Kategori: Sağlık

  • Sağlık Bakanlığı’ndan tatlı uyarısı

    Sağlık Bakanlığı, Ramazan Bayramı’nda tatlı tüketimiyle ilgili vatandaşları uyaran bir açıklama yayınladı. Bayram ziyaretlerinde tatlı ikramının geleneksel olduğu belirtilen açıklamada, ikram edilen şeker, çikolata, hamur işleri gibi gıdaların, enerji içeriği yüksek gıdalar olması sebebiyle kan şekerini hızla yükselttiği belirtti.

    Ramazan’da gün içinde besin tüketmemeye alışmışken birdenbire bu gıdaların sık ve çok miktarda tüketilmesinin sindirim sistemi problemlerine ve kan şekerine bağlı çeşitli rahatsızlıklara yol açabileceği uyarısında bulunan Bakanlık, “Bu nedenle bayram ziyaretlerinde sunulan ikramlar tüketilirken dikkat edilmeli, aşırıya kaçılmamalı, yeterli ve dengeli beslenme ilkeleri unutulmamalıdır. Aynı gün içinde birden çok ziyaretin yapılacağı dikkate alınarak ikramlarda porsiyonlar küçük, çeşitler mümkün olduğunca az tutulmalıdır” ifadelerini kullandı.

    Açıklamada, gün içinde geleneksel olarak tatlı ikramı olacağından kahvaltıda şeker, reçel vb. tatlı besinlerin bulundurulmaması gerektiğinin altı çizilerek, hamurlu, şerbetli tatlılar yerine küçük porsiyonlar halinde sütlü tatlılar, taze meyveler; şerbetler yerine şekersiz veya az şekerli komposto, az şekerli limonata gibi içeceklerin tercih edilebileceği kaydedildi.

    Dünya Sağlık Örgütü’nün gıdaların doğal yapısında bulunan şeker dışında, gıdaya üretim aşamasında eklenen şekerlerin ve çay şekerinden alınan enerjinin; sağlıklı bireylerde günlük enerji miktarının yüzde 10’unu geçmemesini tavsiye ettiği hatırlatılan açıklamada “Diyabet, kalp damar hastalıkları, yüksek tansiyon gibi kronik hastalığı olanlar uyguladıkları diyete bayram süresince de özen göstermelidirler” uyarısı yapıldı.

  • “Sıvı tüketimini azaltmak idrar kaçırmaya çare değil”

    İdrar kaçırma ya da aşırı aktif mesaneye bağlı olarak sık idrar ve ani sıkışma hissi sorunu yaşayan bazı hastaların bu sorunları ile sıvı tüketimini azaltarak başa çıkmaya çalıştıklarını belirten Prof. Dr. Tufan Tarcan, “İdrar kaçırma sorunu yaşayan kişiler, günlük sıvı tüketimine ve özellikle tükettiği sıvı kalitesine dikkat etmelidir. En kaliteli sıvının su olduğu unutulmamalıdır. Aşırı tüketildiğinde çay ve kahve mesane üzerinde uyarıcı etkiye sahiptirler. Bir zararı olmadığı düşünülen siyah çayın içindeki teofilin, kahvenin içindeki kafein idrar torbası üzerinde uyarıcı etkide bulunurlar.  Alkollü içeceklerin de vücutta dehidratasyona yani susuzluğa susuzluğa neden olduğu akılda tutulmalıdır. Aynı şekilde endüstriyel içeceklerin mesane üzerindeki etkilerinin yanında metabolizma üzerindeki zararlı etkileri de bilinmektedir.

    “İÇERİĞİ BİLİNMEYEN BİTKİ ÇAYI KARIŞIMLARINA DİKKAT”

    Son zamanlarda karşımıza çok sık çıkan bir diğer durum ise bitkisel çayları ve bazı tezgah üstü satılan vitamin, mineral ya da bazı diğer maddeleri içeren ürünleri yoğun, bilinçsiz tüketen kişilerin yaşadıkları idrar sorunlarıdır. Farklı bitkilerden hazırlanan çaylar, vücuda çok farklı etkilerde bulunabilir. Özellikle içinde ne olduğunu bilmediğimiz karışımlardan uzak durulmalı ve tüketim miktarına dikkat edilmelidir. Bu tür içeceklerin doktor önerisi olmadan kullanılmasını sakıncalı görüyoruz.

    “SIVI TÜKETİMİNİ AZALTMAK İDRAR KAÇIRMAYA ÇARE DEĞİL”

    İdrar kaçırma sorunu yaşayan kişiler ilk olarak sıvı tüketimini azaltmakta çare buluyorlar ancak sıvı tüketimini azaltmak doktorun önerdiği bazı özel durumlar hariç idrar kaçırma sorununu çözme yöntemi değildir. Sıvı tüketim miktarının azaltılması kişide kısmi bir rahatlık ya da idrar kaçırmadan duyduğu rahatsızlığın derecesini azaltmaya yarayabilir ancak idrar yolu enfeksiyonu, böbrek taşı oluşumu hatta kalp damar hastalıkları ve sinir sistemi hastalıkları gibi farklı patolojik sorunlara yol açabilir. Bu nedenle idrar kaçırma sorunu yaşayan kişilerin en son yapması gereken şey idrar kaçırma miktarını azaltmak amacıyla sıvı tüketimini azaltmaktır.

    GECE İDRARA KALKMA SORUNU YAŞAYAN KİŞİLER İÇİN SIVI ALIMININ ZAMANLAMASI ÖNEMLİDİR

    İdrar kaçırma sorunu yaşayan kişiler için sıvı alımının zamanlaması önemlidir. Özellikle gece uykudan uyanarak tuvalete gitme sıkıntısı yaşayan kişilerin akşam yemeklerinden sonra çok fazla sıvı tüketmemesi gerekir. İnsan biyolojisi gece kesintisiz uyumak üzerine ayarlanmıştır. Ancak, uyumadan önce gerçekleşen aşırı sıvı alımı uykunun bölünmesine, buna bağlı ek tıbbi sorunlara ve yaşam kalitesi düşüklüğüne neden olacaktır. Erkeklerde prostat rahatsızlıkları hem kadınlarda hem erkeklerde mesanenin yaşlanması ile ortaya çıkan mesane depolama bozuklukları ve kardiyovasküler (kalp ve damar) sistem bozuklukları ve hormonlar rahatsızlıklar da gece idrara çıkmanın tedavi edilebilir nedenleri arasındadır.

    Çocuklarda gece idrar kaçırma (enürezis noktürna) ya da aşırı aktif mesane gibi hastalıkların tedavisinde sıvı alımının düzenlenme yöntemi kullanılmaktadır. Sıvı alımının düzenlenmesi su tüketiminin azaltılması olarak algılanmamalıdır. Sadece miktar değil, zamanlama ve içilen sıvı kalitesi de önemlidir. Örneğin, tekrarlayan sistit ve ağrılı mesane sendromunda ve elbette böbrek taş hastalığında tam tersi içilen su miktarının artırılması önerilir. Sıvı tüketiminin azaltılması ve susuzluk özellikle yaşlı kişilerde birçok ciddi sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle idrar kaçırma gibi üroloji ile ilgili bir sorun yaşandığında bir hekime başvurulmalı ve sorunun nedeni araştırılarak nedene göre bir tedavi yolu çizilmelidir. Unutulmamalıdır ki, idrar kaçırma sorununun zihinsel gerilemesi olan hastalarımız dışında tedavisi mümkündür. Zihinsel gerileme nedeniyle zaman ve yer bilincini kaybeden ya da tedavisi devam eden hastalarda ise mesane pedleri kullanılarak hijyen sağlanabilir.” dedi.

