Kategori: Sağlık

  • Gereksiz Antibiyotik Kullanımı Fayda Yerine Zarar Veriyor

    Antibiyotik kontrolsüz kullanıldığında; antibiyotik direncine, böbrek ve karaciğer fonksiyonlarının bozulmasına, işitme problemlerine, ekonomik maliyete ve ciddi yan etkilere yol açabilir. Gereksiz antibiyotik kullanımı yetişkinlere oranla çocuklarda daha büyük etkilere neden oluyor. İşte tam da bu noktada Antalya Anadolu Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doktor Hakan Seçkin, çocuklarda antibiyotik kullanımında dikkat edilmesi gerekenleri ve gereksiz kullanıldığı zaman çocuklarda oluşabilecek hasarlar hakkında açıklamalarda bulundu.

    Uzm. Dr. Hakan Seçkin, “Gereksiz antibiyotik kullanımları bize, hastalık süreçlerinin uzamasına, gereksiz tedavi maliyetlerine, ilaç kullanımıyla beraber ortaya çıkabilecek yan etkinin artışına neden olmaktadır. Çocuklarda ise durum daha ciddi. Her hastalıkta çocuklara antibiyotik verilmesi daha sonra önlenemez hastalıklara da davetiye çıkarmaktadır. Karaciğer fonksiyonlarına, böbrek yetmezliğine, alerjik reaksiyonlara, kemiğe ve kıkırdak dokusuna zarar vermektedir. En önemlisi çocukların bakterilere karşı direncini kırmaktadır. Bağışıklık sistemini zayıflatmakta ve bu da hastalıklara karşı direncimizi kırıyor. Bu yüzden ailelere şunu söylemek istiyorum. Çocuklar her hasta olduğunda antibiyotik vermeyiniz. Doktora görünmeden, gerekli muayeneler yapılmadan antibiyotik kullanmıyoruz. Çünkü her hastalığın tedavisinde antibiyotiğe gerek olmuyor” dedi.

    Antibiyotiğin zararları

    “Antibiyotik, reçetelerimizde ikinci sırada yer almaktadır” diyen Uzm. Dr. Hakan Seçkin, “Çok ciddi ve çoğunlukla yanlış ve gereksiz kullanımı söz konusudur. Gereksiz antibiyotik kullanımı çocuğun iyileşme sürecine hiçbir katkısı yok. Hatta hastalığın sürecini uzatmaktadır ki biz bunu hiç istemeyiz. Akut böbrek yetmezliğine neden olmakla birlikte karaciğer fonksiyonlarına da zarar vermektedir. Bununla birlikte çocuklarda alerjik reaksiyonlara, ishale neden olup hatta kemik ve kıkırdak dokusuna da ciddi hasarlar vermektedir. Bununla birlikte, gereksiz tedavi maliyetlerine de neden olmaktadır. Çünkü bu ilaçlar pahalı ilaçlardır” diye konuştu.

    Hekim ve aile ilişkisi

    “Her hastalığa antibiyotik verilmemeli ve aileler çocuk her hasta olduğunda antibiyotik istememeli” diyen Seçkin, “Bazı hastalıklar ilaç kullanmadan iyi beslenerek atlatılabilinir. Bu yüzden reçeteye yazılacak ilaca doktor karar vermeli. Bu yüzden doktor aile ilişkisi bu bağlamda önemlidir. Güven duygusu olmalı. Hastayı, aileyi iyi dinlemek lazım. Aileyle iyi bir iletişim kurmalıyız. Antibiyotiği anlatmalıyız. Antibiyotik kullanımında aileler, ısrarcı olmamalılar. Hekim uygun görmüyorsa bu ilaca gerek yok demektir. Her hastalıkta antibiyotik kullanmamalıyız. Bakteriyel enfeksiyon kanıtlandıktan sonra antibiyotik kullanılmalı. Bir hekim tarafında kanıtlarıyla aileye anlatılarak antibiyotik yazılmalı” ifadelerini kullandı.

    “Yararlı bakterileri yok ediyor”

    Antibiyotiklerin sadece bakteriyel enfeksiyonların tedavisinde kullanıldığını aktaran Seçkin, “Viral enfeksiyonlarda antibiyotiğin yeri yoktur. Bu nedenle antibiyotik kullanmadan önce enfeksiyonun bakteriyel mi yoksa viral mi olduğu kesinlikle göz önüne alınmalıdır. Çocuk yaş grubunda, kulak iltihapları, sinüzitler, BETA diye adlandırılan enfeksiyonları öncelikli olmak üzere antibiyotik kullanımı tercihleri yapılmaktadır. Bu yüzden iyi bir muayene, tahliller ve tetkikler yapılmalı. Hastanın öyküsü dinlenmeli. İlaç öyle yazılmalı. Vücudumuzda mikrobiyata dediğimiz birtakım bakteri yoğunluğu vardır. Bu bakteriler, aslında bize yarayan bakterilerdir. Bu bakteriler bize yardımcı oluyor. Eğer antibiyotik kullanırsak bu yararlı bakterilerimiz de yok olur. Bu iyi bir şey değil. Çünkü bağışıklık sistemimiz çöker” açıklamasında bulundu.

    “Şikayete yönelik ilaç yazılmalı”

    Seçkin, “Antibiyotik kullanımı kararı verildikten sonra ilaç seçiminde mümkün olduğu kadar o bölgede hastalık yapabilecek mikroorganizmalara daha özgün antibiyotikleri, daha kısa sürede kullanıp, daha az yan etki oluşturan ve mümkünse maliyeti düşük olan antibiyotik seçimleri olacaktır. Sorun özellikle çocuk yaş grubuyla ilgili bazı bulgular birbirine giriftir. Bu yüzden iyi bir fizik muayene yapılmalı, iyi bir öykü alınmalı, hastayı iyi dinlemek lazım. Antibiyotik yeri ve zamanında uygun dozda kullanıldığında etkin bir ilaçtır” şeklinde konuştu.

  • Türkiye’nin İlk Milli İlacı Japonya ve ABD’den Patent Aldı

    Atatürk Üniversitesi tarafından üretilen Türkiye’nin ilk milli ilacı Japonya ve ABD’den patent aldı. Uluslararası Patent Haklarını elinde bulunduran ilaç Parkinson, Alzheimer ve Depresyon gibi sağlık problemlerinde değerlerini ideal seviyelere düşürecek tek ilaç olacak.
    Atatürk Üniversitesi Tıbbi Farmakoloji anabilim dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Hacımüftüoğlu ve ekibi tarafından 2013 yılında ilacın araştırmaları ve çalışmalarına başlandı. Ekibin 6 yıllık çalışma sürecinden sonra üretilen ilaç geçtiğimiz yıl Japonya’dan bu yıl ise ABD’den Uluslararası Patent almaya hak kazandı. İlk milli ilaç olma unvanını taşıyan ilacın ismi ise ilerleyen süreçlerde açıklanacak.

