Kategori: Sağlık

  • Sağlık Bakanından Gece Yarısı 112 ve Hastane Teftişi

    Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca gece yarısı İstanbul 112 Avrupa Yakası Komuta Merkezini ziyaret etti. Gece yarısı habersiz olarak komuta merkezine gelen Bakan Koca’yı karşısında gören 112 çalışanları şaşkınlarını gizleyemedi. Bakan Koca komuta merkezinden bulunan çalışanlarla yakından ilgilenerek tek tek konuştu. Komuta merkezinin çalışmaları hakkında bilgi de alan Bakan Koca operatör koltuğuna oturarak bir telefon çağrısına da cevap verdi. Tıpkı bir 112 çalışanı gibi hastanın tüm şikayetlerini soran Bakan Koca ambulansı da bizzat kendisi yönlendirdi. Öte yandan telsizle tüm 112 çalışanlarına anons geçen Bakan Koca, 112’nin 25. yılını kutladı.

    Bakan Koca: “112’nin markalaşması gerekiyor”
    Bakan Koca ziyaretin ardından 112 Komuta Merkezi çalışanlarıyla çay içerek onların sorunlarını dinledi. Burada çalışanların sorularına da cevaplandıran Koca “112 Çağrı merkezinin öneminin net hissedilmediğini düşünüyorum. Eğer hissedilmiş olsaydı. Yüzde 68’lik bir oranla olmadık çağrılar olmazdı. Ne kadar önemli iş yapıldığı bilinse yüz kişiden biri bile gereksiz çağrı için aramıyor olurdu. Burada ne kadar hayati bir iş yapıldığı hayat mücadelesi veren bir kişiye ulaşma noktasında bir gayret içerisinde olan bir ekibi meşgul etmenin neye mal olabileceğini hissedememe bilememe Çünkü sizin neti ne kadar yaptığınızı ve bu mücadelenizin net anlatılmadığı veya bilinmediği kanaatindeyim. Bu hem sağlık çalışanları için kısmen geçerli ama vatandaşımızın da bunu çok net hissetmediği kanaatindeyim. Bizim ilk yardım acil hizmetlerinde 112’nin ne kadar fonksiyonel ve hayati bir iş yaptığını her geçen gün hissettirilen ve 112’de her geçen gün hizmetiyle bir şekilde markalaşması gerektiği kanaatindeyim” diye konuştu.
    Kuruluşundan itibaren 112 Komuta Merkezinde görev yapan Dr. Sema Selvioğlu Türkiye’de ki acil ambulans hizmetlerinin geldiği noktadaki başarıyı anlattı.

    “112’deki değişimi gözlerim dolarak izliyorum”
    Dr. Selvioğlu geçmişte eğitim için gittiği Almanya’da gördüğü 112 çalışmalarını hayranlıkla izlediğini ancak şimdi ülkemizde bunun çok daha ileri seviyede yapıldığını gördüğünde duygulandığını belirterek “Eskiye baktığımızda o kadar büyük bir değişim oldu ki ben gözlerim dolarak izliyorum. Almanya’da 2000 yılında eğitime gittiğimde ilk nöbetimde gittiğim vaka trafik kazasıydı. Çevre yoluna helikopter iniyordu. Ben hayretler içerisinde fotoğraflar çektim. Türkiye’ye döndüğümde sunumlar yaptım. Biz de helikopter başladığından itibaren hemen her gün vaka çıktığında helikopter kaldırıyoruz. Bu benim için çok büyük bir gurur kaynağı ben bunu anlatamam. Ben ilk başladığımda obez vakalarına giderdik. Obeze gittiğimizde sedyeyi çıkartırdık alta battaniye yayardık ondan sonra ancak hastayı alırdık bütün mahalleye taşıtırdık şimdi obez ambulanslarımız var” dedi.
    Bakan Koca yaklaşık 2 saat kaldığı 112 Avrupa Yakası Komuta Merkezinden ayrılarak önce Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisini ardından da Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisini ziyaret etti. Bakan Koca acil servislerde bulunan hemen herkesle konuşarak sorunlarını dinledi. Acil serviste tedavi gören yaşlı bir kadın Bakan Koca’ya “Sen de benim bir oğlumsun” diyerek sevgisini dile getirdi.

  • Birbirinden Sağlıklı Kış Çayı Tarifleri

    Bitki çayları kışın soğuk havada daha çok tüketilen sağlıklı seçenekler arasında yer alıyor. Ancak bitki çaylarının miktarı ve yapılışı sağlık açısından oldukça önemli rol oynuyor. İstanbul Cerrahi Hastanesi’nden Diyetisyen Perihan Kılıç, kışın tüketilecek çaylar hakkında açıklamalarda bulundu. Kılıç, kışın tüketilen çaylarının tüketim sıklığı ve pişirme yönteminin sağlık açısından çok önemli olduğunu vurgulayarak, bitkinin odun ve kök kısımlarının pişirildiği zaman kaynatılması gerektiğini söyledi. Kılıç, bitkinin yaprak veya çiçek kısmının kullanıldığı zaman da ise demleyerek yapılmasının daha sağlıklı olduğuna dikkat çekti.

