Kategori: Sağlık

  • Araştırmacı Balasu Dündaralp Türkiye’nin cilt haritasını çıkarttı

    Balasu Dündaralp, Türkiye’nin cilt haritası konusunda bilgilendirme yaptı. Dündaralp, ayrıca temiz kozmetiğin nasıl olması gerektiği, kozmetik kullanımında Türk kadınlarının ne kadar bilinçli olduğu, makyaj malzemelerinin sağlığa etkisi ve doğru cilt temizliği nasıl olmalı konusunda açıklamalarda bulundu.

    Türkiye’nin cilt haritasıyla ilgili uzun zamandır çalıştıklarını belirten Balasu Dündaralp, “Yıllara dayanan çalışmalar içerisinde aldığımız bütün dataları birleştirdik. Avrupa ile beraber de çalışma yaptık. Genelde cilt lekeleri, akne ve dermatit problemlerinin oldukça yoğun olduğunu görüyoruz. Geçtiğimiz yıllara göre artan bir dermatit problemi, akne ve cilt lekesi problemi var. Türkiye’nin doğusu, batısı ve güneyi arasında bir karşılaştırmak yapmak gerekiyordu. Normalde aynı enlem üzerinde yer alan ve güneş ışığına (uv) maruz kalan şehirlerde aynı cilt lekesi problemleri görülmüyordu. Oran olarak Güneydoğu’da aynı şekilde değil, daha az. Ama Ege Bölgesi, Antalya’da ya da Akdeniz’de daha fazla. Bunların sebebinin genelde kozmetik kullanımı ya da yanlış kozmetik içeriklerinin kullanımıyla alakalı olduğunu düşünüyoruz” dedi.

    Temiz kozmetiğin nasıl olması konusunda konuşan Dünaralp, ‘”Temiz kozmetik, kozmetiğin cilde ve cilt altına geçtiği, dolayısıyla kan dolaşımına katıldığı mantığıyla daha düzgün içerikler kullanabilme ve bunlarla ilgili geliştirme yapabilme mantığıdır. Kurduğum şirkette yıllardır esas aldığım özellik; temiz kozmetik ve içerikleri bir bebeğin cildine zarar vermeyecek şekilde, alerjik reaksiyon ya da kan dolaşımına katıldığında herhangi bir sorun olmayacak şekilde dizayn etmek” şeklinde konuştu.

    ‘TÜRK KADINLARININ YAPTIĞI EN BÜYÜK HATA, MAKYAJLA UYUMASI’

    Kozmetik kullanımında Türk kadınlarının ne kadar bilinçli olduğunu değerlendiren Dündaralp, “Her ülkede bilinç seviyesi farklı. Türkiye’de biraz daha az. Doğu blok ülkelerine göre biraz daha iyi noktadayız. Türk kadınlarının yaptığı en büyük hatalarından birisi makyaj ile uyumak. Bu bir sorun. Çünkü cilde değen kozmetiklerin de kan dolaşımına katıldığını düşünüyoruz. Kozmetik ürünüyle uyuyorsunuz, gerektiğinde ona temas ediyorsunuz. Saatlerce ve aylarca bu ürünlere maruz kalıyorsunuz ve bu kozmetik ürününü yeterince temizlemiyorsunuz. Bu da cilde, cilt altında alerjik reaksiyonlar ve problemlere neden olabiliyor. Bunun dışında uzun vadede hücre içindeki etkilerini bilemiyoruz. Makyajın ve cildin çok iyi temizlenmesi gerekiyor. Makyajı nasıl temizlendiği, makyaj yapmaktan daha önemli” diye konuştu.

    Makyaj malzemelerinin sağlığa etkisine dikkat çeken Dündaralp, “Yapılan araştırmalar, birçok kozmetik ürünü içerisindeki asbest gibi davrana ya da ağır metal gibi davranan maddeler, vücut için zararlı olduğunu gösteriyor. Parabenler kanserojen, bunlarla ilgili yurtdışında araştırmalar yapıldı. Koltukaltında kullanılan roll-on’ların paraben içerdiği, alkollerin ya da titanyumdioksit gruplarının, metalik oksit grupların canlı hücrede biriktirdiği hatta sulara karıştığı ve çevrede kirliliğine neden olduğu düşünülüyor. Bunlar sadece insan vücudu değil, tüm çevreyi etkileyebilecek ürünler. Son dönemde şu tartışmaya açılmıştır: Kozmetikler temizlenmeli mi? Yoksa artık temiz kozmetik mi üreteceğiz? Üretmezsek bir süre sonra doğaya, canlılara herkese zarar vermeye başlayacak” ifadelerini kullandı.

