Kategori: Sağlık

  • “Ekmek Tek Başına Kilo Aldırıp Zayıflamanıza Yardımcı Olmaz”

    Beslenme ve Diyet Uzmanı Diyetisyen Seda Demetgül, “Ekmeği kesmenize gerek yok. Hiçbir besin tek başına kilo aldırıp zayıflatmaz” dedi.
    Diyet yaparken günlük olarak çok ekmek tüketen bir bireyin ekmek yemediğinde zayıflayabilmesinin sebebi ekmeği tüketmeyi bıraktığı için olmadığını belirten Demetgül, “Ekmek kesildiği içim ortala çıkan zayıflama aslında çok yenilen bir besinin tüketmediğimiz ve çok enerji aldığımız bir besini daha az tüketerek daha az enerji aldığımız içindir. Sonuçta evet ekmeği kestiniz ama ekmek yerine geçen besinleri tüketmiyor musunuz? Pilav, makarna, patates, mısır, leblebi, çorba tüketiyoruz” diye konuştu.
    Demetgül, şu silgileri verdi:
    “Hemen zayıflatsın ya da hiçbir besin sadece ağırlık artışına neden olmaz. Her besin uygun porsiyonlarda tabi ki günlük diyetimizde yer alabilir. Diyette meyve yenmeli midir? Meyve tabii ki şekerli bir besin ama bunun yanında birçok vitamin ve mineralin de kaynağıdır. Ölçülü porsiyonlarda meyveler de diyetimizde bulunması gereken bir besin grubudur.”

    “Zayıflama programlarına uyun”

    Demetgül, tavsiyelerini şöyle sürdürdü:
    “Özel durumlar haricinde zayıflamak amaçlı yapılan bir diyet sürecinde size özel hazırlanan bir program ile belirli porsiyonlarda olduğu takdirde karbonhidrattan zengin besinleri tüketmekten kaçınmamıza gerek yoktur. Günlük olarak diyetimizden sağlamamız gereken karbonhidrat sağlanmadığı takdirde diyette aklımıza tatlılar daha çok gelmektedir hatta danışanlarımız tarafından adlandırılan tatlı krizleri olarak adlandırılan durumlarla karşı karşıya kalınabilmektedir. Bu yüzden günlük karbonhidrat ihtiyacımızı kompleks karbonhidratlarla karşılayalım yani tam buğday veya tam tahıllı ekmekler veya uygun porsiyonlarda bulgur veya tam buğday unu kullanılarak hazırlanan gıdalar kompleks karbonhidrat olarak adlandırılmaktadır. Kompleks karbonhidratlara günlük diyetimizde yer vererek basit karbonhidrat dediğimiz şeker veya şekerli besinler, paketli gıdaları tüketme istekleri minimuma düşecektir. Aynı zamanda kompleks karbonhidratlar basit karbonhidratlara göre gün içerisinde kan şekerinin hızlı yükselmesini engeller ve mide boşalma süresini uzatarak daha çok tokluk sağlar.”

    “Porsiyon kontrolü önemli”

    Demetgül, zayıflamak isteyenlerin porsiyon kontrolü yapması gerektiğine de işaret ederek şöyle devam etti:,
    “Her besinin fazlasını tüketmekten kaçınmalıyız. Bir besinden tamamen uzak kalmaya çalışmak diyetin sürdürülebilirliğinin engelleyecektir. Zayıflamak istiyorsak en önemli yapabileceğimiz porsiyon kontrolüdür. Günlük diyetimizin sağlıklı bir bireyde yüzde 55-60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Bu değer bireylerin kan ve diğer yapılan tetkikler sonucuna göre değişiklik gösterebilmektedir ve böyle durumlarda bir beslenme ve diyet uzmanı tarafından bireye özgü bir programla günlük beslenme düzenlenmelidir.”

  • Oedipus ve Elektra Kompleksi Nedir?

    Erkek çocuğunun babayı, kız çocuğunun ise anneyi kıskanması konusu Sigmund Freud’un Oedipus ve Elektra Kompleksi kuramlarında yer alır. Psikanalist olan Freud, Oedipus Kompleksi’nde erkek çocuğun annesine olan aşkından ötürü babasını kendisine bir rakip görmesi, bu nedenle de babasını kıskanması Yunan Mitolojisi’nde babasını öldürüp annesiyle birlikte olan Oidipus’tan adını alır. Oedipus ve Elektra Kompleksi Nedir?

