi) ve Sağlık Bakanlığı onaylı zayıflama iğnelerini biz de gereken hastalarımızda kullanıyoruz. Bu ilaçların kalp krizinden ölümü azaltmak, kalp hastalıklarına yakalanma riskini azaltmak gibi olumlu özellikleri var. Bunlarla ilgili bizim bir şüphemiz yok. Bunların kullanımının doktor kontrolü ve tavsiyesinde olması gerekiyor. Kişi bunu bir yerden temin edip aklına gelen bir dozu kendine uygulaması asla kabul edilebilir bir şey değil” dedi.
    En başta kalp sağlığı için obeziteyle savaşmanın önemini vurgulayan Dr. Zeki Doğan, bu durumun istismar alanına çevrilmemesi gerektiğini belirterek sakıncalı diyetlerden uzak durulması konusunda uyarıda bulundu.

  • “Tamamlayıcı besine erken geçilmesi birçok hastalık oluşturabilir”

    “Tamamlayıcı besine erken geçilmesi birçok hastalık oluşturabilir”

    “Ülkemizde yapılan çalışmalar şunu göstermiş; 2’nci aydan itibaren tamamlayıcı besin dediğimiz, vücudunun sindiremeyeceği, bebeğin böbreklerinin atamayacağı maddelerin verilmesi o bebeklerin hem büyümesinin geri kalmasına hem de pek çok alerjik hastalığın ortaya çıkmasına neden oluyor. Anne sütü aslında bir bebeğin ilk aşısı, ilk 1 saat içinde bebeğin emzirilmesi ve bebeğin ilk 6 ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmesi, 6’ncı aydan sonra tamamlayıcı besinlere başlanarak 2 yaşına kadar en az anne sütüyle beslenmesine devam etmeli” dedi.
    Yeni doğan bebeğin beslenmesinin temeli olan anne sütü hem anne hem de bebek açısından büyük kazanımlar sağlıyor. Uzmanlar, anne sütünün anne ile bebeğin duygusal bağını sağlaması, birçok hastalığa karşı koruyuculuğun yanı sıra besin alerjisi, egzama ve astım riskini azalttığını, bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesi için çok önemli olduğunu sıklıkla vurguluyor. Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Yeni Doğan Kliniği Sorumlusu Prof. Dr. Merih Çetinkaya da anne sütü kullanımı, tamamlayıcı beslenme gibi birçok konuya ilişkin bilgi verdi. Bebeğin ilk 6 ay yalnızca anne sütü ile beslenmesinin önemine dikkat çeken Prof. Dr. Çetinkaya, anneler ve anne adaylarına önemli uyarılarda bulundu.

    “İlk 6 ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmeli”

    Anne sütünün yerini hiçbir ürünün tutamayacağını söyleyen Yeni Doğan Uzmanı Prof. Dr. Merih Çetinkaya, “Daha bebekleri doğar doğmaz ilk 1 saat içinde anneyle bebeğin bir ara gelerek bebeğin emzirilmesinin sağlanması ve bebeğin ilk 6 ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmesi, 6’ncı aydan sonra tamamlayıcı besinlere başlanarak da 2 yaşına kadar en az anne sütüyle beslenme devam etmeli. Anne sütü aslında bir bebeğin ilk aşısı, içindeki antikorlarla beraber bebeğin pek çok enfeksiyonlara karşı korunmasını sağlıyor. Aynı zamanda içeriğinde çok farklı bileşenleri var, bunlar bebeğin uygun şekilde büyümesini sağlamakla beraber bebeğin beyin fonksiyonlarının gelişimini, gelecek dönemdeki pek çok hastalığa karşı da korunmasını sağlayan en önemli besin maddesi olarak özetleyebiliriz” ifadelerini kullandı.

