Kategori: Sağlık

  • KOAH en sık görülen 3 neden

    KOAH en sık görülen 3 neden

    Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ege Güleç Balbay, kronik obstrüktif akciğer hastalığının (KOAH) toplumumuzda 40 yaş üstü her 5 kişiden birinde görüldüğüne dikkat çekerek, solunum sistemi hastalıklarında en sık görülen 3’üncü ölüm nedeninin bu hastalığa bağlı gerçekleştiği bilgisini verdi. İklim değişikliği ve hava kirliliğinin bu hastalığın alevlenmesine neden olduğuna vurgu yapan Balbay, KOAH’lı hastanın yapması gereken ilk işinin sigarayı bırakmak olduğunu belirtti.

    Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ege Güleç Balbay, KOAH hastalığının nedenleri, belirtileri ve korunma yolları hakkında önemli bilgiler paylaştı. İklim değişikliği ve hava kirliliğinin KOAH hastalığının alevlenmesine neden olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Güleç Balbay, hastalığı; kalıcı solunum yakınmalarına neden olabilen, nefes alıp vermede zorlukla kendini gösteren ve kontrol edilebilen bir akciğer hastalığı olarak tanımladı.

    Balon gibi genişleyip daralabilen hava keseciklerinin mikrobik olmayan nedenlerle iltihaplanarak bu özelliğini yitirdiğine dikkat çeken Balbay, “İltihaplanan hava yollarında daralma olur ve soluk verildiğinde hava daha çok akciğerlerde hapis kalır. Bu durum kirli havanın dışarı atılmasını ve temiz havanın içeri alınmasını güçleştirir ve akciğerlerde kalıcı hasar gelişir” dedi.

    “En sık görülen 3’üncü ölüm nedeni”
    40 yaş üstü her 5 kişiden birinde KOAH görüldüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Balbay, Türkiye’de solunum sistemi hastalıklarında en sık görülen 3’üncü ölüm nedeninin kronik obstrüktif akciğer hastalığına bağlı gerçekleştiği bilgisini verdi. Solunum sistemiyle ilgili başta efor ile gelişen nefes darlığı, öksürük, balgam çıkarma gibi giderek artan veya kalıcı yakınmaların KOAH varlığının habercisi olabileceğine dile getiren Balbay, tedavi edilmediği takdirde belirtilerin artacağını, yaşam kalitesinin azalacağını, iş gücü kaybı yaşatarak alevlenmelerin ortaya çıkabileceğini belirtti.

    Hastalığa yol açan etmenler hakkında bilgiler veren Balbay, “Sigara, pipo, puro, nargile gibi tütün ve tütün ürünlerinin kullanılması, metal, çimento, tahıl, maden, inşaat, ulaşım gibi sektörlerde çalışanların mesleki nedenlerle toz, duman ve zararlı gazlara maruz kalınması, kapalı ortamlarda kullanılan odun, kömür, tezek gibi organik yakıtların dumanın solunması, orman yangınlarının dumanına maruz kalınması ve hava kirliliği önemli risk faktörleri arasındadır” açıklamasında bulundu.

    Prof. Dr. Güleç Balbay, hekime zamanında başvurulmamasının hastalığa erken tanı konmasını engellediğini vurguladı.

    “İlk iş sigarayı bırakmak”
    Hastalığa basit ve ağrısız bir test olan nefes ölçüm testi ile kolayca tanı konabildiğini dile getiren Balbay, KOAH’ın ilerleyici bir hastalık olmasına karşı önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olduğunun altını çizdi. KOAH’lı bir hastanın yapması gereken ilk işin sigarayı bırakmak olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Ege Güleç Balbay, “KOAH tanısı konulan kişilerin tütün ve tütün ürünlerinin kullanımını bırakmaları, zararlı toz ve gaz içeren ortamlardan, hava kirliliğinden uzak durmaları, sağlıklı beslenmeleri ve günlük egzersiz yapmaları gereklidir.

    İç ve dış ortam hava kirliliğinin azaltılması KOAH’ın gelişimi ve alevlenmesini önleyen koruyucu bir müdahaledir. KOAH hastaları dış ortam aktivitelerini yerel hava kalitesi indeksini takip ederek ona göre düzenlemelidir. Toplumsal müdahale önlemlerinin dışında KOAH tanılı hastaların hava kirliliği bulunan yerlerde maske kullanması yararlı olabilir” ifadelerini kullandı.

    Küresel iklim değişikliğinin KOAH hastalarını da doğrudan etkilediğinin tahmin edildiğini ifade eden Prof. Dr. Güleç Balbay, hava kirliliği ve iklim değişikliğine yol açabilecek sera gazlarının azaltmasının KOAH’la mücadelede temel hedeflerden biri olması gerektiğinin altını çizdi. İç ve dış hava kirleticilerinin KOAH’ta artan solunum yakınmalarının yükünü arttırdığına vurgu yapan Güleç Balbay, bu durumun akciğer fonksiyon kaybı ve KOAH alevlenmeleri ile erken ölümlere neden olabileceğine dikkat çekti.

