Kategori: Sağlık

  • Uzm. Dr. Aziz Uluışık: “Zatürre Ölüme Kadar Götürüyor”

    Zatürre konusunda uyarılardan bulunan Uzm. Dr. Aziz Uluışık, “Zatürre hastalığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en fazla ölüme neden olan hastalıkların başında geliyor” dedi.
    Göğüs Hastalıkları Kliniğinden Uzm. Dr. Aziz Uluışık zatürre hastalığının bulaşıcı olduğu konusunda önemli açıklamalarda ve uyarılarda bulundu.
    Kronik hastalığı olanlar dikkat etmesi gerektiğini belirten Dr. Aziz Uluışık, “Zatürre (pnömoni) akciğer dokusunun iltihaplanmasıdır. En sık görülen, hekime başvurmaya neden olan, en fazla ölüme yol açabilen hastalıklar arasındadır. Özellikle çocuklarda, 65 yaş üstü yaşlılarda, kronik bir hastalığa sahip olanlarda (böbrek, şeker, kalp veya akciğer hastalığı gibi), sigara kullananlarda, bağışıklık sistemini baskılayan bir hastalık veya ilaç kullanımı varlığında daha sık görülür” diye konuştu.

    “Vücut zayıf düşünce ortaya çıkıyor”
    Zatürrenin bulaşıcı olduğuna dikkat çeken Aziz Uluışık, “Bakteriler başta olmak üzere virüs, mantar gibi çeşitli çeşitli mikroorganizmalara bağlı olarak meydana gelir. Bazı zatürre türlerinde hasta kişiden sağlıklı kişilere doğrudan bulaşma riski vardır. Ancak hastalık çoğunlukla, hastanın kendi ağız, boğaz veya sindirim kanalında bulunan mikropların akciğere ulaşmasıyla meydana gelmektedir. Normal durumlarda hastalığa neden olmayan bu mikroplar, vücut savunması zayıf düşmüş kişilerde zatürre oluşturur. Dolayısıyla zatürrenin ortaya çıkmasında bulaşmadan çok, kişinin vücut direncini kıran risk faktörleri rol oynar. Zatürreye zemin hazırlayan grip ve benzeri viral solunum yolu enfeksiyonları ise çok bulaşıcıdır. Hapşırık ve öksürükle yayılabildikleri gibi, ağız ve burun sıvılarının bulaştığı bardak, mendil, çatal-kaşık, kapı kolu gibi eşyalar aracılığıyla diğer kişilere geçebilirler” şeklinde konuştu.

  • “Akciğer Kanserinin Görülme Sıklığı Gittikçe Artıyor”

    Dünya genelinde 2018 yılında akciğer kanseri tanısı alan hasta sayısını 3 milyona yaklaştığını, aynı yıl 1 milyon 76 bin kişinin yaşamını yitirdiğini belirten  Göğüs Cerrahisi Uzmanı, Dr. Öğretim Üyesi Cüneyt Aydemir, Dünya’da en ölümcül kanser türleri arasında görülen akciğer kanseri hakkında açıklama yaptı. Dr. Aydemir, “Akciğer kanseri, Türkiye’de en çok erkeklerde görülmesine rağmen, kadın kanserleri arasında da hızla artıyor. Aktif sigara içicisi olmak kadar, pasif sigara içiciliği de akciğer kanserinin ortaya çıkmasındaki en önemli nedenlerdir. Ayrıca günümüzde sigara dışında çevresel ve mesleki etkenler, hava kirliliği de önemli risk faktörleri arasındadır” dedi.
    Akciğer kanserinin, akciğer dokusundaki hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalması sonucu oluştuğunu ve küçük hücreli ve küçük hücreli olmayan olarak iki büyük gruba ayrıldığını belirten Dr. Aydemir, tüm dünyada hem erkeklerde hem de kadınlarda kansere bağlı ölümlerin başında gelen akciğer kanserinin sinsice ilerlediğini ne yazık ki ileri evreye gelinceye kadar anlaşılamayabileceğini söyledi.

    “Üç haftadan uzun devam eden öksürüğü dikkate alın”
    Akciğer kanserinin en genel belirtisinin inatçı ve geçmeyen öksürük olduğunu söyleyen Göğüs Cerrahisi Uzmanı Dr. Aydemir, öksürüğün sigara gibi nedenlerden dolayı olduğunu düşünüp hafife alınmaması gerektiğini önemle vurguladı.
    Dr. Aydemir, “Öksürük 3 haftadan fazla sürüyorsa, öksürüğün şeklinde bir değişiklik olduysa, öksürükle birlikte kanlı balgam geliyorsa akciğer kanseri belirtisi olabileceği mutlaka öngörülmeli ve derhal bir uzmana başvurulmalıdır. Ayrıca; nefes darlığı, hırıltılı solunum, iştah kaybı, kilo kaybı, ateş, ses kısıklığı, göğüs ağrısı, yüz ve boyunda şişme, omuz ve kol ağrısı, sırt ağrısı, yutma güçlüğü, baş ve kemik ağrısı, yorgunluk ve halsizlik de akciğer kanseri belirtileri arasında sayılır. Bu belirtiler birçok hastalıkta görülebildiği için ihmal edilebilmektedir” dedi ve akciğer kanserinin sıklıkla kemik, karaciğer, beyin ve böbrek üstü bezlerinde hızlı yayılım gösterebildiği için erken tanının çok önemli olduğunu ifade etti.
    Akciğer kanserinin belirtilerinin oldukça sinsi olabileceğine de değinen Dr. Cüneyt Aydemir, hastaların ortalama dörtte birinde kanserin hiçbir belirti vermeden oluştuğunu, çoğu kişinin kanser olduğunu başka sebeplerle akciğer röntgeni çektirdiğinde öğrendiğini, bu nedenle rutin kontrollerin çok önemli olduğunu söyledi.

