Kategori: Sağlık

  • İyot eksikliği ciddi bir sorun

    İyot eksikliği ciddi bir sorun

    İyot eksikliğinin ilk ve en önemli belirtisinin tiroid büyümesi(guatr) olduğunu ifade eden İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Gelir, “Tiroid bezine yeterli miktarda iyot aktarılmadığında tiroid bezi ihtiyacımız olan tiroid hormon üretemez” diye vurguladı. Dr. Gelir, bununla birlikte vücutta iyot eksikliği belirtilerini; Boyundaki tiroid bezlerinde şişlik ve guatr, yorgun ve halsiz hissetme, saçlarda seyrekleşme, ciltte kuruma, kilo alımı, boğulma hissi.” olarak sıraladı.

    Çocuklarda zeka geriliğine neden oluyor

    Yapılan araştırmalar son 30 yıl içerisinde insanlarda iyot düzeylerinin yaklaşık yüzde 50 azaldığını gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre dünya yüzünde 2 milyarı aşkın kişide iyot eksikliği bulunduğuna dikkat çeken Dr. Gelir, bunlardan 50 milyon kadar insanın ise beyin hasarı dahil ciddi semptomlarla karşılaştığını belirtti. Günümüzde iyot eksikliğinin; Dünya Sağlık Örgütü tarafından çocuklarda beyin ve zeka gelişiminin önlenebilen en yaygın ve en kolay önlenebilen sebebi olarak kabul edildiğini ifade ederek ; iyot eksikliği nedeniyle yeterli zeka gelişimi gösteremeyen en az 30 milyon çocuk bulunduğunu vurguladı.

    İdrar testi ile anlaşılıyor

    İdrar testiyle iyot eksikliğinin belirlenebildiğini dile getiren Dr. Gelir, “İyot eksikliğinin belirlenmesinin ardından uygun beslenme destekleriyle ve besinlerle bu eksikliğin tamamlanması gerekir. İyotlu tuz kullanımı da iyot eksikliğinin gidermenin bir diğer yolu olarak bilinir. İyot eksikliğini gidermek için, kabak, sarımsak, şalgam, ıspanak gibi sebzeler, morina, mezgit ve ton balığı gibi bazı balıklar, süt, yoğurt ve peynir gibi süt ürünleri, çilek gibi besinlerden yararlanabilirsiniz” dedi.

  • 10 kişiden biri MS hastası

    10 kişiden biri MS hastası

    Bağışıklık sistemindeki bozukluğun bir sonucu olarak omurilik ve beyinde çok sayıda plağın oluşması ile ortaya çıkan multiple skleroz, halk arasında bilinen ismi ile MS hakkında bilinmeyenleri anlatan Dr. Esra Taşkıran, rahatsızlığın 20-40 yaş aralığındaki kadınlarda daha sık görülen kronik inflamatuar, miyelin kaybıyla giden bir hastalık olduğunu belirterek, “Dünyada 3 milyona yakın, Türkiye’de ise sağlık bakanlığı veri tabanıyla yaptığımız son çalışmaya göre yaklaşık 82 bin MS hastası var. Her 10 kişiden biri MS hastası diyebiliriz” dedi.

    MS hastalığının belirtileri neler

    Taşkıran, MS hastalığının belirtilerinin ilerleyen yıllarda kalıcı olabildiğini belirterek, “Genellikle alevlenme ve düzelmelerle seyreden, santral sinir sistemini (beyin ve omurilik) etkileyen, çoğunlukla myelin dediğimiz sinir hücresi kılıfı ve sinir hücrelerinde hasar oluşturur. MS hastaların çoğunda ataklar ve düzelmelerle, küçük bir grupta ise sürekli olarak ilerleyici belirtilerle seyretmektedir. Ataklar özellikle başlangıç döneminde tamamen düzelme gösterse de ilerleyen yıllarda bazı belirtiler kalıcı hale gelebilir. Ataklar; genellikle saatler içinde ortaya çıkan, 24 saatten uzun süren, ateşin ve enfeksiyonun eşlik etmediği yeni nörolojik belirtilerdir” ifadelerini kullandı.

