Kategori: Sağlık

  • Bahar yorgunluğu ile karıştırılan 6 hastalık

    Bahar yorgunluğu ile karıştırılan 6 hastalık

    Bazen basit gibi görünen şikâyetlerin altında önemli hastalıkların yatabildiğini ve bunun özellikle mevsim geçişlerinde bahar yorgunluğu ile karıştırılarak ihmal edilmesinin ciddi sonuçlar doğurabildiğini söyleyen Medline Adana Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Aktaş, ”Eğer bireyin bahar yorgunluğu yakınmaları 1 ayı aşmış ise bunun altında yatan sebeplerin dikkatlice araştırılması gerekir” dedi.

    Güneşli havaların azalarak gökyüzünün gri tonlara bürünmesi, git gide uzayan geceler, kısalan gündüzler ve havaların serinleyerek yağışların başlaması ile beraber sonbaharın kendini iyiden iyiye hissettirdiği şu günlerde birçok insan bahar yorgunluğundan muzdarip olduğunu düşünüyor. Ancak bazen kimi hastalıklar bahar yorgunluğu ile karıştırılabiliyor. Bu konuda açıklama yapan Doç. Dr. Aktaş, bahar yorgunluğu ile karıştırılan hastalıkları şöyle açıkladı:

    “Anemi ya da halk arasında bilinen ismi ile kansızlık, vücutta organ ve dokulara yeterli düzeyde oksijen taşımak için gerekli miktarda sağlıklı kırmızı kan hücresi bulunmaması olarak tanımlanır. Yorgunluk, enerji kaybı, halsizlik, ciltte solgunluk gibi kansızlık belirtileri, vücut dokularına yeterince oksijen götürülememesi sonucunda gelişir. Bu belirtiler bahar yorgunluğu ile karıştırılabildiğinden ihmal edilmemelidir. Aksi durumda vücutta ağrılara, duygu durum bozukluklarına, unutkanlığa, el ve ayaklarda da uyuşmalara sebep olur.

    Tiroid, nefes borusu üzerinde yer alan, 15-20 gram ağırlığında 2 ana loptan oluşan ve hormon üreten bezlerdir. Sağlıklı çalışamadığında bireylerde bazı fiziksel ve duygusal belirtiler ortaya çıkar. Bunlar arasında yer alan sıcak basması, yorgunluk ve halsizlik hissi bahar yorgunluğu ile sıkça karıştırılabilen benzer belirtilerdir. Ancak ihmal edilen tiroid sorunu ilerde kalp hastalıkları, kemik erimesi, adet düzensizliği ve kısırlığa yol açabilir.
    Yazın aldığınız birkaç kilo fazlayı vermek isteseniz bile tam tersine yavaş yavaş kilo almanız bahar yorgunluğunun verdiği tembellik hissi veya havaların spor yapmanızı engellemesinden olmayabilir.

    Bununla birlikte canınız geçmişe göre daha çok şekerli gıdalar çekiyor ise insülin direncinizi kontrol ettirmek için bir doktora görünmenizin zamanı gelmiş olabilir. Çünkü zamanında fark edilmeyen insülin direnci tedavi edilmediğinde başta diyabet olma üzere kanser, obezite, tansiyon ve felç gibi pek çok ciddi hastalığa davetiye çıkartır.

    Vitaminler vücudumuzun sağlıklı ve dengeli bir şekilde çalışmasını destekleyen önemli besin öğeleri olduğundan eksiklikleri ciddi sağlık sorunlarına kapı aralayabilir. Eksik olmaları veya yetersiz alınmaları durumunda fiziksel ve zihinsel yorgunluk, kemik ağrıları ve saç dökülmesi görülür. Bazen göz ardı edilebilen veya başka sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilebilen bu belirtilerin farkında olmak ve gereken tedaviyi zaman yitirmeden almak yaşam kalitesini artırmak açısından önemlidir. Ancak özellikle takviye olarak alınacak vitaminlerin doktor kontrolü altında olması gerekir.

    Sonbahar aylarında sıkça rastlanan ‘mevsimsel alerjik rinit’, doğada bulunan alerjen maddelere karşı burun mukozasının verdiği alerjik reaksiyon olarak ortaya çıkar. Hastalık kendini sık hapşırma, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, kaşıntı yakınmaları ile gösterir ve ataklar şeklinde gelişir. Ancak alerji kişide bahar yorgunluğuna benzer bir tablo ortaya çıkararak halsizlik ve isteksizliğe de sebep olabilir. Hastanın alerjik reaksiyon verdiği maddelerin tespit edilmesi alınacak önlemleri ve uygulanacak tedaviyi belirlemeye yardımcı olur.

    Sonbahar kimi zaman yorgunluk ve depresyonla birlikte gelebilir. Hatta yorgunluk sandığınız depresyon da olabilir. Güneşli havaların azalması ve gökyüzünün gri tonlarla kaplanması, uzayan geceler, kısalan gündüzler, açık havada daha az vakit geçirilmesi insanlarda hem fizyolojik hem de psikolojik değişimlere yol açar. Tembellik, iştahsızlık, yorgunluk, umutsuzluk, değersiz hissetme gibi belirtilerin 1 aydan daha uzun sürmesi halinde bunun bir depresyon işareti olabileceği göz önünde bulundurularak ilgili uzmana danışmakta fayda bulunur.”

