Kategori: Sağlık

  • “Teknoloji İncelirken İnsanlar Kalınlaştı”

    Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Dr. Gülsüm Gönülalan, halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabetin vücuttaki insülin eksikliğinden ya da insülinin yeterince işlev görmemesinden kaynaklı karbonhidrat, yağ, protein gibi besin maddelerinin yeterince faydalanamadığı bir metabolizma bozukluğu olduğunu söyledi.

    “Hareketsiziz ve obeziz”

    Diyabetin sıklığının Türkiye’de giderek arttığını ifade eden Uzman Dr. Gülsüm Gönülalan, “Diyabeti mutlaka tespit etmemiz ve önlemini almamız gerekmektedir. Halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı, ağız kuruması, çok su içme gibi şikayetler oluşturabilir. Özellikle bu şikayetleri olan hastaların diyabetleri basit bir kan tahlili ile tespit edebileceğimiz hastalıktır. Özellikle ailesinde diyabeti olan kişilerde risk daha fazladır. Bu kişilerin mutlaka takip edilmesi, kontrol yaptırılması, tetkik edilmesi gerekmektedir. Sıklığı çok artmıştır çünkü biz daha hareketsiziz ve obeziz maalesef. Teknoloji kendini inceltirken, maalesef bizleri kalınlaştırdı, önünde geçirdiğimiz vakitler arttı. Daha sağlıksız beslenmeye başladık. Bu yüzden diyabet ve obezite riskimiz arttı. O yüzden mutlaka hepimizin bu konuda bilinçli olması ve diyabetin tespit edilmesi gerekir” ifadelerini kullandı.

    “Diyabet sadece kanda bir şeker yüksekliği demek değildir”

    Tedavi olunduğu takdirde önlenebilir organ kayıplarının olmayacağını anlatan Uzman Dr. Gönülalan, diyabetin sadece kandaki şeker yükselmesi olmadığını dile getirdi. Diyabetin uzun dönemdeki zararlarına değinen Uzman Dr. Gönülalan, “Yıllar içerisinde etkilediği göz, böbrek, kalp damarları gibi önemli organlarımızı da hasarlandırdığı için ilerleyen dönemde bu organların yetmezliklerine varıncaya kadar değişik şikayetlerimiz ortaya çıkabilir. Güzel bir tedaviyle kontrollü bir hastada önlenebilir durumlar olduğu için diyabetimizi mutlaka kontrol altında tutmamız gerekir” diye konuştu.

    “Diyabet olduğunu kabul etmemiz gerekiyor”

    Hastaların zor duruma düşmeden diyabeti kabul etmediğini belirten Uzman Dr. Gönülalan, “Hastalar şekeri 300-400’le gezebiliyor, dolaşabiliyor, rutin hayatına devam edebiliyorlar. Çok aktif şikayetleri olmuyor, böbreğime bir şey olmuyor ben iyiyim diye düşünebiliyorlar. Ama yıllar içerisinde yüksek giden bu şeker organların fonksiyonlarını azalttığı için, hastada şikayet olduğu ve anladığı zaman iş işten geçmiş oluyor. O yüzden önce diyabet olduğunu kabul etmemiz, tedavi olmamız ve kontrollere gelmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.

  • Mide Botoksu Nedir? Nasıl Yapılır? Kilo Verdirir mi?

    Obezite (aşırı kilo) insan hayatını olumsuz etkileyen en büyük sağlık sorunlarından biridir. Her gün binlerce kişi gördükleri haberlerin etkisiyle ‘Mide Botoksu Nedir?’, Mide Botoksu Zararları Nelerdir? Sorusunu internette aratmakta ve sorularına cevap aramaktadır. İşte mide botoksu hakkında detaylar…

    Mide botoksu nedir?

    Mideye Botilinum toksin (botoks) uygulanması endoskopik yöntem ile midenin belirli bölgelerine Botilinum toksin enjekte edilmesi esasına dayanan nispeten yeni bir kilo verdirme yöntemidir. Bu yöntemde mide kaslarının kasılması sınırlandırılarak mide boşalma süresi gecikir ve hastada iştah kaybı elde edilir.

    Mide botoksu kimler için uygundur?

    Mide botoksu aslında kilo vermek isteyen herkese uygulanabilir. Bu işlem bir obezite cerrahisi değildir. Ancak uygulanabilecek hastalar için belli kriterler söz konusudur.
    Diyet ve sporla gerektiği gibi kilo veremeyenler için uygun bir yöntemdir.
    Vücut kitle indeksi 40’ın üzerinde olan ve obezite cerrahisi ile başarı elde edilebilecek hastalarda faydalı olmayacağından bu hastalarda önerilmez.
    Uygulanacak hastaların vücut kitle indeksi 40’ın altında olmalıdır. Yani vücut kitle indeksi 27-35 arası olan 10-20 kilo fazlalığı olan diyet ve egzersiz ile kilo veremeyen bireylerde uygulanır. Bu noktada fazla kiloları olan ama ameliyat edilecek kadar da obez olmayan ve kilo vermek isteyen hastalar ideal hasta grubunu oluşturur.
    Midesinde ülser veya gastrit olan hastalarda ise öncelikle bu hastalıkların uygun tedavisi gerçekleştirildikten sonra mide botoksu uygulanabilir

    Yan etkileri nelerdir?

