Blog

  • Huawei, Google’a Rakip Harita Uygulaması Çıkardı

    Huawei‘nin, üreteceği yeni akıllı telefonlarında Google servislerini kullanamayacak olması Çin merkezli şirketi yeni ortaklıklara yöneltiyor.

    Şirket Google
    ‘ın harita servisi yerine kullanacağı uygulamayı yaptığı ortaklık sonrası açıkladı.

    Engadget’ta yer alan habere göre, Huawei, haritalar servisi için Hollanda merkezli TomTom şirketi ile anlaştı.

    TomTom şirketinin sözcüsü Reemco Meerstra, iki firma arasındaki anlaşmanın belli bir süre önce tamamlandığını ancak halka duyurulmadığını söyledi.

    ABD, ülkenin ulusal güvenliğini tehdit ettiği iddiası ile ABD’li şirketlerin  Huawei ile ticaret yapmasına Mayıs 2019’da yasak getirmişti.

    Bu yasak kapsamında ABD merkezli teknoloji şirketi Google‘ın servis ve uygulamaları Huawei’nin kullanımına kapatılmıştı.

    Karar kapsamında eski Huawei cihazları yasaktan etkilenmezken şirketin yeni ürettiği telefonlarda bu servislere yer verememişti.

  • Yeni Kıyafetler Giyilmeden Önce Yıkanmalı

    Uzmanlar, mağazalardan etiketi belli ve kontrolü yapılmış tekstil ürünlerinin tercih edilmesini, yeni alınan giysilerin uyuz ve alerji gibi etkenlerden ve sağlığı tehdit eden kimyasal maddelerden arındırılması için kullanmadan önce yıkanmasını öneriyor.

    Alışveriş merkezlerinde kıyafet denenmesi sırasında uyuz bulaştığı iddialarının sıklıkla gündeme gelmesi, vatandaşlar, sağlıkçılar ve tekstil uzmanları arasında tartışma yarattı. Bunun üzerine bazı uzmanlar “kıyafet denemesi kaldırılmalı” önerisinde bulunurken, bazıları ise bunun doğru olmadığını öne sürdü.

    Bu tartışma, kıyafet seçiminde nelere dikkat edilmesi gerektiği ve tekstil ürünlerinin denetiminin nasıl yapıldığı sorularını vatandaşın aklına getirdi.

    Konuyu değerlendiren uzmanlar, giysilerin üretiminden tüketicinin gardırobuna ulaşana kadarki süreçte birçok aşamadan geçtiğini aktararak, vatandaşlara etiketleri okumaları, kaliteli ve bilinen yerlerden alışveriş yapmaları tavsiyesinde bulunuyor.

    Türkiye’de üretilen ve yurt dışından ithal edilen tekstil ürünleri ise Ticaret Bakanlığının denetiminde İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği’nin (İHKİB) iştiraki Ekoteks Laboratuvar ve Gözetim Hizmetleri AŞ’de kimyasal ve fiziksel testlerden geçirilerek, sağlığa zararlı olup olmadığı kontrol ediliyor.

    En sık görülen sağlık sorunu tekstil alerjisi 

    Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) Öğretim Üyesi ve Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gülşen Akoğlu, mağazaların yanı sıra internet üzerinden yapılan alışverişlerde de dünyanın farklı bölgelerinde nasıl üretildiği tam olarak bilinmeyen hazır giyim ürünlerine ulaşmanın kolay olduğunu anlattı.

    Tekstil endüstrisindeki üretim aşamasında boyadan yanmaya dirençli maddelere kadar çok sayıda kimyasal ajanın kumaşlara uygulandığını anlatan Akoğlu, bu ürünlerin nakliye ve depolama aşamasında da tozlu, kirli ve küflü ortamlarda kalabildiğini belirtti.

    Doç. Dr. Akoğlu, giysilerin vücudun yüzde 80’inden fazlasını örtebildiği varsayıldığında, derinin geniş bir yüzeyinin bu maddelere maruz kalabildiğine dikkati çekerek, en sık görülen sağlık sorununun alerjik deri reaksiyonları olduğunu ve özellikle sentetik iplerde kullanılan boyalara karşı tekstil alerjilerine sıkça rastlanabildiğini kaydetti.

