Kategori: Sağlık

  • HIV Raporu: Türkiye’de 22 Bin Taşıyıcı Var, Yüzde 80’i Erkek

    1 Aralık Dünya AIDS Günü nedeniyle virüse dair bilgi veren Prof. Dr. Emel Erdal Çalıkoğlu, virüsün vücuda girmesinden itibaren bağışıklık sistemini çökerttiğini dile getirdi.

    Prof. Dr. Çalıkoğlu, HIV’in tedavi edilmemesi halinde evrildiği AIDS’in ölümcül olduğunu anımsatarak HIV virüsünün dokunmak, sarılmak, tokalaşmak, gözyaşı, ter, tükürük, giysilerin ortak kullanımı, tabak, çatal, bardak paylaşımı, genel  tuvalet, havuz, banyo, hamam ve sauna paylaşımı gibi ortak kullanım alanlarından bulaşmadığını kaydetti.

    ’22 bine yakın HIV taşıyıcısı var’

    Dernek başkanı, Türkiye ve dünyaya ilişkin istatistikleri şöyle anlattı: “AIDS vakaları son altı yılda beş kat arttı. Bugün için dünya üzerinde çoğunluğu Afrika’da olmak üzere 36.9 milyon kişinin HIV ile yaşadığı bilinmektedir. 2017 yılında 1 milyon 800 bin yeni vaka tanımlanmış, 940 bin kişi AIDS ile ilişkili hastalıklardan kaybedilmiştir. Virüs bulaşan insanların yüzde 75’i kendi hastalıklarının durumunun farkındayken 9.4 milyon kişi kendi hastalığının farkında bile değildir. Dünyada her hafta 15-24 yaş aralığındaki 7 bin genç kadın HIV’le enfekte hale gelmektedir.

    Türkiye, dünyada HIV-AIDS açısından hastalığın az sıklıkta görüldüğü ülkeler arasında değerlendirilmektedir. Ülkemizde 1985 yılında üç olan toplam vaka sayısı, 31 Aralık 2018 itibariyle toplam 21 bin 520’dir. Bu vakaların yüzde 79.9’u erkek, yüzde 20.1’i kadın olup yüzde 15.4’ü yabancı uyruklu kişilerden oluşmaktadır. Vakaların en fazla görüldüğü yaş grubu 25-34 yaş grubudur.”

    ‘Taşıyıcıların yarısı bilmiyor’

    Pozitif Dayanışma adlı platformun açıklamasında, HIV taşıyıcılarının düzenli ilaç kullanması durumunda hayatılarına ‘herkes gibi’ devam edebildikleri ifade edildi.

    “HIV ile yaşamak sürekli bir hastalık hali değildir, HIV ile yaşayanlar da hasta değildir” denen açıklamada, HIV’le yaşayan kişilerin yüzde 49’unun, virüs taşıyıcısı olmadığını bilmediklerinin tahmin edildiği dile getirildi.

    Açıklamada, bu kişilerin HIV’e karşılık Antiretroviral (ART) tedaviye erişimlerinin olmadığı belirtilerek, tedavinin virüsün bulaşmasını engellediği kaydedildi.

    ‘Ayrımcı tutum sergileniyor’

    Açıklamada şöyle dendi: “Türkiye’de HIV tanısı almak ve tedaviye erişmek zor gibi görünmese de toplumsal önyargılar, damgalanma, ayrımcılığa maruz kalma endişesi gibi nedenlerle kişiler düzenli test yaptırmaktan kaçınmaktadır. Yasalar gereği sağlık sigortası sahibi herkesin, eşit olarak sağlık imkânlarından yararlanması gerekirken uygulamada ciddi sıkıntılar yaşanabilmektedir. 

    Devlet hastanelerinde ya da özel kliniklerde test için ısrarla kimlik bilgilerinin istenmesi, sağlık çalışanlarının HIV hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip olmamaları, ayrımcı tutum ve davranışlar sergilemeleri kişilerin düzenli test yaptırmalarının önünde ciddi engeller teşkil etmektedir. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı tarafından HIV alanında çalışan sivil toplum örgütleri de sürece dahil edilerek tüm sağlık çalışanlarına, doğru ve güncel bilgilerle, damgalama ve ayrımcılığın önlenmesi amacıyla eğitimler düzenlenmelidir.”

    Açıklamada, tanı merkezlerinin sayısının artırılması talep edilirken, yabancıların sigorta başlangıçlarının HIV tanısından sonraya rastlaması nedeniyle ilaçlarını sigorta kapsamında alamadıkları aktarıldı.

