Kategori: Sağlık

  • Dr. Süleyman Kılınç, hasta kabulüne başladı

    Dr. Süleyman Kılınç, hasta kabulüne başladı

    2019-2024 yılları arasında Adıyaman Belediye Başkanlığı görevi yapan Beyin Cerrahi Uzmanı Dr. Süleyman Kılınç, 31 Mart 2024 Mahalli İdareler Genel Seçimleri sonrası belediye başkanlığı çalışma süresini tamamlayarak tekrardan Adıyaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde doktorluk görevine başladı.

    Hasta kabulüne başlayan Dr. Süleyman Kılınç, “Görev süremiz boyunca halkımıza hizmetkar olarak çalıştım. Bugün yine yeniden halkımıza hizmet etme adına sağlık ordumuza güç katmak için onların yükünü hafifletmek adına tekrardan sağlık kadrosunda yer alarak hayatımı adadığım hekimlik mesleğimize dönüş yaptım. Ve bugün itibariyle hastalarımıza hizmet etme onurunu yaşıyorum. Bundan sonraki süreçte Adıyaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hasta kabulümüze başlamış bulunmaktayım. Herkese gönülden teşekkür ediyorum” diye konuştu.

  • “Stresini yenmek için ‘hayır’ deyin”

    “Stresini yenmek için ‘hayır’ deyin”

    Uzm. Dr. Arda Kazım Demirkan, sosyal yaşamda ve iş yerinde stres yönetimi ve öfkeyle başa çıkma konusunda bilgilendirmelerde bulundu. İş yaşamında çalışma ve yaşam dengesinin bozulması, artan işsizlik nedeniyle işten atılma korkusu gibi etmenlerin stresi artırdığını belirten Uzm. Dr. Arda Kazım Demirkan, “Ofis çalışanları, haftanın neredeyse tamamını iş yerlerinde geçirmektedir. Kimi zaman kişisel stresler bireyi iş yerinde zorlayabilir. Ancak stres oluşturan en önemli sorunlardan biri de kişiye kaldırabileceğinden fazla iş yükü verilmesidir. Bu yüzden size kapasitenizi ya da bilginizi aşacak düzeyde bir görev verildiğinde ‘hayır’ cevabını verebilmelisiniz” dedi.

    İş yerindeki çalışma sürelerinin de bir stres kaynağı olduğunu vurgulayan Psikiyatri Uzm. Dr. Demirkan, “Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2017 raporuna göre 38 ülke arasında Türkiye yıllık en uzun çalışma saatleri sıralamasında 14. sırada yer almaktadır” diye konuştu. Çalışma saatlerinin dışında aile ve sosyal yaşamda stres oluşturan farklı konu ve sorunların da söz konusu olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Demirkan, “Yaşam şartları gereği insanlar gerçek hayatlarında kişisel ve çevresel birçok engelle karşılaşmaktadır. Örneğin, başarılı bir futbolcu sakatlanabilir, istediğimizden az paraya sahip olabiliriz veya evliliğimizde sorunlar olabilir. Bu ve benzeri durumlarda fiziksel ve duygusal sağlığımızı olumsuz etkileyen zorluklarla başa çıkmakta yetersiz kaldığımızda yaşadığımız psikolojik durum, ‘stres’ olarak tanımlanmaktadır” şeklinde konuştu.

    “Fiziksel ve sosyal uyumsuzluk stres sebebi”