    Türkiye’nin İlk Bitkisel Kaynaklı Olmayan Orijinal Molekülü Olma Özelliği de Taşıyor

    Tıp Fakültesi, Fen Faküktesi ve Veterinerlik Fakültesi öğretim üyeleri tarafından yürütülen çok sayıda çalıma ve deney sonucu, ortaya çıkan ürünün, glutamat nörotransmitterin yüksek olduğu beyin hücreleri üzerinde koruyucu etkisinin olduğu saptandı. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler ürünün Parkinson, Alzheimer ve Depresyon gibi sağlık problemlerin de değerleri ideal seviyelere düşürdüğü kanıtlandı. Bu aşamadan sora klinik aşamalar tamamlanacak ve ilaç hizmete sunulacak. Öte yanda ilaç Türkiye’nin ilk bitkisel kaynaklı olmayan orijinal molekülü olma özelliği de taşıyor.
    Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ömer Çomaklı, amaçlarının en kısa sürede ilacı insanlığın hizmetine sunmaları olduğunu ifade ederek“ Beklentimiz, maddi olarak zor görülmesine rağmen bazı kısa yollarla çözülebilecek adımların atılması suretiyle Klinik İlaç Araştırmalarının tamamlanması, en kısa sürede ilacın dünya piyasasına çıkması ve ülkemizin ve insanlığın bu ilaçtan faydalanabilmesidir. 62 yıllık köklü bir geçmişi olan ve Farmakoloji alanında da son 5 yıllık ortalamalara göre bilimsel olarak Dünya sıralamasında Türkiye birincisi olan Atatürk Üniversitesi, milli ilaç konusunda öncülüğünü ortaya koymuştur” dedi.

    İlacın üretiminde ki doktorlardan Prof. Dr. Ahmet Hacımüftüoğlu ise ilacın Dünya da Parkinson, Alzheimer ve Depresyon hastalıklarının değerini aşağı çeken tek ilaç olduğunu belirterek ” Uzun yıllardan berri süre gelen bir çalışmamız var. Bizim çalışmalarımız beyin hücreleri arasında iletimi sağlayan bazı 5-6 tane önemli madde var bu maddelerin değerlerinin yükselmesi veya azalması bazı hastalıklarla ilgilidir. Örnek olarak Dopamin seviyesi düştüğü zaman Parkinson hastalığına sebep olur yükseldiği zaman şizofreni hastalığına. Diğer bir örnek ise Serotonin düştüğü zaman ise depresyon meydana gelir. Glutamat seviyesinin yükselmesi ise Parkinson ve Alzheimer hastalığının erken dönemde beyin hücrelerinin ölümüne yol açıyor. Ve bu durumlarla ilgili Dünya üzerinde herhangi bir ilaç mevcut değil. Yani bu hastalıklardan dolayı yükselen düzeyi aşağıya çekecek her hangi bir madde söz konusu değil. Bizim ilacımız bu maddenin yükselen düzeyini aşağı çekecek” ifadelerini kullandı.

  • Oyuncaklardaki Kimyasal Limitlerine Düzenleme

    Ticaret Bakanlığınca, oyuncaklarda kullanılan kimyasalların limit değerleri yeniden belirlendi.

    Bakanlığın, Oyuncak Güvenliği Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliği Resmi Gazete’de yayımlandı.

    Yönetmelikle, oyuncak veya oyuncak bileşenlerinde migrasyon limitleri belirlendi.

    AB DİREKTİFİ DÜZENLEMELERİ

    Değişiklikle, son bilimsel gelişmelere göre bazı kimyasal kısıtlamalarındaki limit değerlere ilişkin Avrupa Birliği (AB) direktifi düzenlemelerinin mevzuata aktarılması amaçlandı.

    Bu kapsamda, AB direktifine uygun şekilde, kurşuna ilişkin sınır değerler ile kazınabilir oyuncak materyalinde krom VI elementine ilişkin limit değer düşürüldü.

    Buna göre, 36 aydan küçük çocuklar tarafından kullanıma yönelik veya ağza alınan oyuncaklarda kullanılabilen Bisfenol A için mevcut spesifik sınır, AB direktifindeki değişikliğe paralel indirildi.

    Ayrıca fenolün kullanımının kısıtlanmasına ilişkin olarak da düzenlemeye gidildi.

    HOBİ BOYALARINA YENİ TANIM

    Öte yandan, hobi boyaları, parmak boyaları, cam boyaları, yapıştırıcılar ve sabun köpüğü gibi su bazlı oyuncaklar kastedilerek yapılan kısıtlamanın, diğer oyuncak türleriyle karıştırılmaması açısından, limit değere ilişkin açıklama metnindeki “su oyuncağı” ifadesi “su bazlı oyuncak” olarak değiştirildi. Bu kapsamda düzenlemenin tanımlar kısmına “su bazlı oyuncak” eklendi.

    Yönetmelikle düzenlenen kimyasal kısıtlamalara ilişkin değişiklikler bir yıl sonra yürürlüğe girecek.

  • Anne Sütüne En Yakın Zeytin Yağının Bile Isıl İşlemden Geçince Zararı Var

    Bütün sıvı yağların vazgeçilmez yağlar olduğunu ifade eden Rommer International Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi Dahiliye Uz. Dr. Sedat Aksın, “Biz sağlıklı yağları tavsiye ediyoruz. Fındık yağı ve zeytin yağı ateşe dayanıklı yağlardır. Ama çok fazla yüksek ısıda bunları yaktığımız zaman trans yağı ortaya çıkıyor. Yani kimyasal yapısı değişmiş yağlar ortaya çıkıyor. Bu yağlar yakıldıktan sonra A, D, E ve K vitaminlerinin yapısı bozuluyor. A, D, E ve K vitaminleri eğer çatır çatır yakılmış yani aşırı yüksek ısıda yemeğimize katılmışsa bunun da bir faydası yoktur. Hatta zararı var. Trans yağlar kötü kolesterolü yükselterek kalp krizi, felç, damar tıkanıklığı gibi pek çok ciddi hastalığa sebep olmaktadır. Özellikle günümüzde hazır yiyeceklerin artmasıyla beraber trans yağ tüketimi de oldukça artmıştır” dedi.

    Zeytin yağı seçiminde de soğuk sıkım veya taş baskı zeytinyağları kullanılmasını tavsiye eden Aksın, “Anne sütüne en yakın şey zeytin yağlarıdır. Zeytin yağını çok yiyenlerin ömrünün uzadığı da söylenebilir. Yanı aşırı değil tabii ihtiyacımız kadar yiyeceğiz. 1940-1950’li yıllara kadar hep zeytin yağı kullanıyorduk. Daha sonra katı yağlar ve margarinler kullanıma geçti. Ondan sonra kanser ve enfaktüsler, damar tıkanıklıkları başladı. Sıvı sanayi yağlarının ortaya çıkmasından sonra bu hastalıklar da artmaya başladı. Sonra farkına varıldı. Zeytin yağı öne geçti. Hangi yağ olursa olsun, soğuk tüketmekte her zaman yarar var” diye konuştu.

  • Tıkayıcı Uyku Apne Sendromu Nedir?

    Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Turan Atay, “Tıkayıcı uyku apne sendromu, insülin direncine ve diyabete, damar sertliğine, miyokard infarktüsüne, kalp ritmi bozukluklarına, beyin-damar hastalıklarına (inmelere), iştahı düzenleyen leptin gibi peptidlerin artmasına ve dolayısıyla kilo almaya, hatta uykuda ölümlere neden olmaktadır.” ifadelerini kullandı.

    Turan Atay, uyku apnesine ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, tıkayıcı uyku apne sendromunun; uyku sırasında her biri 10 saniyeden uzun süren (ağır olgularda süreleri 1,5-2 dakikaya kadar uzayabilen) ve saatteki sayısı beşten fazla olan nefes durmaları veya yüzeyselleşmeleri ile tehlikeli bir uyku hastalığı olduğunu belirtti.

