Kategori: Sağlık

  • Yaşlılıkta düzenli egzersizin önemi

    Yaşlılıkta düzenli egzersizin önemi

    Yapılan araştırmalar; düzenli egzersizin ileri yaştaki kişiler için çokönemli olduğunu ve giderek daha fazla yaşlı yetişkinin hareketsiz kalmak yerine, aktif bir yaşam tarzını tercih ettiğini gösteriyor.  Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Aziz Yıldırım, ileri yaştakilerin evde de birçok egzersizi yapabileceğini söyledi.

    Fiziksel olarak formda olan yaşlı yetişkinlerin birçok avantaja sahip olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Mustafa Aziz Yıldırım, “İleri yaşlarda yapılan egzersizler; daha uzun, daha sağlıklı ve daha neşeli bir yaşam sürmeye yardımcı olur. Düzenli olarak egzersiz yapan yaşlıların başkalarına bağımlı olma ihtimali daha düşüktür. Egzersiz, yaşlı yetişkinler için bağımsızlığı korumanın en iyi yollarından biridir” dedi.

    Düşme ihtimalini yüzde 23 azaltır

    Doç. Dr. Mustafa Aziz Yıldırım, egzersizin ileri yaşlarda kasları güçlü tutmak için gerekli olduğunu belirterek “Düşmek, yaşlı yetişkinler için gençlere göre çok daha büyük bir sorundur. Ulusal Yaşlanma Konseyi’ne göre her 11 saniyede bir, yaşlı bir yetişkin düşmeye bağlı yaralanma nedeniyle acil servise kaldırılıyor ve her 19 dakikada bir yaşlı bir kişi düşme nedeniyle hayatını kaybediyor. Egzersiz, kasları ve dengeyi geliştirir ve düşme ihtimalini %23 oranında azaltır” diye konuştu.

    Egzersiz yapanlarda Alzheimer ve demans riski yarı yarıya düşüyor

    “Hareketsiz olmak sizi yorar, aktif olmak ise size daha fazla enerji verir” diyen Doç. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti: “Herhangi bir egzersiz, ağrının hafifletilmesi ve refah duygusuyla bağlantılı temel nörotransmitterler olan endorfinlerin salınmasını teşvik eder. Endorfinler stres hormonlarıyla savaşır, sağlıklı uykuyu teşvik eder ve genel olarak daha canlı ve enerjik hissetmenizi sağlar. Egzersiz, kalp hastalığı, osteoporoz, depresyon ve diyabet yaşlı yetişkinler arasında yaygın görülen hastalıkları önlemeye ve savaşmaya yardımcı olur.Alzheimer Araştırma ve Önleme Vakfı’nın yaptığı bir araştırma;düzenli egzersizin Alzheimer veya demans gelişme riskini yaklaşık %50 azalttığını gösterdi.”

    Evin içinde de yürüyüş yapılabilir

    Önceki yaşlarda yapılan egzersizlerin ileri yaşlarda uygun olmayabileceğini veya egzersiz yapmanın yaşlılık döneminde göz korkutucu olabileceğini belirten Doç. Dr. Yıldırım, “Bir egzersiz programına başlamadan önce, egzersiz için yeterince sağlıklı olduğunuzdan emin olmak ve mevcut kondisyon seviyeniz için hangi egzersizlerin uygun olduğunu görmek için bir hekime danışmanız önemlidir” uyarısında bulundu.

    Doç. Dr. Mustafa Aziz Yıldırım evde yapılabilecek bazı basit egzersizleri şu şekilde sıraladı:

    Hafif ağırlık antrenmanları: Hafif ağırlık antrenmanı, yaşlıların kas kütlesi oluşturmasına ve kaslara aşırı stres uygulamadan kemik yoğunluğunu korumasına yardımcı olabilir. Yaşlılar omuz presleri ve kol kaldırma gibi egzersizler yapmak için 2 kiloluk ağırlıklar kullanabilirler. Ağırlıkları yoksa evin etrafındaki su şişeleri, yiyecek kutuları gibi nesneleri kullanabilirler.
    Aerobik egzersizler: Yaşlıların aerobik egzersizler yapmak için spor salonu üyeliğine ihtiyaçları yoktur. Kendi başına egzersiz yapmayı tercih eden yaşlı yetişkinler, atlama ve diz kaldırma gibi klasik aerobik hareketlerini 5 dakikalık aralıklarla yapabilirler. Aerobik egzersizler yaşlılar için çok önemlidir çünkü kalbin pompalanmasını sağlar ve kardiyovasküler sağlığı geliştirir.
    Squat (Çömelme): Squat bacakları güçlendirmenin en iyi yollarından biridir. Çünkü bu egzersiz vücudun alt kısmındaki kasları çalıştırır. Bu egzersizi gerçekleştirmek için yaşlılar ayak parmakları öne bakacak şekilde dik durarak başlamalıdır. Daha sonra dizlerini oturmaya yakın bir pozisyonda çömelinceye kadar bükmeli, ardından baldır ve ön bacak kas kütlesi kazanmak için bu egzersizi tekrarlamalılar. Yaşlılar dengeleme konusunda yardıma ihtiyaç duyarlarsa sandalyeye tutunabilirler. Güçlü bacaklar yaralanmalara neden olan kayma ve düşmeleri önleyebileceği için yaşlıların alt gövdeyi ihmal etmemesi önemlidir.

