Kategori: Sağlık

  • Gebelikte fazla kilolar yük olmasın

    Gebelikte fazla kilolar yük olmasın

    Gebelikte aşırı kilo almak, hem anne hem de bebek açısından pek çok soruna neden olabiliyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Tuğba Sekmenli Tursun, hamileliğin doğasında kilo alımının olduğunu ancak aşırı kilo artışının ciddi sağlık risklerine yol açabileceğini belirtti.

    “İlk 3 aydan sonra kilo alımı başlar”

    İlk 3 aydan sonra kilo alımının başladığını kaydeden Op. Dr. Tuğba Sekmenli Tursun, hamilelik döneminde belli bir oranda kilo almanın normal sayıldığını vurgulayarak, “İlk 3 aydan sonra kanda artan HPL (human plasental laktojen) hormonu etkisiyle iştah artar ve hamilelikte kilo alımı başlar. Hamilelik sırasında zorunlu kilo alımı yaklaşık 8 kg olup, fetüs, plasenta, amniyotik sıvı hacmi ve maternal dokular (rahim, meme, artan kan hacmi) kilo artışının ana sebebidir. Gebelik öncesi vücut kitle endeksi (BMI) 30kg / m2 üstünde olanların, yani obezite tanısı almış olan grupta gebelikte kilo alımı 6-9 kiloyu aşmamalıdır. İlk 3 aydan sonra kanda artan HPL (human plasental laktojen) hormonu etkisiyle iştah artar ve hamilelikte kilo alımı başlar” dedi.

    “Gebelik diyabeti, hipertansiyon ve iri bebek riski artar”

    Gebelik diyabeti, hipertansiyon ve iri bebek riskinin arttığının altını çizen Op. Dr. Tuğba Sekmenli Tursun, fazla kilo alımından dolayı görülme sıklığı artan riskleri şöyle sıraladı: “Gebelik diyabeti, gebelik ile ilişkili hipertansiyon, artmış sezaryen doğum oranları, doğumsal anomaliler, ölü doğum, anormal fetal büyüme (iri bebek) gibi olumsuz fetal etkiler, artmış kardiyovasküler hastalık riski, artmış metabolik sendrom riski, doğan bebekte artmış mekonyum aspirasyon sendromu (bebeğin kakasını yutması), yenidoğan bebekte artmış hipoglisemi ve düşük APGAR skorlu bebek doğurma riski, artmış gebelik krampları ve ciltte gebelik laserasyonları (çatlakları) riski.”

    “Her gün yarım saat düzenli egzersiz yapılmalı”

    Rahat bir hamilelik süreci için beslenme kadar, anne adaylarının fiziksel aktivitelerinin de önemli olduğunu ifade eden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Tuğba Sekmenli Tursun, gebelikte her gün yarım saat düzenli egzersiz yapılmasının hem kardiyovasküler hastalık riskini düzenlediğini hem de gestasyonel diyabet riskini azalttığını açıkladı. Op. Dr. Tursun, “Düzenli egzersiz yapan gebelerde hem kilo kontrolü sağlanmakta hem de daha yüksek vajinal doğum oranları görülmektedir. Kilo fazlası olan gruplarda ilk kontrolden itibaren gestasyonel dm için tarama yapılarak riskli grupların tanı alması büyük önem taşır. İdeal kiloda gebe kalmanın yanında gebelikte aylık kilo kontrolü takipleriyle uygun kilo aralığında kalmanın da sağlıklı anne ve sağlıklı bebek kavuşmasında büyük önem taşıdığını söyleyebiliriz” diye konuştu.

  • Uzmanından güneş gözlüğü uyarısı

    Uzmanından güneş gözlüğü uyarısı

    Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Kliniği’nden Opr. Dr. Sibel Malazgirt, güneş gözlüğü seçiminde dikkat edilmesi gerekenler hakkında bilgilendirmede bulundu.

    UV ışınlarına dikkat çeken Opr. Dr. Sibel Malazgirt, “Yeryüzüne ulaşan güneş ışığının yüzde 50’si görünür ışık, yüzde 45’i infrared (kızılötesi), geri kalan az bir bölümü de morötesi (UV) ışınımdan oluşur. Gözle görülen ışınıma ışık denir. Ama bugün ışık sözcüğünün tanım kapsamına morötesi ışınım da alınmıştır. Morötesi ışınım ise UV-A, UV-B, UV-C bileşenlerinden oluşur. UV-A ve UV-B dünya yüzeyine ulaşan kısımdır. 300 nm’e kadar olan kısmı gözün kornea tabakası tarafından, 300-400 mm arası ise göz merceği tarafından emilir. Özellikle su üzerinde, karda ve kumsaldaki kuvvetli yansımalar ile bu emilim yüzde 80’e kadar artar” şeklinde konuştu.

    “UV ışınları göz sağlığına zarar verebilir”

    UV ışınlarının çeşitli hastalıklara neden olabileceğine değinen Opr. Dr. Malazgirt, “Pek çok insan UV ışınlarının ciltte yaptığı hasarın farkında olup, gerekli tedbirleri alırken göz sağlığına olabilecek zararlarını göz ardı etmektedir. Oysa UV ışınları gözümüzü önden arkaya doğru tabaka tabaka etkileyerek çeşitli hastalıklara neden olur. Bunlar konjonktivit, gözde et yürümesi, katarakt, retina ve sarı nokta gibi patolojilerdir. Materyal olarak organik cam UV’yi 355 nm’ye kadar, polikarbonat ise 380nm’ye kadar tutar; yani hiç geçirmezler. Renklendirme ile görünür ışığın istenmeyen dalga boyları emilir. Ayna kaplama ile istenmeyen dalga boyları yansıtılır. Polarize filtre ile polarize olmuş ışık tutularak kamaşmanın önlenmesi sağlanır. Camın ışık emilim oranı şehir ortamında yüzde 40-50, dağlık bölgelerde yüzde 50-70, deniz kenarında ve karda yüzde 80-85 düzeyinde olmalıdır” açıklamasında bulundu.