    Mide Botoksu esas olarak ciltte kırışık azaltmak amacıyla çok yaygın kullanılmaktadır ve tehlikeli bir yan etkisi bilinmemektedir. Mide botoks uygulaması ise standart bir endoskopik işlem olduğundan literatürde bildirilmiş önemli bir yan etkisi bulunmamaktadır. Kas hastalığı olanlar ve botoksa karşı alerjisi olan kişilerde işlemin uygulanması uygun değildir.

    Mide botoksu işlemi ne kadar sürer

    Obezite ameliyatı değildir
    Tamamen endoskopik olarak ağızdan girilerek yapılan bir işlemdir.
    Kesi yoktur
    İşlem ortalama 20 dakika sürer.
    Hastalar, işlem esnasında anestezi hekimi eşliğinde uyutulur.
    Hastanede yatmak gerekli değildir.

    Mide botoksunun kilo verdirme garantisi var mıdır?

    Mide botoksu da dahil olmak üzere hiç bir yöntemin kilo verdirme garantisi yoktur. Bu işleme mucizevi tedavi gibi davranmak doğru değildir. Mide botoksunun iştahı azaltıcı etkisi olduğu ve diyete yardımcı olduğu bilinmekle beraber, botoks uygulaması sonrası yüksek karbonhidratla beslenen hastalarda başarısız olma ihtimali de mevcuttur.

    Mide botoksu işlemi ne kadar süre, hastanede yatmak gerekli midir?

    Bu işlem bir ameliyat değildir. Tamamen endoskopik olarak ağızdan girilerek yapılan bir işlemdir. Kesi yoktur. İşlem ortalama 20 dakika sürer. Hastalar, işlem esnasında anestezi hekimi eşliğinde uyutulur. Hastanede yatmak gerekli değildir. İşlem sonrası genellikle 1-2 saatlik müşahede yeterlidir.

    Mide botoksu midede kalıcı hasar oluşturur mu?

    Kullanılan ilacın tüm etkisinin 4-6 ay içinde vücuttan tamamen silindiği bilinmektedir. Bu nedenle kalıcı bir hasar oluşturma ihtimali yoktur.

    Benim bağırsaklarım zaten tembel, botoks ile daha fazla şişkinlik yaşar mıyım?

    Mide botoks işlemi sadece midenin düz kaslarına yönelik uygulanmaktadır, sinir hücrelerine ve bağırsakların hareketine bir etkisi yoktur. Dolayısıyla bağırsak tembelliğini arttırıcı bir etki yapmamaktadır. İşlem sonrası size özel hazırlanacak diyette, (bu durumu diyetisyeninize belirtiniz),bağırsakların çalışmasına yönelik gıdaların diyete eklenmesiyle bağırsak tembelliğinde düzelme de görülebilir.

    Botoks vücuduma dağılır mı?

    Yapılan çalışmalarda botoks işleminden sonra sistemik yayılım gösterilmemiş olup tamamen lokal olarak sinir iletimini bloke ettiği ve dolayısıyla acıkmayı geciktirdiği gözlenmiştir.

    Gebelerde ve emzirenlerde uygulanabilir mi?

    Gebelerde ve emzirenlerde kullanımı ile ilgili yeterli çalışma yapılmamıştır.

    Mide Botoksu uygulamasından beklenti nedir?

    Hastaların toplam ağırlığının %10-15 kadarını 3-6 aylık süre içinde kaybetmesi beklenir. Verilen kilo miktarı; yaş, metabolizma hızı ve yapılan egzersiz sıklığına göre kişiden kişiye farklılık gösterebilir.

    Mide botoksu sonrasında nelere dikkat etmek gerekir?

    Fastfood gibi hızlı tüketilen gıdalar, asitli içecekler tüketilmesi zararlıdır. Botoks uygulanan hastalar daha geç acıkmakta, daha az porsiyonlarla doymakta, daha erken tokluk hissetmektedir.

    Mide balonundan ne farkı vardır?

    Mide balonu da kilo vermek için yapılan endoskopik müdahalelerden biridir. Ancak mide balonunun hacminin hastaya göre ara sıra ayarlanması gerekir ki bu da her seferinde endoskopi yapmayı gerektirir. İşlem tek uygulama ile 3-6 ay etkili bir iştah kaybı sağlar. Mide balonunda mide içinde bir yabancı cisim olması nadiren de olsa bulantılara neden olmaktadır. Ayrıca mide balonu çekildikten sonra bir çok hasta iştahının aniden tekrar açıldığından şikayet etmektedir. Mide botoksunun etkisi yavaş yavaş geçtiğinden bu şekilde ani iştah artışı yaşanmamaktadır, iştah yavaş yavaş normale dönmektedir.