    Yürüyüş: Yaşlıların yürüyüşe çıkmak için evden çıkmalarına gerek yok. Adım ölçerlerini takabilirler, biraz müzik açabilirler ve evin içinde yürüyebilirler. Bu egzersizden en iyi şekilde yararlanmak için yaşlılar her adımda kollarını pompalamaya ve dizlerini kaldırmaya çalışmalıdır.

    Mekikler: Dizleri belli bir açıyla bükülmüş halde sırt üstü yatarak başlamalıdırlar. Daha sonra ellerini başlarının arkasına koymalı ve mide kaslarını çalıştırırken başlarını yavaşça yukarı kaldırmalıdırlar.

  • 84 yaşındaki hastanın ameliyatsız yöntemle kalp kapağı değişti

    84 yaşındaki hastanın ameliyatsız yöntemle kalp kapağı değişti

    Gaziantep’te yaşayan Abdulkadir Akın, aort kapağında darlık, kalp yetmezliği, nefes darlığı ve ayakta şişlik şikayetleriyle Gaziantep Şehir Hastanesi’ne başvurdu. Hastanın muayenesini gerçekleştiren Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Veysel Özgür Barış, Abdulkadir Akın’ın birden fazla sağlık sorunu olmasına rağmen ana problemin aort kapağındaki darlık olduğunu hastaya ifade etti. Aort kapağında darlık olan 84 yaşındaki Akın’ın TAVİ yöntemi ile kalp kapağının değiştirilmesi sayesinde açık kalp cerrahi gerekmeksizin kasık bölgesinden girilerek tedavi edildi. Hayati kalp sorunları olan hastanın kısa süre içerisinde tedavisi tamamlanarak taburcu olması sağlandı.

    Gaziantep Şehir Hastanesi kardiyoloji kliniğinde kalp adına önemli tedaviler yaptıklarını belirten Doç. Dr. Veysel Özgür Barış, “Gaziantep Şehir Hastanesi Kardiyoloji Kliniği olarak günlük 30 ve üzeri vatandaşa elektif Koroner Anjiyografi yapıyoruz. Yaklaşık 15- 20 hastamıza ise Akut koroner sendrom tedavisi yapıyoruz. Günlük 5 ila 6 hastamıza ise kompleks kardiyovasküler girişimler yapıyoruz. Yaptığımız bu işlemlerin başında kapak işlemleri, TAVI gibi kompleks işlemler, mitral balon gibi deneyim gerektiren işlemler onun dışında kalp deliği kapatmak gibi işlemleri hastanemizde rutin olarak yapıyoruz” dedi.

    “Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde en çok Gaziantep’te uygulanıyor”

    TAVI işleminin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde genellikle Gaziantep Şehir Hastanesinde uygulandığını aktaran Doç. Dr. Barış, “Güneydoğu Anadolu’da ve Gaziantep’te Sol Atriyal Apendiks kapatma işlemini yapan kardiyoloji kliniğiyiz. Devletimizin sağladığı hizmetler ve hastane yönetiminin sağladığı kolaylıklar sayesinde Gaziantep Şehir Hastanesi’nde yaptığımız bütün işlemler ücretsiz yapılmaktadır” ifadelerini kullandı.

    “Geçen hafta 30’uncu kalp kapağı değiştirme işlemimizi yaptık”

    Ameliyatsız yöntemle kalp kapağının değiştirilmesi işleminden bahseden Doç. Dr. Barış, uygulamada kullanılan cihazdaki teknolojik ilerlemeler sayesinde çok zor yapılan vakaları kolay şekilde yapabildiklerini ifade etti. Doç. Dr. Barış, “TAVI yani kalp kapağını değiştirilmesi dediğimiz işlemi hastanemizin bize sunduğu teknolojik cihazlarla bu işlemleri Güneydoğu Anadolu’da i en çok yapan hastaneyiz. Ayrıca bu bölgede bu tür vakalar gibi en zor vakaları da hastanemizde yapmaktayız. Hastanede kliniğimiz açıldığından bu yana her ay 4 ila 6 arası TAVI yani kalp kapağının değiştirilmesi vakası yaptık ve geçen hafta 30’uncu TAVI vakamızı yaptık” şeklinde konuştu.

    “Yürüyemeyen ve oturamayan hastamız sağlığına kavuştu”

    84 yaşındaki hastasını TAVI yöntemiyle sağlığına kavuşturduğunu söyleyen Doç. Dr. Barış, “Hastamızda ciddi bir aort darlığı ve aort yetmezliği mevcuttu. İşlem öncesi kalp yetmezliği ve kapak hastalığına bağlı olarak nefes darlığı, ayaklarında şişme mevcuttu, hastamızın ileri yaşta olması nedeniyle açık ameliyatı kaldırabilecek durumda olmadığı için kapalı yöntemle kasıktan girerek hastamızın kalp kapağını değiştirdik. Bu işleme TAVI ismi veriliyor. Ciddi yetmezlik ve darlık olan aort kapak bölgesine kasıktan girerek yeni kapağını yerleştirmiş olduk. Bu sayede hastamızda kalp yetmezliği semptomu geriledi. Öncesinde yürüyemeyen ve oturamayan hastamız şuan rahat rahat yürümeye başladı ve de ödemleri geriledi” dedi.

    “Kapalı yöntemle ameliyat oldum. Hiçbir sıkıntım yok”

    Kapalı yöntemle ameliyat olduğunu söyleyen 84 yaşındaki Abdulkadir Akın sağlığına kavuştuğunu belirterek, “Ayaklarımda şişlik vardı, nefes darlığım vardı. Şuan sağlığıma kavuştum, mutluyum. Kapalı yöntemle ameliyat oldum. Hiçbir sıkıntım yok” diye konuştu.