    “Havamızı koruyalım, KOAH’sız yaşayalım”
    Bu yıl Dünya KOAH Günü’nde ‘Havamızı Koruyalım, KOAH’sız Yaşayalım’ teması ile temiz hava ve akciğer sağlığının önemine vurgu yapıldığına dikkat çeken Balbay, “Akciğerlerinizi sağlıklı tutabilmeniz ve sağlıklı nefes alabilmeniz için tütün ve tütün ürünlerini kullanmayın. Soluduğunuz ortam havasını temiz tutun. Düzenli ve dengeli beslenin, egzersiz yapın. Yaş grubunuza uygun aşınızı olun. İklim değişimine duyarsız kalmayın” ifadelerini kullandı.

  • ‘Çocuklarda Diyabet’

    ‘Çocuklarda Diyabet’

    Hasta ve hasta yakınlarının katılımıyla gerçekleşen etkinlikte; Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı akademisyenlerinden Doç. Dr. Ali Ataş, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniğinde görevli Diyabet Hemşiresi Dilek Yıldırım, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında görevli Psikolog Serkan Kostak ve BAÜN Hastanesinde görevli Uzman Diyetisyen Hayrettin Kara tarafından çocuklarda diyabetin önlenmesi, yönetimi ve diyabet hastalarının hayat kalitesinin artırılması için yapılacaklar hakkında bilgi verildi.

    Özellikle çocukların diyabetle yaşamlarını daha sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeleri için ailelerin ve sağlık profesyonellerinin birlikte hareket etmesinin öneminin vurgulandığı etkinlikle birlikte, diyabetin önlenmesi ve yönetimi konusunda toplumsal bilinç oluşturulmasına katkı sağlanması hedeflendi.

  • Dubai çikolatası tüketimi sağlığı bozuyor

    Dubai çikolatası tüketimi sağlığı bozuyor

    Antep fıstığı, tahin ve kavrulmuş kadayıf ile üretilmeye başlayan Dubai çikolatası, sosyal medya platformlarındaki paylaşımların da etkisiyle adeta bir tüketim çılgınlığına dönüştü. Görüntüsü ve lezzetiyle tüketicileri cezbeden Dubai çikolatası göründüğü kadar masum değil. Kısa sürede tüketimi yaygınlaşan çikolata ile ilgili Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Merve Bayram önemli açıklamalarda bulundu.

    Dr. Öğr. Üyesi Merve Bayram yaptığı açıklamada “Hem Dubai hem de diğer çikolataların içerdiği şeker, yağ, kafein ve bazı bileşenler, sindirim sistemi üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir. Bu olumsuz özelliklerden bazıları mide asidini artırarak reflüye yol açması, mide asidinin yemek borusuna geri kaçmasıyla yanma hissine neden olmasıdır. Ayrıca, içinde bulunan laktoz (sütlü çikolatalarda) ve şekerler, bazı bireylerde bağırsakta gaz oluşumuna yol açabilir. İçeriğinde bulunan yağ ve şeker, bağırsak hareketlerini etkileyebilir ve mide kramplarına neden olabilir. Özellikle hassas bağırsak sendromu (IBS) olan bireyler için bu durum daha belirgin olabilir” diyerek tüketicileri uyardı.

    Fıstık alerjisi olanlar dikkat

    Dubai çikolatası içerdiği bol miktarda Antep fıstığıyla dikkat çekiyor. Yaygın bir alerjen maddesi olan fıstığa alerjisi olanlar için bu durum risk oluşturabilir. Konu ile ilgili Dr. Öğr. Üyesi Merve Bayram, “Fıstık alerjisi olan kişiler için fıstık kreması çok tehlikeli olabilir ve şiddetli alerjik reaksiyonlara (anafilaksi) yol açabilir. Tahin, susam tohumlarından yapılır ve susam alerjisi olan kişilerde alerjik reaksiyona yol açabilir. Susam alerjisi, bazı kişilerde cilt döküntüleri, mide bulantısı veya ciddi alerjik reaksiyonlarla sonuçlanabilir. Kadayıfın kendisi gluten içeren buğday unu ile yapılır, bu nedenle gluten alerjisi (çölyak hastalığı veya gluten intoleransı) olan kişiler için sorun oluşturabilir. Ayrıca kadayıf, kavrulmuş olması durumunda bazı kişilerin sindirimini zorlaştırabilir, ancak fıstık veya susam kadar yaygın bir alerjen değildir” açıklamasında bulundu.

    Kan şekerini hızla yükseltiyor

    Dubai çikolatasının muhtemel tüm zararlarına değinen Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Merve Bayram, “Dubai çikolatası yüksek miktarda şeker içerir ve şeker tüketimi, kan şekerini hızla yükseltir. Bu durum, insülinin hızlıca salgılanmasını tetikler ve zamanla insülin direncine yol açabilir. İnsülin direnci gelişirse, vücut insüline karşı daha az duyarlı hale gelir ve bu durum uzun vadede tip 2 diyabet riskini artırabilir” açıklamasıyla tüketicileri tip 2 diyabet riskine karşı uyardı.

  • O virüslerle ilgili dikkat çeken açıklama

    O virüslerle ilgili dikkat çeken açıklama

    Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gürdal Yılmaz, eskiden beri dolaşıma girmiş, insanlar arasında yayılmış virüslerin her zaman tek dük karşımıza çıkacağına dikkat çekerek, “Covıt-19 var, domuz gribi de ara ara var” dedi.

