Kategori: Sağlık

  • ‘Ürünlerde Çok Bakteri Üremişse Çamaşır Suyuyla Yıkayıp Döner Yapıyorlar’

    Türkiye gazetesinden Önder Çelik’in haberine göre UDOFED Genel Başkanı Mehmet Mercan, son zamanlarda ülke geneline virüs gibi ucuz dönercilerin yayıldığını belirterek, bunların halk sağlığını tehdit ettiğini söyledi. “Bir gıdanın izlenebilirliği yoksa bunun sağlığından söz edemeyiz” diyen Mercan, sayıları bini bulan bu firmaların; kasaplardan, et toptancılarından aldığı etlerle şubelerinde kepenkleri kapalı, lavabosu, suyu olmayan bakterili ortamlarda döner hazırlayıp vatandaşa sattığını kaydetti.

    Sabun olacak yağ dönerde

    Mehmet Mercan “Ucuz dönerciler, hayvanın sabun sanayisine giden yağlarını yüzde 40 oranına kadar Türk dönerine koyarak haksız rekabetle sektörü mahvediyorlar. Toplumu zehirliyorlar bugün ucuz dönercilerin şubelerinin önünde et döner yemek için kuyruğa giren vatandaşlarımız bilsinler ki yarın tedavi olmak için hastane kuyruklarına girecekler. Çünkü bunlar gıda terörü yapıyorlar” dedi.

    Toplum sağlığını korumak amacıyla federasyonlaştıklarını belirten Mercan “Gıda terörü dağdaki terörden daha tehlikelidir. Gıda terörü toplumu orta vadede yok etmektir. Dönerde gıda terörü bitecek Allah’ın izniyle. Bakanlıkla çok yoğun çalışmalarımız var. Bir taraftan altyapı, mevzuat çalışmalarımız var. Bir taraftan da sektörü, tüketiciyi bilinçlendirmek konusunda çalışıyoruz” diye konuştu.

    Perakende deyip toptan veriyor

    2010’da çıkartılan 5.996 sayılı gıda kanundaki bir takım boşlukların düzeltilmesi konusunda çalışmaları olduğunu anlatan Mercan “Düzeltilmesi gereken bazı maddeler var. ‘Arka mutfakta hazırlayıp salondaki son tüketiciye hazır ürün verebilirsiniz ama bunun ticaretini yapacaksanız onaylı işletme olmak zorundasınız’ deniyor. Merdiven altından türeyen zincir mağazalar bu boşluktan faydalanarak ‘son tüketiciye ürün hazırlıyoruz’ diyerek ürün alıp toptan satıyorlar. Oysa toptan satmaları suçtur. Bunlar bir yılda 20 firmaya ulaştı ve Türkiye’nin tamamına bin şube kurdular. Bu bin şubeden ayda yaklaşık 5 bin ton döner yediriyorlar bu millete, hiçbir girdi maliyetleri, soğuk zincir masrafları, üretim tesisleri, sertifikaları, döner hazırlama belgeleri yok. Bunlar tamamen kanun boşluğundan türemiş gıda teröristleridir” uyarısında bulundu.

    Satış ve üretim ayrılıyor

    Türkiye’de döner sektörünün en büyük probleminin kayıt dışılık olduğunu belirten Mercan, şöyle konuştu:

    “Yüzde 80-85’i kayıt dışı demek çalışanı da, eti de kayıt dışı demektir. Vergisi de yok demektir. Federasyonumuz şu anda bakanlığımızla altyapı hazırlıyor. Türkiye’nin yedi bölgesinde endüstriyel döner tesisleri kurup döner satış noktalarıyla döner üreten noktaları birbirinden ayırıyoruz. Döner satanlara sertifikasyon kazandırıyoruz. Döner satış noktaları belirliyoruz. Kod numaraları verilecek. Karekod uygulamaları olacak. Buna sahip olmayan döner satamayacak. Barkod sistemi izlenebilirliğin adıdır. Sektörün tamamı bunu kullanmak zorundadır. Yani federasyon olarak çiftlikten çatala kadar izlenebilirliğini getiriyoruz.”

    Almanya’da sektörün hacmi 15 milyar euro

    UDOFED Genel Başkanı Mercan “Bugün Almanya 470 tane endüstriyel döner üretim tesisiyle bütün dünyaya döner ihracatı yapan bir ülke konumuna gelmiştir. Yıllık ortalama 15 milyar avronun üzerinde bir hacim var. Aynısını Türkiye için söyleyemeyiz. Bugün Türkiye’de bakanlık onayıyla kurulmuş üretim tesisleri 100’ün altındadır” diye konuştu.

    Bizde ceza 23 bin TL, Almanya’da 750 bin euro

    UDOFED Genel Başkan Yardımcısı İrfan Söyler, döner konusunda Avrupa‘da standart olduğunu belirterek, şunları anlattı:

    “Avrupa’da bütün dönerciler, kendi ürünlerini yapan 3-5 gurme restoran hariç, hepsi fabrikadan donmuş döner alır. O dönerlerin üzerinde etiket vardır, takip edilir. Etikette dönerin içindeki malzemeler yazar. Sektörde 20 yıldır hizmet eden biri olarak ben Almanya’da döneri güvenerek yerim, Türkiye’de güvenerek yiyemiyorum. Almanya’da çok büyük cezası vardır. Hazır döner almazsa 250 bin avrodan 750 bin avroya kadar döner dükkânına ceza kesilir. Bizde ise hile tespit edilirse en fazla 23 bin lira ceza veriliyor. Almanya ‘benim halkımı zehirleyemezsin’ diyor. Bir DEAŞ terör militanına nasıl davranıyorsa insan sağlığıyla oynayana da aynı muameleyi yapıyor. 750 bin avro ceza demek bir restoranı kapatmak demek. Adamın malını, mülkünü arabasını, banka hesabını hemen bloke ediyor. Böyle bir ihbar oldu ve dava açıldı mı, ilk yaptıkları mahkemeden önce tüm mal varlığına tedbir koymak.”

    3 milyar dolar ihracat hedefi

    Birçok ile virüs gibi yayılan firmaların mal varlıklarına el konulması gerektiğini kaydeden Mercan “Bunlar Çiftlikbank vakasıdır” dedi. Türkiye’nin dönerle ilgili ihracatının 20 milyon dolar olduğuna işaret eden Mercan “Merdiven altı üretimin önüne geçer ve endüstriyel tesise dönersek, kayıtlı 80 bin personel istihdam ederiz ve birkaç yılda da 3 milyar doların üzerinde bir ihracat rakamına ulaşırız” ifadesini kullandı.