  • Sigarayı bırakmak isteyene ücretsiz ilaç desteği Resmi Gazete’de

    4736 sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 1’nci Maddesinin birinci fıkrası, kamunun sağladığı mal ve hizmetlerden ancak ücreti mukabili yararlanılabileceğini düzenliyor. Söz konusu fıkradan muafiyet ise söz konusu mal ve hizmetten ücretsiz yararlanma imkanı tanıyor.

    Sigarayı bırakmak isteyene ücretsiz ilaç desteği!

    Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile 28/1/2002 Tarihli ve 2002/3654 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararının eki Karara şu geçici madde eklendi:

    “GEÇİCİ MADDE 72- Sigarayı bırakma tedavisi alan hastalar, sayıları 300.0007i geçmemek şartıyla ve herhangi bir sosyal güvenceleri olup olmadığına bakılmaksızın, Sağlık Bakanlığınca temin edilerek birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurum ve kuruluşlarına dağıtımı yapılacak Nikotin Replasman Preparatları ile Bupropion HCI ve Vareniklin içerikli ilaçlardan, tütün bağımlılığı tedavi ve eğitim birimleri vasıtasıyla yararlanmada, 8/1/2002 tarihli ve 4736 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin birinci fıkrası hükmünden muaftır.”

    Yayımı tarihinde yürürlüğe giren Karar uyarınca sigarayı bırakmak isteyene ücretsiz ilaç temin edilecek. Ancak sayı 300 bin ile sınırlı olacak.

  • Sağlık Bakanlığı 30 ilacı daha geri ödeme listesine aldı

    Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un yaptığı yazılı açıklamaya göre, Tıbbi ve Ekonomik Değerlendirme Komisyonu’nda alınan kararlara göre 30 adet ilaç, bedeli ödenecek ilaçlar listesine dahil edildi.

    Geri ödeme listesine eklenen ilaçlar; antibakteriyel ilaçlar, kalp rahatsızlıklarında kullanılan ilaçlar, vitamin destek grupları, KOAH, epilepsi, analjezik, antitrombotik, demir ilaçları ve solunum yolu hastalıkları tedavisinde kullanılan ilaçlardan oluşuyor.

    Bakan Selçuk açıklamasında “Eklenen 30 adet ilacın mevcut durumda eşdeğeri bulunmakta olup, bu ilaçların geri ödeme listesine ilavesiyle kullanıldıkları tedaviler için alternatifler ve erişim kolaylıkları doğmuştur.” ifadelerini kullandı.

    “Bedeli ödenen yurt içi ilaç sayısı 8 bin 547’ye yükseldi”

    Sosyal Güvenlik Kurumunda bu eklemeyle birlikte bedeli ödenen yurt içi ilaç sayısı 8 bin 547’ye ulaştı.

    Bakan Selçuk, “Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı olarak, geri ödeme listemize aldığımız ilaçların hastalarımıza şifa olmasını temenni eder, vatandaşlarımıza sağlıklı bir ömür dilerim.” dedi.

  • “Damacana suyun içinde ne olduğu tespit dahi edilemiyor, musluk suyu daha sağlıklı”

    Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) Başkanı Baran Bozoğlu, son dönemde çok tartışılan poşet düzenlemesini, Çevre Yasası’nda yapılan değişiklikleri ve eksiklikleri Ozan Çepni’ye anlattı.

    Çevre meselesinin siyaset üstü bir konu olduğunu belirten Bozoğlu, çok tartışılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesini ve çevre politikalarını değerlendirdi.

