Kategori: Sağlık

  • Sağlıkta yeni dönem başladı

    Sağlıkta yeni dönem başladı

  • Görme bozuklukları okul başarısını etkiliyor

    Görme bozuklukları okul başarısını etkiliyor

    Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Özgür İlhan, çocuklarda tedavi edilmeyen göz bozukluklarının okul başarısını olumsuz etkileyeceğine dikkat çekti. Op. Dr. İlhan, tedavi edilmeyen göz bozukluklarının oluşturabileceği sorunlara değinerek çocuklarda en sık görülen göz bozuklukları hakkında bilgilendirmede bulundu.

    “İlk 2 yıl içinde göz muayenesi önem taşıyor”

    Çocuklarda ortaya çıkan çoğu göz kusurunun erken tanı ve tedaviyle başarılı bir şekilde düzeltileceğini belirten Op. Dr. İlhan, “Göz bozukluklarının birçoğu erken dönemde ancak bir doktor tarafından belirlenebilir. Bu yüzden çocuğunuzda herhangi bir problem görmeseniz dahi, ailenizde görme bozukluğu ya da hastalığı varsa bir göz muayenesi yaptırmanız oldukça önem taşır. Özellikle çocuğunuzu ilk 2 yıl içinde göz muayenesini yaptırmanız, erken tanı ve tedavi için çok önemlidir. Görme bozuklukları tedavi edilmediği takdirde okul başarısını da olumsuz etkilemektedir. Sınıfta tahtayı görmekte zorlanan öğrencinin dersi anlama ihtimali de düşüş gösterebilir” diye konuştu.

    “Çocuklarda en sık görülen göz bozuklukları”

    Çocuklarda en sık görülen göz bozuklukları hakkında bilgi veren Op. Dr. İlhan, “Hipermetrop, miyop, astigmat, şaşılık ve göz tembelliği çocuklarda en sık görülen göz bozukluklarıdır. Hipermetrop, yakını görme kusurudur. Dört yaşına kadar olan tüm çocukların yüzde 20-25’unun gözlük gerektiren bir görme kusuru vardır. Bu görme kusurları, erken dönemde gözlükle tedavi edilmediğinde görmede azalmayla yol açabilir ve ilerde okul başarısını olumsuz etkileyebilir. Görme kusuru olan bebekler ve çocuklar görsel uyaranlara geç ya da zor cevap verebilir. TV’yi yakından izler, telefonu ve oyuncakları gözlerine çok yakın mesafede tutarlar” dedi.

    “Tahtayı görmekte zorlanmaları öğretmen tarafından fark edilir”

    Genellikle tahtayı görmekte zorlanan öğrenciyi öğretmeninin fark ettiğini belirten Op. Dr. İlhan, “Miyop, uzağı bulanık görme durumudur. Çoğunlukla anne ve babada da miyopi mevcuttur. Miyop çocuklar gözlerini çok kısarak bakar ve özellikle ilkokul ve ortaokul döneminde sınıfta tahtayı görmekte zorlanmaları öğretmenleri tarafından fark edilir. Haliyle okul başarıları da düşebilir. Astigmat ise gözün yatay ve dikey ekseninin kırıcılık farkından kaynaklanır. Görme bulanıktır. Bu çocuklar da gözlerini kısarak bakma eğilimindedir. Hipermetrop, miyop ve astigmat gözlükle düzeltilir” diye konuştu.

    “Şaşılık, gelişimsel ve psikolojik problemlere yol açabilir”

    Op. Dr. İlhan, şaşılık hakkında ise şunları söyledi: “Şaşılık, genellikle bir gözde ya da iki gözde meydana gelebilen, gözlerin hizalanmasında bozukluğun olduğu bir rahatsızlıktır. Çocuklarda görülen şaşılık problemi, görmeyle ilgili sorunlara dışında gelişimsel ve psikolojik problemlere de yol açabilir. Çocuk, arkadaşları ile iletişim kurmakta zorlanabilir ya da arkadaş çevresine girmek istemeyebilir. Bunun sonucunda okul başarısı etkilenebilir. Şaşılık, göz tembelliği ya da tıptaki ismi ile ambliyopiye de yol açabilir. Göz tembelliği, şaşı gözün kullanılmamasına bağlı olarak uygun kapama yapılmadığında kalıcı görme kaybı yapabilir. Erken tanı sayesinde başlanan bir göze kapama tedavisi görmeyi artırır. Şaşılık kapatma tedavisi haricinde tipine göre göre gözlük ya da ameliyat gerektirebilir.”