    Kaliteli döner kaça yenir

    Mehmet Mercan, kaliteli dönerin kaç TL’ye yenilebileceğini şöyle anlattı:

    “Büfelerde 100 gram et dürüm döner 15 TL’den yenebilir. Ama 100 gram et döneri 20-25 liraya satan restoranlarımız var. Bunlar lüks hizmet veren yerlerdir. Örneğin tavukta Reis Döner 100 gram tavuk döneri 8 liraya satarken karşımızdaki merdiven altı üretimler 3-4 liraya satıyor. Hiçbir girdi maliyetleri yok. Soğuk zincir bugün ucuz bir maliyet değildir. Olmazsa olmazdır.”

    Çamaşır suyuyla yıkıyorlar

    Tavuğun kesimhaneden bayilere geldikten sonraki ömrünün 4-5 gün olduğunu ifade eden Mercan “Son tüketim tarihi geçen ürünleri merdiven altı işletmelere daha ucuz fiyattan veriyorlar. Ben 12 liraya alıyorsam onlar 6-7 liraya alıyor. Çok bakteri üremişse çamaşır suyuyla bunları yıkayıp döner yapıyorlar” dedi.

    12 saat dönen tavuk bakteri yumağı olur

    Tavuğun artı 15 dereceden sonra çok hızlı bakteri ürettiğini anlatan Mercan “Onaylı işletmelerde sıcaklık artı 15 derecedir. Ama merdiven altı üretimlerde dışarıda 45 dereceyse et 45 dereceye geliyor. Çok hızlı bir bakteri üremesi söz konusudur. Ateşin karşısında gündüz 12’den gece 12’ye kadar bakteri yumağına dönüyor. Tavuktan zehirlenmeler bu şekilde hazırlanan dönerden oluyor” diye konuştu.

    Bir yıllık geçiş süreci olacak

    Bir yıl içinde kanunlar çıktıktan sonra bir yıllık geçiş süreci olacağını anlatan Mehmet Mercan, şöyle devam etti:

    “Çünkü şu an Türkiye’nin döner tüketimini mevcut döner üretim te-sisleri karşılayamaz ancak Türkiye’nin birçok bölgesinde kuracağımız en-düstriyel döner tesisleri ancak bir devlet izniyle, teşvikiyle olur. Buna geçiş de yaklaşık bir yıl sürer. Şu anda Türkiye’de 3-5 tane endüstriyel tesis var. 5 bin metrekarelik bir tesisin maliyeti 15-20 milyon TL arasında değişiyor. Türkiye genelinde 250 tesis kurulması gerekiyor. Her 300 bin nüfus başına bir tesis kurulacak.”

    Döner altı saatte bir değişecek

    Tarım Bakanlığı‘nın verdiği işletme belgesiyle gurme üretim yapan restoranların, mutfaklarında son tüketiciye ürün üretebileceğini kaydeden Mercan “Onların ürünlerini hazır döner üretim tesislerinde yapmalarını mecbur kılmıyoruz. Şöyle bir şart da getiriyoruz. Dönerin sabah takılıp gecenin 12’sine kadar uzun saatler ateşin karşısında kalmasının önüne geçiyoruz. 12 saat ocağın karşısında son tüketiciye hizmet veren firmalar sadece altı saatlik ürün yapabilecek. Bakteri üremesinin önüne geçilmesi için altı saatlik ürün hazırlanacak. Altı saat sonra yeni ürün takılacak” ifadelerini kullandı.

  • Ordu’da Domuz Gribi Teşhisi Konan Hasta Hayatını Kaybetti

    İHA’nın haberine göre 38 yaşındaki Yener D., önceki gün rahatsızlanınca Ordu’daki Umut Hastanesine kaldırıldı.

    Domuz gribi teşhisi konulan Yener D., dün öğle saatlerinde hayatını kaybetti.

    Evli ve iki çocuk babası adamın, 10 gün önce ailesiyle doğumgününü kutladığı öğrenildi.

  • Aşı Karşıtlığı Artmaya Devam Ediyor: Kuduz Aşısı Olma da Göreyim

    Aşılama programlarıaşı ile önlenebilir bulaşıcı hastalıkları engellemeyi, dolayısıyla bu hastalıkların neden olduğu ölümleri ya da sakatlıkları önlemeyi amaçlar. Aşılanma yolu ile bireysel bağışıklık sağlanır ve kişi hastalıktan korunurken, aynı zamanda toplumsal bağışıklık sağlanır. Gelin görün ki, aşılanmamayla doğru orantılı olarak kızamık, çocuk felci gibi hastalıklarda artış var. Dünya sağlık örgütünün verilerine göre; Türkiye’de 2017 yılında kızamık vakalarının sayısı 69 iken 2018’de bu rakam 510’a, 2019’da da önceki yılın aynı dönemine kıyasla 5.2 kat artarak 2 bin 666’ya ulaştı.

    NEDEN KARŞI ÇIKIYORLAR?

    1) Dini sebeplerle; ‘Günah’ olduğu varsayımı- Caiz olmadığı yönünde verilen fetvalar, “Modern tıp Allah’ın işine karışıyor” düşüncesi.

    2) Post modern yaklaşımlar; “Güvenli değil!” “Aşı olmaktansa hasta olmak iyidir; çünkü aşılar hastalığın kendisi kadar koruyucu değildir.” “Anne sütü, içeriğindeki maddeler bebeği enfeksiyonlardan korur.”

    ÇOCUĞUNA AŞI YAPTIRMAYAN BİR ANNE

    Ziraat Mühendisi Güldem Erbaşlı 42 yaşında. Bir erkek çocuk annesi. Doğumdan sonra onun haberi olmadan yapılan ilk aşıları hariç, çocuğunu bilinçli olarak hiç aşılatmadı. “Deli misin?” sorularına alışık ama kararlı. “Kimse beni çocuğumu aşılatmam gerektiğine ikna edemez” diyor. Nedeni ona göre basit, Erbaşlı’ya göre, aşıların içeriğinde bulunan kimyasal maddeler insan sağlığına zararlı. “Buna aşı üreten firmaların para kaygısı da eklenince kaygılarım arttı. Alternatif tıptan faydalanarak özellikle de bazı besinleri tüketerek doğal yollarla da bu hastalıklardan korunmak mümkün” diyor.

    “KUDUZ AŞISI OLMA DA GÖREYİM”

    Avrupa Enfeksiyon Hastalıkları Derneği üyesi Prof. Dr. Önder Ergönül, aşı karşıtlarına sert çıktı. ‘Köpek ısırdığında kuduz aşısı olma da göreyim’ dedi. Ergönül, “Sizi köpeğin ısırdığını varsayalım, kuduz aşısı olmayacak mısınız? Hayır, deme şansınız yok çünkü ucunda ölüm var ama konu çocuklara aşı yaptırmaya gelince insan sağlığına olumsuz olduğu düşünülüyor. Burada ikircikli bir yaklaşım var” diyerek giriyor söze. Ergönül’e göre, bu tarz aşıların garantisi yüzde 70-80 olduğu için konu tartışmaya açık. Bir başka deyişle, ‘aşı tartışmasının ana nedeni kızamıktan ölen biriyle henüz karşılaşılmaması.’