    Halen domuz gribi vakalarıyla karşı karşıya kalındığını kaydeden Yılmaz, “Biz o salgını 2010 yılında yaşamıştık. Ama halen domuz gribi vakalarıyla karşı karşıya kalıyoruz. İnsanlar arasında dolaşıyor bunun ağırlaşması önemli. Ağırlaşıp ta tanı konulması, hafif geçiren çok vaka var” diye konuştu.
    Eskiden grip geçirildiği zaman bir hafta ya da on günde düzeliyordu

    Ekim-Kasım aylarında solunum yolu hastalıkların arttığını eskiden bir hafta ya da on günde geçen bu hastalıkların artık süresi uzadığına dikkat çeken Yılmaz, “Ekim-Kasım ayları hava değişimlerinin olduğu aylar. Bu aylarda en çok gördüğümüz enfeksiyon hastalıkları solunum yolu enfeksiyonları. Her zaman gördüğümüz ishal, idrar yolu enfeksiyonları yine devam ediyor. Ancak solunum yolu enfeksiyonları özellikle grip tarzındaki enfeksiyonlar bu aylarda daha çok karşımıza çıkıyor.

    Bu grip geçen sene Eylül ayında başlayıp devam eden dört mevsim grip dediğimiz bir grip sezonu yaşadık. Bu yazın bir süre ara vermişti şimdi tekrar böyle bir grip durumu söz konusu gribal şikâyetler. Bu şikâyetlerin eskisine göre farklılığı geçen seneden beri aynı şekilde eskiden grip geçirildiği zaman bir haftada ya da on günde düzelmiş oluyordu. Şimdi uzamış bir süreç var. Özellikle belki hastanın kas ağrıları eklem ağrıları halsizliği düzeliyor ama öksürük şikâyeti bir ay iki ay üç ay kadar sürebiliyor.

    Bunlarla karşılaşıyoruz ve hastalarımız bundan mustarip olarak karşımıza geliyor. Bunlara ne neden oluyor? Tekrarlayan viral enfeksiyonlar farklı farklı virüsler olabileceği gibi yaşantı şeklinin değişmesi obezitenin artması, yiyeceklerden doğallıktan uzaklaşma, katkı maddeli yiyecekler yeme vücudun bağışıklık sistemi düşmesi ve yaşın yükselmesi olarak düşünebiliriz” diye konuştu.

    Covit -19 hala devam ediyor

    Gribal enfeksiyonların pandemi ile ilgili olup olmadığı konusunda kesin bir şey söylenemeyeceğini belirten Yılmaz, “Pandemi ile alakalı mıdır? Bu noktada bir şey diyemeyiz ama sonuçta gribal şikayetlerin bir kısmında Covit -19 hala devam ediyor bu var. İnfluenza var RSV dediğimiz Respiratuar sinsityal virüs var sıklıkla karşılaştığımız. Yine sigara kullanımının artması ile birlikte bu enfeksiyonların biraz daha uzaması söz konusu olabiliyor. Halkımızın biraz daha yediğine içtiğine dikkat etmesi hijyenine dikkat etmesi gerekiyor. Temiz hava almasını öneriyoruz, rüzgârda kalmaması rüzgarlı ortamlarda gereken bariyer önlemlerini alması giysisini ona göre giyinmesi gerekiyor. Özellikle cereyan ortamında kalmamasını öneriyoruz” dedi.

    Sadece enfeksiyon değil kardiyak hastalıkları da bu dönemlerde arttı
    Hava sıcaklığının birden yükselip azalması hastalıkları tetiklediğini ifade eden Yılmaz, “Sıkıntımız, hava sıcaklığının birden bire yükselmesi birden bire düşmesi. Vücut adaptasyon sürecini buna yeterince ayarlayamıyor. Yeterince ayarlayamadığı için de enfeksiyon hastalıkları karşımıza çıkıyor. Sadece enfeksiyon değil kardiyak hastalıkları da bu dönemlerde arttı. Biz mesela bu aylarda İnfektif endokardit daha çok görüyoruz. Yani kardiyak rahatsızlıkları var bu dönemlerde bir artış söz konusu.

    Yine menenjit vakalarımız oldu bu şekilde. Yaz sonu Kırım Kongo bitiyor son baharda solunum yolu enfeksiyonları başlıyor. İshal yaz ile birlikte devam ediyor. Bu dönemde de gribal hastalıklarda bir artış oluyor” diye konuştu.

    Covıt-19 var domuz gribi de ara ara var
    Virüslerin her zaman tek dük olacağına dikkat çeken Yılmaz, “Bunlar her zaman tek dük, her zaman olacak şeylerdir. Eskiden beri dolaşıma girmiş insanlar arasında yayılmış virüsler her zaman tek dük vakalar şeklinde karşımıza çıkacaktır. Covıt-19 var, domuz gribi de ara ara var. O salgını biz 2010 yılında yaşamıştık. Ama halen domuz gribi vakalarıyla karşı karşıya kalıyoruz. İnsanlar arasında dolaşıyor bunun ağırlaşması önemli, ağırlaşıp ta tanı konulması. Hafif geçiren çok vaka var” dedi.