    “Farklı hastalıkları taklit edebiliyor”

    MS’in bir merkezi sinir sistemi hastalığı olduğunu ve beyin ile omuriliğin birçok alanını etkilediğinin altını çizen Taşkıran MS, görme bulanıklığı, çift görme, görüntünün kayması gibi görme bozuklukları, bir kolda bacakta ya da her iki bacakta güçsüzlük, yürümede dengesizlik, bir veya iki elde titreme, uyuşma, idrar kaçırma ya da yapamama, cinsel disfonksiyon gibi belirtilerle kendini göstermektedir. Ayrıca MS hastalığı farklı hastalıkları da taklit edebilmektedir. Bu nedenle ayırıcı tanı birçok incelemeyi gerektirebilir. Tanıda ve ayırıcı tanıda MRG (manyetik rezonans görüntüleme) ve beyin omurilik sıvısının (BOS) incelenmesi yararlı yöntemlerdir” şeklinde konuştu.

    ‘Vitamin düşüklüğü ve sigara kullanımı’

    Hastalığın nedeninin tam olarak bilinmediğini vurgulayan Dr. Esra Taşkıran, “MS ve immunoloji alanındaki bilimsel araştırmalar ‘multipl skleroz’un ortaya çıkış nedeni, oluş mekanizmaları, tanısı ve tedavisi konusunda her geçen gün daha yeni bilimsel verilere ulaşmamızı sağlamaktadır. MS hastalığında temel neden vücudun immun sisteminin kendi hücrelerine saldırmasıdır. Genetik yatkınlık dışında MS hastalığının ortaya çıkışını enfeksiyonlar (EBV vb.), D vitamini düşüklüğü, sigara, erken yaşta menarş gibi çevresel faktörler tetikleyici olabilir. Özelikle sigaranın pasif içicilik dahil hastalığın ortaya çıkışında, hastalık seyrinde ve tedavi yanıtında önemli olduğunu gösteren kanıtlar giderek artmaktadır” diye konuştu.

    MS hakkında yanlış bilinenler

    MS hastalığının öldürücü bir hastalık olmadığını hatırlatan Dr. Esra Taşkıran, MS hakkındaki yanlış bilinenleri şöyle sıraladı:
    “Multipl skleroz bulaşıcı bir hastalık değildir, aynı evi paylaşan aile bireylerine, aynı ortamda çalışan iş arkadaşlarına bulaşmaz. Ailevi yatkınlık bazı bireylerde tanımlanmasına karşın sadece genetik geçişli bir hastalık değildir. MS hastaların çocuk sahibi olmalarını engelleyen bir hastalık değildir. MS hastaları uygun tedavi yönetimi ve ilaç seçimi ile çocuk sahibi olabilirler. Multipl skleroz öldürücü bir hastalık değildir. MS ruhsal bir hastalık değildir. Multipl skleroz tedavisi olmayan, çaresiz bir hastalık değildir. Gelişen yeni tedavi yöntemleri ile MS tedavi edilebilir bir hastalıktır.”

    MS tedavisinde yeni gelişmeler

    MS hastalığının tedavisinde büyük mesafe kat edildiğini belirten Taşkıran, dünyadaki tüm uygulamaların Türkiye’de de uygulandığını vurgulayarak, “Multipl skleroz bilimsel çalışmalar ışığında yeni ve etkin tedaviler ile tedavi seçeneklerinin arttığı, MS hastaları ve nöroloji uzmanı arasında sıkı bir iş birliği gerektiren, sosyal, ailesel ve toplumsal desteğin önemli olduğu bir hastalıktır. Dünyada olan tüm tedavi seçenekleri ülkemizde de bulunmaktadır. Enjeksiyon tedavileri, oral tabletler ve serum şeklinde uygulanan infüzyon tedaviler ile artık hastalık aktivitesi çok iyi bir şekilde azaltılmaktadır. Engellilik oranı yüksek olan hastalarda mevcut tedavilerin etkinliği daha düşük olup engeliliğin kısmen de olsa iyileştirilmesinde aktif ve sürekli fizik tedavi oldukça etkindir” şeklinde konuştu.