    Elektra kompleksi ise, kız çocukların babalar ile olan ilişkileri tanımlayan şekline deniliyor. Elektra kompleksine göre kız çocuğun babaya olan hayranlığı ve aşkı dolayısıyla annesinin babasıyla olan ilişkisini ve annesini kıskanır. Bu iki duruma göre de çocuk karşı cins ebeveynine karşı bir hayranlık ve aşk hissettiğinden, hemcinsi olan anne ya da babasına karşı da yoğun kıskançlık duyar.

    Bu dönem, 4 ile 6 yaş arasında yaşanır. çocuğun kişilik yapısına, gelişimine, anne-baba ile olan ilişkisine göre farklılık gösterir. çocuğunuz kız ise bu dönemde davranışlarında değişimler gösterir. Anneden uzaklaşırken, babaya yakınlaşır. Babaya kur yapmaya başlar. Annesine çok çirkin olduğunu söyleyebilir.

    Erkek çocukları ise, babalarını bir tehdit ve rakip olarak görmeye başlayabilirler. Anneye aşırı düşkünlük gösterebilirler. Anne-babanın hoşgörüsü ile bu dönemi sağlıklı bir biçimde atlabilmek için çocuğa sevgi göstermek gerekir. Psikanalitik görüş açısı böyle söylerken her çocukta bunun birebir aynısı görülecek diye birşey yoktur. Sadece bazı çocuklar bu kıskançlığı gösterebilirler.

    DBE (Davranış Bilimleri Enstitüsü) çocuk ve Genç Bölümü Uzman Psikologlarından Ceyla Erhan, bu konuda şöyle diyor. “Kıskançlığın herkes arasında olabileceğini görüyoruz. Freud’un öngördüğü gibi kız çocukları annelerini, erkek çocukları da babalarını kıskanabilir. Fakat ne var ki erkek çocuk annesini ya da kız çocuk da babasını kıskanabilir. Hatta çocuklarla olan daha iyi ilişkilerinden dolayı birbirlerini kıskanan anne ya da babalara da tanık olmuşuzdur.

    Kıskançlık, birisini çok benimsediğimizde o kişinin ilgi ve sevgisini sadece kendimize istediğimizde ortaya çıkan bir duygudur. Hiçbir kişinin ya da hiçbir aktivitenin sevdiğimiz ve ilgisini beklediğimiz kişi ile aramıza girmesini istemeyiz. O kişi sadece bize odaklanmalı ve tüm zamanını bize ayırmalıdır. Başka bir örneğe bakarsak, baba ve annesinin birbirlerine karşı olan ilgi ve sevgisini gören bir çocuk, bu durumu kıskanabilir. Anne ve babanın beraber yattığı, kendisinin ise tek başına yattığını fark eden çocuk, bu durumu adaletsiz olarak değerlendirebilir.” diyor ve kıskançlığın patolojik olmadığı sürece normal olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor.

    Bir erkek çocuğunun babayı kıskanması ya da bir kız çocuğunun anneyi kıskanması ilgi ve sevgi bekleyen ve sevdiğini kendisine saklamak isteyen bir durumdur. Böyle kıskançlıklarda hemen akla cinsellik getirmemek gerekmekte; çocuğun ilgiyi kıskandığı ve bu ilgiyi kendisine istediği düşünülmelidir.

    Oedipus ve Elektra Kompleksinde Yapılması Gerekenler 

    Psikolog Ceyla Erhan, kıskançlığın normal bir durum olduğunu, bu durumdan çekinen anne babaların bazen çocukları kıskanmasın diye birbirlerine karşı uzak bir tutum sergilemelerinin doğru olmadığını belirtiyor. Anne-babaların çocukların yanında elele tutuşmadıklarını,

    birbirlerini öpmediklerini ya da sevgi sözleri söylemediklerini belirterek aksine çocuklarının yanında birbirlerine sevgi göstermekten kaçınmamaları gerektiğini söylüyor.

    çocukların öğrenmeleri gereken, aile içindeki herkesin farklı bir yeri olduğu ve herkesin bu farklı yerinden dolayı farklı sevgi ve ilgi alacağıdır. Cinsel kimliğin geliştiği ve çocuğun kendi cinsinden olan ebeveyini kıskanıp daha sonrasında onu örnek aldığı dönemi her çocuk farklı atlatabilir. Sizi model olarak almaya başladığı zaman bu dönem sona erecektir. Bunu bilip, çocuğa hoşgörü ve sevgi göstermek yapılacak en doğru davranıştır.

