Kategori: Sağlık

  • ‘Kurban etlerini bir gün dinlendirdikten sonra tüketin’

    Bursa Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, Kurban Bayramı’na sayılı günler kala kurban seçimi, kesimi ve kurban etinin tüketimi hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Kurbanlık hayvanların bilinçli bir şekilde veteriner kontrolünden geçirilerek alınması gerektiğini belirten Prof. Dr. Tayar, kurbanlıkların seçimi kadar kesiminin de önemli olduğunu vurguladı.


    ‘YAPMADIĞIMIZ KONTROLLER, BİZE HASTALIK OLARAK DÖNEBİLİR’

    Bilirkişiler tarafından hijyenik ortamda kesim yapılması gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Tayar, geçen yıl 2 bin 500 acemi kasabın hastaneye kaldırıldığını hatırlattı. Kurbanlık seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlara değinen Prof. Dr. Mustafa Tayar, “Hayvanın sağlıklı olması ve bir asasında eksiklik olmaması gerekir. Hayvanların yaşı da çok önemli.  Büyükbaş hayvanlar iki yaşından büyük olmalı. Tarım Bakanlığı’nın bir uygulaması var. Hayvanların küpe numaralarından bu hayvanın nerede doğduğunu, kaç yaşında olduğunu kolaylıkla tespit edebiliriz. Kurbanlık hayvan satın alırken pazarlardan almak bizlere kolaylık sağlayacaktır. Dişi hayvanların kurban olarak kesilmemesi gerekli. Bu hayvanın gebe olması ihtimali var. O yüzden kurban keserken sağlıklı olması, tercihen erkek olması, dış görüntüde bir aksaklığının olmaması gibi etkenler bizler için bir kriter. Bu kriterleri kontrol edecek kişiler ise veteriner hekimler. kurbandaki eti hem kendi çocuklarımıza yediriyoruz, hem de komşularımıza veriyoruz. Kurban etiyle kendi çocuğumuzu veya komşularımızı hastalandırmamamız gerekir. Kurbanda yapmadığımız kontroller bize hastalık olarak dönebilir. Hayvanlardan insanlara geçen 200’e yakın parazitten bahsediyoruz” dedi.

    ‘KURBAN ETİ BİR GÜN DİNLENDİRİLMELİDİR’

    Kurban etinin bir gün dinlendirildikten sonra tüketilmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Mustafa Tayar, şunları söyledi:

    “Hayvan kesildikten sonra elde ettiğimiz karkas dediğimiz gövde, kas halindedir ve et halini almamıştır. Etin olgunlaşması gerekir. Kas liflerinin gevşemesi, parçalanması, etin proteini, yarar unsurların kullanılabilir hale gelmesi gerekiyor. O yüzden mutlaka kurban etlerinin bir gün dinlendirildikten sonra tüketilmesi gerekir. Kurban sabahı yediğimiz et, ağzımızda çiğnediğimiz lastik gibi bir malzemedir. Çünkü o ete dönüşmeyen bir kastır. O yüzden mutlaka kurban etlerinin bir gün dinlendirildikten sonra parçalanma ve diğer işlemlere geçilmesi gerekir. Kurbanın hemen parçalanıp poşete koyulması  ve tüketilmeye çalışılan kas kitlesi et değildir. Hiç bir şekilde etten almamız gereken protein, vitamin ve diğer yararlı maddelerin vücuda hiç bir faydası yoktur. Ağzımızda lastik gibi çiğnediğimiz o kas parçası direk vücuttan hiçbir fayda görmeden atılacaktır. O yüzden mutlaka kurban etinin en az bir gün dinlendirilmelidir.”

  • Kurban Kesimini İzlemesinin Çocuklara Zararları

    Kırna, çocukların bebeklikten itibaren gerek oyuncakları, gerek yolda gördükleri hayvanları sevmeye yöneldiklerini ifade ederek, “Kurban bayramı çocuğa doğru anlatılamadığında durum bazen travmatik olabilmekte ve çocukta farklı kaygı ve korkuların gelişimine sebebiyet vermektedir. Soyut dönemin tamamlanmadığı okul öncesi dönemde çocuklar kurban kesimini dini bir boyut olarak algılayamazlar, bu yüzden çocuklara kurban kesiminin anını anlatmak ya da kesilirken izletmek çocukta travmatik etkiye neden olabilmektedir. Hayvanın ölümüne şahit olan çocuk, hayvana zarar verildiği düşüncesi ile; ailesini suçlama, zarar verici eylemler ya da kaygı ve korkularda artışa, et yemek istememe, gece kabusları, alt ıslatma, uyku düzeninde bozulmalar vb. gibi sorunlara yol açabilmektedir. Bunun yerine bayramın önemi, yardımlaşma ve kurban bayramının sosyal boyutu anlatılmalıdır. Ailelerin toplandığı, birlikte yemek yendiği, yeni kıyafetlerin alındığı, hediyelerin alındığı, bayramlaşmanın önemi, yardımlaşmanın önemi şeklinde anlatılmalıdır” dedi.