    “Erken dönemde teşhis önemli”

    Erken tanının önemine vurgu yapan İlhan, “Göz tembelliğinde çoğunlukla tek gözde daha az olarak da her iki gözde görme kaybı yaşanır. Erken dönemde yapılacak bir göz muayenesi ile göz tembelliği tanısı kolaylıkla konulabilir. Bu, erken tanı tembel gözün görmesinin artmasını sağlamada çok önem taşır. 12 yaşından önce sağlam gözün kapatılması şeklinde uygulanan kapama tedavisiyle görme keskinliği geri kazanılabilir” ifadelerini kullandı.

  • Türkiye, obezitede Avrupa’nın zirvesinde

    Türkiye, obezitede Avrupa’nın zirvesinde

    Manisa Şehir Hastanesi Obezite Merkezi danışanlarını sağlıklı hayatlarına kavuşturmaya devam ediyor. Türkiye’deki yetişkin her 3 kişiden birinin bir yandan obezite ile mücadele ettiği diğer yandan da obezitenin tetiklediği başta kalp hastalıkları olmak üzere; şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, inme, solunum yolu rahatsızlıkları, karaciğer yağlanması, eklem rahatsızlıkları, psikiyatrik hastalıklar ve hatta çeşitli kanserler için çok önemli bir risk faktörü olduğunu kaydeden Manisa Şehir Hastanesi İç Hastalıkları Hekimi Uzm. Dr. Emre Mandacı obeziteye dair bilgilendirmelerde bulundu.

    Yetişkin 3 kişiden biri obezite ile mücadele ediyor

    Obezitenin vücutta sağlığı bozacak derecede anormal derecede yağ birikmesi anlamına geldiğini anlatan Uzm. Dr. Mandacı, “Dünyada ve ülkemizde obezite sıklığı fast-food beslenmenin artmasıyla beraber son yıllarda hızla artmış bulunmaktadır. Avrupa’da obezitenin en yüksek oranda görüldüğü ülke ne yazık ki ülkemiz Türkiye’dir. Ülkemizde yetişkinlik çağına ulaşmış her üç kişiden birisi obezite problemi ile mücadele etmektedir. Obezite başta kalp hastalıkları olmak üzere; şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, inme, solunum yolu rahatsızlıkları, karaciğer yağlanması, eklem rahatsızlıkları, psikiyatrik hastalıklar ve hatta çeşitli kanserler için çok önemli bir risk faktörüdür. Dolayısıyla obezitenin önlenmesi bu hastalıklarında önlenmesi anlamına gelmektedir” dedi.

    Obezite tedavisinde 5 çeşit tedavi

    Obezite tedavisinde temel olarak beş çeşit tedavi uygulandığını ifade eden Uzm. Dr. Mandacı, “Bunlar, diyet tedavisi, egzersiz tedavisi, davranış değişikliği tedavisi, ilaç tedavileri ve son aşamada da cerrahi tedaviler uygulanabilmektedir. Hastanemiz obezite polikliniğine başvurmak isteyen hastalarımız dahiliye poliklinikleri içinde yer alan obezite polikliniğimize randevusuz bir şekilde başvurabilmektedir. Obezite polikliniğimize başvuran hastalarımızın öncelikle detaylı bir hikayesi alınmakta, fizik muayeneleri yapılmakta vücut kitle endeksleri hesaplanmakta ve gerekli kan idrar tetkikleri yapılmaktadır. Ardından yandaş hastalıklarının tespit edilmesi için kardiyoloji, fizik tedavi, genel cerrahi ve psikiyatri bölümlerine konsülte edilmektedir. Bu değerlendirmelerden sonra obezite gruplarımıza dahil edilen hastalarımıza eğitim seminerleri düzenlenip obezite hakkında bilinçlendirilmektedirler. Eğitim haftamızdan sonra hastalarımızın haftalık takipleri başlar. Hastalarımız bu süreçte haftalık olarak yüz yüze obezite hemşirelerimizle, diyetisyenimizle, fizyoterapistimizle, psikologluğumuzla yüz yüze görüşmeler gerçekleştirerek kilo takiplerine başlarlar. Eğer sizin de fazla kilolarınız ile başınız dertteyse istediğiniz zaman randevusuz bir şekilde obezite polikliniğimize başvurabilirsiniz” şeklinde konuştu.
    Manisa Şehir Hastanesi Obezite Merkezi sayesinde hızla kilo vermeye başlayan bir danışan, “Bu zamana kadar, 10 sen boyunca İstanbul, İzmir ve Ankara’da diyetisyen, akupunktur ve yaşam koçlarına gittim. Beynimde bitiremedim olayı Manisa Şehir Hastanesindeki Obezite Merkezindeki ekip sayesinde bitirdim ve bu hale geldim. Çok memnunum” dedi.

