Kategori: Sağlık

  • Depresyon karın ağrısına sebep oluyor

    En az 3-6 ay aralığında veya daha uzun sürede olan göbek altından leğen kemiğine dek uzanan bölgede hissedilen ve fonksiyonel kayba sebebiyet veren ağrılar pelvik ağrı olarak tanımlanıyor. Bu ağrı türü toplumun yüzde 4 ila 16’sında görülüyor. Sebebi ise kadın üreme organları kaynaklı (jinekolojik), sindirim sistemi kaynaklı (gastrointestinal), idrar yolları kaynaklı (ürolojik) veya kas-iskelet sistemi kaynaklı olabiliyor.

    Pelvik ağrıların altında birçok sebebin olabileceğine işaret eden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Emine Zeynep Yılmaz, “Sadece pelvik ağrısı olan kadınların üçte biri tedavi arayışında. Ağrılar genelde orta şiddette, künt, keskin veya kramp tarzında olabilir. Genelde karnın alt kısmında veya kasıklarda tarif edilir. Tuvalette, merdiven çıkarken veya cinsel ilişki esnasında başlayabilir. Sıklıkla ayakta durmak ağrıları başlatır. Ağrılar hafiften çok şiddetliye doğru uzanabilir” ifadelerini kullandı.

    Pelvik ağrılarda en sık rastlanan jinekolojik sebeplere ilişkin konuşan Esenler Medipol Üniversitesi Hastanesi’nden Op. Dr. Emine Zeynep Yılmaz, “Çikolata kisti, instertisyel sistit ve pelvik tabandaki kas spazmına bağlı pelvik ağrı hissedilebilir. Bazı kadınlarda sebep bulunamaz, bu hem hasta hem de doktor için zor bir durumdur. Sebebi bulunamayan hastalardaki problem genelde santral sinir sistemine bağlı olur. Bu koşul sıklıkla çok merkezli ağrı ve eşlik eden aşırı yorgunluk, hafıza problemleri ve kalitesiz uyku ile birlikte bulunur” dedi.

    KANSER OLASILIĞI DA UNUTULMAMALI

    Kadınlarda jinekolojik olarak en çok çikolata kistinin görüldüğünü ifade eden Op. Dr. Emine Zeynep Yılmaz, “Pelvik ağrı nedeniyle ameliyat edilen hastaların yüzde 20 ila 80’inde çikolata kistine rastlanır. Ancak; her çikolata kisti varlığında pelvik ağrı olur anlamı çıkmamalı. Çünkü bunun dışında rahimdeki bazı kitleler (myom, adenomyozis gibi), geçirilmiş cerrahiye bağlı karın içi yapışıklıklar ve de ciddi pelvik enfeksiyonlar yine pelvik ağrıya sebep olabilir. Nadiren de olsa kanser olasılığı unutulmamalı” şeklinde konuştu.

    DURUŞ BOZUKLUĞU BİR DİĞER FAKTÖR

    Yılmaz, jinekolojik sebepler dışında bazı sindirim sistemi rahatsızlıklarının da pelvik ağrılara neden olabileceğini vurgulayarak şu değerlendirmede bulundu:

    “İrritable ya da inflamatuar bağırsak hastalıkları, Çölyak ve kronik kabızlık da pelvik ağrılara neden olabilir. Pelvik ağrı sebepleri olarak üriner sisteme bakıldığında sistit, ağrılı mesane, böbrek taşı, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu, kas iskelet sisteminde miyofasyal pelvik ağrı sendromu, fibromiyalji, kötü postür (duruş) ve fıtıklar, bazı sinirlerin sıkışması da nörolojik sebepler doğurur. Örneğin devamlı bisiklet kullanan veya ata binen hastalarda pelvis ve perine bölgesinde pudandel nöralji gelişebilir. Psikolojik olarak bakıldığında fiziksel tacize uğrama, depresyon, uyku bozuklukları pelvik ağrı sebebidir.”

