Kategori: Sağlık

  • “Covi̇d-19 Enfeksi̇yonu İle Etki̇n Mücadele İçi̇n Bağışıklık Si̇stemi̇ni̇zi̇ Güçlendi̇ri̇n”

    “Covi̇d-19 Enfeksi̇yonu İle Etki̇n Mücadele İçi̇n Bağışıklık Si̇stemi̇ni̇zi̇ Güçlendi̇ri̇n”

    Covid-19 pandemisi sürecinde ‘yeni normal’ olarak adlandırılan normalleşme süreci başlamış olsa da sosyal mesafe, maske, el yıkama gibi tedbirleri elden bırakmamanın hala büyük önem taşıdığını bildiren Dr. Murat Keklikoğlu, “Bunun yanı sıra bu dönemde bağışıklık sistemini güçlendirecek önlemler almak da hem virüse karşı koruma hem de enfeksiyonla daha iyi mücadele etme imkanı sağlıyor” dedi.

    Güven Çayyolu Sağlıklı Yaşam Kampüsünden Fonksiyonel Tıp Danışmanı Dr. Murat Keklikoğlu, fonksiyonel tıp uygulamalarıyla bağışıklık sistemini güçlendirmeye yönelik önerilerde bulundu. Keklikoğlu, Covid-19 pandemisinden korunmak için güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmanın büyük önem taşıdığını vurgulayarak, Covid-19 enfeksiyonu ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıkladı:

    “Covid-19 salgınından korunmak için artık hepimizin bildiği sosyal mesafe, maske, el yıkama gibi klasik koruyucu önlemler kadar bağışıklığın optimum düzeyde çalışması büyük öneme sahip. Elbette koruyucu önlemlere kesinlikle uymalıyız ama bağışıklığımızı güçlendirecek önlemleri de uygulamalıyız. Bu arada, evde kalma, sosyal izolasyon, karantina, el yıkama ve maske takmak gibi temel önlemler kesinlikle uygulanmalı, başka hiçbir koruyucu destek ve önlem şu an için bunlar kadar önemli değil. Peki başka ne yapabilirim diye sorduğunuzda ise buna verilecek ilk cevap bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için bazı adımlar atmak olacaktır. Bu adımları attığınızda vücudunuza hem virüse karşı korunma hem de enfeksiyonla daha iyi mücadele şansı vermiş olacaksınız. Bağışıklık sisteminizin Covid-19 gibi virüslere karşı dengeli bir cevap vermesi, ayrıca başka tedavilerin de etkinliğini artıracak ya da etkili tedaviler ve aşı bulunana kadar virüsle karşılaşsanız bile vücut direncinizin yüksek kalmasını sağlayacaktır. Bağışıklık sistemini güçlendirmek için öncelikle doğru beslenme, şekerli gıdalardan kaçınma, her renkten sebze ve meyvenin bolca tüketilmesi, yeterli protein alımı, düzenli, kaliteli uyku, egzersizin yanı sıra bir de kronik stresten kaçınmak gerekiyor. Zira kronik stres bağışıklığı azaltıyor.”

    Kronik hastalığı olanların Covid-19 enfeksiyonu açısından riskli grupta yer almalarının da bağışıklık sistemi ile alakalı olduğunu dile getiren Dr. Keklikoğlu, “Kuşkusuz kimi genetik faktörler ve yaş rol oynayabilir ama kronik hastalıklar diyabet, hipertansiyon, bazı otoimmün hastalıklar, kortizon ve bağışıklık baskılayıcı tedavi gören hastalar, kanser hastaları riskli bireyler. Bunların ortak noktası bağışıklığın bozulmuş olması. Bağışıklık fonksiyonu tedavi veya hastalık nedeniyle baskılanmışsa virüsle mücadele zorlaşıyor. Her bireyde ama özellikle bu hastalarda doğru beslenme, yeterli uyku, vitamin ve mineral eksikliklerinin tamamlanması, stresten kaçınmak, düzenli egzersiz ve maksimum koruyucu önlemler almak büyük önem taşıyor. Bağışıklık işlevini değerlendiren testlerin yapılarak eksiklerin yerine konulması bu hastaların virüsle mücadele yeteneğini artırabilir. Unutmayalım ki yemek ilacınızdır. Her 10 kişiden yaklaşık 4’ünde A, C, D3, selenyum ve çinko bakımından eksiklik vardır. Ciğer, havuç, ıspanak, brokoli gibi doğal kaynaklardan A vitamini alınmalıdır. Narenciye, kivi, karnabahar, domates ve yeşil yapraklı sebzeler ise C vitamini kaynağıdır. Deniz ürünleri, hayvansal protein kaynakları, kuru yemişler, tahıl ve baklagiller gibi çinko bakımından zengin gıdalar da tüketilmelidir. Bunlara erişim sınırlıysa, mikro besin boşlukları gıda takviyeleriyle doldurulabilir” dedi.

    Covid-19 pandemisinden korunmak için bağışıklık sistemini güçlendirmek için öncelikle doğru ve dengeli beslenmek, yeşil çay, siyah çay, Türk kahvesi ve bitki çayları gibi polifenollerden zengin içecekler tüketmek, kaliteli uyku uyumak, düzenli orta dereceli egzersiz yapmak ve bir de bağışıklığı zayıflatan kronik stresten kaçınmak gerektiğinin altını çizen Keklikoğlu, “Ayrıca mikronütrient eksiklikleri dediğimiz vitamin ve mineral eksiklikleri bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Virüsler vücutta oksidatif stres yaratarak zarar veriyor. Onun için antioksidan kapasitenin güçlendirilmesi, bağışıklık sisteminde görev yapan enzimlerin yapısında bulunan minerallerin tamamlanması gibi konular önem taşıyor. Burada her birey için aynı tavsiyeyi vermek yerine bireysel değerlendirmeyle uygun desteklerin ve beslenmenin belirlenmesinde fayda var. Bir takım bitkisel destekler, sebze ve meyvelerde bulunan fitonütrient dediğimiz bileşikler, kuersetin gibi, allisin gibi antiviral etkilere sahipler. Prensip olarak gökkuşağı diyeti dediğimiz her türlü parlak renkteki meyve ve sebzeden bolca tüketmeliyiz” dedi.