  • Komşu Şifayı Edirne’de Arıyor

    Bulgarca, Sırpça, Arnavutça, Makedonca, Boşnakça başta olmak üzere 6 dil bilen hastane personeli, güler yüzleriyle hastane girişinde karşıladıkları hastalara yardımcı oluyor.
    Son teknolojiye sahip cihazlarla ve otel konforundaki hasta odalarıyla şifa dağıtan Edirne Sultan 1. Murat Devlet Hastanesi, engelli hastalar başta olmak üzere hastaların ve refakatçilerin bütün ihtiyaçlarını düşünerek hazırlanan özellikli hemşire çağrı sistemi sayesinde artık hastalara bir nefes kadar yakın.

    Hastanenin nitelikli ve yetkin kadrosu, bir anne şefkatiyle beraber tam donanımlı yeni doğan ünitesiyle minik bedenlere hayata tutunma çabasında destek veriyor. Hastane yönetimi tarafından yaptırılan özellikli görüntüleme sistemi sayesinde ise aileler yeni doğan ünitesinde yatan bebeklerini her an izleyebiliyor.
    Edirne ve Trakya’nın yanı sıra Balkan ülkelerindeki vatandaşların da gözdesi haline gelen “balkanların sağlık üssü” Edirne Sultan 1. Murat Devlet Hastanesine yurt dışından gelen hasta sayısı her geçen gün artıyor.

    Edirne Sultan 1. Murat Devlet Hastanesi Başhekimi Opr. Dr. Mustafa Talha Sütçü, gazetecilere yaptığı açıklamada, sağlık turizmi kapsamında hastane açıldığından beri binlerce, son 10 ayda da yüzlerce yabancı uyruklu vatandaşın tedavi edildiğini söyledi.
    2019 yılında yabancı uyruklu hasta sayısında yüzde 50’ye yakın artış yaşandığını açıklayan Opr. Dr. Sütçü, Ocak-Ekim ayları arasında 921 yabancı uyruklu hastayı tedavi ettiklerini belirtti.
    Tedavilerini özellikle Edirne Sultan 1. Murat Devlet Hastanesinde yaptırmak isteyenlerin çoğunlukla Bulgaristan vatandaşı olduğunu ifade eden Sütçü, bu senenin ilk 10 ayında 222 Bulgaristan vatandaşını tedavi ettiklerini açıkladı.

     

    En çok tedavi başvurusunda Yunanistan’ın ikinci sırada yer aldığını söyleyen Sütçü, ardından Azerbaycan ve Türki Cumhuriyeti ülkelerinin geldiğini belirtti.
    Opr. Dr. Sütçü, sağlık turizmi kapsamında daha çok Balkan coğrafyasına hitap ettiklerinin altını çizerek, hastaneye gelen yabancı uyruklu hastaların balkan dillerinin yanı sıra 6 dil bilen personel tarafından karşılandığını açıkladı.

    Hastane personeline yönelik Yunanca ve Bulgarca dil kurslarının devam ettiğini de vurgulayan Opr. Dr. Sütçü, hasta memnuniyetine önem verdiklerini söyledi.

    Balkan ülkelerinde yaşayan soydaşlara seslenen Sütçü, soydaşların konsolosluklardan Türk soylu belgelerini aldıklarında ayrı bir ücretlendirmeye tabi olmayacaklarını açıkladı.
    Sağlık turizmi kapsamında gelen hastaların tedavilerinin başarıyla tamamlandığını ve mutlu şekilde tabucu olduğunu anlatan Sütçü, Hastanenin sağlık turizmi akreditasyon belgesi aldığını da vurguladı.

  • Türk Doktorlardan Suriye’ye Sağlık Desteği

    Türkiye’den gelen gönüllü doktorlar, Suriye’de çadır kamplarında yaşam mücadelesi veren hastaları ziyaret edip muayene ettiler. Yapılan sağlık faaliyetleri hakkında açıklama yapan Konya Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Mehmet Sadrettin Özerdem, “Giderken şartların kötü olduğunu tahmin edebiliyorduk ama bu kadar acı bir tablo ile karşılaşacağımızı beklemiyorduk” dedi.


    Binlerce yetim çocuk, kimsesiz yaşlı ve hasta insanlar STK’lardan gelen yardımlarla zor şartlarda yaşamaya çalıştıklarını ifade eden Dr. Özerdem, “Ülkemizin yanı başında yaşanan bu acıyı halkımıza aktarabilmek ve kışı iptidai çadırlarda geçirmek zorunda olan bu insanlara yardım edebilmek, onlarla birlikte insanlığımızı da kurtaracaktır diye düşünüyoruz” şeklinde konuştu.
    Türkiye’den gelen tüm STK’lara gönülden teşekkür ettiğini söyleyen Özerdem, “Onların desteği ile hayata tutunan mazlum insanların duası eminiz ki yerini bulacaktır. Kadirşinas milletimizin de orada yaşanan acıya duyarsız kalmayıp desteğe devam edeceğinden kuşkumuz yoktur. Orada gerçekten büyük bir dram var” diye konuştu.