  • Yerin 150 metre altında şifa

    Yerin 150 metre altında şifa

    Çankırı’da hayata geçirilen ‘Daha Güçlü Bir Nefes Projesi’, Dünya KOAH Günü’nde KOAH ve astım hastalarına umut oldu. Türkiye’nin dört bir yanından gelen KOAH ve astım hastaları, Hititler’den kalan ve yerin 150 metre altında bulunan tuz mağarasında sağlıklarına kavuştu.
    Çankırı’da, Çankırı Valiliği ile çeşitli kurumların işbirliği ile gerçekleştirilen ‘Daha Güçlü Bir Nefes Projesi’, ‘Dünya KOAH Günü’nde KOAH ve astım hastalarına umut oldu.

    Hititler döneminden kalan ve “Yer Altı Tuz Şehri” olarak adlandırılan tuz mağarasında, KOAH ve astım hastalarına yönelik farklı sosyal, kültürel ve sağlık etkinlikleri gerçekleştirildi. Yerin 150 metre altındaki mağara içerisinde, hastaların 15 gün boyunca günde 6 saat tuz ortamındaki havaya maruz kalmaları sağlandı. Tuzla şifa bularak hayata tutunan hastalar tuz gastronomisiyle de Çankırı’nın yöresel yemeği olan tuzda kuzu ve tavuk yemeğini tattılar. Türkiye’nin dört bir yanından gelen hastalar, Dünya KOAH Günü’nde sağlık problemlerinin azaldığı ve rahat bir nefes aldıkları için çok mutlu olduklarını belirtti.

    “Buraya gelmeden önce 1’inci kata çıkamıyordum. Şimdi ise, 4’üncü kata çıkabiliyorum”
    Tedavisinin ardından kolaylıkla merdiven çıkabildiğini söyleyen Hasan Hüseyin Barışkan, “Projeye Ankara’dan katılıyorum. Buraya bir tavsiye üzerine geldim. Bugün tedavimin son günü. Buraya gelmeden önce 1’inci kata çıkamıyordum. Şimdi ise, 4’üncü kata çıkabiliyorum. Bu mağaranın faydasını gördüm. Dünya KOAH Günü’nde burada bulunduğum için mutluyum. KOAH hastalarına bu mağarayı tavsiye ediyorum” dedi.

    “Ben kurtuldum”
    Çareyi tuz mağarasında bulduğunu ifade eden Sedat Çetinkaya, “Projeye Kocaeli’nden katılıyorum. KOAH hastasıyım. Nefes darlığım var. Gitmediğim doktor kalmadı. En sonunda bu mağarayı duydum ve geldim. Tedavimin 7’inci gününde rahat nefes alamaya başladım. Rahatlıkla balgam çıkartabiliyorum, burnum ve genzim açıldı, artık tıkanmıyorum. Ben kurtuldum” diye konuştu.

    “Dünya KOAH Günü’nde burada tedavi olduğum için çok mutluyum”
    Tuz mağarasını KOAH ve astım hastalarına tavsiye eden Necati Bozkurt, “5-6 senedir bu KOAH hastalığını çekiyorum. Bu mağarada tedavi oldum ve iyileşme sürecimde ilerlemeler var. Bu mağaranın tüm hastalara faydalı olacağını düşünüyorum. Dünya KOAH Günü’nde burada tedavi olduğum için çok mutluyum” şeklinde konuştu.

    “Tuzun nasıl sağlıkta faydası varsa, tuzda kuzu ve tavuğunda faydası vardır”
    Çankırı tuzunun yemekte de sağlıklı olduğunu söyleyen yemek ustası Servet Sevindim, “Dünya KOAH Günü amacıyla yer altı tuz şehrine KOAH ve astım tedavisi için Türkiye’nin her yerinden gelen hastalarımıza Çankırı’nın yöresel lezzeti olan tuzda kuzu ve tuzda tavuk yaptık. Tuzun nasıl sağlıkta faydası varsa, tuzda kuzu ve tavuğunda faydası vardır. İnce ve kalın tuzla etin tamamını kapatarak 7 saatte yavaş yavaş pişiriyoruz. Hiçbir katkı yoktur. Burası tuzun başkenti, sağlıyla ve lezzetleriyle, tuza dair olan her şey Çankırı’da” ifadelerini kullandı.

  • Diş sağlığında ‘kişiselleşmiş tedavi’ dönemi

    Diş sağlığında ‘kişiselleşmiş tedavi’ dönemi

    İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Diş Hekimliği Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Gülsüm Ak, kişiselleştirilmiş diş hekimliğinin, teknolojinin ilerlemesiyle her geçen gün daha yaygın hale geldiğini belirterek, dijital ve kişiye özel çözümlerin, hastaların tedavi süreçlerinde daha iyi sonuçlar almalarını ve iyileşme sürelerinin kısalmasını sağladığını söyledi.

    Günümüzde tıp ve diş hekimliğinin, teknolojik ilerlemeler ve bilimsel yenilikler sayesinde önemli bir dönüşüm geçirdiğinin altını çizen Prof. Dr. Ak, “Her bireyin fizyolojik yapısı farklı olduğu gibi hastalıklarının patolojisi de farklılık gösterebilmektedir. Hastalıklar hastadan hastaya farklı bir seyir izleme potansiyeline sahiptir. Sağlık alanı da bu farklılıklara çözüm üretebilmek için evrilmektedir. Hastalıklara odaklı eski standart tedavi anlayışı yerini, hasta odaklı kişiselleşmiş tedavi anlayışına bırakmaktadır.

