Kategori: Sağlık

  • Yanlış beslenme alışkanlıkları sağlık faturasını kabartıyor

    Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Orta Asya Alt Bölge Koordinatörü ve Türkiye Temsilcisi Viorel Gutu, dünya genelinde 670 milyondan fazla yetişkin ile 120 milyon çocuğun obeziteyle mücadele ettiğini belirterek, “Sağlıksız beslenmenin neden olduğu sağlık problemlerinin tedavisi için yılda yaklaşık 2 trilyon dolar harcandığı tahmin ediliyor.” dedi.

    FAO tarafından 16 Ekim’de kutlanan Dünya Gıda Günü’nün bu yılki sloganı “Eylemlerimiz geleceğimizdir. Sağlıklı beslenme ile açlığa son verilmiş bir dünya.” olarak belirlendi.

    Gutu, yaptığı açıklamada, açlık ve her türlü yetersiz beslenmeye karşı mücadelede son 20 yılda önemli ilerlemeler kaydedildiğini söyledi.

    Söz konusu gelişmenin cesaret verici olduğunu aktaran Gutu, ancak bu ilerlemenin ülkeler ve bölgelerde eşit şekilde sağlanması için hala yapılması gerekenler olduğunu dile getirdi.

    “Kentleşme ve gelir artışı yeme alışkanlıklarını değiştirdi”

    Gutu, gıda güvenliği olmayan insanların yetersiz beslenme biçimleriyle karşı karşıya kaldığına dikkati çekerek, “Her 9 kişiden 1’i açlık çekerken, yaklaşık 2 milyar insan besin yetersizliği yaşıyor. Aynı zamanda obezite ve beslenme biçimiyle alakalı hastalıklar hemen hemen her ülkede artış gösteriyor ve dünya genelinde endişe yaratıyor. Bu yıl insanları ne yediğimiz üzerinde düşünmeye çağırıyoruz.” diye konuştu.

    Küreselleşme, kentleşme ve gelir artışı sonucu beslenme ve yeme alışkanlarında değişiklikler yaşandığını anlatan Gutu, artık mevsimlik sebze ve meyve gibi ürünler yerine rafine nişasta, şeker, yağ, tuz, işlenmiş gıda ve hayvansal kaynaklı ürünlerin tüketildiği ifade etti.

    Gutu, insanların artık evde yemek hazırlamak için daha az zaman harcadığına işaret ederek, şunları kaydetti:

    “Özellikle kentlerdeki tüketiciler, süpermarketler, fast-food ve paket servis yapan restoranlarla, sokakta satılan yiyecekleri tercih ediyor. Sağlıksız yeme alışkanlığı masa başı ve hareketsiz yaşamla birleşince obezite oranlarında çarpıcı bir artış gözlemleniyor. Obezite sadece gelişmiş ülkelerde değil aynı zamanda düşük gelirli ülkelerde de kendini gösteriyor. Bugün dünya genelinde 670 milyondan fazla yetişkin ile 120 milyon çocuk obeziteyle mücadele ederken, 800 milyonu aşkın insan ise açlık çekiyor.”

    “Besleyici gıdalar erişilebilir ve uygun fiyatlı olmalı”

    Sağlıksız beslenmenin kalp damar, diyabet ve bazı kanser hastalıklarına neden olduğunu belirten Gutu, şöyle konuştu:

    “Dünya genelindeki ölümlerin 5’te 1’i sağlıksız beslenme alışkanlıkları sonucu oluşan hastalıklardan kaynaklanıyor. Sağlıksız beslenmenin neden olduğu sağlık problemlerinin tedavisi için yılda yaklaşık 2 trilyon dolar harcandığı tahmin ediliyor. Bu nedenle hükümetleri besleyici gıdaların erişilebilir ve uygun fiyatlı hale gelmesi için düzenlemeler yapmaya, tarım politikalarını meyve, sebze ve baklagiller gibi besleyici ürünlere ilişkin araştırma ve yatırımlarını artıracak şekilde genişletmeye davet ediyoruz.”

    Gutu, sağlıklı bir beslenme biçiminde kişinin aktif bir yaşam sürdürebilmesi ve hastalık riskini azaltmak için çeşitli, yeterli, güvenli ve besleyici gıdaları alması gerektiğini vurgulayarak, söz konusu beslenme biçiminin meyve, sebze, baklagiller, kuruyemiş, tohumlar, tam tahıllı ve düşük yağ, şeker ve tuz oranına sahip yiyecekleri içerdiğini dile getirdi.