    “TESPİT DAHİ EDEMEZSİNİZ”

    Bozoğlu, “İçtiğimiz sular temiz mi?” sorusuna şu yanıtı verdi:

    — Ülkenin yüzey sularının, derelerinin ve göllerinin yüzde 79’u kirlenmiş durumda. Biz musluklarımızdan temiz su içebilmek istiyoruz. Öncelikli hedefimizin bu olması lazım. Damacana su, paket su sağlıksız sudur. Kontrolsüzdür, içerisinde ne olduğunu tespit dahi edemezsiniz. Musluklarımızdan akan suyun damacana suya göre daha sağlıklı olduğunu unutmamamız gerekiyor. Türkiye’nin dere ve göllerinin kirlenmesine karşı arıtma tesislerimiz yetersiz halde.

    “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeniz çok tartışıldı. Bu süreci anlatabilir misiniz?” sorusu üzerine Bozoğlu, şunları söyledi:

    Biz, bu kanun değişikliği içine çevre mühendisliğinin girmesini sağladık. Bütün siyasi partilerle görüştük. Çünkü bizim 20 bine yakın meslektaşımız var. Artık bu düzenleme ile çevre mühendisleri sınav ve eğitime ihtiyaç duymadan kendi diplomaları ile bu işi yapabilecek hale geldi. Demokratik bir baskı unsuru olduk, eleştiriden de hiç geri durmadık. Cumhurbaşkanı ile görüşmeyi biz AK Parti Genel Merkezi’nde yaptık. Davet edildim ve ben bu ülkenin Cumhurbaşkanı ile tabii ki tanışırım ve ona mesleki sorunlarımız hakkında bilgi vermek, taleplerimizi iletmek isterim. Bu, bizim görevimiz. Kendisine çevre mühendislerinin istihdam problemi olduğunu, kamuya atanmaları ile ilgili taleplerini ve özel sektörde de desteğe ihtiyaç olduğunu ilettim. Kendisi de bu konuda teşekkür etti. Ben de Çevre Kanunu’ndaki düzenleme için teşekkür ettim. Bizim derdimiz, Çevre Mühendisleri Odası’nı güçlendirmek, meslektaşlarımızın ve Türkiye’nin çevre politikalarında çözüm üretmek. 2010 yılından itibaren bunun için 100’den farklı kurumla görüştük. Herkese derdimizi anlatmaya çalışıyoruz.

  • Karatay: “Yemekten hemen sonra çay içmeye karşıyım”

    Çay tüketimi konusunda uyarılarda bulunan Canan Karatay, “Mis gibi Türk Kahvesi varken çay içme taraftarı değilim. Bizim dönemimizde kahve vardı sadece. Çay sonradan çıkmıştır. Çay içilir mi, içilir. Ben çaya karşı değilim. Ama yemekten hemen sonra içmeye karşıyım” ifadelerini kullandı.

    YEMEKTEN İKİ SAAT SONRA İÇİLEBİLİR

    Canan Karatay gün içinde çay içmenin sakıncası olmadığını söyledi. Canan Karatay, “Çay antioksidandır, şekersiz olmak şartıyla bol bol içilebilir. Eğer seviyorsanız limon koyulabilir. Canan Karatay, “Yemekten sonra çay hazmı kolaylaştırır” algısını düzelterek “Mis gibi Türk Kahvesi varken Çay içme taraftarı değilim. Bizim dönemimizde kahve vardı sadece. Çay sonradan çıkmıştır. Çay içilir mi, içilir. Ben çaya karşı değilim. Ama yemekten hemen sonra içmeye karşıyım.

    YEMEKTEN SONRA İÇİLEN AROMALI İÇECEKLER

    Yemek üstüne içilen çeşit çeşit aromalı kahvelerden de uzak durulması gerektiğini ifade eden Karatay, bu içeceklerde kanserojen maddelerin olduğunu sade Türk Kahvesi içmenin daha uygun olduğunu söyledi.