    Nefes durmaları sırasında akciğerlere hava ulaşamadığı için arteryel kanda oksijen düzeyinin düştüğünü, dolayısıyla beyin ve kalp gibi hayati organlara gece boyunca daha az oksijenin gittiğini bildiren Atay, şunları kaydetti:

    “Tıkayıcı uyku apne sendromu, gece boyunca solunum eforunun artmasına neden olarak hem uykunun kalitesini bozar, hem de hayati tehlikesi bulunan birçok dahili, nörolojik, kardiyolojik, endokrinolojik ve psikolojik komplikasyonlara yol açar. Her horlayanda tıkayıcı uyku apnesi yoktur, ancak tüm tıkayıcı uyku apne sendromu hastaları istisnasız olarak horlarlar. Horlamasının basit horlamadan farkı, hastanın horlamasının aralıklarla 10 saniyeden uzun sürelerle kesilmesi ve sonra patlayıcı biçimde gürültülü bir sesle (kükrer gibi) tekrar başlamasıdır. Hipertansiyonla ilişkisi artık kanıtlanmıştır. Tedavi edilmemiş tıkayıcı uyku apne sendromu olgularının en az yarısında hipertansiyon gelişirken, aynı şekilde sebebi bilinmeyen (esansiyel) hipertansiyonu olan ve uyku incelemesi yapılan kişilerin yarısında uyku apnesi tanısı konmaktadır.”

    Tıkayıcı uyku apne sendromu belirtileri

    Prof. Atay, tıkayıcı uyku apne sendromunun, insülin direncine ve diyabete, damar sertliğine, miyokard infarktüsüne, kalp ritmi bozukluklarına, beyin-damar hastalıklarına (inmelere), iştahı düzenleyen leptin gibi peptidlerin artmasına ve dolayısıyla kilo almaya, hatta uykuda ölümlere neden olduğunun altını çizdi.

    Bu nedenle herhangi bir komplikasyon gelişmeden hastalığın erken teşhis edilmesi ve tedavisinin çok önemli olduğunu belirten Atay, aşağıdaki belirtilerden birkaç tanesine sahip olunması durumunda uyku laboratuvarına başvurulması gerektiğini vurguladı.

    Atay, belirtileri şöyle sıraladı:

    “Kaç saat uyunursa uyunsun sabahları yorgun ve dinlenmemiş olarak uyanmak, gündüz aşırı uykulu ve fırsat buldukça kestirmeler. Gece terlemeleri (özellikle baş-boyun-göğüs bölgeleri terler; yastık ıslanır hatta ağır olgularda hasta kalkıp çamaşır değiştirmek zorunda kalabilir). Geceleri düzenli olarak en az bir kez idrara kalkma. Ağız açık uyumaya bağlı salya akması ve bu yüzden yastığın ıslanması. Sabahları şiddetli ağız kuruluğu. Sabah uyanır uyanmaz veya uyandıktan sonra 1-2 saat içinde başlayan ‘sabah baş ağrıları.’ Hava açlığı, tıkanma hissi, çarpıntı ile uyanmalar. Dikkat dağınıklığı, konsantrasyonu sürdürememe. Unutkanlık, aşırı sinirlilik, çabuk parlamalar, tahammülsüzlük. İsteksizlik, enerjisizlik, depresif yakınmalar. Cinsel işlev bozuklukları. Kilo alma ve kalıcı kilo verememe, işitmenin azalması, reflü. Uykuda idrar kaçırma. İlaçla kontrol altındayken, ilaca rağmen kontrolden çıkmaya başlayan (ilaca dirençli) hipertansiyon ve diyabet. Uykuda nöbet geçirme. Çocuklarda yaşıtlarına göre gelişme geriliği, okul başarısında ani düşme, hırçınlık-yaramazlık.”

  • İnsanların Kalori İhtiyacı Yüzde 80 Artacak

    BBC’nin haberine göre, sonuçları PLOS One dergisinde yayımlanan araştırmada, bu yüzyılın sonunda dünya nüfusunun gıda ihtiyacının da yaklaşık yüzde 80 artacağı tahmin ediliyor.

    Almanya’da bulunan Gottingen Üniversitesinden Dr. Lutz Depenbusch, vücut kitle indeksindeki artış nedeniyle daha fazla kaloriye ihtiyacın olacağına işaret ederek, “2100’e kadar kişi başı ortalama günlük enerji ihtiyacının 253 kalori artacağını tahmin ediyoruz” dedi.

    Depenbusch, bir kişinin 253 kalori ihtiyacını karşılamak için öğününe 2 büyük muz veya bir porsiyon patates kızartması ekleyebileceğini söyledi.

    Depenbusch ve Gottingen Üniversitesinden meslektaşı Prof. Dr. Stephan Klasen, hızlı nüfus artışı sebebiyle söz konusu kalori artışından en az Sahra Altı Afrikası ülkelerinin etkileneceğini belirtti.

    Araştırmacılar, artan gıda taleplerinin fiyat artışlarına yol açacağına dikkati çekerken, kalori ihtiyacını karşılayamamanın küresel eşitsizliğe yol açabileceği konusunda da uyarıda bulundu.

    Birleşmiş Milletler (BM), dünya nüfusunun 2100’de 11 milyara çıkacağını tahmin ediyor.

  • Bursa’da Konuşan Canan Karatay: Pakete Girmiş Hiçbir Şeyi Yemeyeceksiniz

    Prof. Dr. Canan Karatay, Büyükşehir Belediyesi tarafından ilk kez düzenlenen Bursa Büyükşehir Belediyesi Kitap Fuarı’nda konferans düzenledi. Konferans öncesinde açıklamalarda bulunan Karatay, vatandaşlara tavsiyelerde bulunarak, “Pakete girmiş hiçbir şeyi yemeyeceksiniz. Fabrikadan çıkıp, pakete girmiş sıvıyı içmeyeceksiniz. Reklamı yapılan hiçbir yiyeceği yüz vermeyeceksiniz. Farkındaysanız sağlıklı besinlerin reklamı yapılmıyor. Mesela bir kuzu çıkıpta ‘benim etim çok kıymetli, yiyin’ diyemiyor” dedi.


    “Doğal, işlenmemiş olan gıda rahatlıkla yenilebilir”
    Şekerle ilgili konuşan Karatay, “Bütün suni, fabrikaya girmiş ürünler hakiki gıda değil. Bunlara damak tadı arttırılsın diye her türlü şeker ekleniyor. Başta da çok ucuz olduğu için mısır şurubu şekeri ekleniyor. Bunlar hakikaten temelde bütün çocuklarımızın, gençlerimizin, hanımlarımızın sağlığını bozuyor. Doğal, işlenmemiş olan gıda rahatlıkla yenilebilir. Seçici olacağız. Bunları bulacağız. Birde GDO’lu ve üzerine tarım ilaçları sıkılmış ürünler çok tehlikeli” diye konuştu.

    “Beni kabul etmeyenler ilaç firmalarının desteğiyle araştırma yapanlar”
    Şeker ile ilgili sözlerinin kaale alınmaması ile ilgili söylentilere Karatay, “Cahilliğe bağlıyorum. Bütün dünya bunu konuşuyor. Benim bütün kitaplarımda 20 bine yakın kanıt var. Bütün bu kanıtlar bağımsız çalışmalar. Beni kabul etmeyenler ilaç firmalarının desteğiyle araştırma yapanlar. Onlar bilim değil. Ama halkımıza onlar bilimmiş gibi sunuluyor” açıklamasını yaptı.

