Kategori: Sağlık

  • 2016’da Sıfırlanan Kızamık, ‘Aşı Karşıtlığı’ Yüzünden Yeniden Görülmeye Başlandı

    Verilere göre çocukluk çağındaki zorunlu aşılar sayesinde hamilelik ve yenidoğan dönemlerinde görülen tetanoz, 2009’da elemine edildi.

    Kabakulak vaka sayısı, 2005’te 20 binlerdeyken bugün 300- 400’lere kadar geriledi. Ülkede 19 yıldır çocuk felci vakası görülmezken, 2003’ten bu yana ise difteri vakasına rastlanmadı.

    2001’de 30 binlerde olan kızamık vakası, 2016’da 9’a kadar düşmüşken, son yıllarda artan aşı karşıtlığı nedeniyle bu yıl görülen vaka sayısı 2 bin 391’e ulaştı.

    ‘Kul hakkında girmiş oluyorsunuz’

    İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, aşı karşıtlığının toplum sağlığı sorunu olduğunu belirterek, çocuğunu aşılatmayanların, toplum sağlığını tehlikeye attığını söyledi.

    Sağlık müdürü, İslam’da en önemli şeyin kul hakkı olduğunu belirterek aşı yaptırılmayan çocukların kızamığı başka çocuklara bulaştırması halinde kul hakkına girildiğini dile getirdi.

    Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, şu ifadeleri kullandı: “Şu anda dünyada kızamık, Avrupa ve Amerika’da risk olarak görülüyor ama Türkiye’de risk henüz yok. Neden yok? Çünkü biz aşılamayı iyi yapıyoruz. Son zamanlardaki aşılanmamış kesimin artması bu riski artırıyor ama toplumdan şunu bilmesini istiyoruz ki bu aşılar, hayati önem taşıyor. Sağlık Bakanlığı’nın 13 tane hastalıkla ilgili ücretsiz aşı programı uygulanıyor. Şu anda kızamıkla ilgili büyük risk taşımıyorsak bu aşılamanın karşılığıdır. Ama gelecek nesilleri riske atacak veya etrafındaki insanların sağlığını riske atacak durumlara kimsenin düşmemesi gerekiyor.”

  • Paketli Gıdalarda Gizli Şekere Dikkat

    Diyet ve Beslenme Uzmanı Bengü Ünal, kış aylarıyla birlikte artan tatlı tüketimine karşı uyarılarda bulundu. Yoğun iş temposu ve hormonal bozuklukların tatlı tüketimini arttırdığına dikkat çeken Üna, “Tatlı tüketimi çoğu kişinin vazgeçilmezidir. Tatlı tüketmenin asıl nedeni ise düzensiz beslenme, kişilerde yoğun iş temposundan kaynaklı ara öğünleri yapamama, hormonal bozukluklar, kadınlarda regl dönemi ya da kişilerde uyku, yeme bozukluklarından kaynaklanan tatlı ihtiyaçları ortaya çıkmakta. Ortaya çıkan tatlı ihtiyaçlarında, pasta, şerbetli tatlılar ya da çikolata gibi tatlı tüketimlerine yöneliriz. Bu tatlılar kişilerde endorfin ve serotonin hormonu salgılamaktadır. Bunların diğer adı da mutluluk hormonudur. Fakat bu mutluluk kısa sürmekte ve bu tarzda besinler fazla kalorisinden kaynaklı kişilerde kilo alımına sebep olmakta” dedi.

    “Şeker bağımlılık yapmaktadır”
    Şekerin bağımlılık yaptığını söyleyen Ünal, “Şerbetli tatlılar ya da çikolata gibi besinlere yöneldiğimizde ortak besin aslında şekerdir. Çünkü şeker bağımlılık yapmaktadır. Bu yüzden de daha fazla yeme isteği ortaya çıkartır. Bu tarzda şekerli besinler sadece tatlılarda bulunmamakla beraber aynı zamanda hazır paket ürünler içerisinde de bulunmakta. Bu hazır paket ürünlerin etiketini okuduğumuzda etiketlerde maltoz, dekstroz gibi sonu ‘oz’ kelimesiyle biten birçok bileşen bulunmakla beraber mısır şurubu içerikli besinler de bulunuyor. Bunlar gizli şeker adı altındadır. O yüzden aldığımız besinlerin etiketlerini de okumamız gerekiyor” diye konuştu.