    Hem içinden geçilen pandemi sürecinin hem de kronik hastalıkların bu kadar yaygın görülmesinin günümüzde sağlıklı kalmanın zorlaştığı anlamına geldiğini belirten Dr. Keklikoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

    “Günümüzde bir taraftan tıbbın tedavi imkanları arttı ama diğer taraftan beslenme tarzımız tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar bozuldu. Beslenme yanlışları vücutta kronik enflamasyona, kan şekeri düzensizliğine ve erken yaşlanmaya zemin hazırlıyor. Kalp hastalıkları, diyabet gibi metabolik hastalıklar, kanser, bunama ve nörodejeneratif hastalıklar dediğimiz parkinson gibi durumlar sürekli artıyor. Şekerli gıdalar ve omega-6 yağları, asidik gıdaların çok tüketilmesi, aşırı yemek, gıdaların içerdiği hormon ve pestisit, antibiyotik gibi kimyasallar bizi hem erken yaşlandırıyor hem de oksidatif stres nedeniyle dokuların bozulmasına neden oluyor. Bunların yanı sıra birçoğumuzun hayatında bol miktarda kronik stres ve kaygı kaynağı var, ki bu da bağışıklığı düşüren kontrolsüz kortizol hormonu salınmasıyla alakalı. Stres yaşam olaylarının bizim onlarla başa çıkma yeteneğimizi aştığı noktada ortaya çıkan bir durum. Stres vücudumuzun kortizol denen stres hormonunu daha fazla üretmesine neden oluyor. Kortizol kısa yükselmeler yaptığında aslında bu enflamasyonu önleyerek bağışıklığa iyi geliyor ama zaman içerisinde stres nedeniyle sürekli salındığında vücudumuz kanda çok fazla kortizol bulunmasına adeta alışıyor. Bu da enflamasyonun artmasıyla sonuçlanıyor. Stres vücudun enfeksiyonla savaşan bağışıklık elemanlarını, lenfositleri azaltıyor. Lenfosit sayısı ne kadar düşükse viral enfeksiyona yakalanma şansımız o kadar fazla.”

    Yaşanılan sürecin doğaya zarar vermenin ve ondan uzaklaşmanın bedeli olduğunu savunan görüşlere hak verdiğini dile getiren Dr. Murat Keklikoğlu, “Son 50 yıl içerisinde dünyayı ve doğayı toksinlerle aşırı yükledik, on binlerce kimyasal maddeye daha doğmadan maruz kalmaya başlıyoruz. Kronik hastalıklardaki artışın bir sebebi de bu. Yeni doğan bir bebeğin kordon kanında yüzlerce yabancı kimyasal var. Çevre kirliliği inanılmaz boyutlarda, başta kanser olmak üzere kronik hastalıklardaki artışta bu kirliliğin büyük rolü var. İnsanın ekolojisi üzerinde yaşadığımız gezegenin ekolojisinin ayrılmaz bir parçası. Pestisitler, endüstri atıkları, elektromanyetik kirlilik bunlar geleceğimizi tehdit ediyor. Kullandığımız ürünlerin, tükettiğimiz gıdaların içerdiği kimyasallar da vücudumuzda birikiyor, detoks mekanizmalarımız yeterli ve etkin çalışmadığı için bunlar vücuttan atılamıyor. Ağır metaller, pestisitler, nano boyuttaki plastikler çok yaygın kirlilik nedenleri. Bunlar da hücrelerin yapısını ve işlevini bozuyor. Bunların bir kısmı endokrin bozucu dediğimiz toksin sınıfında ve hormon sisteminin çalışmasını etkiliyor. Mesela epeydir kız çocukları erken buluğ çağına giriyor, erken püberte yaşıyorlar. Endokrin bozucu bileşiklerin bunda rolü var. Ağır metaller beynimizi, sinir sistemimizi etkiliyor. Normalde vücutta olmaması gereken bileşikler bağırsak geçirgenliğindeki artış nedeniyle vücuda girdiğinde bağışıklık sistemimizi de bozuyor, otoimmün hastalıklar dediğimiz vücudun kendi kendisiyle savaştığı hastalıklarda büyük bir artış yaşanıyor bu yüzden” diye konuştu.

    Pandemi sürecinde kaygı ve stresin insan sağlığını olumsuz etkilediğini ve bu olumsuz etkilerle mücadelede hareket etmenin büyük önem taşıdığını bildiren Keklikoğlu, “Buna mukabil her türlü hareket, fiziksel aktivite, egzersiz stresi azaltıyor. Kısacası stresten kurtulmanın birinci yolu hareket etmekten geçiyor. Maalesef pandemi şartları hareketliliğimizi ciddi anlamda kısıtladı. Bu sadece bedensel değil ruhsal sağlığımız açısından da olumsuz bir durum. İmkanlar ölçüsünde hareket etmeliyiz bu dönemde. Evde yapılabilecek ağırlık kaldırma gibi egzersizler hem bağışıklık sistemi hem de stresi gidermek için çok iyi. Ayrıca ip atlama, trambolin tercih edilebilir. Kültürfizik hareketleri, koşu bandı, açık havada daha çok vakit geçirme, güneş ışığından yararlanma strese iyi gelebilir. Sosyal mesafeyi koruyarak yürüyüş yapılabilir. Orta dereceli fiziksel aktivite adrenalin salınmasına ve bağışıklık hücrelerinin uyarılarak daha fazla çoğalmalarına yol açar. Biz fiziksel antrenman yaparken aynı zamanda bağışıklık sistemimize de antrenman yaptırmış oluyoruz, kanserleşebilecek zararlı hücreleri, yaşlı hücreleri bertaraf ediyoruz. Covid-19 ile mücadele eden lenfosit denen beyaz kan hücresi grubu da aktive oluyor. Yüksek stres düzeyleri depresyon ve kaygı haline yol açarak yine enflamasyon düzeyini yükseltiyorlar. Uzun vadede yüksek enflamasyon düzeyleri bağışıklık sisteminin yorulmasına neden oluyor. Yorgun bir bağışıklık sistemi de enfeksiyonla mücadele yeteneğinin bozulması demek. Meditasyon, nefes ve yoga çalışmaları kronik stresle mücadeleye yardımcı olabilir bu dönemde. Ve tabii ki iyi bir uyku için vücudu hazırlamak için akşamları muz, ceviz, badem, hurma, ayçekirdeği, tahin gibi magnezyum ve melatonini destekleyici gıdalar tüketebilirsiniz. Papatya, rezene, melisa çayı gibi bitki çaylarından faydalanabilirsiniz” dedi.

  • Mcbü Hafsa Sultan Hastanesi̇ Anji̇yo Laboratuvarı, Profesyonel Eki̇ple Hi̇zmet Vermeye Devam Edi̇yor

    Mcbü Hafsa Sultan Hastanesi̇ Anji̇yo Laboratuvarı, Profesyonel Eki̇ple Hi̇zmet Vermeye Devam Edi̇yor

    Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi’nde tekrar hizmete başlayan Anjiyo Laboratuvarı, profesyonel bir ekiple, kaliteyi ve konforu hizmetle birleştirerek hastalarına en iyi sağlık hizmetini verme amacında ilerliyor.

