Kategori: Sağlık

  • Obezite bağırsak kanseri riskini artırıyor

    Obezite bağırsak kanseri riskini artırıyor

    Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Özveren, tüm dünya onkologlarının önemli yayınlar arasında kabul ettiği, Annals of Oncology’de yayınlanan bir araştırma sonucunun bilgisini verdi. Çalışmanın 2024 yılı için Avrupa Birliği ülkelerinde ve Birleşik Krallık’ta kanserden ölüm oranlarını öngördüğünü ifade eden Doç. Dr. Ahmet Özveren, şunları söyledi:

    “Kanserden ölüm oranları Avrupa genelinde azalırken, özellikle genç yetişkinlerde kolorektal kanser sıklığında artış görülüyor. Aşırı kilo ve obezite, Avrupa Birliği (AB) ve Birleşik Krallık’ta 25- 49 yaş arası kişiler arasında görülen bağırsak kanserinden ölüm oranlarını artırıyor. Dergide yayınlanan çalışma, gençler arasında bağırsak kanseri ölüm oranlarındaki en büyük artışın İngiltere’de görüleceğini ve bu oranın 2018’e kıyasla 2024’te erkeklerde yüzde 26, kadınlarda ise yaklaşık yüzde 39 artacağını hesaplanıyor.”

    Doç. Dr. Özveren, çalışmayı yapan Prof. La Vecchia’nın, gençler arasında bağırsak kanseri oranlarının artmasına katkıda bulunan temel faktörleri; aşırı kilo, obezite ve yüksek kan şekeri düzeyleri ve diyabet olarak sıraladığını kaydetti ve sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Ek nedenler arasında Orta ve Kuzey Avrupa ile Birleşik Krallık’ta zaman içinde aşırı alkol tüketimindeki artışlar ve fiziksel aktivitedeki azalmalar yer alıyor. Alkol tüketimine erken başlanması, bağırsak kanseriyle ilişkilendirilmiştir. Fransa ve İtalya gibi alkol tüketiminin azaldığı ülkelerde bu kanserden ölüm oranlarında bu kadar belirgin bir artış yaşanmamıştır. Erken başlangıçlı bağırsak kanseri, yaşlılarda teşhis edilen bağırsak kanserine kıyasla daha agresif olma eğilimindedir ve hayatta kalma oranları daha düşüktür. Çalışma yorumunda hükümetlere, bağırsak kanseri taramasının 45 yaşından başlayarak daha genç yaşlara kadar genişletilmesi önerilmiştir. Bu çalışma ve tespit AB ve Birleşik Krallık için yapılmış olsa da sonuçları itibariyle toplumun uyarılması, aşırı kilo ve alkol tüketimine dikkat çekilmesi açısından önemli.”

  • Sıtma 24 saat içinde tedavi edilmeli

    Sıtma 24 saat içinde tedavi edilmeli

    “24 saat içinde tedavi edilmeli”
    Dr. Uluğ, “Sıtma salgınlarının, uygun şartların oluşması halinde, sıtmaya karşı bağışıklığın düşük olduğu bölgelerde veya insanların iş bulmak için mülteci olarak yoğun sıtma bulaşan bölgelere geçtiğinde ortaya çıkabilir. Sıtma, göç alan ve mültecilerin yoğun olduğu bölgelerde daha çok görülen akut ateşli bir hastalıktır. Semptomlar genellikle enfektif sivrisineğin ısırmasından 10-15 gün sonra ortaya çıkar. İlk belirtiler ateş, baş ağrısı ve titremedir” diye konuştu.

    “Önlenebilir ve tedavi edilebilir”
    P. falciparum sıtmasının 24 saat içinde tedavi edilmezse ciddi bir hastalığa dönüşebileceğine dikkat çeken Dr. Uluğ, bunun sıklıkla ölüme yol açabileceğini belirterek sözlerine şöyle devam etti:

    “Çocuklarda: şiddetli anemi, metabolic asidoz ile ilişkili solunum sıkıntısı veya serebral sıtma bulgularından bir veya daha fazlası görülebilir. Yetişkinlerde, çoklu organ yetmezliği sık görülür. Hayatı tehdit eden sıtma hastalığı önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. Dünya Sağlık Örgütü, tüm sıtma şüpheli vakalarında tedavi uygulanmadan once mikroskopi veya hızlı tanı testi kullanılarak tanının doğrulanmasını önerir. Sıtma ilaçların etkinliğinin korunması, sıtma kontrolü ve eliminasyonu için kritik öneme sahiptir.”

    Korunma yolları ve aşı
    Hasta bireylerin tedavi edilmesi ve vektör kontrolünün sıtma iletimini önlemenin ve azaltmanın ana yolu olduğunu dile getiren Dr. Uluğ, “Hasta olan herkes özenle tedavi edildiğinde bulaş zinciri kırılacağı için enfeksiyon sayıları azalacaktır. Vektör kontrolünde ise; böcek ilacı uygulanmış cibinliklerin kullanılması ve iç mekanların ilaçlanması etkilidir. Riskli bölgelere yolculuk yapanlar da kemoprofilaksi ile sıtma önlenebilir. Sıtma parazitinin karmaşık yapısının aşı geliştirilmesini çok zor bir iş haline getiriyor. Ancak RTS, S/AS01 (RTS, S), Afrikalı çocuklarda sıtmayı önemli ölçüde azaltan ilk ve bugüne kadar ki tek aşıdır. Sadece en sık ve ölümcül sıtma paraziti olan P. falciparum’a karşı etkilidir” ifadelerini kullandı.

