Blog

  • Ufak Önlemlerle Sağlıklı Hamilelik

    Bazı basit gündelik alışkanlıkların değiştirilmesi ve alınacak basit önlemler ile bebeğin yeni hayatına çok daha iyi bir başlangıç yapmasını sağlanabileceğini belirten Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Okan Özden, “İlk önerimiz hamilelik planladığında veya hamileliği öğrenir öğrenmez, hemen kadın doğum doktoruna başvurulmalıdır. Hamileliğin en az ilk üç aylık döneminde folik asit desteği, ‘spina bifida’ gibi nöral tüp defekt riskini azaltacaktır. Bununla birlikte D vitamini desteği de bebeğin iskeleti ve ilerideki kemik sağlığı için önemli. Eğer öğünlerde yeteri kadar balık tüketilmiyor ise, özellikle omega-3 içerikli destek vitaminleri tercih edilmelidir. Her zaman dengeli ve sağlıklı beslenmeye özen gösterilmelidir. Günde 4-5 öğün meyve sebze tüketilmeli, pilav gibi karbonhidrat içerikli gıdalardan da uzak durulmalıdır. Tam tahıllı ürünleri tercih etmekte fayda vardır. Protein ihtiyacı için bakliyatlar, yağsız et, yumurta ve fındık-ceviz gibi çerezler tüketilebilir. Pastörize süt, peynir ve yoğurt gibi günlük ürünler ve haftada en az iki kez balık tüketimi de beslenme programın olması gerekenler arasında olmalıdır” dedi.

    “Çiğ Etlere Direk Temas Edilmemeli”
    Bir yiyeceğe dokunmadan önce mutlaka ellerin yıkanması gerektiğinin altını çizen Özden, “Mümkünse çiğ etlere direk temas edilmemeli, edilirse de sonrasında ellerin yıkanması gerekmektedir. Çiğ gıdalar ile yemeye hazır gıdaları ayrı yerlerde muhafaza edilmeli. Gebelik için bazı sakıncalı bakteri ve parazitler içerebileceği için pastörize olmayan süt, peynir, çiğ veya az pişmiş et ürünleri gibi gıdalardan uzak durmakta fayda vardır. Egzersizlerin anne adayına ve bebeğe bir çok faydası vardır. Postürdeki değişiklikler ve eklem ağrıları ile başa çıkmanın belirgin bir rolü vardır. Hamilelikte biraz kilo almak normal olsa da, sağlıklı bir vücut ağırlığında kalınması sağlanır. Pelvik taban kasları hamilelik döneminde artan baskı ve hormonal değişiklikler sebebiyle zayıflayabilir. ‘Kegel egzersizleri’ yaparak idrar kaçırma riskini azaltıp, vajinal doğum şansını arttırmak annenin elindedir. Hamilelikte alkol tüketimi tamamen kesilmelidir” diye konuştu.

    Hamilelikte Sigara İçmek Erken Doğum Gibi Birçok Riski Barındırıyor
    Çok fazla kafein düşük yapma riskinizi artırabileceğini belirten Özden, “Bunun yanı sıra her ne kadar kesin veriler olmasa da düşük doğum ağırlığı ile ilişkili olabileceğini iddia eden vardır. Bu sebeple kahve, çay, kola, çikolata ve enerji içeceklerini azaltıp kafeinsiz çay ve kahve çeşitleri ile taze sıkım meyve sularına yönelmekte fayda var. Sigara içmek; düşük doğum ağırlığı, erken doğum, düşük, ani fetal ölüm gibi çok ciddi sonuçlar ortaya çıkarabilir. İlk birkaç ay yüksek hormon seviyeler sebebiyle yorgun ve halsiz hissetmek normaldir. Sonraki dönemlerde ise artan tuvalet ihtiyacı veya yatakta rahat edememek uykuları bölmeye sebep olabilir. Gece uykuları bölünüyorsa, gün içerisinde kısa süreli kestirmeler anne adayını rahatlatacaktır. Hamilelikte kan hacmi yaklaşık yüzde 50 artmaktadır. Dolayısı ile bu artışı karşılamak için bol su içilmelidir. Yeteri kadar su tüketmek hamilelikte ciddi problem oluşturacak kabızlık, idrar yolu enfeksiyonları, halsizlik, baş ağrıları, şişkinlik gibi durumlar için de önleyici olacaktır” şeklinde konuştu.