    Manisa Celal Bayar Üniversitesi Kardiyoloji Anabilim Dalı’nda yapılan girişimsel kardiyoloji işlemleri arasında; koroner anjiyografi ile kalp damarlarındaki darlıklara tanı konulması, periferik anjiyografi ile kalp damarı dışındaki damar tıkanıklıklarına tanı konulması, tanısal amaçlı sağ ve sol kalp kateterizasyonu, kompleks koroner darlıklara balon-stent girişimleri ile damarların açılması, hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopatide alkol septal ablasyon ile ameliyatsız tedavi uygulaması, atrial ve ventriküler septal defektlerin perkütan kapatılması (kalbin kulakcık ve karıncıkları arasında yer alan doğuştan kalp deliklerinin şemsiye yöntemi ile kasıktan girilerek kapatılması), operasyonu riskli olan aort kapak darlığı olan hastalarda TAVI (Transkateter aort kapak implantasyonu) bulunuyor.

    Ritim bozukluklarının tanı ve tedavisinde yapılan işlemler arasında ise; geçici ve kalıcı kalp pili takılması, ani ölüm ve malign ritim bozukluklarına karşı ICD takılması (şok tedavisi verebilen kalp pili), kalbin pompa gücünün belirgin derecede azalmış olduğu hastalarda üç odacıklı kalp pili yerleştirilmesi, elektrofizyolojik çalışma ve ablasyon tedavisi: kalbin çok hızlı attığı taşikardi ve diğer ritim bozukluklarında ileri haritalama yöntemleri eşliğinde çarpıntıya neden olan odağın kalpteki yerinin bulunarak tanı konması ve gereğinde radyofrekans enerji ile ortadan kaldırılması yer alıyor.

  • Alerji hastalarına “korona” uyarısı

    Alerji hastalarına “korona” uyarısı

    İSTANBUL, (DHA)-Alerji ve astım hastalarının virüs riskini azaltmaları için önerilerde bulunan Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nesrin Sarıman, alerji ve astım hastası olmanın tek başına koronavirüs bulaşması açısından fazladan bir risk yaratmadığını ancak orta ve ağır dereceli astım hastalarının “Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi” tarafından risk grubuna dahil edildiğini söyledi.

    Dünya genelinde koronavirüs salgını tehlikesi devam ederken, havaların ısınmasıyla birlikte polen alerjisi mevsimi de başladı. Alerji ve astım hastalarının bu süreçte daha dikkatli olması gerektiğini belirten uzmanlar, hapşırık, burun akıntısı, gözde kaşınma gibi temaslar nedeniyle bulaşma riskinin artacağına dikkat çekiyor. Uzmanlar kış aylarında tüm dünyayı etkisi altında bırakan yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgının bahar aylarının başlamasıyla birlikte alerji ve astım hastalarında endişe yarattığını belirtiyor. Polenlerden etkilenen alerji ve astım hastalarının ev tozlarının da etkisiyle hapşırık nöbetleri geçirdiklerinde koronavirüs kaptıkları korkusu yaşadıklarına dikkat çekiliyor.

    BAHARDA NELER YAPILMALI

    Koronavirüse karşı özellikle bahar aylarında neler yapılması gerektiğini merak eden alerji ve astım hastalarının sorularını Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nesrin Sarıman yanıtladı. Prof. Dr. Sarıman alerji ve astım hastası olmanın tek başına koronavirüs bulaşması açısından fazladan bir risk yaratmadığını ancak orta ve ağır dereceli astım hastalarının “Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi” tarafından risk grubuna dahil edildiğini söyledi. Koronavirüsün ateş, nefes darlığı, öksürük ve yorgunluk gibi belirtilerle ortaya çıktığını hatırlatan Sarıman, alerjik nezlede ise burun akıntısı, gözlerde sulanma, hapşırığın ön planda olduğunu ancak ateş olmadığına dikkat çekti.

    TEMASA DİKKAT

    Özellikle ot, çimen, çiçek ve ağaç polenlerinin yoğun olduğu bahar aylarında burun kaşınması, hapşırık ve burun akıntısı nedenli eli buruna ve göze götürmek, eli ağza kapamak gibi davranışların sıkça yapıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Sarıman, bu temaslar ile bulaşma riskinin artabileceğini söyledi. Alerjik kişilerin elini yüzüne götürme olasılığının daha yüksek olması nedeniyle hastalık kapma riskinin de arttığını anlatan Sarıman, maske ve sosyal mesafe kuralı gibi önlemleri almaması durumunda hapşırma ve burun akıntısı yoluyla etrafına da bulaştırabileceği uyarısında bulundu.

    ALERJİ VE ASTIM HASTALARINA ÖNERİLER

    Prof. Dr. Nesrin Sarıman alerji ve astım hastalarının virüs riskini azaltmaları için şu önerilerde bulundu:

    Hapşırma sırasında tek kullanımlık mendiller kullanın. Mendil yoksa kolun iç yüzü ile ağzınızı kapatın
    Polen yoğunluğu yoğun olduğu sabahın erken saatleri ve akşamları mümkünse evden çıkmayın
    Her birey gibi Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği sosyal mesafe, el yıkama ve hijyenle ilgili kişisel korunma önlemlerini uygulayın
    Dış ortama çıktığınızda mutlaka maske takın, en az bir buçuk metre olmak üzere sosyal mesafeyi koruyun
    Tercihen koruyucu gözlük, uzun kollu giysiler ve pantolon giyin
    Dış ortamda giyilen giysileri eve gelince çıkarın. Duş alıp, saçlarınızı yıkayın
    Polenlerin yoğun olduğu aylarda kapı ve pencereleri kapalı tutun. Araba yolculuğunda da pencereler kapalı olmalı

    EVDE TOZ VE DETERJAN UYARISI

    Prof. Sarıman özellikle ev tozu akarı alerjisi olan hastaların evde geçirdikleri süre arttığından daha dikkatli olmalarını, başta yatak odasında olmak üzere toz barındıran halı, kilim gibi eşyaların kaldırılmalarını, HEPA (Yüksek Etkili Partikül Emicisi) filtreli elektrik süpürgesi kullanmalarını ve zeminde ıslak temizlik yapılmasını önerdi. Sarıman, şöyle devam etti:

    “Nevresimler haftada bir 60 derecede yıkanmalıdır. Klima filtreleri değiştirilmeli, tercihan alerjen tutan filtreler kullanılmalıdır. Astımlı ve alerjisi olan hastaların deterjan ve çamaşır suyu kullanarak temizlik yapmamaları, evde çamaşır kurutmamaları gerekir. El temizliğinde sabun ve su tercih edilmelidir. Virüse karşı hijyen amaçlı kullanılan çamaşır suyu astım atağına neden olabilir. Çamaşır sularının sulandırılarak kullanılması, yağ çözücüler ve dezenfektanlarla birlikte kullanılmamaları gerekir. Aksi takdirde bu karışımların solunması ciddi astım ataklarına neden olur. Lateks eldivenler bazı astımlılarda astım atağı riski yaratabilir. Evde tüylü hayvan beslenmesi alerjik kişilerde hastalığı tetikleyici nedenler arasındadır.”