    “Akciğer kanserinde erken tanı ile kanser önlenebilir”
    Akciğer kanserinde belirtilerin oluşumunun birkaç yıl sürebildiğini ve bazen de hiç belirti vermeden sinsice ilerleyebildiğini bu yüzden tarama programları içinde değerlendirilemeyen bir kanser türü olduğunu söyleyen Dr. Aydemir, ailesinde kanser öyküsü olsun olmasın, sigara kullanmayan, herhangi bir şikayeti olmayan 50 yaş üstü herkesin yılda bir sefer rutin kontrolden geçmesi gerektiğinin önemine değindi.
    Dr. Aydemir, “Sigaraya bağlı ve sigaraya bağlı olmayan akciğer kanseri birbirinden farklılık gösterir. Hava kirliliği, kömür ateşi, radon gazı, asbest gibi çevresel etkiler de akciğer kanserine neden olabilmektedir. O yüzden sadece sigara içenler akciğer kanseri olur gibi net bir kanıdan hareket edip olası belirtileri görmezden gelmemek gerektir.” dedi.

    Akciğer kanserinde tanı ve tedavi yöntemleri
    Akciğer kanserinin küçük hücreli ve küçük hücreli olmayan olarak iki ana gruba ayrıldığını ve bu kanserlerin farklı genetik özellikleri olduğunu söyleyen Göğüs Cerrahisi Uzmanı Dr. Cüneyt Aydemir, farklı genetik özellikleri bulunduğu için teşhis sonrası tedavinin ona göre belirlendiğini söyledi.
    Dr. Aydemir, “Akciğer kanseri şüphesi ile gelen hastalarda öncelikle hastanın şikâyetleri detaylı olarak dinlenir; kendisindeki ve ailesinde sağlık öyküsü öğrenilir. Ardından röntgen, tomografi, MR, PET Tomografi görüntüleme yöntemleri ile değerlendirilir. Eğer kanser şüphesi varsa akciğer ve/veya lenf bezi için doku biyopsisi yapılır. Eğer akciğer kanserinden şüpheleniliyorsa balgam tetkiki (balgam sitolojisi; akciğerlerdeki mukozadan derin öksürükle çıkan materyalin mikroskopta incelenmesi) de doktor tarafından istenebilir. Bu tetkik, akciğer kanserini tespit etmek için basit ve yararlı bir testtir. Akciğer kanseri tedavisi, diğer kanser türlerinde olduğu gibi hastanın genel sağlık durumu, hastalığın evresi ve kanser tipi gibi birçok faktöre bağlı olarak değişir, farklı tedavi kombinasyonları ve kişiye özel tedavi uygulanır. Cerrahi müdahalenin tipi kanserin akciğerdeki yerleşimine bağlıdır. 1’inci evre akciğer kanseri dediğimiz grup erken teşhis edilen akciğer kanseridir ve tedavi oranı yüksektir. Lenflere sıçramadığı ve metastaz yapmadığı için de cerrahi en uygun tedavi seçeneğidir. Tüm incelemeler sonun da cerrahi tedavi uygulanabilen hasta grubunda hastalıksız sağ kalımın diğer tedavi yöntemlerine göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Ancak; tümörün yerleşim yeri, büyüklüğü, yayılma alanı ya da hastaya bağlı faktörler nedeni ile cerrahi uygulanamayan hasta grubunda da kemoterapi, radyoterapi gibi yöntemler de uygulanmaktadır. Bu tedavi yöntemleri tek başına ya da diğer tedavi seçenekleri ile beraber uygulanabilmektedir. Tümörün hücresel yapısı ve mikroskobik bazı özelliklerine göre ise akıllı ilaçlar, hedefe yönelik ilaç uygulamaları da güncel tedavi yöntemleri arasındaki yerini almıştır. Akciğer kanserinde aşı uygulaması ise özellikle medikal tedaviden fayda gören ileri evre akciğer kanserli hastalarda uygulanmaya başlanmıştır.” şeklinde konuştu.

    Tüm bu sıkıntılı süreçlerden kurtulmak için en kolay olanı yapmak kişilerin elinde olduğunun altını çizen Dr. Aydemir, “Önce bu hastalığa en çok neden olan etmenden uzak durarak bu ihtimali en aza indirmeye çalışılmalıdır. Sigara içmeyin, içiyorsanız şimdi bırakın, yanınızda sigara içilmesine müsaade etmeyin ve içenleri de bırakmaya teşvik edin. Sağlıklı beslenin, bol su için ve düzenli spor yapın. Bu birkaç basit ve doğru adımla hayatınızdaki akciğer kanseri dâhil birçok hastalık riskinden uzaklaşın” ifadelerini kullandı.

  • DPÜ’de Yeni Nesil Mikroskop ve Sensör Üretilecek

    Fakültenin Biyokimya bölümünde görev yapan Doç. Dr. Fatih Şen’in yürütücüsü olduğu ve kanser başta olmak üzere çeşitli hastalıkların tanı ve tedavisini kolaylaştıracak “Yeni Nesil Görünür ve Yakın İnfrared Bölge Mikroskop ve Sensör Dizaynı ve Hedef Moleküllerin Seçici Olarak Tespitinde Kullanılması” başlıklı projesi, TÜBİTAK’ın 1001 kodlu Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı kapsamında desteklenmeye layık görülen projeler arasında yer aldı.
    Proje kapsamında, tek bir molekülü hem görünür bölgede hem de yakın infrared (kızılötesi) bölgede belirleyebilen yeni mikroskopun tasarımı ve özellikle kanser hücrelerinin belirlenmesine kullanılmak üzere bu mikroskopla eş güdümlü çalışan yeni nesil DNA / polimer / peptit karbon nanotüp bazlı biyosensörlerin geliştirilmesi hedefleniyor.
    Proje kapsamında geliştirilecek olan sensör ve mikroskop teknolojisi ile çeşitli hastalıklara özgün hedef molekül probları geliştirilerek, erken tanı ve tedavi konusundaki çalışmaların geliştirilmesi bekleniyor. Proje hayata geçtiğinde, hastalıkların temeline yönelik araştırmalardaki moleküler veya sinyal yolakları üzerindeki açıklanamamış sorunların araştırılması da olanaklı olacak.
    Kazanılan destek programı hakkında açıklama yapan Doç. Dr. Fatih Şen, projeye ilişkin makalenin ön çalışmaları etki faktörü 33.407 olan Nature Nanotechnology dergisinde basıldığını ifade ederek, “36 ay sürecek projede yapacağımız çalışmalarla kanser başta olmak üzere pek çok hastalığın tanı ve tedavisinde çok erken sonuca ulaşmayı hedefliyoruz” dedi.