  • Dünyada 150 milyon çocuk yetersiz besleniyor

    Çocuk sağlığı ve beslenmesinin ele alındığı ‘Kültür’de Beslenme Günleri’, İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) Ataköy Yerleşkesinde bulunan Akıngüç Oditoryumunda başladı. İKÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, ‘Kültür’de Sağlık Günleri’ kapsamında düzenlenen sempozyumda ‘Çocuk Beslenmesinde Çözüm Odaklı Yaklaşımlar’ başlığı masaya yatırıldı. Sempozyumun açılışına İKÜ Rektörü Prof. Dr. Erhan Güzel, İKÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazif Ekin Akalan, alanında uzman çok sayıda akademisyen ve öğrenci katıldı.

    “BESLENME PROBLEMİ TÜM TOPLUMU ETKİLİYOR”

    Çocukların toplumların geleceği olduğundan hareketle onların sağlığının önemine dikkat çeken İstanbul Kültür Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Dr. Öğr. Üyesi ve Halk Sağlığı Uzmanı Meltem Akın Dikleli, “Bizler, sağlık profesyonelleri olarak çocukların sağlığıyla yakından ilgilenmek durumundayız. Dünya Sağlık Örgütü diyor ki; tüm dünyada beslenme yetersizliği problemimiz var. Bu problem, dünyadaki tüm toplulukları etkiliyor. Bu problemden kendini kurtarabilen hiçbir toplum yok. Ama beslenme bozuklukları çok geniş bir yelpazeden ibaret” diye konuştu.

    “40 MİLYON ÇOCUK OBEZ”

    Dünya Sağlık Örgütü tarafından beslenme yetersizliğinin üç gruba ayrıldığını ifade eden Dr. Meltem Akın Dikleli, “Temelde şişmanlık, bodurluk, açlık olarak gruplandırıyor. Şu an bu problemlerden sayısal olarak en fazla görünen bodurluk. Dünyada yaklaşık 150 milyon çocuk kronik bir beslenme yetersizliği yaşıyor. 40 milyon kadar çocuk ideal kilosunun üzerinde ya da obez. 40 milyon çok dramatik bir sayı. 5 yaş altındaki çocuklarımızın yarısını beslenme probleminden dolayı kaybediyoruz. Bu ölüm nedenleri arasında. Bu çocukların ilerleyen yaşlarında sağlık problemlerini beraberinde getireceği anlamına geliyor. Ne gibi problemler bunlar? Diyabet, kanserler, beslenmenin yakından ilişkili olduğu pek çok hastalık dünyaya yük olarak gelecek demektir. Zaten halihazırda da bu durumu yaşıyoruz” dedi.

    “ÇOCUKLARIN BESLENMESİNİ TAKİP ETMELİYİZ”

    Bireyin bütün yaşamı boyunca takip edilmesi gerektiğinin önemine dikkat çeken Dr. Meltem Akın Dikleli, “Bireyin eksiği varsa bunu yerine koymalı ya da fazla kiloluysa ona uygun beslenme modellerini tanımlamalı. Bu durumda temelde bizim çocuklarımızı takip ediyor olmamız gerekiyor. İşin esası biz bu konuda şanslı ülkelerdeniz. Bizim 1960’lardan bu yana kurulu bir düzenimiz var. Doğurganlık çağındaki anneden başlamak üzere gebelik ve gebelik sonrası çocuklarımızı takip ediyoruz” ifadelerini kullandı.

    Çocuk sağlığı ve beslenmesine dair tüm detayların ele alınacağı etkinlik bugün de devam edecek. Etkinlik kapsamında, ‘Tamamlayıcı Beslenme’, ‘Psikolog Gözüyle Beslenme Tedavisinde Çocuğa ve Aileye Yaklaşım’, ‘Dünyada ve Türkiye’de Beslenme Eğitimi Programları’, ‘Çocukluk Çağı Obezitesinde Beslenme Tedavisi’ gibi konulara değinilecek, katılımcılarla vaka çözümleri paylaşılacak. Sempozyum, yaşam boyu öğrenme çerçevesinde mesleki eğitim ve toplum sağlığına katkı sağlamayı amaçlıyor. Diyetisyen adayları, diyetisyenler, akademisyenler ve konuya ilgi duyan tüm sağlık profesyonellerinin katılım sağlayabileceği sempozyum kapsamında geçen yıl ise ‘obezite’ ve ‘metabolik cerrahi’ konuları ele alınmıştı.