    İLAÇLARA DEVAM EDİLMELİ

    Prof. Dr. Sarıman astım hastalarının doktorlarının önerdiği ve sürekli kullandıkları ilaçlara salgın döneminde de devam etmeleri gerektiğini söyledi. Bu ilaçları bırakmanın hastalığın kontrolünün bozulmasına neden olabileceğini ve astımı tetikleyebileceğini belirten Sarıman, ağızdan alınan alerji hapları ve kortizonlu burun spreylerinin kullanımında da bir sakınca olmadığını söyleyerek, alerji aşısı olanların doktorlarının belirlediği protokolde tedavilerine devam edebileceklerini ekledi.

  • Türk tipi tedavi dünyaya rehber olacak

    Türk tipi tedavi dünyaya rehber olacak

    Hastaların yüzüstü yatırılması ve bazı ilaç kombinleri gibi yöntemlerden oluşan Türkiye’ye özel korona tedavisi rehber haline getirildi. Bilimsel Araştırmalar Komisyonu’nun hazırladığı rehber DSÖ’ye gönderilecek ve başarılı Türk tipi tedavi tüm dünyayla paylaşılacak.

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın Türkiye’de korona tedavi yönteminin akademik yayına dönüştürülerek DSÖ’ye gönderileceğini açıklamasının arkasında, ‘Türk tipi rehber tedavi’nin başarılı sonuçları yatıyor. Türkiye’de hastanelerde, diğer ülkelerden farklı uygulanan ve başarılı sonuçlar veren tedavi yöntemi, bakanlığın yeni kurduğu Bilimsel Araştırmalar Komisyonu’nca ‘korona tedavi rehberi’ne dönüştürülerek diğer ülkelerle paylaşılacak.

    TÜM ÜLKELER SORUYOR

    Edinilen bilgiye göre Bakan Koca, daha önce Türkiye’de hastaların hastanede tedavi gördükleri sürede sağlığına kavuşma oranının diğer ülkelerden fazla olduğunu belirterek, bu konuda ABD, Kanada gibi ülkelerden kendilerine sorular yöneltildiğini açıklamıştı. 30 Nisan’da bu konuda kurulan Bilimsel Araştırmalar Komisyonu, Türkiye’de atılan adımları takip edip, dünyayla paylaşılması konusunda çalışmalar yürütüyor.

    NEDİR BU YÖNTEM?

    Uzmanlar Sağlık Bakanlığı’nda verdikleri brifinglerde, Türkiye olarak önce Çin’in tedavi yönteminin uygulandığı, hastaların iyileşme oranında beklenen sonucun alınmadığını aktardı. Yapılan değerlendirme toplantılarında, hastaların hemen solunum cihazına bağlanıp, sonradan ilaç tedavisine başlanması yönteminden vazgeçildiği anlatıldı. Tam tersi bir yöntemle, ilaç hastalığın ilk evresinde verildi, solunum cihazına daha sonraki evrede geçildi. Ayrıca hastalığın damarlarda pıhtılaşma yaratması nedeniyle bir ilaç kombini hazırlanarak, kan sulandırıcı verilmeye başlandı. Hastaları yüzüstü yatırma yönteminin de diğer tedavilerden farklı bir uygulama olduğu aktarıldı.

    TEK TİP TEDAVİ

    Bu yöntemlerin korona tedavisinde iyileşme oranını arttırması üzerine, tüm hastanelerde aynı tedavi uygulanması için rehber oluşturuldu. Tüm Türkiye’de tek rehber kullanıldı. Hangi aşamada ne yapılacağı belirlendi. Birçok ülkede standart bir tedavinin olmadığı, doktor ve hastanelerin kendi yöntemlerini kullandığı belirtiliyor. Hastalıkla mücadele sürecinde geliştirilen tedavi yöntemleri ve ilaç kombinlerinin bilimsel yayına dönüştürülmesi için de çalışmalar başlatıldı.

    10 BİLİM İNSANI HAZIRLADI

    Sağlık Bakanlığı bünyesinde 30 Nisan’da kurulan Bilimsel Araştırmalar Komisyonu aşı, ilaç ve tedavi yöntemiyle ilgili olarak yapılan tüm araştırmaların değerlendirildiği merkeze dönüştürüldü. 10 bilim insanından oluşan komisyonda, korona hastalarına tedavi uygulayan doktorlara da yer verildi. Türkiye genelinde yapılan tüm araştırmaların ve uygulanan tedavilerin veri tabanının bu komisyonda toplandığı belirtildi.

    TÜM İNSANLIK İÇİN

    Komisyonun kurulmasına ilişkin açıklamada şöyle denildi: “Bakanlığımız, fedakârca uğraş veren sağlık personelimizin emeklerinin dokümante edilmesi, ülke tecrübelerimizin geleceğe miras bırakılacak şekilde belgelenmesi ve bu tecrübelerimizin dünya ile akademik platformda paylaşılmasına önem veriyor. Salgın sürecinde sağlık altyapısının ve dijital hasta kaydının avantajını yaşamış bir ülke olarak Türkiye’nin elde ettiği verilerde tüm insanlığın yararlanabileceği yönler olduğuna inanıyoruz.

  • Karantina günlerinde oyunla gelen tehlikelere dikkat

    Karantina günlerinde oyunla gelen tehlikelere dikkat

    İSTANBUL, (DHA)- İki ayı aşan karantina günleri döneminde bu sürece en zor uyum sağlayan şüphesiz ki çocuklar. Sürekli evde kalan ve zamanlarının büyük bir bölümünü internet ve dijital oyunlarla geçiren çocuklar ve ergenler için bu durum önemli riskler taşıyor. Çocukların bilgisayar ve internette çok fazla zaman geçirmeleri ve bunun dışında bir etkinlik yapmamalarının bağımlılığa neden olabileceği konusunda uyaran uzmanlar, oyunların büyük bölümünde yer bulan şiddet içeriğine dikkat çekti.

    “ŞİDDET UYGULADIKÇA KAZANMA DENEYİMİ ÇOK TEHLİKELİ”

    Ailelerin internet ve dijital oyunlar konusunda çocukları bekleyen tehlikenin farkında olamadıklarını söyleyen Altınbaş Üniversitesi Çocuk Koruma ve Bakım Hizmetleri Programı Başkanı Barış Tuncer, “Ebeveynler bilgisayar, akıllı telefon gibi araçları elektronik çocuk bakıcısı olarak kullanıyor ve çocukların saatlerce oyun oynamasına izin veriyorlar. Bu oyunlar bireyi güçlü olması konusunda kışkırtıp başarı-kazanç duygusu veriyor. Çocuk ne kadar şiddet uygularsa o kadar başarılı oluyor” dedi.

