Kategori: Türkiye

  • Karnı her gün büyüyordu! Çareyi Türkiye’de buldu

    Fransa’nın Paris kentinde yaşayan 68 yaşındaki 3 çocuk sahibi Ömer Gök, uzun süredir göbeğinde oluşan 20 santimlik fıtıkla yaşamını sürdürmeye çalışıyordu. Eşi Menşure Gök ile birlikte rahatsızlığına çözüm arayan Gök, Fransa’da birçok kliniğe gitti ancak kendisinde kalp pili, kalp yetmezliği, akciğer yetmezliği ve uyku apnesi olduğu ve kitlenin de fazla büyük olmasından dolayı ameliyat olamayacağı buradaki doktorlarca söylendi ve yaşamına bu şekilde devam etmesi istendi.

    Durumu kabullenmeyerek araştırmalarını sürdüren Gök ailesi rotayı Türkiye’ye çevirdi. Yaptıkları araştırmalar sonucu Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalında görevli Dr. Öğretim Üyesi Gökhan Sarıtaş’la irtibat kuran Ömer Gök hemen tedavi altına alındı. Dr. Gökhan Sarıtaş ve deneyimli bir ekip tarafından durumu değerlendirilen Gök’ün 2 saatlik ameliyatla karnındaki 20 santimlik fıtık tedavi edildi ve 1 haftalık süre içerisinde hastaneden taburcu oldu.

    Operasyonu gerçekleştiren Dr. Öğretim Üyesi Gökhan Sarıtaş, hastanın 20 santim çapında oldukça büyümüş olan bir göbek fıtığının bulunduğunu ancak yaptıkları tetkikler sonucu ameliyatının uygun olduğunu gördüklerini dile getirdi. Sarıtaş, 2 saatlik bir zamanda ameliyatı tamamladıklarını normalde göbek fıtığı ameliyatlarının kolay gibi göründüğünü ancak bu hastada fıtığın büyüklüğü ve hastanın ek hastalıkları itibariyle sürecin biraz zorlu olduğunu belirtti. Balcalı Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği olarak dünya standartlarında hizmet verdiklerinin de altını çizen Sarıtaş, hastaya uygun olan operasyonları başarıyla yaptıklarını söyledi.

    “YAŞAMA SEVİNCİM KALMAMIŞTI”

    Operasyonu başarıyla tamamlanan hasta Ömer Gök ise Fransa’daki doktorların kendisine ameliyatını yapamayacaklarını, bu şekilde yaşamına devam et dediklerini ifade ederek, fıtığın günden güne kendisine rahatsızlık verdiğini bu durumun yaşamını son derece olumsuz etkilediğini hatta toplum içerisine hiç çıkamadığını dile getirdi. Çözümü kendi vatanında bulmanın da ayrıca mutluluğunu yaşadığını vurgulayan Gök, Türk hekimliğinin geldiği noktayı Dr. Gökhan Sarıtaş hocayla daha yakından gördüklerini sözlerine ekledi.

    Ömer Gök’ün eşi Menşure Gök ise Fransa’daki olumsuz cevap sonrasında asla yılmadıklarını, araştırmaya devam ettiklerini ve sonuç olarak doğru adresi Türkiye’de bulduklarını söyleyerek, çocuklarına Türkiye’ye gideceklerini söyledikleri zaman onların bu durumu “Fransa’da yapılamayan ameliyat Türkiye’de mi yapılacak” diyerek tereddütle karşıladıklarını ifade etti. Gök, “Sonuç olarak doktorumuz Gökhan Sarıtaş başta olmak üzere tüm hastane ve klinik ekibine güvenerek yola çıktık” dedi.

  • Dehşet anları! Dövüp yerlerde sürükledi, araya girenleri bıçakladı

    Sultangazi’de eşini döverek yerde sürükleyen adam, müdahale etmek isteyen mahalleliye bıçakla saldırdı. Bıçakla yaralanan 3 kişi ve darp edilen kadın hastaneye kaldırıldı.