    HALK SAĞLIĞI TEHLİKEDE

    Prof. Dr. Ergönül, böyle giderse salgın riskinin artacağını, halk sağlığının riske gireceğini düşünüyor. Öyle ki, Amerika ve İngiltere’de aşı yaptırmadığı için kızamıktan ölüm vakaları görülmeye başlandı. O yüzden uyarıyor: “Belki şu an değil ama aşı karşıtlığı artmaya devam ederse önümüzdeki 10 yıl içinde ölümler Türkiye’de de başlar.”

    3 FAZLA HASTA İÇİN DEĞER Mİ?

    “Üç tane daha fazla hasta çekmek için, popüler olmak, konuşulmak için aşı karşıtlarını destekleyen meslektaşlarımız var” diyor Prof. Dr. Ergönül ve uyarıyor: “Siz uyanık olun! Araştırın, sorun, öğrenin ve unutmayın ki TV’ye çıkıyor, kitap yazıyor diye bu kişiler otorite değil!”

    BAKANLIK DEVREYE GİRSİN

    Prof. Dr. Ergönül, aşı karşıtlığının önüne geçmek için Sağlık Bakanlığı’nın da acilen devreye girmesi gerektiğini düşünüyor. Tıpkı, İtalya, Almanya örneğinde olduğu gibi aşı kişilerin inisiyatifinden çıkarılmalı ve zorunlu hale getirilmeli. Açıklamalar Sağlık Bakanlığı eliyle özenle yapılmalı, karşıt kampanyalar yürütülmeli.

    PROF. DR. ARİF VERİMLİ: BU MESLEKTAŞLARIMIZ ÇİFTLİKBANK’IN BİRER TOSUNU

    Aşı karşıtlarına en sert tepki, Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli ‘den geldi. “Bu insanlar madem bilimle ilgilenmiyor bana da tedaviye gelmesinler” diyen Verimli, yeni bir tartışmanın kapısını aralıyor. “Hukuki ve etik anlamda hasta reddetme hakkım var. Aşı yaptırmayanları bundan sonra muayenehanemin kapısından sokmayacağım…”

    BİLİMDEN UZAKLAR

    Verimli, aşı karşıtı meslektaşlarına da ateş püskürdü. “Belki bir unvana sahipler ama bilimin kendisinden uzaklar” diyor, aşı karşıtlarını bilimsel olmayan verilerle yanlış yönlendirdiklerine inanıyor. Bunun için bir tabir bile geliştirmiş. “Maalesef ki bu meslektaşlarımız tıbbın Çiftlik Bank’ı, birer Tosun’u…”

    PROF. DR. AHMET RASİM KÜÇÜKUSTA: BAZILARI SİLAH KADAR STRATEJİK

    Aşılar hakkında menfi söz söyleyene ‘halk sağlığı düşmanı’ yaftası yapıştırılıyor diyor Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ve ekliyor, “Aşılar toplum sağlığının korunmasında çok önemlidir ve bunlardan bazılarının silahlar kadar stratejik önemi vardır…”

    İTİRAZ OLMASIN İSTİYORLAR

    Piyasada kızamık, kızamıkçık, difteri, boğmaca, suçiçeği, verem, zatürre gibi onlarca aşı olduğuna değinen Küçükusta “Aşı üreticileri her ürettikleri yeni aşı hiçbir itiraz olmadan kabul edilsin istiyorlar. Oysa her aşı, ticari bir ürün oldukları unutulmadan ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Her çıkan yeni aşının yapılması şarttır diye bir şey yok” diyor.

    BAKINIZ: DOMUZ GRİBİ

    Prof. Dr. Küçükusta, aşıların, toplumda korku ve paniğe yol açacak ifadelerle savunulduğuna dikkat çekerek grip aşısı örneğini veriyor. “Grip aşıları 2009’da birkaç milyar insan hastalanacak, on milyonlarca insan ölecek diye küresel korkutma kampanyalarıyla pazarlandı. Tüm dünyada bedava olan aşıların çoğu elde kaldı. Bu tür abartma ve korkutmalar, tıbba güveni sarsıyor.”

    YENİ AŞILARA DİKKAT!

    Prof. Dr. Küçükusta, “Çocuklarım ve torunlarım aşı takvimine göre aşılandılar ama bağışıklık ve sinir sistemleri tam gelişmemiş olan 2 yaşından küçüklerin aşı takvimine “yeni aşılar” eklenirken çok iyi düşünülmesi gerekir. Aşı sayısı arttıkça daha sağlıklı olunur gibi bir bilgi doğru olmayabilir. Çocukluk çağında geçirilen suçiçeği, hepatit A gibi masum enfeksiyonlar bağışıklık sistemini güçlendirir ve lösemi, lenfoma, astım ve alerjik hastalık risklerini azaltır” diyor.

    TIBBA GÜVEN SARSILIYOR

    2019’daki Gallup Araştırması’nda Amerika’da en nefret edilen sektörün ilaç endüstrisi olduğu ortaya çıktı. Prof. Dr. Küçükusta araştırmaya gönderme yaparak doktorlar ile ilaç şirketlerinin menfaat münasebetlerinin sıfırlanması gerekliliğini vurgulayarak şöyle diyor:

    “Amerika’da kişi başına senede 10 bin Dolar harcanmasına rağmen sağlık hizmetleri memnuniyeti yerlerde, hadi gelin de kanun dışı pazarlama faaliyetleri, ilaç promosyonu, rüşvetler sebebiyle milyar dolarlık cezalara mahkûm edilen Amerikan ilaç endüstrisinin ilaçlarına, aşılarına güvenin.”

    4 MADDELİK YOL HARİTASI

    Peki, o zaman nasıl bir yol haritası izlenilmeli? İşte Prof. Dr. Küçükusta’nın önerileri:

    1) Sağlık Bakanlığı belirli aşıları ‘stratejik ürün’ konumuna almalı.

    2) Stratejik aşılar mutlaka devlet tarafından üretilmeli ve ücretsiz olmalı.

    3) Endüstriyle alâkası olmayan uzmanlardan oluşan Aşı Danışma Kurulu olmalı ve isteyen herkes bu kurula danışabilmeli.

    4) Halk, hastalıklar ve aşılar hakkında tam ve doğru olarak bilgilendirilmeli.