    “Şeker tüketimini azaltmak rahat uyku çekmenizi sağlar”
    Şeker tüketimini azaltmak rahat uyku çekmeyi sağladığı ve diyabet riskini azalttığını belirten Diyet ve Beslenme Uzmanı Bengü Ünal, “Şekeri hayatımızdan çıkardığımızda daha rahat uyku çektiğimizi, diyabet riskimizin azaldığını, kolesterol seviyesinin düştüğünü hatta trigleserit seviyesinin de düştüğünü göreceksiniz. Tatlı krizlerinin en önemli nedenlerinden biri de insülin salınımının fazla olmasından kaynaklanmakta. İnsülin vücuda daha fazla salgılandığında biz daha fazla çok tatlı yemeye yöneliyoruz. Bu gibi durumları ortadan kaldırmak için de düzenli öğün yapmak gerekiyor. Mutlaka sabah kahvaltı yapılmalı ve 2 ana öğünle birlikte ara öğünleri yapmanız gerekmekte. Bunun yanı sıra lifli gıdaları tüketmek gerekiyor. Lifli gıda dediğimiz sebzeler ve meyvelerdir. Mevsim meyvelerinden brokoli ve karnabaharı tüketebiliriz. Lifli besinler bizim vücudumuzda kan şekerini dengeleyip uzun süre tok kalmamızı sağlamaktadır. Bir de basit karbonhidrat yerine kompleks karbonhidratları tüketmemiz gerekiyor. Beyaz uz, nişastalı besinler ve şeker içerikli besinlerden ziyade kompleks karbonhidrat dediğimiz bulgur, tam buğday ya da çavdar ekmeği gibi ekmekler tüketebiliriz” ifadelerini kullandı.
    Baklagillerin tüketimini arttırılması gerektiğini belirten Ünal, “Ayrıca kuru baklagiller posa yönünden zengin olduğu için kuru baklagillerden faydalanmak gerekiyor. Çünkü posa miktarı yüksek olan besinler bağırsaklardaki şeker emilimini azaltmakta. Bunlara da nohut ve mercimeği örnek verebiliriz. Ara öğünlerde mutlaka kuruyemiş tüketmek gerekiyor. Badem, ceviz, incir, kuru kayısı, hurma gibi şeker içerikli kuru meyveleri de ara öğünlerimizde tüketebiliriz. Süt yoğurt grubu gibi besinler her öğünde tüketmemiz gerekiyor. Bunlar aldığımız besinlerdeki şeker oranını düşürmekle beraber şeker ihtiyacını da bastıracaktır. Meyvelerin suyun tüketmek yerine kendisi tüketilmeli. Protein ağırlıklı et, tavuk, balık gruplarından her gün tüketmeye çalışılmalı. Bunlar tokluk sağladığı için açlık yaşayıp şekerli tatlı besinlerin tüketimini de azaltacaktır. Zencefil ve zerdeçal gibi bitki çaylarından yararlanılabilir. Bunlar kan şekerini dengeler. Tarçını ise 1 litrelik suyun içerisine bir çubuk tarçın atacak olursak hem günlük su ihtiyacının 1 litresini karşılamamızı hem de kan şekerinin de dengede kalmasını sağlar. Mutlaka bol su içilmeli. Çünkü suyun birçok yararıyla birlikte iştah kapatmaya da etkisi bulunmakta” dedi.

  • Son Yüzyılın Büyük Direnişi: Depresyon

    İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) Psikoloji Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Engin Eker antidepresan kullanımını tetikleyen depresyon oranlarındaki artış için “Kişilerin depresif bozukluk yaşamaları göründüğü kadar kötü bir durum olmayabilir. Tüketim çılgınlığının, piyasa koşularının, sürekli tüketim ve alışveriş zincirinin mengenesindeki modern insan, hızla akan hayat, ilişkiler, sosyal etkinlikler ve sosyal medya rüzgarı içerisinde hiçbir şeyin derinine inemeden, hiçbir duyguda makul süreler ikamet edemeden yani hissetmeden, yüzeysel temaslarla hayatını ve ilişkilerini ikame ettirmeye çalışırken depresyon bu muazzam hızı kesecek, modern hayatın peşinden koşulsa da asla yetişilemeyecek rüzgarına kement vuracak bir duygusal sığınak olabilir. Durmak, yavaşlamak, ruhsal mekanın, toprağın ve varoluşun ağırlığını hissetmek için depresyona tutunuyor insanoğlu” ifadelerini kullandı.

    “Antidepresanların kullanım oranları güvenilir değil”
    Dr. Eker yıllar içinde ciddi rakamlara ulaşan antidepresan kullanımı için ise “Antidepresan kullanımını belirleyen birçok faktör söz konusu. Araştırmalar antidepresan kullanım oranlarıyla ülke halklarının mutluluk oranları arasında bir korelasyon bildirmemektedir. Ayrıca depresyon tanısı konma oranlarıyla antidepresan kullanım oranları da tutarlı değildir. Ayrıca mutluluk kavramı da tartışmalı bir kavram. Haz ve iç ferahlığı farklı duygu durumları gösterir ve antidepresanların beyindeki etki mekanizmaları da bu duygu durumları için farklı yollar ve nöronal ajanlar kullanırlar. Velhasıl antidepresanların kullanım oranlarıyla ilgili kayıtlar da güvenilir değildir. Antidepresan Kullanım Bozukluğu denen bir rahatsızlık mevcut ve bu bozukluğu olan kişiler, reçetesiz usulsüz bir şekilde bu ilaçları eczaneden ya da antidepresan kullanan bir yakınından temin edebilmekte ya da doktor doktor dolaşarak reçeteli bir şekilde de bu ilaçlara ulaşabilmektedirler” diye konuştu.