    FAO’nun Dünya Gıda Günü‘nü çeşitli etkinlikler kutlayacağını anlatan Gutu, söz konusu etkinliklerle toplumun çeşitli kesimlerine ulaşarak, sağlıklı beslenme ve doğru gıda seçimi yapmaları konusunda insanları bilgilendirmeyi hedeflediklerini sözlerine ekledi.

  • Tarım Bakanlığı, Performans Arttırıcı Çikolata ve İçecekleri Kara Listesine Aldı!

    Tarım ve Orman Bakanlığı, hileli ürün listesini açıkladı. “Performans artırıcı enerji yüklü” diye satılan çikolatalarda ve kahvelerde sildenafil, tadalafil gibi birçok ilaç hammaddesi tespit edildiği belirtildi.

    Bu maddeyi içeren ürünlere ulaşmak ise çok kolay. Bunları üreten firmalara verilen ceza bu yıl 22 bin 742 lira. Firmaların elde ettikleri kazançların ise bu cezanın çok çok üzerinde olduğu , caydırıcı olması için hapis ya da  ticaretten men  gibi önlemlerin etkili olabileceği bildiriliyor. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Gıda Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Şenyurt, “Listede bulunan ilaç etken maddelerinden biri de Sildenafil. Bunlar enerji içeceklerinde, çikolatalarda yine performans artırıcı ürün olarak sunulmakta ve halkın çok rahat ulaşabileceği satış noktalarında yer alıyor. Son derece tehlikeli” dedi.

    “GIDA DENETİMLERİ YETERLİ DEĞİL”

    Üretici firmaların yeterince denetlenmediğini ifade eden Şenyurt, şunları söyledi:

    “5996 sayılı kanun kapsamında gıda denetimi, Kamu denetimi gıda hilelerinin önüne geçmek için çok önemli. Bunların frekanslarının artırılmasını biz öneriyoruz. Şu anda 675 bin civarındaki kayıtlı onaylı işletmeleri, 6 bin 800 civarında teknik personel denetliyor. Ve ortalama yılda 1 kez bir işletmenin denetleniyor olması bu sayının yetersiz olduğunu gösteriyor. Yapılan tespitlerde farklı gıda ürünlerinde taklit ve tağşiş yapılan firmalar, belli aralıklarla bakanlıkça yayınlanıyor. Bu bir parça caydırıcı etki yapabiliyor ancak yapılan incelemeler gösteriyor ki aynı firmalar isim değiştirerek bu hatayı, bu yanlışı yapmaya devam ediyorlar. Bu da gösteriyor ki uygulanan cezai yaptırımlar yeterli değil. Cezai yaptırımların da artırılması son derece önemli” şeklinde konuştu.

    “SİLDENAFİL MADDESİ ÖLÜME GÖTÜREBİLİR”

    “Hile yapılan, taklit tağşiş yapılan ürün gruplarından bir tanesi de içecek grubunda tespit edilen ilaç etken maddesi.” diyen Şenyurt, “Son derece tehlikeli, insanları ölüme götürebilecek, kalp krizlerine yol açabilecek, doktor kontrolünde verilmesi gereken ilaç etken maddeleri. “Sildenafilö örneğin tespit edilmiş. Bunlar enerji içeceklerinde, çikolatalarda yine performans artırıcı ürün olarak sunulmakta ve halkın çok rahat ulaşabileceği satış noktalarında yer alıyor. Son derece tehlikeli. Bu tür ürünler üreten firmalar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunuldu ve kovuşturma yapılıyor. Ama bu konuda halkımızın da dikkatli ve duyarlı olması lazım.  Bu kadar ucuz olmamalı, bu ürünlere ulaşım bu kadar kolay olmamalı. Zaten bu yüzden yasaklı” dedi.

    BU TÜR ÜRÜNLERE ULAŞIM ÇOK KOLAY

    Taklit, tağşiş  yapan firmalara verilen cezaların caydırıcı olmadığını dile getiren Şenyurt, şöyle konuştu:

    “Bu  konuda çok titiz davranmak lazım. Gelişi güzel, her yerden ulaşabiliyor insanlar bu tür ürünlere. Kamu denetimi bu konuda belli ki sıklaştırılmış. Daha da sıkılaştırılmalı ve bunlar zaten halkın sağlığını tehdit ettiği için, bu ve benzer ürünlerde yapılan tespitlerde, üretici firmalar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunularak bunlarla ilgili yasal işlem yapılmakta. Diğer taklit tağşiş ürünlerde ceza sadece para cezası olarak karşımıza çıkıyor. Bu yıl enflasyon oranının da artırılmış haliyle 22 bin 742 lira şu anda uygulanan ceza. Zaten kötü niyetli olan, haksız kazanç elde eden bu cezayı göze alarak bu işe giriyor. Çünkü elde ettiği kazanç zaten bu cezanın çok çok üzerinde. Dolayısıyla bu cezayı göze alarak üretime devam eden firmalar var. Bunlarla mücadele etmek lazım. Cezaları caydırıcı hale getirmek lazım. Belki hapis cezası, belki ticaretten men cezası gibi farklı seçenekler olabilir. Şu anki cezaların caydırıcı olmadığını açıkça söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı.