  • Grip ve Soğuk Algınlığı Aynı Şey Değil

    Dahiliye Uzmanı Dr. Önder Bekar, ekim ayından başlayarak mart sonu ve nisan başına kadar olan dönemde sık görülen ve oldukça bulaşıcı bir solunum yolu hastalığı grip ya da namı diğer “influenza” hakkında bilgiler verdi. Grip ve nezle ayrımına dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizen Dr. Bekar, “Grip ve nezle (soğuk algınlığı), belirtileri sıklıkla karıştırılabilen iki farklı hastalıktır. Her iki hastalıkta viral bir infeksiyon olmakla birlikte farklı virüslerle meydana gelmektedir. Nezle genellikle ayakta geçirilen bir hastalık iken, grip, hastaların günlük işlerini yapmasını engelleyecek kadar hâlsizliğe sebebiyet verebilir. Her iki hastalıkta da burun akıntısı veya tıkanıklığı, boğaz ağrısı ve öksürük olabilir” dedi.

    Sürekli değişim halinde
    Grip hastalığının sebebi olan influenza virüslerinin çok fazla sayıda alt tipi bulunduğunu hatırlatan Dr. Bekar, yıllar içerisinde toplumda sık görülen grip virüslerinin sürekli değişmekte olduğunu, bir önceki yıl görülen virüsten oldukça farklı virüslerin sonraki yıllarda insanları hastalandırabildiğini söyledi.

    3 tip virüs var
    Dr. Bekar, “Bu durum neden her yıl grip olabildiğimizi net bir şekilde açıklamaktadır. Hastalıktan korunmada en etkili yöntemin grip aşısı olduğu Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından her yıl vurgulanmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere grip aşısı içerisinde bir önceki yıl toplumu en çok hastalandırılan virüsleri içeren 3 veya 4 alt tip influenza virüsü aşı içerisine dâhil edilmekte ve her yıl aşı yeni hazırlanmakta, bir önceki yılın aşıları kullanılmamaktadır. İnsanlarda hastalık oluşturan. A, B, C olmak üzere 3 tip influenza virüsü vardır. İnfluenza A,B ve influenza C ayrı alt tipler olarak adlandırılmakla birlikte sebebiyet verdiği hastalık tablosundaki şikâyetler ve bulgular tamamen aynıdır. Bu üç alt tipin tedavisinde kullanılan ilaçlar da farklı değildir ve hastalar aynı ilaçlar ile tedavi edilmektedir” diye konuştu.

    Kalabalık ortamlara dikkat
    Hastalığın bulaşma yöntemleri ve belirtileriyle ilgili de bilgiler veren Dr. Önder Bekar, şöyle devam etti: “Gripli, hasta bir insanın öksürükle havaya attığı enfekte partiküllerin sağlam insanlar tarafından solunum yoluyla alınmasıyla bulaşır. Kirli ellerle de yayılma mümkündür. Kalabalık ortamlarda kolayca insandan insana geçer. Ilıman bölgelerde kışın yıllık salgınlar meydana getirir. Belirtilerine gelecek olursak; grip yaklaşık 2 günlük kuluçka süresinin ardından âniden ortaya çıkan yüksek ateş, öksürük, baş ağrısı, kas ve mafsal ağrıları, boğaz ağrısı, burun akıntısı veya burun tıkanıklığı, ciddi halsizlik, yorgunluk, titreme, bazen ishal ve kusma ile karakterizedir. Öksürük ağır olabilir ve 2 hafta ya da daha uzun süre devam edebilir. İnsanların çoğu herhangi bir tıbbî tedaviye gerek kalmadan 1 hafta zarfında iyileşir. Ama bazı insanlarda hayatı tehdit edebilen ve ölümle sonuçlanabilen komplikasyonlar gelişebilmektedir. Bütün grip hastalarında ateş olmayabileceği akılda tutulmalıdır.”

  • Açık Sütte Verem Riski

    Sağlık ve idari çalışanlara veremden korunma konusunda bilgi veren Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Ramazan Köylü, halk arasında verem olarak bilinen tüberkülozun, ‘mycobacterium tuberculosis’ adlı bakterinin solunumla vücuda girip akciğerde yaygın iltihaba yol açan bulaşıcı bir hastalık olduğunu söyledi.