    CERRAHİ MÜDAHALE GEREKEBİLİR

    Öncelikle ağrının kaynağının bulunarak hedefe yönelik tedavinin uygulanmasına dikkati çeken Yılmaz, şöyle devam etti:

    “Bunun için fizik muayene, kan tahlilleri, kültürler ve hiçbir sebep bulunamazsa ameliyat gerekebilir. Başlangıç tedavisi olarak ağızdan alınan ağrı kesiciler kullanılabilir. Eğer tatmin edici bir sonuç alınmazsa daha kuvvetli ağrı kesicilere geçilebilir ve antidepresan, antikonvülzan ilaçlar nöropatik ağrılarda yardımcı olabilir. Enfeksiyon durumlarında antibiyotik kullanılır. Karına sıcak soğuk uygulama, germe egzersizleri, masaj gibi fizik tedavi terapilerini doktorunuz önerebilir. Bazı durumlarda cerrahi gerekebilir, ki bu durumlar sinir harabiyeti yaratmaya yöneliktir. Gereken durumlarda hormon tedavisi uygulanabilir. Bunun dışında E vitamini, balık yağı, düşük yağlı diyet, egzersiz, akupunktur kullanılabilir.”

  • En tehlikeli 4 damar hastalığı

    Vücudumuzun yaşam kanalları olan damarlar, vücudun ihtiyacı olan maddelerin kaynağı kanı, kalpten dokulara ve organlara taşır. Sürekli bir çalışma halinde olan damarlar, diğer tüm organlar gibi çeşitli nedenlerden dolayı fonksiyonlarını kaybedebiliyor ve bu durum da tehlikeli sonuçlara sebep olabiliyor.

    Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürebilmek için damar yapısı ile fonksiyonlarının sağlıklı olması gerekiyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Cem Arıtürk, tedavi edilmediği takdirde ölümcül olabilen en tehlikeli 4 damar hastalığını şöyle sıralıyor:

    AKCİĞER EMBOLİSİ

    Akciğer Embolisi (Pulmoner Emboli), derin bacak toplardamarlarında oluşan pıhtının (trombüs), oluştuğu yerden koparak akciğer atardamarını tıkamasıyla oluşan bir hastalıktır. Ani başlangıçlı göğüs ağrısı ve nefes darlığı ile belirti veren Akciğer Embolisi, bacaktaki pıhtıdan kopan parça ya da parçaların, boyutuna göre akciğer atardamarının ana gövdesinde, dallarının bir veya birkaçında tıkanmaya sebep olarak nefes darlığı, göğüs ağrısı ve kanlı balgam çıkarma gibi şikayetlere sebep olabilir. Ana damarlardan biri tıkandığında ise gelişen durum “Masif Pulmoner Emboli” olarak adlandırılır ve hastalar için durum oldukça ciddi boyutlara (ölüm gibi) ulaşabilir.

    DERİN VEN TRAMBOZU

    Kısaca DVT olarak bilinen “Derin Ven Trombozu” vücuttaki derin bir vende oluşan kan pıhtısı anlamına gelmektedir. Derin ven trombozu sıklıkla bacak toplardamarlarında meydana gelir. Bununla birlikte karın içi toplardamarlarda ve gövdenin altı ile bacakların kirli kanını kalbe taşıyan ana toplardamarda da görülebilmektedir. Genelde bacakta ani başlangıçlı şişlik, ödem, ağrı, kızarıklık, gibi şikayetler görülür. Bununla birlikte DVT, akciğere pıhtı atması (pulmoner emboli) riski nedeni ile tehlike taşımaktadır. Bu hastalarda akciğer damarlarının pıhtı ile tıkanması ciddi şikayetlerle seyreden ve acil tedavi gerektiren bir durumdur. DVT riski; hareketsiz, spor yapmayan ve şişman belirgindir.. Uzun süre hareketsiz kalan meslek gruplarında (pilot, hostes, bankacı …) ve kanama pıhtılaşma bozukluğu olan kişilerde de daha sık görülür. Kadınlarda gebelik dönemleri ve doğum kontrol hapı kullanımı da riskler arasında yer alır. Uzun süre hareketsiz kalınması bacak kaslarının hareketsizliğinden dolayı bacak toplardamarlarında kanın birikimi ile sonuçlanır. Bu göllenme, bacak damarlarında pıhtılaşma riskini arttıran en önemli sebeplerdendir. Derin Ven Trombozunda tanı renkli doppler ultrasonografi ile konur. İlaçlı tomografi gereken durumlar olabilir. DVTnin yerleşimine, hastaın klinik durumuna, genel özelliklerineve şikayetlere göre tedavi stratejisi belirlenmektedir.