    Bireyin yaşadığı fiziksel ve sosyal çevresinde meydana gelen uyumsuz durumlar sebebiyle, bedensel ve psikolojik olarak sınırlarının ötesinde sarf ettiği gayretin stresi meydana getirdiğini ifade eden Uzm. Dr. Demirkan, “Bir stres oluşturucu durumun diğerinden daha önemli olmasının nedenini belirli ölçülerde sezgisel olarak anlayabilmemiz için bazı önemli faktörler bulunmaktadır. Bunlar; stres oluşturucusunun şiddeti, kronikliği (ne kadar sürdüğü), zamanlaması, yaşamlarımızı ne kadar etkilediği, ne kadar öngörülebilir olduğu ve stres oluşturucunun ne kadar denetlenebilir olduğudur. Stres kaynakları çok yoğun ve güçlü olduğunda bireylerin kullanmış oldukları başa çıkma yöntemleri yetersiz kalınca krizler ortaya çıkabilir. Stres ile krizi birbirinden ayıran bazı faktörler vardır. Krizde bireylerde travma ya da kriz oluşturan durum kişinin olaylarla başa çıkma kabiliyetini aşmaktadır. Streste ise bireyin başa çıkma kabiliyetinin aşılması şart değildir. Bireylerin yaşamlarındaki değişimler ne ölçüde hızlı gelişirse, yaşanacak stres de o kadar büyük olmaktadır. Rol ve görev tanımlarındaki belirsizlik, roller arası çatışma, bireyler arası çatışma, sorumluluk, katılım, iş güvenliği, yönetim şekli, iş stresi, bireyin iş ile ilgili olan durumları, iş süreçleri ve iş yerindeki diğer çalışanlarla etkileşim sonucu ortaya çıkan psikolojik ve fizyolojik dengenin bozulması olarak tanımlanmıştır” ifadelerini kullandı.

    “Hayır demeyi öğrenin”

    İş yaşamında çalışma ve yaşam dengesinin bozulması, artan işsizlik nedeniyle işten atılma korkusu gibi etmenlerin de stresi artırıcı unsurlar olarak belirtildiğini vurgulayan Demirkan, şunları söyledi:
    “Yoğun stres artışının üretkenliği azaltarak ekonomiye olan yükün artmasına, işe gelmeme ve hasta olduğu halde işinin başında olma durumuna neden olduğu, bunun da iş motivasyonu ve performansta azalmaya, sık birim değiştirme gibi olumsuz çalışma yaşantısına sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Ofis çalışanları haftanın neredeyse tamamını iş yerlerinde geçirmektedir. Kimi bireyler haftanın ilk günü olan pazartesiye mutlu, heyecanlı başlarken kimileri de pazartesi gününe isteksiz başlamaktadır. Ancak bu konunun gün ile bir ilgisinin olmadığını kabullenerek, kişisel streslerimize çözüm arayışı getirmeliyiz. Bir diğer önemli husus da iş yerlerinde bazen çalışanlara kaldırabileceklerinden fazla iş yükü verilmesidir. Bu nedenle, size kapasitenizi ya da bilginizi aşacak düzeyde bir görev verildiğinde ‘hayır’ cevabını verebilmeniz önemlidir.”

  • HPV’ye karşı en etkili koz

    HPV’ye karşı en etkili koz

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Saadet Ünsal, sık görülen enfeksiyonlar arasında olan HPV’ye karşı uyardı. Dr. Öğr. Üyesi Ünsal, insan papilloma virüsünün (HPV), papillomaviridae ailesinde bulunan bir DNA virüsü olduğunu belirterek “200’den fazla çeşidi bulunan insan papilloma virüsü, cinsel yolla bulaşan hastalıklara sebep olan virüs türlerinden biridir. Bulaşıcılığı yüksek olan insan papilloma virüsünün yaklaşık 40 çeşidi genital siğillere neden olurken bazı türleri kansere neden olur. Neredeyse tüm insanlar hayatlarının bir döneminde en az bir tür HPV ile enfekte olurlar. Çoğu HPV enfeksiyonu zaman içinde kendiliğinden geçer. Ancak bazen HPV enfeksiyonları daha uzun sürer ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde kansere neden olabilir. HPV enfeksiyonun çoğu geçicidir ve genelde belirti vermeden ilerler” şeklinde konuştu.

