Kategori: Sağlık

  • Türkiye’de 362 bin kg ilaç atılıyor: Yüzde 74’ü kullanılabilir durumda

    İlaçların doğaya bilinçsizce atılması ekolojik dengeye büyük zararlar verdiği gibi önemli bir ekonomik kayba da neden oluyor. CPHI İstanbul 2017 İlaç Bileşenleri Fuarı ve Marmara Pharmaceutical Journal dergisinde yayınlanan Çevre ve İnsan Sağlığı Yönünden İlaç Atıkları Derlemesi çalışmasında Türkiye’de toplanan 362 bin kilogramlık atık ilacın yüzde 29’unun son kullanma tarihinin geçmediği, yüzde 45’inin ise kutusunun dahi açılmamış olduğu ortaya kondu. Araştırmalarda, 2012’de 22 bin 500, 2013’te 22 bin 110, 2014’te 50 bin 240, 2015’te 67 bin 80, 2016 yılında ise 85 bin 880 kg ilacın kullanılabilir halde iken imha alanına gittiği belirlendi.

    Konu ile ilgili açıklama yapan Altınbaş Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Ameliyathane Hizmetleri Programı Öğr. Gör. İpek Ada, son kullanma tarihi geçmiş ilaçların atık imha birimine gönderilmesi, son kullanma tarihi geçmeyen ilaçların ise Belediye Eczaneleri’nde toplanıp incelendikten sonra ihtiyaç sahiplerine geri dönüşümünün sağlanması gereğine dikkat çekti.

    “FARMAKOLOJİK TESTLERDEN GEÇEREK KULLANILABİLİYOR”

    Öncelikle okullar ve üniversitelerde başlamak üzere topluma bu konuda eğitim verme ve bilinçlendirmenin önemli olduğunu söyleyen Öğr. Gör. İpek Ada, Altınbaş Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Ameliyathane Hizmetleri Programı olarak öğrencilerle birlikte 2017 yılından bu yana atık ilaç toplama kampanyası düzenlediklerini belirtti.

    Topladıkları ilaçları Bakırköy Belediyesi Halk Eczanesi’ne teslim ettiklerini, son kullanma tarihi geçmiş ilaçların atık imha alanına gönderilirken, son kullanma tarihi geçmemiş ilaçlarınsa çeşitli farmakolojik testlerden geçtikten sonra ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldığını söyleyerek benzeri çalışmaların doğa koruma, ekonomiye katkı ve sosyal yardım boyutlarıyla önem taşıdığını vurguladı.

  • Bursa’da serebral palsi için farkındalık vakti

    Bursa Büyükşehir Belediyesi, VM Medical Park Bursa Hastanesi, Bursa Spastik Engelliler Rehabilitasyon Vakfı ve Serebral Palsili Bireyler ve Yakınlar Derneği işbirliğinde organize edilen eğitim seminerlerinin ikincisi de yoğun katılımla gerçekleştirildi. Serebral Palsi yani beyin felci hastalarının en büyük sorunlarından biri olan kabızlık konusunda tavsiyelerde bulunan VM Medical Park Bursa Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Uz. Dr. Murat Pekgöz, “Kabızlık, bu hastalarda oldukça sık görülen bir sorundur. Kabız hastalar için sıvı tüketimi mutlaka artırılmalıdır. Lif açısından zengin sebze, meyve ve tahıllar tüketilmelidir. Aileler, tuvalet eğitimi verirken zorlayıcı olmamaya dikkat etmeli. Tuvalet alışkanlığı kazandırırken hoşgörülü davranılması gerekir” diye konuştu.

    Şekil bozukluğunu önleme konusunda sunum yapan VM Medical Park Bursa Hastanesi Fizyoterapisti Asya Aydemir de “İyi bir pozisyon, çocuğun yapabileceklerinden daha fazlasını yapmasını sağlar. Onu tamamen alete bağlamak yerine bir miktar hareket etmesine izin verin. Çok fazla destek, hareket etmeyi öğrenmesini sağlamaz. Pozisyonunu düzenli olarak değiştirin. Amaç, gergin kasları doğru pozisyonlarda tutmaktır” dedi.

    Osteopat- Fizyoterapist Bahriye Baş da, Serebral Palsiye osteopatik bakışı (ellerle uygulanan bütüncül bir tedavi yöntemi) anlattı. Bursa Spastik Engelliler Rehabilitasyon Vakfı Sözcüsü Vildaniye Yılmaz ise şu tavsiyelerde bulundu.

  • Hiperleksi Nedir? Nasıl Tedavi Edilmesi Gerekir?

    Bu çocukların, kelime okuma yeteneklerinin çok yüksek olmasına rağmen genellikle okudukları ve duydukları cümleleri anlamakta güçlük çektiğini belirten Uzm. Dr. Algun Tüfekçi, hiperleksik çocuklarda genellikle insanlarla uygun şekilde etkileşim kurma ve sosyalleşmede zorluklar gözlendiğine dikkat çekti. Peki Hiperleksi Nedir? Nasıl Tedavi Edilmesi Gerekir? Detaylar haberimizde…

    Tüfekçi, “Hiperleksi, zayıf anlama becerisiyle ileri okuma becerisinin birlikte bulunması, açıkça öğretilmeden okuma becerisinin kronolojik yaştan beklenenden erken kazanılması ve genellikle nörogelişimsel bir bozukluk bağlamında yazılı materyale yönelik güçlü bir yönelim olarak tanımlanmaktadır” dedi.