  • Türkiye’de her 6-7 kişiden biri böbrek hastası

    Programda konuşan Nefroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Alparslan Ersoy, kronik böbrek hastalığının dünyada ve Türkiye’de giderek artan önemli bir halk sağlığı sorunu haline geldiğini söyledi. Sağlık Bakanlığı ve ilgili diğer kurumların desteğiyle Türk Nefroloji Derneği’nin (TND), Türkiye’nin değişik bölgelerinde erişkin ve çocuk bireylerde kronik böbrek hastalığı taraması yaptığını aktaran Prof. Dr. Alparslan Ersoy; “Bu çalışma sonucunda ülkemizde erişkin kronik böbrek hastalığı prevalansı yüzde 15.7 (7.5 milyon kişi) olarak tahmin edilmektedir. Kronik böbrek hastalığının en önemli nedeni diyabetesmellitus, yani şeker hastalığıdır. Bu oran, her 6-7 erişkinden birinin böbrek hastası olduğu anlamına gelmekte ve sorunun boyutunun tahmin edilenin çok üzerinde olduğunu göstermektedir” diye konuştu.


    Böbrek hastalığının erken teşhisinin çok önemli olduğunu vurgulayan Ersoy, “Böylece hastalık sıklıkla önlenebilir veya ilerlemesi geciktirilebilir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yapılan çalışmalar, kronik böbrek hastalığı farkındalığının %10’un altında olduğunu göstermektedir. Ülkemizde de kronik böbrek hastalığı farkındalığı düşük olduğu için, hastalık son dönem böbrek yetmezliği evresine ilerlemekte, kötü yaşam kalitesi ile hastaların sağlığını tehdit etmekte, yüksek maliyetli diyaliz ve böbrek nakli tedavileri ile sağlık bütçesinde artışa, engelliliğe ve ölüme yol açmaktadır. Maalesef hastaların çoğu geç dönemde tanı almaktadır. Halen 59.558 hastamız diyaliz tedavisi görmekte, 22.672 hastamız da böbrek nakli beklemektedir. Bu sayılar her yıl daha da artmaktadır” dedi.
    Prof. Dr. Alparslan Ersoy, kronik böbrek hastalığından korunmak için insanları düzenli egzersiz yapmaya, sağlıklı beslenmeye, vücut ağırlığını korumaya, tuzu azaltmaya, yeterli sıvı almaya, sigara içmemeye, alkolden uzak durmaya, ağrı kesici ilaçlardan hekim tavsiyesi olmadığı sürece kaçınmaya, kan basıncını ve kan şekerini düzenli olarak ölçtürmeye ve risk grubunda ise böbreklerini düzenli olarak kontrol ettirmeye çağırdı.

  • İdeal göğüs ölçüsü ne kadardır? İdeal gögüs büyüklüğü nasıldır?

    Estetik Cerrah Op. Dr. Alper Mete Uğurlu, American Society of Plastic Surgeons (ASPS)’ın resmi yayın organı Plastic and Reconstructive Surgery’de yer alan bilimsel araştırmanın detayları hakkında şu bilgileri verdi:

    “Araştırmacılar, insanların “ideal estetik meme” hakkındaki fikirlerini almak için bir dizi anket yaptılar. Anketler çeşitli ölçülerde kadın memelerinin olduğu çok sayıda fotoğraf kullanılarak gerçekleştirildi.

    Bin 315 kişinin katıldığı ankette, meme resimlerinin çekiciliğe göre sıralanması istendi. Erkeklerin ve kadınların; farklı yaş gruplarının ve farklı ırk / etnik grupların cevapları karşılaştırıldı. Araştırmada 53 plastik cerrah da yer aldı.

    KADINLAR, ERKEKLER VE DOKTORLAR AYNI ORANI SEÇTİ

    Sonuçlar belirgin bir şekilde tutarlı idi. Tüm gruplarda 45:55 oranı en çekici meme oranı olarak ortaya çıkıyordu. 45:55 oranı otuzlu yaşlarındaki kadınların yüzde 87’si, erkeklerin yüzde 90’ı ve plastik cerrahların yüzde 94’ü tarafından tercih edildi.

    Aynı oran ırk / etnik gruplar içinde de en üst sırada yer aldı. 50:50 oranı tüm gruplarda uzak ara ile ikinci seçim olarak yer aldı.

    Kadınlar arasında yaşla birlikte bazı farklılıklar görüldü: 40 yaş altı kadınların yüzde 86’sı 45:55 oranını seçerken, 40 yaş üstü kadınlarda bu oran yüzde 76’ya düşüyor. Daha olgun grubun, üst kutupta daha dolgun görünümü seçtiği gözlendi.

    Şaşırtıcı bir şekilde erkekler de kadınlar gibi “daha doğal” 45:55 oranını tercih ettiler. Bu da uzun süredir erkeklerin tercihlerinin klişe yorumu olarak sunulan, erkeklerin aşırı büyük memeleri tercih ettiğine dair yanlış kanıyla son derece ters bir sonuç.”