  • Bahar ayları kene vakalarını artırıyor

    Bahar ayları kene vakalarını artırıyor

    Bahar aylarının gelmesiyle birlikte tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin yoğun yaşandığı Manisa’da uzmanlar kene vakalarına karşı uyarılarda bulundu. Bahar aylarında kene ısırma vakalarında artış yaşandığını belirten Manisa Merkezefendi Devlet Hastanesi Acil Tıp Hekimi Uzm. Dr. Çağdaş Can, “Kırım Kongo kanamalı ateşinde mevsimsel bir süreç var burada. Hayvanlardan insanlara geçen bir süreç bu. Aslında buradaki birincil sorumlu kene. Kenelerin taşıdığı virüsler sebebiyle meydana geliyor bu hastalık. Direkt kene bulaşıyla gelen hastalarımız da var. Yani vücuda kene girmiş hastalarımız da gelebiliyor. Ya da keneye maruz kalmış hayvanların sıvılarına, dokularına temas etmek ya da başka insanlarda aktif olarak enfeksiyon olduğunda bu insanlara temas eden diğer insanlarda da olabiliyor. Kene varlığının arttığı ilkbahar ve son bahar dönemlerinde daha çok rastlanıyor. İnsanlar daha çok dışarı çıkmaya başlıyor. Kene teması daha çok dışarda zirai alanlarda oluyor. Bu dönemler tetikte, farkındalık içerisinde ve bilinçli olmamız gerekiyor” dedi.

    “Klinisyenin, doktorun farkında olması gerekecek bazı klinik belirteçler var”

    Kene ısırmalarında klinik şüpheyle yaklaşıldığını belirten Uzm. Dr. Can, “Şanslı dediğimiz grup kenenin yapıştığını fark eden gruplar oluyor. Kenenin yapıştığını görüyor ve bilinçli bir şekilde bize geliyor. Diğer bir grup ise keneyi fark ediyor ancak kendi yöntemleriyle çıkarmaya çalışıyor. Bu aslında hiç önermediğimiz bir durum. Diğeri de kenenin onu ısırdığını bilmeyen bir grup var. Ne olduğunu anlamadan bize gelebiliyor. Kaşıntı, şişme ve morarma şikayetiyle bize başvuruyor. Burada klinisyenin, doktorun farkında olması gerekecek bazı klinik belirteçler var. Hastanın yaygın eklem ağrısı, karın ağrısı, çabuk morarma, vücutta siyah nokta gibi durumlar olabiliyor. Burada klinik bir şüpheyle yaklaşmamız gerekiyor. Birtakım kan tahlilleri gönderiyoruz. Burada klinik şüphemiz olursa, hastamızda da eğer keneyi tespit edebilirsek uygun bir şekilde hastayı bir üçüncü basamak sağlık birimine sevk etmemiz gerekiyor” diye konuştu.

    “Kimseye keneyi çıkarmasını önermiyoruz”

    Kene yapışan kişilerin keneyi çıkarmaması gerektiğini söyleyen Uzm. Dr. Can, “Kimseye keneyi çıkarmasını önermiyoruz. Bu genelde yanlış bir yöntem olabiliyor. Eğer sağlık kuruluşuna uzun bir mesafe varsa doğru yöntemlerle çıkarabilir diyeceğiz. Çünkü kenenin vücutta uzun bir süre kalması viral enfeksiyon riskini de artırıyor. İlk önce şunu diyeceğiz hastamıza; üzerine kesinlikle sigara bastırma, çakmakla yakma, iple çekme, kazıma kesinlikle önermiyoruz. Mümkünse bir cımbız alıp kenenin baş kısmından; kuyruk kısmından değil. Çünkü kuyruk kısmından sıkınca kenenin içindeki bütün viral ajan kene tarafından kusularak vücuda giriyor. Baş kısmından ufak hareketlerle çeke çeke kenenin kendisini bırakmasını sağlayacak şekilde çıkartmaya çalışıyoruz. Mümkünse kenenin canlı olarak çıkmasını istiyoruz. Bu ajan çıktıktan sonra süreç burada bitmiyor. Yine acil servislere, sağlık kuruluşlarına müracaat edilmesi gerekiyor. Çünkü biz burada evreleme yapıyoruz. Kontrol süreci öneriyoruz. Gerekli tahlillerin 48 saat takibi için enfeksiyon hastalıkları polikliniklerine gitmelerini istiyoruz eğer klinik olarak hasta rahatsa. Eğer hasta rahat değilse, döküntüler, ağrılar, karın ağrısı, karaciğer ve dalakta büyüme, kanamalar varsa keneyi de gördüğümüz zaman muhakkak hastanın takibi için hastaneye yatışını yapmamız gerekiyor. Çünkü erken tanı hastanın çoklu organ yetmezliğine gitmesini engellediğinden çok önemli. Bir klinik şüphe bile hastaneye yatması için yeterli diyebiliriz” ifadelerini kullandı.

