Blog

  • Prof. Dr. Karagülle: Minerallerden Arıtılmış Su Sağlığı Tehdit Ediyor

    Uluslararası Su ve Sağlık Kongresi bu yıl üçüncü kez düzenlendi. Sağlık Bakanlığı, Karadeniz Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, DSİ ve İLBANK iş birliğinde 12-15 Kasım tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirilen Uluslararası Su ve Sağlık Kongresi’ne Türkiye’den ve yurtdışından pek çok kurum, kuruluş ve sivil toplum kuruluşu katıldı. Su yönetiminin kamu ve özel sektörün katılımıyla çok paydaşlı bir yaklaşımla çalışılması gereken bir sorumluluk alanı olduğu tespiti yapılırken, tüketicilerin sağlıklı suya erişiminin ve doğru bilgilendirilmesinin öneminin bir kez daha altı çizildi. Kongrede ‘Güvenli Su Ne Demek?’ başlıklı sunum yapan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeki Karagülle, arıtılmış suyun insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini dünya çapında yapılan çalışmalarla ortaya koyarken, sağlıklı ve güvenli suyun sağlığa katkılarını anlattı.

    “Minerallerden Arındırılan Su Akü Suyuna Dönüşüyor”

    Prof. Dr. Zeki Karagülle, Türkiye’de evlerde, iş yerlerinde kullanılan suyun mikrobiyolojik ve kimyasal kirleticilerden arındırılmış şekilde zaten topluma sunulduğunu, temiz ve kusursuz bir su elde etme amacı ile kullanılan su arıtma cihazlarına gerek olmadığını, kullanılması halinde ise sağlık için yararlı olan tüm mineral ve bileşenleri sudan uzaklaştırdığını ve sonunda suyun ‘akü suyu’na dönüştüğüne dikkat çekti. Buna karşılık tüketime sunulan şişelenmiş doğal kaynak suları, geleneksel çeşme suları ve şehir şebeke sularının insan sağlığı için önemli mineralleri belli düzeylerde içerdiğini de önemle belirtti.

    “Arıtılmış Sular Sağlığı Tehdit Ediyor”

    Bilinenin ve söylenenin aksine, arıtma cihazlarının filtre ve membranları gerekli ve yeterli sıklıkla yenilenmezse, suyu daha fazla kirlettiğine ve sağlık açısından risk taşıdığına da dikkat çeken Karagülle,  arıtılmış suyun bir insanın yaşantısında içtiği ve yemeklerinde kullandığı tek su olduğu takdirde bir takım sağlık risklerinin de kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Karagülle sözlerine şöyle devam etti:

    “Vücudun birçok temel işlevi için gerekli olan kalsiyum, magnezyum, sodyum, klorür, bikarbonat, sülfat gibi önemli bileşen ve minerallerinin alınamamasının, orta ve uzun vadede sağlık problemleri yaratabildiğini gösteren çalışmalar var. Vücudun elektrolit, sıvı, mineral ve pH dengesinde oluşan bozulmalar ise fizyolojik süreçleri olumsuz etkiliyor. Bu konuda yapılan çalışmalar arıtışmış su tüketiminin, kalp, damar ve kemik sağlığı problemleri, hipertansiyon, okul çağındaki çocuklarda büyüme geriliği, diş çürükleri ve yetişkin nüfusta bazı kanser türlerine neden olabileceğini ortaya koyuyor. Ayrıca arıtışmış suyun pH değerlerinin de yüksek oranda düştüğünü unutmamak gerekir Bu noktada toplumun doğru bilgilendirilmesi, sağlıklı ve güvenli su kullanımı üzerine bilgi ve duyarlılığının artırılması gerekli.”

    Kongrede, Ankara Üniversitesi Gıda Güvenliği Enstitüsü Müdür Prof. Dr. Nevzat Artık ise gıda ve su konusundaki bilgi kirliliğinden bahsederken, Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği tarafından hazırlanan ve yıllardan beri çeşitli mecralarda yayınlanan Ambalajlı Su Raporunu da değerlendirdi.