    Tespit edilen ve muayenesi gerçekleştirilen hastalara reçeteler yazılıp, İHH’nın ücretsiz ilaç dağıtımını gerçekleştiren eczanesinden ilaçlar tedarik edildi.

  • Kalpte Koroner Arter Hastalığına Dikkat Edin

    Özel Mersin Ortadoğu Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Parmaksız, kadınların ve erkeklerin kalp tedavileri konusunda dikkatli olması gerektiğini söyledi. Kalbin kendisini besleyen damarların çeşitli sebeplerle daralması sonucunda oluşan göğüs ağrısından, kalp krizine ve ölüme kadar değişen hastalıklara koroner arter hastalığı dendiğini kaydeden Parmaksız, “Kalp, insan vücudunda dolaşım sistemimizin devamlılığını sağlayan bir pompa görevi görür. Akciğerlerde temizlenen kanı vücuttaki organlara pompalar. İşte bu pompalama görevini kendisini oluşturan kas kitlesi sayesinde gerçekleştirir. Ancak bu görevi görebilmesi için kendi kas kitlesinin de temiz kana ihtiyacı vardır. Bu kanı taşıyan damarlara koroner arter, bu damarların hastalığına ise koroner arter hastalığı denmektedir” dedi.

    Hastalığın faktörlerini açıklayan Parmaksız, şöyle devam etti; “Koroner arter hastalığına bağlı ölümlerin erkeklerde 66 bin, kadınlarda ise 61 bine yaklaşan ölüm oranı ile karşımıza çıkan en önemli hastalıkların başında gelmektedir. Risk faktörlerinin en önemlisi yaş ve cinsiyettir. Yaş olarak erkeklerde belirli bir oranda devam ederken, kadınlarda bu oran menopoza kadar daha düşük oranda gözükür. Menopozdan sonra kadınlar ve erkekler arasındaki risk eşitlenmektedir. Genellikle erkeklerde erken yaşlarda bu oran kadınlara göre iki kat fazla görülmektedir. Diğer risk faktörümüz hipertansiyondur. Hipertansiyonda koroner arter riski olarak yüzde 35 koroner arter hastalığına bağlı ölümleri arttırabilmektedir. Üçüncü risk faktörümüz sigaradır. Sigara genellikle vücudumuzda sempatik sinir sistemi aktivasyonuna bağlı olarak riski arttırabilmektedir. İnflamatuar faktörler CRP homosistein seviyesini arttırarak koroner kalp hastalığı riskini arttırabilmektedir. Bir başka risk faktörümüz ise diyabettir. Diyabet genellikle insülin direnci ile seyir etmek ile birlikte, insülin direncimizin arttığı, kan şeker oranımızın 110ml/desirtenin üstünde olduğu durumlarda koroner arter hastalığı riskini arttırabilmektedir. Hiperlipidemi kolesterol seviyemizdeki artışlar da koroner arter hastalığı riskimizi arttırabilmektedir. Beşinci risk faktörümüz ise sedanter yaşam, yani sakin ve sıkıntısız bir yaşam beklerken stresli bir yaşam tarzı bizim koroner arter hastalığı riskimizi attırabilir. Genetik risk faktörleri önemli birer kardiyovasküler risk faktörleridir.”

    Özellikle erkeklerde 45 yaşından önce, kadınlarda ise 55 yaşından erken ailesinde birinci derece kalp damar hastalığı olan kişilerin, koroner kalp hastalığı riskinin iki kata çıktığını ifade eden Parmaksız, “Diğer risk faktörlerimiz metabolik sendrom başlığı altında anlatılabilir. Metabolik sendromda santral obezite oranı çok önemlidir. Özellikle bayanlarda 88 santimetre ve üzeri bel çevresi, erkeklerde 102 santimin üzerinde olması tetiklemektedir. Kandaki RDL seviyemizin yükselmesi de etkilidir. Özellikle RDL kolesterol seviyemizin artması buna sebep olmaktadır. Trigliserid seviyemizin 150 ml/desitrenin üzerinde olması, kan şekeri seviyemizin 110/desitrenin üzerinde olması, kan basıncı seviyemizin 145-135/80 ml civarı değerinin üzerinde olması bu hastalığın risklerini arttırır” ifadelerini kullandı.