  • Anne ve baba adayları bilgilendiriliyor

    Anne ve baba adayları bilgilendiriliyor

    – Serdivan SHM Gebe Bilgilendirme Sınıfında anne ve baba adaylarına doğum süreci ve doğum sonrasına yönelik ihtiyaç duydukları tüm bilgiler veriliyor. Serdivan Sağlıklı Hayat Merkezinde (SHM) Gebe Sınıfında yürütülen programda, gebelik sürecindeki fizyolojik ve psikolojik değişimlerden doğumun evrelerine, doğum ağrısıyla baş etme yöntemlerinden yenidoğan bakımına, anne sütünün öneminden emzirme tekniklerine kadar pek çok konu ele alınıyor. Gebe Sınıfından faydalanan anne adayları doğuma hazırlanırken, baba adayları da sürece aktif katılarak hem doğumda hem de sonrasında eşlerine en büyük destekçi olmayı öğreniyor.

    35 haftalık gebe olan Nurdan Şirin Akgül ve eşi İbrahim Akgül de Gebe Sınıfı eğitimlerine katılan anne ve baba adaylarından biri. Baba olmaya hazırlanan İbrahim Akgül heyecanla bekledikleri süreçte Serdivan Sağlıklı Hayat Merkezinde aldıkları eğitimle akıllarına takılan birçok soruya doğru cevaplar bulduklarını dile getirerek, “Bu süreçte biz de çok heyecanlıyız. İnternetten birçok şeye bakıyoruz. Orada bir sürü bilgi kirliği var. Birinin doğru dediğine başka bir yerde yanlış deniyor. ‘Ona mı inanalım, buna mı inanalım?’ derken buraya gelip doğru bilgiyi almak bizler için çok iyi oldu” diye konuştu

    İlk bebeklerini dünyaya getirmek için hazırlanan anne adayı Nurdan Şirin Akgül ise Serdivan SHM Gebe Sınıfıyla ilgili, “Daha önce anne ve baba olmadığımız için bu süreç bizim için çok heyecanlı. Burada aldığımız bilgiler ve eğitim sorumlumuzun desteği bizim için inanılmaz rahatlatıcı oldu. Sadece doğuma hazırlık değil doğum sonrası destek içinde her zaman yanımızda olduklarını söylediler. Süreçten genel olarak çok memnun kaldık, çok güzel bir hizmet. Herkesin faydalanmasını tavsiye ediyoruz” ifadelerine yer verdi.

    Ücretsiz ve erişilebilir olarak sunulan Gebe Bilgilendirme Sınıfları, tüm ebeveyn adaylarının bilinçli ve sağlıklı bir ebeveynlik yolculuğuna adım atmalarını hedefliyor. Sağlıklı nesiller ve güçlü aileler için tüm anne ve baba adayları ücretsiz sunulan programa davet ediliyor.

  • Bilgisayar karşısında geçirenler dikkat

    Bilgisayar karşısında geçirenler dikkat

    Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Opr. Dr. Metehan Saraçoğlu, günün büyük bir bölümünü bilgisayar karşısında geçiren kişilerde bel eğriliği riskinin yüksek olduğunu söyledi.
    Liv Hospital Samsun Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği’nden Opr. Dr. Metehan Saraçoğlu, gününü bilgisayar başında geçirmek durumunda olan çalışanların bel eğriliği riskiyle karşı karşıya bulunduğunu söyledi. Hastalığın oturma pozisyonu bozukluğundan kaynaklandığını ifade eden Opr. Dr. Saraçoğlu, çanta taşıyanlarda ise sırt eğriliğinin çok sık görüldüğünü kaydetti.

    “Skolyoz hastalığı zamanında tedavi edilmeli”
    Yoğun iş temposu altında sağlıklarını ihmal eden çalışanlarda görülen sırt ve bel eğriliği hastalıklarının giderek arttığını dile getiren Opr. Dr. Metehan Saraçoğlu. “Halk arasında sırt veya bel eğriliği diye bilinen omurganın üç boyutlu düzlemdeki sağa veya sola eğriliklerinin genel tanımı olan skolyoz hastalığı, en çok büyüme çağındaki çocuklarda görülüyor. Çanta taşıyan öğrencilerin yanı sıra hastalık gazeteciler ve mümessillerde de sık ortaya çıkıyor. Skolyoz hastalıklarının zamanında tedavi edilmemesi halinde ileri yaşlarda bel fıtığı, boyun fıtığı, kamburlaşma gibi cerrahi müdahale gerektirebilecek durumlarla karşılaşılabilirler” dedi.

    “Erken teşhiste ameliyatsız tedavi mümkün”
    Büyüme çağındaki çocuklarda boyun eğriliği ve boy kısalığına çok sık rastladıklarını dile getiren Opr. Dr. Saraçoğlu, “Erkeklerde 10-12 yaşına, kız çocuklarında ise 8-9 yaşına kadar fark edilmeyen durumlarda hızlı boy atmaları yaşanır. Bu süreçte sırt ağrıları görülüyorsa, skolyozdan şüpheleniyoruz. Gelişme çağındaki çocuklardaki sırt ağrıları önemsenmelidir. Çünkü altında yatan sebep farklı olabilir. Bilgisayar başında fazla oturuyor, top oynamıştır, ağır bir şey taşımıştır denilip umursanmaması yanlış olur.

    Ebeveynlerin mutlaka uzman bir doktora danışmalarında fayda vardır. Toplumumuzdaki görülen vücut eğriliklerinin çoğu pozisyona bağlıdır. Bilgisayar başında uzun süre oturmak, ağır çanta taşımak bu hastalığı tetikliyor. Bu ağrılar çok önemli. Önemsenmediği zaman 30-35 yaşlarında sebebi bilinmeyen sırt ağrılara yol açıyor. Bu bel fıtığı riskini artırabiliyor. Bankacı, şirket yöneticileri, memurlar, gazetecilerde oturma şekli bozukluğuna göre sırt ağrıları ortaya çıkabiliyor. Erken teşhis ve tedavi önemli. Erken teşhis edilirse ameliyatsız bu ağrıları gidermek mümkün” diye konuştu.