    MÜDAHALE EDEN 3 KİŞİYİ BIÇAKLADI

    Olay 50. Yıl Mahallesi’nde önceki akşam saatlerinde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, Rafet S.’nin sokak üzerinde dini nikahlı eşi yabancı uyruklu Xatira O. (24)’yu dövmeye başladı. Rafet S.’nin kadının saçından tutup yerde sürüklediğini gören mahalleli araya girdi.  Xatira O.’yu eşinin elinden kurtaran mahalle sakinleri Rafet S.’ye tepki gösterdi. Bıçağını çeken Rafet S.  3 kişiyi bıçakladı. Bunun üzerine çevredeki kalabalık Rafet S.’ye saldırdı.

    KAÇARAK EVİNE SIĞINDI

    Öfkeli kalabalık tarafından dövülen Rafet S. yaklaşık 600 metre uzaklıktaki evine kaçtı.

    Mahalleli Rafet S.’yi evinde sıkıştırdı. İhbar üzerine olay yerine çok sayıda polis ekibi sevk edildi. Polis ekipleri, müdahale ederek öfkeli kalabalığı uzaklaştırdı. Sağlık ekipleri, bıçakla yaralanan Y.Ö., N.H. ve S.K. ile darp edilen şüpheli Rafet S. ve eşi Xatira O.’yu ilk müdahalelerinin ardından ambulansla çevredeki hastanelere kaldırdı.

    Hakkında gözaltı işlemi yapılan şüpheli Rafet S.’nin hastanede polis nezaretindeki tedavisi sürüyor. Bu arada, olay anında yaşanan hareketlilik bir vatandaşın cep telefonu kamerasına yansıdı. Polisin olaya ilişkin soruşturması devam ediyor.

  • Pes artık! Hastanede ‘canımı acıttın’ saldırısı…

    Olay, dün Mansur Dede Mahallesi Atatürk Bulvarı’ndaki özel hastanede meydana geldi. E.Ö., daha önce olduğu ameliyat nedeniyle pansuman yaptırmak için hastaneye geldi. Sağlık görevlisi Abdulsemih G., pansuman yaptığı sırada iddiaya göre E.Ö., ‘canını acıttığı’ iddiasıyla tepki gösterdi. E.Ö., Abdülselim G. ile arasında çıkan tartışma sonucu saldırmaya kalkıştı. Abdulsemih G. kaçarak koridora çıktı peşinden giden E.Ö., ise tekme ve yumrukla saldırdı. Araya giren diğer çalışanlar tarafından etkisiz hale getirilen E.Ö., hastaneden dışarı çıkarıldı. İhbar üzerine olay yerine gelen polis ekipleri tarafından gözaltına alınan E.Ö., emniyetteki ifadesinin ardından serbest bırakılırken, hakkında soruşturma başlatıldığı öğrenildi.

    Saldırı anı hastanenin güvenlik kamerası tarafından saniye saniye görüntülendi.

  • Nurettin Soyer’in mesai arkadaşı: Türkeş’in sorgusuna birlikte girdik…

    Cumhuriyet’ten Alican Uludağ’ın haberine göre, 1980 döneminde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı yapan, eski Anayasa Mahkemesi (AYM) üyesi Enis Tunga, CHP’nin İzmir adayı Tunç Soyer’in hedefe konulan babası, eski Askeri Savcı Nurettin Soyer ile ilgili konuştu.

    Soyer’in haktan, hukuktan ayrılmadığını söyleyen Tunga, “Alparslan Türkeş’i beraber sorguladık. Saygıda kusur etmedi” dedi.

    Bahçelievler katliamı davasının savcılığını yapan eski askeri savcı Tunga, “Nurettin Soyer, ilişkilerinde kibar, saygılı, hakka, hukuka uygun hareket ettiğinden kuşkumuz olmayan bir arkadaşımızdı” dedi. Soyer’in o dönem birçok iddianamenin altına ‘sorumluluğu paylaşmak’ için imzasını attığını anlatan Tunga, “Bu kadar yakınında çalıştım. Aleyhinde kötü olabilecek bir şey bulamadım; art niyetli olmadıkça. Tunç’u da çok yakından tanırım. Pırıl pırıl bir isimdir. İzmir’e layık bir belediye başkanı olacağını düşünüyorum” dedi.

    Soyer’in haktan, hukuktan ayrılmadığını söyleyen Tunga, “Alparslan Türkeş’i beraber sorguladık. Saygıda kusur etmedi” dedi.