  • Bursa Teknik Üniversitesi’nden Ambalajlı Su Açıklaması

    BTÜ Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Çevre Mühendisliği  bünyesinde yapılan “Ambalajlı İçme Suyu Örneklerinde Ağır Metal Analizi ve Risk Değerlendirmesi” konulu araştırma sonuçlarının bazı kaynaklarca yanlış değerlendirildiğini belirten üniversite yönetimi, “Şişe ambalajlı sulardan ölçülen değerler kabul edilebilir limitlerin çok altındadır. Ek olarak, ilgili gazete haberinde belirtilen ‘kurşun miktarının limit değerlerin 8 kat üzerinde olduğu’ şeklindeki ifade, ppm (mg/L) birim sistemi ile ppb (μg/L) birim sistemi arasındaki farkın gazete haberinde yanlış yorumlanmasından kaynaklanmıştır. Diğer yandan çalışmada bir insan ömrü boyunca bu değerlerden dolayı maruz kalabileceği risk değerlendirmesi ortalama bir insan ömrü üzerinden gerçekleştirilmiştir” dedi.

    ‘İÇİLMEYE ENGEL DEĞİL’

    Araştırma sonucunda ambalajlı içme sularındaki ağır metal içeriğinin içilmeye engel olmadığını belirten üniversite yönetimi, açıklamasının devamında, “Sağlık Bakanlığınca yapılan açıklamada da söz konusu haberlerde ölçüldüğü belirtilen baryum ve kurşun değerlerinin mevzuat limitleri içerisinde olduğu teyit edilmiştir. Bursa Teknik Üniversitesi olarak çevre ve insan sağlığına yönelik yüksek sorumluluk bilinci ile gelişmiş cihazlara sahip tam donanımlı araştırma laboratuvarlarımızda gerçekleştirdiğimiz bu ve benzeri bilimsel çalışma sonuçlarının olumsuz değerler içermesi durumunda ilgili resmi makamlar ve kamuoyu ile paylaşılacağının bilinmesini arz ederiz” ifadelerini kullandı.

  • Sağlık Bakanlığından Ambalajlı Sularla İlgili Açıklaması

    Sağlık Bakanlığı, “Ambalajlı sularda kurşun riski” başlığıyla yer alan haberlere ilişkin bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada, “Ülkemizde ambalajlanarak piyasada satışa sunulan sular, kaynak ve içme suları ile doğal mineralli sular şeklinde sınıflandırılmıştır. Avrupa Birliğine üyelik süreci ile beraber tüm kurumlarda olduğu gibi Bakanlığımızda da mevzuatta uyumlaştırma çalışmaları başlatılarak gerekli yönetmelikler hazırlanmıştır. Ambalajlı sular, söz konusu yönetmelik hükümleri doğrultusunda tesis ve üretim izni olmak üzere iki aşamalı süreci içeren prosedür çerçevesinde ruhsatlandırılmaktadır. Bu süreç içerisinde suyun hem kaynağından hem de üretim yerinden su numuneleri alınarak adı geçen mevzuatta belirtilen kimyasal, fiziksel, mikrobiyolojik ve radyoaktivite parametreleri yönünden Bakanlıkça yetki verilen laboratuvarlarda analizleri yapılmaktadır. Bu analizlere arsenik, kurşun, cıva, kadmiyum, baryum ve bakır gibi ağır metal parametreleri de dâhildir. Analiz sonuçları adı geçen yönetmeliklerde belirtilen sınır değerlere uygun olmayan hiçbir suya üretim izni verilmemektedir. Bu yönetmelikler AB üyesi ülkelerde uygulanan direktiflere göre uyumlaştırılmış ve bu ülkelerde uygulanmakta olan sınır değerler ülkemizde de aynı şekilde uygulanmaktadır. Ancak stronsiyum adı geçen direktiflerde izlenmesi gereken zorunlu parametreler arasında yer almadığından ülkemiz mevzuatında da bulunmamaktadır. Bakanlığımız tarafından ruhsatlandırılmış olan tüm su markalarının gerek piyasa denetimlerinde alınan, gerekse imalathane denetimlerinde alınan son 3 yıllık (01.01.2016 -10.01.2019) veriler incelenmiş, yapılan toplam 41 bin 458 analizin tamamının kurşun ve baryum parametreleri açısından mevzuat limitlerine (kurşun 10 g/L, baryum 1000 g/L) uygun olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu haberlerde ölçüldüğü belirtilen baryum ve kurşun değerleri mevzuat limitleri içerisinde olup, denetleme ve kontrol süreçleri Bakanlığımız tarafından hassasiyetle takip edilmektedir. Vatandaşlarımız, Bakanlığımız tarafından üretim izni verilen ve denetimleri yapılan ambalajlı suları güvenli şekilde tüketebilir” denildi.