    Bebek ve küçük çocukların derilerinin kumaşlardaki kimyasallara karşı daha hassas olduğunu söyleyen Akoğlu, “Tüketicilerin üretim süreçleri kontrol edilen tekstil ürünlerini kullanmaları, yeni aldıkları giysi ve diğer tekstil ürünlerini kir, toz ve çoğu kimyasal maddeyi uzaklaştırmak amacıyla kullanmadan önce mutlaka yıkamaları uygun olacaktır.” dedi.

    Uyuzun kıyafetlerin denenip çıkarılmasıyla bulaşma olasılığı düşük

    Dezenfekte edilmeden giyilen kıyafetlerden bulaşabilen uyuzun, gözle görülemeyecek kadar küçük bir parazitin yarattığı deri rahatsızlığı olduğunu aktaran Akoğlu, tipik belirtilerini, “gece kaşıntısı, kaşıntının özellikle el parmak aralarında, göbek, kalça ve göğüs çevresinde yoğun olması” şeklinde tanımladı. Hastalığın en sık bulaşma yolları arasında uzun süreli temas, aynı yatağın kullanılması, nevresim, havlu ve günlük giysilerin paylaşılmasının sayılabileceğini anlatan Akoğlu, el sıkışma ve kıyafetlerin denenip çıkarılması gibi kısa süreli temaslarla bulaşma olasılığının pek mümkün olmadığını vurguladı.

    Doç. Dr. Gülşen Akoğlu, hastalığın uygun yöntemle başarılı şekilde tedavi edilebileceğini dile getirerek, şöyle konuştu:

    “İlaçlar, vücuda sürülen permetrin ve sülfür içeren kremler veya losyonlardır ve mutlaka hekimin önerdiği şekilde uygulanması gereklidir. Giysiler 60 derece sıcaklıktaki suda yıkanmalı, yıkanamayan giysiler, battaniye, yorgan gibi kişisel eşyalar plastik poşet içerisinde 1 hafta bekletilmelidir. Kalabalık ortamlarda yaşayan kişiler eşyalarını, nevresimlerini, giysilerini birbirleriyle paylaşmamalıdır. Bu önlemler hem tedavinin etkin olmasını sağlamakta hem de uyuzun diğer insanlara bulaşmasını engellemektedir. Parazit ortadan kalmasına rağmen kaşıntı birkaç hafta daha devam edebilir.”

  • IGTV Butonu Anasayfadan Kaldırılacak! “Kimse Tıklamıyor”

    Sosyal medya devi Facebook‘un bünyesinde bulunan fotoğraf ve video paylaşım uygulaması Instagram‘ın  anasayfası değişiyor.

    Instagram’da 1 dakikanın üzerinde video paylaşımı için geliştirilen  IGTV‘nin sosyal medyada paylaşılan videolarda yeni bir dönem açması bekleniyordu. Ancak tabiri caizse evdeki hesap çarşıya uymadı.

    TechCrunch‘ta yer alan habere göre, Instagram anasayfada bulunan IGTV ikonunu kaldıracağını duyurdu.

    Instagram‘ın bu kararı vermesinin arkasında yatan neden ise IGTV’nin  beklenen popülariteye ulaşamaması.

    Aynı haberde yer alan bilgiye göre, Instagram anasayfasında bulunan IGTV ikonuna bugüne kadar sadece her 100 kullanıcıdan 1’i tıkladı.

  • Oyun Terapisi Çocuğun İçsel Dünyasını Ortaya Çıkarıyor

    Uzman Klinik Psikolog Yasemin Kamalı, oyun terapisine ilişkin yaptığı açıklamada, oyun terapisinin, çocuğun içsel dünyasını oyun yoluyla ortaya çıkardığını belirterek, yetişkinler sözel yolla iletişim kurarken, çocukların iletişim yolunun oyun olduğunu kaydetti.

    Çocuğun oyun terapisi aracılığı ile kendi içsel yaşantılarını, zorlandığı alanları ifade ettiğini aktaran Kamalı, “Bilinç dışı arzularını, korkularını, bastırdığı alanları oyun yolu ile bazen sansürle bazense sansürsüz ortaya koyar, bunu bize duyururken kendi de somut bir şekilde duymaya başlar.” diye konuştu.