    Bu durum akla Hipokrat’ın ‘Hastalık yoktur, hasta vardır’ sözünü getirmektedir. Günümüzde her bireyin hastalığı için optimize edilmiş kişiye özel tedavi planları öne çıkmaktadır. Bu tedavilere örnek olarak tıp alanında kişisel ihtiyaçlara göre düzenlenmiş ilaç tedavileri ve diş hekimliği alanında ise kişiselleşmiş implant ve protez tedavileri verilebilir” dedi.

    Diş tedavilerinde de kişiye özgü tedavilerin ön plana çıktığını belirten Ak, “Kişinin kendine özgü ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak dijital ortamda üretilmiş protezler ile daha başarılı sonuçlar alındığı gibi ileri derece kemik kaybı yaşamış oral cerrahi hastaları için de tedavi seçenekleri değişmekte ve gelişmektedir. Kişiye özel tasarlanmış subperiostal implant tedavileri ile geleneksel yollarla tedavi edilemeyen ileri kemik kayıplı dişsiz hastaların protetik rehabilitasyonu sağlanabilmektedir.

    Yine oral cerrahideki bir başka kişiselleşmiş tıp örneği ise kişiye özel planlamalarla, membranlar ve kemik greftleri kullanılarak hastaların kemik seviyelerinin istenilen miktarda arttırılabilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır” dedi.

    Kişiselleştirilmiş yaklaşımların, yalnızca cerrahi alanla sınırlı kalmayıp, diş hekimliğinin farklı alanlarında da başarıyla uygulandığını kaydeden Ak, “Örneğin, okluzal splintler, çene ve diş yapısına göre özel olarak tasarlanarak, bireylerin çene eklem hastalıkları, diş gıcırdatma veya çene uyumsuzluğu gibi sorunlarına kişiye özel çözümler sunmaktadır. Okluzal splintler, dijital ölçümler ve kişisel 3D analizler ile daha verimli ve rahat bir kullanım sağlamakta, tedavi sürecini hızlandırmaktadır.

    Horlama tedavisi alanında da kişiselleştirilmiş yaklaşımlar önemli bir yer tutmaktadır. Horlama, uyku apnesi gibi sağlık sorunlarına yol açabilen bir durumdur ve kişiye özel horlama apareyleri, çene yapısına ve solunum yollarına göre tasarlanarak etkili bir çözüm sunmaktadır. Bu apareyler, çenenin belirli bir pozisyonda kalmasını sağlayarak hava yolunun açık tutulmasına yardımcı olur. Teknolojik gelişmelerle kişiye özel olarak üretilen horlama apareyleri, tedavi başarısını artırmakta ve hastaların yaşam kalitesini yükseltmektedir.

    Gingivektomi işlemi de kişiselleştirilmiş tıbbın diş hekimliğine yansıyan bir başka örneğidir. Gingivektomi, diş etlerinin fazla dokusunun cerrahi olarak çıkarılmasıdır ve bu işlemde dijital kılavuzlar kullanılarak işlem daha hassas ve estetik açıdan daha başarılı hale getirilmektedir. Gingivektomi guide’ları, diş etlerinin şekli ve büyüklüğüne göre dijital ortamda tasarlanarak, cerrahın en doğru müdahaleyi yapmasına imken tanır. Bu sayede, iyileşme süreci kısalır ve estetik sonuçlar daha tatmin edici olur.

    Ortognatik cerrahi de kişiselleştirilmiş tıbbın önemli bir uygulama alanıdır. Ortognatik cerrahilerde, çene yapısının düzeltilmesi için yapılan cerrahilerde, dijital tarama ve 3D modelleme teknolojileri kullanılarak, bireye özel cerrahi planlamalar yapılmaktadır. Bu sayede, her hastanın çene morfolojisi göz önünde bulundurularak, cerrahi işlemler daha hassas ve etkili bir şekilde gerçekleştirilir. Ortognatik cerrahi rehberleri (guide) bu sürecin önemli bir parçasıdır ve cerrahın doğru pozisyonda kesiler yapmasına imkan sağlar. Sonuç olarak, tedavi başarısı artar ve komplikasyon riski azalır” dedi.

    Diş hekimliğinde kişiselleşmiş tedavilerin sadece cerrahi alanla sınırlı kalmadığının altını çizen Ak, “Şeffaf plaklar gibi ortodontik tedavi seçenekleri de kişiye özel tedavi anlayışını benimsemektedir. Dijital tarama ile alınan ölçüler, hastanın diş ve çene yapısına en uygun şeffaf plakların tasarlanmasına imkan verir. Bu plaklar, dişlerin doğru ve kontrollü bir şekilde hareket etmesini sağlayarak, tedavi sürecini hızlandırır ve estetik açıdan daha kabul edilebilir bir seçenek sunar.

    Diş protezleri ve implantlar da bireye özel olarak tasarlanabilmektedir. 3D yazıcılar sayesinde ağız içi ölçüler alındıktan sonra, kişiye özel protezler veya implantlar üretilebilir. Bu, özellikle ileri derecede kemik kaybı yaşayan hastalar için büyük bir avantaj sağlamaktadır. Dental implant rehberleri de cerrahiyi kişiselleştirmek için kullanılan bir diğer önemli teknolojidir. 3D taramalar ve dijital modelleme ile, her hastanın çene yapısına uygun olarak tasarlanmış rehberler sayesinde implant yerleştirilmesi daha hassas ve doğru yapılabilir” dedi.