    “Kebabın altındaki pideyi yemiyoruz”
    Bursa kebabı ile ilgili Karatay, “Kebap yiyin diyorum. İnşallah buradan çıkınca kebap yiyeceğiz. Ama altındaki pideyi, yanındaki patatesi, pilavı, kış aylarında olduğumuz için domates ve biber közlemesini yemiyoruz. Hakiki yoğurt ile beraber kebabı yiyeceğiz” şeklinde konuştu.
    Karatay, daha sonra konferansta okurlarıyla bir araya geldi.

  • Ortaokul Çocukları Bile Antidepresan Kullanıyor

    Cankat Tulunay, Klinikfarmakoloji adlı sitede yayımlanan “Antidepresanlar ne işe yarar” başlıklı yazısında, depresyon nedir sorusuna hala verilmiş bir cevap olmadığını dolayısıyla çok sayıda tanım yapılıp ilaç tedavisinin dayatıldığını ifade etti.

    Gazeteci-yazar Soner Yalçın’ın Kara Kutu adlı kitabında depresyon ve antidepresan konusunda “aldatmacaların” ayrıntılı bir şekilde anlatıldığına atıfta bulunan Tulunay, ilaç firmalarının yan etkilere rağmen kâr uğruna nasıl ilaç sattıklarını anlattı.

    İşte Prof Dr. F. Cankat Tulunay’ın o yazısı:

    Aşağı yukarı 70 senedir kullandığımız ilaçların halen ciddi boyutlarda tartışılır oluşu ilaçlar hakkında şüpheler uyandırmıştır.  Başlangıçta tüberküloz tedavisi için kullanılan iproniazidin veremli hastaların depresyonunda bir rahatlama ortaya çıkartması üzerine depresyon tedavisi için onlarca MAOİ (monoaminoksidaz inhibitörü) piyasaya sürüldü ve 1957-1970 yılları arasında yaygın kullanıldı ve bir kısmı halen kullanılmakta. Bu ilaçların yan etkilerinin çok fazla olması ve bu konudaki araştırmaların artması neticesi aynı dönemde trisiklik antidepressanların (imipramin gibi) keşfi gerçekleşti ve MAOİ lerinin yerini almaya başladı ve bunlarda halen kullanılmaktadır.

    Ne yazık ki trisiklik antidepressanlar da çok ciddi yan etkilere sahipti. Bu arada gerek MAO İlerinin alt grupları ve gerekse trisikliklerin değişik versiyonları piyasaya girdi ve bunlar depresyon tedavisinde ciddi bir karmaşa yaratmaya başladı. Bu antidepressanların ölüme varan ciddi yan etkileri ve diğer taraftan tıpta (özellikle farmakolojide) araştırmalar sonucu beyin kimyası daha iyi anlaşılır hale gelmeye başladı ve eski antidepressanlardan daha az yan etkisi olduğu iddiası ile 1974 de ilk SSRİ (serotonin reuptake inhibitörü) fluoxetine, 1989 da atipik antidepressan bupropion, 1993 de SNRİ (serotonin norepinefrin reuptale inhibitörü) venlafaxine ve benzerleri piyasaya girerken 2013 de vertioxetine tedaviye girdi. Bugün birbirinden çok farklı mekanizmalarla etki ettiği ileri sürülen onlarca ve onların yüzlerce jeneriği depresyon tedavisi için piyasada birbirleri ile rekabettedir. İşin garibi sebebi ve oluşumu henüz tam bilinmeyen bir hastalık için birbirinden çok farklı mekanizmalarla etki eden yüzlerce ilacın çok yaygın kullanılmasıdır. Özellikle depresyon ve üzüntünün (sadness) ayırt edilmeden doktor veya hasta tarafından kendi kendine ilaç kullanması problemi işin içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Bugün ülkemizde ortaokul-lise öğrencileri bile sevgililerinden ayrıldığında veya derslerde başarısız olduklarında kendi kendilerine bu ilaçları kullanabiliyorlar.

    Depresyon

    Depresyon nedir? Bu sorunun cevabı halen verilmiş değildir. Çoğuna göre beyin kimyasının bozulmasıdır. Depresyon tek bir hastalık mıdır? Hayır! Amerikan Psikiyatri Birliğine göre depresyon çeşitleri: Major depresyon, Persistent (kalıcı) depressif bozukluk (eskiden disritmi), Bipolar bozukluk, Mevsimsel duygusal bozukluk, Psikotik depresyon, Peripartum (eskiden doğum sonrası) depresyon, Premenstrüel distforik bozukluk (adet dönemi depresyonu), Situational (durumsal) depresyon, Atipik depresyon gibi tanımları ve bulguları birbirinden çok farklı antitelerdir. Bu konudaki sahtekarlıkların, aldatmacaların ve ahlaksızlıkların çok ayrıntılı hikayesini Soner Yalçın’ın ‘Kara Kutu kitabında bulabilirsiniz (sayfa 179-230, 2019, Kırmızı Kedi Yayınevi).(1)

    Sebebi (etiyolojisi) bilinmeyen, inanılır bir hayvan modeli olmaması ve birçok tipi olan bir bozukluk ve etki mekanizmaları birbirinden farklı ilaçlarla tedavi edilebilir mi? Veya tek bir ilaç bütün bu bozukluklarda tedavi edici etkiye sahip olabilir mi? Bütün bunlara ilaç firmalarının sahte yayınlarını, yan etkilerini saklamalarını, verdikleri rüşvetleri ve ilaç firmalarının piyonlarının propagandalarını ilave ederseniz ne kadar körleme bir tedavi yapıldığı kolaylıkla anlaşılır. Bağımsız araştırmacılar antidepressanların etkinliğini değişik tanı-tedavi kriterlerine göre değerlendirdiklerinde klinik olarak anlamlı bir farklılıklarının olmadığını, çoğunlukla plasebodan farklı olmadıklarını, bazı durumlarda plasebodan biraz daha etkili olduklarını saptadılar. Antidepressancılar (!) ilaçların etkilerini değerlendirmede genellikle ‘’Hamilton Depression Rating Scale’’ kullanıldığını, bunun da doğru sonuç vermediğini, “MontgomerAsberg Depression Rating Scale” in daha doğru sonuç verdiğini idia edilmiş isede yapılan araştırmalar bunu doğrulamamıştır.  Hamilton skalası kullanan 109 çalışma ve MADRS skalası kullanan 28 çalışma analiz edildiğinde Hamilton’da ilaçlar plasebodan 2ço7 puan, MADRS de 2.99 puan yüksek olduğu fakat hiçbirisi klinik olarak anlamlı bir sonuç vermemiştir. Hamilton skalasına göre klinik olarak etkili sonuç için farkın 7, MADRS için 8 puan olması gerekir. Sonuç, ilaç-plasebo farkı tedavi edici etkinin marjinal olarak küçük ve ortalama hastada etkinin hemen hemen olmadığını göstermiştir (2)

    YAN ETKİLER SAKLANIYOR Yan Etkiler Saklanıyor

    Konuyu işin içinden çıkılmaz hale getiren olay ilaç firmalarının kazançları uğruna hasta ve doktorları sömürmesi ve bunda da en büyük yardımı yandaş doktorlardan görmesidir. Bu konuda daha önce yazdıklarımız http://www.klinikfarmakoloji.com/search/node?keys=antidepressan sayfasından bulunabilir. İlaç firmalarının yan etkileri saklamaları, negatif sonuçları yayınlamamaları, aşırı reklam, rüşvet ve kandırmacaları devam ederken diğer taraftan ilaç firmalarına göbekten bağlı sözde araştırmacılar ve bunların müritleri tek yönlü, ilaçları öven yayınlara devam etmekte. Bu konudaki ilk uyarıcı yayın 2008 yılında Turner ve ark tarafından yapıldı (3). FDA’e ruhsat başvurusunda verilen 74 klinik araştırmanın %31’i yayınlanmamış çalışmalar olup FDA tarafından incelenen 37 çalışma pozitif (ilaç lehine) sonuçlulardı. Yayınlanan araştırmaların %94’ü pozitif sonuç gösterirken, FDA analizlerinde ancak %51’inin pozitif sonuç olduğu ortaya çıktı.