    Kırna, soyut düşüncenin gelişmeye başladığı 8-9 yaşındaki çocuk kurban bayramı ile ilgili merak edip bilgi isterse; kurban bayramının amacı ve mantığı anlatılabileceğini kaydederek, “Fakat kurbanın kesim anı çocukta travmatik etkiye neden olabileceğinden, kurbanın kesim anını görmemeleri daha uygun olmaktadır. Çocuklar anlatılan hikayelerin kendi başına ya da bir yakının başına gelebileceklerini düşünür. Kurban bayramının dini hikayesini içselleştiremeyen çocuk kaygı yaşayabilir.Burada etin büyümek ve gelişmek için önemli olduğundan bahsetmek ve bayramı kutlamak için kestiğimiz kurbanın ihtiyacı olan kişilere hediye edildiğinden, birlikte yemek yenildiğinden, yardımlaşmanın öneminden bahsedilebilir. Soyut düşüncenin geliştiği 12-13 yaşındaki çocuk, kurban bayramının dini boyutunu algılayabilmektedir. Aileler, bu yaştaki çocuğa kurbanın kesim amacını anlatıp, eğer çocuk izlemek istiyorsa uzaktan izlemesine müsaade edilebilir. Fakat kurban kesimini görmeden önce çocuğun psikolojik olarak hazırlanması ve sürecin anlatılması gerekmektedir. Çocuk görmek istemiyorsa kesimi izlemesi için asla ısrar edilmemesi gerekmektedir” şeklinde konuştu.

    Kırna, çocuğu kaç yaşında olursa olsun kurban kesimini izlemesi için zorlanmayıp, çocuğun gelişim dönemine göre kurban bayramının içeriğinin anlatılması daha uygun olmakta olduğunu vurgulayarak, Kurbanlık hayvan ile duygusal bağ kurmasına izin verilmemelidir, bazen kurbanı birkaç gün önceden alıp bahçede çocuğun beslemesine izin verilir, hayvan sevgisini aşılamak için. Bayram sabahı aniden hayvanın ortadan yok olması çocuklarda olumsuz etkiye neden olabilmekte, yas tutup ailesine öfkelenebilmektedir. Mümkünse kesilecek hayvan evin bahçesine getirilmemeli ya da çocuğa süreç hakkında yaşına uygun bilgilendirme yapılmalıdır. İstemeden de olsa kurban kesimine şahit olur ya da televizyon gibi mecralarda olumsuz kurban kesim sahnelerine maruz kalırsa; öncelikle yapılması gereken çocuğun duygularını yok saymak ve abarttığını ima eden cümleler yerine duygularına odaklanıp ne hissettiğini anlamaya çalışmak olmalıdır. Onu anladığınızı belirtmeniz önemlidir. Yaşadığı kaygı, korkuyu ifade etmesine olanak tanıyıp sakinleşmesini sağlayın. Kaygısında bir azalma olmuyor ise bir uzmandan profesyonel yardım almaktan çekinmeyin” açıklamasında bulundu.

  • 92 ilaç daha geri ödeme listesine alındı

    Bakan Selçuk, yaptığı yazılı açıklamada, Sosyal Güvenlik Kurumu resmi web sitesinde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) SUT’a ilişkin yeni düzenlemelerin yayımlandığını belirtti.

    Düzenlemeyle geri ödeme listesine yeni ilaçların eklendiğini vurgulayan Selçuk, şunları kaydetti:

    “Sağlık Uygulama Tebliği’nde yaptığımız değişikle 3’ü kanser olmak üzere 92 ilacı geri ödeme listesine aldık. Bu ilaçların 82’si yerli üretim niteliğinde. Son eklemelerle birlikte geri ödeme listesindeki bedeli ödenen ilaç sayısı 8 bin 743’e ulaştı. Bunların 8 bin 363 ise ülkemizde ruhsatlı olan ilaçlardan oluşuyor.”

    Vatandaşların ilaçları SGK ile sözleşmeli eczanelerden temin edebileceklerini belirten Selçuk, “İlaçların hastalarımıza şifa olmasını temenni eder, vatandaşlarımıza sağlıklı bir ömür dilerim.” ifadelerini kullandı.

    LİSTEDE PARKİNSON VE DEMANS İLAÇLARI DA VAR

    Geri ödeme listesine eklenen 92 ilacın mevcut durumda eşdeğeri bulunurken, bu ilaçların listeye eklenmesiyle vatandaşların tedavileri için alternatifler ve erişim kolaylıkları doğdu.