    ELBETTE CAİZDİR

    İslam araştırmacısı ve yazar Muhammed Serkan Gül, “Her konuda olduğu gibi hastalık konusunda da daha önceden tedbir almak, hastalık gelmişse tedavi olunması İslam’da asıldır” diyor. Ve ekliyor: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara, 2/195) buyurulur. Allah Resulü de şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları, tedavi olun; çünkü Allah, yarattığı bir hastalık için mutlaka bir şifa veya deva yaratmıştır. Ancak bir dert müstesna. O da yaşlanmadır” (Tirmizî Tıp 2) Gül’e göre, fakihlerden önce tabiplerin konuşması gerekir ve dine saygılı olan doktorların gerekli gördükleri aşıları yaptırmak elbette caizdir.

  • Anne Sütü Nasıl Artar? Süt Nasıl Arttırılır?

    Kahvaltı: Bir anne mutlaka kahvaltı yapmalıdır. Toplumda şekerli içecek ve yiyeceklerin anne sütünü arttırdığına dair çok yanlış bir inanış vardır. Şekerli içecekler ve tatlılar, sağlıklı gıdaların emilimini engellediği için, tam tersi süt üretiminde aksamalara yol açar. Kahvaltıda 1 tane kuru incir veya 1 tatlı kaşığı pekmez demir deposu olduğu için iyidir. 1 su bardağı da taze sıkılmış meyve suyu içilebilir. Bunlar dışında iştah ve istek olduğu ölçüde peynir, yumurta, zeytin, yeşillik ve diğer kahvaltılık ürünlerden yenilmelidir. Mısır gevreği ,çok fazla unlu yiyeceklerden,maydanoz ve naneden kaçınmak gerekir. Aralarda çok fazla çay ve kahve içmek de süt üretimini olumsuz etkiler, onun yerine doğadaki diğer doğum yapmış canlılar gibi su tüketimini arttırmak çok sağlıklıdır.

    Öğle Yemeği: Hazmı kolay ve besleyici değeri yüksek olan tencere yemeklerini, etli sebze yemeklerini, zeytinyağlıları tercih edelim. Su oranı yüksek olan ıspanak, pazı, kara lahana, yeşil fasulye gibi sebze yemeklerini özellikle tercih edelim, ayrıca her yemekle birlikte bol miktarda marul salatası çok iyi gelecektir. Sadece bazen süt üretimini azalttığı söylenen maydanoz ve naneden ayrıca kızartma ve çok yağlı, unlu ve şekerli yiyeceklerden uzak duralım.

    Akşam Yemeği: Özellikle hazmı zor olan ve uyku düzenimizi bozabilecek ve gaz oluşturacak baklagillerden, meyve ve salata gibi çiğ sebzelerden uzak durmanızı öneririm. Akşam ideali çorba ile başlayıp, sonra açlığımız azalıncaya kadar pişmiş hafif bir sebze yemeği ile günü kapamaktır”

    Bedenin en rahat ettiği durum, ihtiyacı olan tüm besinlerin ritmik şekilde bedene alındığı durum olduğunu kaydeden Özgönül, “Bebek beslenmesinde öğün atlamak, uzun açlık dönemleri, sindiremeden yeni gıdanın verilmesi, besleyici değeri düşük gıdaların verilmesi nasıl uygun değilse, aynı şekilde annenin beslenmesinde de bu kurallar geçerlidir”.

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.Dr. Aslı Alay, doğum sonrasında bebeğin anne ile buluşması, annenin tenini ve sıcaklığını hissetmesinin oldukça önemli olduğunu ifade ederek, “Prematür doğan yoğun bakım desteği alan bebeklerde ise bu temasın gerçekleşememesi nedeniyle anne sütünün salgılanmasıyla ilgili sorunlar yaşanabilir” dedi.

    Erken doğan yoğun bakımda kaldığı için emziremeyen annelerde sık aralıklarla süt sağılmasının önemli olduğunu kaydeden Op.Dr. Aslı Alay, “Gece de dahil olmak üzere 2-3 saat aralıklarla meme, süt pompası ile boşaltılmalıdır. Ağızdan beslenmeyen bebeklerde sağılan süt depolanır, daha sonra uygun şartlarda kullanılır. Bebek anne sütü ile beslenmeye başlandığında anne memesini tutmada sorun yaşayabilir. Çünkü çabuk yorulu, çene kasları tam gelişmemiştir. Ancak anne vazgeçmemeli, kararlı olmalıdır. Bazı dirençli memeyi tutamayan bebeklerde silikon meme ucu kullanılır. Silikon meme ucuna üstten enjektörle mama verilir, bebek mamanın anne memesinden geldiğini düşünür ve yaklaşık 8-10 gün içinde anne memesine alışır. Bu yöntem annenin bebekten herhangi bir nedenle uzakta kaldığı, annenin kısa bir süre meme veremediği durumlarda da kullanılır. Yani her zaman anne sütü. Solunum yolu, kulak ve sindirim sistemi enfeksiyonlarına karşı koruyan, alerjik reaksiyonları önleyen, bebeğin ruhsal, zeka ve bedensel gelişimine katkı sağlayan ve birçok kronik hastalıktan koruyan anne sütü, aynı zamanda anneyi meme ve yumurtalık kanserinden de korumaktadır. Özellikle ekonomik sorunların yaşandığı günümüz şartlarında bebek ve anne sağlığı için parasız, hazır, sağlıklı, koruyucu bu kutsal besinin tüm bebeklerin alması sağlanmalıdır” şeklinde konuştu.

    Anne sütünün kesilme nedenleri

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.Dr. Aslı Alay, annenin sütünün kesilme nedenleri arasında beslenme yetersizliği, düzensiz beslenme ve stres olduğunu belirterek şöyle konuştu:

    “Özellikle yoğun stres ve üzüntü sütün azalmasına veya kesilmesine neden olabilir. Bu nedenle süt veren annelerde beslenme düzeni, protein alımı ve kalsiyum içeren gıdalar tüketilmelidir. Laktasyonda olan kadınlar 1kase yoğurt, 1 bardak süt ve bolca beyaz peynir tüketmeli, kahvaltıda yumurta ve günlük menüde mutlaka hayvansal bir protein almalıdır. Demir emilimini arttırmak için yemeklerle bol salata tüketmeli, çay ve kahveyi azaltmalıdır. Ayrıca meyve tüketimi önemli olup, aralarda ceviz, badem, fındık gibi yemişler tüketilmelidir. Çay, kahve, çikolata, alkollü içecekler ve sigaradan uzak düzenli ve dengeli beslenme annenin kilo vermesini de hızlandırır Böyle durumlarda anneyi destelemek ve eş desteği oldukça önemlidir. Anneye emzirme ile ilgili eğitim verilmelidir. Süt miktarı az bile olsa annenin 2 saat aralıklarla emzirmesi önerilir. Ayrıca meme ucu bakımı oldukça önemli olup memenin iltihabi durumlarında ve meme ucu sorunlarında hekim kontrolü ve kısa sürede tedavisi yapılmalıdır. Meme ucunun kızarık olduğu ve kanadığı durumlarda dahi bebeği emzirilmesi sürdürülmelidir.”