    “Güneş gözlüğü seçerken dikkat edilmesi gerekenler”

    Güneş gözlüğü seçerken dikkat edilmesi gereken durumlardan da bahseden Opr. Dr. Malazgirt, şu bilgileri paylaştı:
    “Güneş gözlüğü seçimi yapılırken dikkat edilmesi gereken en önemli özellik, camların UV-A ve UV-B ışınlarını yüzde 100 bloke etmesidir. Bu özellikte olan kaliteli güneş gözlüklerinde güvenilir tescil belgesi ve etiketi olması gerekir. UV 400nm ya da yüzde 100 UV ibaresi ile belirtilmiş olmalıdır. Bu özellik olmadığı sürece materyal, renk, filtre ve diğer faktörlerin artık bir önemi yoktur. Gözlüğün üzerinde CE (Conformite Europene) ibaresinin bulunması da ürünün minimum güvenlik standartlarına uygun koşullarda olduğunu ifade etmektedir. Renk özelliği olan camların da rengini, kullanım yerine göre iyi seçmek de faydalı olabilir. Siyah, koyu gri, kahverengi olan camlar hem yoğun güneş hem de günlük kullanım için uygundur. Orta ve üzeri parlaklık koşullarında kullanılırlar. Yeşil renk özelliğine sahip camlar gözleri dinlendirme özelliğine sahiptir. Ancak nesnelerin renklerinin normalden bir miktar farklı algılanmasına neden olur. Az güneşli ortamlarda, bahar ve kış aylarında kullanıma uygundur. Sarı, altın, açık kahverengi özellikteki camlar ise parlaklık anlamında daha az koruma sağlasalar da orta-düşük ışık koşullarında tercih edilebilirler. Derinlik algısı özelliğinin yüksek olması nedeniyle kış sporları performanslarında da tercih edilebilir.”

    “Yüzde 100 korumalı güneş gözlüğü kullanın”

    Işığın cam yüzeyi, deniz yüzeyi, ıslak yol gibi yansıtıcı yüzeylere çarptığında yansıyarak polarizasyon gösterdiğini vurgulayan Opr. Dr. Malazgirt açıklamasında, “Denizciler durgun deniz yüzeyinden, sürücüler ıslak yol yüzeyinden ve araç ön camından ön konsola yansıyan, göz kamaştıran ışıktan korunmada yüzde 100 UV korumalı, polarize camlı güneş gözlüğünden çok yarar görürler. Balıkçılar, polarize camla yansıma kaldırıldığında su içini daha iyi görme olanağına sahip olurlar. Polarize güneş gözlüğü etiketi de yüzde 100 UV ve CE belgelerine dâhil edilmiş olmalıdır. UV korumasız bir güneş gözlüğünün sebep olduğu karanlık ortam, göz bebeğinin fonksiyonunu engelleyerek UV ışığının genişlemiş gözbebeğinden içeri daha kolay girmesine sebep olarak göze fayda yerine zarar verecektir. Böyle bir güneş gözlüğü aksesuar olarak bile kullanılmamalıdır” uyarılarına yer verdi.

    “Cam kalitesine dikkat edilmeli”

    Güneş gözlüğünün cam kalitesinin kontrolünün kullanıcı tarafından da yapılabileceğine dikkat çeken Opr. Dr. Malazgirt, sözlerini şöyle tamamladı:
    “Bunun için gözlüğü yüzünüzden rahat bir mesafede tutun ve bir gözünüzü kapatarak karo zemin gibi ızgara desenli bir yüzeye bakın. Gözlüğü yavaşça bir yandan diğer yana ve yukarı-aşağıya hareket ettirin. Izgara çizgili yüzeydeki çizgiler olduğu gibi düz kalırsa camlar kalitedir. Eğer çizgiler gözlük camlarının ortasından baktığınızda ve gözlüğü hareket ettirdiğinizde dalgalı görünüyorsa, daha doğru bir gözlük tercih edin. Ayrıca gözlük çerçevesi yüzünüze uygun olmalı, üst ve yanlardan ışığın gözünüze ve göz çevrenize girişine engel olmalıdır. Doğru seçilmiş kaliteli bir güneş gözlüğü, göz sağlığınız için olmazsa olmazdır.”

  • Çocukların büyümemesi hastalık habercisi olabilir

    Çocukların büyümemesi hastalık habercisi olabilir

    Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Başak Tanır, çocuğun sağlık durumunu anlamanın en iyi yolunun büyümesini ölçmek olduğunu vurguladı. Büyüme ve gelişmenin genellikle bir arada kullanılan kelimeler olduğunu belirten Dr. Tanır büyümenin, vücut hacmi ve kütlesinin artması anlamını taşıdığını ve boy, ağırlık, baş çevresi gibi vücut ölçümleriyle belirlendiğini söyledi. Bu ölçümlerin, sağlıklı çocukların ölçülmesiyle hazırlanan standart büyüme eğrileri ile karşılaştırıldığını anlatan Dr. Tanır sapmaların erken tespit edilerek gerekli önlemlerin alınmasını sağladığını ifade etti.