    1,5 YAŞINDA KELİME OKUYABİLİYORLAR

    “Hiperleksik okuma edinimi, sıklıkla, 5 yaşından önce ve henüz iletişimsel sözlü dil bir görülmemişken çıkar” diyen Uzm. Dr. Algun Tüfekçi,“Hiperleksik çocukların büyük çoğunluğu yaklaşık 1,5 yaşında kelime okuma becerisine sahiptir. Bazı hiperleksik çocuklar, daha iki yaşına gelmeden uzun kelimeleri hecelemeyi ve üç yaşından önce de cümleleri okumayı öğrenmiştir” şeklinde konuştu.

    OKUMA BECERİLERİ YÜKSEK OLMASINA RAĞMEN, ANLAMAKTA GÜÇLÜK YAŞIYORLAR

    Hiperleksik çocukların okuma biçiminin iletişimsel olmadığına dikkat çeken Uzm. Dr. Algun Tüfekçi, “Kelime okuma yetenekleri çok yüksek olmasına karşın hiperleksikler genellikle okudukları ve duydukları cümleleri anlamakta güçlük çekerler. 2018 yılında yapılmış olan bir meta-analiz çalışması (1981-2017 yılları arasında yapılmış bilimsel araştırmalar dâhil edilmiştir) kelime okuma becerileri iyi olmasına karşın, hiperleksili çocukların, dinlediğini ve okuduğunu anlamakta güçlük yaşadığını göstermiştir. Az bir kısmı hiperleksi başladıktan sonraki dönemde okuduğunu anlama ve konuşma dilini iletişimsel bir biçimde kullanma yeteneği geliştirir.
    Nadiren, otizm spektrumunda olmayan çocuklarda da görülebilmektedir. Bu çocuklarda tüm basılı materyal türlerine makul bir şekilde geçici bir ilgi gösterme şeklinde kendini gösterir. Bu ilgi ileriki yaşlarda giderek solar” diye konuştu.

    SÖZLÜ DİLİ ANLAMADA ÖNEMLİ GÜÇLÜKLER GÖRÜLÜYOR

    Uzm. Dr. Algun Tüfekçi, “Unutulmaması gerekir ki, hiperleksi tek başına bir tanı değildir. Günümüzde, hiperleksinin tanımı ve kriterleri hakkında oluşmuş bir fikir birliği yoktur. Bu nedenle, bu belirtilerin hepsinin birden aynı anda bulunması gerektiği anlamı çıkarılmamalıdır” uyarısında bulunarak, hiperleksinin genel özelliklerini şöyle sıraladı:

    -“Kronolojik yaşından beklenenin çok üzerinde ve erken gelişmiş kelime okuma yeteneği,
    -Harfler veya sayılara büyülenmişcesine yoğun bir ilgi,
    -Sözlü dili anlamada önemli güçlükler,
    -Anormal sosyal beceriler, insanlarla uygun şekilde etkileşim kurma ve sosyalleşmede zorluklar,-İki yaşına kadar normal gelişim gösterip, daha sonra gelişimde gerileme,
    -İfade edici dili tuhaf bir şekilde öğrenme – manasını anlamadan cümle yapısını ezberleme,
    -Konuşmaları nadiren kendiliğinden başlatma,
    -Sağırmış gibi görünme,
    -5N 1K sorularına yanıt vermekte zorlanma,
    -Somut ve gerçek anlamda düşünme,
    -Soyut kavramlarla ilgili zorluk yaşama,
    -Rutine bağlı kalmaya yoğun bir ihtiyaç duyma, geçişlerde zorluk çekme, ritüelistik davranışlar sergileme,
    -İşitsel, koku alma veyahut dokunsal hassasiyet,
    -Kendini uyarıcı davranışlar gösterme,
    -Kendine özgü, sıra dışı korkulara sahip olma,
    -Güçlü bir görsel ve işitsel belleğe sahip olma.”

    HİPERLEKSİK ÇOCUKLARIN ÇOĞU, ÜSTÜN ZEKAYA SAHİP

    Üsküdar Üniversitesi NP Etiler Tıp Merkezi’nden Çocuk – Ergen Psikiyatri Uzmanı Dr. Algun Tüfekçi, “Hiperleksik çocukların hepsi olmasa da pek çoğu, ortalamanın üstünde bir zekâ düzeyine sahiptir. Çoğu durumda, entelektüel yeteneklerde üstünlük gösterirler. Kavramlar, öğrenme stillerine uygun olarak, görsel şekilde sunulursa neredeyse her şeyi öğrenebilirler. Entelektüel olarak keskindirler. Okuma, matematik, coğrafya ve astronomi çoğu zaman yaşıtlarından ileri oldukları konulardır” diyerek, sözlerini şöyle tamamladı:
    “Bu çocuklar öncelikle okuma yoluyla öğrenir, bu yüzden onlar için tasarladığımız terapötik ve eğitsel programların okuma becerilerini dikkate alması gerekir. Bu çocuklar için; okuma, zayıf olan dil ve sosyal becerileri öğrenme ve bunları geliştirmek için güçlü bir araçtır. Bu nedenle, zayıf yönlerini geliştirmek için yazılı dilin kullanılması önemlidir. Hiperleksili çocuk, sözlü dili anlamaya başladığında, yazılı dil yavaş yavaş azaltılabilir ve yalnızca kafa karıştırıcı yeni şeyler ortaya çıktığında kullanılabilir.