    Düzenlemeyle geri ödeme listesine eklenen ilaçlar şu şekilde:

    “3 adet kanser ilacı, 2 adet kontrast madde, 6 adet immunosupresan (bağışıklık baskılayıcı), 2 adet solunum sistemi ilacı, 2 adet mide ilacı, 4 adet mineral desteği, 2 adet topikal mantar ilacı, 3 adet sistematik mantar ilacı, 1 adet üriner sistem ilacı, 1 adet kas gevşetici, 3 adet göz damlası (glokom), 2 adet tıbbi mama, 5 adet tansiyon ilacı, 1 adet demans ilacı, 2 adet bulantı ilacı, 2 adet epilepsi ilacı, 2 adet parkinson ilacı, 1 adet psikiyatri ilacı, 2 adet antitrombotik, 1 adet nazal dekonjestan, 4 adet perfüzyon çözeltisi, 1 adet genel anestezik, 2 adet hiperkalemi/hiperfosfatemi, 1 adet intestinal antiinflamatuvar, 2 adet kemik ilacı, 4 adet lokal oral antiinflamatuvar, 2 adet mukolitik, 1 adet psikostimülan ilaç, 1 adet safra asiti türevi, 6 adet santral etkili sempatomimetik, 16 adet sistematik antibiyotik, 4 adet sistemik antiviral ve 1 adet topikal antipsoriyatik.”

  • Zayıflama çaylarındaki büyük tehlike!

    İstanbul Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ile Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü ekipleri geçtiğimiz günlerde, ünlü isimlerin reklam filmlerinde oynadığı Teff Tohumu zayıflama çaylarının içinde ölümcül kimyasal maddeler olduğunu ortaya çıkardı. Firma sahibi ve yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 14 kişi düzenlenen operasyonla yakalanırken, 7 TIR dolusu çay ve malzemeye el konuldu. Şüpheliler serbest bırakılırken, çaylar hâlâ satışta. Teff Tohumu çayının yanı sıra Sağlık Bakanlığı tarafından geçtiğimiz yıllarda, içerisinde ‘sibutramin’ maddesi olduğu için yasaklanan ‘FX15‘, ‘Meksika Biber Hapı‘ gibi ürünlerin de satışı, internet sitelerinde ve aktarda devam ediyor.

    3 kişi ölmüştü

    Halk arasında ‘Meksika biber hapı’ olarak bilinen zayıflama hapları, internet sitelerinde, ‘İdeal vücuda sahip olmak artık hayal değil’, ‘Hayalinizdeki kiloya kavuşabilirsiniz’ gibi reklamlarla satılıyor. Tok tutarak zayıflattığı iddiası ile Çin’den ithal edilen ve orijinal adı ‘La Jiao Shou Shen’ olan ürün, 2010 yılında Türkiye’de 3 kişinin ölümüne neden olmuştu.

    Eczanede yok aktar satıyor

    Yasaklı olan zayıflama ürünleri eczanelerde yok. Eczacılar, Ocak ayında Sağlık Bakanlığı’nın bu çaylara dair bir yazı gönderip satışının yasaklandığını duyurduğunu anlatıyor. ‘Meksika Biber Hapı‘ ve ‘Teff Tohumu Çayı‘ aktarlarda ise satılmaya devam ediyor. Gittiğimiz 6 aktarda da Teff Tohumu Çayı’nın olduğunu gördük. Meksika Biber Hapı ise aktarlardan 2’sinde vardı. Bir aktar da sipariş verirsek 1 saat içerisinde getirtebileceğini söyledi.

    9 ay komada kaldı

    Batman’da 2015’te internetten aldığı FX15 zayıflama ilacı nedeniyle rahatsızlanan ve kalp krizi geçiren 17 yaşındaki R.D. kullandığı ilaçlar nedeniyle ölümden dönmüştü. R.D.’nin 9 ay komada kalmasına sebep olan zayıflama hapları hâlâ birçok sitede farklı fiyat aralıklarıyla satılmaya devam ediyor. Ürünün patentini alan ve ürünün Türkiye’ye girmesini sağlayan firma sahibi Hasan Hüseyin Sarı ise, ilacın ithalatının 2007’den beri durdurulduğunu belirterek, piyasadaki ürünlerin merdiven altı olduğunu söylüyor.

    ‘Bitkisel ürün çöplüğü’

    Türkiye’nin bitkisel ürün çöplüğüne döndüğünü belirten Türk Eczacıları Birliği (TEB) Başkanı Erdoğan Çolak, şunları söyledi: “Yıllardır aynı şeyi savunuyoruz; Bu ürünlerin ruhsatlandırılması ve denetimi tamamen Sağlık Bakanlığı’na devredilmelidir. Zaten karşımızda duran tablo, uygulama ve denetim yanlışlıkları yüzünden Türkiye’nin bitkisel ürünler çöplüğüne dönüştüğünü göstermektedir. Bitkisel demek, doğal demek zararsız demek değildir; etken maddelerin kimyasal olabileceği akıllardan asla çıkarılmamalıdır.”