  • Safra yolları kanal darlığına çözüm

    Safra yolları kanal darlığına çözüm

    Doç. Dr. Ferit Çelik, İEÜ Medical Point Hastanesinde yapılan ‘Peroral Kolanjioskopi’ işlemi hakkında bilgi verdi. Çelik, bu işlemin İzmir’de bir özel hastanede ilk kez yapıldığını vurguladı.

    Safra yolları ve pankreas kanalının direkt görüntülenmesine imkan sağlayan ileri endoskopik bir girişim olan Peroral Kolanjioskopi işlemi, biyopsi alınarak doğru tanı konulması açısından büyük önem taşıyor. Pankreas kanalı ve safra yollarında darlık şikayetiyle İEÜ Medical Point Hastanesine başvuran Ayşe Nizamoğlu da bu işlemle şifa buldu.

    İşlemi yapan İEÜ Medical Point Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Ferit Çelik, “Hastamız pankreas bezi enfeksiyonuyla geldi. Daha önceden yapılan tetkiklerinde kronik pankreatit tanısı vardı. Üzerine akut pankreatit hadisesi gelişmişti. MR’larında safra yollarında 2 bölgede düzensizlik ve darlık rapor edilmişti.

    Öncelikle pankreas bezindeki enfeksiyonun yatışmasını bekledik. Ardından kronik pankreatit olduğu için pankreas kanalı ve safra yollarına yönelik ERCP ve Perolal Kolanjioskopi işlemi yaptık. ERCP işlemiyle önce pankreas kanalına girip tortuları ve taşları temizledik. Sonrasında pankreas kanalına bir stent takarak buradaki salgıların rahat akmasını sağladık. Kronik pankreatitte kanalda düzensizlikler olur, hastada ağrılar olur ve pankreatit ataklar olabilir. Bunu engellemek için de kanalı düzleştirmeye çalışıp stent yerleştirdik” dedi.

    “Peroral Kolanjioskopi işlemi yapılan ilk özel hastane olduk”
    Medical Point Hastanesi olarak Peroral Kolanjioskopi işleminin ilk kez uygulayan özel hastane olduklarına vurgu yapan Çelik, “ERCP ile safra yollarına girdik. Ardından ucunda kamera olan Perolal Kolanjioskopi aletiyle safra yollarına girip darlık bölgelerini değerlendirdik. İyi huylu daralmalara benziyordu.

    Biyopsi aldık ve patoloji sonucunu bekliyoruz. Hastamızın kronik pankreatitle ilgili tedavi basamağını gerçekleştirirken diğer yandan da safra yolu darlıklarına yönelik tanısını koymaya yardımcı olduk. Bu işlem ülkemizde sınırlı sayıda sağlık kuruluşunda yapılıyor. İzmir’de de Peroral Kolanjioskopi işlemi yapılan ilk özel hastane olduk” ifadelerini kullandı.

    Sağlığına kavuştuğunu için çok mutlu olduğunu belirten Ayşe Nizamoğlu, “2007 yılında kemoterapi ve radyoterapiler alınca safra yollarında sorunlar çıkmaya başladı. Kanallarda daralma oldu. Kanalların açılması için iki kez ameliyat oldum. Bu sefer de pankreas kanalların daralmaya başladı. Yılda bir kere değişmek kaydıyla kanala stent takılıyor. Peroral Kolanjioskopi işlemiyle daralan kanallarım açıldı ve sağlığıma kavuştum” diye konuştu.

  • Diyabetin birçok organa zarar verebiliyor

    Diyabetin birçok organa zarar verebiliyor

    Dünya Diyabet Günü dolayısıyla önemli bilgiler veren Endokrinoloji Uzmanı Dr. İffet Dağdelen Duran, diyabetin gözlere, böbreklere, sinirlere ve kalbe zarar verme riskini arttırdığını belirterek, “Diyabet ve kalp damar hastalıklarının dünya çapında önde gelen ölüm nedenleri arasında yer alıyor” dedi.

    Denizli Devlet Hastanesi Endokrinoloji Uzmanı Dr. İffet Dağdelen Duran, Dünya Diyabet Günü dolayısıyla Diyabet Hastalığı hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Diyabetin, gözlere, böbreklere, sinirlere ve kalbe zarar verme riskini arttırdığını belirten Endokrinoloji Uzmanı Dr. İffet Dağdelen Duran, diyabet ve kalp damar hastalıklarının dünya çapında önde gelen ölüm nedenleri arasında olduğunu söyledi. Yapılan bilimsel çalışmalara göre Türkiye’de 7 milyonun üzerinde diyabetli olduğu ve yaklaşık 3 milyon kişinin ise diyabetli olduğundan haberdar olmadığı tespit edildiğini belirtti.

    Uz. Dr. Duran, diyabet bir kişinin hayatının her alanını etkileyebildiğini ve sıklıkla yaşam kalitesi üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğunu belirtti. Ayrıca IDF tarafından yürütülen yeni bir anket çalışmasının verilerine göre, diyabetle yaşayan insanların yüzde 77’sinin kaygı, depresyon veya başka bir ruh sağlığı sorunu yaşadığını, yüzde 75’i duygusal ve ruhsak iyilik halleri için daha fazla destek almak istediklerini belirtildi. Yani diyabet bakımı genellikle kan şekerlerine odaklandığını ve birçok diyabetli kişiyi bunalmış halde bıraktığı belirtiliyor.