    Kalıtsal eğriliklerin küçük yaşlarda ameliyatla düzeltilebildiğini belirten Saraçoğlu, “Ameliyat ihtiyacı olmadan evde barfiks veya yüzme sporu yaparak tedavi edilebilecek eğrilik grubu var. Bu da 5. sınıftan lise son sınıf arasındaki gençlerde fazla oluyor. Bu nedenle önleyici tedavi olarak korse kullanımıyla birlikte yüzme ve voleybolu öneriyoruz. Özellikle yüzme sayesinde sırt ağrıları kendiliğinden geçebiliyor” şeklinde konuştu.

  • Çocuklarda ani tehlike: Kafa travmaları

    Çocuklarda ani tehlike: Kafa travmaları

    Denge ve koruma mekanizmalarının tam gelişmemiş olması nedeniyle ilk 7 yaşta kafa travmalarının sık görüldüğünü söyleyen Uzm. Dr. S. Nur Çetinkaya Bodur, “Kafa travmalarının en sık görüldüğü dönem erken çocukluk çağı olan 2-7 yaş arası dönemdir. Bu yaş grubundaki çocuklarda genellikle oyun oynarken kafaya darbe alma durumu sıklıkla meydana gelebilir. 7-14 yaş arası çocuklarda ise ön görülemeyen daha şiddetli kafa travmaları yaşanabilir’’ dedi.

    “Travmanın şiddetini anlamak için çocuktaki belirtileri dikkatle gözlemleyin”

    Travmanın şiddetini anlamak için çocuğun yaşadığı belirtileri dikkatle gözlemlemek gerektiğini ifade eden Uzm. Dr. S. Nur Çetinkya Bodur, kafa travmalarının hafif travmalar (beyin sarsıntısı gibi) ve şiddetli travmalar olarak genellikle iki ana kategoride değerlendirildiğini kaydetti. Uzm. Dr. S. Nur Çetinkaya Bodur hafif kafa travmalarında hafif baş ağrısı, kısa süreli baş dönmesi, uyuklama hali veya yorgunluk, geçici hafıza kaybı (çarpma anını hatırlamama) ve hafif mide bulantısı olabileceğini söyledi. Ciddi kafa travmalarının belirtilerinin ise daha belirgin, endişe verici olabileceğini kaydeden Uzm. Dr. S. Nur Çetinkaya Bodur, ebeveynlerinin şüphelendikleri an hastaneye başvurmaları gerektiğini vurguladı ve ciddi kafa travmalarının belirtilerini şöyle sıraladı:
    “Bilinç kaybı; çocuk kafasını çarptıktan sonra bayılma veya birkaç saniyeden uzun süre bilincini kaybetme olabilir. Şiddetli baş ağrısı; geçmeyen veya giderek şiddetlenen baş ağrısı oluşabilir. Tekrarlayan kusma; birden fazla kusma durumu gözlemlenebilir. Gözle görülür deformasyon; kafada şişlik, morarma, açık yara veya çökme gibi fiziksel belirtiler olabilir. Nöbetler; çocukta nöbet benzeri hareketler (kontrolsüz kasılmalar) gelişebilir. Bilinçte bulanıklık veya konuşma zorluğu; çocuk kafasını çarptıktan sonra konuşmakta zorlanıyor, kafası karışmış görünüyor olabilir. Denge kaybı veya hareket güçlüğü; çocuk yürümekte zorlanıyor veya vücudunun bir tarafında zayıflık hissediyor olabilir. Görme problemleri; çift görme, bulanık görme veya görmede ani değişiklikler oluşabilir. Dışarı kanama veya beyin sıvısı sızıntısı; kulaktan veya burundan kan ya da açık renkli sıvı gelebilir.”

    Kafa travmasından sonra çocuğu dikkatlice gözlemlemenin hayati öneminden bahseden Uzm. Dr. S. Nur Çetinkaya Bodur, bu durumlardan herhangi biri gözlemlenirse, vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurulması gerektiğinin altını çizerek, “Ebeveynler, belirtileri doğru bir şekilde değerlendirip zamanında müdahale etmeli ve bu tür kazalarda vakit kaybetmeden bir acil servise giderek, çocuğun gerekli muayene ve testlerden geçmesini sağlamak hayati önem taşır. Öte yandan, hafif travmalarda dikkatli bir takip ve dinlenme genellikle yeterli olacaktır. Unutmamak gerekir ki, çocukların güvenliği için tedbirli olmak ve gerektiğinde hızlı hareket etmek, onların sağlıklı bir şekilde büyümelerine katkı sağlar’’ diye konuştu.