    ‘Halk sağlığına tehdit’

    Obezite ve Metobolik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Halil Coşkun da gıda takviyesi adıyla pazarlanmaya çalışılan ürünlerin kullanılmamasının altını çizerek şunları kaydetti:

    “Bu ürünlerin hiçbiri kullanılmamalı. Gıda takviyesi adı altında satılsa da içerisinde ne olduğu bilinmiyor. Bu tür ürünlerin sosyal medya üzerinden satılması halk sağlığı açısından büyük risk oluşturmakta. Özellikle bu tür ürünlerin reklamları sabah programlarında yapılıyor bunun önüne geçilmeli. Sağlığınız için bu ürünleri almayın, tüketmeyin. Bu tip ürünlerin ruhsat ve denetimi tamamen Sağlık Bakanlığı’na devredilmeli.”

  • Hamileyken Pilates Yapmak Riskli Mi? Hamile Pilatesinde Dikkat Edilmesi Gerekenler

    Kadınların genellikle tıbbi yönlendirme olmadan pilates sınıflarına başvurduklarını ifade eden İstanbul Gelişim Üniversitesi’nden Fizyoterapist Çağıl Ertürk, “Pilates uygulayıcıları tarafından egzersiz için mutlak risk faktörleri hamilelerde taranmalı, medikal olarak uygun olan hamileler için kişiselleştirilmiş pilates programları tasarlanmalıdır” diye konuştu.

    SIRTÜSTÜ EGZERSİZLERE DİKKAT

    Kadın doğum uzmanlarının, hamilelere 13’üncü haftadan itibaren sırtüstü pozisyonda egzersizi bırakmalarını tavsiye ettikleri belirten Ertürk, “Omurga hareketlerinin yanı sıra kolları ve bacakları dâhil ederek çalıştırılan gebe kadınlar, baş dönmesi, mide bulantısı, reflü, nefes darlığı ve hipotansiyon gibi hamilelik rahatsızlıkları ile karşılaşabilir” ifadelerini kullandı.

    “DAHA FAZLA ÇALIŞMAYA İHTİYAÇ VAR”

    Pilatesin en fazla rapor edilen fiziksel faydasının pelvik taban kuvvetinin artması olduğunu ifade eden Ertürk, “İdrar inkontinansın önlenmesinde egzersizin rolünü destekleyen yeni kanıtlar da vardır ancak pilatesin hamile kadınlar tarafından seçilen popüler bir fiziksel aktivite olduğu göz önüne alındığında, bu egzersizin gebelikte güvenliğini ve etkinliğini kanıtlamak için daha fazla çalışma gerekli” dedi.

    GEBELİKTE NEFES ALIŞKANLIKLARI

    Hamilelik sırasında nefes alışkanlıkları uygulamasının, kadınların doğum sırasındaki ağrıyı yönetmelerine yardımcı olduğunu ifade eden Çağıl Ertürk, “Doğum eyleminin ikinci aşaması sırasında kendiliğinden veya istemsiz baskıya yardımcı oluyor” dedi.

  • Sağlık Bakanlığı’ndan gıda zehirlenmesiyle ilgili önemli uyarı

    Sağlık Bakanlığı gıda zehirlenmesiyle ilgili bir bilgilendirme açıklaması yayınladı. Açıklamada, birçok farklı mikroorganizmanın, zararlı toksinlerin ya da kimyasalların, yiyecekleri kirletebileceği ve gıda kaynaklı hastalıklara sebep olabileceği uyarısında bulunuldu. Öte yandan “Gıda zehirlenmesi” olarak da bilinen bu hastalıklara neden olan 250’den fazla etken olduğu kaydedildi.

    Gıda zehirlenmesinin sık görülen belirtilerinin, bulantı, kusma, mide krampları ve ishal olduğu belirtilen açıklamada, üç günden fazla süren ishal, ateş ve ağız kuruluğu gibi şikayetler olduğunda mutlaka hastaneye başvurulması gerektiği belirtilerek, “Çoğu zaman hastalar tıbbi tedavi olmadan iyileşirken, risk grubu olanlarda bulgular şiddetli olabilir. Risk grupları; hamile kadınlar, küçük çocuklar ve yaşlılardır” ifadeleri kullanıldı.

    Bakterilerin 32 ile 43 derece sıcaklıkta daha hızlı çoğaldığı bilgisinin verildiği yazıda, yaz aylarında dışarıdaki yiyecekleri hazırlamanın ve güvenli şekilde taşınmasını sağlamanın zorlaştığı kaydedildi.