    YILDA 320 BİN KİŞİ HAYATINI KAYBEDİYOR

    Gıdaya bağlı hastalıkların önüne geçmenin önemini vurgulayan Şenyurt, “Yılda 600 milyon insan dünya genelinde gıdaya bağlı hastalıklarla karşılaşıyor. 200’ün üzerinde tanımlanmış gıdaya bağlı hastalık var. Bunların bir kısmının ölümle sonuçlanan etkileri olduğu gibi hafif atlatılan sağlık sorunları da bunların içersinde ve yılda 320 bin kişi hayatını kaybediyor. Ülkemizde de geçtiğimiz yılda hatta bu yıl, sahte içkiden ve yedikleri yemekten zehirlenerek ölen insanlar hala duyuyoruz. Bu tür olayların önüne geçmek için bilinçli olmak zorundayız” dedi.

    “ÜRÜNLERİN İÇERİKLERİNE BAKMIYORUZ”

    Bazı vatandaşlar da aldıkları ürünlerde denetimlerin yetersiz olduğunu dile getirdiler. Murat Akın, “Yeterli denetim de yok. Biz de dikkat etmiyoruz zaten. Bakmıyoruz. Ezbere alıyoruz” şeklinde konuştu.

    Özellikle enerji içeceklerini kalp rahatsızlıklarına yol açması nedeniyle tüketmediğini dile getiren 10 yıldır İstanbul’da yaşayan Ukraynalı Viktor Cherepakha, “Açıkçası ben alışveriş yaparken ürünlerin içeriklerine bakmıyorum ama tahmini hangi ürünün nasıl işe yaradığını biliyorum. Şahsen enerji içeceği mesela almıyorum. Çünkü enerji artırıcı bir şey yani, kalbin çalışma hızını artırıyor ve bu sağlıklı bir şey değil. O yüzden pek tüketmemeye bakıyorum. Çikolata pek düşündürmedi açıkçası daha önce bunu” ifadelerini kullandı.

    Satın aldığı gıda ürünlerinin içeriğini incelemediğini ifade eden Nihat Eren ise, “Genelde onlara bakmıyoruz. Ben Türk malı olup olmadığına bakıyorum açıkçası. O bahsettiğiniz konulardan da pek fazla bilgimiz yok. İçeriğine de bakmıyoruz. Baktığımızda da çok fazla bir şey anlamıyoruz” dedi.

  • Cep Telefonu ve Bilgisayarlarda Yanlış Kullanım Omurga Sorunlarına Neden Oluyor

    Tayland’da akıllı cep telefonu kullanan 779 üniversite öğrencisi arasında gerçekleştirilen bir çalışmada, kullanıcıların yüzde 32’sinde boyun ağrısı, yüzde 26’sında omuz ağrısı, yüzde 20’sinde sırt ağrısı ve yüzde 19’unde el bileği ağrısı olduğu tespit edilmiş. Peki omurga sorunlarından korunmak için elimizden düşüremediğimiz teknolojik cihazları kullanırken neler yapmalı, nelerden kaçınmalıyız? Acıbadem Kadıköy Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Emrullah Hayta en başta cep telefonu olmak üzere teknolojik cihazları kullanırken dikkat etmemiz gereken noktaları anlattı, önemli uyarılarda bulundu.

    Omurga rahatsızlıklarından kifoza

    Omurga, tüm vücut ağırlığının 2/3’ünü taşımasının yanı sıra ayakta durmayı, hareket etmeyi, postürü ve sağlıklı nefes almayı sağlaması nedeniyle çok önemli bir yapımız. Vücudumuzda ‘çatı’ görevini üstlendiği için omurgada meydana gelen patolojik değişiklikler vücutta yük dağılımını bozuyor, bunun sonucunda boyun kaslarına, omurga eklemlerine ve yumuşak dokulara daha çok yük binmesine yol açıyor. Bu olumsuz etkiler de sağlığımızı ciddi boyutlarda tehdit edebiliyor. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Emrullah Hayta son yıllarda omurga rahatsızlıkları arasında en sık boyun ve omuz problemleri görüldüğüne dikkat çekiyor. Bunun nedeni ise akıllı telefon veya tablet kullanımı sırasında boynumuzu öne veya yana eğmemiz, gövdemizi ve bacaklarımızı ergonomik olmayan bir duruşta tutmamız sonucu omurga kaslarına ve diskine binen yük artması. Örneğin erişkin bir birey tam karşıya baktığında kafa ağrılığı diske 4,5-5 kiloluk yük uygularken, klavye kullanımı sırasında disklere 12 kilo, cep telefonu kullanımı sırasında 27 kilo yük uyguluyor. Bunun sonucunda da disklerde dejenerasyona, skolyoz ve kifoz gibi postur bozukluklarından vücutta uyuşma ve karıncalanma gibi nöropatik şikayetlere, bazı durumlarda da depresyona kadar pek çok önemli sağlık problemleri gelişebiliyor.