    AORT ANEVRİZMASI

    Karın bölgesindeki en büyük atardamar olan aort damarının normalin 1,5 kat çapına kadar genişlemesi ve balonlaşması anlamına gelen “Abdominal Aort Anevrizması”, diğer damar hastalıklarının aksine genellikle herhangi bir belirti vermediği için başka nedenlerle yapılan tetkikler sonucunda ortaya çıkar. Einstein’ın da ölüm sebebi olan ve genellikle ileri yaştaki (60 yaş ve üzeri) insanları etkileyen bu hastalık, erkeklerde kadınlara göre daha fazla görülmektedir. Hastalığın toplumda altmış yaşın üzerindekilerde görülme sıklığı % 9 oranındadır. Günümüzde ameliyatsız girişimsel yöntemlerle başarılı bir şekilde tedavi edilmektedir.

    ŞAH DAMAR TIKANIKLIĞI

    Halk arasında “şah damarları” olarak bilinen karotis arterleri, boynun her iki yanında yer alan ve beyne oksijence zengin kanı ulaştıran damarlardır. Beynin ve yüzdeki, boyundaki ve saçlı derideki dokuların kan dolaşımının önemli bir bölümü bu şah damarları aracılığı ile sağlanır. Vücuttaki her atardamarda olduğu gibi şah damarlarda da aterosklerotik (damar sertliği) sürece bağlı olarak daralma ve tıkanma riski bulunmaktadır. Her damar sertliği sürecinde olduğu gibi yağ ve kireç içerikli aterom plaklarına bağlı olarak meydana gelen şah damar tıkanıklığında hedef organ beyin olduğu için hastalığın olası sonuçları ve komplikasyonları çok ciddi olmaktadır (kalıcı veya geçici felç ve ölüm gibi). Tanısında doppler ultrasonografi, ilaçlı tomografi ve anjiografi bulunan şah damar tıkanıklıklarının tedavisinde ilaç ile takip, stent takılması ve ameliyat gibi yöntemler bulunmaktadır.

  • Spordan sonra en az 500 ml süt içilmeli

    Spordan sonra en az 500 ml süt içilmeli

    Uzmanlar, spor sonrası beslenmede, kaybedilen vitamin ve mineralleri yerine koyacak, içerdiği karbonhidrat ile enerjiyi yükseltecek, kas dokusunun onarılması ve geliştirilmesi için gerekli proteini içeren sütün tüketilmesi gerektiğini belirtiyor.

    Sporcuların sağlıklı olmaları ve optimal performansa ulaşmaları için içecek tüketiminin çok önemli olduğunu belirten Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç “Sütün içerisinde, süt proteini olarak bilinen Kazein (%80) ve peynir altı suyu olarak bilinen Whey (%20) bulunmaktadır. Bu proteinlerin sindirimi ve emilimi çok yavaştır. Bu da bu proteinlerin daha yavaş sindirilip emilmesi ile kandaki aminoasit konsantrasyonunun uzun süreli yükselmesini sağlar. Sütte bulunan proteinler, kaslarda yakıt olarak kullanılan ve protein sentezinde görev alan dallı zincirli aminoasitleri yüksek miktarda içerir. Bu nedenle sporcular için en uygun içeceklerden birisi süttür.” dedi.

    İnanç, “Süt, kuvvet ve dayanıklılık egzersizlerinden sonra toparlanmayı artırması nedeniyle, egzersiz sonrası için etkin bir içecektir. Yapılan egzersizin çeşidine, süresine ve egzersiz yapanın cinsiyetine göre önerilen süt tüketiminin değişiklik göstermesi gerekse de, egzersiz sonrası en az 500 ml süt önerilmektedir. Ayrıca süt tüm besin öğelerini içerdiği için spor sonrasında kaybedilen vitamin ve mineralleri yerine koymaya yardımcıdır. Bu nedenle sporcuların yeterli ve dengeli beslenme düzenleri içerisinde günde 2-3 su bardak süt yer almalıdır” dedi.