    Veremin bulaşmasında vücut direnci gibi bazı unsurların önemli olduğunu kaydeden Dr. Köylü, “Hastalığın başlamasından itibaren kişide 2-3 hafta kadar süren öksürük, yüksek ateş, göğüste şiddetli ağrı, iştahsızlık ve süratli kilo yitirilmesi, halsizlik, kanlı balgam gibi belirtiler ortaya çıkar. Akciğer röntgeni ve balgam kültürünün incelenmesi gerekir. Bir diğer önemli husus da özellikle kadınlarda görülebilen lenf bezi tüberkülozudur. Bu tablo, iyi pastörize edilmemiş sütlerden kaynaklanabilir. Mümkün oldukça açık süt tüketmemek gerekir. Çok nadir görülse de bu vakalar sebebiyle hastada cerrahi gerektirecek nahoş durumlar ortaya çıkabilir” diye konuştu.

    Belirtilerin söz konusu olması halinde derhal uzman doktor kontrolünün yapılması gerektiği uyarısında bulunan Uzm. Dr. Ramazan Köylü, tedavi süreçleri hakkında da şu bilgileri verdi:
    “Akciğer tüberkülozunda tedavi, en az 6 ay sürer. Tüberküloz hastalığı ile savaş düzenli, yeterli ve kombine tedaviyle mümkün olur. 6 ay bu etkin tedavi yapılmazsa dirençli tüberküloz haline gelir. Hastanın ilaçlarını düzenli kullanması, hem kendi hem de toplumun sağlığı açısından hayati önemdedir. Hamilelere de tüberküloz tedavisi uygulanır ve bebeğe olumsuz etkisi olmaz.”

  • Uyuzun Bulaşmaması İçin Hangi Önlemler Alınmalı

    Dermatoloji Uzmanı Dr. Burak Sezen, artış gösterdiği iddia edilen uyuz vakaları nedeniyle açıklama yaptı. Uyuzun daha çok gece uykudan uyandıran kaşıntı şeklinde kendini gösterdiğini anlatan Dr. Sezen, kaşıntının vücuttaki genital bölgeler dahil birçok yeri tutabileceğini söyledi.

    Hastalığın birden fazla deri bulgusuyla da kendini gösterdiğini anlatan Dr. Sezen, “Bir kişiye uyuz tanısı konduğunda evde yaşayan herkes için kaşınmaları olsun veya olmasın aynı tedavi eş zamanlı başlamalıdır. Şu an hastalığın en önemli artış sebeplerinden biri evde kaşınmayan kişi veya kişilerin tedaviyi uygulamıyor olmasıdır. İlk gün özel şampuan ve sabunlarla banyo yapılıyor. Daha sonra tüm vücuda boyundan aşağıya verdiğimiz karışımı sürüyoruz. İkinci ve üçüncü gün banyo yapmadan karışımı yine aynı şekilde vücuda sürüyoruz. Dördüncü gün gece hasta sadece banyo yapıyor. Evde aktif şikayeti olmayan kişiler de bu tedaviyi aynen uyguluyor. Üç hafta düzenli tedavi uygulandıktan sonra hastalığın tedavi olduğunu görebiliyoruz. Ancak 3-6 hafta dönemde kaşıntılar sürebiliyor” dedi.

    Hastalıktan korunma yollarını da anlatan Dr. Burak Sezen, “Olabildiğinde başkasının giysilerini giymeyin. Dışarıdan alınan giysileri yıkamadan giymeyin. Toplu yaşanan yerlerde aynı çarşaf ve yastık, yorgan kullanılması da hastalığın geçmesine neden olabilir. Çamaşırlar 60 derecenin üzerinde yıkanmalı. Eğer 60 derecenin üzerinde yıkanması uygun olmayan giysiler varsa, 3 gün-1 hafta arasında balkonda poşette bekletildikten sonra yıkanmalıdır” diye konuştu.

  • Hamilelik Spor Yapmaya Engel Değil

    Çocuk sahibi olmanın heyecanı tüm aileyi sararken, anne adaylarının ise her şeyden uzak durmaya çalışmasının yanlış olacağını belirten uzman fizyoterapist Nuriye Büyüktaş, “Hamilelik bir hastalık süreci değildir. Hamilelik döneminde aktif olmak, egzersiz ve yürüyüş yapmak bağışıklık sistemini kuvvetlendirir ve hamilelik sürecinin ağrısız geçmesini sağlar. Bu dönemde hekim tarafından aksi bir durum belirtilmediği sürece hamileler egzersizlere devam etmelidir. Egzersizler bir uzman eşliğinde ve dikkatlice uygulanmalıdır. Hamilelikte koşu ve temas sporlarından kaçınılmalıdır. Bunun haricinde mekik çekme gibi karın stresini arttıran egzersizlerden uzak durulmalıdır. Hafif tempolu yürüyüş hem kan dolaşımı arttırmak hem de şişkinliklerin önüne geçmek üzere yapılabilir. Bazı hamileler bu süreci daha ağır geçiriyor. Bel, sırt ve pelvik ağrıları olabiliyor. Bu sorunlardan uzmanlardan destek alarak kurtulmak mümkündür” dedi.