    Günümüzde mama şirketlerinin hem anne hem de bebekleri bir müşteri olarak gördükleri için satışa yönelik reklamlar emzirme sırasında her sorunda ebeveyinlerin mamaya başvurmalarına neden olduğunu söyleyen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.Dr. Aslı Alay, “Oysaki anne sütü bebek sağlığı için oldukça önemlidir. İlk 6 ay her bebek aylık kontrol edilmeli . Bir ayda ortalama 600-800 gram alan bir bebekde kilo alımı normal olup anne sütü dışında ek beslenmeye ihtiyacı yoktur. Anne sütünün bebeği besleyememesi mümkün değildir. Yeterli kilo alamayan bebeklerde ailedeki diğer bireylerin ve mama reklamlarının da etkisi ile anneler mamaya yönlenebilir. Çocuk, kadın doğum ve aile hekimleri anneleri bu konuda aydınlatmalı, anne sütünün yararları anlatılmalıdır. Ayrıca hastaneler, alışveriş merkezleri gibi insanların yoğun olduğu yerlerde rahat ve hijyenik bebek bakım odalarının bulunması zorunlu olmalıdır. Anne sütü bebek iki yaşına gelene kadar verilmelidir. Anneler genellikle süt arttırıcı birtakım besin takviyelerini arar. Çünkü çoğu anne sütünün az geldiğine inanır. Bebeklerine olan sevgi o kadar çoktur ki onlara yetemeyecekleri korkusu ve endişesini yaşarlar. Ancak beslenmenin oldukça güç, savaşın hakim olduğu ülkelerde yapılan çalışmalar göstermiştir ki anne sütü her daim gelebiliyor. Ancak sağlıklı anne sağlıklı çocuk için vazgeçilmez olup annelere dengeli beslenmeye özendirmek önemlidir. Emziren kadın bol su içmeli, günlük proteinini et, tavuk ve balıktan almalı, kuru baklagilleri eksik etmemeli ve her açıdan vazgeçemediğimiz sebze, meyve ve süt ürünleri günlük düzenli olarak almalıdır. Dengeli, düzenli ve yeterli kalori alımını gerçekleştiren annede üretilen süt çoğunlukla bebeğe yeterli oluyor. Ayrıca yalancı emzik, biberon ve mama verilmesi süt üretimini azalttığından bu tip uygulamalardan uzak durmalıdır. Halk arasında sütü arttırdığına inanılan kimyon, rezene, dereotu, siyah susam, arpa ve arpa suyu, yulaf, sarımsak, kırmızı ve yeşil renk sebzeler, zeytinyağı gibi besin öğeleri ile ilgili bilimsel bir kanıt olmamakla birlikte tüketilmesinde bir zarar yoktur. Tüm bu gıdalarda ortak faktör katkı maddesi içermeyen, işlenmemiş ve taze olarak tüketilmesi olup, süt artışında en önemli etken yeterli su alınması olduğu unutulmamalıdır Süt veren bir kadın günlük 3 litre su tüketmesi, sigara, alkol ve kafeinli gıdalardan uzak kalması, dengeli ve düzenli beslenmesi süt salgılanması için yeterlidir” şeklinde konuştu.

  • Yeni Kıyafetler Giyilmeden Önce Yıkanmalı

    Uzmanlar, mağazalardan etiketi belli ve kontrolü yapılmış tekstil ürünlerinin tercih edilmesini, yeni alınan giysilerin uyuz ve alerji gibi etkenlerden ve sağlığı tehdit eden kimyasal maddelerden arındırılması için kullanmadan önce yıkanmasını öneriyor.

    Alışveriş merkezlerinde kıyafet denenmesi sırasında uyuz bulaştığı iddialarının sıklıkla gündeme gelmesi, vatandaşlar, sağlıkçılar ve tekstil uzmanları arasında tartışma yarattı. Bunun üzerine bazı uzmanlar “kıyafet denemesi kaldırılmalı” önerisinde bulunurken, bazıları ise bunun doğru olmadığını öne sürdü.

    Bu tartışma, kıyafet seçiminde nelere dikkat edilmesi gerektiği ve tekstil ürünlerinin denetiminin nasıl yapıldığı sorularını vatandaşın aklına getirdi.

    Konuyu değerlendiren uzmanlar, giysilerin üretiminden tüketicinin gardırobuna ulaşana kadarki süreçte birçok aşamadan geçtiğini aktararak, vatandaşlara etiketleri okumaları, kaliteli ve bilinen yerlerden alışveriş yapmaları tavsiyesinde bulunuyor.

    Türkiye’de üretilen ve yurt dışından ithal edilen tekstil ürünleri ise Ticaret Bakanlığının denetiminde İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği’nin (İHKİB) iştiraki Ekoteks Laboratuvar ve Gözetim Hizmetleri AŞ’de kimyasal ve fiziksel testlerden geçirilerek, sağlığa zararlı olup olmadığı kontrol ediliyor.

    En sık görülen sağlık sorunu tekstil alerjisi 

    Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) Öğretim Üyesi ve Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gülşen Akoğlu, mağazaların yanı sıra internet üzerinden yapılan alışverişlerde de dünyanın farklı bölgelerinde nasıl üretildiği tam olarak bilinmeyen hazır giyim ürünlerine ulaşmanın kolay olduğunu anlattı.

    Tekstil endüstrisindeki üretim aşamasında boyadan yanmaya dirençli maddelere kadar çok sayıda kimyasal ajanın kumaşlara uygulandığını anlatan Akoğlu, bu ürünlerin nakliye ve depolama aşamasında da tozlu, kirli ve küflü ortamlarda kalabildiğini belirtti.

    Doç. Dr. Akoğlu, giysilerin vücudun yüzde 80’inden fazlasını örtebildiği varsayıldığında, derinin geniş bir yüzeyinin bu maddelere maruz kalabildiğine dikkati çekerek, en sık görülen sağlık sorununun alerjik deri reaksiyonları olduğunu ve özellikle sentetik iplerde kullanılan boyalara karşı tekstil alerjilerine sıkça rastlanabildiğini kaydetti.

    Bebek ve küçük çocukların derilerinin kumaşlardaki kimyasallara karşı daha hassas olduğunu söyleyen Akoğlu, “Tüketicilerin üretim süreçleri kontrol edilen tekstil ürünlerini kullanmaları, yeni aldıkları giysi ve diğer tekstil ürünlerini kir, toz ve çoğu kimyasal maddeyi uzaklaştırmak amacıyla kullanmadan önce mutlaka yıkamaları uygun olacaktır.” dedi.