  • Türkiye’de yılda 21 milyon ton süt üretiliyor

    Türkiye’de yılda 21 milyon ton süt üretiliyor

    Ulusal Süt Konseyi, bölge ziyaretlerinin ikincisini İzmir ve Manisa’da gerçekleştirdi. Bölgede bulunan süt sanayicileri, süt üreticileri, yem fabrikaları ve çiftliklerini ziyaret eden USK, 1 Haziran Dünya Süt Gününde Tire’de sektör paydaşlarıyla bir araya geldi. Ulusal Süt Konseyi Araştırma Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Artık, “Dünya genelinde yılda yaklaşık 940 milyon ton süt üretiliyor. 21,5 milyon ton üretimimiz ile hem Avrupa’da hem dünya liginde üst sıralarda yer alıyoruz. Her yıl 100’den fazla ülkeye süt ürünü ihracatı yapan büyük bir ekosisteme sahibiz. Bunların yanında sektörümüzün bazı sorunları da var. Bunları konuşup çözüm üretmek veya bu sorunları çözüm üretebilecek otoritelere aktarmak için bir araya geldik” dedi.

    Çiğ süt alım-satımıyla ilgili bilgi veren Artık, “Süt üretimindeki mevsimselliğe bağlı olarak çiğ süt arzının bol olduğu bir dönemdeyiz. Öte yandan uluslararası fiyatlara bağlı olarak süttozu ve peynir altı suyu tozu gibi ürünlerde ihracatımız geçtiğimiz yıl önemli ölçüde düştü. Sanayicilerimizin yurtiçi satışlarında ise beklenen artışın gerçekleştiremediğini görüyoruz. Yılın bu dönemlerinde çiğ sütün bollaşması ile arzın artması, talebin ise ihracat ve yurtiçi satışlarla desteklenememesi sonucu çiğ sütte arz-talep dengesi bozuluyor. Piyasanın bu atmosferine aslında sektörümüz yabancı değil. Hemen her yıl bu aylarda çiğ süt arzı artıyor” ifadelerini kullandı.

    Sütün bollaştığı dönemlerde süt sanayicilerinin üreticileri mağdur etmemek için süttozu yaptırdığını vurgulayan Artık, “Bu dönemlerde sektör kendi regülasyonunu yapıyor. Süt sanayicilerimiz ihtiyacı olmasa bile üreticileri mağdur etmemek adına sütü alıp süttozu yaparak stokluyorlar. Ancak özel sektörün gücü sınırlı ve belirli bir noktada kamu gücüne ihtiyaç duyuyor. Bu dönemlerde Et ve Süt Kurumu (ESK) kanalıyla piyasa regülasyonunun devreye girmesi oldukça önemli. Sektörün şu an beklentisi ESK’nın geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi şu an fazla olan sütü piyasadan alarak süttozu yaptırması ve sütün azaldığı dönemlerde tekrar piyasaya arz etmesi” ifadelerini kullandı.

    Ulusal Süt Konseyi Araştırma Danışma Kurulu üyesi, Bursa Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Hakan Üstüner’ün sunumuyla İzmir’de düzenlenen tv programına konuk oldu. USK ADK üyeleri, sütün sağlıkla ilişkisi, süt ve ürünleri hususundaki bilgi kirlilikleri, süt ve ürünleri ile ilgili ihracat konularında sektörü ve tüketicileri bilgilendirdi. Bu çerçevede Üstüner, süt üreten tüm çiftçilerimizin zorlu çalışmalarını ve sütün çiftlikten sofraya kadar olan yolculuğunun her aşamasında büyük emek olduğunu ve dünya süt günü vesilesiyle bu farkındalığın oluşturulması gerektiğini vurguladı.

    Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) almış olduğu karar doğrultusunda 1 Haziran Dünya Süt Günü, 1 Haziran’ı içine alan hafta ise Dünya Süt Haftası olarak kabul ediliyor. Sütün insan sağlığı açısından önemine ilişkin farkındalığın artırılması ve sektörün oluşturmuş olduğu ektilere dikkat çekebilmek adına Dünya Süt Günü her yıl farklı ülkelerde çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.

  • Sınav öncesi beslenmede bunlara dikkat

    Sınav öncesi beslenmede bunlara dikkat

    Diyetisyen Şükriye Eral, sınav öncesi beslenmenin nasıl olması gerektiği konusunda bilgiler verdi. Sınavdan önce beslenmenin dönem başından itibaren takip edilmesini öneren Eral, sınava yakın zamanlarda kalori kısıtlamalarının doğru olmadığını, sağlıklı tabak modellerinin daha doğru bir uygulama olduğunu söyledi. Özellikle sınav dönemine hazırlanan kilolu çocuklar için de önceliğin kilo vermek değil, sağlıklı beslenmek olduğunu belirten Diyetisyen Eral, sağlıklı beslenme ile birlikte çocukların kilo vereceğini ifade etti.