    Keneden bulaşan virüse karşı bir aşının olmadığını belirten Can, “Hastanede yapılan tedaviler daha çok destek tedavi oluyor. Maalesef bunun aşısı yok. Bulunmadı. Çok geniş bir aile. Neye aşı yapılacağı bilinmiyor. Ama ne kadar hızlı erken tedavi verirsek o kadar hızlı hastalarda yanıt alabiliyoruz” dedi.

    Kenenin vücuda yapıştığı noktaları anlatan Uzm. Dr. Can, “Genelde kene vücutta açık noktalara yerleşiyor. Biz de hastalarımıza zirai alanlara çıktıklarında bu bölgeleri eldivenle, uzun elbiseler giyerek kapatmaları gerektiğini söylüyoruz. Mantık olarak kişi çorap giydiği zaman bu çorabı pantolonla yukarı doğru katlamasını istiyoruz. Orada açık olmaması için. En sık görüldüğü yerler ise, saçlı deri, kol ve bacaklarda, bacakların alt kısmı ve vücudun kasık bölgelerinde görülebiliyor. Kene burada gizlenebiliyor. Vücudun her noktasında bunlar bulunabiliyor” diye konuştu.

    “2005 yılından bu zamana kadar 15 vaka görülmüş biri de ölümle sonuçlanmıştır”

    Manisa İl Sağlık Müdürlüğü Bulaşıcı Hastalıklar Birim Sorumlusu Halk Sağlığı Uzmanı Cevriye Ceyda Karabulut, kene vakalarının yıllara oranla azalışta olduğunu belirterek yine de tarla ve hayvancılıkla uğraşan kişilerin dikkatli olması gerektiğini söyledi. Karabulut, “Ülkemizde bu hastalık bahar ve yaz aylarında görülüyor. Daha çok İç Anadolu’nun kuzeyi, orta Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun kuzeyinde daha çok görülmektedir. Ülkemizde 2002 yılında dikkatleri çekti. En yüksek vaka sayısı 2009 yılında bin 318 vaka olarak görülmüştür. Bu yıllar içerisinde görülme sıklığı azalmıştır. İlimizde ise ilk vaka 2005 yılında görülmüştür. 2005 yılından bu zamana kadar 15 vaka görülmüş biri de ölümle sonuçlanmıştır. Geçtiğimiz yıl 2023 yılında 1 vakamız olmuş. Bu yıl henüz vakamız mevcut değil. Vakalarımızın ikamet dağılımına baktığımızda Yunusemre ilçemizde en çok vaka görülmekte. Bunun dışında Saruhanlı, Soma, Akhisar, Gördes ve Demirci ilçelerimizde de vakalarımız mevcuttur. Bu anlamda buralarda yaşayan vatandaşlarımızın daha dikkatli olmalarını istiyoruz. Tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar, pikniğe gidenler, bağ bahçe işleriyle uğraşanlar, ormanlık alanlara gidenler muhakkak dikkatli olmalı. Yine veteriner hekimlerimizin ve hastalarla temas eden sağlık personellerimizin dikkatli olması gerekmektedir” dedi.

  • Kozmetik ürünler, akneye neden olabilir

    Kozmetik ürünler, akneye neden olabilir

    Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gürol Açıkgöz, akneye sebep olan temel faktörler hakkında açıklamalarda bulundu. Ergenlik döneminde görülen hormonal değişiklikler, yağ bezlerinde aktivite değişiklikleri ve genetik faktörlerin temel etkenler olduğunu ayrıca; stres, birtakım ilaçlar, kozmetik ürünler vb. birtakım kimyasal maddeler de akneye sebep olabileceğini belirten Açıkgöz, “Özellikle yoğun kullanıldığında kozmetik ürünler, akne gelişimine neden olabilmektedir. Bu yüzden kozmetik ürünlerin akne yapabilme potansiyelleri değerlendirilerek seçilmeleri daha uygun olur” ifadelerini kullandı.

    “Ergenlik dönemindeki gençlerin yaklaşık yüzde 85’inde akne görülüyor”

    Aknenin tanımına ve kimlerde daha fazla görüldüğüne değinen Doç. Dr. Açıkgöz, “Akne yüz, sırt ve gövdede yer alan, yağ bezlerinin aktivitesinden kaynaklanan aşırı yağ üretimi sonucu ortaya çıkan tablodur. Ergenlik ve erişkin aknesi olma üzere iki ayrı dönemde görülmektedir. Ailesinde şiddetli akne görülen bireylerde akne daha sık görülmektedir. Akne her yaştan insanda görülebilmekle birlikte, en yaygın olarak ergenlik dönemindeki gençlerde görülmektedir. Ergenlik dönemindeki gençlerin yaklaşık yüzde 85’inde akne görülmektedir. Hafif orta ve şiddetli tipleri vardır. Akne, siyah ve beyaz noktalar (komedon), iltihaplı/iltihapsız kabarıklıklar (papülopüstüler) veya daha büyük ve daha şiddetli kist ve nodüller şeklinde görülebilir” diye konuştu.

    “Akneyi tetikleyen sebepler”

    Aknenin neden olduğundan bahseden Doç. Dr. Açıkgöz, “Ergenlik döneminde görülen hormonal değişiklikler, yağ bezlerinde aktivite değişiklikleri, genetik faktörler temel etkenler olmakla birlikte; stres, birtakım ilaçlar, kozmetik ürünler vb. birtakım kimyasal maddeler akneye sebep olabilmektedir” dedi.