  • Hamilelere yüksek şeker uyarısı

    Hamilelere yüksek şeker uyarısı

    Günümüzde yaşam şartlarının değişmesi nedeniyle tüm toplumda obezite gidere artıyor. Anne adaylarında da yanlış beslenme ve hareketsizlikten dolayı obezite soruna yol açmaya başladı.

    Hamilelikte obezite şeker, tansiyon gibi ciddi hastalıkların ortaya çıkmasına yol açabiliyor. Öyle ki , 60 sene önce her 100 hamilenin sadece 1’nde şeker tespit edilirken, günümüzde her 100 hamilenin 10’unda şeker ortaya çıkıyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof.Dr. Faruk Buyru, hamilelerin şeker hastalığı ile karşılaşma riskinin her geçen gün arttığına dikkat çekti.

    “Hamilelikte yüksek şeker bebekte ani ölüm nedeni”

    Hamilelikte yüksek şekerin bir çok riski beraberinde getirdiğini vurgulayan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof.Dr. Faruk Buyru, “Bundan 60 yıl kadar önce gebeliğe bağlı şeker hastalığı yüzde 1 oranında görülürken, yani her yüz gebeden birinde şeker hastalığına rastlanırken, bugün her 100 gebeden 10’nda yüksek şekerle karşı karşıya kalıyoruz. Hamilelikte yüksek şeker bebekte ani ölüm nedeni. Bu durum hem anne adayı, hem bebek açısından ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Özellikle yüksek şeker seviyeleri kontrol altına alınmazsa bebeğin kalbini etkiliyor ve ani bebek ölümü dahil bir takım problemlere yol açabiliyor. İri bebek nedeniyle doğum esnasında bebeğin omzunun takılması, doğum travmalarının daha fazla olması, sezaryen riskinin fazla olması, doğumdan sonra bebeğin şekerinin ani düşüşü ve yoğun bakım ihtiyacının fazla olması gibi problemler ortaya çıkabiliyor” diye konuştu.

    Hamilelikte şekerin ortaya çıkarılması için şeker yükleme testinin yaptırılması gerektiğini kaydeden Prof.Dr. Faruk Buyru, “Hamilelikte şeker yükleme testi şart. Tüm anne adaylarına 24-28 hafta arasında şeker yükleme testlerinin yapılmasını öneriyoruz. Test aç karnına 50 veya 75 gram glikozlu bir içecek verip , bir ya da iki saat sonra anne adayının kan şekerine bakılıyor. Eğer şeker yüksek bulunursa anne adayı gebeliğe bağlı şeker açısından risk altında olduğu anlamına geliyor. Şeker yükleme testi yüksek olan anne adaylarının yüzde 80’inde diyet ve egzersiz ile şekeri kontrol altına almak mümkün. Diyet ve egzersize rağmen şeker yine yüksek seyrediyorsa o zaman bir takım ilaçlarla gebeliğe bağlı şekerin anneye ve bebeğe zarar vermesini önlemek mümkün olacaktır. Bu durumda insülin ya da benzer ilaçlar kullanıp annenin şekerini kontrol altına almak gerekir. Eğer annenin ailesinde şeker hastalığı varsa, gebelik öncesi kilosu yüksekse ve gebelikte fazla kilo aldıysa ya da bebek ultrasonografide büyük, suyu fazla ise bu belki daha erken yükleme ya da şeker kontrolünü gerekebilir. Bu durumda 24 haftadan önce de şeker testi yapılabilir. Anormal ise bu haftadan itibaren önlem alınır. Eğer normal ise yine 24-28 haftası arasında testi tekrarlamak gerekir” dedi.

    “Hiçbir test şeker yükleme testinin yerini tutmaz”

    Şeker yükleme testinin yan etkisi olmadığını ve testten kaçınmamak gerektiğini ifade eden Prof.Dr. Buyru, “ Tabii ki bütün anne adaylarında açlık, tokluk kan şekerine, gebelik öncesinde veya gebelik ortaya çıktıktan sonra 3 aylık şeker ortalamasına bakılabilir. Ama bunlar hiçbiri şeker yükleme testinin yerini tutmaz. Bunun yapılması gerektiğini, yapılmadığında olabilecek riskleri anne adayına anlattığınız takdirde çoğu anne adayı yaptırıyor. Ama maalesef bazen sosyal medyada yer alan bir takım olumsuz, gerçek olmayan bilgilerle, haberlerle yaptırmak istemeyen anne adayları da oluyor. Bunların da mutlaka açlık tokluk kan şekerlerini izlemeleri, en azından bir süre şeker açısından bir problem olup olmadığını ortaya koymak gerekir. Bugün yurt dışında doğuma gittiğinizde örneğin Amerika’da doğum yapan anne adayları eğer şeker yükleme testi yapılmadan gittiyse, mutlaka doğum öncesinde gebelik haftası ne olursa olsun orada yaptırmasını istiyorlar” dedi.

  • Hareketsiz yaşam, baş dönmesini tetikliyor

    Hareketsiz yaşam, baş dönmesini tetikliyor

    Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Ali Çekiç, kulakla ilgili baş dönmeleri hakkında açıklamalarda bulundu. Toplumun yüzde 5 ila 10’da görülen baş dönmesine (vertigo) en sık kulakla ilgili sorunların neden olduğuna değinen Çekiç, “En sık karşılaştığımız sebepler; iç kulak kristallerinin yerinden oynaması olarak tanımlanabilen pozisyonel vertigo, denge sinirinin iltihaplanması sonucu ortaya çıkan vestibüler nörit ve iç kulak sıvı basıncının artması şeklinde nitelenen meniere hastalığıdır” diye konuştu.