    Kamalı, oyun terapisinin 3-3,5 yaş ile 11-12 yaş aralığında kullanılan, yaşa bağlı olarak materyallerin değişebildiği bir teknik olduğuna işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Bu dönem Piaget’in bilişsel gelişim evrelerinden ‘somut işlemler dönemi’ne denk geldiği için çocuk oyun yolu ile de somut şekilde kendi içinde yaşadığı her ne ise travma vesaire bunları görmüş duymuş olacaktır. Aslına bakıldığında oyun dediğimiz şey hepimizi kapsamakta, çünkü biz yetişkinler de bir zamanlar çocuktuk ve ilk iletişim şekillerimizden biri oyundu. Büyüdükçe, yetişkinleştikçe oyun oynamayı unuttuğumuzu, en tanıdık bildik bir şey gibi gelmesi gerekirken bazen bundan çok uzaklaştığımızı görüyoruz. Zaman zaman ebeveynlerin bu yüzden çocuklarını nasıl anlayacaklarını bilmedikleri bir konumda kendilerini bulduklarını görüyoruz. Bu yüzden oyun terapisi uygulanırken aileyi de işin içine katmak, gerekirse aile çocuk oyun grupları tasarlamak destekleyici olabilmektedir.”

    “Çocuk önemsenmek ister”

    Kamalı, bu teknik uygulanırken çocuğun yaşı, yaşadığı sosyo-kültürel çevre ve ailenin dikkate alınmasının oldukça önemli olduğunu vurgulayarak, “Çünkü bu alanda çok çeşitli problemlerle (yeme, dışkılama, istismar, travma vb. gibi) karşılaşmak mümkün. Bu nedenle uygulanacak terapinin şekillenmesi de talebe bağlı olacaktır. Terapist bu esnada çocuğun yanında durur, çocuğun onu oyuna dahil etmesini beklemesi gerekir. Oradaki en önemli görevi çocuğa var olduğunu, duyulduğunu, görüldüğünü hissettirmek ve ihtiyacın olduğunda ben buradayım mesajını vermekle yükümlüdür. Onun alanına girmeden, işgal etmeden ona alan açarak beklemesi oldukça önemlidir.” diye konuştu.

    Kişinin önemsenmek istediğini, bunun çok temel bir arzu olduğunu, çocuğun da bunu arzu etmesinin en doğal durum olduğunu ifade eden Kamalı, şunları kaydetti:

    “D.W. Winnicott’un ‘yeterince iyi anne’ kavramında olduğu gibi burada da terapistin terapi odasında çocuğa alan açan ve kendini var etmesini sağlayan, baş etme becerisini keşfetmesine izin veren bir konumda olması önemli olacaktır. Bu sayede çocuk var olan problem üzerine sorumluluk alabilecek, kendi bedenini, duygularını sahiplenebilecektir. Kaka problemi olan bir çocuk ‘kakamı annem babam için yapıyorum’ demek yerine ‘kaka benim kakam, popo benim popom ve yapılmadığında ağrıyacak olan karın benim karnım, bedenim benim’ diyebilecek konuma gelecektir.”

    “Oyun odasının nasıl tasarlandığı, ne tür oyuncakların olduğu önemli”

    Kamalı, oyun terapisinde diğer önemli bir konunun oyun odası olduğuna işaret ederek, “Oyun odasının nasıl tasarlandığı, ne tür oyuncakların olduğu önemlidir. Kum havuzu, bir musluğun bulunması, minyatür oyuncaklar, ev, iş gibi günlük hayatta var olan şeylerin bulunduğu köşelerin olması, resim boya yapabilmek için uygun masa ve sandalyenin varlığı önemli olmaktadır. Her çocuğun kendine ait bir kutusunun olması ona özel birkaç malzemenin bulundurulması gibi teknik konular da oyun terapisine dair unsurlardır.” diye konuştu.

    Oyunun, çocuğun, bireyin hayatında oldukça geniş bir alan kapladığını vurgulayarak, sadece terapistleri kapsayan bir konu olmadığını, aslında herkesi kapsadığını dile getirdi.