    “Anne karnından ergenliğe kadar devam eder”

    Gelişmenin ise hücre ve dokuların yapı ve bileşimindeki değişiklikler sonucunda meydana gelen olgunlaşma, hücrelerin ve dokuların işlevsellik kazanması ile mental, motor fonksiyon olarak dil gelişimi ve sosyal bilgiler artışı olduğunu dile getiren Dr. Tanır büyüme ve gelişmenin anne karnında başladığını ve ergenlik dönemi sonuna kadar devam ettiğini belirtti. Büyümenin izlenmesinin, çocuğun hastalık durumunun erken tanı almasında, beslenmenin değerlendirilmesinde, büyümede meydana gelen duraksama ya da yavaşlamaların erken dönemde tespit edilmesinde önemli bir yere sahip olduğunun altını çizen Dr. Tanır, “Genetik faktörler, hormonlar, cinsiyet, beslenme, metabolik ve kronik hastalıklar, çeşitli enfeksiyonlar ve psikososyal sorunlar büyüme ve gelişmeyi etkilemektedir. Pek çok hastalığın ilk belirtisi büyüme ve gelişmenin duraklamasıdır. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı ‘Erken Çocukluk Gelişimi ve Büyümenin İzlenmesi Programı’ yürütmektedir. Büyümenin İzlenmesi Programı’nın amacı sağlam, hasta çocuk ayrımı yapmadan tüm çocukların hangi ortamlarda, nasıl bir beslenme uygulanarak büyüdüklerini, kilolarını, boylarını ölçerek sağlıklı bir gelişim gösterip göstermediklerinin tespit edilmesi ve erken tanı konularak girişimlerde bulunulmasıdır” diye konuştu.

    “Anne sütü almayan bebekler daha dikkatle izlenmeli”

    Bebeklerde hastalıktan korunmanın en güvenilir yolunun aşı takvimine uymak olduğunu vurgulayan Dr. Tanır çocukların boy ve ağırlık ölçümlerinin, büyüme ve gelişmenin, beslenme durumunun belirlenmesinde önemli birer ölçüm olduğunu; özellikle anne sütü almayan, düşük doğum ağırlıklı, ikiz eşi ya da ailenin çok sayıda çocuğundan biri olan, doğumdan sonraki ilk bir yıl içinde kardeş ölümü bulunan bebekler gibi bazı risk etmenlerini taşıyan çocukların çok dikkatle izlenmesi gerektiğini söyledi. Doğumdan sonra ilk günlerden itibaren bebek ile ilgili dikkat edilmesi gereken hususlar olduğunun altını çizen Dr. Tanır, “Halk arasında bilinen ismiyle topuk kadın, işitme, görme, kalça displazisi gibi doğumdan sonra tarama ve aşılar mutlaka yaptırılmalıdır. Bebeklerde sık görülen bazı hastalıklardan korunmanın en güvenilir, en kolay yolu onları düzenli aralıklarla ve aşı takvimine uygun aşılatmaktır. Bebeğin beslenmesi ilk 6 ay anne sütü, 2 yaşına kadar uygun ek gıdalar ile anne sütüne devam edilerek yapılması, bir sorun yaşandığında aile hekimine müracaat edilmesi gerekir. Bebek ölçüm, izlemleri düzenli olarak yaptırılmalıdır” ifadelerini kullandı.

    “İlk 6 ay su bile vermeden emzirin”

    Ebeveynlerin büyüme gelişmeyi takip ederek hekime yardımcı olmasının problemlerin çözülmesine de yardımcı olacağını söyleyen Dr. Tanır, “Anne ve babaların bilinçli olarak çocuklarının büyüme ve gelişmelerini yakından takip etmesi ve aile hekimi ile işbirliği içinde olması, oluşabilecek problemlerin önüne geçilmesinde yardımcı olacaktır. Bebeğin tüm biyolojik ihtiyaçları için en iyi ve eksiksiz besin anne sütüdür. Bebeğin sağlıklı gelişmesini ve büyümesini ve hastalıklardan korunmasını sağlar. Doğumdan sonraki ilk günler bebeğiniz, günün büyük bölümünü uyuyarak geçirir. Emme ve yutma reflekslerine sahiptir. Lohusalık döneminin ilk yarım saatinde bebekle annenin bedensel teması sağlanarak, mutlaka ilk ağız sütü verilmelidir. Bebeğe 6. ayın bitimine kadar anne sütünden başka hiçbir gıda, su dâhil verilmeden emzirme 2 yaşına kadar sürdürülmelidir. Çocuğunuzun büyüme ve gelişmesi 0-4 yaş arası oldukça hızlıdır” dedi.
    Dr. Tanır, çocuğun 1 yaşına girdiğinde kendi başına yemek yiyebilmesi gerektiğini, kendi eliyle yemesinin, nörolojik gelişimi ve küçük motor hareketlerinin hızlı gelişebilmesi için önem arz ettiğini dile getirdi.

  • Liposuction nedir, kimler yaptırabilir?

    Liposuction nedir, kimler yaptırabilir?

    Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Kamil Yıldırım, ‘yağ emme’ ya da ‘yağ alma operasyonu’ olarak bilinen ‘liposuction’ hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Opr. Dr. Kamil Yıldırım, günümüzde özellikle sosyal medyada hakkında çok fazla bilgi kirliliğinin olduğu ameliyatlardan biri olan ameliyatının aslında bir kilo verme yöntemi olarak değil, estetik olarak vücuda şekil verme amacını taşıdığını, erişkin yaş grubundaki erkek ve kadın tüm hastalara uygulanabilen bir ameliyat olduğunu aktardı.

    Yıldırım, “Sosyal medya kullanımının artması aynı zamanda liposuction gibi ekipmanların gelişmesi talebi arttırmaktadır. Fakat bu işlemi sosyal medya üzerinden görerek karar verilmesi doğru değildir. Hasta mutlaka uzman hekim tarafından muayene edilip, uygun olup olmadığına bakılarak ortak karar verilip ameliyat yapılması gerekmektedir. Hastanın vücudunun herhangi bir yerindeki aşırı yağ depolaması veya buna benzer problemi varsa bununla ilişkili liposuction ameliyatlarını kullanmaktayız. Tek başına liposuction yapılabileceği gibi başka ameliyatlar ile kombine şeklinde liposuction yapılabilir. Örneğin; bir karın germe veya estetik anlamda memeye yapılan bir operasyonun yanında liposuction yapılabilir. Ameliyat sonrası hasta hastanede bir gün kalır, bir hafta içinde sosyalleşmeye başlar ve bu süreçte 1 ila 1,5 ay korseler giymesi gerekebilmektedir. 1 ay sonrasında ise ağır sporlar bile yapabilir duruma gelebilir” dedi.

    Yapılan bu işlemin doğrudan zayıflama ya da kilo verme aracı olarak görülmemesi gerektiğine dikkat çeken Opr. Dr. Kamil Yıldırım, “Hem sağlığınız hem de fazla kilolardan kurtulmak için sağlıklı bir beslenme düzenine sahip olmanız çok önemlidir” diye konuştu.

  • Parkinson erken teşhisle tedavi edilebilir

    Parkinson erken teşhisle tedavi edilebilir

    Nöroloji Uzm. Dr. Hikmet Dolu, 11 Nisan Dünya Parkinson Hastalığı Günü dolayısıyla bilgilendirmelerde bulundu. Parkinson’un tanımı yapan Uzm. Dr. Dolu, “Hareketlerde yavaşlama ve titreme ile başlayan, tedavi edilmezse zaman içinde hastayı yatağa bağımlı hale getirebilen Parkinson, hayat kalitesini bozan bir hastalık olarak tanımlanabilir. Modern yöntemlerle erken dönemde teşhis edilebilen Parkinson’un kontrol altına alınması için birçok tedavi seçeneği bulunur. Parkinson, çoğunlukla vücudun bir tarafında hareketlerin ileri derecede yavaşlaması (bradikinezi), genellikle istirahat halindeyken görülen titreme (tremor), kasların düzensiz ve istemsiz kasılması sonucu oluşan vücutta sertlik hissi (rijidite) ve postür (duruş) bozukluklarıyla ortaya çıkar. Hastalıkla baş edebilmek için öncelikle ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Bu tedaviye yanıt alınamaması veya tedaviye zaman içinde direnç gelişmesi halinde cerrahi tedavi tercih edilir” diye konuştu.

    “Hareketlerde azalma görülebilir”

    Parkinson’un belirtilerinden bahseden Uzm. Dr. Dolu, “Parkinson hastalığı hemen hemen her zaman vücudun bir yarısında (daha sıklıkla sol taraf, hemiparkinsonizm) başlar, yıllar içinde diğer tarafa da geçer. Temel belirtisi, hareketlerde yavaşlama ve/veya titremedir yani tremordur. Sıklıkla tek tarafta, istirahat halinde ortaya çıkan elde veya ayakta titreme ve eklem hareketlerinde katılıkla kendini gösterir. Zamanla yürürken tek veya iki taraflı kol sallanma hareketlerinde azalma veya kayıp, adımlarda küçülme, yürümeye başlamada zorluk, düğme iliklemek ya da açmakta zorlanma, yatakta dönme ya da otururken kalkmada güçlük Parkinson’un belirtileri arasındadır. Maske (donuk yüz) yüz ifadesi, alçak ve kısık ses tonuyla konuşma, el yazısında küçülme, öne doğru eğilme/kamburlaşma olabilir. Parkinson hastalığında beyinden kaynaklanan hareket bulgularından başka hareket haricinde belirti ve şikâyetler de izlenir. Bunlar kabızlık, kan basıncının düşmesi, depresyon, uyku bozuklukları, huzursuz bacak sendromu ve koku duyusunun kaybıdır. Hastalığının orta ve ileri evrelerinde yürüyüş bozuklukları, denge kusurları, harekette donmalar ortaya çıkar, bunu düşmeler izleyebilir. Nadiren de olsa bazı hastalarda bu tabloya bunama (demans) da eklenir” şeklinde konuştu.