    “Pozisyonel vertigo baş dönmesi yapar”

    Vertigo hastalığı hakkında bilgi veren Çekiç, “Kristal oynaması diye nitelendirdiğimiz pozisyonel vertigoda iç kulaktaki denge merkezinden kristal şeklinde mikroskopik düzeydeki parçacıklar, yine iç kulakta yer alan yarım daire kanallarına kaçak yapar. Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte, kafa travmaları, stres, hareketsiz yaşam tarzı ve rakım değişiklikleri bu hastalığı tetiklemektedir. Genellikle ataklar halinde belli pozisyonlarda şiddetli baş dönmesi, bulantı ve kusmalarla seyreder. Çeşitli pozisyonel testlerle tespiti kolay yapılabilir. Çeşitli manevra teknikleriyle de tedavisi kolaydır” dedi.
    Hastalığın en sık karşılaşılan ikinci sebebinin ise bir üst solunum yolu enfeksiyonu sonucu denge merkezindeki sinirlerin iltihaplanması sonucu ortaya çıkan vestibüler nörit olduğunun altını çizen Çekiç, “Hastalık zamanla kendiliğinden geçse de hastanın günlük yaşantısında yaşayacağı denge bozukluklarının rehabilitasyonu önem taşımaktadır” şeklinde konuştu.

    “Meniere hastalığı”

    Meniere hastalığının da baş dönmesine neden olabileceğine işaret eden Çekiç, “İç kulakta endolenf denilen sıvıda anormal artış ve sıvının emilmesinde problem nedeniyle iç kulak kapsülündeki şişme sonucu oluşan meniere hastalığı da ciddi bir baş dönmesi nedenidir. Baş dönmesinin yanı sıra atak sırasında oluşan işitme kaybı, çınlama ve kulakta dolgunluk hissi eşlik eden diğer belirtilerdir. En önemli sorunlardan birisi atak sonrasında işitmenin kısmen düzelmesi ancak her atak sonrası kalıcı işitme kayıpları oluşmasıdır. Labirentit akustik nörinom gibi daha birçok kulakla ilgili daha seyrek görülen baş dönmesi sebepleri de vardır. Hastalık daha çok 40 yaş üzeri kadın hastalarda daha sık görülmektedir” dedi.

    “Düzenli uyku önemli”

    Op. Dr. Çekiç, medikal ve cerrahi tedaviler, rehabilitasyonlar ve manevralarla baş dönmesi hastalıklarının genellikle düzelebileceğini söyledi. Çekiç, dikkat edilmesi gereken unsurları ise, “Düzenli uyku ve stresten uzak durma, günlük düzenli yürüyüş yapmak, aşırı yağlı, tuzlu veya işlenmiş gıdalardan uzak durmak, kahve tüketimini azaltmak, erken dönemde rakım değişikliğine yol açan yolculuklardan kaçınmak, ani pozisyon değişikliği gerektiren ağır sportif egzersizler yapmamak, vestibüler yani denge merkezinin daha çabuk adapte olmasını sağlayacak bazı egzersizleri yapmak” olarak sıraladı.

  • Ucuz güneş gözlüğü kör edebilir!

    Ucuz güneş gözlüğü kör edebilir!

    Yaz aylarının yaklaşmasıyla beraber güneş ışınları da etkisinin hissedildiğini belirten Göz Hastalıkları ve Sağlığı Uzmanı Op. Dr. Ömer Faruk Tabar, “Güneşten korunma ihtiyacının arttığı bu dönemde, güneş gözlüğü seçimi büyük önem kazanıyor. Uzmanlar, kalitesiz gözlüklerinin zararlarına dikkat çekiyor. Hangi tür malzemeden yapıldığı ve içinde ne tür kimyasal maddelerin bulunduğu bilinmeyen sahte güneş gözlüklerinin göz sağlığına kalıcı zararlar verebiliyor. Katarakt, genelde 60’lı yaşlardan sonra ortaya çıkarken, güneş gözlüğü kullanmayanlarda 40’lı yaşlarda katarakt oluşabiliyor” uyarısında bulundu.

    Ucuza alınan, kalitesiz cam veya plastikten yapılmış gözlüklerin kesinlikle kullanılmaması uyarısında bulunan Op. Dr. Ömer Faruk Tabar, daha çok estetik amaçlı, çeşitli renklerde ve büyüklükte üretilen gözlüklerin seçiminde öncelikle göz sağlığının düşünülmesi gerektiğini kaydetti. Uygun güneş gözlüğü seçilmemesinin uzun dönemde ciddi problemlere yol açtığını belirten Op. Dr. Faruk Tabar, “Ozon tabakasının delinmesi sonucunda, zararlı olduğu bilinen ultraviyole ışınlarının göze olumsuz etkilerinden korunmak için gözlük kullanmak gerekiyor. Koyu renkli camlar, gözbebeğimizin büyümesine sebep olur. Ultraviyole ışınlarını kesmezse, göze daha çok zarar verir” dedi.