    Kamalı, çocuklarla oyun oynamanın sadece onların içsel dünyalarını keşfetmek değil onlara nasıl oyun oynanacağını da öğreten bir süreç olduğuna işaret ederek, “Çocukların anlaşmak için bizler gibi söze ihtiyaçları yoktur, bir grup farklı milletten, dilden çocuğu bir araya koyun ve izleyin onların nasıl anlaştıklarını, iletişim kurduklarını, oyun aracılığı ile birbirlerini nasıl anladıklarını görebilirsiniz. Kendi içinize bakın, içinizdeki çocuğu hatırlayın oyunun önemini bir kez daha fark edin. İçinizdeki çocukla bağınızın hiç kopamamasını diliyorum.” şeklinde konuştu.

  • “Uyuz Artıyor, Cep Telefonlarından Uzak Durun”

    Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Filiz Topaloğlu Demir, son dönemde uyuz vakalarında artış olduğunu belirterek hastaların, hekim tarafından verilen ilaç ve kremleri kullanmasına, eşyalarını kaynatıp ütülemesine rağmen, uyuz hastalığı bulgularının devam edebildiğini belirtti.

    Demir, “Hekim kontrolünde tüm tedavileri uygulamanıza rağmen uyuz hastalığınız geçmiyorsa, mutlaka eşyalarınızı kontrol edin. Sevdiğiniz ve sürekli temas halinde olduğunuz eşyalardan en az 8 gün ayrı kalmazsanız uyuz hastalığından kurtulamayabilirsiniz” değerlendirmesinde bulundu.

    ‘Bulaşma için 15 ila 20 dakikalık temas yeterli’

    NTV’de yer alan habere göre cep telefonu ve bilgisayar gibi uzun süre kullanıcının elinde tuttuğu tüm teknolojik aletlerden uyuzun bulaşabileceği bilgisini veren Demir, “Uyuz hastalığının bulaşması için 15 ila 20 dakikalık bir temas yeterlidir. Aile bireyleri arasında elden ele gezen, saatlerce elimizden düşürmediğimiz cep telefonlarımız ve kişisel bilgisayarlarımız uyuz hastalığından kurtulamamamızın nedenlerinden biri olabilir” ifadelerini kullandı.

    ‘8 güne kadar canlı kalabilir’

    Uyuz hastalığı olanlarla beraber, uyuz hastalığı olan kişinin temas ettiği eşyaların da bulaştırıcı olduğunu hatırlatan Demir, “Uyuz böceği, dış ortamda uygun şartlarda 8 güne kadar canlı kalabilir ve tedavi olan kişilerde bile yeniden hastalığa yol açabilir. İlk olarak hekime başvurulmalı, önerilen tedavi tüm aile bireyleri tarafından aynı günde uygulanmalıdır. Uyuz böceğinin ve yumurtalarının tam olarak yok edilmesi için, eşyaların minimum 50 derecede en az 10 dakika yıkanması veya -10 derecede en az 5 saat bekletilmesi gerekmektedir. Bu işlemlere tabi tutulamayan eşyalar ise minimum 8 gün plastik torbalara konularak kaldırılmalıdır” bilgisini paylaştı.

  • Bursa Uludağ Üniversitesi Yeni Camii’nin Yüzde 35’i Tamamlandı

    BUÜ‘nün merkez Nilüfer ilçesindeki Görükle Yerleşkesi‘nde 10 bin metrekare alana 2,5 kat inşa edilecek Uludağ Üniversitesi Yeni Camii, bittiğinde Türkiye’nin en büyük üçüncü camisi olacak. Cami ibadet merkezi olmanın yanında sosyal, kültürel ve eğitim mekanlarını içinde barındıran modern bir külliye hüviyetini taşıyacak.

    Üniversite kaynakları kullanılmadan hayırseverlerin yardımlarıyla külliye şeklinde yapılacak caminin 4 minaresi olacak. Cami 41,7 metre kubbe, 75,8 metre minare yüksekliğiyle Bursa’nın birçok bölgesinden görülebilecek.

    Yarısı kapalı alanda olmak üzere 20 bin kişinin ibadet edebileceği külliye bünyesinde bin 1500 kişilik konferans salonu da yapılacak. Ayrıca cami bünyesinde farklı inançlara sahip kişiler için de özel ayrılmış ibadethaneler bulunacak.