    Bu hataları sakın yapmayın!

    Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Emrullah Hayta en başta akıllı telefon ve tablet olmak üzere teknoloji cihazları kullanırken kaçınmanız gereken hataları şöyle sıraladı:

    Mesajlaşırken boynunuzu öne eğmeyin

    Masaüstü bilgisayar kullanımı sırasında boynumuz 30 derece öne eğiliyor. Ancak cep telefonu kullanırken boynumuzu genelde 45 ile 60 derece arasında öne eğiyoruz, bu da daha fazla yük binmesine yol açıyor. Akıllı cep telefonunda mesajlaşma uygulamaları nedeniyle süre daha da uzuyor. Bu nedenle özellikle mesajlaşma sırasında boynunuzu öne eğecek postürden mutlaka kaçının. Cihazın ekranı tam karşınızda ve yüksekliği mutlaka göz hizanızda olmalı.

    Yazı boyutu küçük olmasın

    Mesajlaşma sırasında yazı boyutunu göz ve omurga sağlığınız için küçük tutmayınYazı karakteri büyük olursa ekrandan daha uzak kalır ve boynunuzu daha dik bir pozisyonda tutmuş olursunuz.

    Mesajlaşma süresini uzun tutmayın

    Uzun süre mesajlaşmayın. 20 dakikadan daha uzun süre mesajlaşmanın boyun kasları ve omuz kaslarında çabuk yorulmaya ve ağrıya neden olduğu elektromyografi çalışmalarında gösterildi. Süreyi mümkün olduğu kadar minimum sürede tutun. Her gün 20/20/20 kuralını uygulayın: Öne eğik postürde tablet ve telefon kullanım süresini 20 dakika ile sınırlandırın ve her 20 dakikada bir 20 saniye boyunca 20 fit (5-6 metre) uzağa bakın. Günde 2 kez 10 tekrar halinde boyun, omuz ve sırt kaslarına yönelik germe ve güçlendirme egzersizi yapın.

    2 elinizi birden kullanmayın

    Telefon ve tabletlerde 2 elinizi birden kullanmayın, bunun yerine tek elinizin işaret parmağını tercih edin. Çünkü bu sayede teknolojik cihaz kullanırken hem el başparmak eklemine ve tendonlarına daha az yük vereceksiniz, hem de boynunuzu daha az öne eğeceksiniz.

    Telefonu kulak ile omuz arasında sıkıştırmayın

    Cep telefonunu kulak ile omuz arasında sıkıştırarak uzun süreli konuşma yapmak boyun kaslarına, yumuşak dokuya ve disklere anormal yük binmesine neden oluyor. Dolayısıyla omurga sağlığınız için telefonla konuşurken kulaklık kullanmaya özen gösterin.

    Sırtınız eğik bir şekilde oturmayın

    “Cihazları kullanırken sırtınız dik pozisyonda ve bir yastıkla desteklenmiş halde oturmaya özen gösterin” uyarısında bulunan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Emrullah Hayta sözlerine şöyle devam ediyor:” Tablet veya laptop kullanımı sırasında monitör mutlaka mümkün olduğu kadar göz hizasında olmalı. Göz ile ekran arasındaki mesafe en az 60 olacak şekilde ayarlanmalı, omuzlar geride, kollar rahat bir pozisyonda olmalı. Oturma süresi 30 dakika altında tutulmalı, mola verilmeli. Molalar sırasında omuz silkelenerek ve baş yavaşça yana doğru kaydırılarak duruş ayarlanmalı. Oturmanın olumsuz etkinlerini azaltmak için en az 3 dakika yürüyüş yapılmalı”

    Cihazları kullanırken yüzüstü yatmayın

    Cep telefonları ve tabletleri yüzüstü kullanmak diğer pozisyonlardaki kullanıma göre boyun kaslarına (boynu dik tutmak için) daha fazla yük bindiriyor. Cihazları yan yatarak kullanmak, yük verilen, yani yatılan taraf omuz eklemine daha fazla yük vereceği için omuz ekleminde kasların sıkışmasına ve omurga ağrısına neden oluyor. Yatarak laptop kullanımından mümkün olduğu kadar kaçınmalı ya da kullanım sırasında mutlaka özel aparatlar (Laptop yükselticiler, boyun desteği) tercih etmelisiniz.