    Güneş gözlüğü kullanma alışkanlığı edinmeyen pek çok kişinin katarakt olma ihtimaliyle karşı karşıya olduğuna dikkat çeken Op. Dr. Tabar, “Katarakt oluşumunda önemli bir etkene sahip güneş ışınları, 60-70 yaşında ortaya çıkan kataraktın, güneş gözlüğü kullanmayanlarda 40’lı yaşlarda oluşmasına neden olabiliyor. Özellikle uzun süre güneş ışığına maruz kalanların güneş gözlüğü kullanmayı ihmal etmemesi gerekiyor. Güneş gözlüklerini göz sağlığımızı koruyucu bir sağlık aracı olarak kullanmamız gerekiyor” diye konuştu.

  • Anne sütünün faydaları

    Anne sütünün faydaları

    Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekim Yardımcısı ve Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Şükriye Özde, sağlıklı bebek yetiştirmede anne sütünün önemi hakkında dikkat çekici bilgiler paylaştı.

    Sağlıklı bir bebek yetiştirmek için anne sütünün önemini vurgulayarak sözlerine başlayan Şükriye Özde, “Bütün bebekler ve çocuklar sağlıklı olmak, sağlığını korumak için yeterince beslenme hakkına sahiptir. Emzirme ise; bebeklere ve çocuklara bu hakkı sağlayan en ideal yöntemdir. Sağlıklı bir büyümeye giden yolda atılması gereken ilk adım anne sütü ile emzirmenin korunması, desteklenmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Her annenin sütü bebeğine özeldir. Doğumdan sonra ilk yarım saatte, anne ile ten tene teması sağlayıp emzirmeliyiz. Yeni doğan bir bebeğin ilk ihtiyacı annesinin kokusu, sıcaklığı ve onun sütüdür. Ne kadar erken emzirmeye başlarsak anne bebek bağı o kadar çabuk oluşacak ve anne sütünden bebek bolca faydalanacaktır. Doğumdan sonra ilk gelen kolostrum dediğimiz anne sütü, bebeğin aynı zamanda ilk aşısı olduğu için çok önemlidir. Anne sütü ilk 6 ay bebeğin tüm ihtiyaçları karşılar ve büyümesi için tek başına yeterlidir, taze ve ekonomik bir besindir” dedi.

    Anne sütünün faydaları
    Bebek emzirmenin anne ve bebek için faydaları hakkında da bilgi veren Özde, “Anne sütünün bebeğe faydalarını sayacak olursak; her zaman sterildir, ısı derecesi idealdir, hidrasyon için gerekli suyu sağlar, besin değerleri bebeğin ihtiyaçlarına uygundur, koruyucu etmenleri içerir, hormonlar ve büyüme faktörleriyle bebeğin sağlıkla büyümesini destekler. Anne sütü alan bebekte solunum ve sindirim sistemi enfeksiyonları daha az görülür, orta kulak iltihabı riskini azaltır. Sağlıklı çene ve diş gelişimini destekler. Tip I,2 diyabetes mellitus, çöliak, obezite gibi kronik hastalıkların riskini azaltır. Astım, atopik dermatit gibi alerjik hastalıklara karşı koruyucudur. Ruhsal, bedensel ve zeka gelişimine yardımcı olur. Anne-bebek arasındaki bağın sağlıklı oluşmasını sağlayarak bebeklerin huzurlu ve mutlu olmasını sağlar. Anne için faydaları ise; her zaman ucuz, hazır ve zahmetsizdir. Anne ve bebek arasındaki duygusal bağ güçlenir, yeni bir gebeliği önlemede etkilidir. Annenin; meme kanseri, over kanseri riskini azaltır. Osteoporoz ve anemiden korur” diyerek emzirmenin sağlıklı bir bebek yetiştirmenin yanında annenin sağlığını korumada da ne kadar önemli olduğunu vurguladı.

    Bebekler her istediğinde emzirilmelidir
    Bebeklerin her istediğinde mutlaka emzirilmesi gerektiğinin ve akıllardan çıkarılmamasının altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Özde, “İlk ay bebek emzirme sıklığı en yüksek olan aydır. 2. ve 3. aylarda bebek emmeyi öğrenir ve midesi ilk aya göre büyür. Bu nedenle bebek emzirme sıklığı değişir. Bebek, bir defada daha çok süt aldığı için daha uzun süre acıkmadan uyuyabilir. Emzirme aralıkları uzar. 6 aydan sonra ek gıdalar sayesinde süre sıklığı yine değişmeye devam eder. Yeni doğan bebekler için emzirme sıklığı kişiden kişiye farklılık gösterse de gün içerisinde ortalama 2 saatte bir emzirilmesi gerekir. Normal şartlarda bir bebek tek bir memede 15-20 dakika kalmalıdır. Eğer bebek hala emmek istiyorsa diğer memeyle emzirilmeye devam edilmelidir. İlk aydan sonra bebekler güçlü bir şekilde emmeyi öğrenir. Bebek emzirme saatleri eğer bebeğin gelişimi ideal şekilde ilerliyorsa uzamaya başlar. Örneğin 2 aylık bebek emzirme sıklığı geceleri eğer kendi uyanmıyorsa 4 saat kadar beklenilebilir. Bebek emzirme sıklığı 3 ayın sonunda uzamaya başlar. Altı aydan sonra başlanılan ek gıdalar sayesinde günde 4-5 kez emzirilmeye kadar düşer” ifadelerini kullandı.