    Kalp damar hastalıklarından korunmanın risk faktörlerinin tedavisiyle mümkün olduğuna değinen Parmaksız, “Düzenli ve dengeli beslenin. Hafif orta tempoda günlük yürüyüşler yapın. İdeal kilonuzu koruyun. Sofrada tuz kullanımından ve tuzlu gıda tüketiminden kaçının. Aşırı yağlı beslenmeden uzak durun. Beyaz eti (balık, tavuk, hindi) kırmızı ete tercih edin. Alkol gibi kötü alışkanlıklardan uzak durun. Eğer içiyorsanız sigarayı derhal bırakın. Tansiyonunuzu düzenli aralıklarla ölçtürün. Açlık kan şekerinizi düzenli aralıklarla baktırın. Birinci derece akrabalarınız içerisinde 50 yaşından önce koroner arter hastalığına (kalp krizi, stent veya bypas) yakalanmış olanlar varsa siz de mutlaka sağlık kontrollerinizi yaptırın” diye konuştu.

  • Sedef Hastalığı Hayatını Yaşanmaz Hale Getirdi

    26 yaşındaki Murat Kılıç, 12 yaşındayken sedef hastalığına yakalandı. İlk zamanlar sadece başının arkasında pullanma oluşan Kılıç, bunu çok önemsemedi ve ilaç kullanarak hayatına devam etti. 20 yaşına geldiğinde ise İstanbul’da bir otelde çalışan Kılıç’ın hastalığı ilerlemeye başladı. Murat Kılıç’ın 2 yıl içerisinde tüm vücudunda pullanma başladı ve insanlar kendisinden korkmaya, konuşmamaya başlayınca işinden ayrılıp ailesinin yanına Adana’ya geldi.

    “Hastalık gün geçtikçe ilerliyor”
    Sertleşen derisi kas hareketini engelleyen ve zorlayınca kanamaya neden olan hastalığı nedeniyle iş yapamaz hale gelen Kılıç, topluma karışmak ve insanlarla iletişim kurmak istediğini belirterek, şunları söyledi:
    “İlk önce başımda başlamıştı biz kepek diye ciddiye almadık. Daha sonra başımı iyice ele geçirdi. Doktorlara gittik ilaçlar verip tedavi ettiler bir süre geçti. İlerleyen zamanlarda küçük yaralar halinde vücudumun çeşitli yerlerinde çıkmaya başladı. Hep bir umut doktorlara gittim ama aynı şeyi dediler. Stres yapma, şu yemekleri yeme, bu hastalık gitmez, tedavisi yok dediler. Bu hastalık gün geçtikçe ilerliyor. Eskiden çalışıyordum ama bu hastalık ilerleyince işten ayrılmak zorunda kaldım. Topluma çıkamıyorum bir yere gidemiyorum. Kimseyle diyalog kuramıyorum. Bir çare istiyorum kendime.”

    “Allah rızası için sesimi duyun”
    İstanbul’da sedef hastalığı üzerine çalışmalar yapan ve hastalığı yüzde yüz tedavi ettiğini öğrendiği Dr. Mehmet İlteber Bahadır’a gitmek istediğini söyleyen Kılıç, “Bu hastalığı tedavi eden kişiymiş. Garanti de veriyor. Sekreterleriyle irtibat kurdum ve 4 ile 7 bin lira arasında para istediler. Benim de hastalığım şiddetli o nedenle 7 bin lira gidermiş. Beni bu doktora ulaştırsınlar. Ben bir şey istemiyorum. Gereken neyse yapılsın. Allah rızası için sesimi duyun” diye konuştu.
    İnsanlar kendisinden korktuğu için eve kapalı bir yaşam sürdüğünü ifade eden Kılıç, “Topluma karışmak istiyorum. İnsanlar benden korkuyor. Berbere gidiyorum içerdekiler dışarı çıkıyor sigara içmek bahanesiyle sonra da kayboluyorlar. Ben de utanıyorum artık. Çıkmıyorum. Annem evde bana yardım ediyor. Korkuyorlar, haklılar” ifadelerini kullandı.

  • Polikistik Over Sendromu (PCOS) Nedir? Polikistik Over Sendromlılar Nasıl Beslenmeli?

    Kadın sağlığı doğrudan hormonlar ile bağlantılıdır. Hormonal bozukluklarda ise ciddi hastalıklar ile karşılaşabiliriz. Polikistik over sendromu hormonal bir rahatsızlıktır ve bir çok kadında görülebilir. Polikistik over sendromu ve beslenme ile ilgili ” polikistik over sendromu nedir, polikistik over sendromunda nasıl beslenmeliyiz ” merak edilenleri Diyetisyen Tuğçe Yardal açıkladı.