    “İlaç tedavisi uygulanabilir”

    Parkinson tedavisinde öncelikle ilaçların kullanıldığını söyleyen Uzm. Dr. Dolu, “İlaçlarla beklenen yanıtın alınamadığı hastalarda veya zamanla ilaçların faydasının azaldığı durumlarda cerrahi tedavi uygulanabilir. İlaç tedavisi beyinde azalmış olan dopaminerjik geçişi artırmaya yöneliktir. Yani Parkinson ilacı, dopamini artırmaya yöneliktir. Bu amaçla, beyinde dopamin miktarını artıran ilaçlar tedavide kullanılır. Ancak Parkinson ilaçlarının uzun süre ve/veya yüksek dozlarda kullanımı ile hastalarda kısa süreli aşırı hareketlilik şeklinde dalgalanmalar, tam yanıtsızlık (off periyodu) ya da istemsiz hareketler (diskinezi) görülebilir. Bu ilaçları kullanan hastalarda ortalama yüzde 5-7 arasında ortaya çıkabilen bu durumları geciktirmek için rahatsızlığın başlangıcında hastaya yanıtın alınabildiği en düşük doz verilmelidir. Hasta 65 yaşın altındaysa ve bunama yoksa, tedaviye dopamin etkisini taklit eden ‘dopamin agonisitleri’ ile de başlanabilir veya tedaviye ek olarak kullanılabilir. Titreme, bunama, depresyon, uyku bozukluğu şikâyetleri görülürse bu şikâyetler için başka bir tedavi stratejileri planlanabilir. Hastaların üçte biri ilaç tedavisi ile uzun yıllar iyi cevap alınan ve yaşamlarında önemli bir kısıtlama olmadan yaşayabilen kişilerdir. Kalan grubun bir kısmında ilaca cevap kısıtlıdır. Doz arttırıldıkça yan etkiler, zamanla da ilaca cevapsızlık görülebilir” ifadelerini kullandı.

    “İlaç tedavisine yanıt alınmazsa cerrahi tedavi tercih edilebilir”

    İlaç tedavisinden fayda görmeyen hastalarda cerrahi tedaviye başvurabileceklerine dikkat çeken Uzm. Dr. Dolu, şunları söyledi: “Özellikle son 15-20 yıldır ilaç tedavisine cevap vermeyen hastalarda, cerrahi seçenek önerilir. Amaç beyinde hareketimizle ilgili merkezlerde azalan elektriksel uyarının cilt altına yerleştirilen bir kaç cm’lik jeneratör aracılığı ile oluşturulmasıdır. Kalp pili benzeri bir mantık ile düşünülebilir. Uygulamanın tıbbı adı, derin beyin stimülasyonudur.”

  • Bayram kahvaltılarında porsiyonlara dikkat

    Bayram kahvaltılarında porsiyonlara dikkat

    Diyetisyen Gündüz, bayramlarda hazırlanan büyük kahvaltı sofralarından bahsederek, “Bayram kahvaltılarında o güzel, keyifli sofrada porsiyonlara dikkat etmemiz gerekiyor. Bayram kahvaltılarını hazırlarken yumurta alternatiflerinden yararlanabiliriz. Mutlaka bir omlet çeşidi olabilir. Omlet çeşitlerinizi zenginleştirebilirsiniz, peynirli, zeytinli, kurutulmuş domatesli, sevdiğiniz yeşil yapraklı sebzelerle, mantarla ve mevsim sebzeleri ile zenginleştirebilirsiniz veya menemen alternatifini düşünebilirsiniz. Peynir çeşitleri, zeytin çeşitleri ve mutlaka olmazsa olmaz bir söğüş tabağı hazırlamanızı istiyorum. Bu peynir ve zeytin çeşitlerini tercih ederken mutlaka az tuzlu olanları tercih etmeye çalışalım” diye konuştu.

    “Her ikram edilen çikolatayı da tüketmememiz gerek”

    Sahur ve iftar yapılan iki öğünlü beslenme planından yavaş yavaş çıkıp üç öğünlü beslenme düzenine geçmek gerektiğinin altını çizen Beslenme ve Diyet Uzmanı Gündüz, “Bu noktada ara öğünleri yapmak oldukça önemli. Ara öğünlerde bayramlaşmaya gittiğimiz yerlerde tabi ki çikolata veya çay, kahve ikramı olacaktır. Fakat vücudumuzun su dengesi açısından her içtiğimiz çay ve kahvenin yanında mutlaka bir büyük bardak su tüketmeye özen göstermeliyiz. Aynı zamanda her ikram edilen çikolatayı da tüketmememiz gerekir. Bayramın olmazsa olmazı tatlılar tabi ki, bayram da bu tatlıları tüketirken sütlü ve meyveleri tatlılara öncelik vermemiz gerekiyor. Şerbetli tatlıları, kızarmış ürünleri, kızarmış tatlıları ikinci plana atmamız gerekiyor, çok tüketmek istiyorsak da porsiyona dikkat etmek gerekiyor” dedi.
    Gündüz, akşam yemeğini planlarken mutlaka bir protein alternatifini sofranın başına koymak gerektiğini belirterek, “İkinci önemli olan konu ise mutlaka zeytinyağlı alternatifleri olsun istiyoruz. Çünkü iki öğün beslenmede Ramazan sürecinde kabızlık görülebiliyor. Bu sorunu yaşayanlar özellikle dikkat etmeli. Bağırsakların daha düzenli çalışabilmesi için, bağırsak sorunlarının, hazımsızlığın giderilmesi için mutlaka bir zeytinyağlı alternatifi olabilir. Taze fasulye, barbunya, bamya gibi bağırsak hareketleriniz hızlandıracak, şişkinlikten uzak tutacak sebzeler tercih etmek avantaj olacaktır” şeklinde konuştu.