    Uyuzun kıyafetlerin denenip çıkarılmasıyla bulaşma olasılığı düşük

    Dezenfekte edilmeden giyilen kıyafetlerden bulaşabilen uyuzun, gözle görülemeyecek kadar küçük bir parazitin yarattığı deri rahatsızlığı olduğunu aktaran Akoğlu, tipik belirtilerini, “gece kaşıntısı, kaşıntının özellikle el parmak aralarında, göbek, kalça ve göğüs çevresinde yoğun olması” şeklinde tanımladı. Hastalığın en sık bulaşma yolları arasında uzun süreli temas, aynı yatağın kullanılması, nevresim, havlu ve günlük giysilerin paylaşılmasının sayılabileceğini anlatan Akoğlu, el sıkışma ve kıyafetlerin denenip çıkarılması gibi kısa süreli temaslarla bulaşma olasılığının pek mümkün olmadığını vurguladı.

    Doç. Dr. Gülşen Akoğlu, hastalığın uygun yöntemle başarılı şekilde tedavi edilebileceğini dile getirerek, şöyle konuştu:

    “İlaçlar, vücuda sürülen permetrin ve sülfür içeren kremler veya losyonlardır ve mutlaka hekimin önerdiği şekilde uygulanması gereklidir. Giysiler 60 derece sıcaklıktaki suda yıkanmalı, yıkanamayan giysiler, battaniye, yorgan gibi kişisel eşyalar plastik poşet içerisinde 1 hafta bekletilmelidir. Kalabalık ortamlarda yaşayan kişiler eşyalarını, nevresimlerini, giysilerini birbirleriyle paylaşmamalıdır. Bu önlemler hem tedavinin etkin olmasını sağlamakta hem de uyuzun diğer insanlara bulaşmasını engellemektedir. Parazit ortadan kalmasına rağmen kaşıntı birkaç hafta daha devam edebilir.”

  • Oyun Terapisi Çocuğun İçsel Dünyasını Ortaya Çıkarıyor

    Uzman Klinik Psikolog Yasemin Kamalı, oyun terapisine ilişkin yaptığı açıklamada, oyun terapisinin, çocuğun içsel dünyasını oyun yoluyla ortaya çıkardığını belirterek, yetişkinler sözel yolla iletişim kurarken, çocukların iletişim yolunun oyun olduğunu kaydetti.

    Çocuğun oyun terapisi aracılığı ile kendi içsel yaşantılarını, zorlandığı alanları ifade ettiğini aktaran Kamalı, “Bilinç dışı arzularını, korkularını, bastırdığı alanları oyun yolu ile bazen sansürle bazense sansürsüz ortaya koyar, bunu bize duyururken kendi de somut bir şekilde duymaya başlar.” diye konuştu.

    Kamalı, oyun terapisinin 3-3,5 yaş ile 11-12 yaş aralığında kullanılan, yaşa bağlı olarak materyallerin değişebildiği bir teknik olduğuna işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Bu dönem Piaget’in bilişsel gelişim evrelerinden ‘somut işlemler dönemi’ne denk geldiği için çocuk oyun yolu ile de somut şekilde kendi içinde yaşadığı her ne ise travma vesaire bunları görmüş duymuş olacaktır. Aslına bakıldığında oyun dediğimiz şey hepimizi kapsamakta, çünkü biz yetişkinler de bir zamanlar çocuktuk ve ilk iletişim şekillerimizden biri oyundu. Büyüdükçe, yetişkinleştikçe oyun oynamayı unuttuğumuzu, en tanıdık bildik bir şey gibi gelmesi gerekirken bazen bundan çok uzaklaştığımızı görüyoruz. Zaman zaman ebeveynlerin bu yüzden çocuklarını nasıl anlayacaklarını bilmedikleri bir konumda kendilerini bulduklarını görüyoruz. Bu yüzden oyun terapisi uygulanırken aileyi de işin içine katmak, gerekirse aile çocuk oyun grupları tasarlamak destekleyici olabilmektedir.”

    “Çocuk önemsenmek ister”

    Kamalı, bu teknik uygulanırken çocuğun yaşı, yaşadığı sosyo-kültürel çevre ve ailenin dikkate alınmasının oldukça önemli olduğunu vurgulayarak, “Çünkü bu alanda çok çeşitli problemlerle (yeme, dışkılama, istismar, travma vb. gibi) karşılaşmak mümkün. Bu nedenle uygulanacak terapinin şekillenmesi de talebe bağlı olacaktır. Terapist bu esnada çocuğun yanında durur, çocuğun onu oyuna dahil etmesini beklemesi gerekir. Oradaki en önemli görevi çocuğa var olduğunu, duyulduğunu, görüldüğünü hissettirmek ve ihtiyacın olduğunda ben buradayım mesajını vermekle yükümlüdür. Onun alanına girmeden, işgal etmeden ona alan açarak beklemesi oldukça önemlidir.” diye konuştu.

    Kişinin önemsenmek istediğini, bunun çok temel bir arzu olduğunu, çocuğun da bunu arzu etmesinin en doğal durum olduğunu ifade eden Kamalı, şunları kaydetti:

    “D.W. Winnicott’un ‘yeterince iyi anne’ kavramında olduğu gibi burada da terapistin terapi odasında çocuğa alan açan ve kendini var etmesini sağlayan, baş etme becerisini keşfetmesine izin veren bir konumda olması önemli olacaktır. Bu sayede çocuk var olan problem üzerine sorumluluk alabilecek, kendi bedenini, duygularını sahiplenebilecektir. Kaka problemi olan bir çocuk ‘kakamı annem babam için yapıyorum’ demek yerine ‘kaka benim kakam, popo benim popom ve yapılmadığında ağrıyacak olan karın benim karnım, bedenim benim’ diyebilecek konuma gelecektir.”

    “Oyun odasının nasıl tasarlandığı, ne tür oyuncakların olduğu önemli”

    Kamalı, oyun terapisinde diğer önemli bir konunun oyun odası olduğuna işaret ederek, “Oyun odasının nasıl tasarlandığı, ne tür oyuncakların olduğu önemlidir. Kum havuzu, bir musluğun bulunması, minyatür oyuncaklar, ev, iş gibi günlük hayatta var olan şeylerin bulunduğu köşelerin olması, resim boya yapabilmek için uygun masa ve sandalyenin varlığı önemli olmaktadır. Her çocuğun kendine ait bir kutusunun olması ona özel birkaç malzemenin bulundurulması gibi teknik konular da oyun terapisine dair unsurlardır.” diye konuştu.

    Oyunun, çocuğun, bireyin hayatında oldukça geniş bir alan kapladığını vurgulayarak, sadece terapistleri kapsayan bir konu olmadığını, aslında herkesi kapsadığını dile getirdi.