    Su Konusunda Bilgi Kirliliği Var

    Kaynak suyu ve mineralli suların Avrupa mevzuatları ile uyumlu olduğunu, suda denetimin ise Sağlık Bakanlığı tarafından yürütüldüğünü belirten Prof. Dr. Nevzat Artık, gıda hakkında dolayısı ile su hakkında da uzmanlığı bulunmayan insanların, bilimsellik dışı yorumlara dayanarak öne sürdükleri fikirlerin etik olmadığını ve toplumu yanlış yönlendirdiğini söyledi.

    Artık, konuşmasında Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği tarafından hazırlanan “Ambalajlı Su Raporunu” da konuşmasında değerlendirdi. Raporda bilimsel olmayan değerlendirme ve veriler olduğunu vurgulayan Artık,  derneğin kanun gereği resmi denetleyici ve düzenleyici kuruluş olan Sağlık Bakanlığı’nı yok farz ederek, etik olmayan bir davranış sergilediğini belirtti. Artık, güncelleme yapıldığı iddiasıyla yıl içinde birkaç kez tekrar yayınlanan raporun tüketiciyi yanılttığını ve kaygılandırdığını da dile getirdi.

    Sular Sağlık Bakanlığı Tarafından Düzenli Olarak Denetliyor

    Prof. Dr. Nevzat Artık gıda ve kaynak suyu denetiminin Sağlık Bakanlığı tarafından görevlendirilen kontrol görevlileri tarafından yapılmak zorunda olduğunun ve şeffaf olması gerektiğinin bir kez daha altını çizdi. Artık ‘Su dolum tesisleri Sağlık Bakanlığı, Halk Sağlığı Müdürlükleri ve merkez teşkilatlarınca düzenli olarak denetlenmekte, alınan numunelerde hem mikrobiyolojik hem de kimyasal olmak üzere toplam 56 parametrenin analizi yapılmakta, uygunsuz dolum yapan firmalar özelinde gerekli aksiyonlar yerine getirilmekte ve ceza uygulanmaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından ilgili mevzuatlar uyarınca titizlik ve şeffaflıkla yürütülen bu denetimler sonucunda halk sağlığını olumsuz etkileyen bir su markasının satışına izin verilmesi mümkün değildir. Dolayısı ile Ambalajlı Su Raporu’nda yer alan değerlendirmeler bilim dışı ve iddialar tamamen asılsızdır” diyerek konuşmasını tamamladı.

  • Prof. Dr. Dağ: “Mamografi Çektirmek Kanser Riskini Artırmaz”

    Mamografi ışınlarının kanser yaptığı yönünde bir önyargı olduğunu ifade eden Dağ, “Uçakla Avrupa ya da Amerika yolculuğu kadar bir ışın alıyorsunuz ve koruyuculuğu yanında aslında hiçbir şey” dedi.
    Özel Mersin Ortadoğu Hastanesinde görevli Genel Cerrah Prof. Dr. Ahmet Dağ, ‘mamografi ışınları kanser yapar’ algısıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Dağ, mamografi çektirmenin kanser riskini artırmadığının altını çizdi. Mamografinin önemine değinen Dağ, “Mamografi konusu önemli. Kendi kendine muayene ile saptayabileceği bir kitle boyutu 1 santimetre ile 2 santimetre arası erken evrede. Bu yine birinci evrede saptanması sağlanabilir ama mamografi 0-05 santimetre yani hiç elinize gelmeyecek kitleyi bile öngörebilir ya da kitle olmadan orada sadece kötü görüntülü kireçlenmeyi gösterebilir. Bu çok ciddi bir artı ki, 40 yaş için başlanmasını öneriyoruz. Sağlık Bakanlığının da bununla ilgili çok ciddi çalışmaları var. Buna tarama mamografisi diyoruz” ifadelerini kullandı.
    Mamografinin ailede bir meme kanseri vakası yoksa 40 yaşında, ailede varsa 35 yaşında çekilebildiğini dile getiren Dağ, “Yoğun bir meme dokusu yoksa, yağlı bir meme dokusu varsa mamografi bir çok şeyi gösterebilir” diye konuştu.
    Mamografiye ek olarak ultrasonu da kullandıklarını kaydeden Prof. Dr. Dağ, ultrasonun çok sevdikleri bir tetkik olduğunu söyleyerek “Işın yok, hiçbir yan etkisi olmayan bir test. Sürekli tekrarlanabilirliği var. Ses dalgası sistemi olduğu için, ışın olmadığı için sorun yok” şeklinde konuştu.