    Bahçelievler katliamı davasının savcılığını yapan eski askeri savcı Tunga, “Nurettin Soyer, ilişkilerinde kibar, saygılı, hakka, hukuka uygun hareket ettiğinden kuşkumuz olmayan bir arkadaşımızdı” dedi. Soyer’in o dönem birçok iddianamenin altına ‘sorumluluğu paylaşmak’ için imzasını attığını anlatan Tunga, “Bu kadar yakınında çalıştım. Aleyhinde kötü olabilecek bir şey bulamadım; art niyetli olmadıkça. Tunç’u da çok yakından tanırım. Pırıl pırıl bir isimdir. İzmir’e layık bir belediye başkanı olacağını düşünüyorum” dedi.

    Savcıların soruşturmayı yaparken polisin getirdiği donelere göre işlem yaptığını anlatan Tunga, “Nurettin Soyer dahil hiçbir savcı sanıklara kötü davranmadı. Türkeş’in sorgusuna Nurettin Soyer ile birlikte katıldık. Saygıda hiçbir kusur etmedi. Çayını, kahvesini eksik etmedik. Görevimizin bize verdiği üstünlük duygusuyla saygısızlık yapmadan sorgusunu gerçekleştirdik” görüşünü dile getirdi.

    Sosyal demokrat kökenli olmasına karşın görevi sırasında karşıt görüşlere saygısız davranmadığını ileri süren Tunga, “MHP davasında sorguladığımız kişiler sonradan kitap yazdı. Kitapta ‘bize ters davrandığını görmedik’ demişler. O dönem sağcılara göre solcu, solculara göre sağcıydık” ifadesini kullandı.

    ‘EMNİYET SOYER’İ EZDİ’

    12 Eylül döneminde gözaltına alınan, tutuklanan ve işkence gören avukat İsmail Sami Çakmak da Nurettin Soyer’in o dönem hukuka aykırı davranmadığının altını çizdi. Nurettin Soyer’in emniyetin düşman ilan ettiği bir savcı olduğunu kaydeden Çakmak, “Mamak’ta gözaltındaydım. Tutuklanmak üzere beni getiren emniyetin namlı işkencecisi Hamdi Akdi, bana aynen ‘Nurettin denen i… güveniyorsunuz. Onun da suyu ısınıyor’ dedi. Emniyet, Soyer’i sevmezdi” diye konuştu.

    O dönem Adana Emniyet Müdürlüğü’nün kendisi hakkında yakalama kararı çıkardığını aktaran Çakmak, anısını şöyle anlattı:

    — Adana Emniyet Müdürü, bana kumpas kurmuş. Davasını takip ettiğim, mezarlıktan çıkardığım birini, ben öldürmüşüm gibi, beni arıyormuş. Türkiye dağıtımlı yazı göndermiş. Elime ulaştı bu yazı. Nurettin Soyer’e gittim. ‘Buyrun, beni tutuklayın, can güvenliğim yok, ya arabadan atacaklar, ya da kaçtı diye vuracaklar’ dedim. Nurettin Soyer, hemen Adana Emniyet Müdürü’nü aradı; “Topuğuna zarar gelirse ilk zarar görecek kişilerdensin” diye uyardı. Nurettin Soyer’e ısrar ettim, beni tutuklayın diye. Güldü. “Tutuklaması kolay da nasıl çıkartacağız” dedi. Soyer, derdimizi anlatabildiğimiz biriydi. O dönem Askeri Başsavcılığı altında bir sürü işkenceci hakkında dava açılmasını sağladı. Lanetlenecek bir davranışına tanık olmadım.

    ‘NE YAPACAKTI, KATİLLERİ Mİ BIRAKACAKTI?’

    Cumhuriyet yazarı Işık Kansu da, 12 Eylül döneminde sıkıyönetim mahkemelerini ve soruşturmalarını yakından izlediğini belirtti. Nurettin Soyer’i mesleğinin ilkelerine sadık bir hukukçu olarak tanıdıklarını belirten Kansu, “Dönemin askeri yönetimi ve MHP yanlısı Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun emir verdi, 12 Eylül 1980 sabahı MHP Genel Merkezi bir askeri birlik tarafından arandı. Bir Browning, bir Smith Wesson, bir Kırıkkale, bir 7.65, iki 6.35 çapında tabanca, 272 mermi, patlayıcı maddeler, tıbbi malzemeler ve peruklar bulundu” dedi.