  • Sosyal Medyadaki Gelişmeleri Kaçırma Korkusu, FOMO Belirtisi Nedir?

    Uzman Psikolog Melisa Paker, FOMO rahatsızlığının sadece medya bağımlılığı ile ilgili olmamakla beraber kişinin içinde bulunduğu ortamın dışında herhangi bir olayı kaçırma kaygısı olarak adlandırılabileceğini söyledi. FOMO’nun daha çok 18-25 yaş aralığında ergenlerde ve genç yetişkinlerde görüldüğünü belirten Paker, “Dünya popülâsyonunda ergenlerin yüzde 70’inde FOMO dediğimiz durum yani sosyal medyada herhangi bir yeniliği kaçırmaya kaygılı olma durumu sıklıkla görülüyor. Dünya genelinde yetişkinlerde bu oran yüzde 56’dır” dedi.

    ‘KİŞİ KENDİNİ DIŞLANMIŞ HİSSEDİYOR’

    FOMO rahatsızlığına yakalanan bir bireyin sosyal medya kullanımında duygu durumlarının stabil olarak oturmamasından kaynaklı negatif etkilerinin olduğunu vurgulayan Paker, şunları söyledi:”Kişi mutluyken, heyecanlıyken ve herhangi bir durumdan memnunken bir anda arkadaşlarının kendisi olmadan gittiği bir sosyal aktiviteyi görebiliyor. Bilinçli olarak tercih etmese de insanların gidip eğlendiği herhangi bir ortamdaki fotoğraflar veya videoları da görebiliyor. Bu da aidiyet ve güven hissini negatif derecede etkiliyor. Kişi bir noktada aslında kendini dışlanmış, grubun dışında kalmış ve o gruba ait olmamış gibi hissedebiliyor. Bu da duygu durumunda negatif geçişlere sebep oluyor.”

    ‘SOSYAL MEDYAYI FAZLA KULLANIRSANIZ, YAŞADIĞINIZ ORTAMI DA KAÇIRIRSINIZ’

    Psikolog Paker, FOMO rahatsızlığına yakalanan kişinin tedavi sürecine ilişkin şöyle dedi: “Kişi vaktini fazlasıyla internette ve sosyal medyada geçiriyorsa, bu durum onun duygu durumunu negatif oranda etkiliyorsa, özgüven problemine ve çevresindeki insanlarla iletişimini, ilişkisini negatif anlamda etkiliyorsa kişinin tedavi edilmesi gerekiyor. Bu tedavi de ‘bilinçli farkındalık’ dediğimiz anı yaşamak ve anda kalabilme, bulunduğumuz ortamda hem bedensel hem zihinsel olarak bulunduğumuz ortama deneyimleme ilkesidir. Bilinçli farkındalıkta aslında kişi, şuanda ne deneyimliyorsa ne duyuyorsa ve ne hissediyorsa o hislerine yönelik yönelmesi öngörülüyor. Sosyal medya fazla kullanırsanız, yaşadığınız ortamı da kaçırıyorsunuz. Çevrenizde olup bitenleri, sesleri ve herhangi bir uyarıcıyı kaçırdığınız için anda da kalamıyorsunuz. FOMO rahatsızlığının tedavisinde bağımlılık tedavisinin yanı sıra bilinçli farkındalık ilkesinden de bu anlamda yararlanılıyor.”

    ‘YENİ HOBİLER EDİNMEK FOMO RAHATSIZLIĞINDAN KURTARIYOR’

    Ailelere çok fazla görev düştüğünü söyleyen Paker, ilk başta ailelerin iyi birer model olması gerektiğini belirtti. Gençlere interneti ve sosyal medya kullanımını kısıtlarken ailelerinde örnek olması gerektiğini kaydeden Paker, şöyle konuştu: “Herkes eve geldiğinde salonda otururlarken belli bir paylaşım yapılacağı zaman herkesin elinde cep telefonu varsa ve sosyal medyayı düzenli olarak takip ediyorsa, bu istenilen sağlıklı bir aile ortamı olmuyor. Ayrıca kişilerin yeni hobiler edinmesi FOMO rahatsızlığından kurtulmasını sağlıyor. Örneğin doğa yürüyüşleri, bir arkadaşınızla telefonları bir kenara bırakarak birebir göz temasıyla iletişim kurduğunuz herhangi bir aktivitede FOMO rahatsızlığından kurtulmaya yardımcı olabilir.