    Bu durumun çocuklarda şiddetin başarı getirdiği gibi çok tehlikeli bir deneyim oluşturduğuna dikkat çeken Barış Tuncer şunları söyledi: “Oyunlarda çocukların gelişimi açısından çok zararlı olan cinayet, hırsızlık, tecavüz, işkence, bombalama, yangın çıkarma, katliam yapma, yağma, savaş, insanları esir alma, insanlara eziyet etme gibi davranışlar yer almakta ve oyuncu bunları yaptıkça puan toplamakta, ödüllendirilmektedir. Ağır silahlarla, bombalarla katliam yapan, insanları öldüren çocuk puan veya can kazanmakta bu durum oyuna devam etmesi için motivasyonunu artırmaktadır. Yapılan araştırmalar şiddet içeren oyunları oynayan çocukların daha saldırgan ve şiddete eğilimli olduğunu gösteriyor. Çocuklar, oyunlarda gördükleri şiddet davranışlarını taklit ederek şiddeti sözlerine, davranışlarına, oyunlarına yansıtıyorlar.”

    “ŞİDDET UYGULAYAN SUÇLU DEĞİL KAHRAMAN OLARAK GÖSTERİLİYOR”

    Şiddet içeren oyunları oynayan çocukların şiddeti bir sorun çözme aracı olarak öğrenerek kendilerini suçlu olarak değil bir kahraman olarak gördüklerini söyleyen Barış Tuncer, “Oyunlar çocuklara bir kazanan bir de kaybeden olduğunu ya kazanacaksın ya da kaybedeceksin mesajı vermektedir ve çocuk kazanmak için şiddet uygulamalıdır. Çocuk elindeki silahla güçlü ve her sorunu halledebileceğini öğrenmektedir. Bu etkiler çocukların davranışlarına hemen yansıyabileceği gibi yıllar sonra yetişkin bir birey olduklarında da ortaya çıkabilir” diye konuştu.

    ŞİDDET İÇERİKLİ OYUNLARIN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ NELERDİR?

    Barış Tuncer, şiddet içeren oyunların çocuklardaki olası etkileri ve ebeveynler için uyarılarını şöyle paylaştı:

    “Acıya ve ağrıya daha az duyarlı hale gelirler. Çocuklarda empati becerisi azalır. Çocuklar içinde yaşadıkları dünyanın korku ve tehdit dolu olduğuna inanırlar. Çocuklar saldırgan olarak arkadaşlarına şiddet uygulayabilirler. İleride suç işleme riskleri artar. Anti-sosyal davranışlar gösterebilirler. Anne-babalar bu süreçte, özellikle evde-kal döneminde çok dikkatli olunmalı ve sanal ortam ile gerçek etkinlikler arasında bir denge kurulmalı. Çocuğa sorumluluk kazandırılarak okul dersleri, ödevleri, günlük işleri bittikten sonra oyun oynaması öğretilmeli. Oyun oynama süresi kısıtlanmalı. Bu süre kesinlikle okul derslerinin, ödevlerinin, uyku süresinin önüne geçmemeli. Eğitsel oyunlar tercih edilmeli, çocuğa bilgisayar ve interneti oyun dışında farklı eğitici-öğretici etkinlikler için kullanması öğretilmeli. Aileler, çocuklarının oynadıkları oyunlar hakkında bilgi sahibi olmalı ve oyun oynamak birincil serbest zaman etkinliği haline getirilmemeli. Aile ve arkadaşlarla zaman geçirmek, etkinlikler yapmak, sohbet etmek gibi davranışlar çocuğa kazandırılmalı. Anne-babalar iyi bir internet, teknolojici kullanıcısı olarak çocuklarına örnek olmalıdır. Ebeveynler, eve gelir gelmez bilgisayarın başına geçmek, internete, sosyal medyaya girmek, oyun oynamak gibi davranışlar sergilememeli. Aileler, internet ve dijital oyun yerine koyabilecekleri alternatifleri çocuğa sunabilmeli. Özellikle bu karantina döneminde birlikte kitap okumak ve oyun oynamak, yeni hobiler geliştirmek, spor egzersiz yapmak yararlı olacaktır. Oyun oynamak asla bir ödül olarak kullanılmamalı.”

  • Kalp hastalarının koronavirüse karşı alması gereken önlemler

    Kalp hastalarının koronavirüse karşı alması gereken önlemler

    İSTANBUL, (DHA)- Kardiyolog Dr. Bilal Çuğlan, kalp hastalarının koronavirüse karşı alması gereken önlemlerden bahsetti. Dr. Çuğlan özellikle kalp yetmezliği ve hipertansiyon nedeniyle ilaç kullanan hastalara, ilaçlarda değişiklik yapmadan düzenli kullanıma devam etmeleri önerisinde bulundu.

    Beykent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Bilal Çuğlan, koronavirüs (Covid-19’un) komorbid hastalığı olan ve herhangi bir nedenle bağışıklık sistemi zayıf olan hastalarda daha ağır seyrettiğini belirterek, ”Özellikle kronik kalp rahatsızlığı bulunan hastaların, risk grubunda olmasından dolayı korunma önlemleri konusunda daha dikkatli olmaları gerekmektedir. Kalp hastalıklarının sıklığı yaşla birlikte artmaktadır. Özellikle kalp krizi geçirmiş ve kalp hasarı gelişmiş hastalarda Koronavirüse bağlı komplikasyonlar daha fazla görülmektedir. Koronavirüsün son dönemlerde saptanan etki mekanizmalarından olan pıhtılaşmaya eğilimin artması, özellikle daha önce damar hastalığı olan hastalar için daha büyük risk oluşturmaktadır. Ayrıca, kalp yetmezliği olan hastaların klinik seyri ağır ve ciddi boyutta olabilmektedir. Bu hastaların çoğunun ileri yaşta olması nedeniyle, risk daha yüksek olmaktadır. Bu yüzden kalp hastalarının Koronavirüsten korunmak için daha dikkatli olması ve daha hassas önlemler almaları gerekmektedir” dedi.

    Dr. Çuğlan, alınması gereken önlemleri ise, üç önemli başlık altında paylaştı:

    “İzolasyon, ilaç kullanımı, fiziksel aktivite önemli. Koronavirüs salgınından korunmanın en etkili yolu kişisel hijyen. Kronik kalp rahatsızlığı bulunan hastaların alınan tedbirler arasında yer alan karantina uygulamasına uygun şekilde davranarak izolasyona çok dikkat etmeleri gerekmektedir. Bu salgın sürecinde kalp hastalarının mümkün olduğu kadar izole olmaları gerekmektedir. İzolasyon ile maske kullanımı ve el yıkama bulaşma riskini oldukça azaltacaktır. Ayrıca sosyal mesafeye uyulması da kalp hastaları için büyük öneme sahiptir. Tüm bu önlemler kronik kalp rahatsızlığı olan hastalarda daha fazla dikkate alınmalıdır.”