    “Erken başlanan her tamamlayıcı beslenme pek çok alerjik hastalık yapabilir

    Çalışan annelerin kimi zaman bebeklerine yeterli zaman ayıramama konusunun dünyada da sık konuşulan bir konu olduğunu aktaran Prof. Dr. Merih Çetinkaya, “Emzirme eşitsizliği olarak tanımlanıyor. Özellikle çalışan annelerin bebeklerine yeterince vakit ayıramaması, yeterli izinlerinin olmaması ya da çalıştıkları yerlerde emzirmeyi yapabilecekleri, sütleri sağabilecekleri alanların olmaması gibi konuların nasıl geliştirileceğiyle ilgili çalışmalar devam ediyor. Ülkemiz zaten bakanlıklarımız düzeyinde de çalışan anneleri desteklemeye devam ediyor. Emzirmeye mutlaka 6 ay devam etmelerini öneriyorum. Bir bebeğin anne sütüyle beslenirken su bile verilmesine gerek yoktur çünkü anne sütünün içeriği, içeriğindeki besin ve diğer bileşenleriyle beraber o çocuğun büyümesi için yeterlidir. Bebeğin büyümesi uygun hızda devam ediyorsa anne sütünün 6’ncı aya kadar tek başına verilmesi son derece önemlidir. Daha önce verecek olursanız bebeğin bağırsakları ve sindirim sistemi bu gıdalara tam olarak hazır olmadığı, sindiremeyeceği için erken dönemde başlandığı takdirde hastalıklara özellikle alerjik reaksiyonlara yol açabilme ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu söyleyebilirim. Ülkemizde yapılan çalışmalar şunu göstermiş; anneler aslında 16 aya kadar emzirmeye devam ediyorlar ancak 2’nci aydan itibaren de tamamlayıcı besin dediğimiz, o bebeğin vücudunun sindiremeyeceği, böbrekleri tarafından atılamayacak maddelerin verilmesi o bebeklerin hem büyümesinin geri kalmasına aynı zamanda pek çok alerjik hastalığın ortaya çıkmasına neden oluyor. 6’ncı aydan itibaren de bebeğin büyümesi için yeterli olmadığını biliyoruz, onun için tamamlayıcı beslenmeye 6’ncı ayda başlayalım diyoruz. Anne sütünün içeriğine güvenmelerini istiyoruz. Anne sütünün içeriği bir bebeğin büyümesini sağlayacak şekilde organize edilmiş durumda, verdikleri ek besinlerle bunları karşılayamayacaklarını bilmeleri son derece önemli. Erken başlanan her tamamlayıcı beslenmenin pek çok alerjik hastalık başta olmak üzere bebeğe yan etki yapabileceğini, bağırsaklarının ve böbreklerinin, diğer organ sistemlerinin bunların sindirilmesi ve atılması için yeterli olmadığını bir kez daha hatırlatmak istiyorum” şeklinde konuştu.

    “Çok yüksek oranlara çıkan sezaryen mutlaka azaltılmalı”

    Türkiye’de sezaryen oranlarının yüksekliğine dikkat çeken Prof. Dr. Çetinkaya, bu oranların azaltılmasının gerekliliğine dikkat çekti. Anne ve anne adayların doğum ve anne sütü konusunda bilinçlendirilmesinin önemine vurgu yapan Çetinkaya, “Ülkemizde çok yüksek oranlara çıkan sezaryen oranlarının mutlaka azaltılması gerekiyor çünkü sezaryenle doğan bebeklerde annenin sütü en az 24 saat gelmeyebiliyor. İlk 1 saatte emzirilmeye başlanmasıyla 24 saatten sonra emzirilmeye başlanması arasında da bağırsak mikrobiyotasının gelişiminde ve uzun dönem hastalıklar açısından son derece riskli olduğunu söyleyebiliyoruz Tamamlayıcı beslenmeye geçtiğiniz zaman öncelikle uygun zamanda başlamanız gerekiyor. 6’ncı ayı geçtikten sonra tek bir besin maddesiyle başlamanız onu yavaş yavaş artırıp tolere ettikçe de sindirilebileceği diğer besin maddelerine başlayarak bu olayı artırmanız en önemli kritik nokta. Genellikle ilk başlarda bir sebze çorbası, mevsiminde uygun bir meyve, evde yapılmış bir yoğurt ile başlanmasını, çok az miktarlarda başlanıp günlük olarak belirli bir miktara kadar artırılmasını mutlaka ondan sonra ikinci bir besine geçilmesini istiyoruz. Taramalar bugün dünyanın birçok ülkesinde o ülkelerde görülen hastalıklara ve tedavi seçeneklerine göre tarama şeklinin belirlendiği özel sağlık bakanlıkları tarafından geliştirilmiş tarama programları. Belirli hastalıkların daha bulgu vermeden tespit edilmesi sonrasında tanı kesinleştirildikten sonra ona yönelik müdahalenin yapılmasını öneriyor. Belli hastalıkları tarıyoruz ve bu hastalıkların en önemli özelliği bunların hemen yeni doğan döneminde bulgu vermeyecek olmaları ancak bulgu verdikleri dönemde sürecin ilerlemiş olacağı, özellikle de santral sinir sistemi ve beyin gelişimine olumsuz etkileri olmasından dolayı çok önem veriyoruz. Anne sütüne benzeyebilen ve anne sütünü taklit edebilen hiçbir ürün yok, her annenin kendi bebeği için üretmiş olduğu, en özel hediyesi ve emzirilmek ve anne sütüyle beslenmek de her bebeğin aslında bir yaşam hakkı” dedi.