    “Kızartmalardan uzak durulabilir”

    Akne oluşumu ile yediğimiz yiyecekler arasında doğrudan bir bağlantı bulunamadığına değinen Doç. Dr. Açıkgöz, “Ancak, kan şekerini yükselten gıdaların, insülin direncinin bozulmasına ve birtakım hormonların hızla yükselmesine neden olarak akneyi tetiklediği bilinmektedir. Fast food gıdalar, kızartmalar, şeker, çikolata, patates gibi gıdalar bu süreçte etken olan gıdaların başında gelmektedir. Bu nedenle bu tür gıdaların tüketiminin azaltılması önemlidir. Ergenlik sonrası dönemde başlayan akne durumlarında adet düzensizliği, kilo artışı, vücut kıllanmasında artış bozukluğu da varsa; özellikle hormon bozukluğu, polikistik over hastalığı açısından değerlendirme yapılması önemlidir” şeklinde konuştu.

    “Akne sıkmayı önermiyoruz”

    Akneyi sıkmanın doğru olmadığını dile getiren Doç. Dr. Açıkgöz, “Doktor gözetiminde bazı durumlarda akne temizlenebilir. Enfeksiyon ve iz gibi durumlara yol açabileceğinden aknenin sıkılması önerilmez” dedi.

    “Kozmetik ürünlere dikkat edilmeli”

    Doç. Dr. Açıkgöz, güneş ışınlarının akne artışına neden olmadığı ve akneyi hafiflettiğini belirtti. Doç. Dr. Açıkgöz, “Özellikle yoğun kullanıldığında kozmetik ürünler akne gelişimine neden olabilmektedir. Kozmetik ürün seçilirken akne yapabilme potansiyelleri değerlendirilip ona göre ürün seçilmesi uygun olur” ifadelerini kullandı.

    “Akne tedavisi kişiye özel planlanmalı”

    Akne tedavisinin mümkün olduğunu dile getiren Doç. Dr. Açıkgöz, “Akne tedavisi, kişiye, sivilcenin türü ve şiddetine, iz bırakıp bırakmadığına göre değerlendirilip duruma/kişiye uygun tedavi seçilmelidir. Akne tedavisi bir süreçtir, zaman alabileceği iyi bilinmelidir. Akne tedavisine yaklaşık 3-4 ay gibi bir sürede yanıt olmaktadır” diye konuştu.

    “Aknede uygulanan tedavi yöntemleri”

    Akne için etkili çok sayıda tedavi seçeneği olduğunu kaydeden Doç. Dr. Açıkgöz, bu tedavi yöntemlerini şu şekilde sıraladı:
    “Krem tedavileri: İçerisinde antibiyotikler, benzoil peroksit, retinoit gibi içerikleri olan ürünler kullanılabilir. Ağız yoluyla kullanılan antibiyotik tedaviler: Tetrasiklin, eritromisin veya azitromisin grubu antibiyotikler ortalama 3-6 ay arası kullanılmaktadır. İzotretinoin tedavisi: Şiddetli aknelerde veya tedaviye yanıtsız aknelerde veya iz bırakma eğiliminde olan aknelerde tercih edilen A vitamini türevi ağızdan kullanılan ilaçtır. Dermatoloji uzmanı kontrolünde aylık takipleri ile kullanılan etkili bir ilaçtır. Mevcut aknelerin tedavisi yapıldığında muhtemel iz kalma ihtimali de düşmektedir. Diğer yöntemler: Lazer tedavisi, fototerapi gibi her iki cinste kullanılabilen yöntemler yanında kadınlarda oral kontraseptif kullanımı ile başarılı sonuçlar elde edilmektedir.”

    “Uygun temizleyici, nemlendirici ve güneş koruyucu krem kullanımı gerekebilir”

    Tedavi sonrasında dikkat edilmesi gereken durumlardan bahseden Doç. Dr. Açıkgöz, “Akne tedavisi sonrasında yeni akne oluşumunu engellemek, elde edilen düzelmenin devamını sağlamak açısından derinin temizliği ve bakımı da önemli yer tutmaktadır. Uygun temizleyici, nemlendirici ve güneş koruyucu krem kullanımı gerekebilir” dedi.

    “Psikososyal sorunlara neden olabilir”

    Akne oluşumunun psikososyal sorunlara neden olabildiğini vurgulayan Doç. Dr. Açıkgöz, “Ergenlik, fiziksel değişikliklerin olduğu bir dönem olduğu gibi psikolojik değişkenlikler kırılganlıklar da fazla olmaktadır. Ergenlik bir bakış açısıyla çok faktörlü bir uyum dönemidir. Fiziksel sorunların oluştuğu ve psikososyal etkilerin görüldüğü bu dönemde daha travmatik durumlar olabilmektedir. Dış görünüş bu dönemde daha da önem kazanmaktadır. Muhtemel bir bozukluk kişide kendine güvensizlik, içe kapanma, sosyal çekilme, dışlanmaya bağlı kişinin sosyal hayatı yanında eğitim hayatında bozulmalara ve yaşam kalitesinde düşmelere neden olur. Bu yüzden akne tedavi edilmesi önem arz eden bir hastalıktır” şeklinde konuştu.