    Bebeğin acıktığını ve doyduğunu gösteren belirtiler
    Bebeğin emmek istediğini anlatan birtakım işaretleri olduğunu söyleyen Özde bunları; “Bebek elini ağzına götürüyor ve parmaklarını emmeye çalışıyorsa, ağzını açarak dilini dışarı çıkarıyorsa, kucağa alındığında kafasıyla meme arıyorsa bu bebeğin emmek istediğine işarettir” şeklinde sıraladı.
    Başarılı emzirmenin anneye ve bebeğe ait belirtilerinin olduğunu vurgulayan Dr. Özde, anneye ait belirtilerini; “Emzirme önce ve sonrasında memede dolgunluk, bebek emerken diğer memeden süt akması, memelerde iğneler batma hissinin varlığı, doğum sonrası ilk günlerde emzirme sonrası rahimde kasılmaların hissedilmesi, meme başında ağrı olması” şeklinde sıralarken, bebeğe ait belirtilerinde ise; beslenme yeterliliğinin en önemli göstergesinin haftalık tartı alımı olduğunu vurgulayarak, ilk 6 ayda 150-250 gr/ hafta tartı alımının ideal olduğunu söyledi. Ayrıca günlük en az 5-6 defa idrar çıkışı ve bir defa da kaka yapıyor olmasının bebeğin yeterli beslendiğinin işaretlerinden olduğunu sözlerine ekledi.

    Daha huzurlu olurlar
    Anne sütü alan bebeklerin sindirim sistemi yakınmalarının mama alanlara göre kesinlikle daha az olduğunun altını çizen Dr. Şükriye Özde, anne sütü alan bebeklerin daha huzurlu bebekler olduğunu vurguladı.
    Birçok annenin, sütünün yetersiz olduğunu düşünerek ek besine ya da mamaya başladığını söyleyen Özde, “Her anne iki bebek büyütecek süt üretme kapasitesine sahiptir. Bazen bebekler yeterince süt almazlar ancak; bunun genellikle nedeni bebeklerin yeterli veya etkin emmemesidir. Bu süreçte anneleri; anne sütünün artması için; yorgunluğunu, uykusuzluğunu paylaşıp destekleyerek endişe ve stresini azaltmak anneye ve bebeğe vereceğimiz en kıymetli hediyedir. Anne sütünü arttırmak için; bebeği her istediği zaman istediği kadar emzirmek de çok etkilidir. Anne sütü ne kadar talep olursa o kadar çok olacaktır. O nedenle sütünüzü arttırmak için özellikle ilk on gün boyunca saate bakmaksızın bol bol emzirin. Emzirmek anneler için anne ile bebek arasında bağı güçlendirir ve anne için doğal sakinleştiricidir” dedi.

    Emzirme destek sistemi nedir
    Emzirme destek sistemi hakkında da bilgi veren Özde, “Anne ya da bebek kaynaklı bazı sağlık sorunları nedeniyle yeterli emzirme mümkün olmadığı durumlarda, anne sütü eksikliği ya da yokluğu gibi durumlarda gelişimlerini sürdürebilmeleri için çocuk doktorunuza danışarak bebeklere beslenme desteği verilmesi gerekebilir. Ebeveynler; sağılmış anne sütü, devam sütü gibi beslenme desteklerini kimi zaman biberon, fincan ya da kaşıkla verirler. Aslında bebeğin olumlu beslenme alışkanlıkları geliştirmesine ve anne ile bağ kurmasına yardımcı olan başka bir yöntem vardır: Emzirme destek sistemi (EDS). Emzirme destek sistemi, beslenme takviyesi verilmesi gereken bir bebeğin hem memeden emip hem de ihtiyaç duyduğu gıdaları almasına yardımcı olan bir araçtır. Bu emzirmeyi destekleyici sistemde; bir tüpün ucu, meme başına sabitlenerek memeyi kavrayan bebeğin ağzına doğru sokulur. Tüpün ucu, bebeğin ağzına memenin ucu kadar yerleştirilmelidir. Tüpün diğer ucunda ise sağılmış anne sütünün bulunduğu biberon benzeri bir hazne bulunur” şeklinde konuştu.

    “Hastanemiz anne ve bebek dostu hastanedir”
    Bebekler için anne sütünün önemini tekrar vurgulayarak sözlerine devam eden Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekim Yardımcısı ve Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Şükriye Özde, “Anneler bebeklerini anne sütü ile besleyerek bebeklerinin üzerine en iyi yatırımı yapmış olurlar ve yarınlarını garanti altına alırlar. Anne sütü; Yaratandan yaratılana en güzel hediyedir. Bu nedenle anne sütü her bebeğin en doğal hakkıdır. Sağlıklı nesiller için anne sütünün öneminin farkındayız. Hastanemiz; Anne ve Bebek Dostu Hastanedir” diyerek sözlerini sonlandırdı.

  • Geri ödeme listesine eklenen ilaçlar:

    Geri ödeme listesine eklenen ilaçlar:

    SGK tarafından bedeli ödenen ilaçlar listesine akıllı ilaç olarak da bilinen 8’i yenilikçi kanser ilacı ve 10’u yerli toplam 47 ilaç daha alındı. Geri ödeme listesine alınan ilaçlar arasında 21 adet alerji aşısı, 2 adet büyüme hormonu, 3 adet dirençli uyuz ilacı, 3 adet atopik dermatit ilacı, 2 adet diyabet ilacı ve 3 adet psikoleptik/antidepresan ilacı yer alırken, ödeme alanları genişletilen 12 adet kanser ilacı da yeni tedavi seçenekleri olarak hastaların erişimine sunuldu.