    “Mamografide bir önyargı var”
    “Mamografide öyle bir önyargı var” diyen Dağ, şunları söyledi:
    “Ama 50 yaş üstünde yüzde 50’ye yakın, iki hastadan birini daha erken teşhis ve yaşamını kurtarma faydası gösterilmiş. O yüzden 40 yaşında başlanması öneriliyor. Tarama amaçlı, iki yılda bir öneriyoruz. 50 yaşa gelince yılda bir çekilmesinde fayda var. Korkulan ne? Tabi ki radyasyon korkusu. Burada tarifimiz şu; uçakla Avrupa’ya yolculuk, belki bir Amerika yolculuğu kadar bir ışın alıyorsunuz ve koruyuculuğu yanında aslında hiçbir şey. Yine de birden fazla önerilmez. Çok gerekmedikçe zaten çekilmesini önermiyoruz ama yeni nesil dijital mamografi seçeneği var. Bunda hastanın hem canı acımıyor hem de düşük dozda alarak ışın alma olasılığı düşüyor. Yıllardır kullanılıyor. Devlet hastanelerinde de var. Biz de tercihen onu kullanıyoruz.”

  • Bakan Varank: “En Az 500 Bin Yazılımcı Sayısına Ulaşmayı Hedefliyoruz”

    Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, “Türkiye’deki mobil uygulama pazarı için yapılan tahminler 1,5 milyar dolarlık bir hacme işaret ediyor. Mobil uygulamaları indirme ve kullanmada dünyanın 8’inci ülkesiyiz” dedi.

    Dijital pazarlama profesyonelleri, mobil uygulama dünyası ve teknoloji meraklılarını bir araya getiren mobil uygulama fuarı Mobilefest, kapılarını ziyaretçilerine açtı. 24 Kasım tarihine kadar devam edecek fuarın açılışına Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank katıldı. Bakan Varank, sektör ile ilgili rakamlar verirken, yapılan çalışmalara değindi. Bakan Varank, açılış öncesi fuar alanındaki stantları gezerek bilgiler aldı.

    “Mobil uygulamaları indirme ve kullanmada dünyanın 8’inci ülkesiyiz”
    Pazarın hızla büyüdüğüne dikkat çeken Bakan Mustafa Varank, ”2014 yılında dünyada mobil uygulamalardan elde edilen gelir 94 milyar dolardı. Beş senede piyasa beş kat büyüdü. Bu sene pazar hacmi 460 milyar dolara ulaştı. 2023’teyse 1 trilyon dolarlık büyüklüğü yakalaması beklenen bir sektörden bahsediyoruz. Peki Türkiye’de durum ne? Yapılan tahminler 1,5 milyar dolarlık bir hacme işaret ediyor. Mobil uygulamaları indirme ve kullanmada dünyanın 8’inci ülkesiyiz. 2016’da 40 milyon olan mobil internet kullanıcı sayısı, bu senenin ilk yarısında 61 milyona ulaştı. Türk milleti bu işlere çok meraklı. Fakat kullandığımız uygulamaların sadece yüzde 14’ü yerli. Bu durum; hem yurt içindeki firmalarımız hem de bağımsız geliştiricilerimiz için büyük fırsatlar sunuyor. Aslında Türkiye, heyecanlı ve sürprizlerle dolu bir yolculuğun daha çok başında diyebiliriz” şeklinde konuştu.