    Polikistik over sendromu ve beslenme

    PCOS; yumurtalıklarda çeşitli nedenlerle oluşan hormonal ortam dengesizliği sonucu yumurtlamanın bozulması ve aşırı androjen salgılanması durumudur. Kısaca hormon dengesi bozukluğu da denebilir. Genel olarak kan şekerinin normal sınırlar içerisinde kalmasını sağlayan insülin hormonu metabolizmasında bozukluk da söz konusu olabildiğinden dışarıdan bakıldığında yalnızca adet düzensizliği ve tüylenme olan PCOS, aslında insülin hormonunun da işin içerisine katılmasıyla tüm vücudu etkileyebilen bir metabolizma hastalığıdır. Polikistik Over Sendromu ve insülin direnci olan kadınlarda karın bölgesinde kilo alma, kilo verememe, hipoglisemik dönemler ve aşırı karbonhidrat tüketme isteği görülür. Çoğu zaman kilo vermede zorlanmanın sebebi PCOS olabilmektedir.

    Peki, ne gibi etkilere yol açar?

    PCOS tanısı konulursa ilerleyen dönemlerde Tip II diyabet gelişme olasılığının arttığı bir durumdur. Özellikle yüksek kilolu bireylerde bu risk daha da yüksek olmakla beraber 40 yaşın üzerinde olan PCOS’lu kadınların yaklaşık %40’ında diyabet gelişebilmektedir.

    Polikistik overli kadınlar, sağlıklı beslenmeyi ve günde en az 30 dakikalık yürüme gibi fiziksel bir aktiviteyi gündelik yaşamlarına katmalıdırlar.

    Bu kişilerin öncelikli tedavisi kilo vermek olmalıdır. Diyet ve egzersize ilave olarak hormonal dengesizlikleri düzeltmeye ve kan şekerini dengelemeye yönelik doktor tarafından uygun görülen ilaç tedavisi başlanabilmektedir.Bu hastalarda zayıflama normalden yavaş olabilir. Doktor ve diyetisyen kontrolleri ile kişi motive edilerek sağlıklı beslenmeyi bir yaşam biçimi haline getirmeli istenilen hedef kiloya ulaşılarak koruma programına geçilmelidir.

    Beslenme Önerileri

    1.Düşük glisemik indeksli beslenme benimsenmelidir,

    Düşük glisemik indeksli beslenme şekli kan şekerini daha yavaş yükselttiğinden insülin direnci önlenebilir. İşlenmiş rafine edilmiş karbonhidrattan, şekerli besinler ve özellikle içeceklerden kaçınılmalıdır.

    2.Polikistik over sendromlu hastalara ara öğünün önemi anlatılmalıdır.

    Kan şekerini dengeleyebilmek adına öğünler arasında en az 2 en fazla 3 saat olmalıdır. Engel bir durum olmadıkça çiğ ve pişmiş sebzeler, tam tahıl ürünleri, kabuklu meyveler tercih edilmelidir. Böylece ara öğünde tokluk süresi uzatılmış olur. Karbonhidratlar ve proteinler bir arada tüketilmelidir. Kişinin isteğine bağlı olarak örneğin; peynirli tam buğday ekmeğinden sandviç, meyveli yoğurt ideal bir ara öğün olacaktır.

    3.En güzel öğün kahvaltı kesinlikle atlanmamalıdır.

    Yüksek protein ve posa içeriğine sahip bir kahvaltı günün geri kalanında ki açlık krizlerini önleyeceği için son derece önemlidir. Yumurta, az yağlı peynir, tam buğday ekmeği kahvaltıda yer verilebilecek düşük glisemik indekse sahip sağlıklı seçimler olacaktır.

    4.Diyette sağlıklı yağlara yeteri kadar yer verilmelidir.

    Diyetin %30’u yağlardan karşılanmalıdır ancak kırmızı etin görünen yağı, tavuğun derisi tüketilmemelidir. Sağlıklı yağlar tercih edilmelidir. Özellikle omega-3’ün en iyi kaynağı olan balık ayrıca avokado, zeytinyağı, yağlı tohumlara yer verilmelidir. Bu hususta pişirme tekniği de büyük önem taşır. Haşlama, buğulama, ızgara gibi yöntemler tercih edilmelidir. Et yemeklerine ilave yağ konulmamalıdır.

    5.En önemli etkenlerden biri de zayıflama diyetinin yanı sıra egzersiz yapılmasıdır.