    HPV aşısı bu kanser türlerini önleyebilir

    Enfeksiyondan korunmada en etkili ve güvenilir yöntemin HPV aşısı olduğuna dikkati çeken Dr. Öğr. Üyesi Ünsal, şu bilgileri verdi:
    “Uygun yaş aralığında, tavsiye edilen dozlarda aşı uygulaması yaptırmak HPV’nin ve neden olduğu hastalıkların önlenmesini sağlar ve virüse karşı vücudu korur. Mevcut HPV aşıları; iki, dört veya dokuz tip HPV’ye karşı koruma sağlar. Tüm HPV aşıları, en büyük rahim ağzı kanseri riskine neden olan HPV tip 16 ve 18’e karşı koruma sağlar. HPV aşılarının serviks kanserinin yüzde 70’ini, anal kanserin yüzde 80’ini, vajinal kanserin yüzde 60’ını, vulvar kanserinin yüzde 40’ını önleyebileceği ve HPV pozitif orofaringeal kanserlerin önlenmesinde yüzde 90’dan fazla etkinlik gösterdiği tahmin edilmektedir. Ayrıca HPV tiplerine karşı koruma sağlayan dörtlü ve nonvalan aşılar ile bazı genital siğilleri önlerler. HPV-6 ve HPV-11 daha fazla koruma sağlar.

    9 ila 13 yaşlarındaki kızların aşılanması önerilir

    Dr. Öğr. Üyesi Ünsal, kişiye özel aşıların dozlarının ayarlandığına değinerek şöyle devam etti:
    “Dünya Sağlık Örgütü, diğer koruyucu önlemlerle tüm ülkelerde rutin aşıların bir parçası olarak HPV aşılarını önerir. Aşılar, kişinin yaşına ve bağışıklık durumuna bağlı olarak iki veya üç doz gerektirir. Günümüz sağlık uygulamalarında HPV aşısının ilk cinsel ilişkiden ve 25 yaşından önce yapılması tavsiye edilir. 15 yaş gününden önce ilk aşısını yaptıran kişilere iki doz HPV aşısı önerilir. HPV aşısının ikinci dozu, ilk dozdan 6 ila 12 ay sonra yapılır. 15 ila 26 yaşları arasında ilk aşısını olan bireyler ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler için üç doz HPV aşısı önerilir. Ayrıca 9 ila 26 yaş arası bağışıklığı baskılanmış kişiler (HIV enfeksiyonu olanlar dahil) için de üç doz önerilir. İlk dozun ardından ikinci doz için 1-2 ay geçmesi önerilirken, üçüncü doz aşı için 6 ay geçmesi beklenir. Tipik olarak 9 ila 13 yaşlarındaki kızların aşılanması önerilir. Aşılar en az 5 ila 10 yıl koruma sağlar. Aşılamadan sonra serviks kanseri taraması hala gereklidir. Nüfusun büyük bir bölümünün aşılanması, aşılanmamış olanlara da fayda sağlayabilir. Enjeksiyon yerinde ağrı insanların yaklaşık yüzde 80’inde görülür. Bölgede kızarıklık, şişlik ve ateş de oluşabilir. Ülkemizde henüz ulusal aşı takviminde yer almamaktadır. Sağlık Bakanlığı bu konuda çalışma yapmaktadır.”

  • Felçli kadın hasta yatağına kavuştu

    Felçli kadın hasta yatağına kavuştu

    İpekyolu ilçesine bağlı Emin Paşa Mahallesi’nde ikamet eden felçli Şadiye Abukan (69) isimli vatandaşın komşusu, sosyal medya üzerinden Vanlı Amcan Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğine seslenerek, otomatik hasta yatağı istedi. Vücudu yara içinde olan Şadiye Abukan için yapılan çağrıya sessiz kalmayan dernek üyeleri, aldıkları otomatik hasta yatağını hastaya teslim etti.

    Hasta yatağına kavuşan Şadiye Abukan, çağrısına duyarsız kalmayan dernek yetkililerine teşekkür etti.

  • “Ortak kullanım alanlarından mantar bulaşabilir”

    “Ortak kullanım alanlarından mantar bulaşabilir”

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzm. Opr. Dr. Nigar Allahverdiyeva, vajinal mantar hakkında bilgilendirmelerde bulundu. En sık candida albikans isimli mantar hücrelerinin neden olduğu vajinal mantar enfeksiyonunun kadınlarda sık karşılaşılan bir durum olduğunu ifade eden Dr. Allahverdiyeva, “Normal vajinal flora bakteriler açısından zengindir, burada bulunan lactobacillus bakterileri diğer bakteri ve mantarların sayısını dengede tutar. Bu denge bozulduğunda, mantar enfeksiyonu oluşur. Kendini genital bölgede yanma, kaşıntı, kızarıklık, şişlik, yoğun beyaz vajinal akıntı, ilişki sırasında ağrı, idrar yaparken yanma şikâyetleri ile gösterir. Akıntı çok spesifik olup, beyaz peynir kesiği gibi pütür pütür olur” diye konuştu.