  • Duygusal açlık obeziteye yol açar

    Duygusal açlık obeziteye yol açar

    Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Taha Can Tuman, obezitenin altında yatan psikolojik nedenlere dikkat çekti. Doç. Dr. Tuman, obezitenin ülkemizde en hızlı büyüyen sağlık sorunlarının başında geldiğini belirterek, “Son yıllarda obezite oranlarında çok ciddi artış yaşanmaktadır. Obezite hipertansiyona, tip 2 diyabete, felç riskinde artışa ve uyku apnesi, safra kesesi hastalıklarına, kolesterol yüksekliğine neden olarak beden sağlığını da olumsuz etkiler. Obezite bedensel hastalıklara neden olmasının dışında depresyona ve başta sosyal anksiyete bozukluğu olmak üzere anksiyete bozukluklarına neden olur. Obezite hem ek bedensel hastalıklar hem de ek psikiyatrik sorunlar nedeniyle ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Beden kitle indeksi 25-30 arası aşırı kilolu, 30’un üstü ise obez olarak nitelendirilir. Obezite gelişiminde genetik, hormonal, sosyokültürel, psikolojik ve çevresel faktörlerin rolü bulunur” açıklamasında bulundu.

    Uyuşturucu madde gibi ödül merkezini uyarıyor

    Obeziteye neden olan psikolojik faktörleri sıralayan Doç. Dr. Tuman, şöyle devam etti:
    “Tıkınırcasına yeme, yemek yeme üzerinde denetim kaybı, stres, üzüntü, iç sıkıntısı, kaygı, endişe, mutsuzluk gibi duygusal sıkıntı dönemlerinde aşırı yeme ve gece yeme gibi faktörlerin olduğunu görüyoruz. Bunun dışında dürtüsellik, hazzı ve doyumu erteleme güçlüğü, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, atipik depresyon, anksiyete bozuklukları ve bipolar bozukluk obezite gelişimi ile ilişkilidir. Olumsuz duygularla baş edememe, stres, iç sıkıntısı, keyifsizlik, mutsuzluk gibi olumsuz duygularla baş etmek için aşırı yemeyi bir başa çıkma stratejisi olarak kullanma, yemek yiyince kendini daha iyi hissetme duygusal yemeye neden olarak obezite gelişimine neden olur. Stresli yaşam olayları, algılanan stres düzeyinin yüksek olması, duygu düzenleme güçlükleri olanlarda yani olumsuz duygularla baş etme güçlükleri olanlarda yemek yeme bir rahatlama aracı ve ödül olarak işlev görmekte. Yemek yemek, aynı bağımlılık yapan maddelerde olduğu gibi beyinde dopamini ve endojen opioidleri arttırarak ödül merkezini uyarır ve kişinin haz almasını sağlar. Yemek yemenin verdiği haz pozitif pekiştireç, yemek yiyerek stres, sıkıntı, kaygı ve mutsuzluk gibi olumsuz duygulardan kurtulmak ise negatif pekiştireç olarak aşırı yeme davranışının artarak sürmesine neden olur.”

    Tıkınırcasına yeme ve gece yeme bozukluklarına dikkat

    Doç. Dr. Taha Can Tuman, obezite hastalarında en sık görülen yeme bozukluğunun tıkınırcasına yemek olduğuna işaret ederek şu bilgileri verdi:
    “Tıkınırcasına yeme bozukluğu 2 saatten az bir sürede çoğu kişinin yiyebileceğinden daha çok miktarda gıda tüketilmesi ve bu sırada kişinin yemek yeme üzerinde kontrolü kaybetmesidir. Tıkınırcasına yeme dönemlerinde çok daha hızlı yeme, rahatsızlık verecek düzeyde tokluk hissedene kadar yeme, bedensel açlık duymuyorken aşırı miktarda yeme, çok yediğinden utandığı için tek başına yeme, yemek sonrası tiksinti hissetme ya da suçluluk duyma gibi belirtiler görülür. Bunun dışında obezitesi olanlarda bir diğer yeme bozukluğu olan gece yeme sendromu da sık görülür. Psikolojik faktörler obeziteye neden olduğu gibi obezite de psikolojik sorunlara yol açar. Obezite, beden imajından memnuniyetsizliğe, daha mutsuz olmaya, özgüvende ve özsaygıda azalmaya, yaşam kalitesinde düşmeye neden olur. Bu nedenle obeziteye sıklıkla depresyon eşlik eder. İkinci derece obeziteye sahip kişilerin normal kilolulara göre son bir yılda majör depresyon atağı geçirme riski 5 kat fazladır. Obezite depresyon ilişkisi kadınlarda daha güçlü görünür. Bu durum kadınlarda dış görünümün erkeklere göre benlik saygısını daha fazla etkilemesidir. Bir çalışmada kadınlarda obezitenin depresyonda yüzde 37’lik bir artışla ilişkili olduğu gösterildi. Obezite dış görünümü etkilediği ve bedeninden memnuniyetsizliğe neden olduğu için bu kişilerde sosyal anksiyete bozukluğu da sık görülür.”