  • Tek tehlike ıspanak değil

    Ispanak gibi tarladan soframıza ulaşan birçok ürün, sağlıksız taşıma ve saklama şartları sebebiyle ölüme varan ciddi sağlık problemlerine sebebiyet verebiliyor. Hijyen kurallarına aykırı olarak taşınan, saklanan ürünlerin ısıtılarak yeniden tüketilmesinin de ciddi riskler oluşturduğunu vurgulayan VM Medical Park Bursa Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ergün Öztaş, “İnsan sağlığına olumsuz etkilerinden dolayı nitrat ve nitrit, belirli dozların üzerinde gıdalarda bulunmasıi stenmeyen maddelerdir. Ispanağı ele aldığımızda nitratın nitrite dönüşmesi, oksidasyon gerektirir. Oksidasyon için de gıdanın belli bir ısıda ve belli bir asidik ortamda olması gerekir. Nitratın nitrite dönüşmesindeki ısı değişiklikleri, besin çürümesini hızlandırır. Çürüyen besinlerin üzerindeki bakteriyel ürünlerin kana geçme olasılığı daha da yükselir. Dozun yüksekliğine bağlı olarak kişide gıda zehirlenmesi yani toksik etkiler görülebilir. Bu dönemde kritik süreç 72 saattir. 72 saat boyunca bulantı, kusma ve gastrointestinal huzursuzluk hissi ve şuur bulanıklığı gibi semptomlar ortaya çıkar. Bu semptomlarla birlikte kişide oluşan halsizlik ve yorgunluğun yanı sıra sıvı elektrot kaybıyla birlikte kişide kronik bir hastalık varsa daha ağır seyreder” dedi.

    Gününde tüketilmeyen ya da saklama şartlarına uyulmayan ıspanak gibi bütün besinlerin zehirleyebileceği uyarısında bulunan Uz. Dr. Ergün Öztaş, tüketicilerin dikkat etmesi gereken noktaları şöyle özetledi: “Bu tip gıdaların saklama ve taşıma usulleri, hayati önemdedir. Tarladan çıkarılan ürünün evimize girene kadar geçirdiği sürede hijyen koşullarına çok dikkat edilmesi gerekir. Zehirlenmenin spesifik bir tedavisi yoktur.Sıvı elektrot dengesi eski haline getirilmelidir. Sindirim sistemi zaten bunu kendi içinde bulantı, kusma ve ishalle vücuttan atar. Tabi asıl önemli olan, bu aşamaya gelinmemesidir. Besin zehirlenmesi ciddiye alınmadır. Bilinçsiz mantar tüketimi sonrası gördüğümüz gibi ölümcül sonuçlarla karşılaşılabilir. Bakteri üreten konserve ürünlerin tüketimi sebebiyle de zehirlenme görülebilir. Sebze-meyveler alındıktan sonra sirke ya da saf suda bekletildikten sonra tüketilebilir. İlaç artığı kalma ihtimalinin yüksek olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Kabuklu ürünleri de kabuklarını soyarak tüketebiliriz. İlaç kalıntısı olan ürünlerin kanserojen risk oluşturduğunu unutmayalım.”

  • Mucize Bitki ‘Safran’ Depresyona İyi Geliyor

    Çin haber ajansı Xinhua’daki habere göre, Avustralya’da yapılan bir araştırmada, dünyanın en pahalı bitkilerinden safranın farmasötik antidepresanlarla kullanıldığında depresyona iyi gelebildiği sonucuna ulaşıldı.

    Murdoch Üniversitesinden araştırmacı Adrian Lopresti, “Çalışmalarımızda, safranı plasebo ile kullanan kişilerde, depresif semptomların yüzde 21 ila 41 azaldığını gördük.” dedi.

    Araştırmada, safranın çok sayıda faydasının tespit edildiğine dikkati çeken Lopresti, “Uyku kalitesi, motivasyon, aktivitelere duyulan istek ve aktivitelerde elde edilen haz seviyelerinde de gelişmeler gözlemlendi.” ifadelerini kullandı.

    Uzmanlar, fazla miktarda safran tüketiminin tek başına ruh sağlığına iyi gelmeyebileceğine işaret ederken, kesin sonuçların elde edilebilmesi için konuyla ilgili daha fazla çalışmanın yapılması gerektiğini vurguladı.

    “Kırmızı altın” olarak da tabir edilen safranın kilogram fiyatının yaklaşık 3 bin dolar olduğu kaydediliyor.

  • Karışık meyve suyu kan şekerini yükseltebilir!