    “İlaç tedavisi yeterli olabilir”

    Şikâyetlerin bazen kendiliğinden tedavi olmadan da geçebileceğini söyleyen Op. Dr. Allahverdiyeva, “Çoğu zaman ilaç tedavisi yeterli olabilir. Fakat gebelik, diyabet, uzun süreli antibiyotik kullanımı, bağışıklık sisteminin zayıf olması ve stres gibi durumlarda sık tekrar etme eğilimindedir. Kronik hal aldığında kadınların yaşam kalitesini düşürmektedir. Vajinal mantarlar cinsel yolla bulaşabildiği gibi, tuvalet, hamam, sauna gibi ortak kullanım alanlarından da bulaşabilir. Hastanın şikâyetleri ve muayene bulgularına göre vajinal mantar enfeksiyonlarını teşhis etmek kolaydır. Tedaviye dirençli ve tekrarlayan mantar enfeksiyonlarında ek laboratuvar ve kültür testleri yapılabilir” şeklinde konuştu.

    “Şikâyetlere göre tedavi planı değişebilir”

    Tedavi yollarının şikâyetlerin şiddeti, süresi ve tekrarlama durumuna göre değişebileceğini dile getiren Dr. Allahverdiyeva, “En sık tercihler antifungal haplar, fitiller ve kremlerdir. Destek olarak bitkisel tedaviler de eklenebilir. Vajinal mantarlar idrar yolunu da etkilediği için bol sıvı tüketilmesi önemlidir. Diyabet hastalarında kan şekeri düzeyi kontrollerinin düzenli takibinin yapılması, bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde bağışıklığı desteklemek, stres faktörünü uzak tutmak mantar tedavisini kolaylaştırmaktadır” ifadelerini kullandı.

    “Gebelikte vajinal mantara yatkınlık olabilir”

    Gebelerde özellikle hormonal değişim sonucu vajinal floranın etkilendiğini ve bu durumun vajinal mantara yatkınlık oluşturduğunu belirten Dr. Allahverdiyeva, “Gebelerde tedavi seçenekleri fitil veya kremlerle sınırlıdır. Tedaviye yanıt genelde ilk 2-3 gün içerisinde başlar, 7-10 gün içerisinde tam yanıt alınmış olur. Vajinal mantar oluşumunu engellemek için birkaç detaya dikkat etmek gerekir; sıkı olmayan ve pamuklu iç çamaşırlar tercih edilmesi, hijyen kurallarına uyulması, vajinal duş yapılmaması, düzenli spor ve dengeli beslenme, kontrolsüz antibiyotik kullanılmaması, ıslak mayolarla uzun süre kalınmaması gibi. Mantar bulguları olan kadınların mutlaka bir doktora başvurarak zamanında tedavi edilmesi gerekir” açıklamasında bulundu.

  • Bağışıklığı düşüren polen alerjisine dikkat

    Bağışıklığı düşüren polen alerjisine dikkat

    Bahar mevsimin gelmesiyle birlikte artan polenler vücutta alerjik reaksiyonlara sebep oluyor. Bağışıklık sisteminin aşırı tepkisi sonucu ortaya çıkan ve insan hayatını olumsuz etkileyen alerjenlerden korunmak ise mümkün. Kepez Belediyesi Sağlık Merkezi Dahiliye Uzmanı Dr. Mehmet Gözeten, gözde konjektivit, burunda rinit, solunum yollarında astım ve ciltte ürtiker dermatit şeklinde görülen alerjik reaksiyonlara karşı korunma yöntemlerini anlattı. Polenlere karşı alerjik reaksiyon gösteren kişilerin alması gereken önlemleri sıralayan Uzm. Dr. Gözeten, “Gözle ilgili şikayetleri olanlar, polen miktarının yoğun olduğu dönemlerde güneş gözlüğü veya şapka takabilirler. Burun ve solunum yolları şikayeti olanlar ise maske kullanabilirler. Polenler genellikle sabah saatlerinde, kuru ve rüzgarlı havalarda yoğunlaşır, bu yüzden mümkün olduğunca bu saatlerde dışarı çıkmamak ve çim biçilen yerlerden uzak durmak önemlidir” dedi.