    “Beslenmede serotonin içeren gıdalar arttırılabilir”

    Diyetisyen Şükriye Eral, yaptığı değerlendirmede, en önemli konulardan birinin de serotonin hormonu olduğunu dile getirerek, şunları söyledi;
    “Stres yükü ile birlikte çocuklarda serotonin azalması görülebilir. Bunu dengelemek için beslenmede serotonin içeren gıdalar arttırılabilir. Bunlar; hindi ve tavuk eti, yağı tohumlar, yüzde 80 üstü kakao içeren bitter çikolatalar ve yağlı kuru yemişlerdir. Bu kuru yemişlerin çiğ olmaları daha sağlıklı olacaktır.”

    “Rutin dışında herhangi bir besini sınav öncesinde çocuklarımıza denettirmeyelim”

    Sınavdan bir gün önce kulaktan dolma bilgilerle çocuklara çok fazla ve farklı besin verilmemesi konusunda uyarıda bulunan Diyetisyen Şükriye Eral, “Normal rutin dışında herhangi bir besini sınav öncesinde çocuklarımıza denettirmeyelim, bu çocuklarımızda besin alerjileri, mide bulantıları veya gıda zehirlenmeleri sorununa yol açabilir” şeklinde konuştu.
    Bu sorunlar sonrasında ertesi gün sınava girecek öğrencinin başarısının da olumsuz etkileneceğine dikkat çeken Eral, sınava girecek tüm öğrencilere de başarılar diledi.

  • Böcek sokma vakalarında artış

    Böcek sokma vakalarında artış

    Uzman Aile Hekimi Dr. Saadet Gök, böcek sokmalarında genellikle ağrı, kızarıklık, ödem ve şişlik gibi şikayetlerin ortaya çıktığını ifade ederek çoğu durumda tıbbi müdahale gerekmeden iyileşmenin mümkün olmakla birlikte, arı ve akrep sokmaları gibi durumların anafilaksiye kadar varabilecek ciddi sağlık tehditleri oluşabileceğini vurguladı.
    Basit böcek ısırıklarında yangı, ağrı ve şişlik oluşmaması için ısırılan bölgeye buz konulması gerektiğini belirten Dr. Saadet Gök, “Halk arasında yaygın olan bazı yanlış olan uygulamalar, ısırılan bölgeye diş macunu, kolonya ve parfüm gibi maddelerin sürülmemesi gerekiyor. Bu tür maddelerin deride birden fazla tahrişe yol açabilir ve vücutta enfeksiyon riskini artırabilir. Böcek ve sinek ısırıklarında ilk başta ısırılan bölgeye buz konulması gerekmektedir. Özellikle arı ve akrep sokmalarında hemen sağlık kuruluşlarına başvurmak çok önemlidir. Bu tür ısırılmalar hayatı tehdit edebilecek reaksiyonlara neden olabilir” dedi.

  • Safra kesesinden yumurta büyüklüğünde taş çıktı

    Safra kesesinden yumurta büyüklüğünde taş çıktı

    Edirne’de yaşayan 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Nursu Menekşe, 10 yıl safra kesesinde taşla yaşadı. 10 yıldır safra kesesinde yumurta büyüklüğündeki taş ile yaşayan genç kız, yaşadığı ağrılardan ameliyatla kurtuldu.
    Mide ağrısı şikayeti ile hastaneye başvuran 19 yaşındaki Nursu Menekşe’nin safra kesesinde 6 santimetre büyüklüğünde taş tespit edildi. Ağrılarının artması sonrası Sultan 1. Murat Devlet Hastanesi acil servise giden 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Nursu Menekşe, hastaneye yatırıldı. Tetkikleri yapıldı ve ardından ameliyata alındı. 4 saate yakın süren başarılı operasyon sonucu, Menekşe’nin safra kesesindeki 2,5 santimetre çapında ve 6 santimetre uzunluğunda taş, kapalı (laparoskopik) ameliyatla çıkarıldı.

    genç kızın safra kesesinden yumurta büyüklüğünde taş çıktı

    Edirne İl Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı Sultan 1. Murat Devlet Hastanesi’nde görevli Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Oğuzhan Alp Öztürk, başarılı bir operasyona imza attı. Safra kesesi taşını tespit eden Öztürk, 19 yaşındaki hastası Nursu Menekşe’yi laparoskopik cerrahi ile tedavi etti. Menekşe, yapılan operasyon sonrası sağlığına kavuştu.