    “Nikon firması projenin tamamlanmasını bekliyor”

    Proje kapsamında geliştirilecek, dünyada az sayıda bulunan, ülkemizde ise bir örneği olmayan tek molekül seviyesinde belirleme yapabilen bir sensör ve bu sensörü görüntüleyebilecek bir mikroskopla ilgili Japonya merkezli Nikon firmasının ilgisinden söz eden Şen,” Nikon firması, ticari olarak var olmayan bu yeni nesil mikroskop tasarımı konusundaki çalışmaları yakında izlediklerini ve projeden memnuniyet duyduklarını ifade ettiler. Firma yetkilileri, projenin başarı ile tamamlanıp bir an önce ticarileşmesini beklediklerini de tarafımıza bildirdiler. Elde edilen bu başarıya ilişkin olarak, başta Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kazım Uysal olmak üzere tüm üniversite yönetimine ve çalışanlarına, destekleri ve çalışma olanağı sağlamalarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum. Bunun yanında projenin görünmez kahramanları olan Sen Araştırma Grubu’nun (SRG) çalışma üyelerine ayrı ayrı teşekkürü bir borç bilirim” diye konuştu.

    “Rektör Uysal’dan tebrik mesajı”

    Fatih Şen’in başında olduğu projenin aldığı destekle ilgili bir değerlendirmede bulunan Rektör Kazım Uysal, Şen’in başarısının bu şekilde ödüllendirilmesi nedeniyle kendisini ve çalışma arkadaşlarını tebrik ederek, istikrarlı, gayretli ve başarılı çalışmalarının devamını diledi.

  • Aylık 500 Lira Harcıyorlar… PKU Hastalarının En Büyük Sorunu Ve Nedenleri

    Kişinin protein parçalanmasını sınırlandıran, beyinde ciddi hasar bırakabilen ve nadir hastalıklardan olan fenilketonüri (PKU) Avrupa’da 10 binde 1 kişiyi etkiliyor. Türkiye’de 20 binin üzerinde PKU tanısı almış birey bulunurken, ülkede her yıl yaklaşık 300 çocuğun PKU’lu olarak dünyaya geldiği ifade ediliyor.

    İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Görevlisi Mehmet Başcıllar ve öğrencisi Yasemin Aydoğan, PKU tanısı almış çocukların sorun ve gereksinimlerini ortaya koymak adına 5 ay süren bir araştırma gerçekleştirdi. 89 ebeveyn ile gerçekleştirilen çalışmaya göre PKU’lu hastaların en büyük sorununun özel besinlerin uygun fiyatlı olmadığı ortaya konuldu. Katılımcıların özel besinlere yaptıkları harcamanın ise ortalama olarak aylık 500 Türk lirası olduğu belirlendi.

    EN BÜYÜK SEBEBİ AKRABA EVLİLİĞİ

    Hastalık hakkında bilgilendirmede bulunan araştırmanın mimarlarından Yasemin Aydoğan, “PKU tanısı almış çocuklar et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, yumurta, bisküvi, kek gibi yüksek proteinli gıdaları tüketemiyorlar. Çocukların, özel diyetlerine uygun yaşam sürdürmeleri gerekiyor. Dikkat edilmemesi durumunda ise hastalık zeka geriliğine ve sinir sistemi sorunlarına neden oluyor. PKU topuktan alınan bir damla kan ile fark edilebiliyor. Türkiye’de 20 binin üzerinde PKU tanısı almış birey olduğu tahmin ediliyor. Her yıl Türkiye’de yaklaşık 300 çocuk PKU’lu bebek dünyaya geliyor. Türkiye’de bu oranın dünyadaki diğer ülkelere göre yüksek olmasının nedeni ise Türkiye’deki akraba evliliklerinin yaygınlığından kaynaklanıyor” dedi.

    OKUL KANTİNLERİNDE BU HASTALIĞA UYGUN BESİN SATILMIYOR

    Öğretim Görevlisi Mehmet Başcıllar araştırmanın diğer sonuçlarını da açıkladı. Buna göre yaklaşık 5 anne-babanın 3’ü okul kantininde PKU hastalığına uygun besinlerin satılmamasından şikayetçi. Çalışmada her 5 ebeveynden 3’ü bu hastalığın çocuklarının ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediğini söylerken, yaklaşık her 2 kişiden 1’i de beslenme saatinde diğer öğrencilerden farklı yemek yemenin kendilerini üzgün hissettirdiğini bildirdi. Ayrıca her 5 katılımcıdan 4’ü ise toplumun PKU hastalığı hakkında bilgi sahibi olmadığını ifade etti.

    “HAMMADDE TÜRKİYE’DE ÜRETİLMELİ”

    Hastalığın toplum tarafından bilinmemesinin PKU’lu bireylerin sosyal yaşamını derinden etkilediğini vurgulayan Mehmet Başcıllar, “Özel besinler Türkiye’de üretilmesine karşın hammaddeleri ithal edildiği için döviz kuru nedeniyle sürekli artış gösteriyor ve piyasa fiyatlarının üzerinde seyrediyor. Bunu önlemek adına ilgili bakanların özel besinlerin hammaddelerinin de Türkiye’de üretilmesini sağlayacak projeleri destekleyip, teşvik paketlerini açıklaması gerekiyor. Böylece hem besin fiyatları arzulanan seviyenin altına düşmüş olacak hem de PKU tanısı almış çocukların ailelerine maddi olarak yardım yapılmasına gereksinim duyulmayacak” diye tavsiyede bulundu.