    Dengeli beslenilmeli ve bol sıvı alınmalı

    Bağışıklığı düşüren polenlere karşı dengeli beslenmeyi öneren Dahiliye Uzmanı Dr. Mehmet Gözeten, “Bağışıklık sistemini güçlendirmek için dengeli beslenmek ve bol sıvı tüketmek önemlidir. Özellikle ciddi astım ataklarına yol açabilen alerjik reaksiyonları olan kişiler, polen miktarının yoğun olduğu saatlerde dışarı çıkmamalıdır. Evlerin havalandırılması da bu saatlere dikkat edilerek yapılmalıdır. Ciltle ilgili şikayetleri olan kişiler, uzun kollu kıyafetlerle korunmaya çalışabilirler” diye konuştu.

  • Uzmanlardan kene uyarısı

    Uzmanlardan kene uyarısı

    Halk arasında bilinen adıyla kene ısırması olan Kırım Kongo Kanamalı Ateş (KKKA) hastalığı, Türkiye’de özellikle kırsal kesimlerde kentlere oranla daha fazla görülüyor. Vakalarda yanlış müdahale sebebiyle KKKA; ateş, halsizlik, iştahsızlık, kas ağrısı, baş ağrısı, bulantı, kusma, ishal ve ağır vakalarda kanama gibi izler ile kendisini gösterebiliyor.

    Son yağan yağmurlardan sonra havaların ısındığını ve bu ısınmayla birlikte doğadaki bazı kene türlerinin insanlara ölümcül Kırım Kongo Kanamalı Ateşli (KKKA) virüsü bulaştırdığını söyleyen Uzman Aile Hekimi Dr. Saadet Gök, “Havaların ısınmasıyla birlikte park, bahçe ve tarım alanlarında geçirilen vakit arttı. Nisan ayının başından Ağustos ayının sonun kadar kene vakalarının arttığı biliniyor. Özellikle açık alanlara gittiğimizde kenenin daha iyi görüle bilmesi için açık renkli kıyafetlerin giyilmesi çok önemli. Pantolonların çorapların içerisine konulması ve beraberinde çizmenin giyilmesi çok önemli. Eve döndüğümüzde ise dirsek arkası, bacakların arkası, ense, kulak arkası vücudumuzda kene var mı diye kontrol etmemiz gerekmektedir. Kene ısırdıysa mutlaka sağlık ocağına gitmemiz gerekmektedir. Keneyi çıkartmak isterseniz çıplak el ile değil de elimize eldiven ya da poşet geçirerek kenenin çıkarılması sağlanabilir. Daha sonra ise en kısa sürede en yakın sağlık ocağına gidilmesi gerekmektedir’’ dedi.

  • Kan bağış kampanyası düzenlendi

    Kan bağış kampanyası düzenlendi

    Adıyaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Kızılay Adıyaman Kan Merkezi tarafından düzenlenen kan bağış kampanyasına vatandaşlar tarafından büyük ilgi gördü.

    Bir gün sürecek olan kan bağış etkinliğinde 150 ünite kanın toplanması beklenirken kan bağışının hem insan sağlığına iyi geldiği hem de hayat kurtarıldığı vurgulandı.

    Kan bağışında bulunan vatandaşlar ise kan vermekten dolayı oldukça mutlu olduklarını söyledi.

  • Çocuklara sıfır ekran uyarısı

    Çocuklara sıfır ekran uyarısı

    Birçok ebeveyn, çocuklarını enerjisini atmaya yardım etmek yerine teknolojik ekranları kullanarak çocukları susturmayı oyalamayı tercih ediyor. Uzmanlar, anne karnından itibaren ekran radyasyonuna maruz kalan çocukların ekrana bağımlı bir şekilde gerçek dünyadan uzak büyümesinin beyinde ciddi problemlere yol açtığına dikkat çekerek, 2 boyutlu yaşam yerine 3 boyutlu yaşamın önemine dikkat çekiyor.  Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Mustafa Alper Aykanat, ekran bağımlılığının oluşturduğu olumsuz etkiler dolayısıyla uyarılarda bulunarak, doğru bir beyin gelişimi için ebeveynlere düşen görevleri sıraladı.