    “Buna ek; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesine kimlerin getirilip getirilmeyeceğini içeren, yargıç ve savcılarla ilgili olarak da “artı-eksi” değerlendirmelerin yapıldığı belgeler ele geçirildi. Yani, bugün casusluk cemaatinin yaptığına benzer bir ‘paralel devlet’ yapılanması saptandı. Nurettin Soyer, bu kanıtları görmezden mi gelecekti?” ifadesini kullanan Kansu, şöyle devam etti:

    — 12 Eylül 1980’den hemen önce MHP Genel Merkezi’nden kimi bavulların kaçırılarak gömüldüğü belirlendi. Dönemin Ülkü Ocakları Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun yer göstermesiyle, Anıtkabir’in hemen karşısında, bugün Anıtpark olan yerde, 100 metrekarelik bir alan kazıldı; C-4 patlayıcılar, silah iğneleri ve parçaları, değiştirilmiş namlular bulundu. Nurettin Soyer, bunların üzerini geri mi kapatacaktı? MHP’li Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak’ın öldürülmesi olayını aydınlatan yine Nurettin Soyer’di. Gün Sazak cinayetinden kuşkulanılarak gözaltına alınan taşeron sözde sol bir örgüte bağlı sanığın verdiği ifadede; bölgedeki bir arsayı betimlemesi gibi bir küçük ayrıntıdan yola çıkarak, gözaltındakinin katillerden biri olduğunu belirleyen de Nurettin Soyer’di.

    — Ne yapacaktı, katilleri mi bıraktıracaktı? Yayıncı İlhan Erdost’un Mamak Askeri Cezaevi’nde ülkücü militan Kısmet Çağlar’ın da aralarında bulunduğu askerler tarafından dövülerek öldürülmesi soruşturmasını yürütenlerin Başsavcısı Nurettin Soyer’di. 1978’de Mamak’ta kahve tarayıp 5 kişiyi öldüren ülkücü İsa Armağan ile Mustafa Pehlivanoğlu’nu (idam edildi) soruşturanların da Başsavcısı Nurettin Soyer’di. 1979’da, gasp ettikleri taksinin şoförüne tecavüz edip, onu bir kümese tıktıktan sonra Piyangotepe’de taradıkları kahvede 7 kişiyi öldüren ülkücü Ali Bülent Orkan (idam edildi) ve arkadaşlarını soruşturanların Başsavcısı da Nurettin Soyer’di. Dürüst ve hukuka bağlı 12 Eylül döneminde gözaltına alınan Zeynel Abidin Ceylan’ın Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde işkence ile öldürülmesini soruşturan da Nurettin Soyer’di. 28 Mayıs 1980’de Ankara’da eylem yapan toplum polislerinin üstüne ateş emri veren Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun’u durduran da Nurettin Soyer’di. Sorarım size, bir hukukçu olarak daha ne yapsaydı Nurettin Soyer?

  • Ortaylı: RTÜK’ün cezalandıracağı şey yanlış Türkçe kullanmaktır

    Prof. Dr. Ortaylı, Burdur’un Bucak ilçesinde, Bucak Eğitimde Kaliteyi Artırma Projesi (BEKAP) kapsamında düzenlenen seminere katıldı. Ortaylı, Bucak Hikmet Tolunay Meslek Yüksekokulu Konferans Salonu’ndaki seminerde, Türkçenin önemli bir mesele olduğunu ve doğru kullanılması gerektiğini söyledi.

    Üniversite öğrencilerinin Türkçeyi bozuk kullandıklarına değinen Ortaylı, “Maalesef üniversitelerimiz, liselerimiz çocuklarımıza doğru dürüst Türkçe nedir, nasıl konuşulur, Türk dilinin grameri, telaffuzu nasıldır, nasıl muhafaza edilir bunları veremiyorlar ve insanlar televizyondan, şuradan, buradan, şantözlerden edindikleri garip bir Türkçe ile konuşuyorlar.” ifadelerini kullandı.