  • Türkiye ile Küba’dan kanser aşısı ve ilaçları için işbirliği

    Sağlık Bakanlığı, yerlileşme ve millileşme hedefleri doğrultusunda ikili iş birliklerine hız verdi.

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 2’inci Dünya Sağlık Asamblesi’ne katılmak üzere Cenevre’ye giderek, Küba, Portekiz, Irak, Azerbaycan, İran, Kırgızistan, Endonezya ve Çekya Sağlık Bakanları ile ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Bu çerçevede Endonezya Sağlık Bakanı Nila Moeloe ile iki ülke arasında “Sağlık Alanında İş Birliği Anlaşması”, Kırgızistan Sağlık Bakanı Kosmosbek Çolpanbayev ile “2014 tarihli İş Birliği Anlaşması’nın Ek Protokolü” imzalandı. Bu anlaşmalarla sağlık hizmetleri, bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan hastalıkların önlenmesi ve kontrolü, ilaç, aşı ve tıbbi cihazlar, insan kaynağı kapasite gelişimi konularında teknoloji paylaşımı, uzman ziyaretleri, eğitim-seminer ve çalıştaylar ile sağlık sektöründeki yatırımların karşılıklı teşvik edilmesi gibi çalışmalar yürütülecek.

    Sağlık Bakanlığı’ndan üst düzey heyetler; aşı yerlileştirme ve teknoloji transferi çalışmaları kapsamında son iki ayda Küba, Güney Kore, Bangladeş ve Endonezya’da önemli çalışmalar yürütüyor. Karşılıklı ziyaretlerle aşı, ilaç, tıbbi sarf ve cihaz konusunda iş birliği imkanları geliştiriliyor.

    KÜBA İLE İŞBİRLİĞİ

    Küba ile 27 Ekim 2018’de Ankara’da imzalanan mutabakat zaptının ardından irtibatlar hız kazandı. Cenevre’de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın Küba Sağlık Bakanı Jose Angel Portal Miranda ile gerçekleştirdiği ikili görüşmede, enfeksiyonlara karşı aşılar, kanser aşısı ve ilaçlarının birlikte üretimi konusunda iki ülke arasında Çalışma Grubu oluşturulması kararı alındı. Özellikle inovatif molekül geliştirme ve onkoloji çalışmalarında önemli tecrübeye sahip olan Küba’dan üst düzey bir heyet bu hafta Türkiye’ye gelecek. Küba ilaç kurumu BioCubaPharma Başkanı ve kurum temsilcileri, Sağlık Bakanlığı yetkilileri ile görüşmeler gerçekleştirecek.
    Ayrıca ülkemizde biyoteknolojik ürünlerin Ar-Ge’sini yürütecek insan gücünün yetiştirilmesine yönelik araştırma ve eğitim merkezinin TÜSEB bünyesinde kurulması planlanıyor. Sağlık Bakanlığı yetkilileri bu konuda inceleme yapmak üzere, geçen hafta İrlanda Ulusal Biyoproses Araştırma ve Eğitim Enstitüsü’nü ziyaret etti.

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, söz konusu çalışmalara yönelik şunları kaydetti:

    “İlaç alanında başlattığımız millileşme çalışmalarını, tüm sağlık ürünlerine yaygınlaştıracağız. Nihai amacımız ilaçta, aşıda, kan ürünlerinde, tıbbi cihazda kendi kendine yetebilen bir ülke olmaktır. Bir diğer hedefimiz de global pazarlarda rekabet edebilen bir üretim yapısına kavuşmaktır. Kişi başına düşen gelirimizin 10 bin dolar seviyesinin üstüne çıkabilmesi için ülke olarak yüksek teknolojili ürünlerin üretimine ihtiyacımız var.

    İlaçta yerelleşme çalışmalarımıza başlarken 3 temel hedefimiz vardı: İthalatı azaltarak cari açığı düşürmek, ilaç sanayimizin kapasite kullanım oranını geliştirmek ve buna bağlı olarak nitelikli iş gücü istihdamını arttırmak. Bugün, tükettiğimiz her 100 kutu ilacın 80’ini ülkemizde üretiyor hale geldik. Ancak bu rakam, değer bazında yüzde 46 seviyesinde kalmıştır. Bu da katma değeri daha yüksek ürünleri yerelleştirmemiz gerekliliğinin bir göstergesidir. Sanayimizin kapasite kullanım oranı yüzde 65’lerden yüzde 75’lere çıktı. İstihdamda da 35 binler seviyesini yakaladık. Burada yakaladığımız ivme ile daha fazla sayıda ‘yüksek katma değerli ürün üretme’ ve ‘bu ürünleri dünya pazarlarına ihraç etme’ hedefimize ulaşacağız.

    Ülkemizde 13 hastalığa karşı rutin bağışıklama programı yürütülüyor. Türkiye, zorunlu aşıların ücretsiz uygulandığı nadir ülkelerden biri. Nüfusun büyüklüğü ve bağışıklama programının genişliği sebebiyle aşılama maliyeti de oldukça yüksek. Bu kapsamda aşı için ayrılan bütçe, 2017 yılında 820 milyon, 2018 yılında ise yaklaşık 930 milyon TL olarak gerçekleşti. 2023 yılına kadar aşıların tamamının yerlileştirilmesini hedefliyoruz. Bu çerçevede difteri-tetanos, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, 5’li karma aşı, hepatit, suçiçeği aşılarının yerli üretimi için çalışmalarımız devam ediyor.”

  • Lezzet ve Şifa Deposu Zahter’in Faydaları Nelerdir?

    Zahteriyle meşhur Altınözü ilçesine bağlı Kozkalesi Mahallesi’nde yaşayanlar, kahvaltıda salata olarak tüketilen, çay olarak içilebilen, salamurası yapılan, kurusu yemeklerin her türlüsünü süsleyen lezzetli ve şifa deposu zahter hasadını sürdürüyor.

    10 yıl öncesine kadar dağlarda kendiliğinden yetişen zahteri toplayarak kendi ihtiyaçlarını karşılayan mahalle sakinleri, ürünleri ticari olarak da değerlendiriyor.

    Dağda tohumlarını topladıkları zahterleri bahçelerine veya tarlalarına eken mahalleliler, sulamasından bakımına, toplamasından temizlenmesine kadar tüm zahmetini çektikleri üründen geçimini sağlıyor.