    SİGARAYI BIRAKMAK ŞART

    ”Kalp hastalarının günlük aktivitelerine dikkat etmeleri önerilmektedir” diyen Kardiyoloji Uzmanı Dr. Bilal Çuğlan, uyku düzenine dikkat etmenin bağışıklık sistemini güçlendirdiğini söyledi.

    Çuğlan sözlerine şöyle devam etti:

    ”Kalp hastalarında önemli bir risk faktörü de sigara içilmesidir. Yapılan çalışmalarda sigara kullanım öyküsü olan ve koronavirüs geçiren hastaların klinik seyrinin daha ağır olduğu saptanmıştır. Ayrıca, sigara kullanımı ile normal bireylerde bile kalp tutulum riski daha çok artmaktadır. Bu süreçte sigara kullanımını bırakmak, koronavirüs enfeksiyonundan korunmada yüksek önem arz etmektedir.”

    İLAÇ KULLANIMINDA DÜZENİ KORUMAK GEREK

    Kronik kalp hastalığında ilaçların düzenli kullanımının, yeni kardiyak olay gelişimini de azalttığına vurgu yapan Dr. Çuğlan, ”Özellikle salgın döneminde gelişen anksiyete, ilaç kullanımlarında aksaklıklara neden olabilmektedir. Bu süreçte kalp yetmezliği ve hipertansiyon nedeniyle ilaç kullanan hastaların ilaçlarında değişiklik yapmadan düzenli kullanımları gerekmektedir. Bu nedenle, özellikle bazı ilaçlar ile ilgili çıkan söylemlere bakılmadan, doktorunuza danışmadan ilaç değişikliği yapılmamalıdır. Hastaların tansiyon ölçümlerini daha sık aralıklarla yapması ve farklılık saptandığında doktorlarına ulaşmaları gerekmektedir” önerisinde bulundu.

    Beykent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Bilal Çuğlan, egzersiz ile ilgili tavsiyelerini ve korona virüs aşısı ile ilgili tahminlerini de aktardı:

    ”Bütün bu önlemler dikkate alındığında, özellikle karantina ve sosyal izolasyon ile evde kalmak zorunda kalan hastalar için fiziksel egzersiz ihmal edilmektedir. Kalp hastalarının gün boyunca oturmayıp ev içinde hareket etmeleri gerekmektedir. Evde yürüyerek veya yürüme bandı gibi farklı spor aletleri ile egzersizlerine düzenli olarak devam etmeleri gerekmektedir. Ayrıca, sürekli evde kalındığında daha fazla yiyecek ve içecek tüketilebilmektedir. Özellikle kalp hastalarının bu konuda çok dikkatli olmaları ve beslenme düzenlerine dikkat etmeleri gerekmektedir. Kalp yetmezliği olan hastalarda grip aşısı önerilmektedir. Ancak şu anda koronavirüse karşı etkili aşı mevcut değildir. Ne yazık ki yakın süreçte yeni aşı bulunma ihtimali düşüktür. Bu nedenle, özellikle kalp hastaları için en etkin korunma yöntemi, koronavirüs bulaşmasından kaçınmak ve korunmaktır.”

  • “Hemşireler sağlık sisteminin omurgasıdır”

    “Hemşireler sağlık sisteminin omurgasıdır”

    İSTANBUL, (DHA)-Hemşireliğin sağlık sisteminin omurgası olduğunu dikkat çekerek 12-18 Mayıs Hemşireler Haftası nedeniyle meslektaşlarını anlatan Meryem Kapancı, “Bizler anne karnındaki ilk kalp atışından son ana kadar hayatın tüm evrelerinde insanlığa hizmet ediyoruz. Yaşadığımız Covid-19 sürecinde hemşirelerimizin gösterdiği çaba mesleklerini kendi ve ailelerinin hayatlarından üstün tuttuklarını bir kez daha dünyaya kanıtlamıştır” dedi.

    Dünya Sağlık Örgütü’nün 2020’yi Hemşire ve Ebe yılı olarak açıklamasının ardından her yıl 12-18 Mayıs arasında kutlanan Hemşirelik Haftası, pandemiyle mücadelenin kahramanlarına bir kez daha hatırlattı.  Medipol Mega Üniversite Hastanesi Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Meryem Kapancı, hemşirelik mesleğinin odak noktasının insanlık olduğuna dikkati çekerek “Hemşirelik; her türlü koşulda, herhangi bir ırk, inanç, renk, siyasal veya sosyal durum ayrımı gözetmeksizin, insan sağlığının kutsallığından ödün vermeksizin, bilgi, beceri, fedakarlık ve sabır ile yoğrulan, sağlık sistemi içinde omurga görevini üstlenen bir meslektir. Türk Hemşireler Derneği’nin (THD) yapmış olduğu tanıma göre ‘Hemşirelik, bireyin, ailenin ve toplumun sağlığını ve esenliğini koruma, geliştirme ve hastalık halinde iyileştirme amacına yönelik hemşirelik hizmetlerinin planlanması, örgütlenmesi, uygulanması ve değerlendirilmesinden, bu kişilerin eğitiminden sorumlu bilim ve sanattan oluşan bir sağlık disiplinidir” dedi.

    TARİH BOYUNCA KRİZ YÖNETİMİNDE BAŞROLDE 

    Hemşirelerin anne karnındaki ceninden, yenidoğan, çocuk, genç, yetişkin, yaşlı olmak üzere insan yaşamının tüm evrelerinde sağlık ve bakım gereksinimlerini karşılamak üzere eğitim aldığını anlatan Kapancı “İnsanı, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönleri ile bir bütün olarak ele alan hemşireler birey, aile ve topluma en zor anlarında hizmet ederek sağlık ve hastalıkla ilgili ihtiyaçlarının karşılanmasında hiç tartışmasız çok önemli bir rol oynar” ifadelerini kullandı. Meryem Kapancı, tarihin en eski mesleği olan hemşireliğin gelişim tarihi olarak ise 19’uncu yüzyılı işaret etti. Kapancı, “Dünyada hemşireliğin tarihsel sürecine baktığımızda çoğunlukla insanlığın kriz dönemleri olan savaşlar, doğal afetler ve bugün olduğu gibi salgın hastalıklar gibi olayların etkili olduğunu görürüz. Hemşirelik mesleğinin gelişiminde 19. yüzyılda ortaya çıkan pek çok iç savaşın, Kırım Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nın önemli etkileri olmuştur. Nitekim modern hemşireliğin 1854-1856 yıllarında Kırım Savaşı sırasında Florance Nightingale’in elde ettiği başarılı çalışmalar ile başladığı kabul edilmektedir” bilgisini verdi.