    Böylelikle hastaların meme kanseri, mesane kanseri, prostat kanseri, akciğer kanseri, Dirençli Akut Myeloid Lösemi (AML), Kronik Lenfositik Lösemi (KLL), Multiple Myelom (MM) tedavilerinde kullanılan yenilikçi ilaçlara erişimi sağlanmış oldu.

  • Orta yaşta göz tansiyonuna dikkat

    Orta yaşta göz tansiyonuna dikkat

    Göz tansiyonunun sinsi, belirti vermeden ilerleyen ve geri dönüşü olmayan kalıcı körlüğe neden olan bir hastalık olduğunu kaydeden Özkırış; hastalığın erken dönemde yakalandığı zaman ilaç veya cerrahi tedavi yöntemleri ile etkili tedavi edilebildiğini belirterek; “Son çıkan ilaçlar hastalığın ilerlemesinin önüne geçebiliyor ve yüz güldürücü sonuçlar alınabiliyor. Glokomun kalıcı görme kayıplarına neden olmaması için yılda bir kez göz muayenesi yaptırılması büyük önem taşıyor. Hastalığın ilk belirtileri 40 yaş üzeri bireylerde görülür. Ortaya çıkma riski, ileri yaş hastalarda daha fazladır. En önemli risk faktörü, ailede glokom öyküsünün bulunmasıdır. Bunun dışında diyabet ve tansiyon hastalarında glokoma yakalanma riski fazladır. Ailesinde glokom hastası olanlar 6 ayda bir göz muayenesi yaptırmalıdır” dedi.

    Göz Hastalıkları Uzmanı ve Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Abdullah Özkırış; “40 yaşından sonra yılda bir kez rutin göz kontrolü yaptırılması önemlidir. Aile öyküsünde glokom gibi ciddi göz hastalığı olan kişiler ise 6 ayda bir göz muayenesi yaptırmalıdır. Glokom göz tansiyonu olarak bilinse de, sadece göz tansiyonun ölçülmesi tanı için yeterli olmamaktadır. Çünkü göz tansiyonun yüksek olmadığı glokom türleri de vardır. Göz arkası görme sinirindeki çukurluk ve incelme oranlarına dikkatli bakmak gerekir. Muayenede göz tansiyonu yüksek ölçüldüğünde gözün kornea denilen saydam tabakasının kalınlığına bakmak gerekir. Tanı için ayrıca periferik görme alanında daralmayı değerlendirmek için bilgisayarlı bir görme alanı testi ve OCT cihazı ile görme siniri analizi yapmak gerekmektedir. Mevcut tedaviler ile hastalığın ilerlemesi durdurulabiliyor. Glokomda, göz tansiyonun değerinin çok üst sınırlarda olmadığı durumlarda öncelikle ilaç tedavisine başvurulmaktadır. Bu ilaçlarla göz tansiyonu normal sınırlara çekilmeye çalışılır. İlaç tedavisi sırasında hasta belli aralıklarla takip edilmektedir. Göz tansiyonun ilaç tedavisine rağmen düşmediği durumlarda ise cerrahi yöntemlere başvurulabilmektedir. Glokomun ilaçlı ya da cerrahi tüm tedavilerinde amacın, gözün mevcut durumunu korumak olduğu unutulmamalıdır. Hastalığın neden olduğu görme kayıplarının geri dönüşü olmadığı aklıda tutularak rutin göz muayeneleri asla ihmal edilmemelidir” ifadelerini kullandı.

  • Çölyak hastalığı farkındalık haftası

    Çölyak hastalığı farkındalık haftası

    Dr. Güner, Çölyak hastalığının, genetik yatkınlığı olan bireylerde buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan gluten isimli proteine maruz kalma sonucu gelişen, kronik, immün aracılı bir ince bağırsak enteropatisi olduğunu ifade etti.

    Dünya çapında gün ve haftalar ile farkındalık çalışmalarıyla konuya dikkat çekildiğini hatırlatan Güner, “Çölyak hastalığı temelde ince bağırsağı etkilese de, klinik özellik yelpazesi hem intestinal hem de ekstraintestinal semptomlar ile çok geniştir. Her yaş grubunda, her ırkta ve her iki cinste de görülebilir. Çölyak hastalığında etkin olduğu bilinen tek tedavi, glutenin ömür boyu diyetten çıkarılmasıdır. Glutensiz diyet uygulanmasındaki amaç, hastalığın var olan semptomlarını kontrol altına almak, hastaların yaşam kalitelerini arttırmak ve hastalıkları ile ilgili komplikasyonların oluşmasını önlemektir. Özellikle çölyak hastalığında erken tanı çocuklarda büyümenin yakalanmasında, uzun dönem komplikasyonlarının önlenmesinde önemlidir. Hastaların çoğunda, diyet tedavisine tam uyum sağlamalarının ardından klinik bulgularının tamamen düzeldiği, serolojinin normale döndüğü gözlenmektedir. Çölyak hastalığı toplumun yaklaşık yüzde 1- yüzde 0.03 etkilemektedir. Hastalığın çok geniş bir klinik yelpazeye sahip olması, atipik seyir gösterebilmesi veya hiç bulgu vermemesi nedeniyle gerçek bir prevalans vermek zorlaşmaktadır, bu nedenle hastaların ancak yüzde 10’nuna tanı konulduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde Çölyak hastalığı görülme sıklığı toplumun yaklaşık yüzde 1- 0.03 etkilediği düşünüldüğünde en çok 850 ve en az 250 bin hasta beklenmektedir. Bakanlığımız Sağlık Bilgi Sistemlerinden elde edilen verilere göre Türkiye’de tanı almış çölyak hasta sayısı 2023 Kasım ayı sonu itibari ile 166 bin 614 olarak belirtilmiştir. Çölyak hastalığı, bilindiği üzere hem çocuklar hem de erişkinlerde geniş bir klinik yelpazeye sahiptir. Organizmada etkilemediği sistem ya da organ yoktur. Tüm sistemlere yönelik semptomlara neden olması çok ciddi tanı karmaşasına yol açmaktadır. Bu durum tıbbın her disiplininden hekimleri ilgilendiren evrensel bir sorundur” ifadelerine yer verdi.