    “Obezite cerrahisi tek başına yeterli olamayabilir”

    Psikolojik kaynaklı obezitede cerrahinin tek başına yeterli olmadığına değinen Doç. Dr. Tuman, “Psikolojik faktörlerin yani tıkınırcasına yeme, dürtüsel yeme, yeme üzerinde kontrol kaybı, gece yeme, duygusal yeme gibi problemli davranışların olduğu hastalarda obezite cerrahisi sonrası kişinin tekrar kilo aldığı veya eski kilosuna döndüğü görülür. Psikolojik kaynaklı obezitede cerrahi girişimler de tek başına etkili bir çözüm değildir. Obezite tedavisinde bilişsel davranışçı terapi etkilidir. Terapide sağlıksız beslenme alışkanlıklarının değişmesi hedeflenir. Yemek sıklığı ve porsiyon büyüklüğünü azaltma, sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinme ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişiklikleri hedeflenir. Bununla birlikte obezite, nedenleri ve neden olduğu bedensel ve psikiyatrik hastalıklar ile ilgili bilgilendirme, uyaran kontrolü, hedef belirleme, kendini izleme, yapılan davranışın ödüllendirilmesi gibi davranışçı yöntemler kullanılır. Kilo vermeyi engelleyecek işlevsiz düşüncelerin bilişsel olarak yeniden yapılandırılması, duygusal yemeleri azaltmak için kişinin duygu düzenleme, stres yönetimi ve sorun çözme becerilerinin arttırılması gibi yöntemler kullanılır” dedi.

  • Güneş kremi kullanımında uzman tavsiyeleri

    Güneş kremi kullanımında uzman tavsiyeleri

    Dermatoloji Uzm. Dr. Nermin Bahat güneşten korunma yöntemleri hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Uzm. Dr. Nermin Bahat, “Zararlı güneş ışınlarının en dik geldiği saatler olan 11.00 – 16.00 arasında dışarı çıkmayın” diyerek sözlerine şöyle devam etti:

    “Güneş koruyucu ürünleri seçerken cilt tipinize uygun olanları tercih edin. Yağlı, kuru veya hassas ciltler için özel ürünler bulunmaktadır. Güneşe çıkmadan en az 20 dakika önce güneş koruyucu uygulayın ve dikkatlice cildinize yedirin. Güneş koruyucuyu cildinize yeterli miktarda sürdüğünüzden emin olun. Açıkta kalan bölgelere özellikle dikkat edin. Kullanım süresi geçmiş veya güneşe uzun süre maruz kalmış güneş koruyucularını kullanmayın. Ürünleri ısıdan uzak ve kapalı ortamlarda saklayın. Güneşin zararlı ışınları bulutlardan da geçebilir, bu nedenle kapalı havalarda da koruyucu ürün kullanmayı ihmal etmeyin. Güneş koruyucu ürünlerin etkisi yaklaşık 2 saat sürer, bu nedenle dışarıda kaldığınız süre boyunca ürünü düzenli olarak tekrarlayın. Güneş ışınları gölgelere de sızabilir, bu nedenle gölgede bile koruyucu ürünü yenilemeyi unutmayın. Dudaklarınızı ve burun üstünü de SPF 50 güneş koruyucu ile koruyun ve düzenli olarak yenileyin. Koyu renkli ve sıkı dokumalı kıyafetler güneşten daha iyi koruma sağlar, bu nedenle tercihinizi buna göre yapın” dedi.

    Güneş kremi kullanmanın önemi

    Güneş kremini kullanmanın, cilt sağlığını korumada ve güneşin zararlı etkilerinden korunmada önemli adımlarından biri olduğunu belirten Bahat, “Güneş kremi düzenli olarak kullanmak, cilt kanseri riskini azaltmaya yardımcı olur. Uzun süreli güneşe maruz kalma cilt kanseri riskini artırabilir, ancak düzenli olarak güneş kremi kullanarak bu riski azaltabilirsiniz. Güneşin zararlı UV ışınları, cildin erken yaşlanmasına neden olabilir. Güneş kremi kullanmak, kırışıklıkların ve lekelerin oluşumunu engelleyerek cildinizin genç ve sağlıklı kalmasına yardımcı olur.
    Güneş kremi kullanmak, güneş yanıklarının oluşmasını engeller. Güneşe maruz kaldığınızda cildinizin yanmasını ve kızarmasını önlemek için düzenli olarak güneş kremi uygulanmak çok önemlidir” dedi.