  • El Uyuşmasının Sebebi ‘Karpal Tünel Sendromu’ Olabilir

    Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op.Dr. İbrahim Rızvanoğlu, “Yaşınız ve işiniz ne olursa olsun elleriniz sürekli olarak çalışmaktadır. Bu nedenle elde oluşabilecek sorunlar kişinin sosyal yaşamını olumsuz etkileyebiliyor. Karpal Tünel Sendromu, 1 veya her 2 elin ilk üç parmağını tutan ilerleyici özellik gösteren hastalıktır. El bileğinin ortasında bulunan ve ilk 3 parmağa dağılan medyan sinirin bası altında kalması sonucu ağrı, uyuşukluk ve güçsüzlükle kendini belli eder. Hastalık belirtileri; özellikle gece artış gösteren elde uyuşma ve elektriklenme , elin veya parmakların güç gerektiren işler esnasında his bozukluğu oluşması, bazen omuza kadar uzanan ağrı olarak özetlenebilir. Anatomik olarak anlatılacak olursa; el bileği ve avuç içinin birleştiği bölgede yaklaşık 3 cm’lik bir tünel bulunur. Bu tünel içerisinden parmakları hareket ettiren kaslar (tendon) ve bu parmakların hissini alan median sinir geçer. Bazı durumlarda tendonlar sinire baskı yapar ve siniri sıkıştırır” dedi.

    Bu hastalığın üç sebebi olduğunu ifade eden Op.Dr. Rızvanoğlu, “Bahsettiğimiz tünel içerisinden geçen tendonların fazlaca çalışması sonucunda tendonlar sinire baskı yapabilir. Uygunsuz pozisyonda bileğini hareketsiz tutan kişilerde tünel içinde sinir baskı altında kalabilir. Son olarak bu tünel üzerine alınan darbe sonucunda tünel içinde ödem (sıvı toplanması) oluşur ve sinir bu ödem altında sıkışır. Elini sık kullanan kişilerde; çiftçilerde, sıkça ev işi yapan ev hanımlarında, titreşimli el aleti kullanan kişilerde, sık bilgisayar kullanan kişilerde, avuç içine darbe alan kişilerde, el bileğini bükülü pozisyonda uzun süre tutan kişilerde (yanlış pozisyonda uygulanan alçı vs.) daha sık görülür” diye konuştu.

    Hastalığın erken dönemlerinde sinir sıkışmasına hafif düzeyde ilaç tedavileri, bileği sabit tutan el bileklikleri (el bilek ateli), fizik tedavi ve istirahatin çoğu zaman yeterli olduğunu kaydeden Op.Dr. Rızvanoğlu, “Eğer orta veya ileri düzeyde sinir sıkışması varsa bu durum genelde cerrahi tedavilerle çözülebilir. Ameliyat lokal anestezi altında yapılır, yatış gerektirmez ve yaklaşık 15 dakika sürer” ifadelerini kullandı.

  • “İlaç Firmaları Uyuz Hastalığında Yoğun Talebe Hazırlıksız Yakalandı”

    Sağlık Bakanlığı, resmi twitter hesabından, uyuz belirtilerine karşı dikkatli olunması gerektiği yönünde bir uyarı paylaşımında bulundu. Bakanlık Twitter’da yaptığı uyarıda, “Uyuz belirtisi taşıyorsanız vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurun. Hekimin reçete ettiği ilaçları düzenli kullanmayı, korunma ve tedavi önerilerini uygulamayı ihmal etmeyin” ifadelerini kullandı.

    ​’Uyuz salgını nedeniyle piyasada ilaçlar tükendi’ iddialarına yönelik resmi rakamları da açıklayan Sağlık Bakanlığı, Türkiye genelinde toplam 368 bin kutu, İstanbul’da ise 90 bin kutu ilaç stoku olduğunu belirtti.

    İstanbul Eczacı Odası Başkanı Cenap Sarıalioğlu ise birdenbire artan vakalar nedeniyle ilaç firmalarının yoğun talebe hazırlıksız yakalandığını söyledi. Sarıalioğlu, “Tedavide kullanılan krem, losyon ve şampuanların çoğu yerli firmalara ait. Fiyatları da 10-15 TL civarında. Yani, pahalı, ulaşılamaz ilaçlar değil bunlar. Bu hafta itibariyle İstanbul genelindeki depolarda yaklaşık 3 bin kutu ilaç olduğu bildirildi. Firmalar gerekli önlemleri aldıklarını ve kısa süre içinde depolara ilaç girişi yapılacağını açıkladı” dedi.

    ‘İlaç temininde sıkıntı yaşıyoruz’

    Eczacılar ise 20-25 gündür ilaç temininde sıkıntı yaşadıklarını söyledi. Türk Dermatoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Salih Gürel, bu yıl vakalarda artış olduğunu ama hastaların ilaç bulunamadığı için tedavi edilememesi gibi bir durumun söz konusu olamayacağını söyleyerek, “Gerçek anlamda bir ilaç sıkıntısı ve hastalarda da buna bağlı bir artıştan bahsedemeyiz. Ayrıca bazen geleneksel, yapma ilaçlarla da tedavi sağlayabiliyoruz” dedi.