    Özellikle kadınlarının yetiştirdiği, erken saatte makasla “biçme yöntemi” ile toplanan, Doğu Akdeniz mutfaklarının vazgeçilmezi zahter, mahalle meydanındaki ambarda toplanıp tüccarlara hasat dönemine göre kilogramı 25 liraya kadar ulaşan fiyatlardan satılıyor.

    “Müşteri sıkıntısı yaşamıyorlar”

    Kozkalesi Muhtarı Ersoy Çıldam, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mahalle nüfusunun bin 300 olduğunu ve hemen hemen her ailenin geçimini zahterle sağladığını anlattı.

    İlk başlarda kadınların kendi mutfakları için dağda zahter topladığını ve zamanla bunun bir ekmek kapısı olabileceğini düşünmeye başladıklarını ifade eden Çıldam, şunları söyledi:

    “Dağdan tohumunu aldık, geldik tarlamıza, bahçelerimize ektik. Şu anda mahalleli iyi para kazanıyor. Mahallede zahterle uğraşmayan aile yok. ilk hasat ettiğimizde kilogramı 25 liraydı. Şu anda da 6 lira.” ifadesini kullandı.

    Mahallede günlük 2 veya 3 ton zahter toplandığını ve satışa hazır hale getirildiğini aktaran muhtar Çıldam, kooperatifleşmek istediklerini dile getirdi.

    “Kazancı bol”

    Zahter ekimi ve ticareti yapan Mehmet Ali Yılmaz , ürünün yetiştirilmesinin zahmetli ama bir o kadar da kazançlı olduğunu vurgulayarak, “Devletten zahteri korumasını, tüccarların eline bırakmamasını istiyoruz. Bizim mahallede yetişen zahter Avrupa piyasasına gidecek bir üründür.” dedi.

    Ev hanımı Gülay İnce, yılda 4 defa toplanan zahterin kazançlı olduğunu söyledi.

    Ürünün geçim kaynakları olduğunu belirten İnce, “Günde ortalama 35-40 kilogram topluyorum, ilk başta kilogramı 25 liradan satılıyordu şu anda 6-7 liraya kadar düştü, zahterin güzel olursa, çok ekersen, güzel para kazanırsın. Ben her yıl 5 dönüm ekip 10 bin lira kazanırım. ” diye konuştu.

    Ganime Elmas da gecenin bir vakti uyanıp gün boyu zahter topladıklarını anlattı.

    Toplanan zahterleri akşam ıslak bezin arasına koyup muhafaza ettiklerini belirten Elmas, “Sabah da mahallenin meydanında satışımızı yaparız. Elimizde ürün hiç kalmaz, belli müşterilerimiz var. Ailecek geçim kaynağımız zahter, yılda ortalama 20-25 bin lira gelir elde ederiz.” ifadesini kullandı.

  • Fazla şekerli gıdalar kanseri tetikliyor

    Yapılan çalışmalarda, kanser hücrelerinde şekerin kullanımının normal hücrelerden farklı olduğunu belirledi. Kanser hücrelerinin oksidatif glikoliz denilen bir işlemle şekeri yakarak enerji oluşturma mekanizmasında normal hücrelerden farklılık meydana geliyor. Dolayısıyla kanser ile şeker arasında bir bağlantı olduğu biliniyor.

    Kanser hücrelerinin şekere olan aşırı talebinin, kişilerin aşırı şeker tüketimi ile ilgili olmadığını bunun tamamen kansere özgü bir durum olduğunu ifade eden Emsey Hospital Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hakan Karagöl, “Ancak fazla miktarda şeker veya şekere dönüşen karbonhidrat tüketilir ve ortamda fazla miktarda şeker bulunur ise, bunu kullanmayı çok seven kanser hücrelerinin bundan faydalanması kaçınılmaz olacaktır” dedi.

    FAZLA ŞEKER TÜKETEKENLER RİSK ALTINDA

    Şekerli gıdaların kanser gelişimindeki etkileri hakkında konuşan Prof. Dr. Hakan Karagöl, “Yapılan araştırmalarda, özellikle şekerli gıda ve hazır içeceklerin fazla tüketilmesinin pankreas kanseri gelişim riskini arttırdığı belirlendi. Örneğin, İsveç’te 80 bine yakın kişinin incelendiği bir çalışmada, fazla şekerli beslenmenin (Günde 5 veya daha fazla şekerli içecek veya yiyecek tüketenler ile tüketmeyenler karşılaştırıldığında) pankreas kanseri gelişme riskini 1,5 kat arttırdığı ortaya çıktı. 70 bin kişinin değerlendirmeye alındığı bir başka çalışmada ise günde 2 veya daha fazla şekerli içecek içenler ile içmeyenler karşılaştırıldığında, safra kesesi kanserinin fazla şeker tüketenlerde daha fazla görüldüğü belirlendi” dedi.

    FAZLA ŞEKERLİ GIDALAR KANSER TEKRARINI ARTTIRIYOR

    Kanser tedavisi görmüş hastalarda tekrarlama olasılığı hakkında yapılan araştırmalarla ilgili bilgi veren Prof. Dr. Karagöl, “Erken evre kalın barsak kanseri nedeniyle ameliyat olan ve düzelen bin 11 hasta ile bir araştırma yapıldı. İyileşme sonrası hastalık tekrarı açısından şekerin zararlı etkisi olup olmadığı; günde 2 veya daha fazla şekerli içecek tüketenler ile ayda 2’den az tüketenler karşılaştırıldı. Hastalık tekrarına, şekerli gıdaları fazla tüketenlerde daha sık rastlandı. Bu durum özellikle kilolu ve az hareketli olanlarda daha da kötüydü” diye konuştu.

    Şekerli gıdaların, kanser oluşumu üzerinde nasıl bir etki yarattığının henüz belirlenemediğini belirten Prof. Dr. Karagöl, “Özellikle direkt etkiden ziyade şekerli gıdaları da içeren karbonhidrattan aşırı zengin beslenmenin tetiklediği insülin düzeylerinde yükselme, bu duruma vücudun reaksiyon olarak geliştirdiği insülin direnci ve bu beslenme tarzı ile gelişen İnsülin Benzeri Büyüme Faktörü (IGF) düzeylerindeki artışın özellikle kanser gelişimini tetiklediği düşünülüyor” dedi.

    Prof. Dr. Karagöl, “İnsülin direnci ve kanda insülin yüksekliği ile kalın barsak, pankreas, rahim ve meme kanseri gelişimi arasında kötü yönde ilişki olduğu, IGF ve IGF bağlayan protein-3 düzeylerindeki yükselme ile prostat, kalın barsak ve menapoza girmemiş kadınlarda meme kanseri gelişimi açısından olumsuz yönde ilişki olduğu belirlendi” dedi.

    EKMEK VE MAKARNADAN UZAK DURUN

    “Beynin temel enerji kaynağı olan glikoza, beyin kadar olmasa bile kalp, çizgili kas gibi dokular da ihtiyaç duyar” diyen Prof. Dr. Karagöl, “Kanser hastalarının, şekeri tamamen sıfırlamak yerine miktarını çok azaltıp normal hücrelerin zorunlu ihtiyacı olan kadar alması hatta fazla kullanmaması gerekir. Örneğin ekmek, makarna, börek gibi hamurlu gıdalar, pirinç, patates, mısır gibi glisemik indeksi yüksek gıdaları az tüketmek katkı sağlayabilir” ifadelerini kullandı.