  • Yavaş yürüyenler hasta olmaya daha yatkın

    Yavaş yürümenin yaşlılıkta hastalığa daha yatkınlığın bir işareti olduğunu gösteren yeni bir araştırma yayımlandı.

    Araştırmacılar genelde yavaş yürüyen 45 yaşındaki kişilerin vücut ve beyinlerinin, 19 yaşlanma ölçütü üzerinden yapılan değerlendirmede “hızlanan yaşlanma” belirtileri gösterdiğini keşfetti. Bu kişilerin akciğer, diş ve bağışıklık sistemleri aynı yaşta olup daha hızlı yürüyenlere kıyasla daha kötü durumda.

    Aynı zamanda yavaş yürüyenlerin toplam beyin hacmi daha küçük, daha az beyin yüzey alanına ve beyinde daha küçük lezyonara sahipler ki bu da normalde daha yaşlı birinin göstergesi.

    Dahası katılımcıların “yüz yaşını” fotoğraflara bakarak tahmin eden 8 kişilik bir heyet yavaş yürüyenlerin daha yaşlı göründüğü değerlendirmesinde bulundu.

    Bilim insanları bunun nedeninin yürüme kabiliyetinin birçok organ sisteminin etkileşimine bağlı olmasından kaynaklandığına inanıyor. Ayrıca bellek ve yürüme hızı gibi bilişsel işlevlerin de ilişkili olabileceğine inanıyorlar.

  • ‘Papatya Çayı’ Panik Atağa İyi Geliyor

    Göğüs ağrısı, çarpıntı, terleme ve nefes darlığı gibi belirtiler yüzünden kalp krizi ile karıştırılabilen panik atağın şiddetinin 10 dakika içinde en yoğun düzeye geldiğini belirten Dr. Erdem Önder, atağın kişiye göre 30-45 dakikada içinde kendiliğinden geçtiğini kaydetti. Dr. Sönmez, “Toplumda yüzde 3-4 oranında görülen panik bozukluk, genellikle 20-35 yaş arasında başlamaktadır” dedi.

    GÜNDE 3 FİNCAN İÇİLMELİ

    Panik atağın tedavi yöntemlerinden bahseden Dr. Sönmez, şunları söyledi:

    “Panik bozuklukta ilaç tedavisi ve psikoterapi birlikte uygulanmaktadır. İlaç kullanmak istemeyen hastalarımız, bitkisel yöntemlere de başvurabilir. Psikoterapiyle birlikte uygulanacak bitkisel tedavi yöntemleriyle olumlu sonuçlar alınabilir. Papatya çayı, rahatlatıcı etkisi sayesinde panik atak sorununun en az seviyeye çekilmesine yardımcı olacaktır. Yüksek düzeyde etki seviyesi bulunan papatya çayı günde üç fincan içilmeli.”

  • Gıda satışlarında çocuklara yönelik hediye yasağına yeni düzenleme!

    Ticaret Bakanlığının Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik“i Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

    Buna göre, ürünle hediye edilen promosyonun tüketicilerce kolay şekilde edinilebilmesi amacıyla promosyonu düzenleyen tarafından her türlü etkin yöntem sağlanacak.

    Aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen gıdaların satışını artırmaya yönelik uygulamalar kapsamında, çocuklar hedef alınarak, asıl ürünün dışındaki çocukların ilgi alanlarına ve beğenilerine yönelik ürünler, ürünün yanında hediye olarak verilemeyecek.

    Öte yandan düzenlemeyle yetkili makamlardan izin alarak faaliyet gösteren silah üreticisi ve satıcıları, ilgili mevzuatta yer alan hükümlere aykırı olmamak koşuluyla, kendilerine ait kurumsal internet sitelerinde, fuarlara katılım için hazırladıkları materyaller aracılığıyla ve özel olarak avcılık ve atıcılık üzerine tematik yayın yapan mecralarda reklamlarını yapabilecekler.

    Bunun dışında, her türlü ateşli veya ateşsiz silah ile bunların üreticisi ve satıcısının reklamı yasak olacak.

  • Köpek sahipleri daha uzun yaşıyor

    Köpek sahipleri üzerinde yapılan bir araştırma, köpek sahiplerinin daha uzun yaşadığını ve kalp krizi riskinin azaldığını ortaya çıkardı.