    “10 yıldan beri bu taşla beraber yaşıyorum”

    10 yıldan beri bu taşla yaşadığını söyleyen Nursu Menekşe, son bir buçuk günde ağrılarının tuttuğunu ve daha önce herhangi bir ağrı yaşamadığını belirtti.

    Edirne Sultan 1. Murat Devlet Hastanesi’nde başarılı bir operasyon geçirdiğini ve normal şartlarda yarım saat, kırk dakika süren bir ameliyat olması gerekirken, doktorunun bu taşı çıkarmak için 4 saat uğraştığını ve kendisini sağlığına kavuşturduğunu aktaran Menekşe, doktoru ve ekibine teşekkür etti.
    Hastaneye geldiğinde karnının çok şiş olduğunu belirten Menekşe, ameliyat sonrası kendisini çok iyi hissettiğini ve hiçbir sıkıntı olmadığını aktardı.

    genç kızın safra kesesinden yumurta büyüklüğünde taş çıktı

    “30 dakikalık ameliyat 4 saat sürdü”

    Kızının küçük yaşta bu şikayetle hastalandığını ancak rahatsız etmediği için ertelediklerini söyleyen Anne Nursemin Menekşe, ani bir sancıyla hastaneye geldiklerini ve kızının gece 21.00’de ameliyata alındığını belirtti. Normalde 30 dakikada yapılan ameliyatın 4 saat sürdüğünü aktaran Anne Menekşe, taşın kapalı ameliyatla alındığını ve gece 01.00’de operasyonun tamamlanarak kızının sağlığına kavuşturulduğunu ifade etti.

    Doktorları ve ekibine teşekkür eden Menekşe, bu kadar büyük bir taş çıkmasına hem kendisinin hem de herkesin çok şaşırdığını belirtti.

  • Gebelite D vitamini eksikliğine dikkat

    Gebelite D vitamini eksikliğine dikkat

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nden Opr. Dr. Nigar Allahverdiyeva, tekrarlayan gebelik kayıpları hakkında açıklamalarda bulundu.

    Erken gebelik döneminde, gebelik kayıplarının sık karşılaşılan bir durum olduğunu söyleyen Opr. Dr. Allahverdiyeva, “Fakat 20’nci gebelik haftasından önce 2 ve daha fazla gebelikte düşük izlenen çiftlerde tekrarlayan gebelik kaybı nedenlerinin araştırılması gerekir. Tekrarlayan gebelik kayıpları farklı nedenlerden dolayı yaşanabilir. En sık nedenler arasında kromozomal anomaliler, genetik anomaliler, pıhtılaşma bozuklukları, ileri anne yaşı, rahmin yapısal anomalileri sayılabilir. Bunlar dışında yumurta ve sperm kalitesinin düşük olması, hormon dengesinin bozulması, bağışıklık sistemi hastalıkları, metabolik hastalıklar (özellikle diyabet ve tiroit), çevresel faktörler, rahimle ilgili geçirilmiş cerrahiler, sigara ve alkol kullanımı tekrarlayan gebelik kayıplarına sebep olabiliyorlar“ diye konuştu.

    “Detaylı jinekolojik muayene yapılır”

    Gebelik kayıplarının nedenlerinin detaylı bir tarama ile sorgulandığını belirten Opr. Dr. Allahverdiyeva, “Sebeplerin araştırılmasına detaylı öykü almakla başlanır, düşüklerin hangi haftada olduğu, cerrahi müdahale gerekip gerekmediği, hem anne hem de baba adayının bilinen kronik rahatsızlığı, kullandıkları ilaçlar, beslenme alışkanlıkları, sigara ve alkol kullanımı, aile öyküleri sorgulanır. Anne adayı için detaylı jinekolojik muayene yapılır. Baba adaylarına spermpogram testi istenir. Genetik anomalilerin değerlendirilmesi için anne ve baba adayının kromozom analizi yapılır, yani periferik karyotip testi bakılır. Düşük materyali varsa, genetik olarak incelenir. Pıhtılaşma bozukluğunu tespit etmek için anne adayının trombofili paneli incelemesi yapılır. Rahmin yapısal anomalilerini veya cerrahi ve enfeksiyonlara bağlı yapışıklıkları tespit etmek için rahim filmi (HSG), gerekirse MRG çekilir. Metabolik hastalıkların araştırılması için açlık kan şekeri, HbA1c, TSH, prolaktin, hormonal bozukluklar için FSH, LH, Estrodiol gibi hormon değerlerine bakılır. İmmun sistemin değerlendirilmesi için yine bir takım kan tahlillerinin yapılması gerekir” ifadelerine yer verdi.