    “GÜNDE BİR TATLI KAŞIĞI BAL TÜKETEBİLİRSİNİZ”

    Şeker oranı yüksek olmasına rağmen balın içeriğindeki olumlu diğer maddeler nedeniyle, günde bir tatlı kaşığını geçmemek koşuluyla tüketmek gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Karagöl, “İstanbul Üniversitesi’nde meme kanser hücrelerinde yapılan bir çalışmada, ülkemizdeki bal türlerinden meme kanser hücrelerini öldürücü etkisi en fazla olan türün kestane balı, daha sonra çam balı olduğu belirtiliyor” dedi.

    Kanser hastalarında lifli yapıya sahip meyve ve sebzelerin bol tüketilmesinin çok faydalı olduğunu da kaydeden Prof. Dr. Karagöl, “Meyvelerden lifi bol ancak tatlı yapısı daha az, organik yeşil elma gibi, olanları bol olarak tercih edilmesini öneririz. Karpuz, kavun, şeftali, tatlı elma, çilek, incir gibi tatlı meyvelerde tüketilebilir ancak günlük tüketim miktarı çok fazla olmamalıdır” diye konuştu.

  • Meyve suyu ölüm riskini arttırıyor!

    Çok fazla meyve suyu tüketmenin erken ölüm riskini artırmada limonata ve kola kadar etkili olduğu ortaya çıktı.

    Yaygın biçimde sağlıklı bir seçenek olarak görülse de, ABD’de yürütülen yeni bir çalışma yüzde 100 meyve suyunun, diğer yapay veya ilave şekerli içeceklere kıyasla çok az fayda sağladığını ve erken ölüm riskini artırdığını gösterdi.

    Araştırmaya göre, günlük 350 mililitre meyve suyu tüketimi erken ölüm riskini yüzde 24 artırırken, günlük herhangi bir şekerli meşrubat tüketimiyse erken ölüm riskini yüzde 11 yükseltiyor.

    Emory Üniversitesi tarafından yürütülen çalışmada araştırmacılar bulguların, meyve suyunun diğer şekerli içeceklerden daha sağlıklı olduğu varsayımını çürütebileceğini söyledi.

    Araştırmacılar JAMA Open adlı bilimsel yayında yer alan makalede, “Yüzde 100 meyve suları, şekerle tatlandırılmış pek çok içecekte bulunmayan bazı vitamin ve bitkisel gıdaları barındırsa da, iki tür içecekte de baskın içerik şeker ve su” ifadelerini kullandı.

    Meyve suyunda bulunan “doğal” şeker, vücuda girdiğinde ve sindirildiğinde diğer içeceklerde bulunan kimyasal şekerden farklı bir özellik taşımıyor.

    Şeker tüketimi ve çocuklarda ortaya çıkan obeziteyi azaltmak için harcanan uluslararası çabalara dikkat çeken araştırmacılar, “Sağlıklı bir içecek seçeneği olarak görülen yüzde 100 meyve suyu tüketiminin rolü göz ardı ediliyor” dedi. Araştırmacılara göre, bulgular meyve suları da dahil şekerli içecek tüketiminin erken ölüm riskiyle ilişkili olduğunu gösteriyor.

    Araştırma daha önce kalp rahatsızlığı geçirmemiş 45 yaş üstü 13 bin 440 yetişkinle gerçekleştirildi ve katılımcılar ortalama 6 yıl boyunca takip edildi.

    Katılımcıların yaklaşık yüzde 94’ü meyve suyu içtiğini belirtirken yüzde 80,9’u diğer şekerli içecekleri tükettiğini söyledi. Araştırma süresince 168’i koroner kalp hastalığından olmak üzere bin ölüm gerçekleşti.

    Araştırma grubunda bulunanların ortalama olarak aldıkları kalorilerin yüzde 8,4’ü şekerli içeceklerden geliyor. Fakat, kalorilerinin yüzde 10’unu veya daha fazlasını şekerli içeceklerden alan en yoğun tüketicilerde, kalp rahatsızlığından ölme riski yaklaşık yüzde 44 daha yüksek, herhangi bir gerekçeden ölme riskiyse yüzde 14 daha fazla.

    Araştırmacılar, şekerli içecek tüketiminin sağlıklı kiloda olan kişiler için bile kalp rahatsızlığı ve diyabet riskini artırdığını kaydetti.

    Bu nedenle bu içeceklerin tüketiminin kan basıncını, iltihaplanmayi ya da obeziteden bağımsız olarak insülin direncini etkiliyor olabileceği düşünülüyor.

    Reading Üniversitesi’nden gıda araştırmacısı Dr. Gunter Kuhnle, “Çalışmalar meyve sularının sağlığa sözüm ona faydalarının şekerin zararlarını etkisiz kılacak kadar yeterli olmadığını ortaya koymuş olabilir. Meyve suları vitamin ve hatta biraz lif bile sağlayabilir fakat bunların ötesinde sağlığa faydası çok az. Meyve sularında bulunan bitki kökenli kimyasalın miktarı çok fayda sağlamıyor ve sözüm ona antioksidanların sağlığa etkisi çok az” diye konuştu.

    Uzmanlar şekerli içeceklerin yerine su, az yağlı süt ve daha az şekerli ya da diyet içeceklerin tüketilmesini öneriyor.

  • Akne ve leke tedavisinde ‘ışık terapi’ yöntemi

    Yöntemin uygulama esaslarına ilişkin özel bir klinikte düzenlenen basın toplantısında, ‘ışık terapi’ uygulaması bir hasta üzerinde gösterildi. Işık terapiyi gerçekleştiren Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Orhan Murat Özdemir, uygulamada 4 çeşit ışık kullanıldığını söyledi. Op. Dr. Orhan Murat Özdemir, “Kırmızı ışık rejuvenasyonda ve kırışıklıkta, mavi ışık antibakteriyel etki oluşturarak akne tedavisinde, sarı ışık kızarıklıklarda ve yeşil ışık ise, lekeli cilt tedavisinde kullanılıyor. Hasta için oldukça konforlu geliştirilen ‘Fotobiyodinamik Tedavi’, haftada bir uygulanan 4 seanstan oluşuyor. Bir ay zarfında tedavi tamamlanırken farklı vakalarda tedavi 6-8 seans sürebiliyor” dedi.

    “TEK BİR SEANSLIK UYGULAMA DEĞİL”

    Op. Dr. Orhan Murat Özdemir, uygulamanın yaklaşık 45 dakika ile bir saat arasında sürdüğünü söyledi. Uygulamanın son 15 dakikasının ışıkla yapıldığını kaydeden Dr. Orhan Murat Özdemir, “Ondan önceki hazırlık dönemi tamamen aktif maddenin cilde nüfus etmesini sağlayan kremler sürüp, ışık vasıtasıyla aktif maddelerin ciltte çalışabilir hale gelmesini sağlıyoruz. Bu uygulama iki ayrı işlemin birden yapılabilmesini sağlıyor. Bir hastanın birden fazla sorunu bir arada olabiliyor. Tek bir seanslık bir uygulama değil” diye konuştu.