    – “20 bin metrekaresi kültür merkezi olarak planlandı”

    BUÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Adem Doğangün yaptığı açıklamada, projenin sıradan bir ibadethane niteliğinde olmayacağını, içinde sosyal etkinliklerin gerçekleştirileceği bir külliye şeklinde tasarlandığını söyledi.

    Beştepe Külliyesi’nin mimarları tarafından hazırlanan caminin Osmanlı ve Selçuklu mimarisinden izler taşıyacağını vurgulayan Doğangün, “Cami mimari açıdan özel olacak. Üniversitenin içinde olması hasebiyle daha çok kültür merkezi yönü öne çıkıyor. Namaz kılınan kısım mevcut caminin 1,5 katı kadar büyüklüğünde. Çok aşırı büyük değil. 25 bin metrekare inşaat alanının 20 bin metrekaresi kültür merkezi olarak planlandı. Kültür merkezinde, toplantı salonları, konferans salonu, fuaye alanları, kütüphane olacak. Daha çok öğrencilerin sosyal etkinliklerini yapabilecekleri, kültürel etkinlikleri gerçekleştirebilecekleri mekanlar bulunacak. Bu bizim açımızdan önemli.” dedi.

    Yapının üç katlı olacağını dile getiren Doğangün, alt iki katın tamamen kültürel etkinliklere ayrıldığını ve tamamlandığında öğrencilerin de bu mekanlardan yararlanabileceğini anlattı.

    – “Hasta yakınlarının kalabileceği mekanlar da olacak”

    Doğangün, inşaatın Üniversite Camii ve Müştemilatını Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından finanse edildiğini ve üniversite tarafından herhangi bir maddi kaynak sağlanmadığına dikkati çekerek şunları kaydetti:

    “Üniversite olarak biz sadece derneğe yer tahsisi yaptık. Burayı kültür merkezi ve cami diye değerlendirmek daha doğru olur. Mevcut cami ihtiyacı karşılayamıyor. Cuma günü öğrenciler namazını dışarıda kılmak zorunda kalıyor. Üniversitenin içinde Tıp Fakültesi Hastanesi var. Hasta yakınları bazen kalacak yer bulamıyor. Araç içinde kalanlara şahit oluyoruz. İnşaatı devam eden camide hasta yakınlarının kalabilecekleri ve istirahat edebilecekleri, duşları olan mekanlar da olacak. Bu da bir sosyal hizmet olacak. Camilerin asıl görevi de bu, Allah’ın sığınma evi. Öyle değerlendirmek lazım. Hem öğrencilerimiz hem de hasta yakınları buradaki mekanlardan faydalanabilecek.”

    – “Bittiği zaman da muhteşem bir eser olacak”

    Üniversiteyi ziyaretinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a iki minareli, nispeten daha küçük bir cami projesi sunduklarını aktaran Doğangün, “Kendisi dört minareli olmasını istedi. Bittiği zaman da muhteşem bir eser olacak. Bursa’ya değer katacak. Yeni camiler arasında ziyaret edilen bir mekan olacak.” diye konuştu.

    – İnşaatın yüzde 35’lik bölümü tamamlandı

    Üniversite Camii ve Müştemilatını Yaptırma ve Yaşatma Derneği Başkanı Mustafa Kütahyalıoğlu da BUÜ’nün kompleks bir camiye ihtiyacının olduğunu ve bu nedenle projenin hayata geçirildiğini söyledi.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fahri doktora töreni için BUÜ’yü ziyareti esnasında kendisine cami ihtiyacından bahsedildiğini aktaran Kütahyalıoğlu, “Cumhurbaşkanımız Bursa’ya ve üniversiteye yakışır, Osmanlı ve Selçuklu mimarisini yansıtacak bir eser yapılmasını istedi. Biz de dernek olarak bu inşaata başlamış olduk.” dedi.