    ‘TELEVİZYON SPİKERİ BAŞKAN DİYEMİYOR BAŞGAN DİYOR’

    Ortaylı, Türkçenin yanlış kullanımıyla ilgili izlenimlerini şu sözlerle aktardı: “Bir televizyon spikeri kızcağız ‘başkan’ diyemiyor, ‘başgan’ diyor. Bunu bir spiker söylüyor. Türkçeyi ağzının arkasına atmış öyle konuşuyor. Tiyatrocular, sinemacılar, televizyon ve radyo spikerleri o dili temsil ederler. Türkiye Cumhuriyeti eğitim bakımından kendini yaralamış bir cumhuriyettir. Bunun üstünü kırmızı kalemle çizin. Eğer bugün büyük bir buhranın içine girmişsek bundan daha büyük bir problem olamaz. Nasıl çıkacağımızı bilemiyorum. Rüyalarıma giriyor. Ben her gece öğretmenler görüyorum, birtakım saçma sapan şeyler konuşuyoruz. Demek ki kafamı çok meşgul ediyorlar. Yani benim Türkiye’nin kültür buhranını, eğitim çıkmazını nasıl atlatacağına dair fazla bir fikrim yok. Bu çok önemli bir fasıl. Bunu çözemiyorum.”

    Türkiye’nin en sıkıntılı zamanında bile öğretmen yetiştirdiğini dile getiren Ortaylı, eski Milli Eğitim Bakanlarından Mustafa Necati Uğural’ın kurduğu eğitim enstitülerinin bu konuda başarılı olduğunu belirtti.

    Ortaylı, Türkçeyi doğru kullanmanın önemine vurgu yaparak “RTÜK’ün iletişim araçlarında cezalandıracağı şey, yanlış Türkçe kullanmak, yanlış Türkçe konuşmaktır. Bu cumhuriyet üzüm, tütün, tahıl parasıyla bile zor geçindiği vakitte, dışarıya yetişmeleri için mühendis, hekim, metalurji mühendisleri yollamış.” diye konuştu.

    Ortaylı’ya daha sonra şehri ziyareti anısına çeşitli hediyeler verildi.

  • Çocuk parkında inanılmaz görüntüler!

    Olay, Samsun İlkadım ilçesi Anıtpark’ta meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, yaşları 10-15 arasında değişen 2 grup arasında henüz belirlenemeyen bir nedenle tartışma çıktı.

     

    Tartışma kısa sürede kavgaya dönüşürken çocuklar birbirlerine yumruk ve uçan tekme attı.

     

    Kavga bir süre daha devam ederken olay yerine gelen sivil zabıta ve polis ekipleri kavga eden 2 grubu ayırarak olay yerinden gönderdi. Ara sokaklara doğru kaçışan çocuklar burada da bir süre tartıştıktan sonra dağıldı.

  • “Berkay’ı Maliye Bakanı yapmalı”

    Yaşadıkları kavga sonrası davalık olan futbolcu Arda Turan ile şarkıcı Berkay Şahin, dün ilk kez hakim karşısına çıktı. Duruşmada kimlik tespiti yapılan Turan, aylık gelirinin 300 bin euro olduğunu söyledi. Berkay Şahin ise ayda 1000 TL kazandığını ifade etti.

    Şahin’in beyanı, binlerce sosyal medya kullanıcısının eleştiri konusu haline geldi. Konuya dair görüşünü dile getirenlerden biri de, Yazar Fatih Altaylı oldu.

    Altaylı, bugün “Berkay’ı Maliye Bakanı yapmalı” başlığıyla yayımlanan yazısında “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin çok önemli bir avantajı olduğu söylenmişti. Çok önemli, çok değerli, işinin erbabı kişileri milletvekili olmasalar dahi, siyasete pek ilgi duymamış olsalar bile ‘bakan’ olarak değerlendirme ve Türkiye’nin sorunlarını çözecek bir göreve getirme imkânı doğuracaktı” hatırlatmasında bulundu.