    “GÜÇLÜ TEDAVİ SEÇENEKLERİNDEN BİRİ HALİNE GELDİ”

    ‘Fotobiyodinamik Tedavi’ yönteminin yıllardır var olduğunu ancak büyük odalarda kanser tedavisinde kullanıldığını söyleyen Dr. Orhan Murat Özdemir, şöyle söyledi:

    “Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte taşınabilir, bükülebilir bir platforma taşındığında artık bizlere de ulaşmış oldu. Bu sayede bu tip hastalıkların tedavisinde değil, kozmetolojik problemlerin giderilmesinde, cildin çalıştırılmasında, lekelerin ve kılcal damarlar ile akne problemlerinin azaltılmasında elimizde güçlü tedavi seçeneklerinden biri haline geldi. Leke için melanin ile tirozin ilişkisini düzenleyen aktif maddeler sürüyoruz. Arkasından uygun dalga boyu ile uyguladığımızda leke de herhangi bir yara oluşturmadan hem cildin çalışmasını hem de melanin ve tirozin ilişkisini düzenleyerek, leke tedavisinde etkin rol oynayabiliyorsunuz. Aynı zamanda cildin çalışmasını sağlayan ürünler ile kılcal damarlarla ve kızarıklık azalmasını sağlayan ürünlerle dört değişik dalga boyu uygulayabiliyorsunuz.”

    ‘Fotobiyodinamik Tedavi’ yönteminin en önemli farkının özellikle lekeli cilt tedavi uygulamalarında bile dört mevsim uygulanabiliyor olmasına dikkat çeken Dr. Orhan Murat Özdemir, böylece hastanın yüzünde herhangi bir yaralanma ve kabuklanma olmadan klinikten ayrılabileceğini söyledi. Ayrıca tedavi de uygulanan ışığın, diyot lazer olduğunu kaydeden Dr. Orhan Murat Özdemir, uygulamanın led tedavi yöntemi olmadığını belirtti.

  • Lenfoma Nedir? Belirtileri ve Tedavisi Nelerdir?

    Doktorlar lenfomaya neyin sebep olduğu konusunda emin değildir. Lenfoma, lenfositlerde (T hücreleri veya B hücreleri) başlayan kanser türüdür. Bunlar, bağışıklık sisteminin bir parçası olan hastalıklarla mücadele eden beyaz kan hücreleridir. Lenfomada, lenf nodlarında, lenf damarlarında ve vücudun diğer organlarında anormal sayıda lenfosit meydana gelir. Lenfoma Nedir? Belirtileri ve Tedavisi Nelerdir? detayları haberimizde…

    Lenfoma Nedir?

    Lenfoma vücudun mikroplarla savaşma ağı olan lenfatik sistemin kanseridir.
    Lenfatik sistem lenf nodlarını (lenf bezlerini), dalağı, timus bezini ve kemik iliğini kapsar. Lenfoma tüm bunları ve vücuttaki diğer organları etkileyebilir.

    Lenfoma Çeşitleri görseli
    Lenfoma Çeşitleri

    Lenf kanseri türleri nelerdir?

    Lenfomanın birçok türü vardır. Temel kategorileri şunlardır:

    • Hodgkin lenfoma
    • Hodgkin dışı lenfoma

    Hangi tedavinin sizin için en iyi seçenek olduğu lenfomanın türüne ve şiddetine bağlıdır. Lenf Kanseri Tedavisi kemoterapi, immünoterapi ilaçları, radyasyon tedavisi veya kemik iliği naklini içerebilir.

    Lenf kanseri çeşitleri nelerdir?

    1. Kronik lenfositik lösemi
    2. Kutanöz B hücreli
    3. Kutanöz T-hücreli
    4. Hodgkin (Hodgkin hastalığı)
    5. Hodgkin dışı
    6. Waldenström makroglobulinemisi

    Lenf kanseri belirtileri nelerdir?

    Lenfomanın işaret ve belirtileri aşağıdakileri içerir:

    • Vücudun herhangi bir noktasında oluşabilen ancak sıklıkla boyun, koltuk altı veya kasıkta görülen büyümüş lenf düğümleri
    • Halsizlik
    • Ateş
    • Gece terlemeleri
    • Nefes darlığı
    • Kilo kaybı

    Lenf kanseri nedenleri nelerdir?

    Doktorlar lenfomaya neyin sebep olduğu konusunda emin değildir.

    Lenfoma, lenfosit olarak adlandırılan hastalıklarla savaşan bir akyuvarın genetik kodunda bir mutasyon geliştirmesi ile ortaya çıkar.  Bu mutasyon hücreye hızlı şekilde çoğalmasını söyleyerek çoğalmaya devam eden birçok hastalıklı lenfosite yol açar.

    Mutasyonlar diğer hücreler ölürken bu hücrelerin yaşamaya devam etmesini de sağlar.  Bu, çok fazla sayıda hastalıklı ve etkisiz lenfositin lenf düğümlerinizde bulunmasına ve lenf nodlarının şişmesine sebep olur.

    Lenfoma Risk Faktörleri
    Lenfoma Risk Faktörleri nedir?

    Lenf kanseri risk faktörleri nelerdir?

    Lenfoma riskini artıran faktörler aşağıdakileri içerir:

    • İleri yaş. Yaşlanmayla beraber riskiniz artar, ancak bu hastalık her yaşta ortaya çıkabilir. Bazı türler genç erişkinlerde daha yaygındır.
    • Erkek cinsiyet. Lenfoma erkeklerde kadınlara nazaran daha sık görülür.
    • Bozuk bağışıklık sistemi. Bağışıklık sistemi hastalığı olan kişilerde veya bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar kullananlarda daha sık görülür.
    • Belirli enfeksiyonların gelişmesi. Epstein-Barr virüsü ve Helikobakter pilori enfeksiyonu gibi bazı enfeksiyonlar lenfoma riskinin artmasıyla ilişkilidir.

    Kronik lenfositik lösemi

    Genel Bakış

    Kronik lenfositik lösemi (KLL) kan ve kemik iliğinde –kan hücrelerinin yapıldığı, kemiklerin içinde bulunan süngersi doku- oluşan bir kanserdir.

    Kronik lenfositik lösemideki “kronik” terimi tipik olarak diğer lösemi türlerinden daha yavaş ilerlediği gerçeğinden ileri gelmektedir. Kronik lenfositik lösemideki “lenfositik” terimi hastalıktan etkilenen hücrelerden – vücudunuzun enfeksiyonla savaşmasına yardımcı olan lenfosit adı verilen bir grup akyuvar hücresi- gelir.

    Kronik lenfositik lösemi en yaygın şekilde yaşlı erişkinleri etkiler. Bu hastalığın kontrol altına alınmasına yardımcı olacak tedaviler bulunmaktadır.