    Diyetisyen Miray Bozdoğan, karışık meyve suyuna ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Bozdoğan, mevsim meyveleriyle hazırlanan karışık kokteyllerin sağlıklı bir alternatif olduğuna dikkati çekerek “Meyve kokteylleri özellikle basit şeker ya da krema ilaveli içecekler ile kıyaslandığında oldukça sağlıklı bir seçenek. Mevsim meyveleri ile hazırlandığı zaman hem vitamin hem de lif deposudur. Ancak yüksek kalori içerikleri ve kan şekerini hızlı şekilde yükseltebileceği için tüketim sıklığına dikkat edilmeli” bilgisini verdi.

    “Ödemin çözümü salatalık ve zencefilde”

    Ödeme karşı meyve sularının tercih edilebileceğini belirten Bozdoğan, şu uyarılarda bulundu: “Sadece meyvelerden oluşmayan içerisinde salatalık, zencefil, chia tohumları, yulaf gibi besinleri içeren meyve kokteylleri bünyenin hafiflemesini istediğimiz, çok kaçamak yaptığımız günlerin ardından tüketilebilir. Ya da mevsim geçişlerinde vücut ödem tuttuğunda haftada 1-2 kez bir seçenek olarak değerlendirebiliriz.”

    “Hastalıklara kalkan zindelik iksiri”

    Bozdoğan, kültürel olarak kahvaltıda tüketilen çorbanın iyi bir seçenek olabileceğine değinerek şöyle devam etti: “Sağlıklı bir seçenek olduğu için ara sıra tercih edilebilir. Bunların dışında proteinli bir kahvaltı uyurken yavaşlayan metabolizmamızın hızlanması ve gün içinde daha fazla tokluk hissi için daha uygun bir seçenektir. Kahvaltıda yumurta, peynir tüketen insanların gün içinde 500-600 kalori daha az aldıkları görülmüştür. Mesela sabahları bir bardak sıcak süt, yarım muz, bir çay kaşığı zerdeçal, toz zencefil, toz tarçın ve bir yemek kaşığı chia tohumunu karıştırarak tüketirsek kışın hem bizi sıcak tutacak hem de sağlıklı kalmamızı sağlayacak. Grip, soğuk algınlığı gibi hastalık süreçlerinde karışıma bir tatlı kaşığı bal ilave edebiliriz. Eğer bir gün önce sağlıksız ve aşırı yemek tükettiyseniz ertesi sabah aynı karışıma bir avuç ıspanak ekleyerek tüketebilir, böylece vücudun daha dinç ve toksinlerden arınmasını sağlayabilirsiniz.”

  • Güvensizlik Problemi Nasıl Çözülür?

    İnsanın biyo-psiko-sosyal bir varlık olduğunu dile getiren Uzman Klinik Psikolog Merve Kırna, “Sosyalleşme, ikili ilişkiler kurma, güven duyma sosyal yaşantımız için oldukça önemlidir. Bazı kişilerde ise karşısındakine hiç bir şekilde güvenememe fobi boyutuna ulaşabilir ve kişi kimseye güvenmemeye ve hatta güvenmekten korkmaya başlayabilir” dedi.

    Diğer insanlara güvenmedeki zorluğun temelinin kendine güvenmeme ile başladığını anlatan Uzman Klinik Psikolog Merve Kırna, “Bu durum ise karşısındaki kişinin güvenilir olup olmadığına dair inançlarını etkiler. Kişi geçmiş ilişki deneyimlerinde yaşadığı olumsuz deneyimlerin tekrar gerçekleşmemesi için kendisini bir tür korumaya alarak, insanlara güvenmeme durumu yaşar. Geçmişten gelen olumsuz bu deneyim, bilinç dışında tekrar incinme korkusuyla yeni ilişkilerde kendisini tekrarlar ve bu bir kısır döngü şeklinde devam eder.

    Güven her ilişkinin en önemli parçası iken, bu kişiler geçmiş deneyimlerini şimdi ile özdeşleştirip tüm insanların güvenilmez olduğu yargısına vararak gelecekteki olası zarardan kendini korumak için “Tekrar güvenirsem aynı şeyleri yaşarım”, “Hiç kimseye güvenmezsem tekrar incinmem”, “İnsanların hiç biri güvenilmez”, “Bunlar hep benim başıma geliyor” gibi olumsuz, katı inanışlar ile adım atmaktan çekinir ve her insanı; kendisini üzecek, güvenini kıracak, aynı olumsuz deneyimleri tekrar kendisine yaşatacak etiketiyle damgalarlar. Yaşanacak her olayın en kötü senaryosunu düşünür ve karşısındakinin söylediklerine güvenmezler, güvensizliğin oluşturduğu bu duygu duruma; hayal kırıklığı, ümitsizlik, hiç bir zaman mutlu olamayacağı duygusu, öfke, suçluluk, kaygı ve korkularda eşlik edebilir” diye konuştu.