    “Bu çayları günde 1-2 defa tüketmeliyiz”
    Kış mevsiminde daha çok kış çaylarını tüketmeye başladıklarının altını çizen Kılıç, “Aklımıza ıhlamur, kuşburnu, rezene, ada çayı gibi çaylar geliyor. Bu çayları günde 1-2 defa tüketmeliyiz. Genelde ıhlamur ve kuşburnu çayını kaynattıktan sonra 10-15 dakikalık demleme süresi ekleriz. Tedavi amaçlı yapıyorsak eğer şeker eklemememiz gerekiyor. Çünkü çayın etkinliğini azaltıyor. Şeker yerine bal ekleyebiliriz. Ama balı 40 derece ve altında ekleyelim ki kanserojen etki oluşturmasın. Yapılan araştırmalara göre balın, çayın etkinliğini artırdığı belirtiliyor. Çayımıza bir tatlı kaşığı bal da ekleyebiliriz” dedi.


    “İçtiğimiz çay kadar su tüketmemiz gerekiyor”
    İçilen çay kadar su tüketmeye dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Kılıç, “Çünkü havaların soğumasıyla beraber su tüketimini azaltıyoruz. Su ihtiyacımız yok sanıyoruz. Çay ve kahve tükettikçe daha sık idrara çıkmaya başlıyoruz. Bu durumda vücudumuzdan su olarak atılıyor. Bu yüzden içtiğimiz çay kadar su tüketmemiz gerekiyor” diye konuştu.
    Kış çayları hakkında birkaç örnekte bulunan Kılıç, kuşburnu çayının tatlı ihtiyacını gidermek isteyenlerin tercih edebildiğini belirterek, “Elma ve tarçını kaynattıktan sonra kaynayan suyu alıyoruz. Kuşburnuna ekleyip 5-10 dakika demliyoruz. Daha sonra tercihe göre bal eklenebilir. Kuşburnu E ve C vitaminlerinden yüksektir ve antioksidan içermektedir. Bağışıklık sistemimiz bu şekilde hastalıklara karşı koruyucu etki sağlar” açıklamalarında bulundu.
    Ihlamur içeren bir diğer çayın öksürüğe iyi geldiğini söyleyen Kılıç, “Bu çayın içinde ıhlamur, limon, karabiber ve bal bulunuyor. Özellikle öksürüğe iyi gelen bu çay, tahrişi engelliyor. Balgam sökücü özelliği de bulunuyor. Bağışıklık sistemini yine güçlendiren bir çay türüdür” şeklinde konuştu.
    İçerisinde rezene, bal, tarçın ve limon bulunan bir diğer çayda ise koruyucu kış meyvelerini daha çok kullanabildiğini dile getiren Kılıç, “Elma ve ayva gibi kış meyveleri kullanabiliriz. C vitamini yüksek olan meyveleri kullanabiliriz. Soğuk algınlığına karşı bize yardımcı olur” ifadelerini kullandı.
    Kışın tüketilmesi sağlıklı olan 3 çayın tarifleri şu şekilde:
    “Rezene çayı
    1 fındık büyüklüğünde zencefil
    1 adet elma
    1 tatlı kaşığı bal, 2-3 çubuk tarçın
    1 litre su
    Elma, zencefil ve tarçını kaynatın. Kaynayan suya 2 gram rezene ekleyip 10-15 dakika demleyin. En son balı da ekleyip servis yapabilirsiniz.
    Karışık kış çayı kuşburnu
    1 adet elma
    2 adet çubuk tarçın
    1 litre su
    Grip, nezle gibi soğuk algınlığı şikayetlerine iyi gelir. C vitamini içerir. İdrar arttırıcı bileşenleri sayesinde böbrek taşı düşürmeye yardımcı olur. Kuşburnu, C vitamininden zengin olduğu için C vitamini eksikliğinde içilebilir. Elma ve tarçını kaynatın. 2 gram parçalanmış kuşburnu üzerine ekleyip 10-15 dakika demleyin. Yemeklerden yarım saat sonra içilmesi önerilir.
    Bağışıklık güçlendiren kış çayı ıhlamur
    1 limon limon
    1 tatlı kaşığı bal
    1 fındık büyüklüğünde zencefil, karabiber
    1 litre su
    Solunum sistemi rahatsızlıklarında etkilidir. Öksürük durumunda balgam söktürücü olarak kullanılabilir. Ağrı gidericidir. İçinde bulunan uçucu bileşenler sayesinde soğuk algınlığı şikayetlerini azaltır. Müsilajlar sayesinde boğaz tahrişini önler. Flavonoitler de enfeksiyon giderici ve ağrı kesici etkisiyle oluşan tahrişin iyileşmesine yardımcı olur. 2 gram ıhlamur üzerine sıcak su ekleyip 10-15 dakika demleyin.”

  • 11 Yıllık Çocuk Hasreti Glutatyon Tedavisiyle Bitti

    Nurhan Satılmış, eşiyle birlikte 11 yıllık çocuk hasretiyle gitmedik hastane, başvurmadıkları klinik, yapmadık tedavi bırakmadı. Satılmış çiftinin gittikleri merkezlerde yapılan tedaviler olumsuz sonuç verdi. Satılmış ailesi arkadaş tavsiyesi üzerine Kadın Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Prof. Dr. Hakan Çoksüer’e başvurdu. Prof. Dr. Çoksüer, hastayı detaylı değerlendikten sonra yumurta rezervinin zayıf olduğunu tespit etti. Glutatyon tedavisi uygulanan Nurhan Satılmış’ın 11 yıllık çocuk özlemi, gebelik kesesinin görünmesi ile sona erdi.