    Tatil bölgelerinde artan nüfus, açık havada kalabalık katılımlı piknik, düğün, mevlit yemeği gibi organizasyonlar nedeniyle yaz aylarında artış gösteren gıda kaynaklı Akut Bağırsak Enfeksiyonlardan korunmak için ise yapılması gerekenler Bakanlık tarafından şu şekilde sıralandı:

    “Gıdalar güvenli içme suyu ile hazırlanmalıdır. Zorunlu hallerde kullanılacak su 10 dakika kaynatılmalıdır. Yemek hazırlamadan önce, yemek yemeden önce ve sonra eller yıkanmalıdır. Özellikle kırmızı et, tavuk, balık, yumurta gibi pişmemiş gıdalara temas ettikten sonra veya bozulmuş gıda ve çöplere dokunduktan sonra eller sabun ve bol su ile yıkanmalıdır. Eller tek kullanımlık kağıt havlu veya temiz bir havlu ile kurulanmalıdır. Çapraz bulaşın engellenmesi için et, tavuk, balık gibi çiğ yiyecekler diğer gıdalara temas etmemelidir. Alışveriş sepetinde ve buzdolabında bu gıdalar diğer yiyeceklerden ayrı tutulmalıdır. Farklı gıda maddelerini doğrarken (sebzeler ve et) her seferinde ya farklı kesme tahtaları ve bıçak kullanmalı ya da her kullanımdan önce aletler tekrar yıkanmalıdır. Gıdalar yeterince uzun süre ve yüksek ısıda pişirildiğinde gıda güvenliği sağlanmış olacaktır. Özellikle tavuk, et, balık gibi yiyecekler uygun ısıda iyice pişirildikten sonra; pişmiş yemekler ise en az 70 derece ısıda ve yenilecek miktarda ısıtılarak tüketilmelidir. Yeni pişmiş ve tekrar ısıtılan yemekler, oda ısısında iki saatten fazla bekletilmemelidir. Dış ortam ısısı arttığında bu süre bir saat olmalıdır. Soğuk tüketilmesi gereken yiyecekler, uygun kaplarda korunmalı ve taşınmalıdır. Dondurulmuş gıdalar oda ısısında bekletilerek değil buzdolabında çözdürülmelidir. Dondurulmuş gıdalar çözüldükten sonra tekrar dondurulmamalıdır.”

  • Sessiz Troid Tanısı Nasıl Konur?

    Tıp dünyasında, tedavisi olmayan hastalıklardan daha kötüsü de yanlış teşhis ve tedavi uygulanması. Birçok sinsi hastalığın teşhisi yanlış konulduğunda kalıcı hasarlara ve ölümlere yol açabiliyor. Bu hastalıklarından en önemlilerinden biri de “Sessiz Tiroid”. Hastalığın ellerde titreme, aşırı sinirlilik,stres, artışı, anormal saç dökülmesi, çarpıntı atakları gibi belirtileri, bu hastalığın ‘Graves’ adı verilen zehirli iltihaplı guatrla karıştırılmasına neden oluyor. Türkiye’de yaygınlık oranı oldukça yüksek olan sessiz tiroidin teşhisi ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi veren İç Hastalıkları ve İmmünoterapi Uzman Dr. Ülkü Görmez hekimlerin dahi kafasını karıştıran bu hastalığa Türkiye’de azımsanmayacak sıklıkta rastlandığını söyledi.

    Ülkü Görmez, hastalığın tedavisinin mümkün olduğuna da dikkat çekerek, “İlk bakıldığında belirtileri bakımından oldukça rahatsızlık verici bu hastalığın tedavisi mümkün. Yani geçici bir hastalıktır. Kalıcı hasar bırakmaması için aylık düzenli takip edilmesinin yanı sıra, gereksiz ve yanlış tiroid ilacı kullanımından sakınmak gerekir. Bunun için tanının doğru koyulması çok ama çok önemlidir. ‘Graves’ adı verilen ‘zehirli iltihaplı guatr’ ile karıştırılıp, buna yönelik tedavi başlanması veya kalıcı hipotiroidi ve hashimato tiroiditin hipotiroidi fazı ile karıştırılıp tedavi edilmesi; hastaların ömür boyu kalıcı tiroid hastası olmasına neden olabiliyor. Hastalığın tanısını koymak en önemli husus. Bu konuda da uzmanlara büyük görev düşüyor.” dedi.