  • Sıcak havalarda mideye dikkat

    Sıcak havalarda mideye dikkat

    Gazlı içecekleri özellikle reflüsü olan kişilere tavsiye etmediklerini söyleyen Doç. Dr. Mustafa Kaplan, “Bu hastaların mide kapağında gevşeklik olduğu ve mide asidinin yukarı doğru taştığını düşünürsek, hastanın dışarından ekstra gazlı içecek tüketmesi durumunda reflü şikayetleri artacaktır.

    Bunun yerine hastaların bolca su tüketmelerini tavsiye edebiliriz. Asitli içecekler midedeki gastrit durumunu belirgin bir şekilde artırmaktadır. Biz hastalara endoskopi yaptığımız zaman hastaların düzensiz beslenmesi bağlı olarak reflü, gastrit ve buna bağlı ülser gibi durumların arttığını görmekteyiz. O nedenle bu hastaların bu içecekleri kısıtlamalarını tavsiye ediyoruz. Biz hastalara mideleri ile ilgili tavsiye verirken bunları da özellikle diyet kısmında belirtiyoruz” ifadelerini kullandı.

    “Asitli içecek yerine su için”

    Yaz aylarında vatandaşları gazlı içecek yerine su içmeyi öneren Kaplan; “Sıcak havalarda hastaların sıvı ihtiyacı belirgin bir şekilde artmaktadır. Bunu mutlaka dışarından karşılamaları gerekir. Bu hastaların asitli içeceklerden ziyade asit içeriği olmayan su gibi sıvıları tüketmelerini tavsiye ediyoruz. Sıcak havalarda besinlerin bozulması hızlandığı için bu kişiler dışarından yemeklerde mide ve bağırsağı bozacak şeylere daha fazla yatkınlık göstermektedir. Onun için mümkünse dışarıdan bozulma imkanı olan şeyleri tüketmemelerini tavsiye ediyorum” şeklinde konuştu.

  • Alerjik nezlenin 10 belirtisi

    Alerjik nezlenin 10 belirtisi

    Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Aşkın Güra Bayık, çocuklarda alerjik nezle ve tedavisi hakkında bilgi verdi.
    Bahar aylarının çocuklar için zor geçebileceğine dikkat çeken Bayık, “Bahar aylarında burun akıntı veya tıkanıklığı (rinit) nedeni ile doktora başvuran çocukların yaklaşık yarısı alerjik rinittir. Allerjik rinit ya yıl boyu sürer ya da mevsimsel gelişir. Mevsimsel alerjik rinitte genellikle çiçek açmayan ve polenleri rüzgar ile saçılan bitkiler etkendir” dedi.

    Alerjik nezlenin sıklıkla bahar aylarında, özellikle bitkilerdeki tozlaşma döneminin başlamasıyla, üst solunum yollarını etkilediğini ifade eden Bayık, kaşıntılı ve sulu burun akıntısı, hapşırma krizleri, burunda yanma, gözlerde kızarıklık ve yanma, gözlerde kaşıntı ve sulanma, hırıltılı solunum, horlama, geçici koku kaybı, genizde, damakta kaşıntı ve kulaklarda tıkanma gibi belirtiler olabileceğini söyledi.

    “Alerjik nezleye astım eşlik edebilir”

    Alerjik nezleye astım eşlik edebileceğini kaydeden Bayık, “Evlerde bulunan çiçek ve bitkilerin polenlere karşı duyarlı olan çocukları çok fazla etkilemezken; açık havada, yeşillik alanlarda, ormanda, kırda görülen bitkilerin alerjik nezle şikayetlerinin artmasına neden olabilir. Alerjik nezleye polenlerin yanı sıra; evdeki toz, hayvan tüyleri, tütün dumanı gibi alerjenler de yol açabilmektedir. Alerjik nezlesi olan çocuklarda astım da görülmesi sık karşılaşılan bir durumdur. Bu nedenle aileler çocukta öksürük ve hırıltı belirtilerine karşı dikkatli olmalıdır. Çocukluk yaşlarında ilk belirtilerini veren hastalığın, kişinin tüm hayatı boyunca birlikte yaşamayı öğrenmesi gereken bir durum haline gelebilir” ifadelerini kullandı.

    “Alerjiye neyin neden olduğunu bulmak önemli”

    Bayık, çocukta alerjik nezleden şüphelenildiği durumlarda ise aile alerjiye neden olan etkenleri fark edebileceği gibi alerjiye neden olan maddeyi tespit etmek için cilt veya kan testlerine ihtiyaç da duyulabileceğini kaydetti. Bayık, “Testlerin sonucunda, çocuğun belli bir alerjene karşı duyarlı olduğu tespit edildiği takdirde, bu alerjiye yönelik tedaviye başlanabilir” dedi.