    Güneş kremi seçerken nelere dikkat etmeliyiz

    Bahat son olarak da güneş kremi seçerken nelere dikkat etmek gerektiği ile ilgili bazı önemli noktaların altını çizdi: “Güneş koruyucunun SPF (Sun Protection Factor) değeri ne kadar yüksekse, cildinizin güneşten korunma süresi o kadar uzun olur. Genellikle SPF 30 ve üzeri olan güneş kremleri önerilir. Geniş spektrumlu güneş kremleri tercih edin; hem UVA hem de UVB ışınlarına karşı koruma sağlarlar. Bu, cildinizi güneş yanıkları, erken yaşlanma ve cilt kanseri gibi zararlı etkilerden korur. Cilt tipinize uygun güneş kremi seçmek önemlidir. Yağlı ciltler için hafif ve yağsız formüllü, kuru ciltler için ise nemlendirici özelliklere sahip güneş kremleri tercih edilebilir.”

  • Kilolu erkekler kısırlık riski altında

    Kilolu erkekler kısırlık riski altında

    Üroloji Uzmanı Prof. Dr. İsa Özbey, erkek kısırlığı hakkında açıklamalarda bulundu. Kısırlığın kısaca tanımını yapan Prof. Dr. Özbey, “Evli çiftlerin 1 yıl süre ile korunmasız ilişkiye rağmen çocuk sahibi olamamalarına kısırlık diyoruz. Kısırlığın 1/3’ünde erkek, 1/3’ünde kadın ve 1/3’ünde ise her iki eşte de problem vardır. Yani yaklaşık olarak kısırlığın yüzde 50’sinde erkekte problem vardır” dedi.

    “Kısırlık oranı giderek artıyor”

    Dünyada evli çiftlerin yaklaşık yüzde 15’inin kısırlık problemi ile mücadele ettiğini söyleyen Özbey, “Ne yazık ki bu oran giderek artmaktadır. Son yıllarda bu oran yüzde 35’e yaklaşmaktadır. Yapılan çalışmalarda erkeklerde sperm sayısının giderek azaldığı tespit edilmiştir. Sperm sayısının azalmasında çevre kirliliği, GDO’lu gıdaların tüketiminin artması, sigara, alkol, ilaç kullanımlarının artması gibi faktörler sorumlu tutulmaktadır” şeklinde konuştu.

    “Yüzde 50-60’ının nedenini öğrenebiliyoruz”

    Kısırlık tanısının nasıl konduğuna ve nedenlerine değinen Prof. Dr. Özbey, “Kısırlık nedeniyle başvuran erkek hastalarda ilk yapılması gereken test ‘spermiyogram’ testidir. Diğer ek testler spermiyogram adını verdiğimiz sperm tahlili sonuçlarına göre istenmelidir. Sperm sayısı 10 milyon/mL’nin altında ise hormon testleri, 5 milyon/mL’nin altında ise genetik testler istenmelidir. Bütün bilimsel ve teknolojik gelişmelere rağmen günümüzde erkek kısırlığının yalnızca yüzde 50-60’ının nedenini öğrenebiliyoruz. Geri kalan nedenleri bilmiyoruz ancak tahmin edebiliyoruz. Muhtemelen çevresel faktörler, beslenme alışkanlıkları, GDO’lu gıdalar ve genetik faktörler sorumludur” diye konuştu.

    “Tüp bebek yöntemi ile hastaların yüzde 65-70’i çocuk sahibi olabilmektedir”

    Tedavi seçeneklerini de anlatan Özbey, “Erkek kısırlığında karşılaştığımız hormonal nedenler ilaç ile tedavi edilirken, varikosel (testis torbası içerisinde yer alan damarların şişmesi) gibi hastalıklar ameliyat ile düzeltilebilmektedir. Varikoselin birçok tedavi yöntemi olmasına rağmen günümüzde en etkili tedavi yöntemi mikroskobik varikoselektomi cerrahisidir. Mikroskobik varikoselektomi ile hastaların yüzde 40-80’i normal yolla baba olabilmektedir. Sebebi açıklanamayan kısırlıkta; yaşam tarzı değişiklikleri, sağlıklı beslenme, antioksidan ilaçlar ve tüp bebek yöntemleri kullanılmaktadır. Tüp bebek yöntemi ile hastaların yüzde 65-70’i çocuk sahibi olabilmektedir. Kısırlığı olan erkeklerin yaklaşık olarak yüzde 10’unda menide hiç sperm bulunmaz. Bu hastalarda ‘mikro-TESE’ denilen ameliyat ile yüzde 65 oranında sperm bulunabilmektedir” ifadelerini kullandı.