    ERKEN MÜDAHALE, ÇOCUKLARIN BAŞARI ŞANSINI ARTIRIYOR

    Her ne kadar bir çocuktaki öğrenme farkını tanımlarken hiperleksi anahtar belirti olsa da tek başına bir tanı değildir. Daha ziyade, Otizm Spektrum Bozuklukları, dil bozuklukları ve sözel olmayan öğrenme bozuklukları gibi diğer bozukluklarla devam eden bir süreçtir. Bu nedenle sosyal becerileri arttırmaya yönelik rehabilitasyon programları oluşturulmalı ayrıca alıcı ve ifade edici dil sorunları için dil ve konuşma terapisi uygulanmalıdır. Hiperleksinin belirlenmesi, çocuklar küçükken önemlidir, çünkü erken müdahale çocukların başarı şansını artırır. Her ne kadar semptomlar zamanla azalma eğiliminde olsa da karakteristik öğrenme stili yetişkinlik döneminde kalır.”

  • Baskılı Tişörtler Kansere Neden Olur Mu?

    Tekstil firmalarına uluslararası standartlara uygun çözümler sunan BMS Kimya Genel Müdürü Metin Özer,giysilerimizdeki tartışmalı kimyasallara neden dikkat etmemiz gerektiği konusunda şu bilgileri verdi:

    “Giysilerdeki toksinlerin doğrudan sağlık sorunları ile ilişkisini gösteren kesin delil bulmak zor olsa da çalışmalar rahatsız edici sonuçlar göstermektedir. Giysilerdeki bazı kimyasalların farelerde kansere neden olduğu, bu kimyasallarla bütün gün çalışan işçilerde kansere neden olabildiği ve yüksek konsantrasyonlarda zarar verici olabildiği gösterilmiştir. Kısa vadede bu kimyasallar alerjik reaksiyon ve tahrişe de yol açabilmektedir.

    Bu bulgular, en sevdiğiniz tişörtünüzün sizi kanser yapacağı anlamına gelmese de neden giysilerde bu malzemelerin kullanılmasına gerek duyulduğunu merak etmemiz için yeterlidir. Örneğin, giysilerde buruşmazlık apresi olarak kullanılan formaldehit, göz ve burunda tahrişe ve deride alerjik reaksiyonlara yol açmaktadır.

    Peki tüm bu toksinler nelerdir ve hangi kumaşlarda bulunur?

    Akrilikkumaşlarda CDC denilen dimetilformamid bulunur. Deriye doğrudan teması karaciğer hasarına ve sağlık üzerinde başka yan etkilere yol açmaktadır. Bu etkiler, akrilik kumaş üretiminde çalışan işçilerin ürettikleri kumaşa dokunurken koruyucu giysiler giymesini de açıklar.

    Azo boyalar giysileri, deri ve kumaşları renklendirmek için çok yaygın kullanılan boyalardır. Bu boyalar, düzenli olarak buna maruz kalan boya fabrika işçileri arasında mesane kanseri riskini artıran amin – amonyaktan elde edilen bir bileşen – salgılar. Bu boyanın değil, doğal boyaların kullanıldığı ürünler tercih edilmelidir.

    Ftalatlar pek çok hazır giyim ürününde kullanılmaktadır. Özellikle DEHP ve DNO ve kimi zaman da BBP (bunları giysi etiketinde büyük ihtimalle görmeyeceksiniz, bu nedenle bu kısaltmaları hatırlamanıza gerek yok). Bunlar, plastik yağmurluklar, suni deri ve su geçirmeyen giysilerde kullanılmaktadır. Ftalatlar, iç salgı bezlerini baskılarlar ve erkek kemirgenlerde üreme faaliyetleri üstünde olumsuz etkisi görülmüştür. Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) ftalatların insanda kansere yol açıp açmadığını ortaya koymamıştır.

    Nanosilver, giysilerde bakterilerin neden olduğu kokuları engellemek için kullanılan antibakteriyel bir maddedir. Laboratuvar fareleri ile yapılan ilk çalışmalar, gümüş nano partiküllerin beyne ulaşabildiğini ve zamanla beyin hücrelerinin ölümüne yol açabileceğini göstermektedir. Bebeklerin nanosilver içeren giysileri kemirmesi durumunda zararlı miktarda maruz kalma olasılığı için risk değerlendirmesi yapılabilir. Fakat bunun tüm vakalar için geçerli olup olmayacağı ve zarar verecek düzeyde maruz kalmanın ne demek olduğu konusunda toplanan bilgiler tam anlamıyla test edilmemiştir.

    Statik dirençli, kir tutmaz, alev geciktirici ya da buruşmaz diye tanıtılan her ürüngenellikle formaldehit, teflon gibi ferflorinat kimyasallar (PFC), nonilfenol etoksilatlar (NPE) ve nonilfenoller (NP) ya da triklosan içeriyor olmalıdır. NPE ve NP deri tarafından absorbe edilebilir ve her ne kadar insanlar üzerindeki çalışmalardan henüz sonuç alınmadıysa da kemirgenlerin üreme sağlığı ve gelişimi üzerindeki etkileri gözlemlenmiştir. Triklosana maruz kalan fabrika işçileriyle yapılan çalışmalar, bu maddeye düzenli olarak maruz kalmanın, kanser riskini artırmaya etkisi olabileceği ileri sürülmektedir. Bununla birlikte Mayo Clinic, bu ürünü engellemek için kanıtların yeterli olmadığını söylemektedir.