  • Canan Karatay’dan Çiğ Köfte Açıklaması

    Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi’nin davetlisi olarak kente gelen İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, Yemek Müzesi’nde bölgeye has yöresel yemeklerini sağlık açısından değerlendirdi. Mutfak Müzesi’nde kadınlar tarafından yapılan yemekleri tek tek inceleyerek yorum yapan Prof. Dr. Canan Karatay, yöreye özgü yemeklerin tereddüt edilmeden tüketilebileceğini söyledi.

    Şanlıurfa’ya has yöresel yemeklerin tanıtıldığı programda doğal olan her şeyin tüketilmesini öneren Karatay, Şanlıurfa’nın dünyanın en iyi mutfağına sahip olduğunu belirtti.

    Şanlıurfa’ya gelindiğinde her türlü yemeğinin rahatlıkla yenebileceğini söyleyen Canan Karatay, “Çok güzel ağırladınız. Gerçekten misafirperverliğiniz dillere destan, çok teşekkür ediyorum. Urfa’nın, bu yörenin yemek zenginliği kusura bakmayın dünyanın hiçbir yerinde yok. Doğallığı bozulmadan istediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Doyuncaya kadar doğal olan her şeyi yiyebilirsiniz. Tabi en başta da Urfa’nın sadeyağı, tereyağı, İsotu ve diğer tüm ürünlerini şunu hiç korkmadan söyleyebilirim ki istediğiniz kadar tüketebilirsiniz” dedi.

    ‘LAHMACUN EN SAĞLIKLI FAST FOOD, ÇİĞ KÖFTE SAĞLIKLI YİYECEK’

    Şanlıurfa’nın vazgeçilmez lezzetlerin başında gelen lahmacun ve çiğköfte hakkında açıklamada bulunan Karatay, “Yaz sebzeleri kurutulur kış aylarında tüketilir. Kış aylarında patlıcan, biber, domates yenilmez. 12 ay patlıcan ve biber yemek doğru değildir. Çünkü insan vücudu mevsimlere göre programlanmıştır. Yaz aylarında tarla patlıcanı, domatesi ve biberi istediğimiz kadar yiyebiliriz. Kış mevsimi geldiğinde de kış sebzeleri yiyeceğiz. Çiğ köfte sağlıklıdır. Çünkü pişmemiştir ve yanında turp ve yeşillik vardır. Zeytinyağı anne sütüyle hemen hemen aynıdır. Doğal pul biber rahatlıkla yiyebilirsiniz. Lahmacun en sağlıklı fast food. Çünkü içinde kıyma var, yağ var, sebze var, soğan var, karbonhidrat var” diye konuştu.

    Programa ev sahipliği yaparak Canan Karatay’a eşlik eden Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Nihat Çiftçi’nin eşi Sema Çiftçi, “Bu gün Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında Canan Hocamızı Şanlıurfa’da ağırlıyoruz. Bu gün Yemek Müzesinde Şanlıurfa’ya özgü yemeklerimizi tanıttık ve hocamız yemekleri yorumladı. Geldikleri için kendilerine teşekkür ediyorum” diye konuştu.

  • Fiyatı el yakıyor: Kilosu 1700 TL

    Muğla’da, akciğer, mide, astım, bronşit başta olmak üzere birçok rahatsızlığa iyi gelen, tatlı ve kahvelerde kullanılan, kozmetik sanayi ile tıbbi ilaç yapımında yararlanılan damla sakızın fiyatı el yakıyor. Geçen yıl kilosu 1200 liradan satılan damla sakızı, bu yıl ise 1700 liradan satışa sunuluyor. Türkiye’ye daha çok Yunan adalarından getirilen damla sakızından almak için aktarlara gelenler, fiyatını duyunca, genelde 5 veya 10 gram satın almayı tercih ediyor. Kilo ile alana pek rastlanmıyor. Menteşe ilçesinde aktarlık yapan Şeref Barut, “Son 2 yıldır döviz kurundaki dalgalanmalar nedeniyle damla sakızının fiyatında artış oldu. Şu an kilo fiyatı 1700 lira. Bazı yerlerde ise 1900 liraya satıldığını duyuyoruz. Damla sakızını, astım, bronşit rahatsızlığı bulunan kişiler daha çok tercih ediyor. Alan kişiler zeytinyağı ile karıştırıp tükettiklerini söylüyor. Kullananların dönüşü olumlu oluyor. Ürünün pahalı olması nedeniyle müşterilerimiz daha çok gramla alıyor” dedi.