    İstenilen kiloya ulaşılıp sağlıklı beslenme yaşam şekli haline getirilirken beraberinde fiziksel aktivite de yapılmalıdır. PCOS’lu kadınlarda haftada 3-4 saat yapılan egzersizin insülin direncini iyileştirmeye ve karın bölgesi yağlanmayı azaltmaya yardımcı olduğu saptanmıştır.

  • Yılda 300 Milyon Kişi Uyuza Yakalanıyor

    Son günlerde başta İstanbul olmak üzere birçok şehirde ciddi bir artış gösteren uyuz vak’alarını değerlendiren İstanbul Aydın Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Ali Öner, uyuzun hızlı tedavi edilmesi için erken tanı ve tedbirin büyük önem taşıdığına dikkat çekti.

    “Yılda 300 milyon vak’a”
    Dünya çapında yılda yaklaşık 300 milyon uyuz vak’asına rastlandığını belirten Prof. Dr. Öner, “Uyuz, Üçüncü Dünya ülkeleri tropikal ve subtropikal ülkelerde endemiktir. Kışın daha yaygın olarak görülmekle birlikte bahar aylarında da sıklığı artar, bunun nedeni kışın kalabalık ortamlarda daha uzun süre bulunma ve soğuk ortamda akarın daha uzun yaşayabilmesidir. Bazı kırsal ve yoksul topluluklarda görülme sıklığı yüzde 10’a ulaşır ve vak’aların yüzde 60’ı çocuktur. Endemik olduğu yerler dışında her 7 yılda bir dalgalanma (7 yıllık kaşıntı), bazı bölgelerde 1525 yılda bir pik ve savaşlar süresince artışlar bildirilmiştir. Bununla birlikte aşırı kalabalık, göç, kötü beslenme, kötü hijyen, evsizlik ve demans zemin hazırlayan faktörler arasındadır” dedi.

    “Uyuz herkeste görülebilir”
    Uyuzun yaş, cinsiyet ve sosyoekonomik düzey gözetmeksizin herkesi enfekte edebilen, son derece bulaşıcı bir hastalık olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Öner, uyuzun tanımını ve belirtilerini şöyle anlattı: “Uyuzda, zorunlu insan paraziti olan Sarcoptes scabiei var. Hominis’in neden olduğu kaşıntılı bir deri hastalığıdır. Parazit kişiye geçtikten sonra ortalama 3-6 hafta gibi bir süreden sonra şikayet oluşturmaya başlar. Özellikle geceleri artan, sıcak banyo ve duş ile şiddetlenen kaşıntı en önemli klinik bulgusudur.”

    “Tünel”lere dikkat”
    Uyuzun en önemli lezyonunun, literatürde “tünel” olarak adlandırılan, dalgalı kirli bir çizgi halinde görülen, parazitin içinde yaşadığı, 1 ilâ 10 milimetre uzunluğundaki yapı olduğunun altını çizen Prof. Dr. Öner, “Bu tünel adlı lezyonlar en çok el ve ayak parmak aralarında görülür. Bundan başka el bileğinin iç yüzü, koltuk altları, kulak arkaları, bel bölgesi, ayak bilekleri, ayaklar, kalçalar kadınlarda meme altları ve erkeklerde genital bölge; kaşıntı ve başka lezyonların görülebileceği vücut bölgeleridir. Ayrıca deride küçük kabarıklıklar ve sertlikler, su toplamaları ve kepekli-kabuklu lezyonlar yapabilir” diye konuştu.

    Her kaşıntı uyuz mu?
    Vücutta ve deride hissedilen her kaşıntının ciddiye alınması gerektiğine, ancak her vak’anın da uyuz olmayabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Öner, “Uyuzun tanısı çoğunlukla hikaye ve lezyon dağılımının tanınması ile konur. Özellikle geceleri şiddetlenen kaşıntı, yakın temas eden kişilerde benzer şikayetlerin olması, hastada tünel saptanması ve non-spesifik lezyonların tipik dağılımı tanıda önemlidir” ifadelerini kullandı. Normalde insanların çoğunda hücresel bağışıklığa ve uyuz parazitinin mekanik olarak uzaklaştırılmasına bağlı olarak parazitin sayısının giderek azaldığına dikkat çeken Prof. Dr. Öner, “Ancak uyuzun bazı klinik formlarında parazite karşı bağışıklık cevabının yetersiz olması ve deri duyarlılığının bozulması nedeniyle parazitler mekanik olarak uzaklaştıramadıkları için hastaların vücutlarında binlerce hatta milyonlarca sayıya ulaşabilirler. Bu yüzden aşırı bulaşıcıdır ve büyük hastane salgınlarına neden olabilir” şeklinde konuştu.