    PEKİ NE GİYELİM?

    Güvenerek giyebileceğiniz, içinde zararlı hiçbir şey bulunmayan pek çok kumaş bulunmaktadır.

    Bunlar; pamuklu, ipekli, organik yün, kenevir, alpaka, angora, deve tüyü, kaşmir, moher, keten, rami ve saluyottur. Kimyasallar bu doğal kumaşlarda da kullanılıyor olsa da daha az rastlanmaktadır. Ayrıca daha az tahrip eden kumaşları tercih etmek, fiyattan ödün vermek gerektiği anlamına gelmemektedir. Kaliteyi değil, maliyeti azaltma yolunda çok başarılı işler yapan pek çok marka bulunmaktadır.

    Size vereceğimiz en iyi tavsiye, giysilerin etiketlerini daha dikkatli okuyarak başlamak olacaktır.”

    İstanbul, 17-19 Nisan tarihleri arasında, kısa adı Analytech olan Analiz&Laboratuvar Teknolojileri, Ekipmanı ve Kimyasalları Fuarı’na ev sahipliği yapacak. Lütfi Kırdar Konre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşecek fuara, tekstil firmalarına uluslararası standartlara uygun çözümler sunan firmalar da katılacak. Merak ettiğiniz soruların cevaplarını en yetkili ağızlardan alabilirsiniz.

  • 3 boyutlu yazıcıda ilk kez ‘aslına en yakın’ kalp üretildi

    Tel Aviv Üniversitesi’nden bilim insanları bir hastaya ait hücreleri ve biyolojik materyali kullanarak üç boyutlu yazıcıda kalp üretti.

    Projeye başkanlık eden Profesör Tal Dvir, “Dünyada ilk kez bütün bir kalp hücreleri, kan damarları, odacıkları ve karıncıklarıyla birlikte bir bütün olarak başarılı bir şekilde tasarlandı ve üretildi” dedi.

    Daha önce üç boyutlu yazıcıyla silikon bir kalp yapıldığını hatırlatan Dvir, “Ancak onda hücreler ve kan damarları yoktu” diye konuştu.

    Şimdiye kadar sadece basit dokular kullanarak organ üretilebiliyordu, bunlarda da kan damarları yer almıyordu.

    İsrailli araştırmacılar, insan dokusu ve damarları kullanarak üç boyutlu yazıcıda bir kalp üretmeyi başardı.

    TAVŞAN KALBİ KADAR

    Kalp, bir tavşanın kalbinin büyüklüğünde ancak uzmanlar aynı teknolojiyi kullanarak daha büyük olan insan kalbinin de üretilebileceğini belirtiyor.

    Yine de bilim insanları, üç boyutlu yazıcıyla üretilen kalbin tam anlamıyla fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için aşılması gereken zorluklar bulunduğunu ifade ediyor.

    ÖNCE GERÇEK KALP GİBİ ÇALIŞACAK, SONRA HAYVANLARA NAKLEDİLECEK

    Tal Dvir’in açıklamasına göre, üç boyutlu yazıcı ürünü kalplerin, gerçek bir kalp gibi çalışması sağlandıktan sonra hayvanlara nakledilerek test edilmesi planlanıyor.

    Dvir, “Belki 10 yıl içinde dünyadaki pek çok hastanede organ yazıcıları olacak ve bu tarz prosedürler bir rutin haline gelecek” öngörüsünde bulundu. Ancak Dvir, başlangıçta kalpten daha az karmaşık olan başka bir organın tercih edileceğini düşündüğünü söyledi.

    Kalp hastalıkları, dünya çapında en çok ölüme yol açan nedenlerin başında geliyor. Örneğin İsrail’de 2013 yılında yaşanan ölüm vakalarının yüzde 16’sı kardiyovasküler hastalıklardan kaynaklandı.

  • Çölyak Hastalığı Nedir? Belirtileri Neler? Nasıl Beslenmeli?

    Çocuklarda kusma, ishal, karın şişliği, kansızlık, yetişkinlerde de yine uzun süren ishal, kilo almama, kabızlık, iştahsızlıkla kendisini belli eden çölyak hastalığı her yaş grubunun sağlığını tehdit ediyor. Çölyak Hastalığı Nedir? Belirtileri Neler? Nasıl Beslenmeli? İşte Detaylar…

    Çölyak hastası olan kişiler buğdayda arpada çavdarda ve kesin olmamakla birlikte, yulafta bulunan ve gluten olarak adlandırılan bir proteine tahammül edememektedir. İşte, çölyak hastalığında yenmemesi gereken besinler.

    ÇÖLYAK HASTALIĞI NEDİR?

    Çölyak hastalığı (ya da Gluten Enteropatisi); bağırsaklardaki besin emilimini sağlayan villus denilen yapıların bozulmasına sebep olan ve dolayısıyla da yiyeceklerdeki besinin emilmesini engelleyen ve ince bağırsakta hasarlar oluşturan bir sindirim sistemi hastalığıdır.