    Bütün Sahtekarlıkları Bilmesine Rağmen…

    Bu konudaki en çarpıcı olaylardan birisi 2001 yılında Keller ve ark. makalesidir (4). Bu araştırma (329 nolu klinik araştırma, 1994-1988 yılları arasında 12-17 yaş grubunda yapılmıştır) çok merkezli yapılmış olup birinci yazar Rhode Island özel Brown Üniversitesinden bir sahtekâr. 1400 Sayfa olan çalışma raporunun 200 sayfası hayalet yazar olan Sally K Laden’e verilerek bunu makale haline getirmesi isteniyor. Yazım epey uzun sürüyor (!) ve bu arada PAXIL’in pazarlayıcısı GLAXOSMITHKLINE (GSK) Laden’e bir mail gönderiyor: “İyi bildiğiniz gibi, çalışmaların sonuçları, birincil son noktalarda istatistiksel olarak anlamlılığa ulaşmadığımız için hayal kırıklığı yarattı. Bu nedenle veriler, ergen depresyonunun tedavisi için bir etiket iddiasını desteklemiyor’’. Laden bütün sahtekarlıkları bilmesine rağmen ergen hastaların depresyonunda PAROXETİNİN güvenli ve etkili olduğunu yazmaktan utanmaz. Hatta makalede GSK tarafından önerilen intihar sözcüğü yerine ‘’emotional Lability-duygusal dengesizlik’’ terimini kullanmaktan da çekinmez (Ladenin mahkeme dosyası: http://pogoarchives.org/m/ph/sally-laden-sti-deposition-20070315.pdf).

    Laden makaleyi bitirince GSK üç-beş kuruş vererek Rhode Island Brown Üniversitesinden MB Killeri kiralayarak makaleye ismini koyar, makalede ismi olan diğer araştırmacıların ne makaleden ne sonuçlardan haberi olmaz. Makale derhal ilaç firması tarafından pazarlanarak binlerce çocuğun bu ilacı kullanmaya başlamasına sebep olunca dürüst bilim adamları yapılan çalışmayı tekrar incelemiş ve sonuçları British Journal of Medicine de yayınlamışlardır (5). Bu araştırmaya göre: PAROXETINE (PAXIL) ve imipramine istatistik ve klinik olarak plasebodan ne primer ve ne de sekonder çıktılarda farklı değildir. Yani bu ilaçlar ergenlerde depresyon tedavisinde etkisiz olduğu gibi ölüme varan yan etkilere (Kendine zarar verme, düşmanlık, şiddet, çılgınlık, saldırganlık, cinayet düşüncesi, intihar) sahiptir. (2004 Yılında New York Baş Savcısı Elliot Spitzer GSK hakkında sahtekarlık davası (bilimsel veriler ile pazarlama söylemleri birbirine uymuyor) açtı ve firma 2.5 milyon dolar para cezası ve tüm verileri (Çalışma 329 dahil) kendi web sayfasında yayınlayacağını sözü ile savcılıkla anlaştı).

    Bu konudaki diğer bir önemli çalışma 26 Şubat 2008’de yayınlanan (6) meta analiz idi. Bu araştırmaya göre SSRI grubu antidepressanlar plasebo (yalancı ilaç) tan farksız idi. Bu araştırmacılar (İngiliz, Amerika, Kanada konsorsiyumu, tam bağımsız, ilaç firmaları ile ilişkisiz araştırmacılar) SSRI grubu antidepressanların yalnız çok şiddetli depresyonda kısmen etkili olabileceğini, hafif-şiddeti depresyonda plasebodan farksız olduklarını ileri sürdüler.

    İlaç Firmaları Tatlı Karlardan Vazgeçmez

    Bütün bunlara rağmen ilaç firmaları tatlı kârlarından vazgeçemez ve milyar dolarlık karların devamını ister ve bunun için de yeni piyonlar bulurlar. Halen antidepressanlara ait intiharların hastalığın fıtratında olduğunu (!) iddia edeler ama neden yalancı ilaç alan depresyonlu hastalarda antidepressan alanlara nazaran çok daha az olduğunu izah edemezler… Son senelerde işler kötüye gidince Lancette yeni bir meta analiz makalesi yayınlattılar (7). Bu makaleye göre 21 antidepressana ait 522 çalışmanın analizinde her ne kadar tüm yayınlanmamış çalışmalara erişememişler ve ayni çalışmanın farklı dergilerde yayınlanmış pozitif sonuçlarını da çalışmaya katmış olsalarsa da erişkin hastalarda antidepressanlar plasebodan istatistiksel olarak çok az farklı olmalarına rağmen klinik olarak anlamlı bir etki bulamamışlardı. JC Jakobseb ve ark., (8)

    1990-2019 arası antidepressanların etki ve yan etkileri ile ilgili derlemeleri analiz ettiklerinde majör depresyonda antidepressanların etkilerinin dikkate alınmayacak kadar küçük olduğunu, buna mukabil yan etkilerinin (mide-barsak bozuklukları, seksüel bozukluklar, uyku bozuklukları ilaç kesildikten sonra da devam etmiştir) daha çok olduğunu gösterdiler. Bu çalışmanın diğer önemli bir bulgusu ise antidepressanların hafif ve orta şiddetteki depresyonlarda etkisiz olmasına rağmen şiddetli depresyonlarda etkili olduğu yalanını ortaya çıkartmasıydı. Araştırmacılar sonuç olarak ‘’antidepressanların majör depressif bozukluklarda kullanılmamalarını’’ tavsiye ettiler. Benzer sonuçlar Sertralin (Zoloft) için yayınlandı. LG Duffy ve ark. (9) yaptıkları çok merkezli PANDA klinik çalışmasında sertralinin 6 haftalık tedavide şiddetli depresyonda etkili olduklarına dair anlamlı bir sonuca erişemedi.

    Her geçen gün antidepressanların foyaları daha fazla ortaya çıkmakta. De Vrie ve ark (10) 105 randomize plasebo kontrollü çalışma ve FDA derlemelerindeki 16 antidepressanla ilgili sonuçları analiz ettiklerinde Bağımsız yayınlarda yayınlanmayan 32 çalışmanın 23’ünün (% 72) sonuçlarını bildiren 107 havuzlu (pooled trials) yayınını bulduk bir araya getirilmiş 107 çalışmanın yayınından sadece beşi (% 5) olumsuz sonuçlara varmıştı. Yani klinik araştırmalardaki negatif sonuçlar yayınlarda saklanmaktadır.