    Kronik Lenfositik Lösemi Belirtileri:

    Kronik lenfositik lösemisi bulunan birçok kişi erken evrede hiçbir belirti göstermez. İşaret ve belirti geliştiren bireyler aşağıdakileri yaşayabilirler:

    • Genişlemiş, ancak ağrısız lenf nodları
    • Halsizlik
    • Ateş
    • Genişlemiş dalağın neden olabileceği karnın sol üst bölgesinde ağrı
    • Gece terlemeleri
    • Kilo kaybı
    • Sık enfeksiyon

    Kronik Lenfositik Lösemi Nedenleri:

    Doktorlar, kronik lenfositik lösemiye neden olan süreci başlatan etmenlerden emin değillerdir. Doktorlar, kan üreten hücrelerin DNA’sında bir genetik mutasyona yol açan bir şeylerin meydana geldiğini bilmektedirler. Bu mutasyon kan hücrelerinin anormal, etkisiz lenfositler – vücudun enfeksiyonla savaşmasına yardımcı olan bir beyaz kan hücresi türü- üretmesine neden olur.

    Bu anormal lenfositler, etkisiz olmalarının ötesinde, normal lenfositlerin ölmesinden sonra yaşamaya ve çoğalmaya devam ederler. Bu anormal lenfositler kanda ve belirli organlarda birikerek komplikasyonlara yol açarlar. Sağlıklı hücreleri kemik iliğinin dışına itebilirler ve normal kan hücresi üretimini etkileyebilirler.

    Doktorlar ve araştırmacılar kronik lenfositik lösemiye neden olan kesin mekanizmayı anlamaya çalışmaktadırlar.

    Lenf kanseri risk faktörleri nelerdir?

    Kronik lenfositik lösemi riskinizi artırabilecek faktörler aşağıdakileri içerir:

    • Yaşınız. Kronik lenfositik lösemi tanısı konulan çoğu kişi 60 yaşının üzerindedir.
    • Irkınız. Beyazların kronik lenfositik lösemiye yakalanmaları diğer ırklara mensup bireylerden daha olasıdır.
    • Ailede kan ve kemik iliği kanseri öyküsü. Ailede kronik lenfositik lösemi veya diğer kan ve kemik iliği kanserlerinin öyküsü riskinizi artırabilir.
    • Kimyasallara maruziyet. Vietnam Savaşı sırasında kullanılan Portakal Gazı dahil olmak üzere belirli herbisitler ve insektisitler artmış kronik lenfositik lösemi riskiyle ilişkilendirilmiştir.

    Lenf kanseri komplikasyonları nelerdir?

    Kronik lenfositik lösemi aşağıdakilere benzer komplikasyonlara neden olabilir:

    • Sık enfeksiyonlar. Kronik lenfositik lösemili kişiler sık aralıklarla enfeksiyon yaşayabilirler. Çoğu olguda, bu enfeksiyonlar üst ve alt solunum yolunun sık görülen enfeksiyonlarıdır. Ancak, bazen daha ciddi enfeksiyonlar gelişebilmektedir.
    • Kanserin daha saldırgan forma dönüşmesi. Kronik lenfositik lösemisi bulunan az sayıdaki kişide kanserin difüz büyük B hücreli lenfoma adı verilen daha saldırgan bir türü oluşabilir. Doktorlar bazen bu geçişi Richter sendromu olarak ifade ederler.
    • Diğer kanserlerin riskindeki artış. Kronik lenfositik lösemili kişilerde melanoma benzeri cilt kanseri ve akciğer ve sindirim sistemi kanserleri dahil olmak üzere diğer kanser türlerinin riskinde artış görülebilir.
    • Bağışıklık sistemi sorunları. Kronik lenfositik lösemili az sayıdaki kişide bağışıklık sisteminin hastalıkla savaşan hücrelerinin hatayla kırmızı kan hücrelerine veya plateletlere saldırmalarına neden olan bir bağışıklık sistemi sorunu gelişebilir.

    Lenf kanseri tanısı nasıl yapılır?

    Kemik İliği Biyopsisi

    Kemik İliği Biyopsisi:

    Lenfoma Nedir? Lenfoma tanısını koymak için kullanılan testler ve işlemler aşağıdakileri içerir:

    • Fizik muayene. Doktorunuz, genişlemiş lenf nodlarının işaretlerine bakmak için vücudunuzu muayene edebilir.
    • İncelenmek üzere lenf nodunun çıkarılması. Doktorunuz laboratuarda incelenmek üzere bir lenf nodunun tamamının veya bir kısmının çıkarılması için lenf nodu biyopsisi işlemini önerebilir. Gelişmiş testler, lenfoma hücrelerinin bulunup bulunmadığını ve hangi hücre türlerinin tutulduğunu belirleyebilmektedir.
    • Kan testleri. Sizden alınan bir kan örneğindeki hücrelerin sayısını belirleyen kan testleri doktorunuza tanınız hakkında ipuçları verebilir.
    • İncelenmek üzere kemik iliği örneğinin alınması. Kemik iliği biyopsisi ve aspirasyonu işlemi, bir kemik iliği numunesi almak üzere kalça kemiğinizin içerisine bir iğnenin sokulmasını içerir. Bu örnek lenfoma hücrelerinin aranması için analiz edilir.
    • Görüntüleme testleri. Görüntüleme testleri vücudun diğer alanlarında lenfoma işaretlerinin aranması için kullanılabilir. Bu testler içerisinde BT, MRG ve pozitron emisyon tomografisi (PET) yer alabilir.

    Lenf kanseri tedavisi nasıl yapılır?

    Lenfoma Nedir? Lenfomanın tedavi seçenekleri lenfomanızın türüne, saldırgan derecesine ve tedavi hedeflerinize bağlıdır.

    Tedaviler aşağıdakileri içerir:

    • Aktif izlem. Bazı lenfoma türleri çok yavaş büyürler. Siz ve doktorunuz, tedavinizi günlük yaşam faaliyetlerinizi etkileyen işaret ve belirtilere neden olana dek bekletmeye karar verebilirsiniz. Bu aşamadan sonra, rahatsızlığınızın izlenmesi için periyodik testlere girebilirsiniz.
    • Kemoterapi, kanser hücrelerini öldürmek için kimyasalları kullanan bir ilaç tedavisidir. Kemoterapi çoğunlukla bir toplar damar içerisine verilir, ancak aldığınız özel ilaçlara bağlı olarak hap şeklinde de alınabilir.
    • Diğer ilaç terapiler. Tedavi için kullanılan diğer ilaçlar içerisinde kanser hücrelerinizin içerisindeki yaşamlarını sürdürmelerine imkan tanıyan spesifik anormalliklere odaklanan hedefe yönelik ilaçlar yer alır. İmmünoterapi ilaçları kanser hücrelerini öldürmek için bağışıklık sisteminizi kullanırlar.
    • Radyasyon terapisi. Radyasyon tedavisi kanser hücrelerini öldürmek için X ışını ve protonlar gibi güçlü enerji demetlerini kullanır.
    • Kemik iliği nakli. Kök hücre nakil olarak da bilinen kemik iliği nakli kemik iliğini baskılamak için yüksek dozda kemoterapi ve radyasyonun kullanılmasını içerir. Ardından, vücudunuzdan veya bir vericiden alınan sağlıklı kemik iliği kök hücreleri kanınıza verilerek kemiklerinize giderler ve kemik iliğinizi yeniden inşa ederler.