    “Sağlıklı yaşam tarzı benimsenmeli”

    Çiftlerde, sağlıklı yaşamanın önemine dikkat çeken Opr. Dr. Allahverdiyeva, şu bilgileri paylaştı:

    “Saydığım yöntemler dışında çiftlerin bilmesi gereken noktalardan biri de sağlıklı yaşam tarzının önemidir. Fazla kilo, stres, D vitamini eksiliği, sigara ve alkol kullanımının tekrarlayan düşüklere sebep olduğu gösterilmiştir. Tekrarlayan gebelik kayıplarına sebep olan neden bulunduktan sonra uygun medikal veya cerrahi tedaviler başlanır. Kromozomal veya genetik anomaliler olan çiftlerde ise daha ileri değerlendirilme yapılır, gerekirse PGT yani preimplantasyon genetik tanı testi istenir. Tekrarlayan gebelik kaybı yaşayan çiftlerde tedavi planlarken nedene yönelik yaklaşım gerekir. Uygun tedavi şekli ile başarılı gebelik elde etmek mümkündür.“

  • Sağlık Bakanlığı’na bağlı bilirkişiler Burdur Devlet Hastanesi’nde incelemelerde bulundu

    Sağlık Bakanlığı’na bağlı bilirkişiler Burdur Devlet Hastanesi’nde incelemelerde bulundu

    Burdur Devlet Hastanesi’nde 25 Mayıs Cumartesi günü 08.00-12.00 ile 12.00-16.00 seansında diyalize giren hastalardan bazıları baş dönmesi, mide bulantısı, şuur bulanıklığı ve nakil aracından inememe tarzı şikayetlerle hastaneye geri dönmüştü.

    Bunun üzerine hastane yönetimi gün içinde diyalize giren tüm hastaları hastaneye çağırıp yapılan tetkiklerin ardından, gün içinde diyaliz merkezinde tedavi olan 33 hastayı Afyonkarahisar, Isparta, Antalya, Bucak’ta bulunan devlet hastaneleri ve özel diyaliz merkezlerine sevk etti. Sevk edilen hastalardan 23’ü Antalya’da, 6’sı Afyon’da, 3’ü Isparta’da, 1’i ise Afyonda tedavi altına alınmıştı. Antalya’da entübe halde olan hastalardan Mustafa Demir(70), Saniye Aksöz(88) ve Somali uyruklu Amina Abas Jama (67) hayatını kaybetti. 12 hasta taburcu edilirken 2’si entübe halde 18 hastanın ise tedavisi sürüyor.

    Bilirkişiler Burdur Devlet Hastanesi’nde
    Sağlık Bakanlığı tarafından konu ile ilgili görevlendirilen bilirkişiler Cumhuriyet Savcıları ile birlikte saat 13.30 sıralarında hastaneye gelerek diyaliz bölümünde ve su arıtma cihazlarının olduğu bölümlerde incelemelerde bulundu. Olay gününden itibaren kapalı olan diyaliz bölümünde polis ekiplerinin nöbeti hala sürüyor. Ölümle sonuçlanan olay hakkında henüz kesin bir sonuç çıkmazken konuyla ilgili hazırlanacak rapor sonrasında olayın sebebi açıklanacak.

  • Ergenlikte çocuk ebeveyn çatışması

    Ergenlikte çocuk ebeveyn çatışması

    Ergenlik çağı, bireyin 10-19 yaşları arasında yaşadığı hızlı değişimlerin olduğu bir dönemdir. Bu değişimler, fiziksel, psikolojik ve sosyal açılardan yaşanır. Büyüme ve gelişme hamlesi, hormonal değişimler, kimlik arayışı, duygusal iniş çıkışlar gibi birçok farklı durum bu dönemde gözlemlenir. Ergenlik dönemi, ebeveynler için de zorlayıcı bir dönem olabilir. Çocukların değişen davranışlarına ayak uydurmak, onlarla iletişim kurmak ve gerekli sınırları koymak ebeveynler için önemli birer sınavdır. Sosyal medyada da gündem olan ebeveynlik ve ergenlik çağıyla ilgili Psikolojik Araştırma Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen önemli değerlendirmelerde bulundu. Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen ayrıca ebeveynlere bu süreçte yardımcı olacak tavsiyelerde bulundu.