    Kadın Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Prof. Dr. Hakan Çoksüer, Satılmış çiftinin 11 yıldan beri çocuk isteğiyle kliniklerine başvurduklarını söyledi. Hastasının 39 yaşında olduğunu, birçok yerde tedavi aldığını fakat tedavilerden sonuç alamadığını belirten Prof. Dr. Çoksüer, arkadaşlarının tavsiyesi üzerine kliniklerine geldiğini ifade etti. Prof. Dr. Çoksüer, “Tabi daha önce yumurta rezervinin çok zayıf olduğu söylenmiş hastaya. Biz de hastayı detaylı değerlendirdik gerçekten de düşük over rezerve, yani yumurta rezervinin zayıf olduğunu gördük ve biz bu hastaya glutatyon tedavisi uygulamaya kara verdik. Glutatyon antioksidan tedavidir. Vücudumuzda çevresel faktörlere bağlı aldığımız zararlı maddeler vücutta toksit etkiler oluşturuyor. Bunlarda vücudun hormon yapısını bozarak böylece hem yumurtaların kalitesini bozabiliyor hem de gebelik açısında gebelik oluşumunu önleyebiliyor. Hastalarda özellikle sigara içenlerde, hava kirliliğine maruz kalanlarda ya da beslenme bozuklukları olan kişilerde bu toksitler vücutta daha fazla birikebiliyor. Bunlar çok toksit etki oluşturarak hormon bozucu maddelere dönüşebiliyor. Biz bu glutatyon tedavisiyle ne yaptık, hormon bozucu maddeleri vücuttan atmaya çalıştık. Yani bir nevi vücuda detoks tedavisi yaptık. Detoks tedavisiyle vücudun bu tür vücuttaki serbest oksijen radikalleri, yani vücutta zarar veren toksit maddeleri vücuttan atmayı hedefliyor bu tür tedaviler. O yüzden glutatyon tedavisiyle aynı zamanda dokuyu gençleştirebiliyor. Çünkü toksit etkiler vücuttan uzaklaştığı zaman yumurtalardaki o zararlı maddeler de atılınca yumurtaların daha aktif bir şekilde çalışmasına, yumurtaların daha iyi bir şekilde güçlenmesine neden olabiliyor. Bu hastamızda glutatyon tedavisi sonrasında mutlu haberi aldı” dedi.

    “Hasta gebelik kesesini görünceye kadar gözlerine inanamadı”
    Bu haberi aldıklarında hastanın ilk önce gözlerine inanamadığını ifade eden Prof. Dr. Çoksüer, “Özellikle gebelik kesesini görünceye kadar. Gebelik kesesini görünce o mutluluk çığlıkları bizim için gerçekten de müthiş bir mutluluğa dönüştü. Bu da bizim mesleğimizin en güzel anlarından bir tanesi. Tabi hasta bize ilk geldiği başta umutsuzdu. Çünkü her şekilde her zaman yumurta rezervlerinin zayıf olduğu, yumurta kalitesinin düşük olduğu ve yumurtaların az çalıştığı söylenmiş. Bu da hastada ciddi bir umutsuzluğa neden olmuş. Bizde bu hastaya spesifik tedaviler, hastaya özgü tedaviler verdik. Glutatyon tedavisi verdik. Gerçekten hiçbir hastanın umutsuzluğa kapılmamasını öneriyoruz. Doğru hekim, doğru merkez ve doğru tedavi gerçekten çocuk sahibi olmak için en önemli tedavilerden bir tanesidir. Rabbim çocuk sahibi olmak isteyen herkese bu mutluluğu tattırmasını diliyorum” diye konuştu.

    Nurhan Satılmış, 11 senedir evli olduğunu birçok tedavi gördüğünü ve tedavilerden sonuçlar alamadığını belirterek arkadaşının tavsiyesi üzerine Hakan hocanın yanına geldiğini söyledi. Satılmış, “Burada bana glutatyon tedavisi önerdi hocamız ve şuan gebeyim. Yumurta rezervim iyi çalışmıyordu, glutatyon tedavisi önerdiler ve başarıda elde edildi. Şuan mutluyum, mutluluğumu nasıl anlatayım, nasıl tarif edeyim bilemiyorum. Tüm hastaları Hakan hocaya öneriyorum. Hakan hoca gerçekten kendi dalında, kendi başarısında çok çok iyi, 11 seneden sonra inanamadım. Şuan mutluluğumu herkesle paylaşmak isterim. Güzel bir haber bu, Allah herkese nasip etsin hayırlısını. Kucağına almayı da nasip etsin” şeklinde konuştu.