    ‘Tam tedavi için tüm aileye yazıyoruz’

    Prof. Dr. Gürel, “Bu yıl uyuz hastalığında çok artış gözlemliyoruz. Sonbahar ve kış aylarında sıklığı artan bir hastalık. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde de artışın devam edeceğini öngörüyoruz. Biz teşhis koyduğumuzda tüm aileye ilaç yazıyoruz. Çünkü bir evde hastalığı taşıyan biri varsa herkesin tedavi görmesi gerekiyor. Bazen evde kişi sayısı kadar ilaç yazdığımız oluyor. Son dönemlerde ilaç tüketiminde çok fazla bir artış var. Bu nedenle bazen eczanelerin bu taleplere yetişemediğini görebiliyoruz. Ama gerçek anlamda bir ilaç sıkıntısı ve hasta sayısının buna bağlı artışından bahsedemeyiz. Çünkü geleneksel, yapma ilaçlarımızı da kullanabiliyoruz bazı özellikli hastalarda” dedi.

    ‘Artışlar öngörülmediği için sorun oldu’

    İstanbul Eczacı Odası Başkanı Sarıalioğlu ise “Hastalardaki artışa bağlı olarak ilaç bulmada sıkıntı yaşadık. İlgili firmalarla yaptığımız görüşmelerde de aslında planlanan sayıda ilaç verildiğini ama bu artışların öngörülememesinden kaynaklı sıkıntılar yaşandığı bildirildi. Firmalar planlamalarını yeniden güncellediler çok hızlı şekilde bu eksiklik giderilecek diye düşünüyoruz. Sağlık Bakanlığımız piyasada 368 bin civarında ilaç olduğunu belirtti. Sanıyorum tüm Türkiye rakamı bu. İlaçta genelde piyasada bulunan rakamın yaklaşık dörtte biri İstanbul’da olur. Yani buna göre 100 bine yakın ilaç olması lazım İstanbul’da. 13 Aralık itibariyle İstanbul’daki tüm dağıtım kanallarında 3 bin adet civarında ilaç olduğunu belirledik” diye konuştu.

    ‘Direnç gelişmesi yok, tedaviyi yanlış uyguluyorlar’

    Uyuz hastalığına gözle görülemeyen, milimetrenin yaklaşık üçte biri büyüklüğündeki ‘sarcoptes scabiei’ adlı akar türü bir parazit yol açıyor. Üst deri tabakasının altına yerleşen bu parazit, kendine ‘tünel’ açarak cilt içinde ilerliyor ve keratinle besleniyor. Bu nedenle de kaşıntı ve döküntüye neden oluyor. Prof. Dr. Gürel, “Ama parazitte bir değişiklik yok. O nedenle bir dirençten de bahsedemeyiz. Hastalığın tam olarak iyileşmemesi hastaların tedaviyi gerektiği gibi uygulamaması veya evdeki diğer kişilerin kaşıntı olmadığı için tedavi almamasından kaynaklanıyor. Ev içerisinde bir kişi tedavi olsa bile diğerlerinde tekrar başlıyor” dedi.

    ‘Kaşıntısı olmasa da tedavi görmeli’

    Uyuz hastalığının en büyük özelliğinin geceleri uykudan uyandıracak kadar bir kaşıntıya yol açması olduğunu belirten Prof. Dr. Gürel, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Tedavide en önemli unsurlardan bir tanesi evdeki herkesin aynı anda tedavi olması. Kaşıntısı olsun ya da olmasın, herkesin aynı tedaviyi uygulaması gerekiyor. Çünkü uyuz etkenini taşıyabilirsiniz ama henüz kaşıntı gelişmemiş olabilir. Diğer bir önemli husus da ilacı sürdüğünüzde, herhangi bir şekilde bir yerinizi yıkarsanız hemen o bölgeye tekrar sürülmesi gerekiyor. Yoksa tedavi başarısız oluyor. Bunlara dikkat edilirse son derece kolay tedavi edilen bir hastalık. Ancak kendi kendine tanı koymak ve tedavi yapmak doğru değil. Muhakkak bir dermatoloğun veya aile hekiminin görmesi ve ilaçları reçete etmesi gerekiyor.”

    ‘Ne bizde ne de depolarda var’

    Eczacı Arzu Hız, uyuz vakalarında beklenmedik bir artış gözlemlediklerini söyleyerek, “Son bir aydır ilaçların temininde zorlanıyoruz. Dönemsel oluğunu düşünüyoruz. Umut ediyoruz ki en kısa sürede çözülür” dedi. Eczacı Zeki Cansu ise kendilerine gelen reçete taleplerinin arttığına dikkat çekti ve “Son bir ay içinde bayağı bir yaygınlaştı. Günde birkaç kişi sorarken 6-7 kişi sormaya başladı bu ilaçları. İstanbul genelinde 2 bin 500 3 bin tane eczane var. Soruyoruz, depoya 50 tane giriş oldu diyorlar. O yüzden sıraya sokmuşlar. Her eczaneye ya bir tane gönderiyorlar ya da hiç göndermiyorlar” diye konuştu.

    Eczacı Ömer Helvacıoğlu da “Uyuz ilaçları aşağı yukarı 20-25 gündür ne bizde ne de depolarda var” dedi.

  • Marmarabirlik Başkanı Asa: Paslı Demir Parçalarıyla Zeytinin Karartılması Teknik Olarak Mümkün Değildir

    Son günlerde bazı basın yayın organlarında çıkan haberlerle ilgili açıklamalarda bulunan Marmarabirlik Yönetim Kurulu Başkanı Hidamet Asa, “Paslı demir parçalarıyla zeytinin karartılması teknik olarak mümkün değildir. Yapılan bu haberin hiç bir bilimsel dayanağı yoktur. Tüketicilerimiz zeytin alırken ambalajlı ve markalı ürünleri tercih etsinler. Doğal üretim yapan Marmarabirlik ürünlerini gönül rahatlığıyla tüketebilirler” dedi.