    Kamalı, çocuklarla oyun oynamanın sadece onların içsel dünyalarını keşfetmek değil onlara nasıl oyun oynanacağını da öğreten bir süreç olduğuna işaret ederek, “Çocukların anlaşmak için bizler gibi söze ihtiyaçları yoktur, bir grup farklı milletten, dilden çocuğu bir araya koyun ve izleyin onların nasıl anlaştıklarını, iletişim kurduklarını, oyun aracılığı ile birbirlerini nasıl anladıklarını görebilirsiniz. Kendi içinize bakın, içinizdeki çocuğu hatırlayın oyunun önemini bir kez daha fark edin. İçinizdeki çocukla bağınızın hiç kopamamasını diliyorum.” şeklinde konuştu.

  • “Uyuz Artıyor, Cep Telefonlarından Uzak Durun”

    Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Filiz Topaloğlu Demir, son dönemde uyuz vakalarında artış olduğunu belirterek hastaların, hekim tarafından verilen ilaç ve kremleri kullanmasına, eşyalarını kaynatıp ütülemesine rağmen, uyuz hastalığı bulgularının devam edebildiğini belirtti.

    Demir, “Hekim kontrolünde tüm tedavileri uygulamanıza rağmen uyuz hastalığınız geçmiyorsa, mutlaka eşyalarınızı kontrol edin. Sevdiğiniz ve sürekli temas halinde olduğunuz eşyalardan en az 8 gün ayrı kalmazsanız uyuz hastalığından kurtulamayabilirsiniz” değerlendirmesinde bulundu.

    ‘Bulaşma için 15 ila 20 dakikalık temas yeterli’

    NTV’de yer alan habere göre cep telefonu ve bilgisayar gibi uzun süre kullanıcının elinde tuttuğu tüm teknolojik aletlerden uyuzun bulaşabileceği bilgisini veren Demir, “Uyuz hastalığının bulaşması için 15 ila 20 dakikalık bir temas yeterlidir. Aile bireyleri arasında elden ele gezen, saatlerce elimizden düşürmediğimiz cep telefonlarımız ve kişisel bilgisayarlarımız uyuz hastalığından kurtulamamamızın nedenlerinden biri olabilir” ifadelerini kullandı.

    ‘8 güne kadar canlı kalabilir’

    Uyuz hastalığı olanlarla beraber, uyuz hastalığı olan kişinin temas ettiği eşyaların da bulaştırıcı olduğunu hatırlatan Demir, “Uyuz böceği, dış ortamda uygun şartlarda 8 güne kadar canlı kalabilir ve tedavi olan kişilerde bile yeniden hastalığa yol açabilir. İlk olarak hekime başvurulmalı, önerilen tedavi tüm aile bireyleri tarafından aynı günde uygulanmalıdır. Uyuz böceğinin ve yumurtalarının tam olarak yok edilmesi için, eşyaların minimum 50 derecede en az 10 dakika yıkanması veya -10 derecede en az 5 saat bekletilmesi gerekmektedir. Bu işlemlere tabi tutulamayan eşyalar ise minimum 8 gün plastik torbalara konularak kaldırılmalıdır” bilgisini paylaştı.

  • Zayıf Karnenin Bedeli Ağır Olmasın

    2019-2020 eğitim-öğretim yılında sömestr tatili başladı. Yaklaşık 18 milyon öğrencinin karne alarak başladığı sömestr döneminin iyi değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Uzman Klinik Psikolog Başak Mutlu, karnelerle ilgili ailelerinin yorumlarının çocukların hayatını fazlasıyla etkilediğini söyledi. Mutlu, “Günümüz ebeveynlerinin çoğu düşük not alan çocuklara cezalandırıcı, suçlayıcı yaklaşımların ilerleyen dönemde ders notlarına katkısını olmadığını, bu tip tutumların çocukların psikolojisini olumsuz yönde etkilediğini biliyor. Ancak çocuğa nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda ailelerin zaman zaman kafası karışabiliyor. Öncelikle başarı kavramının geniş bir tarifi olduğunu ve yalnızca ders başarısından oluşmadığını hatırlamak gerekir. Çocuğun ders dışı olumlu davranış ve kabiliyetleri, gelecekteki mutluluğu üzerinde ders başarısı kadar önemlidir. Dolayısıyla çocuktan yüksek notlar almaya odaklanıp hayatın diğer alanlarından kendisini çekmesini beklemek uygun bir bakış açısı olmayacaktır” dedi.

    “Güçlü yanlarına odaklanın”
    Her çocuğun başarılı olduğu bir alanın mutlaka olduğunu vurgulayan Uzman Klinik Psikolog Başak Mutlu, ailelere şu tavsiyelerde bulundu: “Ebeveynler, çocuklarının yatkın olduğu alanları iyi gözlemlemeli ve çocuklarının kabiliyetleri doğrultusunda hedefler seçmelerine yardımcı olmalıdır. Çocuklarının güçlü yanlarını görmezden gelirlerse çocuk da bu alanlardaki başarısının değersiz olduğuna inanacak ve potansiyelini ortaya koymakta zorlanacaktır. Çocuğun akranlarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilme, dayanışma ve ihtiyaç duyduğunda yardım isteyebilme gibi beceriler geliştirebilmesi, matematik becerisinden daha az değerli tutulmamalı. Ders notlarının telafisi mümkündür ancak çocuğun kendisini mutsuz ve yetersiz bir insan olarak değerlendirmesinin bedeli ağır olabilir.”

  • 16:8 Diyeti Zararlı Mıdır? Aralıklı Oruç Diyetinin Detayları ve Yapılmaması Gerekenler

    Tüm dünyada obezite ve ona bağlı hastalıklar artıyor. Milyonlarca kişi kilo vermek için çeşitli diyet reçetelerinin peşinde koşarken, her gün yeni beslenme modelleri de ortaya çıkıyor. Bunlardan biri de popülerliği artan ‘aralıklı oruç-intermitteng fasting’ tarzı beslenme. Genel olarak uzun süreli açlığa dayanan bu beslenme modelini aralarında ünlü doktor Mehmet Öz’ün de bulunduğu uzmanlar tavsiye ediyor. Araştırma sonuçları bu tarz bir beslenmenin başta kilo kaybı olmak üzere kiloya bağlı birçok hastalık üzerinde olumlu sonuçlar verdiğini gösteriyor. Ama bazı uzmanlar ise beslenmenin kişiye özel olduğunu ve aralıklı oruç tarzı beslenmeyi bir ömür boyu sürdürmenin zor olacağını dile getiriyor. Çok konuşulan aralıklı oruç nedir, nasıl uygulanır, faydaları, zararları, kimler uygulamalı, kimler uzak durmalı sorularının yanıtlarını sizler için araştırdık.

    Aralıklı oruç nedir?