    “İşte fırsat kapımıza geldi. Bu sistemin en değerli meyvesini yeme zamanı. Berkay adında bir şarkıcı var biliyorsunuz. Önce Caner Erkin’in eşiyle olan ilişki iddialarıyla gündeme gelmişti. Sonrasında da Arda’dan yediği kafa sonucu burnunun kırılmasıyla” diyen Altaylı, şöyle devam etti:

    – Dün şarkıcı Berkay isimli çocuğun, Arda ile olan davasının duruşması vardı ve duruşma sırasında Hakim, Berkay’a “Aylık gelirin ne kadar?” diye rutin bir soru sordu. Berkay da yanıtladı: “1000 TL” Şaka değil… Bin Türk Lirası. Genç bir şarkıcının, Türk adaleti ile aleni olarak dalga geçmeyeceğini düşünürsek bu yanıt ciddi olmalı. Ve bakın o şarkıcı çocuk aylık 1000 TL’lik geliri ile neler başarıyor: –Bir kere en azından kendisinin ve eşinin cep telefonlarını ödüyor –Evi kendisine mi ait bilmiyorum ama en azından elektrik, su, doğalgaz faturalarını yatırıyor. –Eğlenmeye gittiği bir barda dayak yediğine göre dışarda yemek yiyor, hesap ödüyor. — Kendine kılık kıyafet alıyor, eşinin giyim kuşam masraflarını karşılıyor.

    — Bu asgari harcamaları bir yana bakın daha neler yapıyor: –Medyadan öğrendiğimiz kadarıyla kendine iki sene kadar önce 900 bin TL’ye bir BMW almış. — O otomobili aldığı sırada zaten daha önceden aldığı yaklaşık değeri 300 bin avro yani 1.9 milyon TL olan bir Aston Martin’i varmış. –Geçen yaz eşi Özlem Ada Şahin Hanımefendiye 2.5 milyon TL’ye Mercedes G arazi aracı almış. (Basın da amma abartmış. O otomobil 1.9 milyon TL.) –Beykoz’da oturduğu villanın salonlarından birini gece kulübüne çevirmiş. Ve tüm bunları aylık 1000 TL’lik geliri ile başarıyor. Bence Berkay’ın şahsında Türkiye muazzam bir Maliye Bakanı adayı bulmuştur. 1000 TL ile bunları yapabilen birisi, Türkiye’nin devasa bütçesi ile neler neler yapmaz. Kamudaki asgari ücreti 10 bin dolara çıkaracak kabiliyette olduğu aşikar!

  • Tediye ödemeleri bugün hesaba yatıyor!

    Kamu kurumlarında çalışan işçilere ödenecek tediyeye ilişkin Cumhurbaşkanı kararı dün Resmi Gazete’de yayımlandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayınlanan karara göre, ilave tediyenin birinci yarısı bugün hesaplara yatıyor. İkinci yarısı ise 31 Mayıs 2019 tarihinde ödenecek. 

    Maden işletmelerinde çalışan işçilere ayrıca yapılacak ilave tediyenin tamamı ise 23 Aralık’ta ödenecek.

    Ödemeler net ücret üzerinden

    İlave tediye, net ücret üzerinden yapılıyor.İlave tediyeden, geçen yıl dört taksitte ödeme yapılan kadroya alınan taşeron işçiler de yararlanacak. Ancak, belediyelerin kurduğu şirketlerde kadroya alınan taşeron işçiler ilave tediyeden yararlanamıyor.

    Kim ne kadar alacak?

    Ödenecek ikramiyelerin miktarı da belli oldu. Tediye ödemesinin çalışanın maaşına göre 820 ile 1300 lira arasında arasında değişeceği belirtiliyor.

    İlave tediye tutarı ne kadardır? Kaç kez ödenir? 

    İlave tediye işçinin bir ayda çalıştığı gün sayısı kadardır. Hafta tatilleri sayılmadığı için bir ayda çalışan sayısı 26 gün kabul edilir. İlave tediye işçinin 26 günlük ücreti üzerinden hesaplanır.

    İlave tediye 6772 sayılı Kanun gereğince işçilere en az yılda 1 kez ödenir.

    6772 sayılı Kanun uyarınca Bakanlar Kurulu kararı ile ilave tediye ödemesinin yılda 2 kez yapılması mümkündür.İlave tediye yani toplamda 52 günlük ücretleri kadar ödeme yapılır.