    Gebelik sürecinde rahim büyümesi ile birlikte idrar kesesine baskının arttığını belirten Büyüktaş, “Hamilelerde özellikle son dönemlerde sık idrara çıkma görülür. Sık idrara çıkmak normaldir. Eğer idrar kaçırma durumu oluyorsa bu durum normal değildir. Gebelik süreci bu durumu tedavi etmeye engel değildir. Böyle bir durum yaşayan gebelerin destek alması ileri ki dönemlerde oluşabilecek sorunları önler” diye konuştu.

    Bel ağrıları için de tavsiyede bulunan Büyüktaş, “Sürekli bel ve sırt ağrıları olanlara bantlama, pelvik kemer, masaj ve terapatik egzersizler uyguluyoruz. Bu yöntemler rastgele yapılmamalıdır, bu alanda özel eğitim almış fizyoterapistler tarafından yapılmalıdır. Konforlu ve huzurlu bir gebelik için ev programı olarak verilen egzersizler ile tedavi desteklenmelidir. Bazı gebelerde ise özellikle merdiven inip çıkarken, arabadan inerken, yataktan kalkarken alt bölgede kasık ve bacağa vuran ağrı olur. Bu duruma yönelik uygun yöntemleri tedaviye dahil ederek gebelerin fonksiyonlarını ağrısız yapmasını sağlıyoruz” dedi.

  • Küresel e-spor Pazarının Büyüklüğü 1,8 Milyar Dolara Ulaşacak

    Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın tanıdığı bir alan haline gelmesiyle e-sporun “spor olmadığı” konusundaki şüphelerin ortadan kalktığını söyleyen Oyun Tasarımcıları, Geliştiricileri, Yapım ve Yayıncıları Derneği (OYUNDER) Kurucu Başkanı Tansu Kendirli, yaptığı açıklamada, e-sporun spor olup olmadığından ziyade “nasıl bir spor olduğu” yönündeki soruların daha anlamlı olduğunu söyledi.

    Kendirli, e-spor pazarının potansiyeline dikkati çekerek, “150 milyar dolara ulaşan büyüklüğü ile aslında oyun sektörünün yanında henüz küçük bir pazar gibi görünen e-spor kesintisiniz büyümesini sürdürüyor. 2018 yılında küresel e-spor pazarının büyüklüğü yaklaşık 865 milyon dolar olarak hesaplanmıştı. Küresel e-spor pazarının 2022’de ulaşacağı büyüklüğün 1 milyar 790 milyon dolar olması bekleniyor.” diye konuştu.

    Gençlerin ilgisini çekiyor

    Ailelerin, gençlerin e-spor alanında kariyer sahibi olabileceğini fark etmeye başladığına dikkati çeken Kendirli, şunları söyledi:

    “Gençler de yalnızca influencer-streamer (yayıncı) veya sporcu olarak değil, daha farklı alanlarda ilerleyebileceğini anlamaya ve görmeye başladı. Orta okullar ve liseler düzeyinde bu alan müfredatlara girmeye başladı. Üniversiteler ve sürekli eğitim merkezleri bu alanda artık programlar oluşturuyor. Markalar e-sporun yarattığı ve ulaşabileceği potansiyelin gücünü anladı. Bu nedenle de ufak da olsa bütçelerini artırdı. Türkiye’de 4 milyon gencin e-sporu takip ettiğini söyleyebiliriz. Türkiye’de 30 milyon üzerinde oyuncu olduğunu düşünürsek ülkemizin ne kadarlık büyüme potansiyeline sahip olduğunu anlayabilirsiniz.”

    Anlık 100 bin kişinin izlediği e-spor müsabakaları var

    Çamlıca e-spor Kulubü Yöneticisi ve “Her Yönüyle E-spor” kitabı yazarı İbrahim Yörük de açıklamasında elektronik spor anlamına gelen e-sporun hem devletler hem de kurumlar bazında artık bir spor dalı olarak görüldüğünü söyledi.