    “2 yaşına kadar çocuklarda ‘sıfır ekran’ olmalı”

    Çocuklarda beyin gelişiminin anne karnından başlayıp, 2 yaşının sonuna kadar devam ettiğine dikkat çeken Medicana International Samsun Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Mustafa Alper Aykanat, “Tüm ebeveynler, çocukların enerjisine yetişebilmekte güçlük çekiyor. Çalışma temposu, bahçe imkanı olmaması, parka gidememe, hava şartları gibi etmenler çocukların enerjisini atmada engel oluşturabiliyor. Bunun yanı sıra pandemide birçok çocuk da teknolojiye düştü. Beyin, gelişim sürecine anne karnından başlar, doğumdan 2 yılsonuna kadar gelişiminin yüzde 99’unu tamamlar. Anne hamilelik döneminde bile çok fazla radyasyona maruz kalmamalı. Buna ek olarak doğum sonrası 2 yaşına kadar çocukların teknolojiden uzak durması gerekiyor. Çok ciddi bir şekilde ekranın ‘sıfır’ olması önemli. 3 aydan itibaren farkındalık artar. Dış uyaranları fark eden çocuk bu zaman itibariyle 3 boyutlu şeylerin farkına varır. Sevgi gösterilmesi, meyve, sebze, oyuncaklarla vakit geçirmek ve dokunma duyuları beyni geliştirir. Bunları yapmayı bırakıp, ekran gösterir, dokunamadığı, hissedemediği, koklayamadığı 2 boyutlu bir yaşama maruz bırakırsanız, çocuğun beyni o şekilde yönlendirilir ve dünyadan soyutlanır. Dünyayı 3 boyutlu değil de 2 boyutlu yaşamaya devam eder” dedi.

    “Çocuklar kendilerini çizgi film karakteri sanıp, ona göre hareket ediyor”

    Gerçek dünyadan uzakta, ekran maruziyeti ile büyüyen çocuklarda davranış ve kişilik bozukluklarının yaşandığına değinen Uzm. Dr. Mustafa Alper Aykanat, “Bazen haberlerde çıkıyor, kendisini örümcek adam, Süperman ya da çizgi film karakteri sanan çocuklar olabiliyor. Bu çocuklar kendilerini çizgi film karakteri sanarak, olmaması gereken hareketlerde bulunabiliyor. Bu tür şeyler çocuğun beyninde tamir edilemeyecek ciddi travmalara ve algı bozukluğuna yol açıyor. Ekran bağımlılığına müsaade eden aileler, çocuklarını ekrandan uzaklaştırdıklarında madde bağımlısı gibi reaksiyon alıyorlar. Ekranın çocukları nasıl etkilediğini, ekrandan uzaklaştığında nasıl çılgına döndüklerini gören ebeveynler bunun zararının farkına varıyor. Ben çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı olarak 3 yaşına kadar ekranı kesinlikle önermiyorum. Çocukla 40 dakikada boyunca oturup oyun oynayın, resim yapın, boğuşun, güldürün ve efektif zaman geçirin. Çocukların fiziksel aktivite ile enerjisini atmak büyük önem arz ediyor” diye konuştu.

    “Ekran bağımlılığı otizm, atipik otizm, hiperaktivite, dikkat eksikliği gibi birçok hastalık oluşmasını tetikliyor”