    Melanoma Dışı Cilt Kanseri:

    Kutanöz B hücreli:

    Kutanöz B hücreli lenfoma, beyaz kan hücrelerinde meydana gelen ve deriye hücum eden nadir bir kanser türüdür. Kutanöz B hücreli lenfoma, lenfosit adı verilen hastalıklarla savaşan beyaz kan hücreleri bir türü olan B hücrelerinde başlar.

    Kutanöz B hücreli lenfoma türleri aşağıdakileri içerir:

    • Primer kutanöz folikül merkez hücreli
    • Primer kutanöz marjinal zon B hücreli
    • Primer kutanöz difüz büyük B hücreli, bacak tipi
    • İntravasküler difüz büyük B hücreli

    Kutanöz B hücreli lenfoma cildin altında cildinizle aynı renkte olabilen veya pembe veya mor renkte görünebilen bir nodül şeklinde ortaya çıkabilir.

    Kutanöz B hücreli Lenf Kanseri Tanı:

    Kutanöz B hücreli lenfoma tanısını koymak için kullanılan testler ve işlemler aşağıdakileri içerir:

    • Fizik muayene. Doktorunuz cildinizi dikkatli şekilde muayene edecek ve şişmiş lenf nodular gibi tanınız hakkında ipuçları verebilecek diğer işaretlere bakacaktır.
    • Cilt biyopsisi. Doktorunuz, lenfoma hücrelerini aramak için cilt lezyonunuzun küçük bir bölümünü çıkaracaktır.
    • Kan testleri. Kan örneğiniz lenfoma hücrelerine bakmak için analiz edilebilir.
    • Kemik iliği biyopsisi. Kemik iliği örneği lenfoma hücrelerine bakmak için test edilebilir.
    • Görüntüleme testleri. Bilgisayarlı tomografisi (BT) taraması ve pozitron emisyon tomografisi (PET) taraması gibi görüntüleme testleri doktorunuzun rahatsızlığınızı değerlendirmesine yardımcı olabilir.

    Tedavi:

    Kutanöz B hücreli lenfomanın tedavisi sizdeki lenfomanın türüne bağlıdır.

    Tedavi seçenekleri aşağıdakileri içerebilir:

    • Kanserin çıkarılması için ameliyat. Sadece bir veya birkaç alanda kutanöz lenfomanız bulunuyorsa, doktorunuz kanserin ve kanser etrafındaki bir miktar sağlıklı dokunun çıkarılması işlemini önerebilir. Cerrahi tek tedaviniz olabilir veya doktorunuz ilave tedaviler önerebilir.
    • Radyasyon terapisi. Radyasyon tedavisi kanser hücrelerini öldürmek için X ışını ve protonlar gibi güçlü enerji demetlerini kullanır. Radyasyon terapisi, kutanöz lenfomayı tedavi etmek için tek başına kullanılabilir veya kalan kanser hücrelerini öldürmek için ameliyattan sonra kullanılabilir.
    • Kemoterapi, kanser hücrelerini öldürmek için kimyasalları kullanan bir ilaç tedavisidir. Kemoterapi ilaçları, kutanöz lenfomayı tedavi etmek için cilt yoluyla tümör içine enjekte edilebilir. Daha ileri evre kutanöz lenfomalarda, kemoterapi bir toplar damar içerisine infüzuon şeklinde verilebilir. Kemoterapi, kutanöz lenfoma agresifse veya ilerlemişse, bir seçenek olabilir.

    Kutanöz T-hücreli Lenfoma Nedir?

    Genel Bakış:

    Kutanöz T hücreli lenfoma, beyaz kan hücrelerinde meydana gelen ve deriye hücum eden nadir bir kanser türüdür. Kutanöz T hücreli lenfoma müştereken Hodgkin dışı lenfoma adı verilen birkaç lenfoma türlerinden biridir.

    Kutanöz T hücreli lenfoma döküntü benzeri kızarıklığa ve bazen cilt tümörlerine neden olabilir. Tedavilerin içerisinde cilt kremleri, ışık tedavisi, ilaçlar ve radyasyon terapisi yer alabilir.

    Mycosis fungoides ve Sezary sendromu dahil olmak üzere kutanöz T hücreli lenfomanın birkaç türü bulunmaktadır.

    Hodgkin Lenfoma (Hodgkin hastalığı):

    Bağışıklık sisteminin kısımları:

    Geçmişte Hodgkin hastalığı olarak bilinen Hodgkin lenfoma bağışıklık sisteminizin bir parçası olan lenfatik sistemin kanseridir.

    Hodgkin lenfomada, lenfatik sistemdeki hücreler anormal şekilde büyürler ve lenfatik sistemin ötesine yayılabilirler. Hodgkin lenfoma ilerledikçe vücudun enfeksiyonla savaşma yeteneğini bozar.

    Hodgkin lenfoma, lenfatik sistemin en yaygın görülen iki kanser türünden biridir. Diğer tür olan Hodgkin dışı lenfoma çok daha yaygındır.

    Hodgkin lenfomanın tanı ve tedavisindeki ilerlemeler bu tanının bulunduğu kişilere tam iyileşme şansı verilmesine yardımcı olmuştur. Prognoz, Hodgkin lenfomalı kişilerde iyileşmeyi sürdürmektedir.

    Hodgkin dışı lenfoma:

    Hodgkin dışı lenfoma vücudunuzun geneline yayılmış hastalıkla savaşan ağ olan lenfatik sisteminizden köken alan bir kanserdir. Hodgkin dışı lenfomada, tümörler bir beyaz kan hücresi türü olan lenfositlerden gelişir.

    Hodgkin dışı lenfoma, lenfomanın diğer genel türü olan Hodgkin lenfomadan çok daha sık görülür.

    Hodgkin dışı lenfomanın birçok farklı alt türü bulunmaktadır. Hodgkin dışı lenfomanın yaygın görülen alt türleri içerisinde difüz büyük B hücreli lenfoma ve foliküler lenfoma yer alır.

    Waldenström makroglobulinemisi:

    Genel Bakış:

    Waldenstrom makroglobulinemisi beyaz kan hücrelerinde başlayan nadir bir kanser türüdür.

    Sizde Waldenstrom makroglobulinemisi bulunuyorsa, kemik iliğiniz sağlıklı kan hücrelerini uzaklaştıracak çok sayıda anormal beyaz kan hücresi üretir. Anormal beyaz kan hücreleri kanda biriken, dolaşımı bozan ve komplikasyonlara neden olan bir protein üretirler.

    Waldenstrom makroglobulinemisi, Hodgkin dışı lenfomanın bir türü olarak düşünülmektedir. Bazen lenfoplasmasitik lenfoma olarak da adlandırılır.