    “İlaç tedavisinin yetersiz kaldığı yerde aşı fayda sağlıyor”

    “Alerjik nezle tedavisinin ilk adımı alerjiye neden olan alerjenlerden kaçınmaktır” diyen Uz. Dr. Aşkın Güra Bayık, şunları kaydetti: “Eğer çocuktaki alerjik nezle polenlere karşı gelişiyorsa, tozlaşmanın sıkça görüldüğü aylarda, çocuğu yeşil alanlardan mümkün olduğunca uzak tutmak gerekebilir ya da tedavi altında yeşil alanlarda bulunması sağlanmalıdır. Çevresel korunma yöntemlerinin yetersiz kaldığı durumlarda, ilaç tedavisi etkili bir yöntem olacaktır. Bu ilaçlar sadece belirtilerin görüldüğü günlerde kullanıldıklarında bile, çocuğun şikayetlerini gidermeye yardımcı olabilir. İlaç tedavisi de yetersiz kaldığında çocuklarda aşı tedavisi, “immünoterapi” uygulanmaktadır. Çocuğun duyarlı olduğu alerjenlerin artan dozlarda çocuğa verilmesiyle bağışıklık sistemini düzenlemeyi amaçlayan aşı tedavisi, bir süre sonra vücudun bu alerjenleri doğal karşılayabilmesini sağlamaktadır.”

  • Kene tutunmasına dikkat!

    Kene tutunmasına dikkat!

    Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Erdinç Şengüldür, yaz aylarında artan kene ısırıklarına karşı alınabilecek önlemler hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Havaların ısınmasıyla birlikte kene ısırması sonucu acil servise başvuran hasta sayısında artış yaşandığını söyleyen Şengüldür, alınacak önlemlerle kenelerden korunulabileceğinin altını çizdi.
    Kenelerin soğuk havalarda toprak altına çekilerek yaşadıklarını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Şengüldür, havaların ısınmasıyla birlikte kenelerin dışarı çıkarak beslenmek amacıyla etraflarında bulunan canlılara tutunmaya başladıklarını ve bu esnada kenelerin diğer hayvanlardan ya da direkt olarak topraktan insana geçtiğini ifade etti.

    “Keneler, vücutta tespiti zor alanlarda da tutunabilir”

    Kenelerin yoğun olarak ormanlık alanlarda, çalılık ve çayırlık yerlerde bulunduklarını söyleyen Erdinç Şengüldür, “Buralarda yaşayan hayvanlara ve insanlara tutunarak beslenmeye çalışırlar ve konaklarını enfekte ederler. Kene maruziyeti nedeniyle başvuran hastalarda genellikle kırsal alanlarda yaşayan kişilerden ya da bu alanlara piknik ya da gezi nedeniyle gitmiş kişilerden oluşmaktadır. Kene vücutta herhangi bir yere tutunabilir. Kollar ve bacaklar gibi tespit edilmesi kolay yerler olabildiği gibi koltuk altları kasıklar gibi kıvrımlı, tespiti zor alanlarda da tutunabilmektedir” dedi.

    “Vücudunuzu sık sık kontrol edin”

    Kene ısırıklarına karşı alınabilecek önlemler hakkında da bilgiler veren Öğr. Üyesi Şengüldür, “Kenelerin bulunabileceği yerlerde, bacakları kapatan kıyafetler tercih edilip uzun kollu giysiler giyilmeli, pantolonlar çorapların içine sokulmalı ve kapalı ayakkabılar giyilmelidir. Ayrıca açık renkli kıyafetler kene tespitini kolaylaştıracağından tercih edilmelidir. Vücudun açıkta kalan yerlerine böcek uzaklaştırıcı maddeler sürülmesi yararlı olmaktadır. Günlük aktiviteler sırasında vücut (koltuk altı, kulak içi ve çevresi, göbek deliğinin içi, dizlerin arkası, saç ve kıllı bölgelerin içi ve çevresi, bacak arası, bel bölgesi başta olmak üzere) kene yönünden sık sık kontrol edilmeli; akşam eve dönüşlerinde mutlaka ayrıntılı bir vücut muayenesi yapılmalıdır. Ayrıca çocuklarda kene tutunması yönünden anne babalar tarafından günlük olarak kontrol edilmelidir” diye konuştu.

    “Sigara basmak, kolonya veya gazyağı dökmek gibi yöntemlere başvurulmamalıdır”

    Vücuda tutunan kenenin ne kadar erken çıkarılırsa hastalığın bulaşma riskinin de o ölçüde azalacağını vurgulayan Şengüldür, “Kenenin düzgün çıkarılması hastayı daha fazla enfekte etmemesi açısından önemlidir. Bu nedenle kene tarafından ısırılan vatandaşlarımızın öncelikle en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalarını öneriyoruz. Eğer bir sağlık kuruluşuna gitmek mümkün değilse kişinin keneyi vakit kaybetmeden çıplak elle dokunmadan (bir pensle sağa sola oynatarak, ezmeden, çivi çıkarır gibi) kendisinin çıkarmasını veya çıkarttırmasını tavsiye ediyoruz. Kenenin uzaklaştırılmasından sonra eller su ve sabunla yıkanmalı, kenenin tutunduğu bölge tentürdiyot, kolonya veya deterjanlı su ile temizlenmelidir. Vücuduna kene yapışan kişiler 10 güne kadar ani başlayan ateş, baş ağrısı, yoğun halsizlik, bulantı ve kusma gibi şikayetler yönünden kendilerini izlemeli, böyle bir şikayetin olması durumunda en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalıdır. Keneleri vücuttan uzaklaştırmak amacıyla üzerlerine sigara basmak, kolonya veya gazyağı dökmek gibi yöntemlere başvurulmamalıdır” ifadelerini kullandı.