    Yörük, “Elektronik Spor bir spor mudur tartışması artık gerilerde kaldı. Ülkemizde 2018 yılında Gençlik Spor Bakanlığı onayı ile kurulan Türkiye e-Spor Federasyonu da nitekim bu tartışmaların sonlandığını göstermektedir. e-Spor farklı oyunlarda takım halinde ya da bireysel olarak oyuncuların rekabetçi bir ortamda bir ödül, bir başarı için mücadele ettikleri spordur. Yine spor için oynanan oyunlara yani rekabetlere ilgi olması, taraftar olması gibi bazı dinamikler gerekiyor ki artık e-spor mücadeleleri bu şartları karşılamaktadır. 2018 Kış Olimpiyatları’nda e-spor yer almıştı, 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda da 2 tane e-spor branşı resmi olarak yer alacak.” dedi.

    e-sporun özellikle Amerika ve Asya bölgelerinde büyük bir hacme sahip olduğuna dikkati çeken Yörük, Türkiye’nin sahip olduğu genç nüfusun ülkeyi e-sporda daha ileri bir noktaya taşıyacağına inandığını söyledi. Yörük, “Veriler bize artık bir e-spor mücadelesi finalinin bir futbol müsabakası finali ile aynı seviyede izleyici kitlesine yaklaştığını gösteriyor.

    Anlık 1 milyon izleyiciye ulaşan Youtube, Twitch gibi platformlardan yapılan yayınlar bizleri artık şaşırtmıyor. Türkiye’de bir oyun, normal lig maçları gibi anlık 10-20 bin kişi tarafından izlenebiliyor. Hele sezon sonunda şampiyonluk maçları ve büyük final maçlarında ise maçın gerçekleştiği arenada 15-20 bin gencin katıldığı ve anlık 100 bin kişinin izlediği maçlar şu an normal olmuş durumda.” diye konuştu.

    Türkiye’de oyun sektöründe 2019’da 1 milyar dolarlık ihracat yapıldığına dikkati çeken Yörük, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “2020 yılında 1,5 milyar dolarlık bir ihracat hedefinden bahsediliyor. Oyun sektöründe yaklaşık 300 şirket bulunduğuna dair geçtiğimiz aylarda yayınlanan bir rapor bulunmakta. Büyük şirketler artık oyun sektörüne yatırım konusunda ciddi çalışmalar yapmış durumda. Bu oyunların büyük bir kısmı mobil oyunlardan oluşuyor. Ama PC oyunu dediğimiz daha kapsamlı oyunlarda bulunuyor. Türkiye’de gençler tarafından en fazla oynanan oyunlardan birisi olan ZULA oyunu mesela yerli bir oyun. Yine bu sene içerisinde 2 tane daha oyun piyasaya çıkacak.”

  • Dağınık Beyin Sendromu Nedir? Nasıl Tedavi Edilir?

    Uzman Klinik Psikolog Merve Kırna, “İş yerinde mükemmel bir çalışan olma, verilen sorumlulukları fazlasıyla yerine getirme arzusu hatta kendi işini yaparken bile başkalarının işine yardımcı olma, en ufak bir boşluğu başka bir iş ile doldurma, birden fazla işi aynı anda yapmaya çalışma ve bunun oluşturduğu stres. Bir proje hazırlarken, sınava çalışırken ya da bir işi yetiştirmeye çalışırken gelen mesajlar, e-mailler ya da dikkatinizi o yöne çekecek herhangi bir uyaran geldiğinde kendinizi mesajları okurken ya da mailleri cevaplarken bulma. Bir yandan bitmeyen işlerin stresi, öteki yandan diğer uyaranlara cevap verme arzusu, bu cümleler size tanıdık geliyor mu? Kimi zaman yoğun iş temposunda çalışmak, patronlarınızdan gelen sorumlulukları yerine bir an önce getirme isteği, işleri hızlıca bitirme arzusu, cevaplanması gereken e-mailler, okunması gereken mesajlar; birden fazla işi aynı anda halletmeye teşvik eder kişiyi. Birçok yapılması gereken iş sizi masada beklerken, zamandan kazanmak için yapılacak işlerin hepsini aynı anda halletmeye çalışmak; “dağınık beyin sendromu” yaşamanıza neden olabilmektedir. Bir işi en ideal yapabilmenin yolu; o işe odaklanabilmektir. Beynimiz aynı anda birden fazla iş ile meşgul olduğunda sanılanın aksine zamandan tasarruf edip, birçok işi bitirmiş olmuyor; yapılacak işe odaklanmada güçlük yaşıyor ve dağılan dikkat sonucunda hatalar yapılabiliyor.