    “Bu dönemde, fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel bir değişim şöleni yaşanır”

    Öncelikli olarak çocukların ergenlik çağına girmesi ile yaşayacak olduğu değişimlere ve problemlere değinen Prof. Dr. Şirvanlı Özen’e göre unutulmaması gereken şeyin bu dönemin gelip geçici bir süreç olduğu. Şirvanlı Özen, “Bu dönemde bir değişim şöleni yaşanır. Hormonlar coşar, bedenler uzar, duygular doruğa ulaşır. Yani değişim çok boyutludur, fiziksel, duygusal, sosyal ve bilişsel olarak büyük değişimler yaşanır” diyerek devam ettiği konuşmasına şunları ekledi:

    “Bedende değişimlerde, gençlerin vücutları büyük bir dönüşüm geçirir. Hızla uzayan boy, belirginleşen hatlar Ama bu büyüme sürecinde, sivilce, yağlanma gibi sıkıntılar da ortaya çıkar. Bir yanda bu değişimler, bir yanda da gençlerin kendi cinsel kimliklerini ve sağlıklarını keşfetme serüveni yaşanır. Duygusal değişimlerde de gençler duyguların dalgalı denizinde yüzüp dururlar. Aniden öfke, sonra hüzün, ardından sevinç… Bu duygu fırtınalarının altında hormonal dalgalar, kimlik arayışı ve ilişkilerin çetrefilli yolları yatar. Sosyal değişimlerde ise ergenlik çağı gençler için sosyal haritada büyük bir kıyamet gibidir. Arkadaş grupları her şeyden daha önemlidir, gençler kendi sosyal kimliklerini bulma yolunda adımlar atarlar. Grup baskısı, kabul edilme arzusu ve toplumun kurallarıyla baş etme yetenekleri bu dönemde şekillenir.”

    “Bu dönemde gençlerin zihinleri adeta birer hazine sandığı gibidir”

    Şirvanlı Özen, zihinsel değişimlerin de etkili olduğu bu süreçle ilgili ise, “Ergenlik dönemindeki gençlerin zihinleri adeta birer hazine sandığı gibidir. Soyut kavramları anlama becerileri gelişir, düşünsel kapasiteleri genişler. Yalnız bu büyüme sürecinde, risk alma eğilimi artabilir. Mantıklı kararlar verme becerileri gelişme yolunda ilerler” dedi.

    Ergenlik döneminde ebeveyn olmak: Yolculuğun karmaşıklığı ve anlayışın önemi

    “Ergenlik dönemi, ebeveynlik serüveninin en karmaşık ve zorlu aşamalarından biridir” diyerek süreci aileler için de değerlendiren Şirvanlı Özen, “Bebeklik ve çocukluk dönemlerinde edindiğimiz deneyimlerden sonra, ergenlikle birlikte karşımıza yeni ve belirgin zorluklar çıkar. Bu süreç, gençlerin ve ebeveynlerin hayatlarında büyük bir değişimi beraberinde getirir ve genellikle endişeyle karşılanır. Ancak, unutmayalım ki hepimiz aynı gemideyiz ve bu yolda birlikte ilerleyebiliriz” şeklinde konuştu.

    Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen son olarak ise ebeveynlerin, ergenlik çağındaki çocuklarıyla ilgili yaşadığı problemler karşısında nasıl yaklaşması gerektiği konusunda tavsiyelerini şu şekilde sıraladı:

    Duyguların dansı: Ergenlik, gençlerin duygusal iniş çıkışlarının sıkça yaşandığı bir dönemdir. Bir an neşeli olabilirlerken bir sonraki an hüzünlü veya sinirli olabilirler. Bu tür duygusal dalgalanmaların normal olduğunu bilmeliyiz. Ebeveynler olarak, gençlerin bu duygusal “roller coaster”ının bir parçası olduğunu kabul etmeli ve anlamaya çalışmalıyız.

    Sohbetin gücü: Evet, bazen ergenlerle iletişim kurmak zor olabilir. Ama samimi bir şekilde konuşmak, aramızdaki bağları güçlendirir. Birlikte gülmek, aradaki duvarları yıkar.

    Kuralların önemi: Herkesin belirli sınırlara ihtiyacı vardır, değil mi? Ergenler de aynı şekilde. Onlara sevgiyle ve net bir şekilde kuralları açıklamak, işleri daha kolay hale getirir.