    1954 yılından bu yana sofralık zeytin sektörünün öncüsü olan Marmarabirlik, gıda güvenliği konusunda örnek ve önde gelen kuruluşlarından biridir. Marmarabirlik Yönetim Kurulu Başkanı Hidamet Asa, sofralık zeytin sektörü ile ilgili bazı basın yayın kuruluşlarında yapılan haberlerle olumsuz algı oluşturulmaya çalışıldığını belirterek, “Kimse zeytin üreticisinin emeğine göz dikmesin. Asılsız haberlerle hem üreticimize zarar verilmekte, hem de tüketicimiz tedirgin edilmektedir” dedi.
    Asa, ürün tercihi konusunda dikkat edilmesi gereken hususlarla ilgili olarak şu mesajları verdi: “Bizim için gıda güvenliği her şeyden önce gelir. Tüketicilerimiz tercihlerini ambalajlı ve markalı ürünlerden yana yapmalıdır. Tüketicilerimizin sağlığı bizim için çok önemlidir. Ürünlerimiz ulusal ve uluslararası gıda mevzuatlarına uygun olarak doğal fermantasyon yöntemiyle olgunlaştırılmakta, üretim esnasında tüm bileşenler yönetmeliklere uygun bir şekilde kullanılmakta ve etiket üzerine de içeriği yazılarak beyan edilmektedir”.

    Marmarabirlik için gıda güvenliğinin önemine de vurgu yapan Başkan Asa, “Marmarabirlik tanımlanmış ve ölçülebilir kalite kriterlerine uygun, fiziki, kimyasal veya mikrobiyolojik açıdan herhangi bir etkilenme olmadan, doğal ve sağlıklı üretim yaparak piyasaya ürünlerini sunmaktadır. Tüketicilerimiz güvenilir ve sağlıklı bir şekilde zeytin tüketmek istiyorlarsa üreticinin kuruluşu Marmarabirlik ürünlerini tercih etsinler. Marmarabirlik, önce insan sağlığı ilkesiyle, her yıl aynı bölgeden, aynı bahçeden hatta aynı ağaçtan ürün almakta ve hijyenik şartlarda uluslararası standartlarda üretim yapmaktadır” ifadelerini kullandı.

    Zeytinin doğallığı ve çekirdeğinin rengi ile ilgili yanlış bilgilerin tüketiciler arasında kafa karışıklığına sebep olduğunu belirten Hidamet Asa konu hakkında şunları söyledi:
    “Alkali kullanılmadan fermantasyon işlemine tabi tutularak kuru tuz veya salamurada hazırlanarak muhafaza edilen siyah, rengi dönük veya yeşil zeytindir. Yani ürünün tatlandırılması esnasında alkali kimyasallar kullanılmadan, doğal yöntemler ile tatlandırılmasıdır. Doğal fermantasyon sürecinde sadece su ve tuz vardır. Zeytinlerin fermantasyon aşamasında kararması için herhangi bir boya vb. madde kesinlikle kullanılmamaktadır. Zeytine siyah rengi veren, zeytinin meyvesinde bulunan Antosiyaninlerdir. Tam olgunluk döneminde hasat edilen zeytinlerde renk daha koyu olmakta ve meyvedeki renk maddeleri çekirdeğe kadar ulaşmaktadır. Eğer aynı zeytinlerden fermantasyon havuzunda daha uzun süre kalan varsa , ürünün çekirdekleri daha siyah olabilmektedir. Zeytinlerin ve çekirdek renklerinin siyah veya kahverengi tonlarında olması doğal bir durumdur.”

    Kamuoyunun doğru bir şekilde bilgilendirilmesi gerektiğini belirten Başkan Asa, “Geçtiğimiz günlerde zeytini karartmak için paslı demir kullanıldığı yönünde haber yapılmıştı. Basın yayın kuruluşları sektör ile ilgili haber yaparken, o sektörde otorite olarak kabul edilen kurum ve kuruluşlardan bilgi alırlarsa çok daha iyi olur ve doğru bilgi akışı da sağlanmış olur” diyerek sözlerini tamamladı.

  • Kışı Hasta Geçirmemek İçin Bu Gıdaları Tüketin

    Kış aylarında bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi konusunda bilgi veren Dr. Ali Nizamoğlu, “Öncelikle kışın gece ve gündüz arasındaki ısı farklılıkları çok olduğu için vücudumuz uyum sıkıntısı yaşamaktadır. Bağışıklık sistemimiz doğal olarak zayıflamaktadır. Güçlendirmek için bazı hususlara dikkat etmemiz gerekiyor. Öncelikle sağlıklı ve düzenli beslenmemiz gerekiyor. Mevsim meyvelerini ve sebzelerini, et, süt ve diğer ürünleri bol bol tüketmeliyiz. C vitaminini yeterli miktarda almamız gerekiyor. C vitamini için limon, mandalina, greyfurt ve portakal en başta gelen meyvelerdir. Buna ilaveten roka, maydonoz, yeşil ve kırmızıbiber gibi gıdaları da soframızda bulundurmamız gerekiyor” dedi.