    Sadece duygusal ilişkilerde sıkıntı yaşamayıp; iş hayatında, aile hayatında veya sosyo-kültürel çevrede de güvensizlik durumunun devam edebileceğini kaydeden Uzman Klinik Psikolog Merve Kırna, “Her ne kadar ilişkilerde mesafeli ve güvensiz bir tavır sergilense de yaşanan bu durumun altında reddedilme ve özgüven eksikliği olabilmektedir. Genellikle içe dönük, sessiz, kendi halinde olan bu kişiler sadece karşısındaki kişilere değil kendi sezgilerine ve duygularına da güvensizdirler, bu bağlamda savunmasız olduğu bu alanda reddedilmemek ve tekrardan aynı duyguları yaşamamak için daha da güvensiz olmaktadırlar.

    Kedi, köpek fobisi olan biri nasıl ki hayvanı gördüğü zaman yolunu değiştirip kaçmaya çalışıyorsa, bu kişilerde yaşadıkları güvensizliğe dair yoğun kaygıdan dolayı insanlarla ilişki kurmaktan kaçabilmektedir, bu nedenle tekrar aynı şeyleri yaşama korkusu insanlara güven duymaktan daha ağır basabilmektedir” diye konuştu.

    Uzman Klinik Psikolog Merve Kırna, pistanthrophobia’nın belirtilerini ise şöyle aktardı:

    “Her ne kadar karşısındaki kişiye güvenmek istese de bunu yapamama; Tanışacağı her insanın kötü ve kendisinin güvenini zedeleyeceğini düşündüğü için yeni ilişkiler kurmaktan kaçınmak; Her yeni kurulacak ilişkinin kendisine zarar vereceği, güvenini sarsacağı ve üzüleceğine dair irrasyonel korkular; Güven ile ilgili durumlarda kendini kötü hissetme, yoğun kaygı yaşama; Karşısındaki kişilerin kendilerini olduğu gibi göstermediğine inanma, şüpheci tavırlar, kıskançlıklar; Gelecek ile ilgili ilişki düşlemlerinde en kötü senaryoyu hayal etme, olumsuz düşüncelere yapışma, karamsarlık; Mutlu bir ilişkinin olmayacağına, ulaşılmaz olduğuna dair güçlü inanışlar; Sürekli kendisini hayal kırıklığına uğratacak durumlar arama; Kendini incinmekten korumak için ilişki konularında sert ve soğuk tutumlar; Duygularının açığa çıkmasını engelleme; İnsanların kendisine değer vermeyeceğine ve güvenini sarsacağına dair inanç ve Karşı tarafa hiç güvenmeme, tanışılan her kişiye şüphe ile yaklaşma.”

    Uzman Klinik Psikolog Merve Kırna, “Pistanthrophobia’yı nasıl yenebilirim?” sorusuna ise şöyle cevap verdi;

    “Öncelikle bilinmesi gereken en temel şey gelecek ilişkilerin geçmişle aynı özelliklere sahip olmayacağını bilmek olmalıdır. Her insan aynı olmadığı gibi, her ilişkide aynı örüntüye sahip olmayacaktır. Fakat; “Bu hep neden benim başıma geliyor”, “Ben hiç bir zaman mutu olmayacağım”, “Hiç kimse güvenilir değil”, “Herkes güvenimi zedeleyebilir” gibi olumsuz düşünceler çözümlenmediği takdirde aynı tabloyu yaşayabilme ihtimali olan kişileri seçmenize neden olabilmektedir.

    Yeni insanları tanımanıza ve güvenmemenize neden olan eski duyguları bulmak, bu duyguları iyi tanımak ve üzerine çalışmak önemli adımlardan biridir.

    Geçmişte yaşanılan olumsuzlukları kabul etmek ve duygularınızdan kaçmadan yüzleşmek yeni ilişkilerin sağlıklı ilerleyebilmesi adına oldukça önemlidir.

    Geçmişte yaşanılan durumlardan ders almak, yeni kurulan ilişkilerde bu durumları tekrarlamamak adına önemlidir.