  • Koku kaybı ve kabızlığa dikkat

    Koku kaybı ve kabızlığa dikkat

    Acıbadem Kayseri Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Güven Arslan, Parkinson hastalığının beyinde dopamin adı verilen, beyin hücrelerinin birbirleriyle haberleşmesini sağlayan maddeyi üreten hücrelerin bozulması sonucu ortaya çıktığını; dopamini üreten hücrelerin de hareketlerin kontrolü, uyumu ve akıcılığından sorumlu olduğunu ifade etti.

    Hastalığın genellikle 50’li yaşlarda başlasa da klinik bulguların yerleşmesinin 60’lı yaşları bulduğuna dikkat çeken Dr. Arslan, “Hastalığın belirgin bulguları hareketlerde yavaşlama, ifadelerde donukluk ve el titremesidir. Özellikle hastaları kliniğe getiren bulgu da el titremesi olmaktadır. Özellikle istirahat halindeyken olan bir titreme söz konusu. Genellikle asimetrik olmakla birlikte hastalık ilerledikçe bu titreme her iki ele de yayılmaktadır. Hastaların çok yavaş yürüdüğünü, konuşmakta zorlandığını, ifadelerinin çok donuk olduğunu görmekteyiz. Hastalığın aslında en erken bulguları arasında koku kaybı ve kabızlığın olduğu bilinmektedir. Ancak bu noktada diğer bulgular eşlik etmediği için çoğu zaman Parkinson hastalığı akla gelmemektedir. Detaylı inceleme ile teşhise daha erken kavuşulabilir” diye konuştu.

    “Konuşma şekli ve el yazısı da bozuluyor”

    Hastaların genellikle el titremesi şikayetiyle doktora başvurduğuna değinen Dr. Arslan, bununla birlikte konuşma sırasında yüz mimiklerinin giderek azalması ve konuşmanın monoton bir hale gelmesi, konuşma hızında artma veya azalma ile el yazısının aniden küçülerek bozulmasının başlıca bulgular arasında yer aldığını anlattı.
    Parkinson hastalığının günlük yaşamı çok etkilediğinin altını çizen Dr. Arslan, bu nedenle toplumun bilinçlenmesinin çok önemli olduğunu, doğru teşhisle birlikte doğru tedavi uygulandığı zaman hastaların fonksiyonel kapasitesinin çok arttığını ifade etti. Bu nedenle gerektiğinde uzman hekime başvurmak gerektiğini sözlerine ekledi.
    Parkinson konusunda bilinçlenmenin önemini vurgulayan Dr. Arslan, “Günümüzde tedavi olarak beyinde eksilmiş olan dopamini yerine koyma stratejileri bulunmaktadır. Bunun için günlük birkaç adet kullanılmak üzere tablet tedavileri ve enjeksiyon tedavileri bulunmaktadır. Hastalığın ilerleyen dönemlerinde cihaz destekli tedaviler dediğimiz mideye tüp ile birlikte ilaç verilmesi veya beyin pili dediğimiz beyindeki bazı bölgeleri uyararak bulguların giderilmesine çalışılmaktadır” dedi.

  • Bayramda hafif tatlıları tercih edin

    Bayramda hafif tatlıları tercih edin

    Sağlığın korunması ve iyileştirilmesinde yeterli ve dengeli beslenme hayatımızın her döneminde en önemli faktörlerden biridir. Ancak Ramazan ayı boyunca oruç tutan kişiler, günlük öğün sayısını azaltmaları ve beslenme düzeninde meydana gelen değişiklikler nedeniyle bayramda normal yeme düzenine geçtiklerinde psikolojik olarak daha fazla yemek yeme eğilimine girer. Kimi kişiler hala kendilerini oruç tutuyor zannederken, kimi kişiler ise “oruç bitti şimdi yeme zamanı” diyerek aşırı miktarda besin tüketir. Ramazan ayı sonrası aşırı yemek yeme ile bazı problemler kaçınılmaz olur. Bunların en önemlisi hazımsızlık ve mide problemleridir.
    Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Diyetisyeni Gültaç Dayı, yeme alışkanlıklarının değiştiği Ramazan sonrasında normale dönüş sürecinin kontrollü bir şekilde gerçekleştirilmesinin önemine vurgu yaptı. Gültaç Dayı, bu süreçte yaşanan hazımsızlık ve mide problemlerini önlemenin yollarını, tatlı tüketirken dikkat edilebilecek hususları, ana öğünlerde porsiyon kontrolü yöntemlerini ve artırılan su tüketimi ile hareket miktarının metabolizma üzerindeki etkilerini anlattı.

    Hamurlu ve şerbetli tatlılar yerine sütlü veya meyveli tatlıları tercih edin

    Özellikle bayram süresince ve sonrasında çevrenin ısrarcı tutumlarından ve aşırı yeme eğiliminden mümkün olduğunca uzak kalınmalıdır. Eğer tatlı tüketmek çok isteniyorsa hamurlu, şerbetli tatlılar yerine sütlü veya meyveli tatlılar tercih edilmelidir. Günde en az 2 porsiyon meyve tüketilmelidir. Meyveler vücudunuza karbonhidratı yeterli oranda almanızı sağlayacağından, tatlı isteğinizde de azalma olacaktır.