    Müşterilerden Mithat Kaplan ise, “Damla sakızının solunum yolu rahatsızlığına iyi geldiğini söylediler. Astım, bronşit rahatsızlığım var. O nedenle damla sakızını kullanacağım. Ancak pahalı olması nedeniyle sadece 10 gram alabildim” dedi.

    DAMLA SAKIZI

    Sakız ağacından elde edilen damla sakızı ilk başta sıvıdır ve güneşte kurutulması sonucu sert ve saydam damlacıklar haline dönüştürülür. Ağza alıp çiğnendiğinde de hemen yumuşar. Antiseptik özelliğinden dolayı diş macunu üretiminde kullanılmaktadır. Damla sakızının en önemli özelliği antiseptik olmasıdır. Sakız olarak ağızda çiğnenmesi ağız sağlığını korur. Ayrıca çiğnenmesi dişlerin beyazlamasını sağlar. Toz olarak su ile gargara şeklinde de kullanılabilir. Bir diğer önemli faydası mide üzerinedir. Midede oluşan yanma, ekşime, alevlenme durumlarını giderir. Yemeklerden yarım saat önce çiğnemek yeterli olur. İdrar söktürücü özelliği de bulunan bu sakız, böbrek sağlığını da korur. Karaciğere faydalı olduğu gibi göğüs hastalıklarının iyileştirilmesinde de etkilidir. Nefes darlığı çekenler toz haline getirip su ile içmeleri gerekir. Havanda dövülüp bal ile karıştırılarak astım hastalarınca da kullanılabilir. Dondurma, muhallebi çeşitlerinde, kahvede kullanılır ve katıldığı gıdalara güzel bir tat katar. Ambalaj içerisinde şeffaf kaya tuzuna benzeyenleri damla sakızı reçinesidir ve dövülerek kullanılacak olanları bunlardır. Tatlı yapımlarında ezilerek toz halinde kullanılır.

  • Türkiye’de ölüm nedenleri arasında 2. sıraya oturdu: Obezite

    Uluslararası Obezite Federasyonu ile Amerikan Bariatrik ve Metabolik Cerrahi Derneği’nin uluslararası obezite araştırmacısı ödülünü verdiği Prof. Dr. Mehmet Mahir Özmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) sunum yaptı.

    Ölüm nedenleri arasında obezitenin sigaradan sonra ikinci sırada olduğunu açıklayan Özmen, obezite ölümlerinin trafikteki kayıpları aştığını kaydetti. Obezite ameliyatlarının yılda 17 — 18 bine ulaştığını belirten Özmen, Türkiye’de ameliyat aşamasındaki 2.4 milyon morbid obezi 100 yıl ameliyat etmeye çalışsalar bile bitiremeyeceklerini dile getirdi.

    Milliyet’ten Önder Yılmaz’ın haberine göre, TBMM Dilekçe Komisyonu’nda ‘Obezite ile Mücadele Alt Komisyonu’na Türk Tabipler Birliği temsilcisi olarak katılan Özmen şunları söyledi:

    ‘SİGARADAN SONRA OBEZİTE’

    — Önlenebilir ölümler arasında sigaradan sonra ikinci sırada obezite var. Fazla kilolu obez ve morbid obezlerin Türkiye nüfusuna oranı yüzde 63, morbid obezlerin oranı yüzde 2.9. 80 milyon nüfuslu bir ülkenin yüzde 2.9’unun (2.4 milyon) beden kitle indeksi 40’ın üstünde. Obez nüfusumuz 7.5 milyon, morbid obez nüfusumuz 2.4 milyon.

    ‘AMELİYAT DIŞI YÖNTEMLER’

    – Ameliyat aşamasına kadar koruyucu tedbirler var. Cerrahi dışı yöntemler dediğimiz diyet, ilaç — akupunkturu da buraya dâhil edebilirsiniz. Bunlar ve spor gibi yöntemlerin başarısız olduğu kişiler, cerrahi tedaviye aday olan hastalardır. Cerrahi yöntemler, bizde 1219 sayılı Yasa’nın belirlediği genel cerrah olmanın sağladığı hükümler nedeniyle herkes tarafından yapılabilecek yöntemler. Genel cerrahi uzmanı olanlara “Siz bu ameliyatı yapamazsınız” diyecek hukuki altyapı maalesef yok.

    ‘YILDA 17 — 18 BİN’

    — Dünyada 2018 sonu itibarıyla obezite cerrahisi sayısı 520 bin civarında. SGK verilerine göre Türkiye’de 2018’de 12 bin 300 ameliyat var. Özel hastaneleri eklediğinizde bu rakam 2018 itibarıyla 17-18 bine ulaşıyor.