    D vitamini için de bol bol somon, sardalye, uskumru ve ton balıklarını haftada en az 1 kez tüketilmesi gerektiğini belirten Nizamoğlu, “Açık ve güneşli havalarda ise en az 15 dakika güneş almamız gerekmektedir. Çinko vücuttaki bağışıklık için önemli. Saç, tırnak, cilt yenilenmesi için mutlaka çinko olması gerekiyor. Bunların haricinde düzenli uyku ve bol su tüketmenin önemi vardır. Kapalı ortamların ise bol bol havalandırılmalıdır. Bu dönemde bazı riskli grupların grip aşısının yapılması gerekiyor” diye uyardı.

  • Sivilceler Ruh Sağlığını Ciddi Şekilde Etkiliyor

    Dermatoloji Uzmanı Dr. Ayfer Aydın, “Sivilce kişinin yüzüne ve tüm güzelliğine gölge düşüren bir durumdur. Özellikle ergenlik döneminde akne problemi ciddi ruhsal problemler oluşturabilir. Ergenlik çağı dışında sivilce özellikle genç kadınları yaygın olarak etkileyebilir. Genç kadınlarda karşı cins tarafından beğenilme, güzel görünme kariyer, iş hayatı vs. hayat içinde kadınları bu yoğun akne ve izleri oldukça etkiler. Stres oldukça sivilceler artar ve sivilcelerin artışı da stres oluşturur. Yani birbirini arttıran bir kısır döngü oluşur. Sivilceli kadınlarda sosyal ilişkilerde zorluklar, sosyal fobi, keyifsizlik, depresyon görülebilir. Yapılan çalışmalarda, sivilceli kişilerin daha sinirli oldukları saptanmıştır. Sivilceden dolayı kendine olan güvenleri azalmıştır. Dış görünümün bozulması nedeniyle depresyon çok sık görülür” dedi.

     

    Bu kişiler göz temasından kaçınır

    Sivilcenin ruh sağlığını ciddi oranda etkilediğini ifade eden Dr. Aydın, “Bu kişiler göz temasından kaçınır, saçlarını uzatarak yüzlerini saçlarıyla kapatmaya çalışırlar. Kambur dururlar. Bazı genç kızlar ise sivilcelerin gözükmemesi için, sivilcelerini arttırdığını bilmelerine rağmen, yoğun kapatıcı fondöten ve pudra kullanırlar. Sırt ve göğsünde sivilcesi olanlar, spor aktivitelerine katılmaktan kaçınırlar. Kıyafet değiştirirken görünmek istemezler, gizlenirler, özellikle ergenlik döneminde yüzdeki sivilceler diğer yaşıtları tarafından alay konusu olabilir. Bazı çocuklar, genç kadın ve erkekler yeni ilişkiler ve arkadaşlıklar kurmaktan kaçınırlar. Ergenlik çağında özgüven eksikliğinden insanlarla tanışıp arkadaş olmaktan dahi kaçınabilirler. Oldukça utangaç görünebilirler. Bu nedenle, başka insanlar tarafından değişik ve itici bulunabilirler. Hatta bazılarında sosyal fobi gelişebilir. Bazı sivilceli hastalar okula gitmeye isteksizdirler. Bazıları ise okulu terk ederek eğitimlerini ve gelecekteki iş yaşamlarını dahi riske atarlar” diye konuştu.

    Sivilcelerin, kariyer seçeneklerini dahi azalttığını kaydeden Dr. Aydın, “Dış görünüşe dayalı işleri tercih edemezler. Görsel sanatlar, sinema, oyunculuk ,mankenlik gibi işlerde sivilceli olmaları dezavantaj olacaktır. Sivilceli hastalar, iş başvurularında daha az başarılı olma riski taşırlar. Kendine güvensizdirler. İşe alacak kişileri etkilemeyi başaramayabilirler. Bütün bunlar aknenin ne kadar önemli bir hastalık olduğunu anlamak için yeterlidir. Tedavisi olan bir hastalık olan akne doğru yaklaşımla tedavi edilebilir ve hayat kolaylaşabilir” ifadelerini kullandı.

  • Sağlık Bakanlığı’ndan Uyuz İlacı Açıklaması

    Bakanlıktan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Bazı basın yayın organlarında piyasada uyuz ilacı bulunmadığına dair iddiaların yer alması üzerine bu açıklamanın yapılmasına gerek görülmüştür. Sağlık Bakanlığı, İlaç Takip Sistemi ile üretici firma, ecza depoları ve eczanelerde bulunan tüm ilaçları takip etmektedir. Sistemden alınan verilere göre, halk arasında uyuz olarak bilinen scabies enfestasyonu için kullanılan ilaçların mevcut stokları aşağıdaki şekildedir. 56 bin 736 kutu deri kremi, 133 bin 467 kutu losyon, 178 bin 691 kutu şampuan olmak üzere toplam 368 bin 894 kutu ilaç mevcuttur. Stoklarda ihtiyacı karşılayabilecek miktarda ürün mevcuttur, herhangi bir ilaç sıkıntısı söz konusu değildir. Mevcut stok ve üretim miktarları, önümüzdeki dönemde de bir sıkıntı yaşanmayacağını göstermektedir.”