  • Sigarada yeni hile

    Sigarada yeni hile

    “Türkiye dünyada sigara tüketiminde zirveyi bırakmıyor”

    Sigaradaki şekil değişikliğinin tehlikeyi arttırdığını ifade eden Göğüs Hastalıkları Uzm. Prof. Dr. Şevket Özkaya, önemli açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Özkaya, “Dünya Sağlık Örgütü’nün dünyanın en hızlı yayılan ve en uzun süren salgını olarak ifade ettiği sigara, tüm dünyada ve ülkemizde en yasal ölümcül madde haline gelmiştir. Son yıllarda sigara içme alışkanlığı, gelişmiş ülkelerde azalmakta iken, gelişmekte olan ülkelerde tüketimi her geçen yıl artış göstermektedir. Toplumsal, ekonomik ve sosyokültürel etmenler nedeniyle nikotin bağımlılığı sık gelişebilmekte ve Türkiye’de sigara başlama yaşının 10-11 sınırına indiği tahmin edilmektedir. Bugün biliyoruz ki Türkiye dünyada sigara tüketiminde zirveyi bırakmıyor. Yapılan araştırmalarda Türkiye’nin kişi başına düşen ortalama günlük sigara tüketim adedi sayısında 17,1 ile dünya birincisi. Bu rakamın Yunanistan’da 15.7, İsrail’de, 15.5 ile Japonya ve Avusturya’da 15.4 adet olduğu açıklandı” diye konuştu.

    “Sigaradaki yeni tehlike”

    Sigaranın içerdiği katrandan dolayı sigara içildikten sonra, sigaranın izmarit kısmında ziftin ortaya çıktığını ve bundan dolayı içen kişilerin tiksinmemeleri için sigara üreticilerinin farklı bir yol denediğine dikkat çeken Özkaya, “Sigara üreticileri bir dal sigara içildikten sonra, katranın izmarit üstünde bıraktığı bu sarı-kahverengi zift, kullanıcıların görüp tiksinerek sigarayı bırakmasını önlemek ya da sigaranın bu izmarit kısmından ellere bulasan ziftin, ellerde leke bırakmasını istemeyen kullanıcıların sigaradan uzaklaştığını gördükçe bir hileye başvurdular. Yeni sigaralarda, bu izmarit kısmını, yani sigaranın ziftini gösteren filtre kısmını daha derine gömerek, kullanıcıların bu zifti görmelerini ve ellerine buluşarak tiksinmelerinin önüne geçmek için, sigara üzerinde değişik bir dizayn geliştirdiler. Şu an bu izmarit kısmı, sigaraların daha derinde ve görünmeyecek şekilde, uzatılmış izmarit ile karton sonlanma yaparak kullanıcıların bu tabloyu görmelerine engel oluyorlar. Ama bu yeni hile, sigara dumanına daha tübüler lineer akım oluşturarak, daha doğrusal olarak akciğere daha fazla ulaşmasına neden oluyor ve bağımlı kişi sigaradan her nefes çekisinde sadece daha fazla nikotin alarak daha çok keyif almasının yanında, daha fazla kanserojen maddeleri ve katranı alarak daha fazla ölümcül tehlikeye maruz kalıyor. Bu daha hızlanan ve tübüler lineer akim haline gelen sigara dumanı akciğerlerimizin üst loblarına daha çok ulaşıyor ve bu katran görünümü artık akciğer tomografilerinde daha belirgin olarak görüyoruz” diye konuştu.

  • Fıtık için gittiği hastanede tek böbrekli olduğunu öğrendi

    Fıtık için gittiği hastanede tek böbrekli olduğunu öğrendi

    İzmir’de güvenlik görevlisi olarak çalışan 2 çocuk annesi Nurcan Avcı, 2012 yılında fıtık teşhisinden dolayı doktorunun isteğiyle MR çektirdi. MR sonuçlarını inceleyen doktor, hastada fıtık dışında bir böbreğinin çok küçük olduğu için doğuştan itibaren tek böbrekle hayatını idame ettirdiğini söyledi.