    Sorunlar kişileri teknolojik cihazlara yöneltmekte
    Teknolojinin değişen depresyon ve antidepresan kullanım oranlardaki etkisine değinen Dr. Engin Eker “Teknolojik gelişim, insan ilişkilerinin çatlaklarına hunharca sızmaktadır. Bebeğinin neden ağladığını tercüme eden cihazlar anne ve bebeğin otantik ve ahenkli dansını bozmakta güvenli bağlara saldırmaktadır. Yetişkinlerin, çiftlerin, ebeveyn ve evlatların yaşadıkları sorunlarda teknolojik cihazlar ve onlara dönük ilgilinin aile bireylerine yönlendirilmemesi meselesi en başta gelen konulardandır. Bu durum temelde güvenli bağlar kurmamızı engellemektedir. İlişkilerde güvenli hissetmeyen kişiler de kolaylıkla bu tip cihazların hükmüne girmektedir. Bu da ilişkilerdeki kopuşu ve yalnız hissedişi arttırmakta, sorunlar çıkarmakta, sorunlar da kişileri daha çok teknolojik cihazlara yöneltmekte ve döngü büyüyerek devam etmektedir. Güvenli bağların eksikliği, kişilerin depresif hissetmelerinin de birincil sebeplerinden sayılabilir. Güvenli bağlanma, ruh sağlığının birincil garantilerindendir” dedi.

  • Diş Fırçanızı Islatmayın

    Ağız ve diş sağlığı, dikkat edilmemesi halinde hem görünüş olarak hem de sağlık açısından önemli sıkıntıları beraberinde getirebiliyor. Dünya Diş Hekimleri Günü vesilesiyle ağız ve diş sağlığı konusunda uyarılarda bulunan VM Medical Park Bursa Hastanesi Diş Hekimi Dt. İpek Turgut, diş fırçalama konusunda, “Ağız içinde rahat hareket etmesi için küçük boy diş fırçaları tercih edilmelidir. Elektrikli diş fırçaları kolaylık sağlayabilir ancak bazı kişiler sesten tedirginlik duyabilir. Çürüklerden korunma için de florid içeren diş macunları tercih edilmelidir. Pirinç tanesi kadar diş macunu kullanılarak fırçalama yapılmalıdır” dedi.
    Diş fırçasının doğru kullanımının ağız ve diş sağlığı için çok önemli olduğunu da vurgulayan Dt. İpek Turgut, şu tavsiyelerde bulundu:
    “Diş fırçalarken fırçanız kuru olmalıdır. Islatılarak yapılan işlemlerde fırça kılları yumuşadığı için etkili temizlik yapılamamaktadır. Fırçayı diş ve diş eti üzerine yerleştirin ve diş etinize doğru hafif açılandırın. Ufak dairevî hareketlerle en az 8-10 kez fırçayı yerinden kaldırmadan diş yüzeylerini temizleyin. Daha sonra bir fırça boyu ilerleyerek aynı işlemi diş yüzeylerine uygulayın. Dişlerin dil ve damak tarafına bakan yüzeylerini mümkünse dairesel hareketlerle, fırçayı diş etlerinden dişe doğru hareket ettirerek ya da ileri-geri süpürme hareketleriyle fırçalayın. Fırçayı dişlerinizin çiğneme yüzeylerine yerleştirin ve ileri-geri hareketlerle fırçalayın.”

  • Erkeklerde Meme Sorununa Dikkat

    Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op.Dr. Diren Çelik, “Ergenlik sonrası daha çok meme kitlesinden yoğun bir doku görülürken, kilolu hastalarda yağ dokusu baskınlığı görülür. Öncelikli karar verilmesi gereken kullanılacak yöntemdir. Meme kitlesi baskın hastalarda cerrahi olarak bu dokunun çıkarılması (subkutan mastektomi) gerekir. Eğer yağ dokusu baskınsa sadece laser liposuction yeterli olacaktır” dedi.
    Ameliyat öncesinde 6 saat boyunca su, yemek ve sigara kullanılmaması gerektiğini belirten Çelik, “Ameliyat saatinde ise hasta, yatağında yapılan ilacın verdiği rahatlıkla ameliyathaneye indirilir ve genel anestezi altında operasyon tamamlanır. Subkutan mastektomi meme başının alt sınırında yapılan yarım ay şeklinde kesi ile yapılır ve tüm meme dokusu bu yolla dışarıya çıkarılmış olur. Her iki meme için drenler yerleştirilir. Laser liposuction için ise her meme için ikişer delik kullanılır ve yağlar dışarı çekildikten sonra laser yardımıyla cilt sıkılaştırılır.Geride kalan meme dokusu olduğu görülürse meme başı alt sınırından 1-2cm’lik bir kesi yardımıyla bu meme dokusu dışarı çekilir” açıklamalarında bulundu.
    Ameliyattan 4-6 saat sonra hastaneden taburcu olmanın mümkün olduğunu kaydeden Çelik, “Ameliyat sonrasında nadiren ağrı görülebilir, bunlar da ağrı kesiciler yardımıyla kesilir. Ameliyat sonlandırılırken giydirilen atlet şeklindeki korse 1 ay boyunca kullanılmalıdır. Göğüs bölgesinin tam olarak şekil alması yaklaşık 2 ay sürecektir” şeklinde konuştu.