  • Uzmanlardan uyarı: Solunum rahatsızlığı olanlar risk altında

    Uzmanlardan uyarı: Solunum rahatsızlığı olanlar risk altında

    Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yapılan değerlendirmelerde Marmara’nın güneyi, İç Ege, Batı Akdeniz, İç Anadolu ile Batı Karadeniz’in iç kesimlerinde yer yer toz taşınımı beklenildiği açıklandı. Kuzey Afrika’dan beklenen çöl tozlarının hava kirliliği ve görüş mesafesini düşürmesine karşı yerel yönetimler vatandaşlara tedbirli olmaları konusunda uyarılarda bulundu.

    Ayrıca uzmanlar toz taşınımına uzun süreli maruz kalınması durumunda solunum yetmezliğine varabilecek rahatsızlıklar nedeniyle en yakın sağlık kuruluşuna gidilmesi gerektiğini dile getirdi.
    Solunum ve kronik rahatsızlığı bulunanların yanı sıra yaşlılar, hamileler ve çocukların risk altında bulunduğunu ifade eden uzmanlar, mümkün olduğunca toz taşınımı geçene kadar dışarı çıkılmaması, mecburi durumlarda ise maske takılması gerektiğini kaydetti.

    Uzmanlardan maske uyarısı

    Mecbur kalınmadığı taktirde dışarıya çıkılmaması gerektiğini ifade eden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Arzu Ertem Cengiz, “Toz taşınımı dediğimiz dönem 3 gün boyunca ülkemizde çöl tozlarının yoğun olarak görülmesi demek. Hava kirliliğine neden olarak görüş mesafesini bozabildiği gibi özellikle solunum rahatsızlığı bulunan hastalarımızda, solunum sıkıntısına neden olabilir. Özellikle astım ve alerjisi olan kişilerde astım atağı gibi solunum sıkıntılarının yoğun olduğu dönemlere neden olabilir. KOAH’lı (kronik obstrüktif akciğer) ve kronik hastalığı olan kişilerde de solunum sıkıntısı ataklara neden olabilir. Bu dönemde en önemlisi toza maruz kalmamaktır. Kronik ve ciddi hastalığı olan kişilerin bu dönemde mümkünse dışarıya çıkmamasını tavsiye ediyoruz. Dışarıya çıkmaları gerekiyorsa özellikle toza karşı koruyu N95 gibi kullanmaları, bulamıyorlarsa bile normal maske faydalı olabilir. Maske kullanmak bu dönemde çok önemli. Astım hastalıklarında özellikle atağı tetikleyebilir, astım krizine neden olabilir. Böyle bir durum oluştuğunda hastaların bir sağlık kuruluşuna başvurarak etkili bir astım tedavisi almaları gerekebilir” şeklinde konuştu.

    Solunum rahatsızlığı bulunanlar kadar yaşlı, hamile ve çocuklar da risk altında

    Kronik rahatsızlığı bulunanların yanı sıra çeşitli grupların da risk taşıdığını belirten Cengiz, “Yaşlılarda ek hastalıklar, kronik rahatsızlıklar daha fazla olduğu için onlar daha hassas. Hamileler ve çocuklar etkilenebilir. Solunum hastalığı olanlar ekstra risk altında. Çünkü bu tozlar çok küçük partiküller halinde olup solunum yollarını etkileyebilmekte, hastalarda atakları tetikleyebilmektedir.

    Uzun süreli maruz kalma durumunda solunum yetmezliğine görülebilir

    Toz taşınımına uzun süreli maruz kalınmaları durumunda solunum yetmezliğine varan ciddi rahatsızlıklar görülebileceğine dikkat çeken Cengiz, “Kriz atak dediğimiz kriz tablosuna neden olabilir. Ciddi solunum sıkıntısı, hatta çok fazla maruz kalınırsa solunum yetmezliğine bile neden olabilir. Bizim en çok beklediğimiz tablo, öksürük ile birlikte nefes darlığı ve atak tablosudur” ifadelerini kullandı.

  • Sinüzitte risk oluşturan faktörler

    Sinüzitte risk oluşturan faktörler

    Çocuklar dahil her yaştan insanı etkileyebilen sinüzit; burun tıkanıklığı ve akıntısı, öksürük ve yüzde baskı hissi gibi semptomlara yol açıyor. Opr. Dr. Cemal Ayhan, semptomların kişileri fiziksel, işlevsel ve duygusal olarak olumsuz etkileyebileceğini ifade ederek sinüzitin, genellikle ilaçlar ile tedavi edilse de ilerleyen vakalarda cerrahinin de bir seçenek olduğunu belirti.

    Sinüslerin bulundukları kemiğe göre sınıflandırıldığını dile getiren Kulak, Burun ve Boğaz Uzmanı Opr. Dr. Cemal Ayhan, “Sinüsler, sfenoid, maksiller, frontal ve etmoid sinüs olarak 4’e ayrılır. Sağlıklı sinüsler, sinüslerin ve burun kanallarının içini nemlendiren mukus üretir. Burun çevresinde yer alan sinüsler; kafatası ağırlığının azaltılması, burundaki hızlı sıcaklık dalgalanmalarında hassas yapıların korunması, yüzde meydana gelen travmaların etkilerinin azaltılması, immünolojik savunma gibi farklı görevlere sahiptir. Sinüzit meydana geldiğinde ise şişen ve iltihaplanan mukozal astar, çok daha fazla miktarda iltihaplı mukus üretir. Bu durum; sinüslerde tıkanıklık ve rahatsızlık, burun akıntısı ve tıkanıklığı, koku duyusunun azalması gibi semptomlar ile kendini gösterir. Sinüzitler de akut, kronik ve nazal polipozisli sinüzit olarak 3’e ayrılır. Alerjik rinit veya astımı olan kişilerin kronik sinüzitten muzdarip olma ihtimali yüksektir. Bunun nedeni, bu hastalıkların varlığında solunum yollarının iltihaplanma ihtimalinin daha yüksek olmasıdır” dedi.