    SESSİZ TROİDİN BELİRTİLERİ VE TEDAVİSİ

    Yanlış tedavi konulmuş birçok hastayla karşılaştıklarını belirten İç hastalıkları Uzmanı Dr. Ülkü Görmez hastalığın belirtileri ve tedavinin hastalığın şekline göre belirlenmesi gerektiğine vurgu yaptı. Görmez,”Hastalık önce ellerde titreme, aşırı sinirlilik, stres artışı, anormal saç dökülmesi, çarpıntı atakları ile birdenbire başlar. Tiroiditler denildiğinde, aklımıza hemen tiroid bezi iltihapları gelir. Bu iltihaplar çok çeşitlidir ve çok az bir kısmı mikroplara bağlı iltihapla gelişir. Bunlara Akut tiroiditler denir. Hastalar genellikle yanlış tanı konarak yanlış takip ve tedavi almışlardır. Çoğu kalıcı hipotiroidi zedelenmiş veya Graves hastası zannedilmiş ve çok agresif troid tedavilerine maruz bırakılmışlar. Bunun sonucunda ise ömür boyu ilaçlara mahkum olmuşlar. Halbuki bu hastalıkların tümü büyük oranda geçicidir. Doğru tedavi uygulandığında ve hasta iyi bir uzman tarafından düzenli takip edildiğinde en geç 6 ay içerisinde hastalıktan kurtulmak mümkündür. Uzmanın belirleyeceği tedaviye göre sadece nonsteroid antiinflamatuar ajanlar, çok zorda kalınırsa, steroidlerden faydalanılır. Asla tiroid hormonu veya antitiroid ilaçlar verilmemeli. Bu ilaçlar tedavi yanlış uygulandığı için troid bezlerine çok ağır zararlar verebilir. Çarpıntı ve periferik etkileri düzenlemek için betablokerler kullanılabilir. Hasta uzmanın önerilerine göre testlere tabi tutulur. İyot kullanımı yasaklanır ve hasta 2 ile 4 haftada bir kontrol edilir.” diye konuştu.

    GEBELİK TİROİDİNDE NELER YAPILMALI?

    Gebelik tiroidinin de oldukça sık rastlanan bir hastalık olduğunu belirten Görmez, gebelik tiroidinin, sessiz tiroidin bir çeşidi olduğunu ifade ederek, genellikle gebeliğin üçüncü veya dördüncü ayında görülebileceğini belirtti. Aynı şekilde başka hastalıklarla karıştırmamak için mutlaka konunun uzmanı doktorlar tarafından muayene ve testlerin yapılması gerektiğine dikkat çeken Ülkü Görmez; “Gebelik tiroidi, sessiz tiroidin gebelik sonrası üçüncü-dördüncü ayında görülen formudur. Gelişimi aynıdır ve tedavisi mümkündür. Yeter ki ilk baştan doğru tanı konulabilsin. Gebelik tiroidinde ötekinin aksine süt verme döneminde iyot kesilmez. Çünkü annenin iyot ihtiyacı süt verme döneminde iki buçuk katına çıkıyor. İyot bu durumda bebeğin zeka gelişimi ve tiroid bezi açısından önemlidir. Bu nedenle iyotsuz diyet verilmez. Sadece takip, nonsteroid antienflamatuarlar, gerekirse betablokerler verilebilir” ifadelerini kullandı.

    SESSİZ TROİD HASTALIĞINDA VİTAMİNLERİN ROLÜ

    Her immun olayda olduğu gibi vitamin eksikliğinin de sessiz tiroidde tetikleyici olabileceğinin altını çizen Dr. Görmez şunları söyledi; “Sessiz tiroidilerde Selenyum ve Çinko takviyesi, Koenzim Q10 ve C vitamini takviyesinin tedavi surecini hızlandırdığı gözlemlenmiştir. Hastada varsa D ve B12 vitaminleri ile Folat eksikliği takviyelerle düzeltilmelidir. Sessiz tiroidlerde kesinlikle ailesel yatkınlık söz konusudur. Bu nedenle, risk grubundaki bu hastalar, hastalığı atlatmış dahi olsalar iki-üç yılda bir USG kontrolüne girmelidir.”

  • Bursa Uludağ Üniversitesi profesörü Tayar: “Yanlış tencere kullanımı zehirliyor”

    Mutfaktaki demirbaşlardan biri olan tencerenin toprakla başlayan tarihteki yolculuğu malzeme teknolojisinin hızla gelişmesiyle birlikte ciddi değişiklikler göstermeye devam ediyor. Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, vatandaşları doğru tencere kullanımı konusunda uyardı. Her tencerenin sağlıklı olmayacağı vurgusunu yapan Prof. Dr. Mustafa Tayar, özellikle hijyen noktasında ailelerin bilinçlendirilmesi gerektiğinin altını çizdi.

    BAKIR TENCEREYİ SUNUMDA KULLANMAK DAHA DOĞRU

    Mutfakta uzun yıllardır bulunan ve ısı iletkenliğinin yüksek olmasıyla bilinen bakır tencere ve tavaları kullanırken kalaylanmış ve çizilmemiş olmasına özen göstermek gerektiğini söyleyen Mustafa Tayar;
    Çünkü kalaylanmamış ve bakımı düzenli olarak yapılmamış olan bakır tencereler kurşun ve civa gibi zararlı kimyasalların açığa çıkmasına yol açarak zehirlenmelere neden olabilir. Bakır tencerelerin ve sahanların otantik görüntüsünden sunum yaparken yararlanmanız daha doğru bir seçim olacaktır” dedi.