    İlave tediyeden, geçen yıl kadroya alınan taşeron işçileri de yararlanacak.

    İlave tediye ödemesinden kimler faydalanır?  İlave tediye ödemesi, devlete bağlı kurum ve kuruluşlarda, İş Kanununa tabii olarak çalışan tüm kamu işçilerine ödenir.

  • Korkunç olay! Traktörlü eğlence ölümle bitti

    Kaza, dün akşam saatlerinde Ulucanlar Mahallesi’nde meydana geldi. İddiaya göre, Hüseyin Alkan ile ismi henüz öğrenilemeyen bir arkadaşı traktörle tarla sürerken eğlenmek istedi. Sürücü koltuğunu boş bırakarak rolentiye aldıkları traktör tarlada ilerlerken Alkan ve arkadaşı ise aracın arka tarafında oturarak sohbet etti.

    Daha sonra ayağa kalkarak sürücü koltuğuna atlamaya çalışan Alkan dengesini kaybederek traktörün altına düştü. Lastiğin altında kalarak yaralanan genç adam olayı görenlerin haberverdiği ambulansla Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürüldü. Acil serviste tedaviye alınan Alkan doktorların tüm çabasına rağmen yaşamını yitirdi. Alkan’ın cansız bedeni Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı.

    OLAY ANI CEP TELEFONU KAMERASINDA

    Yaşananlar ise o sırada bir vatandaşın çekim yaptığı cep telefonu ile görüntülendi. Görüntülerde Alkan’ın traktörün arkasında otururken sürücü koltuğuna geçmeye çalışması ve yere düşmesi yer alıyor. Kazayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

  • Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile YÖK’ten tarihi adım

    Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK ve Yükseköğretim Kurumu (YÖK) arasında bilimsel çalışmalar ve araştırmalarda iş birliğine yönelik protokoller YÖK Konferans Salonu’nda imzalandı.

    Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, burada yaptığı konuşmada, sanayi ve teknoloji alanında Türkiye’nin rekabet gücünü artıracak yapısal reformlara odaklandıklarını söyledi.

    Akademiyle yürüttükleri ortak projelerin önemine işaret eden Varank, “Ekonomik yarışta geri kalmamak için yüksek katma değer, verimlilik artışları, dijitalleşme ve bölgesel kalkınma eksenlerinde bir dizi önceliğimiz bulunuyor. Nihai amacımız, üretimde yapısal dönüşümü gerçekleştirmek. Bu sayede dışa bağımlılık ve dış finansman ihtiyacı azalacak, büyüme ve istihdam sağlam bir rotaya oturacak.” diye konuştu.

    Başarılı bir yapısal dönüşümde, kamu kadar özel sektör ve akademinin de adımlar atması gerektiğini vurgulayan Varank, imzalanan protokolle mevcut entegrasyonu bir üst seviyeye taşıyacaklarını, üniversiteler, sanayi kuruluşları, araştırma merkezleri, enstitülerle Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerinde ortak program ve projeler geliştireceklerini dile getirdi.

    Varank, YÖK ile imzalanan protokol kapsamında, sanayide duyulan insan kaynağı ihtiyacının karşılanmasına yönelik çalışma yürüteceklerine dikkati çekerek, şöyle devam etti:

    “Üniversitelerin bünyesindeki zengin insan kaynağımız, enstitü ve sanayi kuruluşlarındaki altyapılarda çalışma imkanına kavuşacak. İş gücü piyasasındaki yetenek setlerini çeşitlendirip, kabiliyet eksikliklerini gidermemiz gerekiyor. Üretim değer zincirini bir bütün olarak ele alıyoruz. Bilimsel araştırma, uygulamalı bilim, ürün geliştirme ve ticarileşme katmanlarından oluşan her bir aşama bizim için eşit öneme sahip. TÜBİTAK aracılığıyla tüm bu katmanlarda nitelikli bilginin işlenmesini ve paylaşımını mümkün kılan ‘Yüksek Teknoloji İşbirliği Platformları’nı desteklemeye başladık. Bu platformlarda araştırma üniversitelerimize merkezi bir rol verdik.”