    ‘ÖNLEMEZSEK 25 MİLYON OLACAK’

    — 2.5 milyon kişiyi ameliyat edebilme olanağımız yok. Diğer tedavi yöntemlerimiz var. Önlemezsek 2.5 milyon 25 milyon olacak. Ameliyatlar çok başarılı 3 — 4 binin üstünde obezite ameliyatı yaptım. Türkiye’de bu ameliyatlar çok başarıyla yapılıyor. Ölüm oranları çok yüksek değil. Binde 1’in altında bir rakamdan bahsediyoruz. Tüm dünyada kabul edilen mortalite oranı yüzde 2.5 civarındadır. Donanım olmayan yerde ameliyat yapılmasına herkesten çok biz karşıyız. Doğru eğitimleri doğru yerlerde verecek düzenlemeleri yapmakla yükümlüyüz. Ama lütfen kısıtlama yoluna gitmeyelim.

    ‘CERRAH YETMEZ’

    — 2.4 milyon morbid obez acil ameliyat bekliyor bu ülkede. Yıllık yapabildiğimiz ameliyat sayısı ise 17 bin. 2.4 milyonu yüz yıl ameliyat etmeye çalışsak bitiremeyiz. Her gün yenileri ekleniyor. 5 bin cerrah var. Hepsinin obezite cerrahisi yaptığını düşünsek bile şansımız yok. Üstelik 5 bin kayıtlı cerrahımızın içinde bu eğitimleri almış 200 — 300 kişi var. Bu 200 — 300 kişinin içinde 106’sı aktif ameliyat yapıyor. Bu 106 kişinin hepsi biner ameliyat yapsa 100 bin ameliyat ediyor.

  • Sigara Paketlerine Yeni Düzenleme 5 Temmuz’da Başlayacak

    Sigara paketi üzerindeki uyarılar ve güvenlik özelliklerini belirleyen yönetmelik yayımlandı.

    Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yer alan Tarım ve Orman Bakanlığı yönetmeliğine göre; sigara ve tütün mamullerinin üzerinde sağlık uyarısı yüzey alanının en az yüzde 50’sini, uyarı metni en az yüzde 30’unu ve bırakma bilgisi yüzde 12’den fazla olmamak üzere en az yüzde 10’unu kaplayacak.Türkiye’de üretilen veya ithal edilen tütün mamulleri dış ambalajında marka; bulunduğu yüzey alanının yüzde 5’ini aşmayacak şekilde, kabartma ve varak kullanmaksızın yeknesak puntoda yazılacak.

    Bir tütün mamulünün sağlık açısından faydalı olduğu veya daha az sağlık riski gösterdiği izlenimini yaratan vitaminler ve diğer katkı maddeleri, kafein veya taurin veya enerji ve canlılık ile ilişkili diğer katkı maddeleri ve uyarıcı bileşikler, emisyonlar için renklendirici özellikleri olan katkı maddeleri, içimlik tütün mamulleri için inhalasyonu veya nikotin alımını kolaylaştıran katkı maddeleri ile yanmamış formda kanserojen, mutojen, reprotoksik özelliklerine sahip olan katkı maddeleri içeren tütün mamulleri piyasaya arz edilemeyecek.

    Uygulama 5 Temmuz’da başlayacak ve belirlenen normlara uymayan tütün mamulleri 5 Ocak 2020 tarihinden sonra piyasada bulundurulamayacak.

    Üretimi 31 Aralık 2018 tarihinde sona eren ve üretiminde mentol veya türevleri kullanılan sigaralar 5 Temmuz’dan sonra piyasaya arz edilemeyecek.

  • Nadir Hastalıklar Gününe Dikkat Çektiler

    Aynı zamanda Çocuk Romatoloji Derneği Yönetim Kurulu  Başkan Yardımcısı da olan Prof. Dr. Özgür Kasapçopur’un yanı sıra İstanbul Sağlık  Bilimleri Üniversitesi Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk  Romatoloji Uzmanı Doç. Dr. Nuray Aktay Ayaz ve tiyatro sanatçısı Doğa Rutkay,  hastalar ve yakınları katıldı.

    Toplantıda konuşan Kasapçopur, dünyada 350 milyon kişinin, yani dünya  nüfusunun neredeyse yüzde 5’inin nadir bir hastalığının olduğunun tahmin  edildiğini belirterek, bu hastalıkların yarısının çocukluk döneminde görülmeye  başladığını ve çoğunlukla da yaşam süresini kısalttığını aktardı.