  • Ucuz Dönerde Yeni Hile ile İnsanların Sağlığıyla Oynuyorlar

    Prof. Dr. Canan Karatay dönerde çeşitli hilelerin olduğunu belirterek, “Anadolu’da bir laf vardır; Ucuz etin yahnisi olmaz. Onun için eğer bir şey ucuzsa mutlaka içerisinde katkı maddesi vardır. Dönerde ve hazır köftelerde soya ve katı yağlar çok fazla kullanılıyor. Hayvansal yağlar tehlikeli değildir” dedi.

    Karatay şöyle devam etti:

    “Çünkü hayvansal yağlar, katı yağ değildir. İnsan vücudunda ve hayvan vücudunda katı yağ olmaz. Hayvansal yağ kullandıklarını sanmıyorum çünkü çok değerli bir yağdır. Ancak ucuz diye de bunların kullanılması doğru değil. Başından beri tavuk dönere karşıyım. Tavuk döner olan büfelerin önünden geçerken bile midem bulanıyor. Tavuk, zaten tavuk değil. Bildiğiniz bir yerden pahalı da olsa istediğiniz kadar döner yiyebilirsiniz.”

    ‘Mezbahalarda çöpe atılan yağ’

    Döner ustası Yusuf Yaka dönerde nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlattı. Yaka, “İlk olarak dönere bakmanız gerekiyor. Zaten baktığınız zaman anlaşılıyor. Bir de fiyatına bakacaksınız. Fiyat da çok önemli. Dönere baktığınız zaman kendini belli eder. Dönerde gömlek yağı kullanılır. Bu asırlardır böyledir. Hayvanın derisinin üstünden çıkan yağdır. Maliyetten kaçmak için böbrek yağı dediğimiz hayvanın alt tarafından olan yağı alıyorlar. O yağ kalitesiz bir yağ. Normalde mezbahalarda çöpe atılan yağdır. O yağı sosluyorlar dönere takıyorlar” ifadelerini kullandı.

    ‘Vatandaşın ne yediğini bilmesi lazım’

    Bir başka döner ustası Hayri Taş ise şunları kaydetti:

    “Kavram yağı dönerde kullanılmaz. Bazı dönerciler piyasanın altında satmak, daha fazla sirkülasyon sağlamak için bunları kullanıyor. Bu da insan sağlığına çok zararlı ve tehlikelidir. Kuyruk yağı ya da kuzu döşü dediğimiz yağ kullanılır. Bunun dışında kesinlikle başka yağ kullanılmaz. Olursa da ucuz olur. Piyasada 5 liraya 8 liraya satılır. Bunlar da yenilmez. Vatandaşın ne yediğini bilmesi lazım. Piyasaya baktığın zaman ekmek 1.5 lira, döner nasıl 8 liraya satılsın. Karşıdan baktığınız zaman döner canlı olacak. Kavram dediğimiz yağ, sürekli aşağı akar zaten. Gerçekten çok sağlıksız. Dönerin fiyatının 15 liradan aşağı olmaması lazım.”

  • Ucuz Dönerde ”Yağ Hilesi” Tartışması

    Yemek kültürümüzde önemli bir yere sahip olan et döner kimi yerlerde 100 gramı 8 ile 10 lira arasında satılıyor. Ucuza satılan et dönerlerde yağ hilesi olduğunu iddia edildi.

    “HAYVANSAL YAĞLAR TEHLİKELİ DEĞİLDİR”

    İç hastalıkları ve kardiyoloji uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay dönerde çeşitli hilelerin olduğunu belirterek, “Anadolu’da bir laf vardır; Ucuz etin yahnisi olmaz. Onun için eğer bir şey ucuzsa mutlaka içerisinde katkı maddesi vardır. Dönerde ve hazır köftelerde soya ve katı yağlar çok fazla kullanılıyor. Hayvansal yağlar tehlikeli değildir. Çünkü hayvansal yağlar, katı yağ değildir. İnsan vücudunda ve hayvan vücudunda katı yağ olmaz. Hayvansal yağ kullandıklarını sanmıyorum çünkü çok değerli bir yağdır. Ancak ucuz diye de bunların kullanılması doğru değil. Başından beri tavuk dönere karşıyım. Tavuk döner olan büfelerin önünden geçerken bile midem bulanıyor. Tavuk, zaten tavuk değil. Bildiğiniz bir yerden pahalı da olsa istediğiniz kadar döner yiyebilirsiniz” diye konuştu.

    “MEZBAHALARDA ÇÖPE ATILAN YAĞ”

    Döner ustası Yusuf Yaka dönerde nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlattı. Yaka, “İlk olarak dönere bakmanız gerekiyor. Zaten baktığınız zaman anlaşılıyor. Bir de fiyatına bakacaksınız. Fiyat da çok önemli. Dönere baktığınız zaman kendini belli eder. Dönerde gömlek yağı kullanılır. Bu asırlardır böyledir. Hayvanın derisinin üstünden çıkan yağdır. Maliyetten kaçmak için böbrek yağı dediğimiz hayvanın alt tarafından olan yağı alıyorlar. O yağ kalitesiz bir yağ. Normalde mezbahalarda çöpe atılan yağdır. O yağı sosluyorlar dönere takıyorlar” ifadelerini kullandı.