    “İntihar Düşünce ya da Davranışlarını Artırma Olasılığı Bulunmaktadır”

    Antidepressanlarla ilgili en çok tartışılan konulardan birisi de bunların intihara sebep olup olmayacağıdır. Bu konunun artık tartışılacak çok fazla bir yeri kalmamıştır. Son 20 yılda bu konuda ilaç firmalarının güdümünde olmayan dürüst araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalar bunu ispat etmiş Türkiyede bile bu ilaçların prospektüslerinde “Antidepresan ilaçların çocuklar ve 24 yaşına kadar olan gençlerdeki kullanımlarının, intihar düşünce ya da davranışlarını artırma olasılığı bulunmaktadır. Bu nedenle özellikle tedavinin başlangıcı ve ilk aylarında, ilaç dozunun artırılma/azaltılma ya da kesilme dönemlerinde hastanın gösterebileceği huzursuzluk, aşırı hareketlilik gibi beklenmedik davranış değişiklikleri ya da intihar olasılığı gibi nedenlerle hastanın gerek ailesi gerekse tedavi edicilerce yakinen izlenmesi gereklidir. PAXİL’in çocuklar ve 18 yaş altındaki adolesanlarda kullanımı endike değildir’’.

    Buna rağmen Türkiyede de halen antidepressanların intihar riskini artırmadığını iddia eden bilgisi yetersiz veya ilaç firmalarının piyonu kişiler bulunmakta. Ferguson ve arkadaşları (11) 87.650 hastayı kapsayan 702 klinik araştırmayı incelediklerinde SSRI grubu antidepressan alanlarda plaseboya nazaran intihar oranında 1.14-4.55 (0rtalama 2.28) artış vardır. Khan ve arkadaşları ise (12) 2000 yılından sonra yapılan araştırmalarda daha önceki yıllarda yapılan araştırmalara göre antidepressan kullanımına bağlı intihar ve intihara temayül riskinde anlamlı azalma olduğunu iddia ettiler (Arif Khan, M.D.,80 ilaç firmasına ait 503 klinik araştırmanın birinci araştırmacısı!!!!). Bu makalenin kritiği Hengartener ve arkadaşlarından geldi (13) Khan’nın makalesini ve datasını tekrar analiz ettiklerinde kullanılan istatistik yönteminin ve metodlarının uygun olamadığını intiharların azalmadığını, aksine ilaca başladıktan sonra intiharların plaseboya göre 2.5 misli arttığını gösterdiler.

    “MAALESEF İLAÇ TEDAVİLERİ HAKKINDA KANITA DAYALI TIPTAN BAHSETMEK MÜMKÜN DEĞİL”

    Son senelerde tıpta iki önemli kavram sıkça tartışılmaya başlandı. Bunlardan birincisi kanıta dayalı tıp konseptidir. Anlamı bilimsel yöntemlerle elde edilmiş verilerin yine bilimsel ve kabul edilmiş yöntemlerle değerlendirilmesi ve analiz edilmesidir. Maalesef ilaç tedavileri hakkında kanıta dayalı tıptan bahsetmek mümkün değildir. Bir taraftan ilaç firmalarının sahtekarlıkları, satılmış-ahlaksız araştırmacıların yayınları diğer taraftan sağlık otoritelerindeki yolsuzluk ve rüşvetler ilaçlara güveni yerle bir etmiş, ilaçlar doktor ve eczacılara verilen rüşvetlerle satılır hale gelmiştir (14, 15). Türkiye dahil birçok ülkede plasebodan farksız birçok ilaç milyarlarca dolar karla satılmaktadır. İlaç sanayiinin karlılığı mafyayı dahi geçmiştir. Bugün ilaç sanayi mafyadan fazla uyuşturucu satmaktadır ve bu konu ABD Parlamentosu ve Beyaz Sarayda tartışılmaktadır ama Türkiye’de yüksek kodeinli ilaçlar reçete kontrolü şartı ile satılmaktadır. Yakın zamana kadar bütün çırpınmalarımıza rağmen Lyrica ve benzerleri serbestçe satılmış ve binlerce kişide bağımlılığa sebep olmuş ancak Narkotik büronun sayesinde bu ilaçlar yeşil reçete kapsamına alınmıştır. Bağımlılık yaptığı artık çok iyi bilinen antidepressanların da kontrol altına alınması gerekmektedir.

    Bu yazıda antidepressanların yan etkilerini irdelemedik. Bu ilaçların yan etkileri birçok ilaçtan çok fazladır. Bunların bir kısmını www.klinikfarmakoloji.com da araştırma motoruna ‘’antidepressan’’ yazarak bulabilirsiniz. Her zaman olduğu gibi bu sefer de bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar kıyameti koparacaklardır (16). Bazı doktor arkadaşlar bu ilaçların hastalarına iyi geldiğini plasebo cevabı bilmeden söyleyecektir. Birçok hasta kendilerinin bu ilaçlardan fayda gördüğünü söyleyecektir. Plasebo (yalancı) ilaç cevabının çok yüksek olduğu ilaçlarda bunlar normaldir. Yukarıda bunları detaylı olarak açıkladık. Umarım ki karşı çıkanlar bu yazıları ve referanslarını okuduktan sonra tenkitlerini yaparlar. Bu tip tenkitler başımızın üzerindedir.

    Referanslar

    1- Soner Yalçının ‘’Kara Kutu’’ sayfa 179-230, 2019, Kırmızı Kedi Yayınevi

    2- Hengartner, M. P., ve ark.,. Efficacy of new-generation antidepressants assessed with the Montgomery-Asberg Depression Rating Scale, the gold standard clinician rating scale: A meta-analysis of randomized placebo-controlled trials. Center for open Science, 12 Kasım 2019).

    3- Turner EH ve ark., Selective publication of antidepressant trials and its influence on apparent efficacy, N Engl J Med. 2008 Jan 17;358(3):252-60)

    4- Keller MB ve 22 arkadaşı,  Efficacy of paroxetine in the treatment of adolescent major depression: a randomized, controlled trial. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry. 2001 Jul;40(7):762-72

    5- Joanna Le Noury ve ark., Restoring Study 329: efficacy and harms of paroxetine and imipramine in treatment of major depression in adolescence, BMJ 2015;351:h4320

    6- Irving Kirsch, Brett J. Deacon, Tania B. Huedo-Medina, Alan Scoboria, Thomas J. Moore, Blair T. Johnson, Initial Severity and Antidepressant Benefits: A Meta-Analysis of Data Submitted to the Food and Drug Administration, , PLoS Med 5(2): e45”

    7- Cipriani A ve ark., Comparative efficacy and acceptability of 21 antidepressant drugs for the acute treatment of adults with major depressive disorder: a systematic review and network meta-analysis,, Lancet. 2018 Apr 7;391(10128):1357-1366

    8- Jakobsen JC, Gluud C, Kirsch I, Should antidepressants be used for major depressive disorder? BMJ Evidence-Based Medicine Published Online First: 25 September 2019)

    9- Lewis, G., Duffy, ve ark., The clinical effectiveness of sertraline in primary care and the role of depression severity and duration (PANDA): a pragmatic, double-blind, placebo-controlled randomised trial. Lancet Psychiatry. 6:903-914, 1 Kasım 2019)

    10- de Vries ve ark., Hiding negative trials by pooling them: a secondary analysis of pooled-trials publication bias in FDA-registered antidepressant trials. Psychol Med. 12: 2020-2026, 2019 Eylül)

    11- Fergusson D ve ark., Association between suicide attempts and selective serotonin reuptake inhibitors: systematic review of randomised controlled trials, BMJ.  19;330, 2005)

    12- Kan A. Ve ark., Decreased suicide rates in recent antidepressant clinical trials, Psychopharmacology, 235: 1455-1462, 2018

    13- Hengartner, M. P., & Plöderl, M.  Newer-generation antidepressants and suicide risk in randomized controlled trials: A re-analysis of the FDA database. Psychotherapy & Psychosomatics. 88: 373-374, 2019).