    “Diyabetli insanlar birçok organa zarar verme riskini arttırır ve kanser türüyle de bağlantılıdır”
    Diyabetin birçok organa zarar verme riskini artırdığı gibi ayrıca bazı kanser türleriyle de bağlantılı olduğunu dile getiren Uz. Dr. Duran, “Diyabet, kan şekeri olarak da adlandırılan kan glikozu çok yüksek olduğunda ortaya çıkan bir hastalıktır. Glikoz, vücudun ana enerji kaynağıdır. Vücudunuz glikoz üretebilir, ancak glikoz aynı zamanda yediğiniz yiyeceklerden de gelir. İnsülin, pankreas tarafından üretilen ve glikozun enerji için kullanılmak üzere hücrelere girmesine yardımcı olan bir hormondur. Diyabetiniz varsa, vücudunuz yeterli veya hiç insülin üretmez veya insülini düzgün şekilde kullanmaz. Glikoz daha sonra kanınızda kalır ve hücrelerinize ulaşmaz. Diyabet, birçok organa zarar verme riskini artırdığı gibi ayrıca bazı kanser türleriyle de bağlantılıdır. Diyabeti önlemek veya yönetmek için adımlar atmak, diyabetin sağlık sorunları geliştirme riskini azaltabilir” dedi.

    “Türkiye’de diyabetli olan insanların yarısı diyabetli olduğundan haberdar değil”
    Diyabetli kişilerin %90’ından fazlasında sosyoekonomik, demografik, çevresel ve genetik faktörlerden kaynaklanan tip 2 diyabet olduğunu belirten ve Uz. Dr. Duran, “Tip2 diyabet, dünya çapında sayıları hızla artan, büyük ölçüde önlenebilir ve tedavi edilebilir bulaşıcı olmayan bir hastalıktır. Tip 2 diyabetin artışına katkıda bulunan başlıca faktörler kentleşme, yaşlanan bir nüfus, azalan fiziksel aktivite seviyeleri, yanlış beslenme alışkanlıkları, aşırı kilo ve obezite yaygınlığının artmasıdır.

    Tip 1 diyabet önlenebilir değildir ancak insülin enjeksiyonları ile yönetilebilir. 2021 yılı verilerine göre 537 milyon insanın (20-79 yaş) dünya çapında diyabetle yaşadığı bilinmektedir. Diyabetlilerin yaklaşık yüzde 50’sinin teşhis edilmediği göz önüne alınınca aslında Dünyada yaşayan en az 10 kişiden 1’inin diyabetinin olduğu rahatlıkla söylenebilir. 2045 yılına gelindiğinde her 8 yetişkinden 1’i, yani yaklaşık 783 milyon kişi diyabet hastası olacak; bu da yüzde 46’lık bir artış anlamına gelecektir.

    Diyabetli toplam insan sayısının 2030 yılına kadar 643 milyona, 2045 yılına kadar ise 783 milyona çıkacağı tahmin edilmektedir. Yapılan bilimsel çalışmalarla ülkemizde 7 milyonun üzerinde diyabetli olduğu, yaklaşık 3 milyon kişinin ise diyabetli olduğundan haberdar olmadığı tespit edilmiştir. Diyabet hastalığının görülme sıklığının obezitenin artışına paralel olarak hızla arttığı ve 20 yaş üzeri her yedi kişiden birinin diyabetli olduğu ortaya çıkmıştır” diye konuştu.

    “Diyabet, bir kişinin her alanını etkileyebildiği gibi de olumsuz ve bunalmış hissettirir”
    Duran, diyabet hastalarının ilaç tedavisinin yanında diyet ve egzersizlerine mutlaka dikkat etmeleri gerektiğini vurgulayarak diyabetin iyi yönetilmesinin önemli olduğunu söyledi ve bir kişinin hayatının her alanını etkiyebildiğini ve sıklıkla yaşam kalitesi üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğunu belirten Uz. Dr. Duran, “Diyabet, bir kişinin hayatının her alanını etkileyebilir ve sıklıkla yaşam kalitesi üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olabilir.

    Diyabetle yaşayan insanların hayatlarını iyileştirmek ve risk altında olanlarda diyabetin önlenmesi ulusal sağlık politikalarının ve tüm Dünyanın amacı olmalıdır. 14 Kasım Dünya Diyabet Günü’nün 2024-2026 yılları arasındaki teması “Diyabet ve Yaşam Kalitesi” olarak belirlenmiştir. Diyabet iyi yönetildiğinde, yani; doğru bir beslenme stili, doğru karbonhidrat miktarı ve insülin eşleşmesi, doğru bazal insülin miktarı ve spor gibi etkenlerle meydana gelen olumlu yaşam şekli ile geleceğimizi koruyoruz. Diyabet bakımında kişinin yaşam kalitesine yönelik destek önceliklendirilmelidir. Diyabetli milyonlarca kişi, evde, işte ve okulda durumlarını yönetmek konusunda günlük zorluklarla karşı karşıyadır.