    Uyuz nasıl tedavi edilir?
    Uyuz hastalığının tedavisinin kişinin yaşına ve bağışıklık sisteminin durumuna göre değiştiğini ifade eden Prof. Dr. Öner, “Tedavide en önemli kural, aynı ortamı paylaşan kişilerin ve aile bireylerinin de, şikayetleri olmasa dahi, eş zamanlı olarak tedavi uygulaması gerekliliğidir. Bu anlamda; şüpheli kaşıntılı kişilerin doktora başvurması, doğru ve yeterli tedavinin alınarak yayılmanın önlenmesi açısından çok önemlidir. Tedaviyle paralel olarak eşyalardaki parazitleri yok etmeye yönelik uygulamalar da önerilir” diyerek sözlerini noktaladı.

  • 20’lik Dişleriniz Gülüşünüze Engel Olmasın

    Medipol Mega Üniversite Hastanesi Ağız Diş ve Çene Cerrahisi Bölümünden Dr. Bilal Cemşit Sarı, gömük dişlerin tedavilerine yönelik açıklama yaptı. Sarı, gömük dişlerin diş eti ya da kemik atında kalıp sürememiş diş olarak tanımlandığını belirterek “20 yaş dişleri, köpek dişleri ve küçük azı dişleri de gömük kalabilir. Ortodontik tedavi ile yerlerine getirilemeyecek durumda oldukları saptanan gömük dişlerin ağız-diş ve çene cerrahları tarafından çekilmesi gerekir” ifadelerini kullandı.

    Ağrı ve şişliğe neden olabilir
    20 yaş dişlerinin çenelerdeki yer darlığı sebebiyle çıkamadığına dikkati çeken Sarı, şöyle devam etti: “Tam gömük olabildikleri gibi diş etinin altında yarı gömük kalarak ağız ortamıyla ilişkili hale gelebilir. Diş etinden çıktıkları bölgede gıda birikmesine yol açarak enfeksiyona neden olur. Enfeksiyon sonucunda, 20 yaş dişinin çevresindeki diş etinde şişlik ve kızarıklık, boyuna ve kulağa yayılan şiddetli ağrı, lenf bezlerinin şişmesi, ağız açma ve yutkunma sırasında ağrı görülebilir. Herhangi bir soruna yol açmasa bile diğer dişlerin düzgün sıralanmaları için 20 yaş dişlerinin ortodontik tedavi amacıyla çekilmeleri gerekebilir. Bu problemlerden dolayı 20 yaş dişlerinin lokal anestezi ile yalnızca bulunduğu bölge uyuşturularak çekimi gerçekleştirilmeli”.

  • AIDS 8 Yılda 7 Kat Arttı

    Sağlık Bakan Yardımcısı Emine Alp Meşe, “Dünya AIDS Günü” kapsamında Sağlık Bakanlığı, Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu işbirliği ile düzenlenen etkinliğe katıldı.
    Burada konuşan Meşe, HIV enfeksiyonunun, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ciddi bir halk sağlığı sorunu ve toplumsal problem olduğunu belirtti. HIV enfeksiyonunun tüm yaş gruplarında görülebildiğini fakat bulaşma yollarının değişiklik gösterdiğini söyleyen Meşe, “HIV enfeksiyonu; korunmasız her türlü cinsel temas, enjektör paylaşımı, enfekte kan ve kan ürünleri transfüzyonu veya anneden bebeğe gebelik döneminde, doğum sırasında veya doğum sonrasında emzirmeyle bulaşabilmektedir. HIV pozitif kişilerle aynı iş yerinde çalışmakla, aynı okulda okumakla, aynı ortamda bulunmakla, ortak çatal kaşık kullanmakla; dokunmak ve tokalaşmakla; telefon, kitap, defter gibi araçlar ile duş-banyo alanlarını, havuzları, tuvaletleri ortak kullanmakla, böcek ısırması ve sinek sokması ile HIV enfeksiyonu bulaşmamaktadır” diye konuştu.

    “32 milyon kişi AIDS nedeniyle hayatını kaybetti”
    Meşe, Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS) 2019 yılı raporuna göre; dünyada HIV epidemisinin başlangıcından bu yana 74.9 milyon kişinin HIV ile enfekte olmuş, 32 milyon kişinin ise AIDS ile ilişkili hastalıklar nedeni ile hayatını kaybettiği bilgisini verdi.