    “TOPLUMUN BİLGİLENDİRİLMESİNE GEREK DUYULUYOR”

    Mehmet Başcıllar tavsiyelerini şöyle sürdürdü:

    “Bunun yanında okul kantininde çocukların kendilerine uygun besin maddelerine erişemediklerini görüyoruz. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın okul kantinlerini denetlemesi, bununla ilgili tedbirler alması, düzenlemeler yapması gerekiyor. Başta sosyal hizmet uzmanları olmak üzere ilgili profesyoneller tarafından çocuklara ve çocukların bakım verenlerine psiko-sosyal destek sunulması gerekiyor. Çocuklar en çok zamanı evlerinden sonra okulda geçiriyor. Bu nedenle okul sosyal hizmet uygulamasının da ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz ve okul sosyal hizmet uygulamasının da acilen hayata geçirilmesinin ihtiyaç olduğu karşımıza çıkıyor. Halk sağlığı profesyonelleri olmak üzere ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından kamu spotları vasıtasıyla toplumun bilgilendirilmesine gerek duyuluyor. Aksi halde çocuklar istenmeyen davranışlara maruz kalabiliyorlar.”

    KİŞİYE ÖZEL BESLENME PLANI OLUŞTURULUYOR

    Kişiye özel beslenme planı oluşturulması gerektiğinin altını çizen İstanbul Gelişim Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğr. Gör. Azize Nur Yıldırım da, “Fenilketonüri, doğum sonrasında topuktan alınan kan ile teşhisi konulan bir hastalık. Bu yüzden mutlaka bireylerin tolere edebileceği fenilalanin adı verdiğimiz aminoasitin planlanması gerekiyor. Kalan protein ihtiyacını ise protein karışımları ile tamamlanması gerekiyor. Çünkü neredeyse bütün besinlerde yüksek ya da normal miktarda fenilalanin bulunmakta. Biz ise bu kişilere fenilalanini kısıtlı diyetler vermek durumundayız. Aksi takdirde zeka ve gelişim geriliği geri dönüşümsiz bir şekilde görülmektedir. Diyetisyenler aracılığıyla kişiye özel fenilketonüri sınıfına göre tolere edilebilecek fenilalanin düzeyi hesaplanır. Bu yiyeceklerden alınabilecek en yüksek fenilalanin düzeyine göre beslenme düzeyi planlanır. Örneğin bir gram proteinde 50 miligram kadar fenilalanin vardır. Anne sütünü bile bu miktarı hesaplayarak veriyoruz” dedi.