    Örneğin; Çok uykunuz varken izlediğiniz filme ya da okuduğunuz kitaba nasıl odaklanamaz iseniz, çoklu iş yaparken de beyin birçok işe odaklanmada zorluk çekmektedir” dedi.

    Psikolog Kırna, dağınık beyin sendromunun belirtilerini şöyle sıraladı:

    “Yorgunluk, işleri yerine getirirken dikkatin dağılması, motivasyon kaybı, stres, kaygı, iş performansında istenen verimi alamama, sık tekrarlanan hatalar, depresif belirtiler görülebilmektedir.”

    Aynı anda birçok işi yapmak yerine, programı tek bir işi bitirdikten sonra diğer işe geçecek şekilde oluşturulması gerektiğini ifade eden Kırna, “Eğer; “Ne kadar çok iş yaparsam o kadar iyi çalışanım”, “birden fazla işi aynı anda yapmak benim başarılı biri olduğumu gösterir”, “sorumluluğumdan fazla işi aynı anda yapmak patronlarım tarafından takdir edilmemi sağlar” gibi yanlış algılarınızın varsa bunların farkına varın. Önemli olan ne kadar kısa zamanda fazla iş yaptığınız değil, ne kadar odaklanarak verimli iş yaptığınız olduğunu unutmayın. Dikkat dağınıklığınız varsa bunu engellemek için; çalışma ortamınızdan dikkatinizi dağıtacak öğeleri uzaklaştırın. Verimli çalışmanızı engelleyen en büyük etkenlerden biri de; strestir. Stres verici öğelerden uzak durarak çalışma veriminizi arttırmanıza katkı sağlayabilirsiniz. Zihniniz, geçmişin bitirilmemiş işleri ya da geleceğin bitirilmeyi bekleyen iş kaygısı arasında kayboluyor ve “an”a odaklanamıyorsanız; “an”da kalmak için egzersizler, nefes çalışmaları yapın. Yoğun stres ile baş etmekte zorlanıyor ya da depresif belirtiler gösteriyorsanız profesyonel destek alarak bu duygu durum ile baş etmenize katkı sağlayabilirsiniz” açıklamalarında bulundu.

  • TikTok’a Rakip Olan Byte ABD’de Zirvede

    Ülkemizde de milyonlarca kullanıcısı olan bir zamanların fenomen uygulaması VineByte adıyla geri döndü. Geçtiğimiz cuma günü kullanıcılara sunulan uygulama, kısa bir süre içinde zirveye oturmayı başardı.

    TikTok’un en büyük rakibi olabilir

    Çinli ByteDance şirketinin geliştirdiği TikTok uygulamasının en büyük rakiplerinden biri olması beklenen Byte, yayınlandığı Cuma gününden bu yana Apple‘ın uygulama marketi App Store‘da en çok indirilen uygulama oldu. Sensor Tower mobil araştırma şirketinin verilerine göre, video paylaşım uygulaması Vine, ABD dışında Kanada‘dada ilk sırada yer alıyor ve Avustralya, Yeni Zelanda, Norveç ve İngiltere’de ise ilk 10’un içinde.


    Bildiğiniz üzere, ülkemizde de azımsanamayacak kadar büyük bir kitleye sahip olan TikTok uygulaması ise zor günler yaşıyor. ABD tarafından casuslukla suçlanan TikTok birçok devlet kurumu ve askeri birimde yasaklanmış durumda ve bu gelişmelerin Byte uygulaması için bir avantaj olarak değerlendirildiğini de belirtelim. Byte’ın ise Vine uygulamasının popülaritesini yakalayıp yakalayamayacağını, önümüzdeki dönemde hep birlikte göreceğiz.

  • Çin’den Gelen Kargolardan Corona Virüsü Bulaşır Mı?

    Konuyla ilgili olarak açıklama yapan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Prof. Dr. Haluk Eraksoy, “Koronaviruslar, diğer virüsler gibi, aktivitelerini ancak insan ya da hayvanların canlı hücreleri içinde sürdürebilirler. Virüsler kuru ortamlarda çok kısa bir sürede aktivitelerini yitirirler. Bu nedenle virüslerin nemli olmayan cansız nesnelerin yüzeyinde varlıklarını sürdürmeleri mümkün değildir” yanıtını verdi.

    Nuray Karabağ’ın haberine göre yeni Corona virüs enfeksiyonu olduğundan kuşkulanılan bir kişinin solunum yolu salgıları veya vücut çıkartılarının bulaşabileceği tüm yüzeylerin, standart çamaşır suyuyla (1:100 sulandırılmış) silinmesi gerektiğini söyleyen Doktor Haluk Eraksoy, “Belirgin bir kirlenme olduğunda ise 1:10 sulandırılmış çamaşır suyu kullanılmalıdır” dedi.