    Yıllar sonra tekrar MR çektiren hastanın tek böbreğinde bu sefer bir kitle olduğu görüldü. Kitlenin iyi huylu olduğu söylenmesi üzerine iki sefer embolizasyona işlemi yapıldı. Fakat kitle büyümeye devam etti. Bunun üzerine doktorlar bu böbreğin alınması gerektiğini söyledi. Tek böbreğinin alınmasını ve diyalize bağlanmayı istemeyen Avcı sağlığına kavuşabilmek için doktor doktor gezmeye başladı. Gitmediği doktor kalmayan Avcı, Bursa’da Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Şahan tarafından 2 saatlik kapalı bir operasyonla sağlığına kavuştu.

    “Tesadüfen Ahmet hocayla tanıştık ve İzmir’den Bursa’ya geldik”

    Böbreğindeki hastalıktan dolayı başından geçen süreci aktaran Nurcan Avcı, “Ben tek böbrekli olduğumu 2012 yılında, böbreğimdeki hastalığı da 2016 yılında öğrendim. Girişimsel radyolojiye yönlendirildim 2 defa embolizasyon işlemi yapıldı. Daha sonrasında iyi huylu bu kitle büyümeye tekrar devam etti. Gittiğim doktorlar böbreğimin alınması gerektiğini ve riskli olduğundan dolayı açık ameliyatla böbreğimin tamamının alınması gerektiğini söylediler. Tesadüfen Ahmet hocayla tanıştık ve İzmir’den Bursa’ya geldik. Bize ameliyatın risklerini söyledi ama Allah’ın izniyle bu ameliyatı yapabileceğini söyledi ve biz de ona güvendik. Ameliyatımı oldum sağlıklı bir şekilde hayatıma devam ediyorum” ifadelerini kullandı.

    MR çektirdiğinde gerçeklerle yüzleşti

    Avcı, “Fıtığım olduğu için hastaneye gittim. MR çektirince tesadüfen tek böbrekli olduğumu öğrendim. Yıllar sonra tekrar çektirmem gereken bir MR olduğunda ise bu sefer sağlam böbreğimde iyi huylu bir kitle olduğunu öğrendim” dedi.

    Tek böbrekli hastayı diyalizden kurtarıp sağlığına kavuşturdu

    Zorlu bir ameliyatı başarıyla tamamlayan Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Şahan, hastanın durumunun şuan iyi olduğunu belirterek, “Nurcan Hanım 35 yaşında bize İzmir’den geldi. Doğuştan tek böbrekli bir böbreği küçük olduğu için işlevsiz durumda. Sağlam böbreğinde ise 2016’da tanısı konmuş giderek büyüyen iyi huylu “anjiomyolipomu” denilen 12 santimetre boyutunda bir kitlesi var. Bu kitle artık böbreğin damarlarını içerisine almış komplike bir kitle durumunda. Hastaya iki kez anjioembolizasyon tedavisi uygulanmış fakat başarısız olduğu için kitle büyümeye devam etmiş. Kadınlarda 4 santimetreden büyük anjiomyolipomular kendiliğinden kanayarak yaşamı tehlike altına attığı için bu kitlelerin alınması gerekiyor. Tek böbrekli olunan durumlarda böbreğin tamamen alınması durumu da söz konusu olabiliyor. Bu riske girmemek için çoğu merkez de embolizasyona başvurmuş. Hasta bize geldiğinde bu işi yapabileceğimizi söyledik. 2 saat süren kapalı bir ameliyatla kitleyi tamamen çıkardık ve hastamızı 3 gün içerisinde taburcu ettik. Hastamızın değerli şuan iyi durumda. Hastamızı diyalizden kurtarıp kapalı bir ameliyatla sağlığına kavuşturabildiğimiz için çok mutluyuz” dedi.