    Çölyak hastalığı, genetik olarak yatkın bireylerde, buğday, arpa, çavdar, yulaf gibi tahıl ve tahıl ürünlerinde bulunan “gluten” proteinine karşı duyarlılık sonucu gelişir. Temel olarak ince bağırsak hastalığıdır. Ancak pek çok organ ve sistemleri de etkileyebilir. Dünyadaki sıklığı ülkeden ülkeye değişmekle birlikte ortalama %1 civarında görülmektedir. Türkiye’de 6-17 yaş grubu okul çocuklarında yapılan çalışmada hastalığın görülme sıklığı %1.7 olarak belirlenmiştir. Yetişkinlerde görülme sıklığı ise %1 olarak bildirilmektedir.
    Hastalık; çeşitli vitamin (B12 vitamini, D vitamini, folik asit) ve mineral eksikliklerine (demir, çinko, magnezyum, kalsiyum) neden olabilir. Kemiklerde zayıflık, ergenlik döneminin gecikmesi, karaciğer enzimlerinde bozukluk, ileri yaşamda üreme sağlığı problemleri ve nadir bazı bağırsak tümörleri gelişimine yol açabilir.

    ÇÖLYAK NASIL ANLAŞILIR?

    Çölyak hastalığı, bebek beslenmesine tahıl ve tahıl ürünleri eklendikten sonra her yaşta ortaya çıkabilir. Çölyak hastalığının belirti ve bulguları çok farklı ve değişkendir. Çölyak hastalarında en sık aşağıdaki belirti ve bulgular gözlenmektedir. Ancak çölyak hastalığı belirtisiz olabilir ve yıllarca belirti vermeden de seyredebilir. Bir sağlık taraması sırasında saptanabilir. Yaygın belirtiler ise şunlar;

    *Uzun süren, düzelmeyen ishal
    *Tekrarlayıcı, sürekli karın ağrısı
    *Karında şişlik
    *İştahsızlık
    *Kilo alamama/kilo kaybı
    *Boy kısalığı
    *Ergenlikte gecikme
    *Kusma
    *Kabızlık
    *Kemik erimesi
    *Kansızlık

    TÜKETİLMEMESİ GEREKEN BESİNLER

    *Buğday, arpa, çavdar ve yulaf katkılı her türlü ürün. (un, bulgur, bulgur pilavı, irmik, makarna, şehriye, kuskus, ekmek, kek, pasta, kurabiye, bisküvi, börek, çörek, gofret, simit, kraker, dondurma külahı, unlu tatlılar, gluten içeren hazır salça, ketçap, un ilave edilen çorbalar, soslar, tarhana, yarma gibi).

    *Galeta ununa, una batırılarak kızartılmış tavuk balık gibi et ürünleri.

    *Malt kullanılan içecekler,

    *Guten içeren hazır çorbalar, köfte, pane harçları gibi hazır çeşniler.

    *Sirke, çikolata, puding, sakız, ketçap, mayonez, dondurma gibi gıdaların bazılarında gluten bulunabilmektedir. Bunlar yenilmeden önce muhakkak ürün hakkında bilgi edinilmelidir.

    *Tuzlu, soslu kuruyemişler, glutenle yapıştırıldığı için yasaktır. Ancak bunların glutenle işlem görmemiş hali, gluten içermeyen kuruyemişler serbesttir.

  • 13 kez beyin kanaması, 6 kez felç geçiren Ferkan Taş’ın mucize yaşamı

    Kırsal Bağarası Mahallesi’nde yaşayan Taş Ailesi’nin 4 çocuğundan biri olan Ferkan Taş, 8 Ocak 1999 tarihinde, ailesine ait zeytinlikte zeytin toplarken fenalaşıp baygınlık geçirdi. Eve gitmeyince kendisini aramaya çıkan yakınları tarafından 6 saat sonra baygın bulunan Ferkan Taş, önce Söke Fehime Faik Kocagöz Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Beyin kanaması geçirdiği belirlenen Taş, Aydın Atatürk Devlet Hastanesi’ne oradan da İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildi. Birçok test yapılan Taş’a, nadir görülen ‘Thalamik AVM’ (Arterio-Venöz-Malformasyon)’ teşhisi konuldu. Beyin damarlarındaki yapısal bir bozuklukla dünyaya gelen ve yıllar sonra beyin kanamasıyla ortaya çıkan rahatsızlığı nedeniyle şaşkına dönen Taş, 13 defa beyin kanaması geçirmesine rağmen yaşama azmiyle sağlığına kavuştu.

    ‘GİTTİĞİM HER CERRAH BANA ÖLÜMDEN BAHSETTİ’

    Doktorların beyin kanaması geçirdiğini söylediğinde yaşadıklarını anlatan Ferkan Taş, “Askere gitmeme 4-5 ay kala rahatsızlandım. Doktorlar, ‘beyin kanaması’ teşhisi koyunca, şaşırdım. Gittiğim her cerrah bana ölümden bahsetti. O günler çok zor günlerdi. Ama artık o hastalığı yenerek bir tarafa bıraktık. Bugüne kadar 13 defa beyin kanaması geçirdim. 6 defa felç geçirdim. 4 defa beyin ameliyatı oldum. Çok sayıda epilepsi nöbeti atlattım. Bu sürede 562 günüm hastanelerde geçti. Şu an çok mutluyum” dedi.