    “Herkes kodlama ve programlama öğrenebilir”
    Kodlamanın önemine değinen Bakan Varank, “Mobil uygulama marketlerinde 2008 yılında 500’den az uygulama varken, bugün 2 milyonun üzerinde farklı uygulama var. Biz istiyoruz ki ülkemizdeki herkes bu işlere daha çok kafa yorsun Türkiye’nin gittikçe büyüyen bu pazarda, vazgeçilmez bir aktör olmasının önünde hiçbir engel yok. Girişimcilerimiz, yazılımcılarımız, hatta bu işi amatörce yapanlar dahi dijital dünyanın eğilimlerini yönlendirebilir. Bu iş için ileri seviye bir eğitime, büyük diplomalara da ihtiyaç yok. Herkes kodlama ve programlama öğrenebilir” dedi.

    “En az 500 bin yazılımcı sayısına ulaşmayı hedefliyoruz”
    Sektöre verdikleri desteklere değinen Bakan Varank, “Hem girişimcilik desteklerimizle, hem de yazılım sektörüne yönelik programlarımızla sizlerin yanındayız. KOSGEB ve TÜBİTAK’ın sunduğu desteklere ek olarak, AR-GE merkezlerine ve teknoparklardaki firmalara bir takım ayrıcalıklar tanıyoruz. 2023 Sanayi ve Teknoloji Stratejimizde de yazılım konusunu önceliklendirdik. Bu alandaki yetenek havuzumuzu genişletip, en az 500 bin yazılımcı sayısına ulaşmayı hedefliyoruz. Yazılım geliştirmenin maliyeti, bu işin getirisiyle karşılaştırdığınızda neredeyse devede kulak kalıyor” diye konuştu.

    “Açık Kaynak Kod Platformunu kurduk”
    Bakan Varank sözlerine şöyle devam etti: “Kritik öneme sahip bu alanda kabiliyetlerimizi daha da geliştirmek için son dönemde vizyoner politikaları hayata geçirdik. Bunlardan birisi Açık Kaynak Kod Platformunun kurulması. Bu Platformla; yazılım maliyetlerini azaltmayı, yazılımcı sayımızı artırmayı ve açık kaynak alanında çalışan girişim sayısını artırmayı hedefliyoruz. İlk olarak kamunun mevcut ve yeni alımlarında, açık kaynak yazılımlara geçişi için yol haritası Cumhurbaşkanlığı Dijital Ofisi ile beraber belirleyeceğiz. Açık kaynak yazılım ekosisteminin, kamu ve özel sektör tarafından desteklenmesini sağlayacağız. Bu amaçla; hızla hayata geçirilebilir, yaygınlaştırılabilir ve yenilikçi bir yazılım eğitimi modelini de hazırlıyoruz. Yakında kamuoyuyla inşallah paylaşacağız.”

    “81 ilimizde 100 Deneyap Teknoloji Atölyesi kuracağız”
    Yazılımcı olmayı itibarlı bir kariyer haline getirmek istediklerini belirten Bakan Varank, “Bunun için bir seferberlik başlatacak ve genç yeteneklerimize yeni imkânlar sunacağız.Deneyap Teknoloji atölyeleri bu amaçla uygulamaya başladığımız öncü projelerimizden bir tanesi. Çocuklarımızı şimdiden geleceğe hazırlıyoruz. Bu atölyelerde ortaokul ve lise seviyesindeki üstün yetenekli öğrencilere, 3 yıllık kapsamlı teknoloji eğitimleri sunuyoruz. Elektronik programlamadan, robotik kodlamaya, siber güvenlikten yapay zekâya farklı teknoloji başlıklarında atölye eğitimleri ve proje çalışmalarıyla geleceğin teknoloji yıldızlarını yetiştiriyoruz. Bu sene 12 ilimizde eğitimleri başlattık. Önümüzdeki dönemde 12 ilimiz tekrar devreye girmiş olacak ve 81 ilimizde 100 Deneyap Teknoloji Atölyesi kuracağız. 5 yıllık süreçte yaklaşık 50 bin öğrencimiz bu nitelikli teknoloji eğitiminden yararlanacak” açıklamasında bulundu.