    “DÖNERİN FİYATININ 15 LİRADAN AŞAĞI OLMAMASI LAZIM”

    Bir başka döner ustası Hayri Taş ise, “Kavram yağı dönerde kullanılmaz. Bazı dönerciler piyasanın altında satmak, daha fazla sirkülasyon sağlamak için bunları kullanıyor. Bu da insan sağlığına çok zararlı ve tehlikelidir. Kuyruk yağı ya da kuzu döşü dediğimiz yağ kullanılır. Bunun dışında kesinlikle başka yağ kullanılmaz. Olursa da ucuz olur. Piyasada 5 liraya 8 liraya satılır. Bunlar da yenilmez. Vatandaşın ne yediğini bilmesi lazım. Piyasaya baktığın zaman ekmek 1.5 lira, döner nasıl 8 liraya satılsın. Karşıdan baktığınız zaman döner canlı olacak. Kavram dediğimiz yağ, sürekli aşağı akar zaten. Gerçekten çok sağlıksız. Dönerin fiyatının 15 liradan aşağı olmaması lazım” diye konuştu.

    “ETLERİNİN DE KALİTELİ OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM”

    Vatandaşlar da ucuz et dönerle ilgili şunları söylediler. Nergis Gedik  “Ucuz dönerleri yememeye çalışıyorum. 10 liradan düşük fiyatta döner yenilmemesi gerektiği ile ilgili bir haber okumuştum. Ondan sonra daha yüksek fiyatlı ve kaliteli yerlerden yemeye özen gösteriyorum” dedi. Şahin Keskin ise  “Et zaten normalde pahalı bir şey. Ucuz et bulamazsınız dönerin 15-20 lira olması lazım. Bu da normaldir” diye konuştu. Nazlı Açık da ucuz olan dönerlere güvenemediğini belirterek “8-10 liralık dönerli yemiyorum. 15 lira ve üzeri dönerleri yiyorum. Yağlı oluyor zaten ucuz olan dönerler. Etlerinin de kaliteli olduğunu düşünmüyorum” dedi.

    Muhammed Akyol ise “Yeni çıkan dönerciler kurumsal dönerciler var. Onları daha çok tercih ediyorum. Nerede yapıldığı genelde belli oluyor. Kalitesi de belli. Fiyatı da daha uygun. O yüzden kurumsal yerleri tercih ediyorum” şeklinde konuştu.

  • Bel Fıtığı Hakkında Yanlış Bilinenler

    Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op.Dr.İbrahim Rızvanoğlu konu hakkında önemli bilgiler verdi.
    Op.Dr.İbrahim Rızvanoğlu, bel fıtığı hakkında bilinen yanlış ve doğruları şöyle sıraladı;
    Yanlış; Bel fıtığı olan kişilerde bel ağrısı bulunmalıdır, bel ağrısı yoksa bel fıtığı yoktur.
    Doğru; Bel ağrısı, kişilerin günlük aktivitesini kısıtlayan önemli bir sorundur. Ancak bilinenin aksine bel fıtığı olan kişilerin çoğunda bel ağrısı olmaz. Her bel ağrısı da bel fıtığı belirtisi olmayabilir.
    Yanlış; Bel fıtığının yeri cilt-altında elle dokunularak bulunabilir, ele gelen topaklar fıtıktır.
    Doğru; Bel omurları arasında destek görevi yapan kıkırdak dokunun çeşitli nedenlerle yırtılarak omurilikten çıkan kalçaya ve bacağa yayılan sinirlere baskı yapmasına bel fıtığı denir. Bu nedenle fıtığa elle dokunabilmek mümkün değildir. Ayrıca bel fıtığı kendini bazı belirtilerle gösterebilir. Akut ve kronik olarak olmak üzere 2’ye ayrılır.
    Yanlış; Bel fıtığı için doktora başvurulursa mutlaka ameliyat önerilir.
    Doğru; Bilakis hastaların yaklaşık %95’i ameliyatsız yöntemlerle tedavi edilir.
    Yanlış; Bel fıtığı oluşunca mutlaka ya yerde yatmalı ya da yatağın altına tahta koyarak yatmalıdır.
    Doğru; Sert yerde yatmak sırt ve bel kaslarının tutulmasına sebep olabilir yani yarar yerine zarar verebilir. Yarı ortopedik bir yatakta yatmak iyi bir seçim olabilir. Ama en önemlisi hangi pozisyonda rahat ediliyorsa o pozisyonda durulabilir.
    Yanlış; Yürüyüşte, merdiven çıkıp inilmemelidir, kişiler daha çok oturmayı tercih edilmelidir.
    Doğru; Oturmak bele binen yükün artmasına neden olur. Bu nedenle uzun süre aynı pozisyonda oturmaktan kaçınılmalıdır. 20 dakikadan fazla sürekli oturulmamalı, sık sık vücudun duruş pozisyonu değiştirilmelidir.
    Yanlış; Yüzmeyle bel fıtığı tamamen düzelir.
    Doğru; Yüzme çoğunlukla iyi gelir ve önerilir ama her zaman tamamen çözmez. Bel fıtığı sorununa karşı yani bel fıtığından korunmak adına daha etkilidir.
    Yanlış; Beli ağrıyan kadınlar topuklu ayakkabı giymemeli.
    Doğru; Burada ayakkabının topuk boyu önemlidir. Ayakkabının topuğu 6 santimi geçmediği sürece herhangi bir sorun oluşturmaz. Aslında tamamen düz olan ayakkabılar kadınların beli için daha zararlıdır. Ayrıca tamamen düz olan babet tarzı ayakkabılar ayak sağlığında da içinde sorunların oluşmasına neden olabilir.
    Yanlış; Kilo vermek bel fıtığını sorununu tamamen çözer.
    Doğru; Fazla kilo eklem sağlığı içinde bir çok probleme zemin hazırlayabilir. Ancak bu kilolar dizler ve kalça için zararlıdır, bel için o kadar fazla etki oluşturmaz. Bu nedenle kilo vermek bel fıtığı semptomlarını önemli ölçüde azaltsa da ama tamamen çözmez.
    Yanlış; Bel fıtığı ameliyatlarında hasta mutlaka genel anestezi ile yapılmak zorundadır.
    Doğru; Günümüzde epidural anestezi yöntemi ile hasta uyumadan da ameliyat yapılabilmektedir. İlla genel anestezi uygulamasına gereklilik yoktur.
    Yanlış; Bel fıtığı ameliyat edilse dahi mutlaka nüks eder.
    Doğru; Bel fıtığı ameliyatı olmaya karar veren ve olan hastaların en tedirgin olduğu konuların başında ”Acaba ameliyat sonrası bel fıtığım tekrar olur mu ? ” Bel fıtığı ameliyatları sonrasında fıtığın tekrarlama sıklığı, mikro cerrahi ameliyatlarda oldukça düşüktür.”