  • Gribe Karşı Doğal İlaç: Soğan Kebabı

    Mutfak yemekleriyle meşhur Gaziantep’te mevsimsel geçişlerde en çok tercih edilen kebap çeşitleri arasında soğan kebabı yer alıyor. Gribin ve nezlenin doğal ilacı olarak bilinen soğan kebabı, kentteki restoran veya fırınlarda pişirilerek afiyetle yeniliyor. Gaziantep yemekleri hem mideye hem de göze hitap ederken sağlık konusunda da şifa oluyor. Soğuk algınlığı, grip ve nezle gibi hastalıklardan korunmak isteyen Gaziantepliler, doğal antibiyotik deposu olan soğan kebabını tüketiyor.
    Soğan kebabının yapımı hakkında bilgi veren restoran işletmecisi Mehmet Emin Şenel, soğan kebabının daha çok kış aylarında tercih edildiğini söyleyerek, “4 kişilik soğan kebabı için 1 kilo 200 gram kadar soğan 750 gram da zırhtan çekilmiş kıyma gerekiyor. İster tepsi de ister şişte yapılabilir soğan kebabı. Şişe saplarken önce soğan sonra kıyma ve tekrar soğan şeklinde şişe diziliyor. Şişler hazırlandıktan sonra mangalda kısık ateşin üzerinde ara sıra çevirerek pişirilmesi sağlanıyor. Pişen soğan kebabı tavaya çekilerek, üzerine hazırlanan özel sos dökülüp, bir müddet ocakta terlenmesi sağlanıyor. Soğan kebabı kış aylarında tercih edilen bir kebaptır. Soğan antibiyotik içerdiği için, gribe ve nezleye karşı faydalı oluyor. Bu sebeple kentte, soğan kebabına kış aylarında yoğun ilgi oluyor” dedi.

  • Prof. Dr. Karagülle: Minerallerden Arıtılmış Su Sağlığı Tehdit Ediyor

    Uluslararası Su ve Sağlık Kongresi bu yıl üçüncü kez düzenlendi. Sağlık Bakanlığı, Karadeniz Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, DSİ ve İLBANK iş birliğinde 12-15 Kasım tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirilen Uluslararası Su ve Sağlık Kongresi’ne Türkiye’den ve yurtdışından pek çok kurum, kuruluş ve sivil toplum kuruluşu katıldı. Su yönetiminin kamu ve özel sektörün katılımıyla çok paydaşlı bir yaklaşımla çalışılması gereken bir sorumluluk alanı olduğu tespiti yapılırken, tüketicilerin sağlıklı suya erişiminin ve doğru bilgilendirilmesinin öneminin bir kez daha altı çizildi. Kongrede ‘Güvenli Su Ne Demek?’ başlıklı sunum yapan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeki Karagülle, arıtılmış suyun insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini dünya çapında yapılan çalışmalarla ortaya koyarken, sağlıklı ve güvenli suyun sağlığa katkılarını anlattı.

    “Minerallerden Arındırılan Su Akü Suyuna Dönüşüyor”

    Prof. Dr. Zeki Karagülle, Türkiye’de evlerde, iş yerlerinde kullanılan suyun mikrobiyolojik ve kimyasal kirleticilerden arındırılmış şekilde zaten topluma sunulduğunu, temiz ve kusursuz bir su elde etme amacı ile kullanılan su arıtma cihazlarına gerek olmadığını, kullanılması halinde ise sağlık için yararlı olan tüm mineral ve bileşenleri sudan uzaklaştırdığını ve sonunda suyun ‘akü suyu’na dönüştüğüne dikkat çekti. Buna karşılık tüketime sunulan şişelenmiş doğal kaynak suları, geleneksel çeşme suları ve şehir şebeke sularının insan sağlığı için önemli mineralleri belli düzeylerde içerdiğini de önemle belirtti.