  • Hafıza Sildirme İşlemleri Gerçekten Faydalı Oluyor Mu?

    Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Onur Noyan, TMU yönteminde özel bir cihazla beyinde elektromanyetik alan oluşturulduğunu anlatarak, “Buna, elektromanyetik alanın beynin derin dokularına nüfuz etmesiyle birlikte ortaya çıkan, beyindeki elektriksel aktivite prensibiyle çalışan bir tedavi tekniği diyebiliriz. Hafıza silme ya da kötü anıları silme gibi son dönemde çok popüler söylemlere konu olsa da bu tekniklerin hiç birinin böyle bir etkisi yok. Kötü anıları silme ya da olumsuz yaşam olaylarını unutmak gibi bir beklenti, psikiyatrik tedavide yok zaten” dedi.

    PSİKİYATRİDE SİHİRLİ DEĞNEK YOK

    Psikiyatrik tedavilerde bir çok insanın sihirli değnek gibi her şeyin bir anda düzelmesini beklediğine işaret eden Doç. Dr. Noyan, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Bu tabii ki mümkün değil. Hızlı tedavi bizim istediğimiz bir şey de değil. Uzun soluklu bu tedavi sürecinde, kötü olaylarla baş etme biçiminin ya da yetisinin gelişebilmesini istiyoruz. TMU tedavisinde, süreç 20-30 seans sürüyor. Hasta uyumuyor, sandalyesine oturuyor, dışarıdan bir elektromanyetik alan veriliyor, yaklaşık 15-20 dakika kadar. Her gün yapılıyor bu. Seanslar boyunca hasta ilacını kullanmaya, psikoterapisine de devame diyor. Bütüncül tedavinin küçük bir parçası aslında TMU. Bizim çalıştığımız alan, yaşam olaylarına karşı kişinin vermiş olduğu tepkileri değiştirmeye çalışmak. Çünkü bir olayda vermiş olduğu bir tepki, başka bir olayda hastalığın daha şiddetli şekilde ortaya çıkmasına neden olabilir.”

    İLAÇ VE TERAPİYE YARDIMCI BİR YÖNTEM

    Doç. Dr. Noyan,TMU’nun teknik olarak işleyişini ise şöyle anlattı:

    “Beyin üstüne yerleştirdiğimiz bir cihazın oluşturmuş olduğu elektromanyetik alan, beyindeki dokuya etki ederek o bölgedeki elektriksel aktivite değişikliğinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Peki bu ne işimize yarıyor? Şunu çok net biliyoruz. Psikiyatrik hastalıklar uzun seyirli beyin değişikliklerinden sonra ortaya çıkan hastalıklar. Biz ilaçlarla, terapi ile beyindeki bozulan elektrokimyasal ya da biyokimyasal yapıyı düzeltmeye çalışıyoruz. Bazen ilaç veya terapiye dirençli tablolar ortaya çıkabiliyor. Bu direnci aşmak için TMU çok faydalı bir tedavi şekli.”

    FOBİLERDE EMDR İŞE YARIYOR

    Klinik Psikolog Aziz Görkem Çetin de EMDR’nin de hafıza silme tekniği olarak bilindiğini söyleyerek, şu bilgileri verdi:

    “EMDR, göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işleme olarak kullanılıyor. Aslında açılımı da bu. Genellikle travmatik yaşantılar sonrasında ve fobilerde kullandığımız bir sistem. Bu iki noktada işe yarıyor. Aslında amaç geçmişte yaşanan olayı danışana tekrar deneyimletmek. Bunu yaparken de bu detayları aslında oradaki negatif düşüncelerini, hatta bazen bazı noktalarda bazı kötü olan bir olayla koku da eşleşebiliyor. Bu danışanda farklı semptomlara sebep olabiliyor. Bütüncül bir yaklaşım. Yaşanan travmalara etkisi var. Bir de insanların fobilerinde faydalı oluyor. Kapalı alan korkusu olabilir, asansör korkusu olabilir, bıçak korkusu olabilir. Bunlara yönelik bir tedavi. Hafıza silme olarak biliniyor ama hiç öyle bir şey değil. Çünkü burada amaç olayı unutturmak değil. Geçmişi, geçmişe yönelik kaygıyı, oradaki sıkıntıyı deneyimletmek, ona yönelik bir duyarsızlaştırma geliştirmek ve sonrasında bunu tekrar yeniden işlemek.”

  • Huzursuz Bacak Sendromu Uykusuzluğa Sebep Olabilir

    Nöroloji uzmanı Dr. Biman Chabou hastalığın bacaklarda kaşıntı, ürperme, ağrı, yanma ve karıncalanma gibi semptomlarla kendini belli ettiğini, bu belirtilerle gelen hastalara detaylı bir muayene yapılmasının büyük önem taşıdığına dikkat çekerek “Ailelerin hareketli gibi görülen çocuklarına karşı dikkatli olmaları gerekiyor” dedi.