    “Aşırı kilo neden olabilir”

    Yine önemli konulardan birisinin de bazı ilaçların kısırlık yapabilmesi olduğunu belirten Üroloji Uzmanı Prof. Dr. İsa Özbey, “Bu konuda da her hekim mutlaka çocuk beklentisini sorgulayıp sonrasında ilaç başlamalıdır. Aşırı kilo ve obezite çağımızın vebası olarak giderek artmakta ve kısırlığa sebep olabilmektedir. Erkeklik hormonu olan testosteron yağ dokusunda kadınlık hormonu ‘östradiol’e dönüşmekte ve kısırlığa yol açabilmektedir. Bu nedenle kilolu erkeklerde kilo verilmesi bir tedavi seçeneği olabilmektedir” dedi.

  • Doğum kontrolünde deri altı implantı

    Doğum kontrolünde deri altı implantı

    En etkili doğum kontrol yöntemlerinden biri olan deri altı implant (çubuğu) ile ilgili öncelikli olarak tanımlamada bulunan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Beyhan Badoğlu, “Gebeliği önlemede doğum kontrol hapları kadar etkili olan, ancak her gün hap alınmasına ihtiyaç duyulmayan konforlu bir doğum kontrol yöntemidir. Cilt altına yerleştirilen ve hormon içeren küçük, yumuşak, elastik çubuk, günlük olarak düzenli ve az miktarda hormon salınımı yaparak gebeliği önlemektedir” dedi.

    Cilt altı implantların, bilinen en etkili doğum kontrol yöntemlerinden biri olduğunu belirten Op. Dr. Beyhan Badoğlu, “Gebeliği önlemede yüzde 99’dan daha yüksek oranlarda etkilidir. Doğum kontrol hapları ile kıyaslandığında, etkinliği benzerdir ancak cilt altı implant ile her gün aynı saatlerde ilaç almaya ihtiyaç duyulmaması işlemi öne çıkartıcı bir konfordur” dedi.

    3 yıla kadar koruyor

    Deri altı çubukların 3 yıla kadar gebeliğe karşı koruyucu olduğunu söyleyen Op. Dr. Beyhan Badoğlu, “Ancak daha erken gebelik planlanırsa kolaylıkla çıkartılır ve gebelik elde edilir. Yani planlarınız değişirse hemen gebelik mümkündür. Deri altı çubuklar, üst kol iç yüzüne takılır. Genellikle aktif kullanılmayan el tarafı tercih edilir. Cilt altı implant, klinik şartlarında, ağrısız olarak kolaylıkla uygulanabilmektedir. Kol iç yüzü, çok ince bir iğne ile uyuşturulur ve özel cihazı ile implant cilt altına yerleştirilir. İstenildiği zaman aynı şekilde kolaylıkla çıkartılır” şeklinde konuştu.

    Emzirme döneminde de kullanılabiliyor

    Son olarak implantın emzirme döneminde de kullanılabildiğini söyleyen Badoğlu, “Deri altı implantlar emzirme döneminde güvenle takılabilir. Sütün miktarına veya kalitesine bir zararı yoktur. Doğum kontrol hapları, sütün kalitesini ve miktarını azalttığı için emzirme döneminde tercih edilmezler. Cilt altı implantlar ise emzirme döneminde en çok tercih edilen ve önerilen korunma yöntemlerinden biridir” diyerek sözlerini sonlandırdı.

  • Uzmanlardan hipertansiyon uyarısı

    Uzmanlardan hipertansiyon uyarısı

    Kardiyoloji Uzmanı Doktor Tülin Kurt Karaköse 17 Mayıs Dünya Hipertansiyon Günü dolayısıyla önemli açıklamalarda bulundu. Karaköse, “Hipertansiyon dünya genelinde erken ölümlerin başlıca nedenleri arasındadır ve ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Genellikle sessiz ve derinden ilerleyen bir hastalıktır. Çünkü birçok kişi belirtileri fark etmez veya semptomları hafif olduğu için ihmal eder. Yüksek kan basıncının belirtileri, genellikle ilerlemiş aşamalarda ortaya çıkar veya başka sağlık sorunları için tetkik yaparken tansiyon yüksekliği tespit edilir. Bu nedenle, birçok insan yıllarca hipertansiyonları olduğunun farkında olmadan yaşayabilir ki; Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya genelinde 10 kişiden yaklaşık 3’ünde görülen bir hastalıktır” dedi.