    “Arıtılmış Sular Sağlığı Tehdit Ediyor”

    Bilinenin ve söylenenin aksine, arıtma cihazlarının filtre ve membranları gerekli ve yeterli sıklıkla yenilenmezse, suyu daha fazla kirlettiğine ve sağlık açısından risk taşıdığına da dikkat çeken Karagülle,  arıtılmış suyun bir insanın yaşantısında içtiği ve yemeklerinde kullandığı tek su olduğu takdirde bir takım sağlık risklerinin de kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Karagülle sözlerine şöyle devam etti:

    “Vücudun birçok temel işlevi için gerekli olan kalsiyum, magnezyum, sodyum, klorür, bikarbonat, sülfat gibi önemli bileşen ve minerallerinin alınamamasının, orta ve uzun vadede sağlık problemleri yaratabildiğini gösteren çalışmalar var. Vücudun elektrolit, sıvı, mineral ve pH dengesinde oluşan bozulmalar ise fizyolojik süreçleri olumsuz etkiliyor. Bu konuda yapılan çalışmalar arıtışmış su tüketiminin, kalp, damar ve kemik sağlığı problemleri, hipertansiyon, okul çağındaki çocuklarda büyüme geriliği, diş çürükleri ve yetişkin nüfusta bazı kanser türlerine neden olabileceğini ortaya koyuyor. Ayrıca arıtışmış suyun pH değerlerinin de yüksek oranda düştüğünü unutmamak gerekir Bu noktada toplumun doğru bilgilendirilmesi, sağlıklı ve güvenli su kullanımı üzerine bilgi ve duyarlılığının artırılması gerekli.”

    Kongrede, Ankara Üniversitesi Gıda Güvenliği Enstitüsü Müdür Prof. Dr. Nevzat Artık ise gıda ve su konusundaki bilgi kirliliğinden bahsederken, Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği tarafından hazırlanan ve yıllardan beri çeşitli mecralarda yayınlanan Ambalajlı Su Raporunu da değerlendirdi.

    Su Konusunda Bilgi Kirliliği Var

    Kaynak suyu ve mineralli suların Avrupa mevzuatları ile uyumlu olduğunu, suda denetimin ise Sağlık Bakanlığı tarafından yürütüldüğünü belirten Prof. Dr. Nevzat Artık, gıda hakkında dolayısı ile su hakkında da uzmanlığı bulunmayan insanların, bilimsellik dışı yorumlara dayanarak öne sürdükleri fikirlerin etik olmadığını ve toplumu yanlış yönlendirdiğini söyledi.

    Artık, konuşmasında Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği tarafından hazırlanan “Ambalajlı Su Raporunu” da konuşmasında değerlendirdi. Raporda bilimsel olmayan değerlendirme ve veriler olduğunu vurgulayan Artık,  derneğin kanun gereği resmi denetleyici ve düzenleyici kuruluş olan Sağlık Bakanlığı’nı yok farz ederek, etik olmayan bir davranış sergilediğini belirtti. Artık, güncelleme yapıldığı iddiasıyla yıl içinde birkaç kez tekrar yayınlanan raporun tüketiciyi yanılttığını ve kaygılandırdığını da dile getirdi.

    Sular Sağlık Bakanlığı Tarafından Düzenli Olarak Denetliyor

    Prof. Dr. Nevzat Artık gıda ve kaynak suyu denetiminin Sağlık Bakanlığı tarafından görevlendirilen kontrol görevlileri tarafından yapılmak zorunda olduğunun ve şeffaf olması gerektiğinin bir kez daha altını çizdi. Artık ‘Su dolum tesisleri Sağlık Bakanlığı, Halk Sağlığı Müdürlükleri ve merkez teşkilatlarınca düzenli olarak denetlenmekte, alınan numunelerde hem mikrobiyolojik hem de kimyasal olmak üzere toplam 56 parametrenin analizi yapılmakta, uygunsuz dolum yapan firmalar özelinde gerekli aksiyonlar yerine getirilmekte ve ceza uygulanmaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından ilgili mevzuatlar uyarınca titizlik ve şeffaflıkla yürütülen bu denetimler sonucunda halk sağlığını olumsuz etkileyen bir su markasının satışına izin verilmesi mümkün değildir. Dolayısı ile Ambalajlı Su Raporu’nda yer alan değerlendirmeler bilim dışı ve iddialar tamamen asılsızdır” diyerek konuşmasını tamamladı.

  • Prof. Dr. Dağ: “Mamografi Çektirmek Kanser Riskini Artırmaz”