    Semptomlar:

    Waldenstrom makroglobulinemisi yavaş büyür ve yıllarca bir işaret ve belirtiye neden olmayabilir.

    Bu durum meydana geldiğinde, işaretler ve belirtiler aşağıdakileri içerebilir:

    • Kolay morarma
    • Burun veya diş etlerinde kanama
    • Halsizlik
    • Kilo kaybı
    • Eller veya ayaklarda uyuşukluk
    • Ateş
    • Baş ağrısı
    • Nefes darlığı
    • Görme değişiklikleri
    • Bilinç bulanıklığı

    Nedenleri:

    Lenfoma Nedir? Waldenstrom makroglobulinemisine neden olanlar tam olarak anlaşılabilmiş değildir.

    Doktorlar, hastalığın genetik kodunda hatalar (mutasyonlar) oluşturan bir anbormal beyaz kan hücresiyle başladığını bilmektedirler. Bu hatalar hücreye hızla çoğalmayı sürdürmesini söylemektedir.

    Kanser hücreleri normal hücreler gibi olgunlaşıp ölmediklerinden vücutta birikerek nihayetinde sağlıklı hücrelerin üretimine baskın gelirler. Waldenstrom makroglobulinemisi çoğu kemiğinizin merkezini dolduran yumuşak, kan üreten doku olan kemik iliğinden sağlıklı kan hücrelerini uzaklaştırırlar.

    Waldenstrom makroglobulinemisi hücreleri, sağlıklı beyaz kan hücrelerinin yaptığı gibi antikor üretmeye çabalamayı sürdürürler, ancak bunun yerine vücudun kullanmadığı anormal proteinleri üretirler. Immünoglobulin M (IgM) proteini kanda birikir, dolaşımı bozar ve komplikasyonlara neden olur.

    Risk faktörleri :

    Waldenstrom makroglobulinemisi riskinizi artırabilecek etmenler aşağıdakileri içerir:

    • Yaşlı olmak. Waldenstrom makroglobulinemisi herhangi bir yaşta ortaya çıkabilir, ancak en sık 65 yaş ve üzerindeki erişkinlerde tanısı konur.
    • Erkek cinsiyet. Erkeklerde Waldenstrom makroglobulinemisi tanısının konulması daha olasıdır.
    • Beyaz olmak. Beyazların bu hastalığa yakalanmaları diğer ırklara mensup bireylerden daha olasıdır.
    • Ailede lenfoma öyküsünün bulunması. Waldenstrom makroglobulinemisi veya diğer bir B hücreli lenfoma tanısı konulan bir akrabanız bulunuyorsa, riskiniz artmış olabilir.
  • Belçika’da Lejyonella salgını: 12 kişi hastaneye kaldırıldı

    EVERGEM Belediye Başkan Yardımcısı ve Encümeni Kathleen Depoorter, “Bunu bir dram haline getirmek doğru değil ve enfeksiyon belirtileri olan kişilerin doktorlarıyla iletişim kurmaları gerekir. Acil servise gitmeyin, sadece aile hekiminize gidin” dedi. Bakım ve Sağlık Ajansı Sözcüsü Joris Moonenes ise hastalarda ilk enfeksiyon semptomlarının 29 Nisan-6 Mayıs arasında belirlendiğini söyledi. Moonenens, “Salgın kaynağının şu anda kontrol altında olduğu tahmin edilse de hastalığın takip çalışmaları hâlâ sürdürülüyor” ifadesini kullandı.

    BAKTERİLER KLİMADA BARINIYOR
    Salgının kaynağı henüz belirlenemezken Lejyonella bakterisinin su tesisatlarından yayıldığı düşünülüyor. Bakım ve Sağlık Ajansı yetkilileri, salgının kaynağını belirlemek için bölgedeki soğutma kulelerinden örnekler aldı. Sonuçların bir sonraki hafta açıklanacağını belirten Sözcü Moonenes, “Bakteriler klimada kolayca barınabiliyor ve yayılan havayı insanların soluması sonucu bünyeye nüfuz ediyor. Dezenfekte edilmeyen sular ve bu tarz cihazlar da tehlike arz ediyor. Su sistemlerinde üreyen ve yer edinen bakteriler havaya karışarak insan vücuduna kolayca girebiliyor” diye konuştu.

  • Filizlenen Patatesler Zehirleyerek Ölüme Yol Açabilir

    Sofraların vazgeçilmez sebzesi olan patates, lif/ posa içeriği sayesinde tokluk hissine katkı sağlayarak sindirim sistemini destekler; C ve B vitaminleri, potasyum minerali ile de enerji verir. Ancak patatesin faydaları kadar yanlış tüketiminin zararları da hayati önem taşıyor. Konuyla ilgili risklere dikkati çeken VM Medical Park Bursa Hastanesi Diyetisteni Beyza Köse, “İnsan sağlığı üzerinde birçok olumlu etkileri olan patates, hasatından önce ve sonra depolanma sırasında yapılan hatalar sebebiyle besin zehirlenmelerine hatta bunlara bağlı ölümlere yol açabilir.Bitkiler; mantarlar, böcekler gibi dış faktörlerden kendilerini korumak için bazı toksik maddeler üretir. Hasat ve depolanmasında yapılan hatalarda (depolama sıcaklığı, hasat ve taşıma sırasında mekanik yaralanma, nem, havalandırma ve zararlı böcekler) bu toksik maddelerin artmasına sebep olur ve insan hayatını tehlikeye sokar. Patates içeriğinde de bu kimyasallardan solanin bulunur” dedi.

    Sarıdan yeşil renge dönüyor 
    Depolama ve hasat sırasındaki hatalardan dolayı solanin miktarının artabildiği vurgusunu da yapan Diyetisyen Köse, şunları söyledi: Güneş altında ya da yüksek neme sahip ortamda bekletilen patateste solanin miktarı artar. Solaninin artması, klorofil sentezini uyararak patatesin sarıdan yeşil renge dönmesine sebep olur. Solanin miktarı arttıkça yeşillenmeyle birlikte zehirlenme etkiside oluşur. Bu yüzden üzerinde yeşil lekeler/ filizler oluşan patateslerin tüketiminden kaçınılmalıdır. Nemsiz, ışık olmayan serin yerlerde saklanmalıdır. Solanin zehirlenmelerinin belirtileri mide bulantısı, kusma, ishal, mide krampları, boğaz yanması, baş ağrısı ve baş dönmesidir. Ciddi zehirlenmeler, ölümle sonuçlanabilir. Bu nedenle patatesleri güneş altında çok uzun süre bırakmamaya, yeşillenme gördüğünüzde tüketmemeye, pazarda, markette alışveriş yaparken aldığınız patatesleri tek tek kontrol edip yeşillenmiş olanları asla satın almamaya dikkat etmelisiniz. Eğer farkında olmadan yeşillenmiş patates tükettiyseniz ve bahsettiğimiz belirtileri görmeye başladıysanız acilen doktora başvurun. Ramazan sofraları açısından değerlendirdiğimizde de patatesli pişmiş yemeklerin ortalama 3-4 günden fazla tüketilmemesi önem arz ediyor.