    IDF tarafından yürütülen yeni bir anket çalışması, diyabetle yaşayan insanların yüzde 77’sinin kaygı, depresyon veya başka bir ruh sağlığı sorunu yaşadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca diyabetli hastaların yüzde 75’i sağlık hizmeti sağlayıcılarından duygusal ve ruhsal iyilik halleri için daha fazla destek almak istemektedir. Diyabet bakımı genellikle yalnızca kan şekerine odaklanır ve ne yazık ki birçok diyabetli kişiyi bunalmış halde bırakır. Bu nedenle lütfen artık daha farklı bir şeyler yapalım; Bu Dünya Diyabet Gününde, yaşam kalitesini diyabet bakımının merkezine koyalım ve daha iyi bir Diyabet Hayatı için değişimi başlatalım” dedi.

  • Karatay: ”Meme kanserinin nedeni mamografi çetesi”

    Karatay: ”Meme kanserinin nedeni mamografi çetesi”

    “Neler Oluyor Hayatta” programına konuk olan Prof. Dr. Canan Karatay, ezber bozan açıklamalar yaptı. Hakan Ural ve Ferda Yıldırım’ın sunuculuğunu yaptığı programda Prof. Dr. Karatay, meme kanserinden, erken yaşta yapılan HPV aşılarına kadar önemli uyarılarda bulundu.

    Kanal D’de yayınlanan sunuculuğu Hakan Ural ve Ferda Yıldırım’ın yaptığı “Neler Oluyor Hayatta” programının canlı yayın konuğu Prof. Dr. Canan Karatay, önemli açıklamalarda bulundu. Meme kanseri, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlarda en sık görülen kanser türü. Bu noktada erken teşhis çok önemli. Uzmanların büyük bir bölümü özellikle 40 yaşını aşan her kadın için mamografi yapılması öneriyor. Ancak Prof. Dr. Karatay, bunun tam tersini söyledi ve mamografi için oldukça keskin yorumlar yaptı. Prof. Dr. Karatay, “Meme kanserinin sebebi mamografi çetesidir” dedi.

    “Sünnetli ülkelerde HPV olmaz”
    Erken yaşta yapılan HPV aşılarını da eleştiren Prof. Dr. Karatay, “Sünnetli ülkelerde HPV olmaz” dedi. Hamilelikte şeker yüklemesi yapılmaması konusundaki uyarılarını da yineledi.

    Kadınlara ‘kimyasal’ uyarısı
    Prof. Dr. Karatay, kadınları da evde kullanılan temizlik ürünleri konusunda uyararak, ”Bunlar kanser nedeni. Temizlik malzemelerinin kokusu kanser kokusudur. Marmara’daki müsilaj bile klozete dökülen temizlik malzemeleri yüzünden oluyor. Bu ürünlerin yerine daha doğal olan sirke ve karbonatı öneriyorum” dedi.

    Spor uyarısı
    Prof. Dr. Karatay, spor salonunda yapılan ağır sporları da eleştirdi. Karatay, “Vücudu deli danalar gibi yormayın. Sağlıklı olalım derken sağlığınızı kaybediyorsunuz. Hareket önemli ama ağır sporlar tehlikeli” dedi.

    Dubai çikolatası uyarısını yineledi
    Prof. Dr. Karatay, bir süredir gündemden düşmek bilmeyen Dubai çikolatası hakkındaki uyarılarını yineledi. Karatay, “Bu çikolata tam bir zehir, içinde de çok sayıda katkı maddesi var” dedi.

  • Emeklilik döneminde sağlıklı yaş almayı anlattılar

    Emeklilik döneminde sağlıklı yaş almayı anlattılar

    Manisa Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü ve Celal Bayar Üniversitesi tarafından “Emeklilik Döneminde Sağlıklı Yaş Alma” konulu konferans düzenlendi.
    Celal Bayar Üniversitesinden Doç. Dr. Hüseyin Elbi, Dyt. Hale Aslantaş, Öğr. Gör. Kenan Tozak ile Manisa Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünden Y. Gıda Mühendisi Yağmur Yıldırım’ın konuşmacı olarak katıldığı konferans Manisa Tarım İl Müdürlüğü Konferans Sosyal Salonunda düzenlendi.
    Programa Manisa İl Tarım ve Orman Müdürü Metin Öztürk, Manisa Sosyal Güvenlik İl Müdürü Buket İnce, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyhan Cengiz Özyurt, idare amirleri, misafirler ve emekliler katıldı.

    İl Müdürü İnce açılış konuşmasında, “Ülkemizin kalkınmasına emekleri ile katkıda bulunmuş olan emeklilerimize verilen değeri ortaya koymak için Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2024 yılı, ‘Emekliler Yılı’ olarak ilan edilmiştir. Büyüklerimizin sahip olduğu bilgi birikimi ve tecrübelerin, genç nesiller için birer hazine olduğunun farkındayız. Bu nedenle, Cumhurbaşkanımızın gösterdiği yolda Sayın Bakanımızın destekleri ile bizde Manisa Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü olarak yıl boyunca emeklilerimize yönelik etkinliklerimize devam edeceğiz.

    Bu tür etkinliklerin, toplumsal dayanışmayı ve kuşaklar arası bağı güçlendirdiğine inanıyorum. Bugün burada Celal Bayar Üniversitesi ile hazırladığımız programın hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Ayrıca konuşmacı olarak katılan öğretim görevlilerimize, etkinliklerimize katılım gösteren değerli misafirlerimize ve emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum” şeklinde konuştu.
    Moderatörlüğünü Dr. Mithat Temizer’in yaptığı konferansın ardından katılımcıların soruları cevaplandı.