    Girişimciler ve yatırımcılar çağrı
    Girişimciler ve yatırımcılar çağrıda bulunan Bakan Varank, “Buradan hem girişimcilere hem de yatırımcılara bir çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin 2020 yılında, mobil uygulama yatırımlarına altın çağını yaşatalım. Ülkemizde birbirinden yetenekli yazılımcılarımız var.Onların yetenekleriyle, gözü kara yatırımcılarımızın birlikteliğinden muazzam işler ortaya çıkabilir” dedi.

  • Fotoğraflarını Paylaştığınız İçin Çocuğunuz Size Dava Açabilir

    Anne ve babalar sosyal medya platformlarında çocuklarının fotoğraflarını çok sık paylaşıyor. Ancak uzmanlar, anne ve babaların çocuklarının fotoğraflarını bu tür sayfalarda paylaşmasından yana değil. Hukuki açıdan çocuğun kişilik hakkı ihlali olarak görülen bu durum, çocuk istismarcıları tarafından da yakından takip edilebiliyor. İstanbul Kent Üniversitesi’nden akademisyen Avukat Murat Can Pehlivanoğlu, anne ve babalara sosyal medyada yapması ve yapmaması gerekenlere anlattı.

    ANNE VE BABALARIN DİKKATLİ OLMASI ŞART

    Sosyal medya hesapları ile kullanıcılar arasındaki ilişkinin bir sözleşmeyle korunduğunu belirten Murat Can Pehlivanoğlu, “Popüler bir fotoğraf paylaşım sitesinin kullanım koşulları sekmesine tıkladığınızda 13 yaşın altındaki çocuklara hesap açmadıklarını görüyorsunuz. Aynı kullanım koşulları “aile olarak siz hesap açarsanız biz bunu tam anlamıyla denetleyemiyoruz” diyor. Fakat çocuğunuzu rencide edecek çıplak fotoğraflar olursa ‘biz bunu kaldırırız’ gibi bir topluluk kuralı belirtiliyor. Bununla birlikte bugün anne ve babaların çocuklarına sosyal medya hesabı açtıklarını görüyoruz.  Çocuğun haklarını sosyal medya platformları değil ebeveynler korumak zorunda. Bu yüzden paylaşımlarında dikkatli olmaları gerekiyor” diye konuştu.

    “KİŞİLİK HAKLARI ZEDELENİYOR”

    Sosyal medya hesaplarında video, fotoğraf paylaşımı yapıldığını anlatan Pehlivanoğlu, “Çocuğun doğum tarihi, ismi gibi tüm kişisel bilgileri buralarda yer alabiliyor. Kişisel Verilerin Korunması yönünde bir mevzuatımız var. Bu kapsamda belki çocuk kişisel bilgileri açıklamak istemeyecek fakat sosyal medya platformunda bu bilgiler artık kamuya açık hale getiriliyor. Çocuğun ileride rahatsızlık duyacağı ihtimali göz ardı edilerek bunlar aile tarafından paylaşılıyor. Ailelerin öncelikle dikkatli olmaları gerekiyor. İkinci olarak çocuğun fotoğrafları belki onun ileride rahatsızlık duyacağı fotoğraflar olabilir. Çocuğun kişilik hakları zedelenmiş olur” ifadelerini kullandı.