    REFORM 200 YIL ÖNCE İSTANBUL’DA BAŞLADI 

    Kapancı, Florance Nightingale’in Kırım Savaşı’nda gösterdiği başarıyı ise şu şekilde açıkladı: “1854 yılında Nightingale 38 kişilik bir hemşire kafilesi ile İstanbul’a gelmiş. Onun hastalara bilgi ve şefkatle bakması, aynı zamanda bir istatistik uzmanı ve sosyal reformcu olması kısa sürede uluslararası bir üne kavuşmasını sağlamış. Ancak Nightingale’i asıl efsane yapan başarı ise analitik ve disiplinli çalışmaları neticesinde ölüm oranlarının yüzde 42’den yüzde 2’ye düşürmesidir. Bu gerçekten de takdire şayan bir başarıdır. Onun bu başarısı üzerine 1860 yılında Nigtingale’in katkıları ile Londra’da isminin verildiği bilimsel temelli ilk modern sivil hemşire okulu açılmıştır. 1907 yılında Liyakat (Merit) Nişanı alan ilk İngiliz kadın olmuştur. Bu olayların akabinde yaşanan gelişmelerle dünya üzerinde ismini altın harflerle yazdıran ilk hemşire olmuştur. Doğum günü olan 12 Mayıs, tüm dünyada Hemşireler Günü olarak kabul edilmiştir. Bu yıl 1820 yılında doğan Nightingale’in 200’üncü doğum günü olması anısına 2020 yılı DSÖ tarafından Hemşire ve Ebeler Yılı olarak ilan edilmiştir. Diğer yandan gelecekle ilgili öngörülerde bulunan The Economist dergisi de 2020 kapağında Florance Nigtingale’e yer vermiş ve 2020 yılının hemşireler açısından ne kadar önemli olacağını vurgulamıştır.”

    SÜRECİN TEMELLERİ 2018’DE ATILDI

    2020 yılının Uluslararası Hemşire ve Ebe Yılı olarak ilan edilmesine ilişkin Kapancı, şu bilgileri paylaştı: “Aslında bu sürecin temelleri 2018 yılında yine DSÖ’nün sağlık çalışanlarının neredeyse yarısını oluşturan hemşireler için Ulusal Hemşirelik Konseyi ile ‘Nursing Now/‘Hemşirelik Şimdi’ adında başlattığı kampanya ile atıldı. Kampanyanın 2018 Şubat’ında yapılan lansmanına birçok hemşirelik ve sağlık kuruluşları canlı bağlantı ile katıldı. 2018’de başlayan ve 2020’nin sonunda sona erecek bu üç yıllık küresel ‘Hemşirelik Şimdi’ kampanyası, Cambridge Düşesi Kate Middleton ve Game of Thrones’un yıldız oyuncusu Emilia Clarke tarafından da desteklenmiştir. ‘Hemşirelik Şimdi’ kampanyası ile dünyadaki hemşire statüsünü, mesleki bilgi, becerisini yükseltmek ve bu yolla sağlık hizmetinin kalitesinin artırılması amaçlanıyor. Ayrıca hemşireleri, 21. yüzyılın sağlık sorunları ile mücadelenin merkezinde yer almada yetkilendirmeye çalışılıyor.”

    KAMPANYANIN ODAKLANDIĞI BEŞ MADDE

    Kapancı, ‘Hemşirelik Şimdi’ kampanyasının odaklandığı 5 temel alanı şu şekilde sıraladı: Hemşireler için eğitim, mesleki gelişim, standartlar, yasal düzenlemeler ve istihdam koşullarının iyileştirilmesine daha fazla yatırım yapılması. Liderlik pozisyonlarında daha fazla hemşire ve her seviyede gelişim için daha fazla fırsat oluşturulması. Hemşirelikte etkili ve yenilikçi uygulamaların yaygınlaştırılması ve iyileştirilmesi. Hemşireler ve ebelerin küresel ve ulusal sağlık politikası üzerinde etkisinin artırılması ile sağlık iş gücünün karar alma süreçlerine daha fazla dahil olmalarının sağlanması. Politika ve karar vericiler için, hemşirelerin en fazla neye sahip olabileceği, hemşirelerin potansiyellerine ulaşmalarının engellendiği ve bu engelleri nasıl gidereceği hakkında daha fazla kanıtların oluşturulması.”

    MESLEĞİN BAŞINDA ‘GERÇEKLİK ŞOKU’NA DİKKAT

    Hemşirelik mesleğine yeni adım atacaklara da tavsiyelerde bulunan Kapancı, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Genç meslektaşlarımın mesleklerinin önemi ve gerekliliklerini bilerek, büyük bir hevesle çalışma hayatına atılacaklarını biliyorum. Çalışma hayatlarındaki ilk yılının en önemli yılları olacağının ve ‘gerçeklik şoku’ yaşayacaklarının farkında olmaları gerektiğini bilmelerini isterim. Gerçeklik Şoku terimi çoğunlukla öğrencilerin eğitim ve uygulama arasındaki boşluğu keşfettiklerinde tepkilerini tanımlamak için kullanılır. Hemşirelerin mezun olduktan sonra ilk yıllarında işlerini bırakmalarına neden olur. Klinik deneyimin her zaman tahmin ettikleri değer ve ideallerle eşleşmediğini fark ettiklerinde hayal kırıklığı yaşarlar. ‘Gerçeklik şoku’ yaşamda kaçınılmaz bir realitedir. Bizler bu gerçeği hayattan tamamen silemeyiz. Ancak bununla nasıl başa çıkacağımız hakkında daha fazla şey öğrenebiliriz. Yeni mezunlara öğrenciden hemşireliğe rol geçişi yani ‘gerçeklik şoku’ konusunda yardımcı olmak hem üniversiteler hem de hastaneler tarafından üzerinde ciddi çalışılması gereken çok önemli bir kavramdır.”

  • Türkiye’de toplam ölü sayısı 4 bini aştı

    Türkiye’de toplam ölü sayısı 4 bini aştı

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye’nin güncel koronavirüs verilerini paylaştı.
    Koca mesajında; “Toplam test sayısında 1,5 milyonu geçtik. Yoğun bakım ve entübe hasta sayımız azalmaya devam ediyor. Toplam vaka sayımızda iyileşme oranı %71,8. Yeni hayat tarzımız Kontrollü Sosyal Hayat, yani hep birlikte tedbir. Koşulu: Maske + 1, 5 metre Sosyal Mesafe.“ ifadelerine yer verdi.

  • Maske kullanımıyla ilgili uyarı: Tekrar kullanmayın!

    Maske kullanımıyla ilgili uyarı: Tekrar kullanmayın!

    Tüm maskelerin tek kullanımlık olduğuna dikkat çeken Eczacı Yıldız Türkaydın, “Maskelerin herhangi bir yöntemle dezenfekte edilmeye çalışılması; cerrahi maskelerin fiziksel bütünlüğünü ve kumaş yapısını, diğer maskelerin de ilave olarak filtre yapılarını da bozarak işlevsiz hale getirebilir. O yüzden tüm maskelerin tek kullanımlık olduğunu bilip, kullanım sonrası dezenfekte etmeye çalışarak tekrar kullanmamalıyız” dedi.