    Huzursuz bacak sendromunun, kadınlarda ve erkeklerde görülen yaygın bir sinir sistemi hastalığı olduğunu belirten  Nöroloji uzmanı Dr. Biman Chabou hastalığa yakalanan kişilerin genellikle gece saatlerinde artış gösteren bacaklarında ağrı ve rahatsızlık hissi hissettiğini ve  huzursuzluk hissiyatından kaynaklı, sürekli olarak bacağını hareket ettirme ihtiyacı duyan hasta istemsiz olarak seğirmeler yaşadığını söyledi. Dr. Chabou sözlerine şöyle devam etti:

    “Hastanın bu yakınmalarının oturma ve yatma gibi durumlarda ortaya çıkması hayat kalitesini de olumsuz etkilemektedir. Gebelik dönemi ve bazı ikincil nedenlere bağlı olarak gelişen semptomlar dışında hastalığın kendiliğinden geçmesi nadir görülür. Hatta gebelik öncesi var olan yakınmalar artabilir, son aylarda şiddetlenebilir. Hastalar bazen yakınmaların geçtiğini hatta kaybolduğunu söylese de bulgular tekrar ortaya çıkabilmektedir. Kandaki demirin eksilmesi, stres, aşırı egzersiz, alkol ve sigara kullanımı ve kafein hastalığın tetiklenmesinde ve şiddetlenmesinde bilinen en belirgin nedenler arasındadır.”

    “ÇOCUĞUN HAREKETLİ OLMASINDAN ŞÜPHELENİN”

    Genetik faktörlere yatkın olan huzursuz bacak sendromunun hastalığın ortaya çıkış yaşını doğrudan etkilediğini belirten Dr. Biman Chabou, “Ailevi faktörler sebebiyle sıklıkla genç yaşlarda, hatta çocukluk çağında görülebiliyor. Çocukluk döneminde ortaya çıkabilen huzursuz bacak sendromunda bazı çocuklar bacaklarını sürekli hareket ettirdiklerinden ‘Hiperaktif çocuk’ olarak tanımlanmaktadır. Bazı çocukların da bacak ağrısı olarak ifade ettikleri ağrılar ‘Büyüme ağrısı’ olarak değerlendirilerek hastalar tedavisiz kalabilirler” dedi.

    B12 EKSİKLİĞİ İLE ORTAYA ÇIKABİLİR

    Bireylerde huzursuz bacak sendromu teşhisinin konulabilmesi için öncelikle bireyin hastalık öyküsü ve ailesinde görülen hastalıkların detaylı olarak öğrenilmesi gerektiğini belirten Dr. Biman Chabou sözlerine şöyle devam etti: “Hastalık ailesel olabildiği gibi kendiliğinden de ortaya çıkabiliyor. Hastalıktan şüphelenildiği durumlarda fiziksel ve nörolojik muayeneler yapılır. Teşhis aşamasında uyku hastalıkları alanında uzman hekimlerin de hastaları muayene etmesi büyük önem taşır. Hastalığın teşhisi aşamasında bazı elektrofizyolojik testler ve kan tahlillerinden yararlanılabilir. Huzursuz bacak sendromu, bireyde bulunan herhangi başka bir rahatsızlıktan kaynaklı olarak ortaya çıkar. Bu hastalık polinöropati, böbrek hastalığı, parkinson, anemi, gebelik, vitamin veya mineral eksikliği veya bazı romatizmal hastalıklar olabilir. Yapılan tanı testleri sonucunda huzursuz bacak sendromu teşhisi konulan hastalarda tedavi süreci titizlikle planlanmalıdır. Şeker hastalığı, romatizmal hastalıklar, bel ve boyun fıtıkları, kanserler, B12, folik asit ve magnezyum eksikliklerinde huzursuz bacak sendromu sıklığı artmaktadır.”

    “TEDAVİ SÜRECİNDE BESLENME ÖNEMLİ

    Huzursuz bacak sendromu hastalığının tedavisinde, hastalığın çeşidinin belirlenmesinin önemli bir rol oynadığını belirten Dr. Biman Chabou sözlerini şöyle noktaladı: “Hastalığın altında yatan demir eksikliği, anemi gibi herhangi bir sorun olması durumunda öncelikli olarak bu sorunun giderilmesine yönelik bir tedavi planı uygulanmalıdır. Bunun haricindeki durumlarda masaj, sıcak ve soğuk kompres uygulamaları, egzersiz ve ilaç tedavilerinden yararlanılabilmektedir. Beslenmenin de büyük önem taşıdığı bu hastalıkta kafein gibi hastalığı tetikleyen maddelerin diyetle alımının kontrol altında tutulmasında fayda vardır. Bunların haricinde huzursuz bacak sendromu hastaları stres, sigara kullanımı, uzun süre hareketsiz kalma gibi durumlardan da kaçınmalıdır. Serum ferritin düzeyi, böbrek fonksiyon testleri, magnezyum, vitamin B12 ve folik asit düzeylerine bakılır. Huzursuz bacak sendromlu hastaların üçte birinde nöropati (sinir kılıfı veya gövdesinde hasar) çıkması nedeniyle EMG yapılır. Bu hastalıkta sıklıkla uykuda periyodik hareket bozukluğu da sık olarak ortaya çıkmaktadır. demir, magnezyum ve folik asit tedaviye destek olarak kullanılmaktadır.”