    Yaşadığınız bu problem kısa bir sürede olmadığı gibi, çok kısa bir sürede çözüm beklemek yerine kendinize zaman tanıyarak ilerlemeniz gerekmektedir.

    En önemlisi de bu durum ile tek başınıza başedemediğiniz de psikoterapi desteği, yaşanılan sorunların geçmiş yaşantılardan kaynaklı kökeninin bulunması ve insanlara güvenmekten sizi alıkoyan duyguların üzerine çalışılması adına yardımcı olabilir.”

  • Akciğer kanseri erken teşhisle tedavi ediliyor

    Akciğer kanserinin dünyada en sık görülen kanserlerden biri olduğunu ifade eden Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Muharrem Erol, “Akciğer kanseri, kanser sebebiyle ölümler içinde birinci sırada yer almaktadır. Bu sebeple kasım ayı ‘akciğer kanseri farkındalık ayı’ olarak seçilmiş ve çeşitli faaliyetlerle bu hastalığa dikkat çekilmek istenmiştir. Sigara içenlerde akciğer kanseri riski daha yüksek olurken, hava kirliliği de akciğer kanserine sebebiyet verebiler. Türkiye’de geçmiş yıllarda kadınlarda daha az görülen akciğer kanseri, şimdiler de ise daha sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Çünkü kadınlar hayatın içerisinde daha fazla rol oynamaya başlamıştır. Bunu engellemek adına 40 yaşını doldurmuş kişilerin, sigara içenlerin ve çevre faktörlerine maruz kalanların akciğer check-up’ı yaptırması gerekmektedir” dedi.

    Erken teşhisin çok önemli olduğunu belirten Erol, “Maalesef Türkiye’de hastaneye başvuran insanların yüzde 80’i özellikle cerrahi aşamayı geçmiş durumdadır. Her hastanın tedavisi farklılık göstermekte olup, tedavi kararında hastalığın yeri, safhası, hastanın yaşı ve diğer sağlık problemleri gibi birden fazla faktör etkilidir” diye konuştu.

  • Anne sütünden peynir yapılır mı?

    Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yavuz Öztürkler ve Avukat Metin Öztürk, 15 yıl boyunca Türkiye’nin her yerini gezerek peynir üzerine yaptıkları çalışmaları, Türkiye’nin ilk ve tek peynir dergisi olan ‘Cheese life magazine’de topladı. İkili, peynirle ilgili her türlü bilginin bulunduğu bu dergi ilgi görünce “Peynir Deyip Geçmeyin” adlı kitabı çıkardı.

    “PEYNİRİ SADECE KAHVALTIDA ARIYOR”

    Antalya’da 10’uncusu düzenlenen Yöresel Ürünler Fuarı’na katılan Prof. Dr. Yavuz Öztürkler ve Metin Öztürk, Türkiye’nin birçok yerinden tescilli peynirlerin tanıtıldığı stantta, peynirle ilgili dikkat çeken bilgiler verdi. Avukat Metin Öztürk, peynir için yaptıkları inceleme gezilerinde peynir kültürünün yeteri seviyede olmadığını tespit ettiklerini söyledi. Peynirin aslında bir kültür olduğunu anlatan Metin Öztürk, “İnsanlarımız peyniri sadece kahvaltıda hatırlıyor. Biz de peynir kültürü oluşması için bir kitap ve dergi çıkardık. Peynirin çok ilginç özelliklerini araştırdık, yazdık. 15 yıllık süreçte insanlarımızın peynire bakış açışının değiştiğini söyleyebiliriz” dedi.

    Anadolu’da peynire bir “kültür” mantığıyla yaklaşılmadığını ve kurumsallaşılmadığı için peynirde Avrupa ile yarışacak seviyeye gelinmediğini aktaran Öztürk, “Aile işletmelerinin kurumsallaşması ve peynir vizyonu oluşturmaları gerekiyor” dedi.

    KADIN SÜTÜNDEN PEYNİR OLUR MU?