    Kasapçopur, çocuklarda tüm vücut sistemini etkileyen bu tür  hastalıkların tedavisinde gecikmenin ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğine  işaret ederek, erken tanının önemini vurguladı.

    Çocukluk çağında bilinen birçok ana hastalığın yanı sıra tam olarak  bilinmeyen hastalıkların da ortaya çıkabildiğine ve bu hastalıkların tümünün  “nadir” ya da “yetim” hastalıklar olarak tanımlandığına işaret eden Kasapçopur,  nadir hastalıkların çoğunun çocuk romatoloji bilim dalının ilgi alanına girdiğini  ifade etti.

     Prof. Dr. Kasapçopur, “Nadir hastalıkların en önemli özelliği  ilerleyici olmaları ve yaşamı tehdit edici olmalarıdır. Eğer ki bu hastalıklarla  ilgili farkındalık artmayacak, zamanında tanıyamayacak, tanıda gecikecek olursak  çok ciddi bulgularla birlikte karşımıza gelebiliyor.” dedi.

    Nadir hastalıklarının birçoğunun genetik geçişli olduğunu aktaran  Kasapçopur, şöyle devam etti:

    “Bunun dışında enfeksiyonlar, otoimmün hastalıklar ve çeşitli  nedenlere bağlı olarak da oluşan bulgular var. 5 bin ila 8 bin arasında değişen  nadir hastalık var. Eğer ki bu hastalıklara tanı koymada gecikecek olursak, ciddi  etkilenmeler ortaya çıkabiliyor. Bu etkilenmeler çocuklarda ciddi sorunlara yol  açabiliyor. Bu noktada, özellikle nadir hastalıklarla ilgili uzmanlaşmış  merkezlerin olması bizler açısından da çok önemli. Farkındalığı artırmak için  girişimlerde bulunmalıyız. Hastalar arasındaki dayanışma güçlendirilmeli. Uzman  merkez sayılarının artırılması gerekiyor. Hastaların tanı, tedavi ve bakım  gereksinimlerin düzenlenmesi gerekiyor. Biz bu nadir hastalıkları tedavi eden  ilaçlara ‘yetim’ ilaçlar diyoruz. Yetim ilaçların da üretilmesi gerekiyor.”

    “Nadir hastalıklar kalıcı ve sakat bırakıcı değişikliklere neden  olabiliyor”

    Doç. Dr. Nuray Aktay Ayaz da çocuklarda hareket sistemini etkileyen  romatizmal hastalıkların vücuttaki diğer sistemleri de etkileyebileceğini ifade  etti.

    Bu tür hastalıkların tedavi edilmezse kalıcı ve sakat bırakıcı eklem  değişikliklerine yol açabileceğine işaret eden Ayaz, şu bilgileri verdi:

    Nadir hastalıklar konusunda oldukça büyük bir gelişme kaydedildi.  Eskiden Ailesel Akdeniz Ateşi, ülkemizde en sık görülen, 5 kişide bir kişinin  taşıyıcı olduğu sıkça karşılaştığımız bir hastalıktı. Biz ateş, eklem ve kas  ağrısıyla gelen hastalarımıza Ailesel Akdeniz Ateşi  hastalığı tanısı koyardık.  1997’de genetik olarak gösterildi bu hastalık. Bu biraz bizim işimizi  kolaylaştırdı ama bir bakıma da zorlaştırdı. Çünkü bir kısmında hastaların bunu  genetik olarak gösterebiliyorduk ama bir bölüm hastada da Akdeniz Ateşi’ne  uymayan bulgular olabiliyordu. Pratik olarak hastalığın varlığını  gösteremiyorduk. Bu nedenle bundan sonra yavaş yavaş genetik bilimindeki  gelişmeyle birlikte açıkçası çok büyük yol katedildi. Ailesel Akdeniz Ateşi  tablosuna uymayan nadir hastalıkların tek tek tanınabilirliği arttı.”

    Öte yandan toplantıya katılan tiyatro sanatçısı Doğa Rutkay da nadir  hastalıklar konusunda farkındalığın çok önemli olduğuna değinerek, içinde  özellikle çocuk olan farkındalık kampanyalarına destek olmaktan mutlu olduğunu  söyledi.

    Rutkay, “Nadir olarak görülen bu hastalıklara yönelik yapılacak  bilinçlendirme ve bilgilendirme çalışmaları hastalığın tedavisi için büyük rol  oynuyor.” diye konuştu.

    Bu arada etkinlikte, Rutkay’ın seslendirdiği “Nadir Çocuk Mustafa’nın  Hikayesi” de tanıtılarak, ilk gösterimi yapıldı.