    DOKTORLAR YAŞAMASININ MUCİZE OLDUĞUNU SÖYLEDİ

    Doktorlarının da gayretiyle hayata bağlandığını ifade eden Taş sözlerine şöyle devam etti:

    “Beni hayata bağlayan doktorum Yusuf Kurtuluş Duransoy oldu. Onun emeği ve gayretiyle, kendi çabamla bugüne geldim. Normalde beyin kanaması geçiren bir kişinin ölüm olasılığı yüzde 80’dir. Sonraki her kanamada bunun 5 puan daha arttığını doktorlar söylüyor. Benim 13 kanamada matematiksel olarak hesapladığımız zaman yüzde 100’ün üzerinde bir rakam ortaya çıkıyor. Gittiğim her doktor benim yaşamamı mucizeye bağladı. ‘Thalamik AVM’ adı verilen bu hastalık bir kronik hastalık olarak geçer. Kronik hastalık ise sonu gelmeyen ve devamlılığı olan bir hastalık türüdür ama ben bu hastalığı yendim. Beyin AVM’yi tamamen atmış ve yerine normal insanlarda olan sıvı yerleşmiş. 20 yıldan beride aynı zamanda sol tarafım felçli. Kolum tutmuyor, bacağımda ise aksamalar var. Bu yıl yine İzmir’de tedavi görmeye başladım ve çok faydası oldu. Elimde ve kolumda küçük çaplı oynamalar başladı. Bununla birlikte bir şekilde mucize gerçekleşiyor. Ben herkesin yaptığını yapabilirim ama herkes benim yaptığımı yapamaz. Bana destek veren doktorlarıma sonsuz teşekkür ediyorum.”

    AİLESİ ÖLDÜ SANMIŞ

    Baba Recep Taş (70), “Oğlum zeytinlikte rahatsızlandı. Onu o halde görünce öldü sandım. Hastanede kendisini toparlayamadı 17 gün bitkisel hayatta yaşadı. Allah onu bize bağışladı” diyerek gözyaşlarına hakim olamazken, anne Ümmühan Taş (68) da “Halen oğlum banyoda, tuvalette uzun süre kaldığında, baygınlık geçirmiş olabileceğini düşünerek endişe ediyorum. Kullandığı ilaçları dakika dakika takip ederek veriyorum. Onu çok seviyoruz” dedi.

    ‘2 KİLOMETRE SIRTIMIZDA TAŞIDIK’

    Kardeşi Ural Taş (37) ise “O dönemler oldukça zordu. İlk rahatsızlandığında ağabeyimi zeytinlikten 2 kilometre sırtımızda taşıyarak yolda bekleyen ambulansa ulaştırabildik. Sürekli onun yanında olduk. O zamanlar yatağa mahkumdu şimdi çok şükür kurtuldu” diye konuştu.

    ‘TAŞ, İMKANSIZI BAŞARDI SAYILIR’

    Ferkan Taş’ın tedavi sürecinin bir bölümünde yer alan Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Beyin Cerrahisi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yusuf Kurtuluş Duransoy, ‘Thalamik AVM’ adı verilen hastalığı çok riskli bir hastalıktı. Kanama riski çok yüksekti, çok genç yaşta başlamıştı bu hastalık. Türkiye’de çok değerli hocalarımızın sayesinde, damar içerisinden ışın tedavileri ile birlikte şu anda neredeyse bu hastalığı yendi. Ferkan çok pozitif enerjisi olan birisi. Ona yönlendirme konusunda fayda sağladım. Ferkan Taş’ın bu duruma gelmesi çok iyi bir sonuçtur. Aile olarak zoru başardılar. Hastada en önemli olan moraldir” dedi.

  • En İlginç 10 Alerji! Atopik İnsan Nedir?

    Alerjiye yatkın insanlar ‘atopik’ olarak adlandırılıyor. Atopi bir hastalık olarak değerlendirilmiyor ancak kalıtsal bir özellik. Normalde insan vücuduna zararı olmayan maddeler atopik (alerjiye yatkın) insanlarda reaksiyonlara neden olabiliyor. Alerjiye neden olan bu maddelere de “alerjen” adı veriliyor. Alerjik hastalıklar temel olarak 4 ana klinik tablosu altında toplanıyor:

    • Alerjik nezle veya alerjik rinit
    • Göz nezlesi ya da alerjik konjiktivit
    • Alerjik astım
    • Ürtiker (Kurdeşen – deri alerjisi)

    Yoğun çalışma da alerji nedeni olabiliyor

    Değişen yaşam ve beslenme şartları alerjenlerin nedenini ve çeşidini de değiştiriyor. Stres, yoğun çalışma ortamı, elektro-manyetik kirlilik, hasta bina sendromu olarak adlandırılan havasız ortamlar, hava kirliliği, gıdalara eklenen katkı maddeleri gibi etkenler alerjilerin görülme sıklığının artmasına yol açıyor.

    En sık görülen alerjiler

    Dönemsel alerjilerin en fazla görüldüğü zaman bahar ayları. Bu dönemde ağaç, ot ve çiçek polenlerinin yoğunluğu en üst seviyeye çıkıyor. En sık rastlanan alerjenler ise ot ve ağaç polenleri, evcil hayvanların deri döküntüleri; süt, yumurta, soya, deniz ürünleri, meyve ve kuruyemişler gibi çeşitli gıdalar, akarlar, küf mantarları, arı sokmaları, bazı ağrı kesici ve antibiyotikler; lastik, kauçuk benzeri maddeler (latex); kolye, küpe gibi takılar (kontakt dermatit ve egzema) olarak sıralanıyor. Ama bazı alerjiler var ki gerçekten de çok şaşırtıcı.