  • Estetik Hekimi Genç Kalmanın Püf Noktalarını Anlattı

    Estetik Hekimi Dr. Nüket Eroğlu genç görünmek için formülün çok basit olduğunu söyledi. Hayatı seven herkesin belli bir disiplin geliştirerek yaşamına yeni kurallar koyması gerektiğini söyleyen Dr. Nüket Eroğlu, öncelikle insanların kendini sevmeleriyle genç kalmalarının mümkün olabileceğini belirtti.
    Dr. Eroğlu, “Zamanla hormonlarımız yavaşlıyor, cilt kalitemiz bozuluyor, uyku düzenimiz değişiyor ve gizli depresyona giriyoruz. Yaş aldıkça sadece aklımızda sorunlar, takıntılar, pişmanlıklar değil; bedenimizde toksinler, kirler, paslar birikiyor” dedi.
    Eroğlu, yaşlanmanın elbette önüne geçmek mümkün olmadığını ama daha zarif, güzel ve sağlıklı yaşlanmak için neler yapmak gerektiği ve koruyucu kalkanlar nelerdir konusunda değerlendirmelerde bulundu.
    “Uyku kalitesinin bozulması demek günün çok kötü geçmesi demek” diyen Dr. Nüket Eroğlu, “Az ve kalitesiz uyku sonrasında dikkat dağılır, depresyon gelişir, tahammülsüzlük artar, sürekli sinirli ve gergin ruh hali olağandır. Öncelikle uyku problemi ile savaşmak gerekiyor. Uykusuzluğun en güzel tedavi yöntemlerinden biri ise tabii ki düzenli egzersiz; kas aktivitesi endorfin ve seratonin salgılatır aynı zamanda konsantrasyon gücümüzü arttırır. Spor ile kanser oluşumu engellenir, kandaki insülin seviyesini düşer, hormon dengesini iyileşir, detoks sistemleri aktive olur. Spor beyin ve ruh sağlığı için bilgisayarın “reset“ tuşuna basmak gibidir, adeta ruh ve bedene format atılır” dedi.
    Sağlıklı beslenmenin genç kalmanın en önemli komponentlerinden biri olduğunu dile getiren Dr. Nüket Eroğlu, açıklamasını şöyle sürdürdü;
    “Bol su içmek kuralların başında gelir. Günde en az 2 litre su içmek gerekir. Hibrit tohumlu, GDO’lu, cüce buğdaydan yapılmış, glikoz şurubu kullanılmış, uzun raf ömrü olan katkılı gıdalardan uzak durulmalıdır. Yüksek karbonhidrat ve yağ birlikteliği çok tehlikelidir. Un ile kaplanıp kızartılmış gıdalar kanserojendir, vücudun antioksidanlarını yok ederek vücudu paslandırırlar; kanı yoğunlaştırlar ve pıhtılaşma eğilimini arttırırlar; damar duvarındaki koruyucu Nitrit Oksit üretimini azaltırlar; insülin patlamalarına sebep olarak metabolizmayı bozarlar.
    Sigara gibi kötü alışkanlıklara dikkat edilmelidir. Sigara içenlerin hücreleri 5 kat daha hızlı yaşlanır.
    Her saat vücudumuzda 800 DNA hasarı gerçekleşir. Bunun sebebi serbest radikallerdir. Vücutta herhangi bir aktivite sonrası kendi kendine oluşurlar ya da dışarıdan alınırlar. Bizi bu DNA hasarından koruyan en önemli etmen antioksidanlardır.
    Esansiyel yağ asitleri özellikle zeytinyağı, badem,fındık her gün tüketilmelidir. Yağlı balıklar sofranın vazgeçilmezi olmalıdır. Omega 3 ve 6 oranı çok önemlidir. Yeşil salata rengarenk hazırlanmalıdır. Yeşil soğan, tere, maydanoz, havuç, kırmızı pancar, kara lahana, sarımsak, brokoli, pazı, muz, siyah üzüm, kızılcık, domates ve limon başta olmak üzere turunçgiller vücudu korumada çok önemlidir.
    Sağlıklı bir metabolizma için magnezyum, selenyum, çinko tabletleri her gün kullanılmalıdır. Koenzim Q10 enerji veren güçlü bir antioksidandır. Yüksek efor sarf edildiği durumlarda kullanılması performansı arttırır.
    Güneşi ışığı deri ve kemik sağlığı için D vitamini sentezini sağlar bu yüzden düzenli güneşlenmelidir. Cildin sağlığı için B vitamini çok önemlidir bu yüzden bira mayası, kabuklu pirinç, kepekli gıdalar bolca tüketilmelidir.
    Cilt gece onarılır bu yüzden gece kremlerinin içerisinde seramit, squalen, A ve E vitaminleri, Alfa Hidroksi Asit, peptitler ve çinko olmasına önem verilmelidir. A vitamini cildi onarırken E vitamini cildin bağışıklığını güçlendirir.
    Gündüz kremlerin içerisinde olması gereken en önemli vitamin C’dir. C vitamini cildi güneşe karşı korur.
    Zencefil, zerdeçal, üzüm çekirdeği, keten tohumu ezmesi ve çörek otu yemeklere ya da salatalara baharat gibi her gün kullanılmalıdır.
    Basit karbonhidratlardan kesinlikle uzak durulmalıdır. Tatlılar, pastalar, rafine şeker, cüce buğday unu hayattan çıkarılmalıdır.
    Tuz kullanılacaksa kaya tuzu ya da deniz tuzu tercih edilmelidir çünkü bunlardaki mineral oranları insan kanına yakındır, tansiyonu yükselterek kalp sağlığına zarar vermezler.
    Yeşil çay iltihabı ve DNA hasarını önler, Günde bir bardak tüketilmesi önerilir.
    Yenilenler ne olursa olsun aşırı kalori almak yaşlanmayı hızlandırır bu nedenle diyetteki günlük kalori miktarını kısıtlamak gerekir.”
    Dr. Nüket Eroğlu ‘Serbest radikallerle savaşırken daha genç ve dinç görünmek için medikal estetikte yardım alacağımız teknoloji nedir?’ sorusunu şöyle cevapladı: “Stanford üniversitesinde, BBL ile tedavi edilen hastaların üzerinde yapılan genetik bir çalışmada; BBL teknolojisinin, ciltteki genetik yapıları yenileyerek hücre ve dokuların yaşını gençleştirdiği gösterilmiştir. 1293’ün geni yenileyen BBL tedavisi ayda 1 kez olmak üzere toplam 3 kez uygulandığında cilt yaşını 10 yaş geriye götürmüştür.
    BBL, “Geniş Spektrumlu Işık” anlamına gelen İngilizce olarak “Broad Band Light” kelimelerinin baş harflerinden oluşur. Doğal yapıyı onarmaya dayalı natürel bir anti-aging metodudur. BBL, 560 – 1200 nanometre aralığındaki çeşitli dalga boylarında ışık üretir. Her bir dalga boyu, dokularda yer alan farklı tipteki kromofor adını verilen, renk veren maddeler tarafından emilir. Bu sayede lekeler silinirken fibroblast uyarımıyla gözenekler daralır, nemlenir, yağ salgısı dengelenir, cilt gençleşir ve sıkılaşır.
    BBL ile yeni elastin ve kolajen oluşumuyla cilt yapısında düzelme, kırışıklıklarda azalma, ciltte sıkılaşma ve cilt altı dokuda kalınlaşma sağlanır. BBL cildi onarırken bağışıklık sistemini de güçlendirir buna bağlı olarak cilt kanserine karşı koruyucu olduğu yönünde çalışmalar devam etmektedir.
    BBL; genellikle yüz, boyun, dekolte el üstleri gibi güneş ışınlarına sıklıkla maruz kalan bölgelere uygulanır.
    Cilt kanserine ve güneşin zararlı etkilerine karşı tedbir almaya da yardımcı olur.
    BBL uygulaması ağrısız ve konforludur. Herhangi bir anestezik krem uygulamaya gerek yoktur. Uygulama esnasında sadece hafif bir ısı hissedilir, soğutucu plaklar cildin yüzeyinin aşırı ısınmasına izin vermez, cilt altındaki dermiste ısının yükselmesini sağlar. Bazı hastalarda uygulama sonrasında sadece 10-15 dakika süren hafif bir kızarıklık olabilir.
    BBL sonrasında ödem, kızarıklık veya ciltte soyulma olmaz. İşlem sonrası sosyal hayata ara verilmesine gerek yoktur. BBL uygulamasının hemen sonrasında makyaj yapılabilir. Bu özellikleri nedeniyle yaz mevsiminde bile güvenle uygulanabilir.”

  • Bel Fıtığı Tedavisinde Tam Kapalı Cerrahi Yöntem Dönemi

    İnsan yaşamının hemen hemen her döneminde görülebilen bel ağrıları sonucunda oluşan ve kendiliğinden geçmeyen bel fıtığı rahatsızlığında cerrahi müdahaleler gerekebiliyor. Gelişen teknolojilerle birlikte bel fıtığı bulunan hastalar, tam kapalı (full endoskopik) bel fıtığı ameliyat tekniğiyle sağlığına kavuşuyor. Bu teknik, bel fıtığı bulunan ve ameliyat gereken hastaların yaklaşık yüzde 90’ına uygulanabiliyor. Önceden uygulanan tedavi yöntemlerinde küçük de olsa kesikler açılırken, bu teknik sayesinde vücutta sadece bir kalemin genişliği kadar yani 0,6 milimetre gibi küçük bir yerden içeriye girilip fıtığa müdahale ediliyor. Böylece ameliyat sırasında hastanın kas dokularına zarar verilmiyor.

    Bel fıtığı rahatsızlığında bacak ağrısı oluşmasının sebebi hakkında bilgi veren Medicana Konya Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurga Cerrahi Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Timur Yıldırım, “Her iki omurga kemiğinin arasında bulunan diskin etrafını çevreleyen zarda bir yırtılma olduğu zaman içerideki daha sulu kıvamdaki kıkırdak parçasının omurilik kanalının içine doğru itilmesiyle ortaya çıkar. Her omurga segmentinde yani her omurga arasında, sağ ve sol bacağımıza sinirler çıkmaktadır. Bu fıtığın omurilik kanalının içine doğru yer değiştirmesiyle kemikle kıkırdak parça arasında bacağa giden sinirin ezilmesiyle bacak ağrısı oluşur” dedi.