    Mamografi ışınlarının kanser yaptığı yönünde bir önyargı olduğunu ifade eden Dağ, “Uçakla Avrupa ya da Amerika yolculuğu kadar bir ışın alıyorsunuz ve koruyuculuğu yanında aslında hiçbir şey” dedi.
    Özel Mersin Ortadoğu Hastanesinde görevli Genel Cerrah Prof. Dr. Ahmet Dağ, ‘mamografi ışınları kanser yapar’ algısıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Dağ, mamografi çektirmenin kanser riskini artırmadığının altını çizdi. Mamografinin önemine değinen Dağ, “Mamografi konusu önemli. Kendi kendine muayene ile saptayabileceği bir kitle boyutu 1 santimetre ile 2 santimetre arası erken evrede. Bu yine birinci evrede saptanması sağlanabilir ama mamografi 0-05 santimetre yani hiç elinize gelmeyecek kitleyi bile öngörebilir ya da kitle olmadan orada sadece kötü görüntülü kireçlenmeyi gösterebilir. Bu çok ciddi bir artı ki, 40 yaş için başlanmasını öneriyoruz. Sağlık Bakanlığının da bununla ilgili çok ciddi çalışmaları var. Buna tarama mamografisi diyoruz” ifadelerini kullandı.
    Mamografinin ailede bir meme kanseri vakası yoksa 40 yaşında, ailede varsa 35 yaşında çekilebildiğini dile getiren Dağ, “Yoğun bir meme dokusu yoksa, yağlı bir meme dokusu varsa mamografi bir çok şeyi gösterebilir” diye konuştu.
    Mamografiye ek olarak ultrasonu da kullandıklarını kaydeden Prof. Dr. Dağ, ultrasonun çok sevdikleri bir tetkik olduğunu söyleyerek “Işın yok, hiçbir yan etkisi olmayan bir test. Sürekli tekrarlanabilirliği var. Ses dalgası sistemi olduğu için, ışın olmadığı için sorun yok” şeklinde konuştu.

    “Mamografide bir önyargı var”
    “Mamografide öyle bir önyargı var” diyen Dağ, şunları söyledi:
    “Ama 50 yaş üstünde yüzde 50’ye yakın, iki hastadan birini daha erken teşhis ve yaşamını kurtarma faydası gösterilmiş. O yüzden 40 yaşında başlanması öneriliyor. Tarama amaçlı, iki yılda bir öneriyoruz. 50 yaşa gelince yılda bir çekilmesinde fayda var. Korkulan ne? Tabi ki radyasyon korkusu. Burada tarifimiz şu; uçakla Avrupa’ya yolculuk, belki bir Amerika yolculuğu kadar bir ışın alıyorsunuz ve koruyuculuğu yanında aslında hiçbir şey. Yine de birden fazla önerilmez. Çok gerekmedikçe zaten çekilmesini önermiyoruz ama yeni nesil dijital mamografi seçeneği var. Bunda hastanın hem canı acımıyor hem de düşük dozda alarak ışın alma olasılığı düşüyor. Yıllardır kullanılıyor. Devlet hastanelerinde de var. Biz de tercihen onu kullanıyoruz.”

  • Öksürüğünüz Varsa ve Nefesiniz Daralıyorsa Dikkat

    20 Kasım Dünya KOAH Günü ile ilgili bir açıklama yapan Nergiz, “Hedefimiz KOAH’ın her yıl daha fazla kişi tarafından bilinmesi ve risk faktörü taşıyan kişilerin sağlık kuruluşlarına başvurmalarını sağlayarak yaşamlarını daha kaliteli sürdürmelerini sağlanmasıdır” diye konuştu.

    KOAH Nedir
    Nergiz şu bilgileri verdi: “KOAH [Kronik (Müzmin) Obstrüktif (Tıkayıcı) Akciğer Hastalığı] nefes yollarında mikroplarla oluşmayan bir iltihaplanmaya bağlı oluşan ilerleyici bir akciğer hastalığıdır.
    Bu hastalık ne sıklıkta görülür. KOAH, tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunu olmasına karşın, kamuoyu tarafından yeterince bilinmeyen bir hastalıktır. KOAH’ın görülme sıklığı 40 yaş üstü yetişkinlerde yüzde 15-20’dir. Bir diğer deyişle toplumumuzda 40 yaş üstü her 5 kişiden birinde KOAH vardır. Oysa 10 KOAH hastasının sadece biri doktora başvurmuş ve doğru tanı alabilmiştir. Bu durumda, ülkemizde bulunan 3-5 milyona yakın KOAH’lı hastanın sadece 300-500 bini kendisinde hastalık olduğunu bilmektedir. Küresel Hastalık Yükü Çalışması verilerine göre, KOAH yılda 2,9 milyon ölüme neden olmaktadır. Günümüzde tüm dünyada 3. ölüm nedeni haline gelen KOAH, tüm ölümlerin de yüzde 5,5’inden sorumludur. Türkiye’de solunum sistemi hastalıkları en sık görülen 3. ölüm nedenidir ve bu ölümlerin yüzde 61,5’i KOAH nedeniyledir. Toplumun KOAH konusunda yeterli bilgiye sahip olmaması, hastalığın erken tanısını ve etkin tedavisini güçleştirmektedir. KOAH gelişimi için tüm dünyada en yaygın görülen risk faktörü tütün kullanımıdır. Sigara içenler, içmeyenlere göre, daha fazla solunumsal şikayetlere, daha fazla solunum fonksiyon kaybına ve daha yüksek KOAH ölüm oranlarına sahiptirler. Diğer tip tütün kullanımı (pipo, puro, nargile vb.) ve çevresel tütün dumanı da KOAH gelişimine neden olur. KOAH gelişiminde genetik risk faktörlerinin rolü henüz çok iyi aydınlatılamamıştır. Bununla birlikte yapılan araştırmalarda gebelik ve çocukluk dönemindeki akciğer kapasitesi gelişimi üzerine özellikle yoksulluğun olumsuz etkisinin yetişkin dönemde KOAH gelişimine yol açan önemli bir faktör olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle toplum genelindeki eşitsizliğin azaltılması o toplumda yaşayan kişilerde KOAH gelişimini önleyen bir politikadır. Öte yandan özellikle biyomas yani odun, tezek, kök benzeri yakıtların yanmasına bağlı olarak gelişen iç ortam hava kirliliği ve tozlu-dumanlı iş yerlerinde çalışmanın en önemli çevresel risk faktörleri olduğu bilinmektedir. Benzer biçimde dış ortam hava kirliliğinin de KOAH gelişiminde ve KOAH hastalığının alevlenmesinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. Araştırmalar hava kirliliğinin arttığı dönemlerde KOAH’a bağlı ölümlerin de arttığına işaret etmektedir. Son olarak her geçen gün önemi giderek vurgulanmaya başlayan fiziksel aktivitede azalma ve hareketsizlik de artık bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir.”