  • Düzenli fiziksel aktivite alzheimerı engelliyor

    Düzenli fiziksel aktivite alzheimerı engelliyor

    Bursa Şehir Hastanesi’nde görevli Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Cemile Haki, Dünya Alzheimer Ayı kapsamında hastalığın erken dönemdeki belirtileri, tanı ve tedavisine ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Alzheimer’in ilerleyen yaşla birlikte ortaya çıkan, bellek bozukluklarıyla birlikte kişilik ve davranış değişikliklerini beraberinde getiren bir hastalık olduğunu belirten Doç. Dr. Haki, demans denilen bunamaların en sık nedenini yüzde 60 ile 70 oranında Alzheimer’in oluşturduğunu kaydetti.

    Alzheimer hastalığının nedeninin henüz net olarak bilinemediğini fakat gelişiminde birtakım çevresel ve genetik etkenlerin rol aldığının bilgisini veren Doç. Dr. Haki, “65 yaş üzerinde her 5 yılda bir Alzheimer hastalığı riskinin 2 kat arttığı düşünülüyor. Ailede Alzheimer varsa bu kişilerde Alzheimer riskinin yüzde 10 ila 30 oranında arttığını görüyoruz. Bunun dışında kafa travması, kolesterol yüksekliği, tansiyon, şeker ve obezite gibi birtakım kardiyovasküler risk faktörlerinin, yetersiz beslenmenin, asosyal bir yaşam tarzının, depresyonun, işitme bozukluklarının, Alzheimer’e neden olabileceği düşünülüyor” dedi.

    Alzheimer hastalığının erken dönemde görülen en sık bulgularına değinen Haki, “Özellikle yaşlı bir kişide unutkanlık başlıyorsa mutlaka Alzheimer hastalığını düşünmemiz gerekiyor. Erken dönemde yakın zamandaki olayları hatırlamama, hatırlamada güçlük şikâyeti başlıyor. Bu kişiler genellikle ocakta yemeği unutmaya, alışveriş listesi yapmadan alışveriş yapamamaya ya da daha önceden aldığı randevulara gitmemeye ya da gecikmeye başlıyorlar. Özellikle yakın zamana ait 1-2 saatlik süreçteki olayları unutmakta problem varken, 30-40 yıl önceki olayları daha kolay hatırladıklarını görüyoruz” şeklinde konuştu.

    3 Evrede İlerliyor

    Alzheimer hastalığının 3 evreden oluştuğuna dikkat çeken Haki, “Hafif evre, genellikle kişinin günlük yaşantısını etkilemediği, daha hafif unutkanlıkların olduğu, günlük yaşantısına devam ettiği evredir. Orta evrede ise kişinin şikâyetleri artar. Biraz daha yardıma ihtiyacı vardır. Bazı hastalarda paranoid olmayan şeyleri düşünme gibi birtakım sosyal ilişkilerde bozukluk başlar. İleri evrede ise artık hasta bakıma muhtaç hale gelmiştir. İdrar, mesane ve bağırsakla ilgili birtakım bozukluklar, basit emirleri anlayamama yapamama ya da sürekli gezinme gibi şikâyetleri olabilir. Artık geç evrede hasta bir başkasına bağımlı hale gelmiştir” diye konuştu.

    Fiziksel Aktivite ve Doğru Beslenme Şart

    Alzheimer hastalığının birtakım çalışmalarla engellenebileceğini veya seyrinin değiştirilebileceğinin altını çizen Haki, “Yapılan çalışmalarda düzenli olarak yapılan fiziksel aktivitenin ve Akdeniz tipi beslenmenin Alzheimer hastalığını engellediği saptanmış. Bunun dışında sosyal yaşantı, beyni çalıştırabilecek birtakım aktiviteler, aynı zamanda düzenli beslenme, özellikle görme ve işitme bozukluğu olan hastalarda bunların giderilmesinin Alzheimer hastalığının gelişimini geciktirdiği tespit edilmiştir” ifadelerini kullandı.

    Tam Tedavisi Bulunmuyor

    Alzheimer hastalığının tam bir tedavisinin bulunmadığını dile getiren Haki, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
    “Alzheimer hastalığının tedavisi için bilim insanları çok yoğun bir uğraşı içinde. Fakat maalesef tam anlamıyla bir tedavisi yok. Sadece ilerlemesini yavaşlatacak ve semptomlar geliştiğinde semptomları azaltacak tedaviler var. Alzheimer hastalığı geliştikten sonra da öncelikle yapılması gereken şeyler bir hastanın özellikle arkadaşlarıyla ve ailesiyle sosyal yaşantıya devam etmesi, beynini aktive edecek ve çalıştıracak aktivitelere devam etmesi gerekir”