    Medipol Mega Üniversite Hastanesi Başeczacısı Yıldız Türkaydın, 14 Mayıs Eczacılık Günü kapsamında önemli açıklamalarda bulundu. Türkaydın, ilk akademik eczacılık eğitiminin 14 Mayıs 1839 tarihinde başlamasıyla Türkiye’de her yıl 14 Mayıs’ın Eczacılık Günü olarak kutlandığını belirterek “Covid-19 pandemi sürecinde eczacıların da içinde bulunduğu tüm sağlık çalışanları ön saflarda büyük bir özveriyle mücadele etmişlerdir. Özellikle hastanelerde hastane eczacısı, klinik eczacı olarak çalışan ve eczanelerinde bu süreçte hizmet vermeye devam eden eczacıların, sürecin kontrol altına alınmasında büyük katkıları olmuştur” dedi.

    “TEDBİRİ ELDEN BIRAKMAMALIYIZ”

    Sağlık Bakanlığının liderliğinde Covid-19 pandemi sürecinin her ne kadar kontrol altına alınmış olsa da riskin devam ettiğini hatırlatan Eczacı Türkaydın, şöyle devam etti: “Hepimiz virüsün bulaşmasına karşı bu zamana kadar aldığımız tüm tedbirlere uymaya devam etmeliyiz. El hijyeni ile ilgili yapılan bütün bilgilendirmeleri yaşam şeklimize dahil etmeli ve bundan sonraki hayatımızda da buna dikkat etmeliyiz. Ellerimizin temizlenmesi için bol su ve sabun ile tüm parmak araları, tırnak altları dahil olmak üzere, ellerimizin her tarafını toplam en az 40-60 saniye boyunca yıkamalıyız. Sosyal mesafe kurallarına uymaya devam etmeliyiz. Normalleşme süreçlerinin konuşulduğu bu zamanlarda hepimizin en dikkatli olması gerekecek konu bu olacaktır diye düşünüyorum. Sosyal mesafe kurallarını da bir yaşam kültürümüze dahil etmemiz gerekecek. Mümkün olduğu kadar kalabalık ortam oluşturmaktan kaçınmalı ve böyle yerlerden uzak durmaya çalışmalıyız. Bir başka kişi ile aramızda mutlaka 1.5 metre sosyal mesafenin olmasını sağlamalıyız. Ayrıca virüsün tanıdık kimselerden bize ya da bizden tanıdık, eş-dost, akrabaya geçmeyeceği yanılsamasına kapılmamalıyız.”

    N-95 YERİNE CERRAHİ MASKE TERCİH EDİN

    Eczacı Türkaydın, dışarı çıkmak zorunda kalınılması halinde kullanım kurallarına uygun olarak maske takılması gerektiğine dikkati çekerek “Bu dönemde birden fazla maske çeşitleri gündemde yer aldı. Cerrahi maske dediğimiz maskeler dışarıda kullanım için yeterli olacaktır. Diğer N-95 dediğimiz maskeler ise sağlık çalışanlarının, yüksek bulaştırıcılığı olan hasta bireylere yakından müdahalesi sırasında kullanmaları için tasarlanmıştır. Bu maskeyi takan hasta bireylerin, virüsü başkasına bulaştırmasına engel olmamaktadır. Tasarımı nefes alırken dışarıdan gelen havayı temizlemek üzerine yapılmıştır, maskeyi takan kişinin dışarıya nefes verirken verdiği havayı temizlememektedir. Bu nedenle bu tür maskeyi takanların mutlaka üzerine cerrahi maskeyi de takmaları gerekmektedir” bilgisini verdi.

    TEKRAR TEKRAR KULLANMAYIN

    Maske takmadan önce ellerin kurallara uygun olarak mutlaka yıkanması gerektiğine değinen Ecz. Türkaydın, şu ifadeleri kullandı: “Maske takma süresince ellerimizle maskemize ve yüzümüze dokunmamalıyız. Maskeyi çene altına, alın bölgesine indirip kaldırarak kullanmamalı ve çıkarıp cebimize koyup tekrar takmamalıyız. İşimiz bittikten sonra maskeyi çıkarıp eller tekrar yıkanmalıdır. Maskelerin hepsi tek kullanımlık olup, çıkarıldıktan sonra bir poşete konularak imha edilmelidir. Ülkemizde devlet otoritelerinin aldığı önlemler sayesinde maske stoklarında herhangi bir sıkıntısı yaşanmadı. Yine de maskelerin dezenfekte edilerek tekrar kullanılıp kullanılamayacağı sorusu gündeme geldi. Bazı ülkelerde sadece hastanelerde, sağlık çalışanları tarafından N-95 maskelerin tekrar kullanılabilmesi için, uygun dezenfekte işlemleri ile ilgili çalışmalar yapılmaktadır. Bizde ise maske stok problemi olmadığından, böyle bir ihtiyaç doğmamıştır. Maskelerin herhangi bir yöntemle dezenfekte edilmeye çalışılması; cerrahi maskelerin fiziksel bütünlüğünü ve kumaş yapısını, diğer maskelerin de ilave olarak filtre yapılarını da bozarak işlevsiz hale getirebilir. O yüzden tüm maskelerin tek kullanımlık olduğunu bilip, kullanım sonrası herhangi bir yöntemle dezenfekte etmeye çalışarak tekrar kullanmamalıyız”

  • Çin başa döndü! Bir şehir sınırlarını kapattı

    Çin başa döndü! Bir şehir sınırlarını kapattı

    Dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgının ortaya çıktığı Çin başa dönerken, ülkede ikinci dalga endişeye yol açtı.

    Çin’in Jilin bölgesinde yer alan, 4 milyondan fazla nüfusuyla Jilin şehri koronavirüs nedeniyle sınırlarını kapattırken, toplu taşımayı da askıya aldı. Jilin yerel yönetiminden yapılan açıklamada; Jilin’deki tüm sinemalar, kapalı spor salonları, internet kafeler ve diğer kapalı alandaki eğlence mekanlarının derhal kapatılması ve eczanelerin tüm ateş ve antiviral ilaç satışlarını bildirmesi gerektiği belirtildi.

    Yerel yönetim aynı zamanda, şehir sakinlerinin sadece, son 48 saat içinde Covid-19 için negatif test sonucu aldıklarını ve belirtilmemiş bir ‘katı öz izolasyon’ dönemi tamamladıklarını kanıtlayan bir rapor almaları durumunda şehirden ayrılmalarına izin verildiğini söyledi. Jilin ve Shulan şehri Çin’in, Rusya ve Kuzey Kore ile sınırları olan Jilin bölgesinde bulunuyor.