    “Kontrol altına alınmadığında ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir”

    “Hipertansiyon riskini arttıran durumlar arasında şişmanlık, stres, fiziksel aktivite eksikliği, aşırı tuz tüketimi, yaşlılık ve sağlıksız ve düzensiz beslenme sayılabilir” diyen Karaköse, “En önemli ve sık rastlanan belirtileri ise; baş dönmesi, baş ağrısı, göğüs ağrısı, nefes darlığı, burun kanamaları, düzensiz kalp atışları, çift ve bulanık görmedir. Bu durumun tehlikeli olmasının nedeni, yüksek kan basıncının kalp, damarlar, böbrekler ve diğer organlar üzerindeki zararlı etkileridir. Uzun süre kontrol altına alınmadığında hipertansiyon ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir, örneğin kalp krizi, inme, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği ve diğer komplikasyonlar gibi” şeklinde konuştu.

    “Yılda en az bir kez sağlık kontrolü önemli”

    Hipertansiyonun önlenmesi ve yönetilmesinin, sağlıklı bir yaşam tarzı benimsenmesi ve düzenli tansiyon kontrolü ile mümkün olacağını kaydeden Karaköse, “18 yaşından büyük yetişkinler için yılda en az bir kez sağlık kontrolü, kan basıncının ölçülmesi ve değerlendirilmesi önemlidir. Özellikle hipertansiyon tanısı almış bireyler için, kan basıncının düzenli olarak izlenmesi ve kontrol altında tutulması hayati önem taşır. Bu, hipertansiyonun etkilerini minimize etmek ve ilerlemesini önlemek için gereklidir. Hekim tarafından takip edilen bir tedavi planı, yaşam tarzı değişiklikleri, gerektiğinde ilaç tedavisini içerir. Bu tedavi planının etkinliğini değerlendirmek için düzenli kontroller önemlidir. Hem hipertansiyonun önlenmesi hem de yönetimi için, bireylerin sağlık profesyonelleri ile işbirliği içinde olması ve önerilen tedavi planına uyum göstermeleri önemlidir. Bu şekilde, hipertansiyonun muhtemel komplikasyonları önlenerek daha sağlıklı bir yaşam sürdürülebilir” dedi.

  • Kepçe kulak çocuklarda travma sebebi

    Kepçe kulak çocuklarda travma sebebi

    Kepçe kulak rahatsızlığı olan kişilerde özgüven eksikliğinin yanı sıra stres ve anksiyete varlığı gibi psikolojik etkileri oluşabildiğinin altını çizen Op. Dr. Onur Oğan, “Dikkat eksikliği ve hiperaktivite problemleri de yaşayan hastalarımız da var. Tüm bu durumların genel sonucu olarak; akademik başarısızlığın da eşlik ettiğini görebilmekteyiz. Bu gibi bulguların oluştuğu ve kepçe kulak problemi olan çocuklarda düzeltme ameliyatları 6-7 yaş civarında en erken yapılabilmektedir. Bu süre de yaklaşık olarak ilkokula başlama dönemine denk geldiğinden oluşabilecek psikolojik etkilerin önüne geçmek mümkündür. Ortalama 45 ila 60 dakika süren bir operasyonla bu problemi çözmek mümkün olabilmektedir” diye konuştu.

    “Erken bebeklik döneminde doğru müdahale fayda sağlayabilir”

    Kepçe kulak probleminin akran zorbalığına da bahane olabildiğine vurgu yapan Op. Dr. Oğan, bebek ve çocuklarda görülen kulaktaki şekil bozukluğunun aileleri de tedirgin ettiğini söyledi. Erken bebeklik döneminde bazı aparatlarla bu problemin azaltılabileceğini de ekledi. Bu dönemde uygunsuz yatış pozisyonunun, uygun olmayan şekilde kulağın sarılmasının problemin artmasına sebep olabileceğini belirtti.

    “Cerrahiye karar vermeden önce uzmanla görüşün”

    Kepçe kulak veya kulakta şekil bozukluğu doğumdan hemen sonra fark edilmişse konuyla ilgili bir sağlık profesyonelinin desteğiyle uygun aparatlar hazırlanıp kullanılmasının problemi azaltabileceğini ifade eden Op. Dr. Onur Oğan, şöyle devam etti:

    “Sorun erken çocukluk döneminde fark edildiyse, kulak gelişiminin belirli bir ölçüde tamamlanmasını beklemek doğru olacaktır. Kulak gelişiminin önemli ölçüde tamamlandığı yaş aynı zamanda ilköğretim çağının başladığı zamana yani 6 yaşa denk gelmektedir. Cerrahi düzeltme yapılacaksa, 6 yaş veya sonrası uygundur. Sorunun ortadan kaldırılması fiziksel problemin sebep olabileceği ruhsal ve sosyal problemlerin önüne geçebilmektedir. Bu tür bir cerrahiye karar vermeden önce, aile ve çocukların tüm seçenekleri plastik cerrahi uzmanıyla dikkatlice değerlendirmesi önerilir.”