  • Safra Kesekinden 3 Bin 765 Adet Taş Çıkarıldı

    Karın ağrısı ve mide bulantısı şikayetiyle özel bir hastaneye başvuran 60 yaşındaki Hanım Yaşar’ın yapılan tetkiklerinde, safra kesesinde taş olduğu tespit edildi. Genel cerrahi uzmanı Opr. Dr. Aziz Cengiz tarafından ameliyata alınan Yaşar’ın safra kesesinden 3 bin 765 taş çıkarıldı.
    Ameliyatla ilgili açıklama yapan Opr. Dr. Aziz Cengiz, hastanın başarılı bir ameliyatla sağlığına kavuştuğunu belirterek, “Ameliyat sonrasında hastamızın safra kesesinden çıkan taş sayısı biri biraz şaşırttı. Taşların sayımı için 4 arkadaşımızı görevlendirdik. Yaklaşık bir saat sürdü sayım. 3 bin 765 adet taş sayıldı” dedi.
    Cengiz, hastanın genel durumunun iyi olduğunu ve taburcu olacağını açıkladı.
    Safra kesesi taşları bayanlarda özellikle sık olduğunu dile getiren Cengiz, “Son dönemlerde genç yaştaki erkeklerde safra kesesi taşı artmakta. Bunda da özellikle beslenme alışkanlığının değişimi ve hareketsiz yaşam etkili oluyor” dedi.

  • Doç. Dr. Karakeçili: “HIV/AIDS Sosyal İlişkilerle Bulaşmaz”

    Dünya AIDS Günü dolayısıyla bir açıklama yapan Doç. Dr. Faruk Karakeçili, şu bilgilere yer verdi:
    “İnsan immün yetmezlik virüsü (HIV) bağışık yanıtta görev alan hücrelerimizi hedef alarak hasara uğratır. Bu hücrelerin kaybı sonucu savunma sistemi zayıflar ve ileri aşamalarında bağışıklık sistemi çöker. Böylece, normal sağlıklı bir insanda çok sorun oluşturmayacak olan basit enfeksiyonlar veya fırsatçı enfeksiyonlar çok ciddi seyrederek ölüme sebep olabilir. HIV/AIDS dünyada ilk tanımlandığı 1980’li yıllardan günümüze kadar milyonlarca ölüme sebep olmuştur. HIV/AIDS din, dil, ırk, cinsiyet ve ülke ayrımı yapmadan hızla yayılmakta ve ülke ekonomilerine büyük yük getirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2018 yılında 770 bin kişi HIV/AIDS ve buna bağlı bağlı komplikasyonlar nedeniyle yaşamını yitirmiştir. 2018 yılı sonu itibariyle yaklaşık 37.9 milyon HIV ile yaşayan insan olduğu bildirilmiştir. Son 5 yıl içinde ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde yeni tanı konan HIV/AIDS vakalarındaki artış dikkat çekicidir.

    Günümüzde virüsü tamamen yok edip kür sağlayacak bir tedavi olmamakla birlikte çok etkili tedaviler mevcuttur. Antiretroviral tedavi (ART) kullanımı sonucu virüs yükü ciddi olarak baskılanmakta ve yaşam kalitesi ve beklentisi oldukça artmaktadır. Dünyada 2000 ila 2018 yılları arasında, yeni HIV enfeksiyonları %37 azalırken HIV’e bağlı ölümler %45 azalmış ve bu süre zarfında ART sayesinde 13.6 milyon hayat kurtarılmıştır. Günümüzde tüm dünyada yetişkinlerin %62’sinin, çocukların ise %54’ünün yaşam boyu ART aldığı bildirilmektedir. Günümüzde düzenli ART kullanımı ile birlikte HIV/AIDS artık ölümcül değil tıpkı diyabet, hipertansiyon gibi kronik hastalıklar kategorisine alınmıştır.