    Birçok hastalığın tetiklenmesinde ekran bağımlılığının ilgisi olduğuna da vurgu yapan Aykanat, şunları söyledi:
    “Çocuğun enerjisi fiziksel aktiviteye rağmen hala var ise de çeşitli dokunma egzersizleri yapılabilir. Oyun hamuru ya un ile gıda boyası kullanılarak hamur yaptırarak, el becerilerini geliştirecek şekilde oynamaları ya da çamurla oynamaları da etkili bir yöntem olabilir. Çocukların enerjilerini doğru bir şekilde atmak gerekir. Teknoloji çocukların beyin gelişimini olumsuz etkileyerek otizm, atipik otizm, hiperaktivite, dikkat eksikliği gibi birçok hastalık oluşmasını tetikliyor. Bilimsel araştırmalarda bahsediliyor. Ekranlarda çocuğa ve erişkinlere özel dalga boyları var. O yüzden erişkinler dizi izlerken hipnotize olur, reklamda kendine gelir, kanal değiştirmeye çalışır. Çocuklar da ise tam tersi, reklamlardaki dalga boyu çocuklara özel olduğundan çocuklar da reklama kitlenir kalırlar. Çocukların beynini ekran marifeti ile bizim görmediğimiz dalga boylarıyla maalesef çok ciddi zararlar veriliyor.”

  • Kene popülâsyonuna dikkat!

    Kene popülâsyonuna dikkat!

    Erzincan’da her yıl Toplum Sağlığı Merkezi personelleri tarafından, köylerde yaşayan vatandaşlara Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığı hakkında eğitim verilerek, bilgilendirmeler yapılıyor.

    Sağlık ekipleri “Keneyi hafife almayın tedbiri elden bırakmayın” sloganıyla uyarılarda bulunarak şu bilgilere yer verdi:
    “Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi, keneler tarafından taşınan Bunyaviridae ailesine bağlı Nairovirüs grubuna ait bir virüsle oluşan ateş, halsizlik, iştahsızlık, kas ağrısı, baş ağrısı, bulantı, kusma, ishal ve ağır vakalarda kanama gibi bulgular ile seyrederek ölümlere neden olabilen zoonotik (hayvanlardan insanlara bulaşan) karakterli bir enfeksiyon hastalığıdır.

    KKKA ilk olarak 12. yüzyılda Tacikistan’da tanımlanmıştır. Hastalık, keneler tarafından insanlara tutunmasını takiben idrarda, tükürükte, rektumda ve abdominal kavitede kan görülmesi ve vücutta yaygın kanamalarla tarif edilmiştir. 1944-45 yıllarında Rusya’nın Kırım bölgesindeki Batı Kırım steplerinde çoğunlukla ürün toplamaya yardım eden Sovyet askerleri arasında görülmüştür. Hastalığa Kırım Hemorajik Ateşi adı verilmiştir. 1956 yılında Zaire’de de ateşli bir hastadan Kongo virüsü tespit edilmiştir. 1969 ise Kongo virüs ve Kırım hemorajik ateşi virüslerinin aynı virüs olduğu belirlenmiş ve Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi olarak hastalık yeniden adlandırılmıştır.

    Hastalık ülkemizde ilk olarak 2002 yılında dikkatleri çekmiş ve 2003 yılında kesin tanısı konmuştur. KKKA vakaları, hastalığın başlıca bulaştırıcısı olan kenelerin aktifleştiği dönemden başlayarak ülkemizde bahar ve yaz aylarında görülmektedir. Hastalık ülkemizde bulaştırıcısı kene türünün yaşam alanlarıyla uyumlu bir şekilde görülmektedir. İlk kez Tokat ili ve civarında dikkatleri çeken Kırım Kongo Kanamalı Ateşi vakaları çoğunlukla İç Anadolu’nun kuzeyi, Orta Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun kuzeyinde yoğunlaşmaktadır.

    Etken Bunyaviridae ailesinden Nairovirus grubundan tek sarmallı RNA virüsü olan Crimean-Congo haemorrhagic fever virüsüdür. Hastalık ülkemizde başlıca hastalık etkenini taşıyan kenenin tutunması veya bununla temas sonucunda bulaşmaktadır. Ülkemizde hastalığın bulaştırıcısı asıl kene türü Hyalomma marginatum’dur. Bunun yanı sıra hastalık viremik dönemdeki hayvanların veya hasta kişilerin kan, doku, vücut çıkartılarına korunmasız temas sonucunda da bulaşabilmektedir.

    İnkübasyon süresi kene tutunmasından sonra genellikle 1-3 gün, en fazla 9 gün olabilmektedir. Enfekte kan, vücut sıvısı ve diğer dokularla temas sonrasında 5-6 gün; en fazla ise 13 gün olabilmektedir.