  • ‘Tokum ama yerim’ diyorsanız bu hastalığa yakalanmış olabilirsiniz

    ‘Tokum ama yerim’ diyorsanız bu hastalığa yakalanmış olabilirsiniz

    Sivas Beslenme ve Diyet Uzmanı Cansu Arslan, kişinin kalori ihtiyacından bağımsız, metabolizmanın uyarılarak yiyecekleri sadece lezzeti nedeniyle tüketme isteği olarak ifade edilen “Hedonik açlık” hakkında açıklamalarda bulundu. Teknoloji ve dijital medya kullanımının artması, insanların hedonik açlık düzeylerini artırdığını belirten Arslan “Hedonik açlık biyolojik ihtiyaç olmadan besinlerin tadı, kokusu ve diğer duyusal özellikleri nedeniyle iştahta meydana gelen artma ve besini tüketirken alınan zevk ile ilişkili olan açlıktır. Bu açlığı “Tokum ama yerim” cümlesiyle ifade etmek daha net anlaşılır olmasını sağlayacaktır. Günümüzde sosyal medyada yemek tariflerinin, mekân önerilerinin artması, televizyondaki yemek programları, internetten hızla verilen siparişler hedonik açlığı tetikliyor. Bu etkiyi azaltmak için kişinin kendisi başta önlemler almalıdır. Takip ettiğimiz sosyal medya sayfalarının yemek içeriği ağırlıklı olmaması, belli bir saatten sonra yemek siparişi vermeme kararı almak, “Gerçekten aç mıyım?” sorusunu kendimize sormak ilk adımlar olabilir. Hedonik açlığın sağlık üzerine etkileri düşünülünce sosyal medya paylaşımları, yemek programları üzerine sağlık politikaları geliştirmek de daha ileri adımlar olabilir” dedi.

    “Duygusal yeme ön plandadır”

    Açlığın genel olarak homeostatik açlık ve hedonik açlık olmak üzere iki sürece ayrıldığını belirten Arslan “Vücudumuz acıkınca, lezzetli yiyecekler görünce beyinde nükleus akümbenste bulunan dopamin salınımı uyarılır. Ve iştahımız açılır, yeme isteğimiz oluşur. İki çeşit açlık kavramından bahsedebiliriz: Gün içinde enerji ihtiyacımızı karşılamak adına açlık hissetmemize ‘Homeoztatik Açlık’ denir ki bu hepimizin bildiği açlık hissidir. ‘Hedonik Açlık’ ise enerji ihtiyacımız olmaksızın lezzetli bulduğumuz besinlerin tüketiminden sağlanan haz amacıyla hissettiğimiz açlıktır. Yemek sonralarında tok olmamıza rağmen sevdiğimiz tatlıları rahatça tüketmemiz bu açlığın en güzel örneğidir. Birinde metabolik bir enerji ihtiyacı söz konusuyken diğerinde duygusal bir yeme ön plandadır. Yüksek kalorili ve lezzetli yiyeceklere kolay ulaşılabilirlik, büyük porsiyonlar obezojenik çevre dediğimiz yani obezite oluşma riski yüksek bir çevre oluşturmaktadır. Bu tarz besinlerin tüketimi ile yüksek oranda tuz, şeker ve yağ alımına bağlı olarak obezite ve obezitenin yol açtığı hastalıklarda artış görülebilmektedir. Diğer yandan obez bireylerde, obez olmayanlara göre daha yüksek hedonik açlık gözlemlenmiştir. Yani obez bireylerde hedonik açlık daha sık görülürken hedonik açlık yaşayan bireylerde de ihtiyaç fazlasını tükettiği için obezite riski artmaktadır. Bu iki yönlü durum obezite ile birlikte hedonik açlığında değerlendirilmesi gerektiğini bizlere göstermektedir” şeklinde konuştu.

    “Tokum ama yerim cümlesini kurmamaya çalışalım”

    Belirli yemek saatlerinin olması gerektiğini söyleyen Arslan “Hoş gelen atıştırmalıklar evde, işte kolay ulaşılabilir yerde olmamalı. “Gerçekten aç mıyım?” sorusunu mutlaka kendimize soralım. Susuz olabiliriz bu hissi de unutmayalım. “Tokum ama yerim” cümlesini kurmamaya çalışalım. Mutfağa sık uğramayalım. AVM veya restoranların çok fazla olduğu mekânlarda fazla gezinmek tok olsanız bile iştahınızı kabartarak bir şeyler yiyip içmemize neden olabilir. Bu alanlarda kısıtlı vakit geçirelim. Alışverişe aç çıkmayalım. Vitamin-mineral eksiklikleri herhangi bir besine karşı fazla istek duyulmasına sebep olabilir. Çikolata, kırmızı et, peynir, tatlı gibi keskin tatlara olan aşırı istek ve yönelim genellikle altta yatan vitamin mineral eksikliğiyle bağlantılıdır. Rutin kan sayımlarımızı ihmal etmeyelim. İyi hissetmiyorsak mutlaka bir uzman desteği alalım. Duygularımızı besinlerle baskılanmaya çalışmayalım. Sosyal medyada yemek hesaplarına belli bir saatten sonra bakmayalım. İyi bir uyku düzeni iştahımızı yönetmeyi kolaylaştırır bunu da uygulayalım. İhtiyacımız olanın dışına çıkmadan, israf etmeden, sadece haz duygusunu yaşamak adına yememeye özen gösterelim. Böylece hem bu öz denetimi sağlamayı öğreniriz hem kilo sorunu yaşamadan bu süreci atlatmış oluruz” dedi.

  • Çocuklarda hastalık bulaşmasını önlemenin yolu el hijyeninden geçiyor

    Çocuklarda hastalık bulaşmasını önlemenin yolu el hijyeninden geçiyor

    Dr. Nar, yaptığı açıklamada, çocuk sağlığında eylülden sonra üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları hastalıklarının, nisan ve mayıs itibarıyla da idrar yolu enfeksiyonları ile mide ve bağırsak bozukluklarının daha çok yaşandığını söyledi.

    Bu dönemlerde özellikle üst solunum yolu enfeksiyonlarının çok sık görüldüğünü belirten Nar, yenidoğan döneminden 3 yaşına kadar farklı belirtilerin oluşabildiğini dile getirdi.