    HIV 8 yılda 7 kat arttı
    Türkiye’de son yıllarda vaka sayısının artış gösterdiğini ifade eden Meşe, “2010 yılında HIV pozitif kişi sayısı 539 iken, 2018 yılında bu sayı yedi kat artış göstererek 3 bin 719 olmuştur. Ülkemizde, ilk vakanın görüldüğü 1985 yılından 10 Kasım 2019 tarihine kadar doğrulama testi pozitif tespit edilerek bildirimi yapılan 22,345 HIV(+) kişi ve bin 864 AIDS vakası mevcuttur. Vakaların yüzde 80’i erkek, yüzde 20’si kadın olup; yüzde 15,5’i yabancı uyruklu kişilerden oluşmaktadır. Vakaların en fazla görüldüğü yaş grubu ise 25-29 ve 30-34 yaş grubudur” şeklinde konuştu.
    Meşe, Türkiye’de bulaş yolu bildirilen AİDS vakaları içerisinde cinsel yolla bulaşın yüzde 98, damar içi madde kullanımı yoluyla bulaşın ise yüzde 2 olduğunu kaydetti.

    HIV enfeksiyonu önlenebiliyor
    HIV enfeksiyonunun önlenebilir bir hastalık olduğunun altını çizen Meşe, hastalıktan korunma önlemlerinin tedaviden çok daha etkili ve ucuz olduğunu aktararak, “En sık görülen bulaşma yolunun cinsel temas olması nedeni ile tek eşliliğin yanı sıra, riskli cinsel temasta kondom kullanımı hastalığın cinsel yolla bulaşmasına karşı en güvenli ve basit korunma yoludur. Şüpheli durumlarda ise vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna müracaat ederek test yaptırmak gerekir” açıklamasında bulundu.

    AIDS teşhisi konan kişilerin Genel Sağlık Sigortası kapsamında tedavi edilebileceğini kaydeden Meşe, şu ifadeleri kaydetti:
    “Bu kapsamda verilerin daha güvenilir şekilde toplanabilmesi ve doğrulama sürecinin kısaltılarak vakalara zamanında müdahale edilmesi, HIV pozitif kişilerin düzenli takip ve tedavisinin yapılarak tedavi sürekliliğinin sağlanması ve HIV pozitif gebelerin takip edilmesi amaçlarına yönelik Elektronik HIV/AIDS Bilgi Sistemi oluşturulmuştur. HIV/AIDS açısından hassas grupları HIV/AIDS’den korunma ve bulaşma yolları hakkında bilgilendirmek, ücretsiz ve gizlilik esasları içerisinde HIV test hizmeti sunmak, test öncesi ve sonrasında danışmanlık hizmeti vermek, tedavi için doğru merkeze yönlendirmek için Gönüllü Danışmanlık ve Test Merkezleri kurulmaktadır. Bu merkezlerin sayılarının artırılması stratejilerimiz arasında yer almaktadır. HIV/AIDS konusunda ulusal uygulamalara bilimsel danışmanlık yapmak, mevzuat çalışmalarına destek vermek, ilgili dokümanların hazırlanmasını sağlamak, olası ihtiyaçları öngörerek küresel sorumluluklarımıza hazırlık yapılmasında rol almak amacıyla 2019 yılında Bakanlığımız bünyesinde HIV/AIDS Danışma Kurulu oluşturulmuştur.”

  • Uzmandan ‘Tuz’ Uyarısı

    Kalp yetmezliğinin ele alındığı konferansta hayat kalitesini yükseltmek için sağlıklı ve dengeli beslenmenin önemine vurgu yapıldı. Kardiyoloji Uzmanı Coşkun, “Kalp yetmezliği kalp hastalarının kalbin pompalama performansının azalmasından ortaya çıkan ciddi bir hastalıktır. Hastaların hayat tarzını ileri derecede bozmakta ve kalitesini düşürmektedir. Kalp hastalarının özellikle sıkı medikal denetim altında olmaları, ilaçlarını düzenli kullanmaları ve doktor kontrolünde olmaları çok önemlidir. Tuz kısıtlaması kalp yetmezliğinde en önemli durumlardan bir tanesidir’’ dedi.
    Beslenme ve Diyet uzmanı Esensoy ise şu ifadeleri kullandı:
    “Kalp yetmezliği bir çok hastalığın sebebi olabilir. Kalp yetmezliği olan ve damar hastalıkları olan kişilerde beslenme önemli bir yer tutmaktadır. Tuz kısıtlanması, sıvı alımının sınırlı miktarlarda tutulması, potasyum desteğinin yeterli alınması, mikro (vitamin-mineraller) ve makro öğelerinin dengeli şekilde tüketilmeli. Karbonhidrat, protein, yağların olması gerektiği kadar alınması, vitamin minerallerin ihtiyaç halinde desteklenmesi oldukça önemli yer tutmaktadır. Kalp yetmezliği hastalarında rastladığımız kabızlık önlenmesi için ise beslenme tedavisinde posalı beslenmenin önemli yeri vardır” dedi.