    En ilginç 10 alerji

    Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Hakan Eren, çok nadir görülse de kimi insanların çok ilginç alerjileri olduğunu da kayda geçiriyor. Bunlar şöyle sıralanıyor:

    • Ayakkabı alerjisi: Bazı insanlar derinin işlenmesinde kullanılan kimyasallara egzama benzeri alerjik reaksiyon gösterebiliyor. Deriden uzak durulduğunda birkaç gün içinde kaybolan bu dermatolojik reaksiyonu önlemek için deri ayakkabıların mutlaka çorapla kullanılması gerekiyor.
    • Çikolata alerjisi: Bazı kişilerde çikolata içindeki besin katkı maddelerine karşı deride kaşıntı, kabarıklık gibi ürtiker ve egzema benzeri reaksiyonlar olabiliyor. Tek çözüm reaksiyon oluşturan çikolata tipini listeden çıkarmak.
    • Güneş alerjisi: Güneşle temas edince kendini göstermeye başlayan ve güneşteki UV ışınlarından kaynaklanan bu alerji tipinde belirtiler ciltte kızarıklık, kabarma ve kaşıntı olarak kendini gösteriyor.
    • Soğuk alerjisi: Alerjik reaksiyonlara neden olan bu alerji tipinde sadece soğuk hava değil soğuk suda yüzmek gibi durumlar da tehlike arz ediyor. Alerjiye neden olan şey ise kan basıncının ani olarak düşmesi olarak biliniyor.
    • Spor alerjisi: Egzersizden sonra yemek yenince ortaya çıkabiliyor. Yemekten bağımsız bir şekilde de kendini gösterebiliyor. Egzersiz alerjisinde ciltte kızarıklıklar ve ağır durumlarda anaflaksi görülebiliyor.
    • Su alerjisi: Suyla temas sonrası ciltte ürtiker benzeri kızarıklıklar oluyor. Kısa sürede kaybolan bu alerji çok nadir ortaya çıkıyor.
    • Su hariç tüm yiyecek ve içeceklere alerji: Dünyada bilinen tek örneği Avustralyalı çocuk Kaleb Bussenschutt. Kaleb’in sadece suya, buza ve belli bir marka altında üretilen limonataya alerjisi yok. Onun dışında ne yerse yesin anında kusuyor. Beslenmesi ise günde 20 saat bir tüp yardımıyla midesine aktarılan gıdayla yapılıyor.
    • Teknoloji alerjisi: Migren benzeri baş ağrısı ve deri reaksiyonlarına neden olabilen bu alerji tipinde en olası neden saç kurutma makinesi, wireless sistemleri, mikrodalga fırınlar ve cep telefonlarına bağlı ortamda oluşan elektro-manyetik kirlilik. Son yıllarda bu durum “Hasta Bina Sendromu” olarak da adlandırılıyor.
    • İç çamaşırı alerjisi: Kauçuk ve sentetik dokuma ürünlerine karşı hassas kişilerde görülüyor. Özellikle iç çamaşırdakki lastikli bölümlerin tene değdiği noktalarda ortaya çıkıyor.
    • Meni alerjisi: Çok nadir görülen bir alerji türü. Kadınların spermaya alerjileri olduğu gibi bazı erkeklerin de kendi spermalarına alerjik reaksiyonları olabiliyor.
  • Dünya Nüfusunun Yüzde 13’ü Obezite İle Mücadele Ediyor

    Barilla Gıda ve Beslenme Vakfı’nın (BCFN), Dünya Sağlık Günü için yayımladığı verilere göre küresel nüfusun yüzde 13’ü obezite ile mücadele ediyor. Dünyanın dört bir yanında 18 yaş üstü 650 milyondan fazla insanın obezite ile mücadele ettiği günümüzde uzmanlar, uygulanan diyetlerin uzun ve sağlıklı bir yaşamı garantilemediğini belirtti.

    Dünyada gıda ve beslenmeye ilişkin sorunları analiz etmek ve somut çözüm önerileri geliştirmek amacıyla kurulan Barilla Gıda ve Beslenme Vakfı (BCFN), Dünya Sağlık Günü verilerini yayımladı. Rapora göre uygulanan diyetler, uzun ve sağlıklı bir yaşamı garantilemiyor; sürdürülebilir diyet modeli ise hem insan ömrünü hem çevreyi önemli ölçüde etkiliyor.

    Sağlıksız beslenmenin insanlar ve küresel ekonomideki büyük etkisini ortaya koyan rapora göre dünyanın dört bir yanında 18 yaşın üzerinde 650 milyondan fazla insan, başka bir değişle dünya nüfusunun yüzde 13’ü obezite ile mücadele ediyor. Dünya üzerinde obezite hastalığıyla mücadele eden veya aşırı kilolu olan her iki kişiye karşılık, bir kişi ise açlıkla mücadele ediyor ve yetersiz besleniyor.

    AKDENİZ DİYETİ İLE İNSAN ÖMRÜ 4,5 YIL UZATILABİLİR

    Son yıllarda insanların Akdeniz Diyeti ve benzeri sürdürülebilir beslenme modelleri yerine farklı gıda tercihleri yaptığını belirten beslenme uzmanı ve araştırmacı Katarzyna Dembska; “Günümüzde insanlar, hayvansal proteinler bakımından zengin; yüksek oranda şeker, tuz, yağ içeren; lif oranı düşük, işlenmiş gıdaları tercih ediyor.