    Eve özellikle ağabey veya ablası tarafından okuldan taşınan ve onların sadece hapşırmasına yol açan mikrobun bebeklerde çok ağır, yoğun bakıma yatırılmasını gerektirecek kadar ciddi hastalıklara neden olabileceğini vurgulayan Nar, şöyle devam etti:

    “Okul çağındaki çocuklarda el yıkama ve kişisel öz bakım temizliği en önemli şey. Yani tuvalet temizliği, tuvalette kendisini temizleyebilmesi ve çıkışta elini yıkayabilmesi hastalıkların bulaşmasını en aza indiriyor. Okul çağı çocuklarda oyun oynadıktan sonra arkadaşlarıyla paylaştığı mikroplardan arınmak için el ve yüz temizliği çok çok önem kazanıyor. Eve geldikten sonra da yine aynı şekilde el temizliğini ve üzerini değiştirdikten sonra evin içine o şekilde girmesini öneriyoruz.”

    Nar, el hijyeninin çocuklara hastalık bulaşmasını yüzde 80 engellediğini, kalanının kişisel korunma yöntemleriyle sağlanabileceğini anlattı.

    Aşırı burun akıntısı, hapşırma ve öksürükle devam eden vakalarda maske kullanımının büyük önem taşıdığına dikkati çeken Nar, “Maske kullanımı aslında sadece koronavirüste geçerli olan bir koruma yöntemi olmamalı. Yani çocuğunuzun genel durumu iyi ama burun akıntısı, hapşırığı, öksürüğü varsa maskesini takarak okula gitmesi hem kendisine hem de arkadaşlarına olan saygısını gösteriyor.” dedi.

    “Vitamin değerlerinin ciddiye alınması gerekiyor”

    Ebeveynlere koruyucu hekimlikle ilgili tavsiyede bulunan Nar, tam kan sayımı gibi yılda bir kez yapılması gereken tetkiklerin olduğunu hatırlattı.

    Vitamin değerlerinin de önemli olduğuna ve kontrol edilmesi gerektiğine işaret eden Nar, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “D ve B12 vitaminlerine bakılabilir. Bu vitaminlere bakıldıktan sonra bunlarda düşüklük, gerileme varsa bunların yerine konulması, bağışıklık sisteminin düzgün çalışması için çok önemli. Yani kansızlığı olan bir çocukta tam randımanlı bir bağışıklık sistemini beklemek çok yanlış oluyor. O nedenle bu değerlerin mutlaka ciddiye alınması gerekiyor. Uzun süredir kan tahlili yapılmamış çocuklara mutlaka kan tahlili yaptırmanız gerekiyor. Bu eksiklikler yerine konulduktan yani her şey optimize edildikten sonra ‘Bağışıklık sistemini bir tık daha artıralım.’ dersek o zaman düzenli olarak kullanılacak C vitamini, balık yağı ve D vitamini takviyeleriyle çocuğumuzun bağışıklık sistemini ve genel iyilik halini artırmış oluruz.”

    Vitamin ve balık yağı takviyelerine 2 ay kullanıldıktan sonra 15-20 gün ara verilmesinin yararlı olacağını aktaran Nar, “Bu ara verme takviyelerin daha etkin kullanımı için yeterli oluyor. Çocukların bütün kan değerleri normalse takviye edici gıdaların bu şekilde kullanılmasını öneriyoruz. Örneğin, 2 ay kadar multivitamin kullandıktan sonra 2 hafta ara verip sonra sadece C vitaminiyle devam edebilirsiniz.” ifadelerini kullandı.

    Dr. Gül Güner Nar, çocukların beslenme çantalarına taze, mevsimsel meyve ve sebzelerin konulabileceğini, paketli gıdalardan uzak durulması gerektiğini sözlerine ekledi.

  • Büyükbaş hayvanlar şap hastalığına karşı aşılanıyor

    Büyükbaş hayvanlar şap hastalığına karşı aşılanıyor

    Erzincan’da sonbahar şap aşılama kampanyasında 110 bin hayvan aşılanacak.
    Erzincan’da yaklaşık 3 aylık süre içerisinde veteriner sağlık ekipleri 6 bin 708 işletmeye tek tek giderek tüm büyükbaş hayvanları şap hastalığına karşı aşılayacak. Erzincan ve ilçelerinde sonbahar dönemi şap aşılama kampanyası devam ediyor. Erzincan ve ilçelerinde 500’ün üzerindeki köyde ilkbahar döneminde tüm büyükbaş hayvanlar aşılanmıştı.

    Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürlüğü Hayvan Sağlığı, Yetiştiriciliği ve Su Ürünleri Şube Müdürlüğü ile ilçe müdürlüklerinde kurulan veteriner sağlık ekipleri tarafından ilkbahar döneminde yapılan aşılama kampanyaları başarılı bir şekilde sonuçlanmış ve 2024 yılında Erzincan’da hiçbir şap hastalığı mihrakı oluşmamıştı.

    Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürlüğü Bakanlığın planlı aşılama programı kapsamında sonbahar şap aşılama kampanyası kapsamında 6 bin 708 işletmede bulunan 110 bin 656 adet büyükbaş hayvanı tek tek aşılayacak.
    Sonbahar dönemi şap aşılama kampanyası ile ilgili bilgi veren Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürü Murat Şahin, şap aşılama kampanyasının önemine değindi.

    İl Müdürü Şahin, “Şap aşısı ülkemizde büyük ekonomik kayıplara neden olan şap virüsünden korunmak için uygulanmaktadır. Hastalık hızlı bir yayılıma sahip olup, sığırlarda kalıcı olabilen verim düşüklüğü ve değer kaybı gibi çeşitli olumsuzluklara sebep olmakta, yayılımı ve etkisi itibarıyla özellikle süt hayvancılığına büyük darbe vurmaktadır. Bu nedenle işletmedeki hayvanların aşılanması zorunludur.