    ALÜMİNYUMDA ALZHEİMER TEHLİKESİ!

    En bol metal olmasının yanı sıra çok güçlü, hafif, çok yönlü ve geri dönüştürülebilir olması nedeniyle alüminyum kullanımının oldukça yaygın olduğuna işaret eden Prof. Dr. Mustafa Tayar, bu tarz tencere kullanımında da gizli tehlikelerin bulunduğunu belirtti. Alüminyumun nörotoksik bir metal olduğuna dikkati çeken Tayar, yükseltilmiş alüminyum seviyelerinin Alzheimer ve ALS dahil olmak üzere birçok merkezi sinir sistemi hastalığına neden olabildiğinin altını çizdi. Tayar, alüminyum tencerenin genellikle kaplı olmasına rağmen, bu kaplamaların aşınmaya eğilimli olduğunu ve bu nedenle de bulaşma riski taşıdığını kaydetti.

    SERAMİKTE YAPIŞMA DERDİ YOK, RENK KAYBI VAR

    Seramik malzemeden üretilmiş̧ olan mutfak malzemelerinin yapışmaz olmalarının yanında kolay temizlenebilme özelliği de taşıdıklarını söyleyen BUÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar; “Bu nedenle yapışmasından korktuğumuz pilav makarna gibi yemekler için bu tencereleri kullanmak akılcı olacaktır. Doğal malzemeden üretilmiş̧ olması nedeniyle sağlıklı malzemeler arasında sayılan ve oldukça uzun ömürlü̈ olan bu tencere ve tavaların tek kötü tarafı bulaşık makinesinde yıkanmaya elverişli olmamasıdır. Çünkü makineye girdiklerinde renk kaybına uğrama ihtimalleri oldukça yüksektir” şeklinde konuştu.

    EN TEHLİKELİSİ TEFLON

    Çok sayıda kişinin yapışmaz özelliğinden ve ucuzluğundan dolayı tercih ettiği teflonun listedeki en tehlikeli ürünlerden birisi olduğunun altını çizen Prof. Dr. Mustafa Tayar, teflon malzemeden üretilmiş olan tava ve tencerelere sahip olanların çok dikkatli olması gerektiğini vurguladı. Bir dönemin en önemli buluşu olarak nitelendirilen teflon tencere ve tavalarda metal çatal, bıçak, kaşık kullanılması halinde çizikler oluşacağını aktaran Tayar; “Bu da sağlığımız için zararlı olan kimyasalların besinlere geçmesine neden olur. Teflon tavaların üretiminde kullanılan kimyasal maddeler, bu tavaların yüzey kısımları çizildiği zaman ortaya çıkmakta ve yemekle birlikte direkt olarak vücudumuza girmektedir. Teflonun dikkat çeken en önemli noktalarından bir tanesi, içerisinde bulunan ve yapışmayı önleyen bazı kimyasalların tiroid bezinin işleyişini bozabileceğine dair güçlü kanıtlar olması. Zira tiroit hastalığına sahip olanların bezlerinde teflonda yer alan kimyasalların daha fazla bulunduğu saptanmış durumda ve dolayısıyla teflonun tiroit bezi ile direkt olarak bir ilişkisi olduğunu söylemek mümkün” diye konuştu.

    GRANİT VE ÇELİK TENCERELER DAHA TERCİH EDİLEBİLİR

    Doğal granitten imal edilen tencere ve tavaların, yapışmaz özelliğinin yanı sıra çizilmeye karşı dirençli olduklarını belirten Prof. Dr. Mustafa Tayar, çelik tencere ve tavaların da sağlık açısından da faydalı olduğunu söyledi.  Tayar ayrıca, çelik tencere ve tavaların yiyeceklerin saklanması için de iyi bir alternatif olduğunu sözlerine ekledi.

  • Sedef hastaları bu habere dikkat!

    Sedef hastalığının kronik seyirli, ara ara alevlenmelerle seyreden bir deri hastalığı olduğunu belirten Cilt Hastalıkları Uzmanı Dr. Işıl Tilki Günay, “Sedef hastalığı dünya nüfusunun yaklaşık 2’sinde görülmektedir. Bu hastalarda kırmızı, deriden kabarık, üzeri sedefi renkte kepeklerle lezyonlar şeklinde belirtilerle ortaya çıkmaktadır. Bazı hastalarda diz, dirsek ve saçlı alanlarda sınırlı kalırken, bazı hastalara tüm vücutta görülebilir. Genetik yatkınlıktan dolayı ailesinde sedef hastalığı olan kişilerde hastalığın görülme riski daha fazladır. Sedef hastalığı kesinlikle bulaşıcı bir hastalık değildir. Sebebi tam olarak bilinmese bile, daha çok stres ve fiziksel travmalarla tetiklenebilmektedir. Özellikle derimizin 1 ay gibi yenilenme süresi bulunmaktadır. Sedef hastalarında ise bu 3-4 gün gibi daha kısa süreye inmektedir. Bu da kendini kalın kepekler şeklinde belli etmektedir” diye konuştu.