    “Ağrısı geçmeyen hastalarda cerrahi müdahale kaçınılmazdır”
    Bir çok bel fıtığı hastasının ameliyat olmadan da iyileşebileceğini söyleyen Dr. Öğretim Üyesi Yıldırım, “Tabii bazı acil cerrahi durumlarımız var özellikle bel fıtığında; aniden gelişen ayakta ve bacakta kuvvet kaybı, idrar kaçırma, idrar yapamama ya da büyük abdestle ilgili sıkıntılar olduğunda bel fıtığında cerrahi müdahale kaçınılmaz olur. Onun haricinde başlangıç aşamasındaki bel fıtıklarında bir takım koruyucu yöntemlerle, yatak istirahatiyle, ağrı kesicilerle, kas gevşeticilerle bel fıtıkları tedavi edilebilir. Ama acil cerrahi gerektiren durumlarda bütün tedavi yöntemlerini almasına rağmen ağrısı geçmeyen hastalarda cerrahi müdahale kaçınılmazdır” şeklinde konuştu.

    “0,6 milimetre kadar küçük bir bölgeden içeriyi girilir”
    Gelişen teknolojiyle birlikte 2000’li yılların sonundan itibaren artık bel fıtığı rahatsızlığında tam kapalı bel fıtığı ameliyatı uygulandığını kaydeden Dr. Öğretim Üyesi Yıldırım, bu tedavi yöntemi hakkında bilgi verdi. Yıldırım, “Tam kapalı bel fıtığı cerrahisi yönteminin mikro diskektomiye göre daha az invaziv olması en büyük avantajıdır. Normalde bel fıtığı ameliyatı mikro diskektomide de belin arka kısmından küçük de olsa bir cerrahi kesiğiyle yapılmaktayken, tam endeskopik cerrahi yöntemde sadece bir kalemin genişliği kadar, yani 0,6 milimetre kadar küçük bir bölgeden içeriyi girilir ve herhangi bir şekilde bel bölgesindeki kemik ve yumuşak dokulara, kas dokusuna zarar vermeden her iki omurga arasında fıtıklaşarak bacakta ağrıya sebep olan, cerrahi müdahale gerektiren fıtık parçasına ulaşılır ve kolaylıkla, çevredeki diğer normal dokulara zarar vermeden hasta sağlığına kavuşur” ifadelerini kullandı.

    “Omurganın diğer hastalıkları için de uygulanıyor”
    Hemen hemen her bel fıtığının tam kapalı cerrahi yöntemle tedavi edilebileceğine değinen Yıldırım, bu yöntemin diğer omurga hastalıklarında da kullanılabileceğinin altını çizdi. Yıldırım, “Yüzde 90’dan fazla bel fıtığı hastası kapalı yöntemle tedavi edilebilir. Ancak beraberinde eşlik eden bir bel kayması varsa o gibi durumlarda mikro diskektomi yönteminin avantajı olabilir. Tam kapalı bu omurga cerrahisi aslında sadece bel fıtığı için değil, omurganın diğer hastalıkları için de uygulanıyor. Örneğin, omurgada kanal daralması olduğunda, omurga enfeksiyonlarında, omurgada omuriliği ilgilendiren omurilik tümörlerinde de artık gelişen teknolojiye paralel olarak bu ameliyatlar yapılabilmektedir” diye konuştu.

    “Hasta aynı gün içerisinde taburcu edilir”
    Tam kapalı bel fıtığı cerrahisi sonrasında hastaların ameliyattan yaklaşık 2 saat sonra hareketlendirilebileceğini ve ayağa kaldırılabileceğini vurgulayan Yıldırım, “Yaklaşık olarak 6 saat sonra da hasta aynı gün içerisinde taburcu edilir. Çok kısa bir 3 ya da 4 günlük bir dinlenme sürecinden sonra, sonuçta bir ameliyat olduğu için, günlük yaşantısına dönebilir. Bu hasta için çok konforlu bir durumdur. Tam kapalı bel fıtığı cerrahisi tüm dünyada 2000’li yıllardan sonra aslında uygulanmaya başlandı. Ülkemizde de 2009’dan sonra, yaklaşık olarak bir 10 yıldır sadece belli merkezlerde uygulanan bir teknik. Konya’da da ilk kez bizim hastanemizde tam kapalı, full endoskopik bel fıtığı tedavisini uygulamaktayız” ifadelerine yer verdi.