    “Kargoyu hazırlayan kişinin enfekte olması paketin de mikrop taşıdığı anlamına gelir mi?” şeklindeki soruya Prof. Eraksoy’un yanıtı ise şöyle:

    “Bazı bakteriler kuruluğa uzun süre dayanabilir ve canlılıklarını sürdürebilir. Virüsler ise hücre dışı kuru ortamlarda aktivitelerini çok çabuk yitirir. Bir virüs, infekte bir insanın çıkartılarıyla cansız bir eşyaya bulaştığı takdirde, aradan geçecek birkaç saat bile aktivitesini yitirmesi için yeterlidir. Böylece o virüs artık başka bir insana geçemez.”

    SOLUNUM SALGILARIYLA BULAŞIYOR

    Yeni koronovirüsün, diğer koronavirüsler gibi solunum salgılarıyla bulaştığı düşünülüyor. Hasta kişilerden öksürük, hapşırık, gülme, konuşma sırasında çevreye saçılan virüs içeren damlacıklar, sağlam kişilerin mukozalarına temas ederek bu kişilerin hastalanmasına neden oluyor.

    ‘2 METREDEN YAKIN TEMAS GEREKLİ’

    Prof. Dr. Haluk Eraksoy, hastalığın bu şekilde insandan insana bulaşması için 2 metreden yakın temasın gerektiğini söyledi, “Bugüne kadarki bulgular yeni koronavirüsün insandan insana bulaşabildiğini göstermektedir. Ancak halen bulaştırıcılığın ne ölçüde olduğu bilinmemektedir. Salgının nasıl seyredeceğini belirleyen en önemli faktör virüsün insandan insana ne kadar kolay bulaşabildiği ve gerekli önlemlerin ne kadar başarıyla alınacağıdır. Bugünkü bilgiler ışığında yeni koronavirüsün et, süt, yumurta vb. ürünlerin yenmesiyle bulaşmadığı söylenebilir” değerlendirmesinde bulundu.

    ‘KULUÇKA SÜRESI 2-14 GÜN’

    Hastalığın, 2-14 gün süren bir kuluçka süresinden sonra birden başlayan yüksek ateş (39°C), öksürük ve nefes darlığıyla kendini gösterdiğini dile getiren Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı, “Bazı hastalarda boğaz ağrısı ve burun akıntısı da olabilir. Ağır hastalanan ve ölenlerin hemen hepsi yaşlı ya da altta yatan hastalığı (akciğer hastalıkları, organ yetmezlikleri, kanser, diyabet, bağışıklığı baskılayan hastalıklar) olan kişilerdir. Genç sağlıklı erişkinlerde hastalık nispeten hafif seyretmektedir” şeklinde konuştu.

    YENİ KORONAVİRÜSTEN KORUNMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?

    “Bugün için ülkemizde hastalığın yayılması söz konusu olmadığından toplumda özel bir önlem alınmasına gerek yoktur” diyen Prof. Eraksoy, yeni koronavirüse etki edecek ve hastalıktan korunmayı sağlayacak bir aşının bulunmadığını belirterek şöyle devam etti:

    “Korunmak için şimdilik en etkili yöntem virüsle (hasta kişilerle) temas etmekten kaçınmaktır. Ancak solunum yolu infeksiyonu yapan çok sayıda virüsün (grip, nezle virüsleri vb.) insanlar arasında dolaşmakta olduğu kış aylarında sadece yeni koronavirüsten değil, diğer tüm solunum virüslerindan korunmak için el temizliğine dikkat edilmesi, temiz olmayan ellerin göz, ağız ve burna götürülmemesi çok önemlidir.”

    ÖLÜ VE VAKA SAYILARI ARTIYOR

    Yeni tip koronavirüsü (2019-nVoC) nedeniyle Çin’de hayatını kaybedenlerin sayısı 106’ya çıktı, vaka sayısının ise 3 bini geçtiği belirtiliyor.

  • Elektrikli araçlar yakıt maliyetini yüzde 80 azaltıyor

    Elektrikli araçlarda yakıt maliyetinin normal araçlara göre yaklaşık yüzde 80 daha az olduğu hesaplanıyor. Ev ve iş yerlerindeki elektrikli araç şarj istasyonlarında 100 kilometrelik bir dolum, gece saatlerinde 6-7 lira, gündüz saatlerinde ise 8-10 liraya mal oluyor.