    Hastalığın tedavisinin esasını destek tedavisi seçenekleri oluşturmaktadır. Bu gün için hastalıktan korunmaya yönelik etkinliği kanıtlanmış bir aşı veya etkene spesifik bir ilaç bulunmamaktadır. Ülkemizde hastalığa karşı aşı geliştirme çalışmaları devam etmektedir.

    Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığının kontrolüne yönelik çalışmalar Bakanlığımız tarafından bir program dâhilinde yürütülmektedir. Kişisel korunma önlemlerinin alınması hastalığın kontrolü için ön planda olduğundan Bakanlığımızca vatandaşlarımızın hastalık ve korunma önlemleri konusunda bilgilendirilmesi ve toplumda farkındalık oluşturulması çalışmaları yoğun bir şekilde yürütülmektedir.

    Ülkemizde KKKA bahar aylarında görülmeye başlamakta olup yaklaşık %4-5 fatalite hızıyla seyretmektedir. Yıllar itibariyle vaka görülme durumlarına bakıldığında artış ve azalış eğilimlerinden bahsedilebilmekte olup en yüksek vaka 2009 yılında 1318 vaka olarak gerçekleşmiştir. Her ne kadar 2017 yılında 343 KKKA vakası tespit edilmiş olsa da ülkemizde hala önemini korumaktadır.

    Kırım Kongo Kanamalı Ateşinden korunmak için;

    Tarla, bağ, bahçe, orman ve piknik alanları gibi kene yönünden riskli alanlara gidilirken, kenelerin vücuda girmesini engellemek maksadıyla mümkün olduğu kadar vücudu örten giysiler giyilmeli, pantolon paçaları çorapların içerisine sokulmalı ve ayrıca kenelerin elbise üzerinde rahat görülebilmesi için açık renkli kıyafetler tercih edilmelidir.
    Kene yönünden riskli alanlardan dönüldüğünde kişi kendisinin ve çocuklarının vücudunda (kulak arkası, koltuk altları, kasıklar ve diz arkası dâhil) kene olup olmadığını kontrol etmeli, kene tutunmuş ise hiç vakit kaybetmeden çıplak el ile dokunmamak şartıyla vücuda tutunduğu en yakın yerden tutarak uygun bir malzeme ile (bez, naylon poşet, eldiven gibi) çıkarmalıdır.
    Kişi keneyi kendisi çıkaramadığı durumlarda en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalıdır. Kene ne kadar erken çıkarılırsa hastalığın bulaşma riskinin de o kadar azalacağı unutulmamalıdır.
    Hastalık hayvanlarda belirti göstermeden seyrettiğinden hastalığın sık olarak görüldüğü bölgelerde bulunan hayvanlar sağlıklı görünse bile hastalığı bulaştırabilirler. Bu sebeple hayvanların kanlarına, vücut sıvılarına veya dokularına çıplak el ile temas edilmemelidir.

    Hastalığa yakalanan kişilerin kan, vücut sıvıları ve çıkartıları ile hastalık bulaşabildiğinden, hasta ile temas eden kişiler gerekli korunma önlemlerini (eldiven, önlük, maske v.b.) almalıdır.
    Kene tutunan kişiler, kendilerini 10 gün süreyle halsizlik, iştahsızlık, ateş, kas ağrısı, baş ağrısı, bulantı, kusma veya ishal gibi belirtiler yönünden izlemeli ve bu belirtilerden bir veya bir kaçının ortaya çıkması halinde derhal en yakın sağlık kuruluşuna müracaat etmelidirler.

    Hastalığa sebep olan mikrobun taşıyıcısı, saklayıcısı ve bulaştırıcısı olan keneler uçmayan, zıplamayan, yerden yürüyerek vücuda tırmanan eklem bacaklı hayvanlardır. Vücuda tutunan veya hayvanların üzerinde bulunan keneler kesinlikle çıplak el ile öldürülmemeli ve patlatılmamalıdır. Keneler üzerine sigara basmak, kolonya, gaz yağı gibi maddeler dökmek kenenin kasılmasına sebep olarak vücut içeriğini kan emdiği kişiye aktarmasına sebep olacağı için yapılmamalıdır.”