  • Bursa’dan ambalajlı sularda kurşun riski uyarısı!

    Bursa Teknik Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden 4 akademisyenin gerçekleştirdiği “Ambalajlı İçme Suyu Örneklerinde Ağır Metal Analizi ve Risk Değerlendirmesi” başlıklı analiz çalışması kapsamında 43 farklı markanın içme suyu örneği üzerinde 16 farklı ağır metalin analiz işlemi gerçekleştirildi. Anaziler 250 ml’lik plastik ambalajlı su örneğine yapıldı.Su örnekleri içerisinde tespit edilen en yüksek ağır metal konsantrasyonları, baryum, kurşun, stronsiyum oldu. Sularda en yüksek oran olarak baryumda 366.08, kurşunda 0,80 ve stronsiyumda ise 6,01 ppB oranları ölçüldü. İçme suyu yoluyla maruz kalma dozunun baryum için en fazla 0,004, kurşun için 0,029 ve stronisyum için de 0,0012 mikrogram olduğu belirlendi.

    KANSER RİSKİ

    Araştırmada, kurşun oranlarının ambalajlı içme sularında yetişkinler için 10-6’yı aşan kanserojen indeks aralığı sergilediğine vurgu yapılarak, “Ambalajlı içme suyu tüketmenin Pb(kurşun) seviyesine göre kanserojen risk oluşturduğu gözlenmektedir. Toplum sağlığının korunması açısından uygun kontrol tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Sularda As, Pb, Mn, Cd, Cu, Hg Cr gibi ağır metallerin bulunması ciltte incelme, böbrek hasarı, karaciğer sirozu, sinir sisteminde ileti bozuklukları, gibi sorunlara yol açabilmektedir. Toplumun bir bölümünün, su ihtiyacını sağlıklı olduğuna güvenemediği için musluk suyu yerine ambalajlı sulardan karşıladığı bir gerçektir. Ambalajlanarak tüketime sunulan doğal kaynak suları ve içme sularının bakteri içermemesi kadar ağır metal bulunma durumu ve konsantrasyonu da önem arz etmektedir” ifadelerine yer verildi.

    Kimya Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Ali Uğurlu, “Tespit edilen en yüksek baryum oranı korkutucu. Kurşun miktarı 0.010’un altında olması gerek ancak 8 katı çıkmış. Araştırma sonuçlarına göre bazı içme suları dördüncü derece su kalitesinde. Böyle bir ürün ancak banyoda kullanılır. Baryum (Ba), kurşun (Pb) ve stronsiyum (Sr) ağır metallerdir. Bu ağır metallarin kansorejen etkileri var. Bazı organlarda birikme, mutasyon, dejenerasyon etkileri söz konusu olabilir. Çünkü bu metaller vücutta birikme yapabiliyor. Ambalajlı su sektöründe korkunç derece denetimsizlik var. Standart dışı firmaların ruhsatları iptal edilmeli” ifadelerini kullandı.

    ÇEVRESEL FAKTÖRLER

    Araştırmada, şu bilgilere yer verildi: “Sudaki kirliliğin çoğu kimyasal kaynaklı. Sanayi atıkları, tarımsal ilaç atıkları, petrol su kimyasında önemli değişiklikler yapmaktadır Ayrıca doğal sular, mineral, cevher ve kayaçlarda etkileşim yoluyla ayrışmalara ve bu şekilde metallerin suya karışmasına sebep olabilirler. İçme suları da bu kaynaklardan temin edildiğinden kimyasal bileşimleri sürekli değişir.”

  • Paranoid Kişilik Bozukluğu Nedir? Nasıl Tedavi Edilir?

    Paranoid Kişilik Bozukluğu (Paranoya) Nedir?