    İşletme sahibinin kampanya döneminde hayvanlarını aşılatmaması halinde idari para cezası uygulanır. Şap aşısı uygulanmamış olan hayvanlar il içinde işletmeden işletmeye nakledilemez, il dışı veteriner sağlık raporu düzenlenemez, buzağı desteklemesinden faydalanamazlar. Aşılamaya uygun tüm hayvanların aşılanması önem arz etmektedir. Şap aşısı 2 aylıktan büyük tüm sığır cinsi hayvanlara uygulanmaktadır. Şu anda Erzincan genelinde kampanyamız tüm ilçelerde başarılı bir şekilde yürütülmektedir” diye konuştu.

  • Ergenlerle sağlıklı iletişim için öneri

    Ergenlerle sağlıklı iletişim için öneri

    Ergenlik, bireyin kimlik ve sosyal rollerini keşfetmeye çalıştığı, özerklik kazanmaya odaklandığı bir geçiş dönemidir. Ergenler, aileden bağımsızlaşma eğiliminde olup akran ilişkilerine ve sosyal kabul görmeye daha çok önem verirken konuyla ilgili Onma Psikoloji’den Psikolog Özge Sert açıklamalarda bulundu.

    “Duygu ve düşüncelerinizi net bir şekilde dile getirin”
    Psikolog Sert, ergenlik döneminde gençlerin kendini bulma ve sınırları test etme süreci nedeniyle duygusal dalgalanmalar ve çatışmalar yaşadıklarını belirterek, “Ergenlik döneminde empati kurmak çok önemli. Çocuğunuzun duygularını anlamaya özen gösterin. Ergenlik, yoğun duyguların deneyimlendiği bir süreçtir ve gençler bu duyguları ifade etmekte zorlanabilir. Onun duygularını yargılamadan ve küçümsemeden dinlemek, kendini güvende hissetmesine yardımcı olabilir. Çocuklarınızla açık ve doğru iletişim kurun. Duygu ve düşüncelerinizi net bir şekilde dile getirin. Aynı şekilde, çocuğunuzun da kendini rahatça ifade edebilmesi için ona alan tanıyın. Fikirlerini önemsediğinizi ve onu dinlemeye hazır olduğunuzu hissettirin” ifadelerini kullandı.

    “Ortak noktada buluşun”
    Ergenlerle ortak noktada buluşmanın önemli olduğunu anlatan Psikolog Özge Sert, daha sonra şunları söyledi:
    “Sınırlar ve kurallarda kararlı olun. Ergenlik dönemindeki gençler sınırlar ve kuralları katı bulup önemsiz bakabilirler. Sınırları belirlerken tutarlı ve kararlı davranın. Ancak, bu sınırları koyarken çocuğunuzun ihtiyaçlarını ve görüşlerini de göz önünde bulundurarak adil bir tutum sergileyin. Onun, kendisini ifade etmesine ve kuralların belirlenme sürecine katkıda bulunmasına fırsat verin. Kuralların sebepleri anlatın, düşünce ve duygularını alın. İş birliği yaparak orta noktada buluşun. Bu şekilde; kurallara uyum sağlaması, kendini ve fikirlerini değerli hissetmesi kolaylaşacaktır. Kritik anlarda sakin kalmalısınız. Tartışmalar elbette ki olacaktır. Tartışma anlarında sakin kalmak oldukça önemlidir. Yüksek sesle konuşmak ya da sert tepkiler vermek, çocuğunuzun daha da savunmacı hale gelmesine yol açabilir. Bunun yerine, onunla sakin bir şekilde konuşmaya çalışabilirsiniz.”

    “Çocuğunuzun bireyselliğine saygı gösterin”
    Ebeveynlerin ergenlerle kaliteli vakit geçirmesinin bağları güçlendireceğini vurgulayan Onma Psikoloji’den Psikolog Özge Sert, “Ergenlerin ilgi alanlarına ortak olun ve onunla kaliteli vakit geçirin. Onun ilgi alanları hakkında sorular sorun ve üzerinde sohbet edin. Bu, bağınızı güçlendirecek ve ona olan ilginizi ve sevginizi göstermeye yardımcı olacaktır. Onun kendi kişiliğini geliştirmesine izin verin. Ergenlik dönemi, kimlik gelişimi açısından kritik bir süreçtir. Ergenlik dönemini yaşayan genç, özerklik kazanmaya çalışmaktadır. Çocuğunuzun bireyselliğine saygı gösterin ve onun kendi kararlarını almasına izin verin. Bu, kendisine olan güvenini artırır ve aranızdaki güveni pekiştirir. Çocuklar ebeveynlerini rol model alarak büyürler ve gelişirler. Duygularınızı nasıl sağlıklı bir şekilde ifade ettiğinizi, çatışmaları nasıl çözümlediğinizi ve empati gösterdiğinizi çocuğunuza örnek olacak şekilde sergileyin” diye konuştu.

    “Güvene dayalı bir iletişim, kritik rol oynar”
    Güvene dayalı iletişim ortamının ergenlik döneminde önemli bir yapı taşı olduğunu dile getiren Psikolog Özge Sert, “Çocuğunuzla sağlıklı ve güvene dayalı bir iletişim kurmak, onun gelişiminde ve duygusal sağlığında kritik bir rol oynar. Bu iletişim, çocuğun kendini ifade etme becerisini artırır, sorunlarıyla başa çıkma becerisini geliştirir, sağlıklı sosyal ilişkiler kurmasına yardımcı olur ve duygusal zeka gelişimine katkıda bulunur. Sonuç olarak, güvene dayalı sağlıklı bir iletişim ortamı ergenlik döneminde sağlanması gereken önemli yapı taşlarından biridir” dedi.