    Değişim kaçınılmazdır: Evet, ergenler büyürken, biz de değişiriz. Ama değişim korkutucu değildir, hatta bazen eğlencelidir. Birlikte yeni şeyler denemek, aile bağlarımızı güçlendirir.

    Birlikte yolculuk: Unutmayalım, hepimiz aynı gemideyiz. Ergenlerle başa çıkmak zor olabilir, ama sabır, sevgi ve birlikte hareket etmekle her şeyin üstesinden gelebiliriz.

    “Sonuçta ergenlik dönemi, gençlerin hayatında büyük değişimlere işaret eden bir zaman dilimidir. Bu dönem hem gençler hem de ebeveynler için zorlu bir yolculuğu beraberinde getirir. Ancak, sabır, anlayış ve sevgiyle donanmış bir şekilde, bu dönemin getirdiği zorlukların üstesinden gelmek mümkündür. Birlikte, gençlerle sağlam ve derin bağlar kurarak, bu dönemi birlikte keyifli bir şekilde geçirebiliriz.”

  • Uzmanlardan kene uyarısı

    Uzmanlardan kene uyarısı

    Özellikle sıcak havalarda doğada sıklıkla karşılaşan keneler, insan sağlığı için ciddi tehdit oluşturabiliyor. Kenelerin neden olduğu hastalıklar zamanında teşhis ve tedavi edilmediğinde kalıcı sağlık sorunlarına, hatta ölüme bile sebep olabiliyor. Kocaeli Veteriner Hekimler Oda Başkanı Mehmet Bostancı, yaz aylarına girilmesiyle vatandaşları kenelere ve sebep oldukları hastalıklara karşı uyardı.

    “Keneler daha çok yüksek rakımlı ve nemin düşük olduğu bölgelerde görülür”

    Kenelerin, hayatlarını devam ettirebilmek için kan emmek zorunda kalan eklem bacaklılar olduğunu söyleyen Bostancı, “Keneler daha çok yüksek rakımlı (800 metre üzerinde) ve düşük nemin olduğu bölgelerde görülebilmektedir. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) virüsünü taşıyan keneler yüksek rakımda ve düşük neme sahip yerlerinde yaşarlar” dedi.

    “200’ün üzerinde hastalığın taşıyıcısı olabilirler”

    Kenelerin birçok hastalık yayabileceğine dikkat çeken Bostancı, “Kenelerin tüm dünyada 200’den fazla hastalığı naklettikleri bilinmektedir. Bunların başında ise Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı gelebilmektedir. Keneler emme esnasında tükürük yoluyla virüsü kana karışabilmektedir. Vatandaşlarımızın özellikle bu dönemlerde ilkbaharın sonu ve yaz aylarında popülasyonun yoğun olduğu dönemde meraya, piknik alanlarına ya da park ve bahçelere gittiklerinde açık renkli elbise giyinmeleri, çorapları paçalarına kadar çekmeleri, elbiselerine repellent uygulamaları ve aktivite sonrası tüm vücutlarını kene yönünden kontrol etmelilerdir” dedi.

    “Kopartmayın, ezmeyin”

    Kene tutunmasında yapılabilecek en önemli davranışın en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak olduğunu kaydeden Mehmet Bostancı, “Kene ile karşılaşıldığında vatandaşlarımızın en yakın sağlık kuruluşuna müracaat etmeleri gerekir. Keneyi hiçbir şekilde kendi imkanlarıyla çıkartmamaları, kopartmamaları ve ezmemeleri gerekir ki keneler hastalığı yaymasınlar” diye konuştu.
    Mehmet Bostancı, keneye karşı alınabilecek önlemler hakkında da bilgiler vererek, “Meraların sürülmesi, tarlaların biçilmesi, otların kurutulması ve sökülmesi gibi kene popülasyonunu önleyici fiziksel önlemlerin yanı sıra kimyasal mücadelede yapılmalıdır. En etkili yöntemlerden biri olarak bilinen hayvanların üzerinde veya çevresinde bulunan kenelerin akarasidler tarafından yok edilmesidir. Ancak geniş çaplı bir çevre mücadelesinin ekolojik dengeye zarar vereceği, insan da dahil birçok canlı türünün sağlığını olumsuz etkileyeceği unutulmamalıdır” ifadelerini kullandı.