    HIV’in temel bulaşma yolları; korunmasız cinsel ilişki, kan/kan ürünleri ve HIV(+) bir anneden bebeğine doğum sırasında veya doğum sonrası emzirme yoluyladır. Dünyada halen en sık bulaşma yolu korunmasız cinsel ilişkidir ve prezervatif (kondom) kullanımı bulaşmanın engellenmesinde oldukça etkilidir. HIV; sarılmakla, el sıkışmakla, öpüşmekle, aynı kaptan yemek yemekle, aynı ortamdaki havayı solumakla bulaşmaz. Yani, genel olarak toplumdaki yanlış algının aksine HIV sosyal ilişkilerle bulaşmaz. Henüz etkili aşısı olmayan HIV/AIDS ile en etkili mücadele yolu, bu virusun bulaşma yollarını bilerek etkin bir biçimde korunmaktır. Bununla birlikte korunmasız cinsel ilişki gibi riskli bir temas sonrası test yaptırılması, test sonucunun pozitif saptanması durumunda hekim kontrolünde tedavi olunması önerilmektedir.

    HIV/AIDS konusunda toplum farkındalığını artırmak üzere, 1988 yılından beri 1 Aralık günü Dünya AIDS Günü olarak kabul edilmiştir. Küresel sağlık kampanyası kapsamında Dünya AIDS Günü’nün 31. yılında Dünya Sağlık Örgütü etkinlikler yapmaktadır. Bu kapsamda dünya çapında her yıl olduğu gibi bu yıl da HIV/AIDS’e dikkat çekmek amacıyla hastaneler, mesleki dernekler ve sivil toplum kuruluşları tarafından etkinlikler düzenlenmektedir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de HIV/AIDS’in yayılımının sınırlandırılması, hatta durdurulması, öncelikle toplumun bulaşma ve korunma yolları konusunda bilgi düzeylerinin ve farkındalığının artırılmasıyla mümkün olacaktır. Hastalığın tanınması ve erken tanı konulmasıyla birlikte, erken tedavi başlanması çok önemlidir. Erken tanı ve tedavi, HIV pozitif bir bireyin kendi sağlığı kadar diğer kişilere bulaştırmanın engellenmesi açısından da çok önemlidir. Özellikle etkili koruyucu önlemlerin alınması, hastalığın erken tanı ve tedavisi için Dünya AIDS Günü’nün bu anlamda uyarıcı işlevi olması hedeflenmektedir”

  • Soğuk Havalar Kalbi Krizi Riskini Arttırıyor

    Isı kaybını önlemek için vücutta otomatik reflekslerin devreye girmesi ile başta derideki damarlar olmak üzere yaygın damar ağlarında büzüşme sağlanarak sıcak kan kalbe yönlendirildiğini ifade eden Medicana Bursa Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Enbiya Aksakal, “Koruyucu refleksler aynı zamanda sıcak kanın tekrar vücuda pompalanması için kalp hızını arttırmakta böylece nabız hızlanmaktadır. Sonuçta hem kalbe geri dönen kan miktarı hem de dakikada kalp atım sayısı artması sebebiyle kalbin iş yükü artmış olmaktadır. Kalbin iş yükünün artması kalp kasına olan kan akımında arz ve talep dengesini değiştirmektedir. Bu sebeple şiddetli soğuklarda ve aşırı ısı kayıpları olan durumlarda sağlıklı insanların kalplerinde bile kalp kasında beslenme yetersizliklerine ve buna bağlı olarak göğüs ağrısı, göğüste yanma ve baskı hissine yol açmaktadır. Soğuk havaya bağlı kalbin iş yükünün artması ve kan akımında arz ve talep dengesinin olumsuz etkilenmesi kalp damar hastalıkları olan bireylerde kalp hastalıklarına bağlı şikâyetlerin artmasına veya tıbbi tedaviye rağmen şikâyetlerin giderilememesine yol açmaktadır” dedi.

    Soğuk havanın doğrudan kalp damarlarında da büzüşmeye sebep olarak kalp kaslarında beslenme yetersizliklerine yol açtığını belirten Aksakal, “Bu sebeple aniden ve şiddetli olarak soğuğa maruziyet kalp krizlerine ve ani kalp ölümlerine yol açmaktadır. Kış aylarında kalp krizi riski yaz aylarına göre 2- 3 kata kadar yükselmektedir ve klinik olarak daha kötü seyretmektedir. Soğuk hava aynı zamanda vücutta damarlarda büzüşmeyle birlikte pıhtılaşmaya meyil oluşturarak kalp hastalıklarına bağlı şikâyetlerin ortaya çıkmasına, şiddetlenmesine veya aniden olumsuz sonlanmasına yol açmaktadır. Soğuk havaya maruziyet süresi uzadıkça kalp sebepli olumsuz olay sıklığı orantılı olarak artmaktadır. Daha önce kalp hastalığı olmayan bireylerde soğuk hava ile birlikte göğüs ağrısı veya göğüste baskı, yanma hissi meydana gelmesi kalp damar hastalığını şüphelendirecek önemli bir belirtidir” diye konuştu.