    KOAH’lı Bir Hastanın Şikayetleri
    Dr. Öner Nergiz, KOAH’ta en sık görülen yakınmaların nefes darlığı, öksürük ve balgam çıkarma olduğu bilgisini verdi. Nergiz, şöyle devam etti: “Sigara içen kişiler öksürük ve balgamı kanıksarlar ve bu nedenle doktora başvurmazlar. Nefes darlığı nedeniyle fizik aktivitede azalma ortaya çıkar. Eforda nefes darlığı çeken kişi, yol yürümek istemez, günlük işlerini azaltır, markete gitmeye çekinir ve zamanla evden çıkmamayı tercih eder hale gelir. Bu şekilde giderek artan fiziksel aktivite azalması, hastanın yaşam kalitesini bozarak hastalığın ilerlemesine neden olur, sakatlık ve ölüme yol açar. Yirmi yıl boyunca izlenen KOAH’lı olgularda haftada iki saat ve daha fazla yürüyüş yapan hastalarda hem KOAH nedeniyle hastaneye başvurularda hem de bu hastalık nedeniyle ortaya çıkan ölüm oranlarında %30-40 azalma saptanmıştır. Bu nedenle hem bu hastalığın önlenmesi hem de ilerlemesinin engellenmesinde ‘fiziksel aktivitenin arttırılması gerekmektedir. KOAH’ın tanısı, basit ve ağrısız bir test olan “nefes ölçüm testi” ile kolayca konabilmektedir. KOAH’ın erken tanısı, hastalığa bağlı sakatlık ve ölüm oranlarını azaltacaktır. Bu nedenle, 40 yaş üstü, sigara içmiş ya da içmekte olan ve/veya meslek icabı ya da çevresel ortam gereği tozlu ortamlarda bulunan kişilerde müzmin seyirli öksürük, balgam ve nefes darlığı yakınmalarından en az birinin bulunması halinde kişinin bir göğüs hastalıkları hekimi tarafından görülüp ”nefes ölçüm testini” yaptırması gerekir.”

    KOAH’ın Tedavisi
    İl Sağlık Müdürü Dr. Öner Nergiz KOAH’ın tedavisi hakkında şunları söyledi:
    “KOAH ilerleyici bir hastalık olmasına karşı önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. KOAH’lı bir hastanın yapması gereken ilk iş sigarayı bırakmak amacıyla hekime başvurmasıdır. Sigara bağımlılığı tedavi edilebilen bir hastalıktır. Bunun dışında, diğer zararlı toz ve dumandan uzak durulması, grip ve zatürre aşılarının yapılması ve nefes yoluyla alınan ilaç tedavisinin yanı sıra fiziksel aktivitenin önerilmesi ve uygulanmasının sağlanması; hem hastalık gelişimi, hem hastalığın ilerlemesi ve kötü sonuçlarının önlenmesinde önemli bir adımdır. Yeterli bir fiziksel aktivite için ağır egzersizlere gerek yoktur, haftanın çoğu günleri yapılan orta yoğunluktaki fiziksel aktivite yeterlidir. Herkesin yapabileceği bir aktivite olan yürüyüş, düzenli fiziksel aktivitenin sağladığı hemen tüm yararları sağlayabilmektedir.”