  • Bahar yorgunluğuyla baş etmenin yolları

    Bahar yorgunluğuyla baş etmenin yolları

    Bahar aylarında sıklıkla, yorgunluk hissi, halsizlik, isteksizlik ve baş ağrısı gibi şikâyetlerden yakınırız. Eğer tıbbi olarak bu durumun altında yatan başka hastalıklar yoksa, bahar yorgunluğu sizin de kapınızı çalışmış olabilir. Bu can sıkıcı durumdan kurtulmak içinse bazı basit davranış değişiklikleri sergilemek gerekebiliyor.

    Baharla beraber değişmeye başlayan gece-gündüz süreleri ve iklim şartları ile beraber vücudumuzun yeni oluşan şartlara uyum sağlamaya çalıştığını anlatan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Meriç Zeydan, ‘bahar yorgunluğu’ olarak tanımlanan bu dönemde yaşanması muhtemel fiziksel ve psikolojik değişimlerle baş edebilmek için yapılabilecekleri şöyle sıraladı:

    “Uyku düzeninize özen gösterin
    Sadece bedenimizin değil zihnimizin de dinlendiği en önemli zaman dilimi olan uyku, genel sağlığımız için önemli bir ihtiyaç olarak biliniyor. Uykusuzluk ve düzensiz uyku kendinizi yorgun hissetmenize yol açarken düzenli uyku saatleri ise gün içerisinde daha dinç hissetmenize yardımcı olacaktır. Bu nedenle yatma ve kalma saatlerinizi düzenleyerek geceleri 6-8 saat uyumaya çalışın.

    Beslenmenize dikkat edin

    Güne başlarken Akdeniz tipi olarak da adlandırılan ve yumurta, zeytin, beyaz peynir, domates, bol yeşillik ve salatalık gibi besinlerden oluşan kahvaltınızı ihmal etmeyin. Doğal yollardan C vitamini almaya özen gösterin. Bunun yanı sıra gün içerisinde susamayı beklemeden en az 2 buçuk ila 3 litre su tüketin, kafein tüketiminizi ise sınırlandırın.
    Güne gevşeme hareketleri ile başlayın

    Kış aylarında kısmen hareketsiz kalan vücudunuza esneklik kazandırmak için yoga ve pilates en ideal tercihler arasında geliyor. Bunun için özellikle sabah güneşinden faydalanarak yapacağınız esneme ve gevşeme hareketleri vücudunuzun güne zinde başlamasını sağlarken aynı zamanda kışın yoksun kaldığınız D vitamini almanıza da yardımcı olacaktır.

    Açık havadan faydalanın
    Egzersiz yapmanın belki en keyifli yollarından biri de açık havada bahçe ve tamirat gibi işlerle uğraşmak. Yapılan bazı araştırmalar bahçede ortalama bir saat çalışmanın 5-6 kilometre yol yürümeye eşdeğer olduğuna işaret ediyor. Açık havada yapılan bu tarz işler, vücuda esneklik ve direnç kazandırırken aynı zamanda gerginlik ve kaygıyı azaltarak psikolojik olarak da bireye fayda sağlıyor.

    Yürüyüş yapmayı ihmal etmeyin
    Kendi kendinize yapabileceğiniz en faydalı aktivitelerden biri yürüyüş. Bu nedenle vücudunuzun kaybettiği tempoyu tekrar kazanmak için kış aylarında soğuk ve yağışlı havalar nedeniyle ara verilen yürüyüşlere tekrar başlamanın tam zamanı diyebiliriz. Haftanın en az 5 günü, orta ve hızlı tempo ile yaklaşık 45 dakika yapılacak yürüyüşler, hem kalp-damar sağlığınızı koruyacak hem kan şekerinizi dengede tutmanızı sağlayacak hem de yaza fit girmenize yardım edecektir. Ancak tempolu yürüyüşe başlamadan önce herhangi bir sakatlık sorunu yaşamamak için 5 dakikalık ısınma ve hafif esneme-germe egzersizleri yapmaya da özen gösterin.

    Hafta sonu şehirden uzaklaşın
    Bahar yorgunluğu, yoğun çalışma temposu ile birleştiğinde iyice çekilmez bir hal alıyor. Bu durumu aşmanın yollarından biri de kısa bir tatile çıkmak veya kamp yapmak. Bunun için hafta sonuna özel aileniz veya arkadaşlarınız ile birlikte 2 günlük bir tatil planlayın ama bu tatile iş götürmeyin. Bu süre zarfında ise sadece miskin bir şekilde yatmak yerine, gittiğiniz yerde görülecek ne varsa yürüyerek ya da bisiklet kiralayarak keşfetmeye çalışın. Bu şekilde hem kendinizi daha dinç hissedecek hem de kalp-damar sağlığınıza fayda sağlamış olacaksınız.”