    Hafriyat kısmında Büyükşehir Belediyesinin büyük katkılarının olduğunu anlatan Kütahyalıoğlu, inşaatın bölgedeki iş insanlarının desteğiyle devam ettiğini dile getirerek şöyle konuştu:

    “Genel bütçeden veya üniversite bütçesinden herhangi bir destek almadan cami inşaatımızı devam ettiriyoruz. İş adamlarımızın desteklerine ve yardımlarına ihtiyacımız var. Bu güzel eseri el birliğiyle Bursa’ya kazandırmaya gayret ediyoruz. İnşaatımıza başladığımız günden bugüne kadar 16 milyon liralık harcamamız oldu. Toplam 70 milyon liraya mal olacağını tahmin ediyoruz. İnşaatımızın yüzde 35’lik bölümünü tamamlamış vaziyetteyiz. Üç bölüm halinde inşaat devam ediyor. İki bölümlük kısmını tamamladık. Ön tarafta iki minarenin ayağının olduğu bölümü de kısa sürede tamamlamak istiyoruz. Tabii bu planımız iş insanlarımızın desteğiyle olacak.”

  • Facebook Geri Adım Attı! WhatsApp’da Reklam Gösterilmeyecek Ama…

    Geçtiğimiz yıllarda WhatsApp kurucu ortaklarının şirketten ayrılmasına neden olan Facebook’un WhatsApp’a reklam çıkma planı rafa kalktı. Facebook, WhatsApp’da reklam gösterme fikrini ortaya atan ekibi ise dağıttı.

    Uzun süredir uygulamalar ailesi üzerinden gelir elde etmeye odaklanan Facebook’un bu hamlesi şaşırtıcı oldu. Zira 2014 yılında 22 milyar dolara WhatsApp’ı satın alan Facebook, şirketin 1.5 milyarlık kullanıcı tabanına reklam çıkarak gelir elde etmeye odaklanmıştı. Facebook, reklamı Whatsapp’ta durum sekmesine yerleştirmeyi planlıyordu. Facebook Marketing Summit etkinliğinde WhatsApp reklamlarının nasıl görüneceği de paylaşılmıştı. Fakat şimdilik bu plan ertelendi. Ancak iptal edilmedi. Bu konuyu uzun vadeli plan olarak gören Facebook’un projeyi ne zaman gündeme alacağı ise açıklanmadı.

  • Zayıf Karnenin Bedeli Ağır Olmasın

    2019-2020 eğitim-öğretim yılında sömestr tatili başladı. Yaklaşık 18 milyon öğrencinin karne alarak başladığı sömestr döneminin iyi değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Uzman Klinik Psikolog Başak Mutlu, karnelerle ilgili ailelerinin yorumlarının çocukların hayatını fazlasıyla etkilediğini söyledi. Mutlu, “Günümüz ebeveynlerinin çoğu düşük not alan çocuklara cezalandırıcı, suçlayıcı yaklaşımların ilerleyen dönemde ders notlarına katkısını olmadığını, bu tip tutumların çocukların psikolojisini olumsuz yönde etkilediğini biliyor. Ancak çocuğa nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda ailelerin zaman zaman kafası karışabiliyor. Öncelikle başarı kavramının geniş bir tarifi olduğunu ve yalnızca ders başarısından oluşmadığını hatırlamak gerekir. Çocuğun ders dışı olumlu davranış ve kabiliyetleri, gelecekteki mutluluğu üzerinde ders başarısı kadar önemlidir. Dolayısıyla çocuktan yüksek notlar almaya odaklanıp hayatın diğer alanlarından kendisini çekmesini beklemek uygun bir bakış açısı olmayacaktır” dedi.

    “Güçlü yanlarına odaklanın”
    Her çocuğun başarılı olduğu bir alanın mutlaka olduğunu vurgulayan Uzman Klinik Psikolog Başak Mutlu, ailelere şu tavsiyelerde bulundu: “Ebeveynler, çocuklarının yatkın olduğu alanları iyi gözlemlemeli ve çocuklarının kabiliyetleri doğrultusunda hedefler seçmelerine yardımcı olmalıdır. Çocuklarının güçlü yanlarını görmezden gelirlerse çocuk da bu alanlardaki başarısının değersiz olduğuna inanacak ve potansiyelini ortaya koymakta zorlanacaktır. Çocuğun akranlarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilme, dayanışma ve ihtiyaç duyduğunda yardım isteyebilme gibi beceriler geliştirebilmesi, matematik becerisinden daha az değerli tutulmamalı. Ders notlarının telafisi mümkündür ancak çocuğun kendisini mutsuz ve yetersiz bir insan olarak değerlendirmesinin bedeli ağır olabilir.”