    “ÇOCUĞUN KORUNMASI İÇİN YASAYA BAŞVURULABİLİR”

    Çocuğu koruma kanununa dikkat çeken Avukat Murat Can Pehlivanoğlu, “Kanun kapsamında değerlendirdiğimizde çocukların kendi gelişimlerinin sağlanacağı şekilde ebeveynlik yapmak gerekiyor. Çocuk sosyal medyaya konacak fotoğrafın paylaşılıp paylaşılmamasının ne anlama geldiğini düşünebilecek durumdaysa artık onu paylaşıp paylaşmama konusunda çocuğun düşüncesi alınmalı. Çocuk istemiyorsa o fotoğraf paylaşılmamalı. Bu noktada ebeveynler kendi velayet haklarını kötüye kullanırlarsa burada hukukun devreye girmesi gerekiyor. Çocuk koruma kanunun kapsamında çocuğun korunmasına yönelik destekleyici tedbirlerin alınması için yasal mercilere başvurma hakkı da gündeme gelebilir” dedi.

    ÇOCUK TACİZCİLERİNE DİKKAT

    Bu durumun çocuk tacizcilerine de zemin hazırladığını söyleyen Murat Can Pehlivanoğlu, “Bir çocuğun görüntüsünü paylaştığınızda çocuk tacizcileri o çocuğun varlığından haberdar oluyor. Bu gittiği okul olsun, çocuğun yaşadığı çevre olsun, çocuğun nerede bulunduğu yönünde onlara bilgi veriyor. Bu fotoğraflar çocuğun güvenliği konusunda da risk yaratabilir” uyarısında bulundu.

    AİLE ÇOCUĞUN HESABINI DENETLEMELİ

    Çocuğun sosyal medya hesabının aile tarafından denetlenmesi gerektiğini anlatan Pehlivanoğlu, “Çocuk, kendisi sosyal medya hesabı açıyorsa ailelerin paylaşımların onu nasıl etkileyeceğini anlatması gerekiyor. Özellikle internette paylaşılan fotoğraflar sosyal medya kullanıcılarıyla platform arasındaki hukuki ilişkiye dayalıdır. Çocukların paylaştıkları fotoğrafın yıllarca internette kalacağını bilmesi gerekiyor. Aile çocuğun paylaşımlarını, beğenilerini ve arkadaşlarını da denetlemeli” ifadelerini kullandı.

    İSTENMEYEN FOTOĞRAF KİŞİLİK HAKKI İHLALİDİR

    Kişinin istemediği fotoğrafların paylaşılmasının kişilik hakkı ihlali olduğunu belirten Pehlivanoğlu, “Bu nedenle zamanında aileniz size danışmadan fotoğraflarınızı paylaştıysa siz 18 yaşına girdiğiniz anda bu fotoğrafları yayınlayanlara karşı dava açma hakkınız var. Ailenin o fotoğrafları kullanarak elde ettikleri gelirleri de onlardan isteme hakkınız olacak. Aile bu karelerden menfaat sağladıysa o menfaate ortak olmak söz konusu olabilir” değerlendirmesinde bulundu.

    AİLELER NE DİYOR?

    Bazı anne ve babaları sosyal medyaya daha kontrollü yaklaşırken bazıları ise benim için bir sorun yok dedi. 11 yaşında bir oğlu olduğunu ve birlikte çekindikleri fotoğrafları sosyal medya hesabında paylaştığını anlatan Uğur Yüce, “Çocuğumun fotoğraflarını sosyal medya hesabımda paylaşıyorum. Bunun riskli olduğunun farkındayım biraz kendimizi kontrol etmeye çalışıyorum. Bu nedenle hesabımız sadece tanıdığımız kişilere, arkadaşlarımıza açık” dedi.