    Circulation dergisinin yayınladığı araştırmaya göre, köpek sahipleri kalp krizlerine ve inmeye karşı daha dirençli oluyor.

    Araştırma, İsviçre’deki Uppsala Üniversitesi’nde, yaşları 40 ve 85 arasında değişen ve 2001-2012 yılları arasında kalp krizi ve inme geçirmiş kişiler arasında yapıldı.

    İnme ve kalp krizinde ölüm riskini azaltıyor

    Kalp krizi geçiren ve yalnız yaşayan insanların, köpek sahiplendikten sonra yüzde 33 daha az ölüm riski olduğu ortaya çıktı. Aynı zamanda, inme geçiren kişilerin de köpek sahiplendikten sonra ölüm riskinin yüzde 27 daha azaldığı görüldü.

    Dergide yayınlanan bağımsız çalışmalar da, İsviçre’de yapılan bu araştırmayı onayladı.

    3.8 milyon kişi üzerinde yapılan bu analizler, kalp krizi geçiren köpek sahiplerinin ölüm riskinin yüzde 65 daha az olduğunu ortaya çıkardı.

    Depresyonu azaltıyor

    Daha önce yapılan bazı araştırmalar, köpek sahiplerinin her gün birlikte gezintiye çıkmaları sayesinde, depresyon ve yalnızlık hissini azalttığını ortaya çıkarmıştı.

    Uppsala University profesörü, yaptığı açıklamada, ‘Sosyal izolasyonun sağlığı tehdit ettiğini ve prematüre ölümlere neden olduğunu biliyoruz. Önceki araştırmalar köpek sahiplerinin daha sosyal ve insan ilişkilerinde daha aktif olduğunu ortaya çıkardı. Dahası, köpek sahibi olmak fiziksel aktiviteler sayesinde motivasyonu yükseltiyor. Buna rağmen, köpekler sadece onlara iyi bakabilecek ve ihtiyaçlarını karşılayabilecek insanlar tarafından sahiplenilmeli.’ dedi.

  • Tatlı Krizini Önleme Yolları

    Tatlı ihtiyacı sonucu tüketilen pasta, çikolata, şerbetli tatlıların vücutta endorfinve serotonin hormonlarının yani mutluluk hormonu salınımını arttırdığını anlatan Diyetisyen Dilara Demirkan Erkek, “Fakat bu mutluluk kısa süre sonra kendini suçluluk duygusuna bırakacaktır. Diyet serüveniniz belki de bu suçluluk duygusu yüzünden sona erecektir. Peki tatlı krizlerinden kurtulmanın bir çözümü yok mu? Elbette var! Düzenli öğünler yapın. Tam tahıllı ürünleri kullanın. Süt ve süt ürünlerini her öğüne ekleyin. Kuruyemişleri ara öğünlerinizden ihmal etmeyin. Protein içeren besinleri ihmal etmeyin. Çünkü protein uzun süre tokluk sağlarken hücre yapımı ve onarımını da sağlayacaktır. Bitki çaylarının tüketimini arttırın. Hem ödem atmanıza hem iştah kontrolüne yardımcı olacaktır. Tuz tüketiminizi azaltın. Bol su için. Hafif düzeyde spor yapın. Egzersiz yapmak mutluluk hormonu serotonin artışını ve kan şekeri düzeyini dengeleyerek iştah kontrolü sağlar.” Diye konuştu.

    Diyetisyen Dilara Demirkan Erkek, tatlı krizlerine sağlıklı ara öğün alternatifleri konusunda ise şu önerilerde bulundu; “1-2 dilim ananastaze hindistan cevizi, 2 küçük kare bitter çikolata Tarçın çayı, 1 porsiyon meyve dilimleri üzerine 1 çay kaşığıserpilmiş tarçın veya kakao, Çikolata kaplı veya sade 1 porsiyon kuru meyveler, Fırınlanmış meyve dilimleri, Chia tohumlu pudingler Yoğurtlu barlar ve Rafine şeker içermeyen sütlü tatlılar.”

  • ”Çiğnemeden sarımsak yut” tavsiyesine uydu; canından oluyordu

    Gastrit problemi nedeniyle, yakınlarının tavsiyesi üzerine bir diş sarımsağı çiğnemeden yutan 45 yaşındaki Turan Pütün, yediği ve içtiği her şeyi kusmaya başladı. Yemek borusunda takılı kalan sarımsak, besinlerin midesine inmesine engel olan Pütün, 3 gün boyunca kendi yöntemleri ile yemek borusuna takılan sarımsağı midesine indirmeye çalıştı ancak başarılı olamadı. Çok zor günler yaşadığını ifade eden Pütün, 3 günün sonunda Bağcılar’da özel bir hastaneye başvurdu, tıbbi müdahale ile sarımsak midesine indirildi.