    Paranoid kişilik bozukluğu ( Paranoya ) Saçma olmayan bir kurgu ve iyi düzenlenmiş bir düşünme biçimiyle, herkesten şüphelenmektir.  Sanrılı bozukluklar, paranoid bozukluklar olarak eskiden beridir kullanılmaktadır. Paranoia teriminin kökeni oldukça eskidir. Bu terim, Yunanca para (yan, dış) ve nous (akıl) kelimelerinden türetilmiştir. Antik Yunan döneminden beri paranoya “delilik” veya“çılgınlık” olarak tanımlanmıştır. Paranoid kişilik bozukluğu, diğer insanların hareketlerini küçültücü ve tehdit edici olarak algılayan aşırı duyarlılıktır. Paranoyalar sağlıklı insanların da zaman zaman şüpheci yaklaşımlarından kaynaklı sahip olabileceği düşünce kalıplarıyken, paranoid kişilik bozukluğu olan bireylerin paranoyaları, günlük hayatın işlevini ve kalitesini bozacak derecede yoğundur.


    Paranoid Kişilik Bozukluğunun (Paranoya)
      Belirtileri Nelerdir?

    Paranoid kişilik bozukluğuna sahip hastalar;  diğer ruhsal rahatsızlıklara sahip olan hastalardan daha farklı bir tablo sergilerler. Genelde savunmacı kişilikte  insanlar oldukları için dışarıdan birinin, bu kişilerinin bir ruhsal rahatsızlığı olduğunun farkına varmaları ancak  çok detaylı muayene ile mümkün olur.  Genelde paranoid kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler farklı sebeplerle bir şüphe geliştirirler ve dışarıya bu şüphelerinin anlattıklarında bu şüphelerini belirli bir mantık çerçevesinde anlatabilme kabiliyetine sahiptirler. Örn; Hasta eşinin kendisini aldattığına inanır ve bunu nasıl anladığı sorulduğunda bağlantısız yorumlarla açıklamaya çalışır.

    PARANOİD BOZUKLUK YAŞAYAN KİŞİLERDE GÖRÜLEN ÖZELLİKLER

    Paranoid kişilik bozukluğunun temel özellikleri aşırı şüphecilik ve diğer insanların davranışlarını kasten alçaltıcı, kötü niyetli, kötüye kullanıcı veya aldatıcı şeklinde yaygın bir yorumlama eğiliminde olma ve bu yorumlara güvenmedir. Bu nedenle aşağıdaki tutumları sergileyebilir;

    1. Bir kanıt gösteremese de başkalarının kendisini sömürdüğünden , aldattığından ya da kendisine zarar verdiğinden kuşkulanır.
    2. Çevresindeki insanların bağlılığı ya da güvenilirliği üzerine kuşkular yaşar.
    3. Kendisi hakkındaki bilgilerin kullanılacağı düşüncesiyle sır paylaşımında bulunmaz.
    4. Görmez gelinmeye ya da onur kırıcı davranışlara karşı kin besler
    5. Haksız yere, eşinin ya da arkadaşının sadakatsizliğiyle ilgili kuşkulara kapılır.

    Paranoid Bozukluk (Paranoya)  Tedavi Edilebilir Bir Hastalık Mıdır?

    Paranoid Kişilik Bozukluğu kesinlikle tedavi edilebilir bir hastalıktır. Fakat paranoid kişilik bozukluğunda hastanın iç görüsünü geliştirmek oldukça zordur yani kişinin hasta olduğuna inanması ve kabul edebilmesi gerekmektedir. Bunun için biyolojik kanıt çalışmak çok önemlidir. Özellikle hastanemizde Kantitatif EEG ve Fonksiyonel MR ‘la beyindeki fonksiyonel bozukluğu hastaya göstererek ikna edilmesi ve iç görü kazandırılması bir miktar daha mümkün olmaktadır. Ayrıca bazı psikoterapi metodları da hastanın hasta olduğunu kabul etmesi için kullandığımız yöntemlerdendir. Hasta, hasta olduğunu kabul ettikten sonra kullandığımız tedavi metotlarımız vardır. Bunlar; Farmakolojik Tedavi (İlaçlı Tedavi), Nöromodülasyon, Transmanyetik Uyarım Tedavisi (TMU), Deep TMU,  EKT tedavisiyle iyileştirilmesi mümkün rahatsızlıklardandır.