    Kalp hastalarının soğuk havalarda basit önlemlerle korunabileceğini de ekleyen Aksakal, “Kalın giysiler giyilmesi, meyve sebze tüketiminin ölçülü olarak devam ettirilmesi, hareketsizlikten kaçınılması, düzenli egzersiz yapılması, beslenme ve uyku düzenine dikkat edilmesi, gerekli hallerde D vitamini takviyesi alınması, nezle-grip durumlarında hekime danışmadan ilaç kullanılmaması, grip aşısı yaptırılması, kullanılmakta olan kalp ve hipertansiyon ilaçlarına devam edilmesi kolay uygulanabilir koruyucu yöntemlerdir” ifadelerini kullandı.

  • METÜM’de Organlar Aslına Uygun Üretilerek Hastanın Vücuduna Yerleştirilebiliyor

    SBÜ bünyesindeki METÜM’ün çalışmalarının konu alındığı etkinliğe, SBÜ Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl, METÜM Müdürü Doç. Dr. Simel Ayyıldız, akademisyenler ve tıp öğrencileri katıldı.
    SBÜ Rektörü Prof. Dr. Erdöl burada yaptığı konuşmada, kişiye özel implant tasarım ve üretimi yapan METÜM’ün, sanayici ve kurumlar için endüstriyel alanda ürün tasarımı ve üretimleri ile bu alanda öncü merkezlerden biri olduğunu vurguladı.


    METÜM’ün ayrıca üniversiteler ve araştırmacılar için ARGE projelerine tasarım ve üretim açısından da destek verdiğini anlatan Erdöl, “METÜM’de, kafatası, göğüs, çene, omurga ve yüz gibi bölgelerde kaza, silahla yaralanma ya da doğumsal nedenlerle kaybedilen, olmayan organlar aslına bire bir uygun üretilerek hastanın vücuduna yerleştirilebiliyor. Merkezimiz, kamuda medikal anlamda tasarımdan üretime hizmet eden ve sertifika üretimleri yapan tek merkezdir” diye konuştu.
    Prof. Dr. Erdöl, merkezde, konvansiyonel yöntemlerle rekonstrüksiyon yapılamayan vakalarda kafatası, kalça kemiği, çene, göğüs kemiği gibi yaşam kalitesi için büyük önem taşıyan, parçalanan ya da alınan kemik dokularının yerine 3 boyutlu yazıcı teknolojisiyle üretilen parçaların da eklenebildiğini belirtti.

    “Daha fazla hasta merkezimizden yararlanabilecek”
    Hasta memnuniyeti ve medikal işlemlerde verimliliğin arttırılabilmesi, mikro ve makro boyutlardaki ürünlerin geliştirilmesi yönünde, gerekli araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin yürütüldüğünü de anlatan Erdöl, METÜM’de imal edilen tıbbi cihazların finansmanının, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından karşılanmasına yönelik protokol imzalandığını da hatırlattı.
    Erdöl, “Özellikle gazilerimizin ve diğer vatandaşlarımızın ortez-protez ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik güzel bir adım attık. Bu protokolle, kamuda daha fazla hasta, merkezimizden yararlanma imkanı bulabilecek. Vatandaşlarımızın daha etkin bir şekilde sağlık hizmetine ulaşmasına katkı sağlamak ve yaşam kalitelerini arttırmak bizim için çok önemli. Aynı zamanda alternatif üreticilerle rekabet edebilmek ve yurt çapında yaygın olarak tercih edilebilme adına önemli bir avantaj sağlamış olduk.” diye konuştu.

    “Tasarım ve üretim aynı merkezde”
    METÜM Müdürü Doç. Dr. Simel Ayyıldız ise konuşmasında, merkezin esas amacının gazilere hizmet etmek olduğunu belirterek, 2011’de kurulan merkezin 2016’da Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredildikten sonra 2018’de Gülhane Medikal Tasarım ve Üretim Merkezi adını aldığını söyledi.
    Türkiye’de tek, dünyada ise sayılı merkezlerden olan METÜM’ün özelliğinin, tasarımdan üretime tüm hizmetin aynı çatı altında verilmesi olduğunu dile getiren Ayyıldız, “Tasarladıklarımızı aynı yerde üretebilme imkanına sahibiz. Bu da bizi bu alanda öncü ve lider bir merkez konumuna taşıyor. Kişiye özel implantlar üretirken bunları araştırma, geliştirme faaliyetleriyle insan sağlığına daha faydalı hale getirmeye çalışıyoruz.” ifadelerini kullandı.
    Ayyıldız, merkezde; kişiye özel üretilen implantların, trafik kazası, kanser, ateşli silah yaralanması gibi durumlarda sert doku ihtiyacı için standart yollarla yapılması mümkün olmayan her bir hasta için özel olarak tasarlanan vücut protezlerinin üretiminin yapıldığı bilgisini verdi. Konuşmaların ardından, kişiye özel implant üretimleriyle sağlığına kavuşan hastalara yapılan operasyonlar hakkında bilgi verildi.