    Sinüzit için risk faktörü oluşturan faktörler

    Risk faktörlerinden bahseden Opr. Dr. Cemal Ayhan, “Sinüzit, sıcaklık veya hava basıncındaki değişiklikler ya da sinüse neden olan veya mukus temizliğini engelleyen herhangi bir faktör nedeniyle ortaya çıkabilir. Alerjiler, burun spreylerinin aşırı kullanımı, sigara içmek, yüzme, dalış ve nazal polipler sinüzit için risk faktörleri şunları içerebilir. Sinüs içinde virüs, bakteri ya da mantar gelişmesi durumunda sinüzit; sinüs enfeksiyonuna dönüşür. Bu tür enfeksiyonlar, virüsün sinüs astarına saldırarak şişmeye ve daralmaya neden olduğu soğuk algınlığının ardından gelişebilir. Vücudun daha fazla mukus üretme tepkisi, kısıtlı drenajla birleştiğinde bakteri büyümesine neden olan bir ortam oluşturur ve sinüs enfeksiyonuyla sonuçlanır” diye konuştu.

    Sinüzitin belirtileri ve tedavisi

    Hastalığın belirti ve tedavisi hakkında da bilgi deren Opr. Dr. Ayhan, şunları söyledi:
    “Sinüzit belirtileri arasında yüz ağrısı ve basınç, burun tıkanıklığı, burundan nefes almada zorluk, burundan sarı veya yeşil mukus akıntısı, dişlerde ağrı, geceleri öksürük, koku veya tat alma duyusunun kaybı, baş ağrısı, yorgunluk, boğaz ağrısı ve ağız kokusu yer alır. Bu belirtilere ek olarak; ateş, yüz veya gözde ağrı ya da şişlik, yanak veya göz çevresinde kızarıklık, şiddetli baş ağrısı, bilinç bulanıklığı veya boyun tutulması gibi semptomların görülmesi durumunda vakit kaybetmeden bir sağlık kurumuna başvurmak gerekir. Sinüzit tedavisinde en sık kullanılan tedaviler, ilaçlar ve sinüs cerrahisidir. Spreyler, antibiyotikler ve steroidler gibi ilaçlar, sinüzit semptomlarını tedavi etmek için öncelikli olarak tercih edilir. Buhar solumak ya da nazal tuzlu su spreylerini veya damlaları kullanmak da sinüs rahatsızlığını hafifletmeye yardımcı olabilir. Bu ilaçlar; sinüslerin içindeki şişliği azaltmada, enfeksiyonla mücadelede ve tıkanıklıkları gidermede etkili olabilir. İlaç tedavisinden yanıt alınamadığında sinüs cerrahisi önerilebilir. Cerrahi; fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi olarak bilinen geleneksel yöntem ya da balon sinuplasti ile gerçekleştirilebilir. Balon sinoplasti işlemi, minik balonlar da dahil olmak üzere sinüs boşluklarının açılmasını sağlayan gelişmiş bir prosedürdür. İşlem sırasında endoskopide de kullanılan ince ve esnek tüplerden yararlanılır. Cerrah, bu tüpleri kullanarak tıkalı sinüs geçiş yoluna küçük bir balon yerleştirir. Daha sonra sinüs geçiş yolunun yapılandırılması ve açılması için balon şişirilir. Bu işlem, normal sinüs drenajını ve fonksiyonunu geri kazandırmaya yardımcı olur. Genellikle herhangi bir doku veya kemiğin çıkarılması ihtiyacını ortadan kaldırdığı için geleneksel sinüs cerrahisinden ayrılır. Ameliyatın ardından özellikle kronik sinüzit tekrarlayabilir. Sinüs ameliyatı geçiren hastalar, kronik sinüzitin tekrarlanmaması için devam eden tıbbi tedaviye ihtiyaç duyabilir.”

  • Vali Çiftçi’ye sağlık hizmetleri brifingi

    Vali Çiftçi’ye sağlık hizmetleri brifingi

    İl Sağlık Müdürlüğü binasındaki incelemelerinin ardından Vali Çiftçi’ye İl Sağlık Müdürü Dr. Gürsel Bedir tarafından bir brifing verildi. Brifingde; Erzurum’daki sağlık hizmetlerinin durumu ve ülke geneli mukayeseli karşılaştırması, sağlık yatırımlarının planlanması, sağlık hizmetlerinde %90’lara varan hasta memnuniyetinin değerlendirilmesi gibi başlıklar ele alındı.

    İl Sağlık Müdürü Bedir ve müdür yardımcılarının hazır bulunduğu ziyarette Vali Çiftçi’ye Vali Yardımcısı Ahmet Özdemir eşlik etti.