    14- Tulunay FC., BİLİMSEL YAYINLARA NE KADAR GÜVENİLİR? SAHTE YAYIN VAR MI? http://www.klinikfarmakoloji.com/bilimsel-yazilar/bilimsel-yayinlara-ne-kadar-guvenilir-sahte-yayin-var-mi

    15- Tulunay FC. KİRLİ BİLİM (SCIENCE) KEPAZELİĞİNE KİM DUR DİYECEK? KANITA DAYALI TIP VAR MI? http://www.klinikfarmakoloji.com/editorden/kirli-bilim-science-kepazeligine-kim-dur-diyecek-kanita-dayali-tip-var-mi

    16- Tulunay FC. TIBBİ FAHİŞELİK (MEDICAL PROSTITUTION), http://www.klinikfarmakoloji.com/aci-ilac/tibbi-fahiselik-medical-prostitution

    Ladenin mahkeme dosyası: http://pogoarchives.org/m/ph/sally-laden-sti-deposition-20070315.pdf)

  • 13 Yaşındaki Azeri Çocuğun Böbrek Nakli Uludağ Üniversitesi’nde Başarıyla Gerçekleşti

    Çocukluktan itibaren geçirdiği idrar yolu enfeksiyonlarından dolayı iki böbreğini de kaybeden Aygül Ahmetova, (13) ülkesi Azerbaycan’da 4 yıldır diyalize giriyordu. Anne Zarife Ahmetova, ülkesinde gezdirmediği hastane kalmadı ama kalbinde de problemi olan 13 yaşındaki kıza annesinin böbreğini nakil edemediler.

    Son Çare Olarak Olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne Başvurdular

    Son çare olarak Türkiye’nin Türk Cumhuriyetlerdeki hastalara yılda 400 ücretsiz nakil yaptığını öğrenen aile Sağlık Bakanlığı’na başvurdu.
    Türkiye’den kabul gören davet üzerine önce İstanbul’a giden aile bir kaç hastane gezdikten sonra kalp problemi olduğu için “nakil yapamayız” cevabı aldı. Daha sonra Bursa’ya gelen burada da bir kaç hastane gezdikten sonra Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne yatış yaptı. Burada yapılan tedavinin ardından kalp hastalığı düzelen 13 yaşındaki hastaya Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji ve Çocuk Romatoloji Birim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Dönmez, tarafından anneden alınan böbrek başarılı şekilde nakil edildi. Şimdi sağlığına kavuşan Azeri hasta gidemediği okuluna gitmek istiyor.


    Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji ve Çocuk Romatoloji Birim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Dönmez,”Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji ve Romatoloji Bilim Dalında Azerbaycan’dan gelen bir hastamıza böbrek naklini gerçekleştirdik. Bizim merkezimiz Güney Marmara’da çocuklarda böbrek nakli yapan önemli merkezler arasında bulunmaktadır. Kadavra böbrek nakillerinde özellikle birinci sırada yer almaktadır. Azerbaycan’dan gelen hastamız Bursayı tercih etmiş ancak bir kaç hastaneye gittiğinde böbrek naklinin yapılamayacağı söylenmiş, hasta bizim hastanemizi tercih ettiğinde kalp problemleri vardı. Hastaya yoğun bir tedavi uyguladıktan sonra kalbinde toparlama ve düzelme oldu. Bundan sonra hastaya hastaya annesinden aldığımız böbreği nakil ettik. Hastamız 13 yaşındaydı detaylı inceleme yaptığımızda böbrek rahatsızlığına sebep olan nedeni bulduk. Buna çocukluğundan itibaren tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarının gelişmiş olduğunu gördük. Çocukluktan yetişkinliğe taşınan tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları böbrek yetmezliğine sebebiyet vermektedir. Halen ülkemizde çocuklarda böbrek yetmezliğine tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları sebep olmaktadır. Önlenebilir bir hastalık olan idrar yolu enfeksiyonlarının önemini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Azerbaycan’dan gelen hastamızın vücudu nakil ettiğimiz böbreği kabul etti. Haftada 4 gün 4 saat diyalize giren hastamız 2 haftadır diyalize girmemektedir. Sağlık Bakanlığı, her yıl Türkiye Cumhuriyetlerden gelen 400 hastaya ücretsiz olarak böbrek nakli yapılmaktadır. Bu hastamız da 400 hastanın içerisindedir. Hastamız Bursa’da bir çok hastane gezdikten sonra bizim hastanemizi tercih etmiştir” dedi.

    Haftada 4 Gün Diyalize Giriyordum

    Azerbaycan’da 3 yıl tedavi gördükten sonra nakil için Türkiye’ye gelen Aygül Ahmetova, “Hayatım 3 yıldır çok zor geçiyordu. Haftada 4 gün diyalize giriyordum. İyileşeceğim konusunda hiç umudum yoktu. “İyileşemiyorum” diye çok sinirleniyordum. Okula gidemiyordum. Osman hocam başarılı şekilde naklimi yaptı, artık iyileştim bundan sonra okula gitmek istiyorum, herkese çok teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.

    Kızına böbreğini veren Zarife Ahmetova, “Biz Azerbaycan’dan geldik. kızım 3 yıldır diyaliz hastası kendi ülkemizde tüm hastanelere götürdüm. Duydum ki Türkiye Cumhuriyeti, Türk Cumhuriyetlerindeki hastalara nakil yapıyormuş öğrendim hemen başvurdum kabul edildi. Türkiye’de bir çok hastaneye gittim kızıma nakil yapılamadı. En son Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinde nakil başarılı şekilde gerçekleşti” diye konuştu.

  • Çocukların İnternet Kullanımına Dikkat!

    Klinik Psikoloji Uzmanı Elif Beydağı, çocukların internet alışkanlığının sosyal olumsuzluk oluşturduğuna dikkat çekerek, internet ve bilgisayara olan ihtiyacın şekli ve şiddetinin çocuğun yaşına göre değişim gösterdiğinin altını çizdi. Beydağı, “Modern yaşamın bir gereği haline gelen bilgisayar ve internet kullanımı, hepimizin hayatına hızla girerken, bizlerle birlikte çocuklarında hayatına girdi. İnternetin iletişim ve eğitim başta olmak üzere çeşitli alanlarda yararları olduğu bilinse de, çocuklarda oluşturduğu psikolojik ve sosyal olumsuz etkileri yadsınamaz bir gerçek. Günümüz teknolojisinde çocukların internet ve bilgisayardan uzak kalmaları mümkün değildir. İnternet ve bilgisayara olan ihtiyacın şekli ve şiddeti çocuğun yaşına göre değişim gösterir. Bu durumda bilgisayar ve internetin doğru ve denetimli kullanımı; çocuğun sosyal, duygusal, bilişsel gelişimi için yararlıdır. İnternetin olumlu amaçlarla kullanılması noktasında ebeveynler çocuklarıyla birlikte kabul edilebilir kurallar ve metotlar çerçevesinde bir anlaşma yapabilir. Bunun için çocuğun yaş grubuna göre hareket etmek önemlidir. Her yaştaki çocuğa aynı mantık içerisinde ve benzer kurallar doğrultusunda yaklaşmamak gerektiğini unutmamakta fayda vardır” dedi.