    Prof. Dr. Yavuz Öztürkler ise peynirle ilgili yaptıkları ilginç araştırmalardan söz etti. Peynirin tarihiyle ilgili konuşan Prof. Dr. Öztürkler, sütün çürütülmesiyle peynirin oluştuğunu ve 10 bin yıllık geçmişi olduğunu söyledi. Prof. Dr. Öztürkler, peynirin asıl vatanının Mezopotamya olduğunu, doğuda doğup, batıda gelişimini sürdürdüğünü anlattı. Dünyada 2 binin üzerinde, Türkiye’de ise 200 çeşit peynir olduğunu ifade eden Prof. Dr. Öztürkler, “Peynir öyle çeşitlendi ki; eşek, fare, geyik, maymun sütünden yapılır oldu. 2011 yılında ABD’de Newyork Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan Miriam Simun adlı öğrenci tarafından kadın sütünden peynir denemesi yapıldı. Kadın sütünden 3 çeşit peynir elde ettiler. Bunu gören şefler, olaya ilgi gösterdi. Bazı kadınlar da destekledi ve kendi sütlerinden peynir yaptı” diye konuştu. Kadınların hayvan sütüne güvenirken kendi sütünden yaptığı peynire daha çok güvendiğini kaydeden Prof. Dr. Öztürkler, Türkiye’nin bu konuya henüz hazır olmadığını sözlerine ekledi.

    PEYNİRDEN FAL BAKILIYOR

    Peynirin kültürle çok iç içe geçtiğini de belirten Prof. Dr. Öztürkler, peynirin çürümeye bırakılıp eriyen kısımlarda oluşan şekillerden fal bakıldığını, bunun da çok ilgi çektiğini kaydetti.

  • Sağlıkta tehlike: Google doktorluğu

    “Google doktorculuğu” denilen bu durum nedeniyle aile hekimlerine “Beyin tümörü oldum”, “Bamya tohumu yuttum. Şeker ilacımı kestim işe yaramış mı?” gibi başvurular oluyor. İnternetten edindikleri yanlış bilgilerle kendilerine teşhis koyan birçok hasta, ilaç için aile hekimlerine baskı yapıyor. Sözel başlayıp fiziksel şiddete dönüşen baskıyla ilgili Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu Başkanı Dr. Özlem Sezen, konuştu.

    ‘İnternete bakıp teşhis’

    Toplumda şiddetin çok yayıldığını, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin daha agresif hale geldiğini belirten Sezen şunları söyledi: “Halkımız her şeyi anında olsun istiyor, doktorun kapısında 10 dakika beklemek büyük bir şiddet sebebi. Şiddetle ilgili en fazla yaşadığımız sorunlardan biri, kişilerin kendi kendine koyduğu teşhisler, kendi kendilerine verdikleri ilaç kararları. Kendi teşhisini koyup gelen hastalara çok sık rastlıyoruz. Google doktorluğu çok revaçta. Başı ağrısa Google’a bakıyor. Hasta bana gelip, ‘Artık ben hastaneye gide gide, TV programlarını izleye izleye doktor oldum, bamya tohumu yuttum, tahlilimi yap’ diyor.”

    ‘Yazmayınca saldırıyor’

    “Tahlil yap, reçete yaz dediklerinde yapmadığımız için şiddete uğruyoruz. İnsanlar, ‘Bana bu ilacı yaz’ diye geliyor. Ciddi olarak şiddetle tehditle… İlacı yazdınız diyelim. İlaç da alerji yaptı, bu defa diyor ki, ‘Yazdığın ilaç bana iyi gelmedi.’ Kan alıyorsun, ‘Kolumu morarttın’ diyor. Hiçbir zaman kişinin suçu yok… Seni hemen şikayet ediyor.”

    ‘Şiddet kamusal bir mesele’

    Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin şahsi bir olay olarak değerlendirilmemesi gerektiğini vurgulayan Dr. Özlem Sezen, bundan en çok kamunun zarar gördüğünü söyledi. Sezen, “Sağlık çalışanları, savaşta bile dokunulmaması gereken bir grup olarak yer alıyor. Ama sen geliyorsun, hastanede doktoru öldürüyorsun. Boğazına bıçak dayıyorsun. Aile sağlığı merkezinde dövüyorsun. Buna verilecek ceza katbekat olmalı. Şiddetten hem sağlık çalışanı zarar görüyor hem de beraberindekiler zarar görüyor. Kamu hizmetini aksatmak, diğer insanların sağlık hakkını engellemek olarak da değerlendirilmeli. Cezalar bu şekilde düşünülüp en üst düzeyde verilmeli, ertelenmemeli” diye konuştu.