    Güne kahvaltı ile başlayın

    Yeterli enerji ile güne başlarsanız, gününüz daha güzel seçimlerle geçer. Kahvaltı sofranızdan esmer ekmek ve bol çiğ sebzeyi eksik etmeyin. Bayram sofraları içinse yüksek hacimli, düşük kalorili besinler seçin. Sebze, meyve gibi yüksek su, lif, düşük yağ ve kalori içeriği olan yiyecekler, ana yemeğin yanında servis edilecek sağlıklı aperatiflerdir. Et tüketiminin arttığı bayramlarda öğünlerin kalori değerini düşürmek, sindirime yardımcı olmak ve sağlık sorunları ile tadınızı kaçırmamak için mutlaka porsiyon kontrolüne dikkat etmeli, yağsız etleri ızgara, haşlama veya fırında pişirerek pilav, makarna, ekmek eşliğinde yemekten çok sebze veya salatalarla tüketmelisiniz. Porsiyon kontrolünde en kolay yöntem kendi avuç içiniz kadar hesap etmektir. Yine hayali olarak bir tabağı dörde bölerseniz yarısını sebzeler, çeyreğini et, diğer çeyreğini de yoğurt ile doldurmak da kolay porsiyonlama yöntemidir.

    Besinleri iyi çiğneyin

    Besinleri iyi çiğneyerek küçük lokmalar halinde getirmeliyiz. Bu sayede yediklerimiz daha kolay sindirilecek ve kullanılacaktır. Sindirim şikayetleri yaşamayacak, şişkinlik, hazımsızlığın önüne geçmiş olacaksınız.

    En az 2 litre su tüketin

    Bayram boyunca çay, kahve, meşrubat tüketiminin artması ile su içmek ikinci plana atılıyor. Oysaki düzenli bir sindirim sistemi ve metabolizmayı canlandırmak için yapmanız gereken en önemli beslenme kuralı günde 8-10 bardak su içmektir. Özellikle yaşlılar ve tansiyon hastalarının gün boyu kahve ve çay tüketimlerine dikkat etmeleri, bitki çaylarını tercih etmeleri, günde 2 fincandan fazla kahve tüketmekten kaçınmalarını öneriyoruz.

    Hareketinizi artırın

    İşlerinizin yoğunluğundan, zamansızlıktan şikayetçiyseniz işte size altın fırsat. Bayram tatilinde yürüyüş yapın. Gün içinde yapacağınız 30-45 dakikalık tempolu yürüyüşler hem Ramazan ayında yavaşlayan metabolizmayı hızlandıracak, hem de bayramda yediklerinizi sindirmenize yardımcı olacaktır.

  • Ramazan sonrası beslenme konusunda uyarı

    Ramazan sonrası beslenme konusunda uyarı

    Ramazan boyunca kısıtlı besin tüketimi sonrasında öğün sayısının arttığına dikkat çeken Kaya, “Ramazan ayı boyunca değişen beslenme alışkanlığı Ramazan Bayramıyla tekrar eski haline dönmeye başlamakta. Ramazan boyunca kısıtlı besin tüketimi sonrasında öğün sayısının arttığı, çeşitli beslenmeye geçilir. Bu geçiş sırasında aşırı ve yağlı beslenmeden kaçınmalıyız. Özellikle mide problemleri yaşamamak adına vücudumuzu yavaşça alıştırmalıyız. Günün en önemli öğünü olan kahvaltıda bir ay boyunca özlem duyulan kuymak, patates kızartması gibi yağlı ve bol kalorili yiyecekler değil, süt, peynir, zeytin, haşlanmış yumurta, bol sebze gibi besinler tercih edilmelidir.3 ana, 3 ara öğünden oluşan beslenme programı hazırlanmalı. Tek çeşit değil farklı besin gruplarından oluşan beslenme programı uygulanmalıdır. Ramazan ayı boyunca uygulanan sahur beslenmesi gece yemek yeme alışkanlığına dönüştürülmemelidir. Bu süreçte kabızlık problemi yaşayan bireyler lifli beslenmeye önem vermeli ve bol su içmelidir. Günlük tüketilen su miktarı 1.5-2 litre olmalı. Ramazan ayı boyunca yeterli ve dengeli beslenme uygulanamadığı için kas kayıpları veya metabolizmada zayıflama görülebilir. Bunu düzeltmek için sağlıklı bir beslenme programının yanında fiziksel aktiviteye önem verilmeli ve düzenli yürüyüş yapılmalı. Özellikle ramazan ayı boyunca tek öğün beslenen bireylerde bağışıklığı güçlendirmek için zencefil, zerdeçal, soğan, sarımsak, bitki çayları, omega 3, brokoli, kırmızı ve mor renkli meyveler ve turunçgiller tüketilmelidir” dedi.

  • Ramazan Bayramı’nda beslenme önerileri

    Ramazan Bayramı’nda beslenme önerileri

    Beslenme ve Diyet Kliniği’nden Dyt. Tuba Yıldırım, Ramazan Bayramı’nda beslenme hakkında bilgilendirdi. Ramazan ayının bitmesiyle normal yeme düzenine geçilirken, tüketilen öğün sayısında ve besin miktarında artma eğilimi görüldüğünü ifade eden Diyetisyen Yıldırım, “Bayramla beraber normal beslenme düzenine geçerken öğün aralarını en az 2 en fazla 4 saat olacak şekilde düzenleyiniz. Bayram sabahı hafif bir kahvaltı ile güne başlanmalıdır. Kahvaltıda kızartılmış besinler yenilmemelidir. Bayram ziyaretlerinde geleneksel olarak tatlı ikramı olacağından kahvaltıda şeker, bal gibi tatlı besinlerin bulundurulmaması yararlı olacaktır” diye konuştu.