  • Psikodiyet ile Sağlıklı Hayat

    Beslenme insanın en temel ihtiyaçlarından birisidir. Gıdaların sağlıklı alternatiflerini seçmek yerine alışılmış ve lezzet algısına yönelik olarak hazırlanmış olanlarının tercih edildiğini ifade eden Medicana Bursa Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hande Güngör, “Bu tercihlerin hayat tarzı haline gelmesi, içinden çıkılmaz bir lezzet bağımlılığı, azalan yaşam kalitesi ve birbirini takip eden, obezite, diyabet gibi kronik hastalıklara sebep olur. Aynı zamanda sağlıklı hayat tarzını benimsemek yolunda verdiğimiz çabayı hiçe sayar. Hatta hedeflediğimiz ideal ağırlığa ulaşmamıza engel olur. İşte bu noktada doğru, yeterli ve dengeli bir diyet sürecinde miktar ve porsiyon kontrolü sağlarken, besin seçimini etkileyen psikolojik problemlerin çözümlenmesi süreci hem kolaylaştırıcı kılar hem de kalıcı etki oluşturur” diye konuştu.
    Diyet sürecinin psikolojik açıdan desteklenerek, kişilerin başarılı sonuçlara ve kalıcı davranış değişiklerine ulaşmalarını sağlayacaklarını ifade eden Güngör ve Ülker, “Zihnimizde ‘bir kereden bir şey olmaz’, ‘şimdi yersem bir sonraki öğünde telafi ederim’, ‘diyetimi yine bozdum, ben diyet yapamayacağım’, ‘kilolarımdan çok sıkıldım, artık kurtulmak istiyorum’ ve ‘obezite, diyabet gibi birçok kronik hastalığım var. Bunlardan kurtulmak için beslenme ve yaşam tarzımı değiştirmeliyim. Ancak bunu yapacak güce sahip değilim’ cümlelerinin sonucu olarak gelişen ve hayatı zorlaştıran düşünce kalıplarına psikolog ve diyetisyen işbirliği ile çözüm üretiyoruz. Bu programı psikolojik destek ile yeme davranışını değiştirmeyi hedefleyen sağlıklı, yeme bozukluğu ya da kronik hastalığı olan, kilo vermekte ve diyet yapmakta zorlanan bireylere kolaylıkla uyguluyoruz” dedi.
    Psikodiyetin şuurlu ve farkında yeme davranışı geliştirerek faydalı olduğunu ifade eden Uzman Klinik Psikolog Begüm Derici Ülker ise, “Ayrıca diyet sürecini kabullenmeyi sağlayarak, hayat boyu kendi kendinin diyetisyeni ve psikoloğu olabilmeyi deneyimleyerek, hayat boyu fiziksel ve ruhsal sağlığa katkıda bulunur. Yanlış beslenme davranışlarına kalıcı çözümler üreten, psikolog ve diyetisyen ile paralel görüşmeler eşliğinde hasta takipleri gerçekleştirilen ‘psikodiyet’ programında, diyetisyen ile klinik bulgular, kan parametreleri, antropometrik ölçümler ve vücut analizi sonucunda sağlıklı ağırlığa ve sağlıklı beslenme alışkanlıklarına ulaşmayı hedefleyen kişiye, özgü beslenme programı uygulanır. Psikolog ile psikolojik testler ve bilişsel davranışçı terapi ekolüne dayanan klinik görüşmeler içerisinde önce var olan düşünce ve davranış sistemleri, var ise yeme bozuklukları tespit edilerek hedef düşünce ve davranışlar doğrultusunda dönüşüm odaklanır. Burada öncelikli olan farkındalık ve gelişim sayesinde kalıcı sonuçlar oluşturmaktır” şeklinde konuştu.

  • Tütün Ürünleri Akciğer Kanseri Riskini 30 Kat Artırıyor

    Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD) Başkanı Prof. Dr. Ülkü Yılmaz, sigara içen bir bireyin tüm yaşamı boyunca sigara içmemiş kişiye göre akciğer kanserine yakalanma riskinin 10-30 kat fazla olduğunu açıkladı.

    TÜSAD Başkanlığının yanı sıra Sağlık Bilimleri Üniversitesi Öğretim Üyesi de olan Prof. Dr. Yılmaz, Akciğer Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında akciğer kanserinin tüm dünyada ve Türkiye’de en ölümcül kanserler arasında yer aldığını söyledi.

    Yılmaz, akciğer kanserinin tüm dünya ve Türkiye’de erkeklerde kansere bağlı ölümlerin başında geldiğini, kadınlarda dünya verilerine göre 2., Türkiye’de ise 5. sıradaki ölüm nedeni olduğunu belirtti. Dünya Sağlık Örgütü verileri doğrultusunda 2018 rakamlarına göre 2,1 milyon kişiye akciğer kanseri tanısı konulduğunu aktaran Yılmaz, 1,8 milyon hastanın da bu hastalık nedeniyle yaşamını kaybettiğini kaydetti.

    Türkiye’de her yıl yaklaşık 35 bin yeni olgunun akciğer kanseri tanısı aldığını vurgulayan Prof. Dr. Yılmaz, şu bilgileri verdi:

    “Hastalık en sık 55-75 yaş grubunda ortaya çıkmaktadır. Artan yaş ile risk artmaktadır. Akciğer kanserine genellikle ileri evrelerde tanı konabilmektedir. Ülkemiz verilerine bakıldığında olguların yüzde 82’sinin lokal ileri ve ileri evre aşamasında tanı aldığı gözlenmektedir, Yüzde 18’lik bölümüne erken evrede tanı konmakta ve bu evrede tanı alan hastada etkin tanı yaklaşımları mümkün olabilmektedir. Böylece bu hastalarda sağ kalım oranları da yüksek olmaktadır. Erken tanı oranlarını artırmaya yönelik tarama çalışmaları devam etmektedir. Etkin ve erken evrede tanı koymaya yönelik olarak lezyonun yerleşim yerine göre farklılıklar olmakla birlikte bronkoskopik, endobronşiyal ultrasonografik biyopsi yöntemleri, transtorasik, elektromanyetik navigasyonel biyopsi yöntemleri kullanılmakta, gelişen teknolojiye uyum sağlayarak her geçen gün yenileri eklenmektedir.”

    “En önemli neden sigara”

    Prof. Dr. Ülkü Yılmaz, bu ölümcül hastalığın en önemli nedeninin sigara olduğuna dikkati çekerek, “Pasif sigara maruziyeti de önemli etmenler arasındadır. Sigara içen bir bireyin tüm yaşamı boyunca sigara içmemiş bireye göre akciğer kanseri geliştirme oranı 10-30 kat fazladır. Ağır sigara içen bir bireyin riski yüzde 30’lara çıkarken hiç sigara içmeyen bir bireyin akciğer kanserine yakalanma riski yüzde 1’den daha düşüktür. Kanser riski, sigara sayısı, sigara içme süresiyle de yakın ilişki göstermektedir. Bunlara ek olarak sigaraya başlama yaşı, inhalasyon derinliği, sigaranın katran ve nikotin içeriği, filtre içerip içermemesi de kanser gelişme riskiyle yakından ilişkili faktörlerdir.” şeklinde konuştu.

    Sigaranın bırakılmasıyla kanser gelişme riskinde azalma kaydedildiğini, sigarayı bırakmayı takiben 5. yılda risk grafiğinde belirgin bir iniş gözlenirken 15. yılda yüzde 80-90 risk azalmasının söz konusu olduğunu vurgulayan Yılmaz, bu riskin sigara içmemiş bir bireyin grafik özelliğine göre hiçbir zaman gerilemeyeceğinin de akılda tutulması gerektiğini anlattı.