  • 16:8 Diyeti Zararlı Mıdır? Aralıklı Oruç Diyetinin Detayları ve Yapılmaması Gerekenler

    Tüm dünyada obezite ve ona bağlı hastalıklar artıyor. Milyonlarca kişi kilo vermek için çeşitli diyet reçetelerinin peşinde koşarken, her gün yeni beslenme modelleri de ortaya çıkıyor. Bunlardan biri de popülerliği artan ‘aralıklı oruç-intermitteng fasting’ tarzı beslenme. Genel olarak uzun süreli açlığa dayanan bu beslenme modelini aralarında ünlü doktor Mehmet Öz’ün de bulunduğu uzmanlar tavsiye ediyor. Araştırma sonuçları bu tarz bir beslenmenin başta kilo kaybı olmak üzere kiloya bağlı birçok hastalık üzerinde olumlu sonuçlar verdiğini gösteriyor. Ama bazı uzmanlar ise beslenmenin kişiye özel olduğunu ve aralıklı oruç tarzı beslenmeyi bir ömür boyu sürdürmenin zor olacağını dile getiriyor. Çok konuşulan aralıklı oruç nedir, nasıl uygulanır, faydaları, zararları, kimler uygulamalı, kimler uzak durmalı sorularının yanıtlarını sizler için araştırdık.

    Aralıklı oruç nedir?

    Aralıklı oruç, uzmanlar tarafından aslında bir diyet değil bir beslenme şekli olarak gösteriliyor. Bu noktada, yenilen besinler yerine bunların yenildiği zaman aralıkları önemli. Belli zaman aralıklarında vücudun aç bırakılmasıyla yaratılan kalori açığı kilo verilmesini sağlıyor. Kilo verilmesiyle birlikte de başta insülin direnci olmak üzere bir çok rahatsızlığın ortadan kalkmasına dolaylı olarak etkisi bulunuyor. Uygulamada ise temelde üç seçenek ön plana çıkıyor:

    16:8 diyeti

    Aralıklı oruç tarzı beslenmeyi seçenlerin en çok tercih ettikleri yöntemlerden biri 16:8 metodu. Bu metotta 16 saat aç kalınıp kalan 8 saatte yemek yenebiliyor. Zaman aralıkları ise kişinin kendi tercihlerine bırakılıyor. Uygulayıcıların büyük çoğunluğu ise 12.00-20.00 aralıklarında yemek yemeyi geri kalan saatlerde ise aç kalmayı seçiyor. Açlık saatlerinin bir kısmının uykuda geçirilmesi de avantaj sağlıyor. Kısaca özetlersek son yemek yediğiniz saatten 16 saat sonraya kadar hiçbir şekilde yemek yenilmiyor. Ama uzmanlar bu aralık içerisinde bol bol su içilmesini öneriyor. Şekersiz çay, sade kahve veya sade soda bu aralıkta tüketilebilecek içecekler. 16 saat bitiminde ilk öğününüzü yiyebilirsiniz. Yine tercih edilen yollardan biri açlık saatlerini uzatarak 20:4 metodu. Burada da 20 saat açlık, 4 saat tokluk süresi olarak geçiriliyor.

    16 saat aç kal 8 saat beslen

    5:2 diyeti

    Aralıklı oruçta sık tercih edilen yollardan biri de 5:2. Burada da haftanın beş günü normal beslenme yapılırken kalan iki günde sadece vücudun harcadığı kadar kalori alınarak oruç tutuluyor. Uzmanların bu konudaki tavsiyeleri oruç gününde kadınların 500, erkeklerin ise 600 kalori almaları yönünde. Diğer bir tavsiye de oruç günlerinin peş peşe gelmemesi. Yine aynı şekilde uzmanlar açlık döneminde vücudun susuz kalmaması için bol bol su tüketilmesini öneriyor.

    Tek öğün beslenme

    Bu modelde ise haftanın belirli günlerinde uzun açlıklar uygulanıyor. Haftada bir ya da iki gün boyunca hiç bir şey yenilmiyor. Sadece su, çay, sade kahve gibi kalorisiz içecekler tüketilebiliyor. 24 saatlik periyotların ise üst üste getirilmemesi tavsiye ediliyor.

    NASIL KİLO VERDİRİYOR?