  • Bu hastalık hafife alınmamalı

    Bu hastalık hafife alınmamalı

    Sivas Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doktor Hasan Çetinkaya, çocuklarda sıkça görülen ve bulaşıcı bir hastalık olan el ayak ağız hastalığı hakkında aileleri uyardı. Özellikle sonbahar ve kış aylarında artış gösteren bu hastalığın belirtileri, bulaşma yolları ve korunma yöntemleri hakkında önemli bilgiler veren Çetinkaya, bir çocuğa bulaş gerçekleştiyse eğer 3 ila 5 gün içerisinde hastalık belirtilerinin ortaya çıktığını belirterek “Bu hastalık genellikle 7 ila 10 gün içerisinde kendiliğinden iyileşebilen bir hastalık olsa da, çok nadir olarak beyin enfeksiyonu, menenjit gibi enfeksiyonlar, kalp intihabı(miyokardit) gibi ciddi durumlara da neden olabilmekte. Bu nedenle de önemsenmesi gereken bir hastalık şeklinde konuştu.

    “5 yaşından küçük çocukları daha çok etkiliyor”

    Bu hastalığın özellikle yaz ve sonbahar aylarında salgın yaptığını söyleyen Çetinkaya, “Yaz döneminde otellerde ve havuz gibi toplu yaşama alanlarından bulaşabiliyor. Sonbaharda ise okul, kreş gibi toplu yaşama alanlarında sıkça adından söz ettirebilen bir hastalık. Bu hastalık virüs enfeksiyonu olup daha çok ellerde, ayaklarda, gluteal bölgede küçük noktasal yaralar yapabiliyor. Ağız içerisinde de yine ağrılı yaralar yaparak beslenme sorunlarına yol açabilen bir hastalık. Virüs enfeksiyonu olduğu için de bulaş riski söz konusu, bu nedenle de okul ve kreş dönemindeki çocuklarımızın dikkat etmesi gereken bir hastalık. Genellikle çocuğun kakası yoluyla ya da solunum sekresyonlarıyla yani öksürük, aksırık yoluyla bir çocuktan diğer bir çocuğa bulaşabiliyor. Bu hastalıktan, 5 yaşından küçük çocukları daha çok etkilendiğini gözlemliyoruz. Kreş dönemi ve ilkokul çocuklarında bu hastalık daha çok rastlanabiliyor. Başka bir çocuğa bulaş gerçekleştiyse eğer 3 ila 5 gün içerisinde hastalık belirtileri ortaya çıkıyor. Hastalık bulaştıktan sonra hafif bir ateş bekleniyor. Ellerde, ayaklarda oluşan gluteal bölgede oluşan ufak yaralar, çok fazla ağrılı olmamakla beraber hafif bir kaşıntı ile devam ediyor. Ağız içerisindeki yaralar bazı çocukların beslenme sorunları yaşamasına, sıvı kaybına neden olabiliyor. Bu tarz hastalara bizde hastanelerde serum tedavisi ile sıvı takviyesinde bulunabiliyoruz” dedi.

    “Korumanın en önemli yolu hijyen”

    Çetinkaya, kendiliğinden iyileşen bu hastalığın hafife alınmaması konusunda uyarıda bulunarak, “Bu hastalık genellikle 7 ila 10 gün, içerisinde kendiliğinden iyileşebilen bir hastalık olsa da, çok nadir olarak beyin enfeksiyonu, menenjit gibi enfeksiyonlar, kalp intihabı(miyokardit) gibi ciddi durumlara da neden olabilmekte. Bu nedenle de önemsenmesi gereken bir hastalık. Çocuk el ayak hastalığı geçiriyorsa 7 ila 10 gün okula, kreşe devam etmemeli. İlk 7 ila 10 gün başka birine bulaşma ihtimali daha fazla bu hastalıkta. Solunum yoluyla öksürük ve aksırık yoluyla 3-4 hafta boyunca virüs hamlesi devam ediyor bu hastalıkta. Çocuğun dışkısı yoluyla 4-6 hafta boyunca virüs hamlesi devam ettiği için ilk haftalar da bulaş açısında dikkat emek gerekiyor. Çocuklarımızı kreşte veya okulda bu hastalıktan korumanın en önemli yolarından birisi, el hijyenine dikkat etmek. Çocuklar lavabodan çıktıktan sonra ellerini dezenfekte etmeli ve yıkamalı. Yemeklerden önce ellerin yıkanması ve okul ortamındaki ortak eşyaların sık sık dezenfekte edilmesi çok önemli. Bu hastalık kendi kendine iyileşebilen bir hastalık olsa da, hastalığı atlatan kişiler de parmaklarında, el ve ayaklarında herkeste olmasa da soyulmalara ortaya çıkabiliyor. Hastalıktan 1-2 ay sonrasında nadir olarak tırnaklarda dökülmeler görülebiliyor. Bazı aileler tırnakları dökülen çocuklarını bizlere getiriyor ve bizlerde tahlillerimizi yaptıktan sonra, bu çocukların daha öncesinde el ayak hastalığı geçirdiklerine rastlıyoruz” ifadelerini kullandı.