     

    Derideki belirtilerin yanı sıra, tırnaklarda küçük çukurlaşmalar, sarı renk değişimlerinin haricinde sedefin eklemlerde de kendini gösterebildiğini belirten Günay, “Teşhis konulması için öncelikle bir cildiye uzmanı tarafından incelenmeli, bazen biyopsiyle de teşhis konulmaktadır. Hastadan hastaya tedavi yöntemi değişiklik gösterebilir. Bunun için tedavisi kişiye özeldir. Tedavisinde öncelikli olarak topikal tedaviler ve sürme tedavileri verilmektedir. Bunlardan fayda görmeyen hastalar için fototerapi denilen uygulamalar kullanılmaktadır. Onun dışında hastalarımıza çeşitli sistemik tedaviler uygulanmaktadır. Uzun seyirli bir hastalık olduğu için mutlaka doktor kontrolünde olması gerekmektedir” dedi.

    Gebeliğinse bazen hastalığın alevlenmesine veya hafiflemesine sebep olabileceğini belirten Günay, “Kış dönemlerine sedef hastalığı alevlenir. Yazın ise güneşten ve denizden hastalar fayda görür. Bazı tedaviler bayan hastalara uygulandıktan sonra belirli bir süre gebe kalmamaları tavsiye edilir. Yaş farkı yoktur. Her yaşta görülebilir. 25-30’lu yaşlarda daha fazla görülmektedir” dedi.

  • Günde 5 bardaktan fazlası zarar

    Dünya Çay Komitesi’nin 2018 yılında hazırladığı ‘Dünya Çay Raporu’na göre kişi başına çay tüketiminde Türkiye yılda 3,5 kilogramlık çay tüketimiyle birinci sırada yer alıyor. Raporda ikinci sırayı kişi başına yıllık 2,4 kilogramlık tüketimle Afganistan alırken üçüncü sırada 2 kilogramlık tüketimle Libya bulunuyor. Diğer ülkelere kıyasla Türkiye’nin çay tüketiminin fazla olduğunu belirten İstanbul Aydın Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Araştırma Görevlisi Gökçen Özüpek, çay tüketiminin tamamen masum olmadığını söyleyerek önemli bilgiler verdi.

    “AŞIRI ÇAY TÜKETİMİ ANEMİYE SEBEP OLABİLİR”

    Aşırı çay tüketiminin neden olabileceği sağlık sorunlarına değinen Özüpek, “Çay tüketiminin tamamen masum olduğunu söyleyemeyiz. Bizim için elzem olan çay tüketim miktarıdır. Aşırı çay tüketimi, içeriğinde bulundurduğu ‘tanenler’ sebebi ile vücutta demirin emilimini engelleyeceğinden anemi (kansızlık) ismini verdiğimiz sağlık problemine sebep olmaktadır. Ayrıca içeriğinde bulunan kafein ise, fazla çay tüketimine bağlı olarak tansiyonu yükseltip, bireylerde taşikardiye sebep olabilmektedir. Ayrıca aşırı tüketildiğinde su kaybının oluşmasını da tetiklemektedir” ifadelerini kullandı.

    ‘YEŞİL ÇAY DAHA SAĞLIKLI’

    Yeşil çayın antikanserojen maddeler bakımından zengin olduğunun altını çizen Gökçen Özüpek, “Siyah çayın içeriğinde tanen ve kafein fazla miktarda bulunurken, yeşil çayda ise polifenol olarak adlandırılan antikanserojen maddeler yoğunluktadır. Yeşil çay içeriğinde kanser hücreleri için etkili olan polifenolleri bulundurmasına rağmen günde maksimum 5 bardaktan daha fazla içilmemesini belirten yayınlar mevcuttur. Aşırı tüketiminin tansiyon artışına sebep olduğu bildirilmektedir. Her iki çayda da kafein bulunmaktadır, ancak yeşil çaydaki kafein oranı daha düşüktür. Siyah çayın da yeşil çay gibi antioksidan özellikleri vardır, ancak siyah çay daha fazla işlem gördüğü için antioksidan miktarı daha azdır. Siyah çay tüketiminin günde beş çay bardağını geçmemesi önerilmektedir. Bitki çaylarının ise üç bardağı geçmemesi önerilir” diye konuştu.