    Dünyada elektrikli araçlar ve şarj istasyonları giderek yaygınlaşıyor. Türkiye’de de yerli elektrikli otomobilin tanıtılmasıyla bu araçların kullanım ve şarj istasyonlarına ilişkin detaylar daha fazla merak konusu oldu. Türkiye’de şu anda 1500’ün üzerinde elektrikli araç kullanılıyor ve yaklaşık 700 şarj istasyonu bulunuyor.

    Elektrikli araç şarj istasyonlarının maliyeti istasyonun gücü ve hızına göre değişkenlik gösteriyor. Halka açık alanlarda kurulabilecek tek çıkışlı bir ünite için yaklaşık 1200 avro yatırım gerekirken, hızlı şarj istasyonlarında ise bu rakam 20 bin avroyu buluyor.

    İstasyon kurulan bölgedeki altyapı ihtiyacı da şarj istasyonunun gücüne göre değişiyor. Elektrik dağıtım şirketinden tahsis edilen sözleşme gücü yeterli olmadığı durumlarda güç artırımına gitmek gerekiyor. Elektrikli araçların şarj süreleri aracın bataryasına ve şarj istasyonunun bulunduğu bölgeye göre farklılık gösterebiliyor.

    Ev ve iş yerlerinde şarj daha ucuz

    Türkiye’deki şarj istasyonu yatırımları ve sektördeki gelişmelere ilişkin AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Enerjisa iştiraki E-Şarj Elektrikli Araçlar Şarj Sistemleri AŞ Genel Müdürü Cem Bahar, Avrupa Birliği (AB) ve ABD’de yaklaşık her 10 araca bir şarj istasyonu düştüğünü, Türkiye’de ise her 2-3 araca bir şarj istasyonu düştüğünü söyledi.

    Bu kapsamda şu an Türkiye’nin AB’den daha iyi konumda olduğunu dile getiren Bahar, kamuya açık alanların yanı sıra ev ve iş yerlerindeki şarj istasyonlarının da artırılmasını beklediklerini kaydetti.

    Bahar, E-Şarj olarak elektrikli ve hibrit araç satan markalarla iş ortaklığı yaptıklarını ve elektrikli araç satın alan kullanıcılara ulaşarak ev ve iş yerlerindeki altyapının müsait olup olmadığını kontrol ettiklerini belirterek, “Böylece, şarj istasyonu kurulacak ev veya iş yerinin altyapısına göre şarj istasyonu kuruyoruz. Bu istasyonlar daha uzun sürede şarj ediyor ama evlerde gece takılabildiği için araçlar rahat şarj edilebiliyor. Ev ve iş yerlerindeki şarj etme maliyetlerini düşündüğümüzde, bu rakam içten yanmalı motorlara oranla yüzde 80’e kadar azalıyor.” diye konuştu.

    “Şehirler arası yolda 20 dakikalık dolumla 350 kilometre gidilebiliyor”

    Bahar, şehirler arası yollarda şarj süresinin daha da kısalması gerektiğini belirterek, “Şu anda Bolu’da 175 kilovat gücünde Türkiye’nin en hızlı şarj istasyonunu kurduk. Bu gücü destekleyen araçlar için 20 dakikalık dolumda 350 kilometre menzil alınabiliyor.” dedi.

    Kullanıcının istasyona geldiğinde E-Şarj mobil uygulamasıyla kare kod okutarak şarj işlemini kendisinin başlatabileceğini anlatan Bahar, “Şarjı yine mobil uygulama üzerinden durdurabiliyor ve uygulamada kayıtlı kredi kartından kullanım ücreti anında tahsil ediliyor. Halka açık istasyonlarda ücretlendirme dakika üzerinden yapılıyor. Burada maliyet evlere göre biraz daha pahalı oluyor ama 100 kilometrelik bir dolum üzerinden düşünürsek, şu anda evlerdeki maliyetin 2 katı seviyesinde bir fiyata ulaşmaya çalışıyoruz.” diye konuştu.

    Bahar, şirket olarak elektrikli araç şarj istasyonu yatırımlarına devam edeceklerini belirterek, “Şu anda Türkiye’de 300 olan şarj istasyonu sayımızı 2020 sonuna kadar 450’ye çıkarmayı hedefliyoruz. Özellikle doğu bölgeleri ile Karadeniz’de şarj istasyonlarımızı yaygınlaştırmak istiyoruz.” ifadelerini kullandı.