    Aralıklı oruç modelinde, yemek yemeye sınırlı bir süre ayırmak vücuda kalori yakabilmek için yeterli zaman veriyor. Açlık süresi içerisinde vücutta depolanan yağlar yakıldığı için hızlı kilo verme sağlanabiliyor. Buna ek olarak 8 saat yiyip 16 saat aç kaldığımızda hücrelerimizdeki enerji kaynağı olan mitokondriyanın fonksiyonu uyarılıyor. Böylelikle yenilenme hormonları en üst düzeye çıkıyor ve düşük kalorili diyetlerin neden olduğu hücre içi hasar ortadan kalkıyor.

    SIK SORULAN SORULAR

    Aralıklı oruç tam olarak nasıl çalışır?
    Günün belirli bir saatinde yemek yemeyi bıraktığınızda özellikle açlık dönemi akşam saatlerine geliyorsa gece atışmalarının da önüne geçiyorsunuz.

    Yemek saatlerinde her şeyi yiyebilir miyiz?

    Uzmanlar bunun üzerinde özellikle duruyor. Çünkü yemek saatinde yine sağlıksız karbonhidratlarla ya da şekerli besinlerle beslenmek kilo vermeyi sağlamaz. Bunun yerine dengeli ve sağlıklı besinleri tüketmek gerekiyor.

    En etkili oruç zamanı penceresi nedir?

    Yağ yakımı tipik olarak yaklaşık 12 saatlik açlıktan sonra başlar ve 16 ila 24 saatlik açlıktan artar.

    Oruç döneminde tüketilmesi gereken bazı içecekler var mı?

    Vücudun susuz kalmaması için bol bol su tüketilmesi gerekiyor.

    Kilo kaybının yanı sıra, aralıklı oruç tutmanın başka faydaları var mı?

    Düşük vücut ağırlığına ek olarak, bu oruç kolesterolü düşürmeye, glikoz kontrolünü iyileştirmeye, karaciğer yağını azaltmaya ve kan basıncını iyileştirmeye yardımcı olabilir. Bu konuda yapılan araştırmaların sonuçlarına göre, kronik hastalıkların düzene girmesine de yardımcı oluyor.

  • Kar Yağarsa Hastalık Riski Azalır Mı?

    Bursa Acil Sağlık Sorumlu Müdürü Dr. Koray Akay, özellikle soğuk algınlığı vakalarındaki artışın bir sebebinin de kar yağışının olmamasından kaynaklandığını belirtiyor. Akay’a göre, ‘Karın yağması demek hava kirliliğinin ve enfeksiyon hastalıklarının nispeten azalması’ demek.

    Dr. Koray Akay’ın verdiği diğer detaylar şöyle:

    “Kar nedeniyle hava sıcaklığı eksi değerleri görür ve bu da havadaki mikropların ölmesini sağlar. Ancak ne yazık ki bu sene hala kar yağışı göremedik. Ve bu da çeşitli enfeksiyonlara neden olan mikropların ölmemesini sağladı. Kış aylarında havadaki nemin fazla olması, mikropların taşınmasını daha da kolaylaştırdı. Burun akıntısı, soğuk algınlığı, grip, boğaz ağrısı, öksürük şikayetiyle hastanelere giden hasta sayısı da doğal olarak arttı. Ailelerin sıkça düştüğü bir yanlış var, kar yağdığında dışarı çıkmayalım hasta oluruz. Aksine, temizlenmiş havayı solumak iyi gelecektir. Dışarı çıkmak kapalı, basık ve havasız ortamların üzerimizde yaşattığı dirençsizliği kıracak ve daha enerjik olmamızı sağlayacaktır. Eğer kapalı ortamlarda kalma zorundaysak soğuğa rağmen ortamı sık sık havalandırmalıyız. Bir de, yine bilinen bir yanlış var ki o da yağan karı yemek. Kirli havadan taşıdığı zararlı partikülleri özellikle çocuklarımıza ve evcil hayvanlarımıza yedirmemeliyiz. Bilimsel olarak yüzde yüz kanıtlanmasa da ‘kar yağdı mikroplar öldü’ düşüncesini baz alıp, içeride kalmaktan kurtulup dışarıda temiz havada aktivite yapmak bağışıklık sistemimize iyi gelecektir”