    Araştırma üniversitelerinin geliştirdiği kritik teknolojilerdeki ürünlerin, “Ar-Ge ve Tasarım Merkezi Belgesi” verilen firmalar başta olmak üzere özel sektöre aktarımını hedeflediklerini ifade eden Varank, üniversiteler ile sanayi arasındaki araştırma altyapılarını desteklediklerini hatırlattı.

    Bölgesel kalkınmada üniversitelerle iş birliği

    Protokolle bölgesel kalkınma alanında da iş birliği öngördüklerini belirten Varank, “Bu kapsamda, sektör ve ürün bazlı yerel analizlerin yapılması konusunda üniversitelerimizin tecrübe ve yetkinliğinden faydalanacağız. İl yenilik planlarının hazırlanması, yakında detaylarını açıklayacağımız ‘Yerlileşme Politikası’nın önemli bir unsuru olacaktır. Üniversitelerin ‘Bölgesel Kalkınma Odaklı Misyon Farklılaşması ve İhtisaslaşma Projesi’ kapsamında yürüteceği çalışmalarda iş birliğine hazırız. Kalkınma ajanslarımız, üniversitelerimizin projelerini mali ve teknik destekler aracılığıyla teşvike devam edecekler.” değerlendirmesinde bulundu.

    TÜBİTAK enstitülerinin, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu stratejik alanlarda yüksek katma değerli ürün ve hizmetleri özgün Ar-Ge çalışmalarıyla geliştirdiğine işaret eden Varank, protokol kapsamında akıllı ve yenilikçi malzemelerden yenilenebilir enerjiye, lazer teknolojilerinden uydu ve uzay aracı kontrol sistemlerine kadar pek çok alandaki TÜBİTAK projelerinde doktora öğrencilerinin çalışmasını istediklerini bildirdi.

    Financial Times’da dün yayımlanan bir makalede, Eskişehir Osmangazi Üniversitesindeki akrep ve yılan zehirlenmelerine karşı antiserum üretim tesisinden bahsedilerek bu projeye melek yatırımcı ilgisinin vurgulandığına dikkati çeken Varank, şunları kaydetti:

    “Türkiye, start-up olarak adlandırılan yenilikçi girişimlerdeki sıçramayı, sadece perakende ticaret tabanlı işler yerine, bilimsel tabanlı faaliyetlerde de gerçekleştirebilir. Nitekim TÜBİTAK enstitüleri ve buralarda yapılan çalışmalar beklentilerimizi giderek yükseltiyor.”

    Varank, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezinde 3 bin 750’den fazla endemik bitkiden faydalanarak yenilikçi ilaçların bilimsel yöntemlerle geliştirildiğini ve bu sayede yüksek katma değerli bitkisel ilaçların üretilmesinin yolunun açıldığını anlattı.

    “Üniversiteler istekli ve yapıcı olmalı”

    Üniversitelerin kurumsal taassuptan uzak bir yaklaşımla istekli ve yapıcı olması gerektiğini vurgulayan Varank, yıkıcı teknolojiler olarak adlandırılan teknolojik kırılımlara sanayi ve sektörlerin hazırlanmasının büyük önem taşıdığını söyledi.

    Varank, üniversitelerden, bilginin akademik çerçeveye hapsedilmemesi ve ekonomik değer üretmesi hedefleri doğrultusundaki işlere öncülük etmelerini beklediklerini dile getirdi.

    Konuşmaların ardından YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, Bakan Varank’a, kendisinin yayına hazırladığı Mehmet Tahir’in Osmanlı Müellifleri isimli 3 ciltlik eserini hediye etti.

    Daha sonra, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal ve YÖK Başkanvekili Prof. Dr. Rahmi Er, kurumlar arasındaki “Doktora Burs Programlarında İşbirliği” ve “Doktora Programı Projesine İlişkin İşbirliği” protokollerini imzaladı.

    Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile YÖK arasında “İş Birliğine İlişkin Çerçeve Protokolü”ne de Bakan Varank ile Saraç imza attı.

    Söz konusu protokolle üniversitelerde üretilen nitelikli bilgi birikiminin toplumsal ekonomik faydaya ve kazanıma dönüştürülmesi hedefleniyor.