    “Bolca sebze tüketilmeli”

    Domates, salatalık, maydanoz, taze biber gibi çiğ sebzelerin bayramda bolca tüketilmesi önerisinde bulunan Diyetisyen Yıldırım, “Az yağlı peynir ve haşlanmış yumurta tercih edilmelidir. Sucuk, salam, sosis gibi yağlı besinlerden ve hamur işi gıdalardan sakınılmalıdır. Ekmek olarak tam buğday ekmeği tercih edilmesi kan şekerini kontrol altında tutar ve tokluk hissi verir. Özellikle bayramda tatlı tüketimi çok isteniyorsa hamurlu, şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlılar ya da dondurma küçük porsiyonlar halinde tercih edilmelidir” ifadelerini kullandı.

    “Oruçtan ötürü oluşan sıvı kaybı için günde 3 litre su tüketin”

    Su tüketimine dikkat çeken Dyt. Yıldırım, “Ramazan ayı boyunca su ve sıvı tüketimin azalmasından dolayı vücutta oluşabilen sıvı kaybının yerine konması için günde en az 2,5-3 litre su içilmelidir. Ramazan ayı boyunca enerji harcamamak için azaltılan fiziksel aktivitenin bu dönemin sonlanmasıyla birlikte arttırılması oldukça önemlidir. Mümkün olduğunca bayram ziyaretlerine yürüyerek gidilmesi tercih edilmelidir. Özellikle fiziksel aktivitenin arttırılması adına haftada 3-4 gün 45-60 dakikalık orta şiddette fiziksel aktivite yapılmalıdır” şeklinde konuştu.
    Ramazan’ın bitmesi ve ardından bayramın gelmesinin, uzun süren açlık psikolojisinden çıkarak özgürlük hissiyle daha fazla yemek yeme ihtiyacı hissettirebileceği uyarısında bulunan Dyt. Yıldırım, “Ama bu yıl bahar aylarına denk gelen Ramazan’da kendinize daha fazla özen göstermelisiniz. Hem uzun açlık sebebiyle hem de yeterince egzersiz yapamadığımız bu dönemde metabolizma oldukça yavaşlamış olacaktır” açıklamasında bulundu.

    “Tatlı tüketimini sınırlayın”

    Bayramda zayıflama konusuna değinen Tuba Yıldırım, “Özel günlerde, tatillerde kilo vermek çok gerçekçi bir hedef olmayacaktır. Bu süreçlerde asıl amacımız, kilomuzu ve sağlımızı korumaktır. Bu yüzden Ramazan Bayramı’nda diyet yapmak yerine miktar ve porsiyonlara dikkat edip dengelemek yeterli olacaktır. Yemekleri yavaş yavaş yiyerek ve porsiyonlarınızı azaltarak midenize de yardım edin. Sıvı tüketimi her zaman önemli fakat yüksek miktarda hayvansal protein aldığınız ve tatlı tüketiminin arttığı bayram günlerinde daha da önem taşıyor. Su toksinlerin vücuttan uzaklaştırılmasını sağlıyor. Bu yüzden gün için de 2-2,5 litre su içmeye özen gösterin. Aşırı şerbetli, yağlı tatlılar yerine, sütlü tatlılar veya meyve tatlısı tercih edin. Tatlıları takip eden diğer öğünlerin hafif ama sağlıklı yemeklerden oluşmasına özen gösterin. Bayram ziyaretlerinde yakın mesafeler için araç kullanmak yerine yürüyerek gitmeyi tercih edin, hareketi unutmayın. Bitki çayları ve maden suyu da sıvı desteği için kullanılabilir” bilgisini verdi.
    Bayram ziyaretlerinde tüketimi en çok artan yiyeceğin tatlı olduğunun altını çizen Dyt. Tuba Yıldırım, “Gerek çok fazla ziyaret gerekse buralardaki ısrar yüzünden hayır demek zor oluyor ve tatlı tüketiminde sınırlar aşılabiliyor” dedi.

    “Sağlıklı bir bayram tatili için öneriler”

    Dyt. Tuba Yıldırım, bu süreci daha sağlıklı ve dengeli yönetebilmek için önerilerini şöyle sıraladı:
    “Gün içinde 2.5-3 litre su tüketin. Gün içerisinde şeker tüketimi artacağı için kahvaltılarda bal- pekmez, gün içinde taze veya kuru meyve tüketiminden kaçının. Tatlı tercihlerinde olabildiğince sütlü ve hafif tatlıları en küçük porsiyonlarda tüketin. Tatlılar ile birlikte ayran veya süt tüketin. Kan şekerinizi dengelemek açısında faydalı olacaktır. Bayram ziyaretlerine giderken mümkün olduğunca dengeli öğünler yaparak tok gitmeye özen gösterin.”

    “Bayramın ilk sabahı için kahvaltı önerisi”

    Ramazan bayramında ilk kahvaltı nasıl olması gerektiği hakkında şu menü önerisinde bulundu:
    “Güne başlarken 1 bardak ılık limonlu su ve 2-3 adet kuru meyve (mide bağırsak sistemini düzenlemeye yardım edecek). 1-2 yumurta (haşlama veya omlet olabilir). 2-3 parmak kadar peynir.
    7-8 zeytin. 3-4 tam ceviz. Söğüş domates salatalık yeşillik ve taze meyve. 1-2 dilim esmer ekmek.”