    Aralıklı oruç, uzmanlar tarafından aslında bir diyet değil bir beslenme şekli olarak gösteriliyor. Bu noktada, yenilen besinler yerine bunların yenildiği zaman aralıkları önemli. Belli zaman aralıklarında vücudun aç bırakılmasıyla yaratılan kalori açığı kilo verilmesini sağlıyor. Kilo verilmesiyle birlikte de başta insülin direnci olmak üzere bir çok rahatsızlığın ortadan kalkmasına dolaylı olarak etkisi bulunuyor. Uygulamada ise temelde üç seçenek ön plana çıkıyor:

    16:8 diyeti

    Aralıklı oruç tarzı beslenmeyi seçenlerin en çok tercih ettikleri yöntemlerden biri 16:8 metodu. Bu metotta 16 saat aç kalınıp kalan 8 saatte yemek yenebiliyor. Zaman aralıkları ise kişinin kendi tercihlerine bırakılıyor. Uygulayıcıların büyük çoğunluğu ise 12.00-20.00 aralıklarında yemek yemeyi geri kalan saatlerde ise aç kalmayı seçiyor. Açlık saatlerinin bir kısmının uykuda geçirilmesi de avantaj sağlıyor. Kısaca özetlersek son yemek yediğiniz saatten 16 saat sonraya kadar hiçbir şekilde yemek yenilmiyor. Ama uzmanlar bu aralık içerisinde bol bol su içilmesini öneriyor. Şekersiz çay, sade kahve veya sade soda bu aralıkta tüketilebilecek içecekler. 16 saat bitiminde ilk öğününüzü yiyebilirsiniz. Yine tercih edilen yollardan biri açlık saatlerini uzatarak 20:4 metodu. Burada da 20 saat açlık, 4 saat tokluk süresi olarak geçiriliyor.

    16 saat aç kal 8 saat beslen

    5:2 diyeti

    Aralıklı oruçta sık tercih edilen yollardan biri de 5:2. Burada da haftanın beş günü normal beslenme yapılırken kalan iki günde sadece vücudun harcadığı kadar kalori alınarak oruç tutuluyor. Uzmanların bu konudaki tavsiyeleri oruç gününde kadınların 500, erkeklerin ise 600 kalori almaları yönünde. Diğer bir tavsiye de oruç günlerinin peş peşe gelmemesi. Yine aynı şekilde uzmanlar açlık döneminde vücudun susuz kalmaması için bol bol su tüketilmesini öneriyor.

    Tek öğün beslenme

    Bu modelde ise haftanın belirli günlerinde uzun açlıklar uygulanıyor. Haftada bir ya da iki gün boyunca hiç bir şey yenilmiyor. Sadece su, çay, sade kahve gibi kalorisiz içecekler tüketilebiliyor. 24 saatlik periyotların ise üst üste getirilmemesi tavsiye ediliyor.

    NASIL KİLO VERDİRİYOR?

    Aralıklı oruç modelinde, yemek yemeye sınırlı bir süre ayırmak vücuda kalori yakabilmek için yeterli zaman veriyor. Açlık süresi içerisinde vücutta depolanan yağlar yakıldığı için hızlı kilo verme sağlanabiliyor. Buna ek olarak 8 saat yiyip 16 saat aç kaldığımızda hücrelerimizdeki enerji kaynağı olan mitokondriyanın fonksiyonu uyarılıyor. Böylelikle yenilenme hormonları en üst düzeye çıkıyor ve düşük kalorili diyetlerin neden olduğu hücre içi hasar ortadan kalkıyor.

    SIK SORULAN SORULAR

    Aralıklı oruç tam olarak nasıl çalışır?
    Günün belirli bir saatinde yemek yemeyi bıraktığınızda özellikle açlık dönemi akşam saatlerine geliyorsa gece atışmalarının da önüne geçiyorsunuz.

    Yemek saatlerinde her şeyi yiyebilir miyiz?

    Uzmanlar bunun üzerinde özellikle duruyor. Çünkü yemek saatinde yine sağlıksız karbonhidratlarla ya da şekerli besinlerle beslenmek kilo vermeyi sağlamaz. Bunun yerine dengeli ve sağlıklı besinleri tüketmek gerekiyor.

    En etkili oruç zamanı penceresi nedir?

    Yağ yakımı tipik olarak yaklaşık 12 saatlik açlıktan sonra başlar ve 16 ila 24 saatlik açlıktan artar.

    Oruç döneminde tüketilmesi gereken bazı içecekler var mı?

    Vücudun susuz kalmaması için bol bol su tüketilmesi gerekiyor.

    Kilo kaybının yanı sıra, aralıklı oruç tutmanın başka faydaları var mı?

    Düşük vücut ağırlığına ek olarak, bu oruç kolesterolü düşürmeye, glikoz kontrolünü iyileştirmeye, karaciğer yağını azaltmaya ve kan basıncını iyileştirmeye yardımcı olabilir. Bu konuda yapılan araştırmaların sonuçlarına göre, kronik hastalıkların düzene girmesine de yardımcı oluyor.

  • Kar Yağarsa Hastalık Riski Azalır Mı?

    Bursa Acil Sağlık Sorumlu Müdürü Dr. Koray Akay, özellikle soğuk algınlığı vakalarındaki artışın bir sebebinin de kar yağışının olmamasından kaynaklandığını belirtiyor. Akay’a göre, ‘Karın yağması demek hava kirliliğinin ve enfeksiyon hastalıklarının nispeten azalması’ demek.

    Dr. Koray Akay’ın verdiği diğer detaylar şöyle:

    “Kar nedeniyle hava sıcaklığı eksi değerleri görür ve bu da havadaki mikropların ölmesini sağlar. Ancak ne yazık ki bu sene hala kar yağışı göremedik. Ve bu da çeşitli enfeksiyonlara neden olan mikropların ölmemesini sağladı. Kış aylarında havadaki nemin fazla olması, mikropların taşınmasını daha da kolaylaştırdı. Burun akıntısı, soğuk algınlığı, grip, boğaz ağrısı, öksürük şikayetiyle hastanelere giden hasta sayısı da doğal olarak arttı. Ailelerin sıkça düştüğü bir yanlış var, kar yağdığında dışarı çıkmayalım hasta oluruz. Aksine, temizlenmiş havayı solumak iyi gelecektir. Dışarı çıkmak kapalı, basık ve havasız ortamların üzerimizde yaşattığı dirençsizliği kıracak ve daha enerjik olmamızı sağlayacaktır. Eğer kapalı ortamlarda kalma zorundaysak soğuğa rağmen ortamı sık sık havalandırmalıyız. Bir de, yine bilinen bir yanlış var ki o da yağan karı yemek. Kirli havadan taşıdığı zararlı partikülleri özellikle çocuklarımıza ve evcil hayvanlarımıza yedirmemeliyiz. Bilimsel olarak yüzde yüz kanıtlanmasa da ‘kar yağdı mikroplar öldü’ düşüncesini baz alıp, içeride kalmaktan kurtulup dışarıda temiz havada aktivite yapmak bağışıklık sistemimize iyi gelecektir”