    Pasif sigara maruziyetinin de çok erken yaşlarda karsinogenezisin başlamasına neden olabildiğini belirten Yılmaz, şunları söyledi:

    “Sigara ve pipo kullanımı da önemli risk faktörleri arasındadır. Elektronik sigaranın da sigara bırakmada bir çözüm olmadığı, hatta riski artırdığını bilmek gereklidir. Çevresel etkenlerden asbestozis önemli bir risk faktörüdür. Diğer etmenler radon, pişirme ve ısınma sırasında ortaya çıkan gazlar, hava kirliliği, daha önce çeşitli nedenlerle uygulanmış olan radyoterapi risk faktörleri arasındadır. Nedeni başlıca sigara olan Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) da akciğer kanseri gelişme riskini artıran önemli hastalık grubunu oluşturmaktadır. Ülkemizde 1996’da uygulanmaya başlanan ve 2008’de yoğunlaştırılan önlemler sonucunda erkeklerde tütüne bağlı kanser ve akciğer kanser oranlarında bir miktar düşme gözlenmiştir. Akciğer kanserlerinde etkin tedavi yaklaşımlarının uygulanabilmesi doku düzeyinde ayrıntılı tanı olanaklarıyla mümkündür. Ayrıntılı tanı için yeterli ve tekniğine uygun alınmış doku tedavi için atılacak en önemli adımdır.

  • IKEA Bursa Çalışanlarına Çocuk ve Ergen Psikolojisi Semineri

    Çocuklarıyla iyi iletişim kurmayan ve zamanı birlikte yönetmeyen ebeveynler, ergenlik döneminde ciddi sıkıntılarla karşılaşabiliyor. Psikolog Esma Kınalı, iyi zaman yönetimi tavsiyesinde bulundu.
    VM Medical Park Bursa Hastanesi Klinik Psikologu Esma Kınalı, IKEA Bursa çalışanlarına çocuk ve ergen psikolojisi konusunda seminer verdi. Anne-babaların merak ettikleri soruları yanıtlayan Esma Kınalı, “Çocuklar özerklik, gelişim, öğrenme ve kabul görmeye ihtiyaç duyar. Özerklik, karar verme ve sorun çözme gibi birçok beceriyi içerir. İyi bir iletişimle ve duygularını anlayarak özerklik kazandırabilirsiniz. İnsanın motivasyonunu başarıdan değil, gelişimden sağladığını da bilmeliyiz. Çocuğun yaptığı bir şeyle ilgili önce geri bildirim sonra övgüyü seçin. Çocuğunuz böylece hem öğrenir hem de kabul görür. Çocuğumuz bizi duymuyorsa sorunun onun kulaklarında değil, bizim ağzımızdan çıkanlarda olduğunu anlamalıyız” dedi.
    Psikolog Kınalı, ergenlik konusunda ebeveynlerin dikkat etmesi gerekenleri de şöyle özetledi:
    “Ergenlikte beyin, arkadan öne doğru gelişmeye başlar. Ön kısım daha geç gelişir. Bu kısım; düşünme, planlama, sonuçları öngörme ve dürtü kontrolü gibi görevleri üstlenir. Bu bağlamda ergenlik döneminde risk alma, dürtü kontrolünde zorlanma, ani patlamalar, yaptığı şeyleri öngörememe gibi sorunlar yaşar. Bu dönemde ebeveynler, zamanı organize erme becerisini kazandırırken zor seçimlerde beraber düşünebilmelidir. Anne ve babalar bu davranışları olumsuz şekilde yorumlamamalı, anlamaya çalışmalıdır. Ergenler spor, sanat ve kitap okumaya yoğunlaştırılmalıdır. Belirgin bir dikkat eksikliği varsa, uzun süredir içine kapanık bir tavır sergiliyorsa, iletişim kurmakta zorlanıyorsanız bir uzmandan yardım alabilirsiniz.”

  • Karaciğer Nakli Hayat Kurtardı

    Mahmut Başhan (60) 1995 yılından bu yana karaciğer rahatsızlığı nedeniyle tedavi görüyordu. Son 5 yıldır ise karaciğerinde tümör olduğu görüldü. Tedavisi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Organ Nakil Kliniğince devam eden Başhan’ın karaciğer nakli olmasına karar verildi.
    Bekleyişin ardından olumlu haber Hatay’dan geldi. Beyin ölümü gerçekleşen 19 yaşındaki gencin organları bağışlandı. Karaciğer ise sırada bekleyen Mahmut Başhan’a nakledildi. Başhan’ın operasyonu ve tedavisi Doç. Dr. Tolga Akçam, Doç. Dr. Abdullah Ülkü ve Doktor Öğretim Üyesi Gökhan Sarıtaş tarafından gerçekleştirildi.

    Tedavi süreciyle ilgili bilgi veren Doç. Dr. Tolga Akçam, Mahmut Başhan’ın 1995 yılından bu yana karaciğer rahatsızlığının olduğunu ve tedavi sürecinin sürdüğünü belirtti. Akçam, son 5 yıldır ise hastanın karaciğerinde tümör görüldüğünü ve hastanın hızla nakile doğru gittiğini dile getirerek, 19 yaşında beyin ölümü gerçekleşen ve organları bağışlanan bir gencin karaciğerinin Mahmut Başhan’a takıldığını hastanın şuan taburcu aşamasına geldiğini ifade etti. Organ Bağışı Haftasında bu operasyonu gerçekleştirmenin de ayrıca önemi olduğunu vurgulayan Akçam, organ bağışı konusunda daha fazla duyarlı olunması konusunda çağrıda bulundu.

    Bağışlanan karaciğer ile sağlığına kavuşan Mahmut Başhan mutluluğunu eşi ve doktorlarıyla paylaştı. Duygularını dile getiren Başhan, “Doktorlarım karaciğer nakli olmam gerektiğini söylediklerinde pek ümidim yoktu. Ancak bağış olup da sıradaki hastanın ben olduğumu öğrendiğimde yaşama dair yeniden içimde umut oldu. Şimdi nakil oldum ve taburcu aşamasındayım çok teşekkür ediyorum herkesi organ bağışı konusunda duyarlı olmaya davet ediyorum” dedi.