    “YEDİĞİM HER ŞEYİ KUSUYORDUM”

    Yemek borusuna takılan sarımsağın ona zor günler yaşattığını ifade eden Turan Pütün, “Midemde gastrit vardı. Bir arkadaşın tavsiyesi üzerine sarımsak içtim ondan sonra tıkandım. Yemek yiyemedim, su içemedim. Cuma günü oldu, pazartesi günü doktora geldim. Doktor eğer siz gelmeseydiniz bu yara yapardı, kötü sonuçlara mal olurdu dedi. Yediğim her şeyi kusuyordum. Köpük halinde kusuyordum. Diyorum ya, yemek yiyordum, yutamıyordum, orada kalıyordu. Her şeyi kusuyordum. Onun için doktora geldim zaten. İnsanlara çağrım şudur, doktorunuza danışmadan hiçbir şeyi yapmayın. Kulaktan dolma bilgilerle hareket etmesinler. Çok endişelendim, “Acaba yara yapar mı, kanser yapar mı? Endişem oldu” şeklinde konuştu.

    “BİRKAÇ GÜN DAHA KALSAYDI HAYATİ TEHLİKEYE YOL AÇABİLİRDİ”

    Prof. Dr. Vedat Göral, “Hastamızın geçen hafta mide yakınması üzerine yakınlarının tavsiyesi ile sarımsak yemesi önerilmiş. Hastamız da bir sarımsak dişini su ile içmiş. Ancak bu sarımsak dişi büyük olduğundan dolayı yemek borusunda tıkanmış, orada kalmış ve 3 gün içinde midede yanma, yutma güçlüğü, göğüs kafesinde ağrılar olması nedeni ile bize geldi. Yani hasta sarımsağı yutmasından 3 gün sonra bize başvurdu. Biz tabii hemen endoskopi yaptık. Yaptığımız endoskopide çok şaşırdık. Ben 20-25 yıldır endoskopi yapıyorum ilk defa yemek borusunda bir sarımsağın kaldığımı gördüm. Sarımsak orada yemek borusunda kalmış, takılmış, sarımsağın takılı olduğu yerde de yaralar meydana gelmişti. Dolayısıyla sarımsak birkaç gün daha kalsaydı, hayati tehlikeye yol açabilirdi. Yemek borusunda delinme, kanamalara yol açabilirdi.  Dolaysıyla bu olayların olmaması için hemen endoskopi ile girişimde bulunduk. Bir takım teknik yöntemler ile yemek borusundaki sarımsağı mideye aktardık. Hastanın gerçekten hayatı kurtulmuş oldu” dedi.

    ÇİĞNEMEDEN YUTMAYIN

    Göral, “Bu bir ders olmalı insanlara. Toplumda sarımsağın çok faydalı olduğu söyleniyor. Gerçekten çok faydalı. Uzun yıllardan beri ülkemizde de sarımsağın antibiyotik bir özelliği olduğu biliniyor. Bağışıklık sistemini güçlendirdiğini biliyoruz. Damar sertliği, kalp hastalıkları, Alzheimer gibi hastalıklara iyi geldiği, kanser hastalarında kanserin yavaşlatmasını sağladığı gibi bir takım bulgular var. Ve bir çok insan sarımsağı ülkemizde çok sık kullanıyorlar. Ancak bilinçli kullanılması lazım. Ben en 20-25 bin kişinin yemek borusunu, midesini gördüm ama ilk defa meslek hayatımda bir yemek borusunda sarımsak ve yaptığı tahribatla karşılaştım. Bu gerçekten çok önemli. Amaç, hekimlere sormadan sarımsağı yutmamak veya bol su ile yutmak. Ağız kokusu yaptığı için hastalarımız tane haline yutuyor ama tabii ezilerek yutulması bu komplikasyonların önüne geçecektir” ifadelerini kullandı.

  • ‘İçme suyunda alüminyum: Alzheimer’ı tetikliyor’

    Yapılan araştırmalar, bazı içme suyu markalarının ürünlerinde alüminyum olduğunu ortaya koydu. Suyun, bağışıklık sistemini güçlendirme, toksinlerden arındırma, kilo vermeye yardımcı olma, cildin parlaklığını koruma gibi özelliklerini sıralayan Bahçeşehir Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Dr. Selen Gür Özmen, içme suyunun içinde bulunan alüminyuma vücudun ihtiyacı olmadığını dile getirdi. Dr. Özmen, alüminyumun 200’den fazla hücresel düzeyde istenmeyen reaksiyona neden olduğunu vurguladı.