  • “KOAH Önlenebilir”

    Türk Toraks Derneği KOAH Çalışma Grubu Başkanı Doç. Dr. Elif Şen, 20 Kasım Dünya KOAH Günü kapsamında KOAH ile ilgili bilgilendirmelerde bulundu. Dünyada 384 milyon KOAH hastası olduğunu ve her yıl yaklaşık 3 milyon kişinin KOAH nedeniyle yaşamını kaybettiğini belirterek dünyadaki ölüm nedenleri içinde 3’üncü sırada KOAH olduğunu kaydetti. Şen, “20 Kasım 2019’da Dünya KOAH Günü’nde, dernek olarak ülkemizin dört bir yanında hasta eğitimleri, solunum fonksiyon testi ölçümleri, bilimsel toplantılar ve KOAH’ı tanımanın, farkındalığın önemine dikkat çekecek çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. KOAH, nefes yollarında mikrobik olmayan iltihaba bağlı oluşan, kronik bronşit ve hava keseciklerinin harabiyetine neden olan ilerleyici bir akciğer hastalığıdır. KOAH’ın belirtileri nefes darlığı, tekrarlayan öksürük, balgam çıkartmadır. Bu yakınmaları olan, sık akciğer enfeksiyonu geçiren, solunum yolu enfeksiyonundan iyileşmesi geciken kişilerde KOAH olabilir. En önemli risk faktörü başta sigara içilmesidir. Bunun yanı sıra dış ve iç ortam hava kirliliği, mesleksel olarak zararlı toz, gaz ve kimyasallara maruz kalmak, sağlıkta eşitsizlik, çocukluk döneminde yeterince beslenememe, yoksulluk, özellikle biyomas (odun, tezek benzeri yakıt) dumanına maruziyet de KOAH’ın diğer risk faktörlerini oluşturur. KOAH tanısı “nefes ölçüm testi-spirometre” ile kolay, basit bir test yapılarak konulur. Erken tanı konulması önemlidir ve böylece hastalığa bağlı ölüm oranı azalacaktır” ifadelerine yer verdi.

    Prof. Dr. Bayram: “Önlenebilir”
    KOAH’ın kronik bir hastalık olduğunu ancak hem önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu dile getiren Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Hasan Bayram ise, “KOAH tanısı konulan hastaların bu hastalığa neden olan, kötüleşmesi ve ilerlemesine yol açan sigarayı bırakmaları, sigara dumanı, zararlı toz, gaz duman ve hava kirliliğinden uzak durmaları gereklidir. Hava kirliliği dünyanın olduğu kadar ülkemizin de ciddi bir sorunudur. Akciğer sağlığını tehdit eden hava kirliliği KOAH’lı hastaların hastalıklarının kötüleşmesine, atak geçirmelerine, hastaneye yatış ve ölümlere neden olabilmektedir. KOAH tedavisinde nefes açıcı özellikte inhaler olarak adlandırılan solunum yolu ile uygulanan ilaçlar ile hava yollarındaki daralmanın açılması, mikrobik olmayan iltihaplanmanın azaltılması ile hastaların nefes darlığının azaltılması, hastalığın alevlenme riskinin düşürülmesi sağlanmaktadır. Solunum yetmezliği olan KOAH’lı hastaların evde oksijen tedavisi ve yine gereken hastalarımızda evde solunum cihazı tedavisi gibi tedavilere ihtiyaç olabilmektedir. Solunum yolu enfeksiyonları hastalık belirtilerinin artması ile kendini gösteren, hastalığın kötüleşmesi ve seyrini etkileyen hatta ölümlere neden olan ataklardan, zatürreden korunmak için grip ve zatürre aşılarının yapılması ve nefes yoluyla alınan ilaç tedavilerinin düzgün uygulanması gerekir. Bunların yanı sıra fiziksel aktivitenin önerilmesi ve gerekirse akciğer rehabilitasyonu uygulanması hastaların günlük yaşamlarının daha kaliteli hale gelmesini sağlar. Dünya KOAH Günü’nde ciddi ve önemli bir sağlık sorunu olan KOAH’a dikkatinizi çekmeyi istemekteyiz. KOAH’ın doğru ve erken tanısı, uygun ve yeterli tedavisi ile hastalarımızın kaliteli bir yaşam sürdürmelerini hedefliyoruz. Hastalığın oluşmasına yola açan sigara kullanımı, iç ortam ve dış ortamda hava kirliliği gibi faktörlerin aynı zamanda hastalığın ilerlemesine de neden oldukları hakkında toplumu bilgilendirmenin önemini vurgulamayı önemsiyoruz. Ciddi bir sağlık sorunu ve en öldürücü hastalıklardan birisi olan KOAH’ın ve bu hastalıkla ilişkili risk faktörlerinin bilinirliğinin artması hastalık gelişimin önlenmesi ve daha erken tanı alabilmesi için hayati öneme sahiptir. Tekrarlayıcı öksürük, balgam çıkartma, nefes darlığı gibi kronik solunum yakınmalarınız varsa, KOAH gelişmesi için sigara içmek, dış ve iç ortamlarda hava kirliliğine, mesleksel olarak zararlı toz, gazlara, kimyasallara maruz kalma durumunuz varsa göğüs hastalıkları uzmanına başvurunuz. KOAH’a son vermek için doktorlar ve hastalar olarak hep birlikte olalım” dedi.