    Bu beslenme tercihleri bizi uzun vadede tedavisi çok maliyetli hastalıklarla ve sağlık sorunlarıyla karşı karşıya getirecek. Sürdürülebilir diyet modelleri hem insan ömrünü hem çevreyi olumlu yönde etkiliyor. Uzmanlar, Akdeniz Diyetinin insan ömrünü 4,5 yıl uzatabileceğini belirtiyor. Bu yüzden sağlığımızı önemsemeye tabağımızdan başlamalıyız” açıklamasını yaptı.

    Rapora göre iklim değişikliği, insan hayatını riske atan sorunların başında geliyor. İklim değişikliğine neden olan faktörler incelendiğinde ise gıda üretimi yüzde 31 oranla ilk sırada yer alıyor. Binalarda kullanılan ısıtma sistemleri yüzde 23,6 ile ikinci sırayı alırken, ulaşım yüzde 18,5 ile üçüncü sırada yer alıyor. Uzmanlar, yayımlanan veriler doğrultusunda sürdürülebilir beslenme modellerini benimsemenin çevreye olan etkinin de azaltılmasında önemli bir rol oynadığını belirtiyor.

    ABUR CUBUR, SAĞLIK SİSTEMİNİ DE KÜRESEL EKONOMİYİ DE ETKİLİYOR

    Obezite; kardiyovasküler hastalıklar, solunum problemleri ve diyabet gibi bulaşıcı olmayan bazı hastalıkların başlangıcını tetikleyen risk faktörlerinden biri. Araştırmaya göre abur cubur olarak tanımlanan yiyecekler, düşük maliyetli olmasına rağmen uzun vadede beklenmeyen harcamaları ortaya çıkarıyor.

    Bu durum sağlık sistemi ile küresel ekonomiyi etkiliyor. Araştırmaya göre obezitenin dünya ekonomisine 2 trilyon dolara mal olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 2,8’ine denk geliyor.

    Rapora göre sağlığı riske atan beslenme alışkanlıkları, küresel ısınmaya neden olan faktörleri de tetikliyor. Abur cubur olarak isimlendirilen gıdaların üretimi, insanların sağlığı kadar, gezegene de zarar veriyor. Bu bağlamda sera gazı emisyonunun neredeyse üçte birine tarım sektörü neden oluyor.

    Dünya Sağlık Örgütü (WHO), insanların önümüzdeki yıllarda sıcaklık artışı ve atmosfer kirliliği gibi sorunlarla mücadele etmek zorunda kalacağını; bu gibi sorunların tarım ve insan sağlığı üzerinde büyük etkileri olacağını söylüyor.

  • ‘Erken Fark Edersen Çok Şey Fark Eder’

    Yürüyüş, Cumhuriyet Caddesi’nden Zafer Meydanı’na gerçekleşirken, yürüyüşe sağlık personelleri, sivil toplum kuruluşundan temsilciler ve sağlık meslek lisesi öğrencileri katıldı. Yürüyüşün ardından Zafer Meydanı’nda Bursa Büyükşehir Belediye Bandosu’nun verdiği mini konser ilgiyle izlendi.


    Programda konuşan Bursa İl Sağlık Müdürü Dr. Özcan Akan, ‘Ulusal Kanser Haftası’ boyunca kansere karşı farkındalık oluşturmak için çeşitli faaliyetler düzenlediklerini belirtti. Haftaya Ördekli Kültür Merkezi’nde düzenlediğimiz Kanser Paneli ile başladıklarını dile getiren Akan, “Ardından motorize polis ekiplerimizin desteğiyle kanserde erken teşhis için şehir turu gerçekleştirdik. Daha sonra Orhangazi Parkı’nda kurduğumuz ‘Erken Teşhis Sokağı’ ile vatandaşlarımızı geç olmadan taramalarını yaptırmaya davet ettik. En son burada kapanış yürüyüşümüz ile kansere karşı vatandaşlarımızın dikkatini çekmeyi hedefledik. Tüm bu etkinliklerdeki nihai amacımız; vatandaşlarımızı kanser taramalarının önemi hakkında bilinçlendirmek, erken teşhis için KETEM birimlerimize yönlendirmek ve toplumda sağlık okur yazarlığını arttırmak” dedi.


    Bursa’nın kanser tedavisinde olduğu kadar erken teşhiste de önemli bir şehir olduğuna dikkat çeken Dr. Akan, “Erken teşhisle birçok kanserin önüne geçebiliriz. Erken teşhis için de kanser taramaları oldukça önem arz ediyor. Şehrimizde şuan 7KETEM birimimizde vatandaşlarımıza ücretsiz kanser taraması hizmeti verilmektedir. Bunun yanı sıra mobil mamografi aracımızda KETEM birimi olmayan bölgelere giderek taramalar gerçekleştirmekte ve ilimizdeki kanser taramalarına büyük katkı sağlamaktadır. İlimizde geçtiğimiz yıl 100 bin kanser taraması gerçekleştirdik. Biz Bursa’yı kanser tarama, teşhis ve tedavisinde marka il haline getirmek istiyoruz. Bu vesileyle vatandaşlarımızı erken teşhis için KETEM birimlerimizde taramalarını gerçekleştirmeye davet ediyoruz. Unutmamalıyız ki kanser değil geç kalmaktan korkmalıyız” şeklinde konuştu.


    ‘Kanseri Yeneceğiz’ 
    Akan’ın konuşmasından sonra programa katılanlar, erken teşhise dikkat çekme temennisiyle ‘Erken Fark Edersen Çok Şey Fark Eder’ diyerek ellerindeki balonları havaya bıraktılar.