    ALÜMİNYUM ALIMININ YÜZDE 5’İ SU İLE OLUYOR

    Vücudun ihtiyacı olmamasına rağmen çevresel faktörlerin de etkisiyle alüminyum alımının yaşandığını söyleyen Özmen, “Su ve beraberinde başka içeriklerden de alüminyumu vücudumuza alabiliyoruz. Su da bunların arasında en önemlilerden bir tanesi ve bütün alüminyum alımının yaklaşık 5 ila 10’unu oluşturuyor” dedi.

    pH DEĞERİNE ODAKLANIN

    Sudaki alüminyumun zararını tetikleyen bazı etkenler olduğunu belirten Dr. Özmen, içme suyu alırken pH değerine dikkat edilmesi uyarısında bulundu.

    Asidik sulardan uzak durulması gerektiğini söyleyen Özmen, “pH 7’nin aşağısı ise su asidik, pH 7’nin üzeri ise bazik sudur. Bir suyun pH’ı daha fazla asidikse daha çok alüminyum vücuda giriyor diyebiliriz. İkinci dikkat edilmesi gereken şey de silikat miktarıdır. Eğer silikat suda çok az ise o zaman da alüminyumun emilimi artıyor. Suda her şeyin birbiri ile denge içerisinde olması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.

    SUYU KARBONAT ATARAK TÜKETİN

    Asidik sulardan uzak durulması gerektiğini vurgulayan Özmen, “Asidite alüminyumun emilme oranını artırıyor. Suda karbonatın çözülmesi, asiditesini azaltıyor. Bu da kötü elementlerin vücut tarafından emilmesini de azaltıyor. 2 litre suya çeyrek çay kaşığı karbonatın eklenip, içilmesini öneriyoruz” dedi.

    FİLTRASYONDA HATA YAŞANIYOR

    Uzman Dr. Özmen, “Dünya standartlarında belirlenmiş bazı değerler var. Bu suyun litresinde 0,9 miligram olarak belirlenmişti. Mikroorganizmaları uzaklaştırmak, bir takım içerikleri uzaklaştırmak için alüminyum aslında suyun filtrasyon sisteminde kullanılan bir element. Ancak suyun filtrasyonu sırasında alüminyum bir takım nedenlerden dolayı karışıyor. Bu nedenle içme suyunda biraz bulunabiliyor. Bunun en minimum miktarda olması gerektiğine karar verildi. Bu da bakıldığında 0,1 ile 0,2 miligram / litre olarak belirlendi.  Alüminyum su filtrasyonunda koagülasyon elementi olarak kullanılıyor. Burada da suya bir miktar alüminyumun karışması gerekiyor. Fakat içme suyu haline geldiğinde bunun uygun bir mekanizmayla uzaklaştırılması şart” diye konuştu.

    BU HASTALIKLARA DAVETİYE ÇIKARIYOR

    Uzun süreli mazuriyette alüminyumun hafıza problemlerine yol açtığına vurgu yapan Özmen, vücuda alınan alüminyumun birçok hastalığa davetiye çıkardığını söyleyerek, sözlerine şöyle devam etti:

    “ Hiçbir şey akut değil. Bir anda alüminyumla çok yüksek miktarda karşılaşmıyoruz. Uzun süreli, minik minik, fakat gittikçe biriken bir metal olduğu için bir zaman sonra yanıt veriyor ve yan etki yapıyor. En başta hafıza problemleri, daha uzun vadede Alzheimer  ve parkinsonla ilişkisi bulundu. Özellikle, diyalizde su kullanılıyor ve alüminyum toksitesini en çok yaşayan insanlar diyaliz hastaları. Alüminyuma bağlı ciddi ensefalopati dediğimiz beyinde son durum bir hastalıkla karşılaşıyorlar. Bunlar literatürde görülen ve çok nadir olmayan durumlar. Daha hafif formları da konsantrasyon bozukluğu, kısa dönem hafıza problemleri gibi sıralanabilir.”

    ROLL-ON VE MİDE İLAÇLARINA DİKKAT!

    Uzman Dr. Özmen, besinlerin uzun dönemli korunmasını sağlayan katkı maddelerinde de alüminyumun bulunduğuna vurgu yaparak, “Hazır yiyeceklerden kaçınmamızın bir sebebi de bu. Koltuk altı roll-onlarının birçoğunda da alüminyum var. Bazı mide ilaçlarının da içeriğine bakmakta fayda var” ifadelerini kullandı.