    “İnternet, 2 yaş öncesi çocukların gelişimlerini etkiler”

    İnternetin 2 yaş öncesi çocukların gelişimini etkilediğini belirten Psikolog Beydağı, “0-6 yaş arası dönemde çocukların zihinsel, duygusal, sosyal ve dil gelişimleri hızlıdır. Okul öncesi dönem olarak da adlandırılan bu dönemde çocuklar araştırmayı, yeni bir şeyler öğrenmeyi severler ve her şeyi merak ederler. Ayrıca, çocukların en hareketli oldukları dönemdir. Bu dönem de sosyalleşmeleri aile içinde başlar ve okul öncesi dönem ile devam eder. Çocuk kendini ifade etmeye, tepki göstermeye, insanlarla birlikte vakit geçirmeye, yeni arkadaşlar tanımaya, oyun oynamaya ve akademik olarak yeni şeyler öğrenmeye ihtiyaç duyar. 2 yaş öncesindeki çocuklara bilgisayar ve internet kullandırılması, gelişim dönemlerine ait bu özellikleri engeller. Bu nedenle 3 yaş sonrası çocukların anne ve babanın denetiminde internet kullanımına başlaması gerekir” ifadelerine yer verdi.

    “20 dakikadan fazla bilgisayar zararlı”

    2 ile 4 yaş arasındaki çocukların bilgisayarla 20 dakikadan fazla ilgilenmesinin zararlı olduğunu vurgulayan Beydağı, “2 ile 4 yaş arasındaki çocukların dikkat süreleri 20 dakika ile sınırlıdır. Çocuğun 20 dakikadan fazla bilgisayarla ilgilenmesi zararlı olur. Çocuk, özellikle bu dönemde anne ve babanın kucağında bilgisayar kullanmalıdır. Küçük çocukların zihinsel gelişimlerine uygun oyunlar, çizgi filmler sadece anne ve babaları yanlarındayken kısa süreli olarak izletilmelidir. Ayrıca, bu yaş dönemi çocuklar için, Bilgisayar karşısında geçirilecek zaman bir ya da iki saati geçmemelidir ve bu sınırlandırmaya çocukların uymaları sağlanmalıdır. Anne ve babalar, bu yaş dönemindeki çocukları bilgisayar veya internet başında yalnız bırakmamalı, devamlı yanında bulunmalıdır. Bu yaş dönemi çocukların, oyun çocukları oldukları unutulmamalıdır. Bu nedenle, anne ve babaların gözetimi altında olmak şartıyla, bilgisayar ve internet kullanmalarına ve bilgisayarda oyun oynamalarına izin verilebilir. Ancak çocuğun sağlıklı gelişimi için yaşamındaki diğer etkinliklerle beraber orantılı süreler ayırması desteklenmelidir. Bu dönemde, Çocuk bilgisayar kullanırken anne ve babanın yanında olması yeterlidir. Çocuğun ne yaptığını anne ve baba mutlaka görmelidir. İnternet kullanımı haftada en fazla 3 gün, 1 saat olmalıdır. Ayrıca çocuğun bilgisayarı çok iyi kullanıyor olması çocuğun çok zeki olduğunu göstermez. Yaş grubu çocuklar için, İnternet deneyimleri konusunda daha bilgilidir, ancak uygunsuz içeriklere maruz kalıp kalmadıklarını öğrenmek için onların internet kullanımlarını denetlemekte ve izlemekte fayda vardır. Bu yaştaki çocukların internet üzerinden hangi kişisel bilgileri vermemeleri gerektiğini anlamaları sağlanmalıdır” şeklinde konuştu.

    “İnternet iyi yönde kullanılırsa zihinsel gelişime faydalı”

    Ergenlik öncesi çocuklarda İnternetin iyi yönde kullanılırsa zihinsel gelişime faydalı olacağını söyleyen Beydağı, “Yaş grubu (ergenlik öncesi dönem olarak da isimlendirilen bu dönemde), Çocuklar her şeyi bilmek istediklerinden sürekli bir araştırma ve inceleme içerisindedir. İnternetin sunduğu imkanların ve yeniliklerin farkında oldukları için, bu imkânları sonuna kadar kullanmak isterler. Yani bu dönemde çocuklarda çok hızlı değişimler yaşanmaktadır. Eğer bu değişim diğer alanlarda olduğu gibi İnternet ortamında da iyiye, güzele ve doğruya kanalize edilirse, çocukların zihinsel gelişimine faydalı olacaktır. Aksi takdirde, çocukların internette pornografi, suç örgütlerinin faaliyetleri gibi olumsuzluklarla karşılaşması mümkündür. Bu yaş grubu çocuklarda anne ve babaya bağımlılık devam etmekle birlikte olabildiğince bağımsız hareket etme isteği de görülmektedir” ifadelerini kullandı.

    “14-16 yaş grubu çocuklarda anne babaya önemli iş düşüyor”

    14-16 yaş grubu (çocukluktan gençliğe geçiş olarak nitelendirilen bu yaş döneminde) çocukların anne ve babalarının dikkatli olması gerektiğini vurgulayan Beydağı, “İlişki içerisinde olduğu arkadaş grubunun önemi artar ve pek çok faaliyetin gerçekleştirilmesinde onlara danışır ve onların onayını alarak hareket ederler. Anne ve babalar, bu yaş grubundaki çocuklarını, internet ortamında da gerçek dünyada olduğu gibi ahlaki davranışlara uyulması gerektiği konusunda bilgilendirmeli, interneti başkalarına zarar verici bir araç olarak kullanmaması konusunda eğitmelidirler. Ayrıca, bu dönemde çocuklarda, herhangi bir konuda anne ve babaya danışmama, onların beklentilerini karşılamama, her konuda bağımsız hareket etme, yeni düşüncelere açık olma ve aile değerleriyle yaşlarına özgü değerlerin bağdaşmaması gibi davranışlar görmek oldukça mümkündür. Ebeveynler için, internet ve bilgisayar teknolojileri konusunda bu yaş dönemi çocuklarına yardımcı olmak oldukça zordur, çünkü genelde internet ve bilgisayar kullanımı konusunda anne ve babalarından daha fazla bilgiye sahiptirler. Bu nedenle, anne ve babaların bu yaş grubu çocukları için oldukça dikkatli olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, çocukların internette meydana gelen tehlikelere (cinsel istismar, pornografi, suç örgütlerinin faaliyetleri gibi) maruz kalmaları ya da internet bağımlısı olma olasılığı mevcuttur. Bu istenmeyen kullanım modelleri çocuğun kişilik gelişimini de olumsuz etkiler. Burada önemli olan şudur; çocuk belli bir yaşa gelinceye kadar anne-babadan öğrenmesi gereken bilgileri başka birisi aracılığıyla öğrenmemeli ve bu bilgileri çocuğa ilk veren ebeveyni olmalıdır. Çocukların internet ortamındaki etkileşimlerini, adımlarını izlemeli ve bu noktada onlara rehberlik etmeleri ve onları yönlendirmeleri gerekir” diye konuştu.

    https://test.linehaber.com.tr/bursada-kayip-olarak-aranan-14-yasindaki-damla-tik-tok-uzerinden-tanistigi-biriyle-kacmis/