  • ‘Sürekli üşüyorum’ diyenler dikkat

    ‘Sürekli üşüyorum’ diyenler dikkat

    Hava sıcaklıklarının düşmeye başladığı şu günlerde ‘üşüyorum’ şikayetleri de artmaya başlarken, kimi vatandaşlar termal, yün veya kalın giyinerek önlem almaya çalışıyor. Uzmanlar, bu şikayetin vücuttaki bazı vitaminlerin eksik olması nedeniyle hastalıkların habercisi olabileceğine dikkat çekiyor.

    Üşümenin vücutta oldukça normal bir tepki olduğunun altını çizen Check Up Uzmanı Dr. Elif Ünüvar, “Özellikle bu kış aylarının girdiği dönemle beraber, hastalar daha az dışarıda vakit geçirip havanın soğukluğundan dolayı daha çok eve kaçmayı isteriz veya hemen böyle üzerimize kalın bir şeyler almayı isteriz. Soğukla beraber üşüme normalde şu anda vücudumuzun verdiği bir tepki olarak değerlendiriyoruz. Ama tabii ki illa ki bunu soğuk olarak değerlendirmemek lazım. Sürekli üşüme şikayeti olan insanlarda bunların altında yatan sebebimiz var. Bunların başında ‘çok üşüyorum’ diyen insanlarda özellikle kış aylarının girmesiyle beraber gribal enfeksiyonlar, vücutta iltihaplar bu tarz nezle, grip, bronşit gibi durumlar gelişebilir. Bunlarda semptomatik bir tedavi verdiğimiz zaman bu ateşle beraber, üşümenin etkisi de ortadan kalkacaktır. Ama bu şikayetlere rağmen hala üşümeleri devam ediyor, normal durumlarda da mesela soğuğun etkisi olmadığı durumlarda da devam ediyorsa biz bunlara yönelik mutlaka ileri tetkik ve araştırmalarımızı, altta yatan sebepleri tekrar değerlendirmek isteriz” dedi.

    Üşümenin altında hipoglisemi veya vitamin eksiklikleri olabilir

    Üşümenin birçok sebebi olduğunu ve bununla beraber birçok vitaminin eksik olabileceğine dikkat çeken Dr. Elif Ünüvar, “Bunların önemlisi ilk başta hipoglisemi dediğimiz olayımız var. Hipoglisemi dediğimiz kan şekerinin 50’nin altında olması. Bu genelde işte genç kızlarımızda dengesiz beslenmeye bağlı durumlarımızda gördüğümüz, yanlış yapılan diyetler sonucunda gördüğümüz durumlardır. Hipoglisemide, vücutta şeker dengemiz bozuluyor. Bununla beraber kan dolaşımında bir düzensizlik meydana geliyor ve hastalarımızın sürekli üşüyorum şikayetlerini bu tarz durumlarda fazlaca görebiliyoruz. İkincisi üşüme sebeplerinin altında genellikle vitamin eksiklikleri yatıyor. Bunlar B12 vitamini eksikliği, çinko ve D vitamini eksikliklerinde ve anemi dediğimiz kansızlık durumlarında bunlarda da ‘çok üşüyorum’ şikayetleriyle hastalarımız geliyor genelde. Bu tarz durumlarda önce hastaları değerlendirirken bir dizi tahlil ve tetkik de yapıyoruz. Vitamin açısından var mıdır, yok mudur, beslenme dengelerine bağlı bunlarda bozukluk bulduğumuz zaman buna yönelik tedavilerle gidiyoruz” şeklinde konuştu.

    Sürekli üşüyorum diyenler mutlaka doktora başvurmalı

    Dr. Ünüvar şöyle devam etti: “Saymakla bitmeyecek olan üşüme sebepleri belki çok basit gibi gelecek ama damarsal problemler. Özellikle sigara içen hastalarımızda damarsal sıkıntıları çok sık görüyoruz. Bunlar parmaklarda burger, raynaud fenomeni dediğimiz rahatsızlıklarımız. Bunlara bağlı da damarlarımızda özellikle sigaraya bağlı kan dolaşımı olmuyor. Bazen ise genetik kalıtsal damarsal hastalıklarımız da oluyor. Bu dolaşım bozukluklarının altında da özellikle üşüme sebepleri, ön planda üşüme, daha sonrasında tabii dönemlerde ne oluyor, damar tıkanıklıkları oluyor, parmaklarda morarmalar oluyor. Hastanın semptomları arttıkça bunlara ait şikayetlerimiz de artarak devam ediyor. Nedenlerin altında da anemi dediğimiz kansızlık düzeylerimiz var. Bunlar zaten özellikle anemilerin yüzde 70 ila 80’i kadınlarda görülmektedir. Yetersiz ve dengesiz beslenmeye bağlı, kan kayıplarına bağlı gördüğümüz durumlardır. Bazen genetik yapılı talesemi dediğimiz rahatsızlıklarda da anemiler görürüz. Bunlar da üşümenin altında sayabileceğimiz sebeplerin altındadır. Hava normal, biraz daha kalın giyinirim gibilerinden bunlar çok önem vermediğimiz bir durum bizim için ama hakikaten bu saydığımız sebeplerden dolayı özellikle hipotiroidi, damarsal bozukluklarımız, anemiler, vitamin eksikliklerimiz, bazı metabolik rahatsızlıklarımız açısından bizim için üşüme vücudun verdiği bir ön tepki olabilir. Vücut bunu bize üşümeyle verir, ondan sonra arkasında diğer bulgular verir. Bir kişiyi veya sağlıklı bir birey bile desek ‘üşüyorum’ şikayetini sürekli yaşayan bir bireyin mutlaka ilgili birimlere veya bu check up merkezlerine başvurup ihmal etmeden bu sorunları daha ilerlemeden baktırmalarını ve değerlendirmeleri hastamıza iletiriz.”