  • Yılanlardan korunmanın en etkili yolu!

    Yılanlardan korunmanın en etkili yolu!

    Yılanlardan korunmak için yaşam alanının temizliğinin en önemli kısım olduğunu söyleyen Kayseri Veteriner Hekimler Odası Başkanı Akgün Ergül, “Yılanlar kış uykusundan uyandılar; doğanın, tabiatın da canlanması ile birlikte. Hem besin hem de üreme ihtiyaçlarını karşılamak için artık insanlarla iç içe olmaya başladılar. Hal böyle olunca da bağ evlerine giden, dere veya göl kenarlarında piknik alanlarına giden, yazlık evlerine giden insanlar artık yılanlarla da karşılaşmaya başladılar. Bunun büyük sebebi de artık o canlıların da besin bulma, gıdaya ulaşma ve aynı zamanda da üreme ihtiyaçları ile ilgili yaşamını devam ettirmeleri lazım. Burada dikkat edilecek hususlar da şöyle; aslında bizim ülkemizde 55-60 tür yılan bulunmakta ve bunların içerisinde zehirli yılanlarımız da var. Engerek türü dediğimiz yılanlar zehirlidir fakat bunların hepsine karşı da bizim antidotlarımız sağlık kuruluşlarımızda mevcuttur. Yılanlar genelde de aslında gece beslenen canlılardır. Fareler ya da diğer canlılarla beslenirler. Burada vatandaşlarımızın dikkat edeceği en önemli kısım bir kere bağ evlerine göçüldüğünde orada bir rutin temizliğin yapılması lazım kıştan yaza geçerken. Bahçelerimizde de özellikle evlerden uzak kısımlara suya ihtiyacı olduğu için canlıların su veya bir takım gıdaların bırakıldığında yılanların da evlere doğru gelişi biraz daha azaltılmış olacaktır. Bunun haricinde pencere ve kapılara sineklik gibi girişi önleyecek şekilde bir tedbir de alınabilir. Fakat tabi burada en önemli olan vatandaşlarımızın evlerindeki temizlik kısımlarına dikkat edip, besinle ilgili ihtiyaç duyulan kısımları da uzak noktalara bıraktıklarında ister istemez eve yakınlaşmasını, temasını kesmiş olacaklardır” dedi.

    Yılanlardan korunmanın en etkili yolu: Temizlik

    Ergül, ısırılma anında sakin kalarak zehrin vücuda yayılmasının azaltılacağını söyleyerek, “Bunun haricinde de piknik alanlarına gidildiğinde ister istemez orada çalılık gibi yerlerde ayakkabının haricinde özellikle çizme giyebilirler. Çünkü genelde sulak dere kenarlarında bulunan yataklar yılanların daha çok popülasyonu olan bölgelerdir. Bunlara dikkat etmeleri hem kendi sağlıkları açısından hem de oradaki doğal yaşam açısından da önem arz etmekte. Tüm bunlara rağmen ısırılma vakaları illaki oluyor. Burada önemli olan ısırılma vakalarında da tüm insanlar için en önemli kısım sakin kalmak. Bir de ister istemez sağlık kuruluşuna hemen müracaat edilecek ama ısırılan yılanın şeklinin eğer fotoğrafını çekebiliyorsak boyutunu, uzunluğunu veya renginin ne şekilde olduğunu tarif etmemiz lazım ki ona göre bir antidot yapılmış olsun. Eğer bizim ısırıldıktan sonra ulaşım imkanımız yok ise gölge bir yerde sakin kalmak lazım. Çünkü telaşla birlikte heyecanla da kalp atışlarımız hızlanmakta ve vücut adrenalin salgılamakta. Böylelikle kan vücutta daha hızlı dolaşmakta ve dolayısıyla da zehir vücuda daha hızlı yayılıyor. Fakat ne kadar sakin olursak, kan akışımız yavaşlayacağı için vücuda zehrin yayılması azalmış oluyor. Bu yüzden sağlık ekiplerinin gelmesini sakin bir şekilde beklemek lazım. Bunun dışında ulaşım imkanımız varsa en kısa sürede sağlık kuruluşuna gidip orada gerekli tarifleri yaptıktan sonra tedavi protokollerini hekimlerimiz uygulayacaktır” ifadelerini kullandı.