    Çocuğuyla ilgili paylaşım yapmadığını belirten Meltem Koçboğa ise, “Çocuğumun fotoğraflarını kesinlikle sosyal medyada paylaşmıyorum. Bunun sakıncalı olduğunu ve yabancı kişilerin fotoğrafları kötü amaçlarla kullanabileceğini düşünüyorum. Kendi fotoğraflarımı da paylaşmıyorum. Çocuğumu hiç paylaşmıyorum” diye konuştu.

    7,5 aylık bir bebeği olduğunu ve onun fotoğraflarını keyifle paylaştığını belirten anne Ezgi Ece Şen de, “Çocuğumun her halini insanların görmesini istiyorum. Bence bu güzel bir şey. Güvenlik açısından da bazı önlemler alıyorum. Hesabımı gizli tutuyorum ve sadece tanıdığım kişiler fotoğraflarımı görebiliyor” ifadelerini kullandı.

  • Uzman Veri Güvenliğini Tehdit Eden Yazılımlara Karşı Uyardı

    Alanya HEP Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Emre Güngör; yapay zeka ile çalışan bazı uygulamaların, kişisel veri güvenliğini ciddi bir şekilde tehdit ettiğine dikkat çekti. “Yapay zeka teknolojileri günümüzde her alanda kendini göstermektedir. Özellikle yapay sinir ağlarının daha pratik ve çok yönlü kullanılabilmesi sayesinde, ilgi duyan herkesin uygulama geliştirebildiği, Ar-Ge yapan şirketlerin kendi ihtiyaçlarına göre çözüm üretebildiği bir dönemi yaşıyoruz” diyen Güngör, güvenilir olmayan yerlerden yüklenen uygulamaların veri güvenliğini tehdit ettiğine dikkat çekti. Özellikle otonom araçlar, insansız hava araçları, görüntü işleme ve tıp alanlarında bu gelişmelerin yapay zeka teknolojileri sayesinde daha da hızlandığını söyleyen Güngör, “Yapay zeka sadece bahsettiğimiz alanlarla da sınırlı kalmıyor. Araçların yaya veya engelleri algılayarak daha güvenli bir şekilde yol alabilmesi, tıp sektöründe bazı hastalıklarda yüksek doğruluk sağlayan teşhis yöntemleri gibi pek çok hizmetin gelişmesine olanak tanıyor. Şu anda internette gezinirken veya bir video içeriği izlerken, bizlere sunulan diğer içerikler, aslında bu verilerin işlenmesinin bir sonucudur. Bu sayede izlediğimiz video içeriğine benzer ya da ilgili başka içeriklere de erişmiş oluyoruz. Reklamlar da benzer şekilde genellikle insanların istek ve ihtiyaçlarına, erişilen web sitelerinin içeriğine göre şekillenmektedir. Bu nedenle çığır açan teknolojileri kimin ne için kullandığı önemli bir etken. Bu teknoloji şirketlerinin desteklenmesi kadar denetlenmesi de önemli” diye konuştu.

    “Geleceği yine insanlar belirleyecek”
    Gelecekte makinelerin insanoğluna karşı mücadele edeceği yönündeki endişelerin yersiz olduğuna vurgu yapan Güngör, “Bir yapay zeka teknolojisi geliştirilirken özellikle yapay sinir ağları teknolojisinde, kendi kendine öğrenen sistemlere siz ne veri verirseniz sistem o şekilde şekillenmektedir. Günümüzde insan sağlığı, huzur ve üretkenliği artıran teknolojilerle birlikte aynı teknoloji askeri, ekonomik ve sosyal alanlarda da kullanılmaktadır. Kullanım alanı çok geniş olan bu teknolojinin en önemli noktası ise bu değerli aracı ne amaçla kullandığımız, yani insanların yapay zeka teknolojileriyle olan geleceğini yine biz kendi attığımız adımlarla belirliyoruz. Bugün şarjı bittiğinde kendini prize takan akıllı süpürgemizin yarın ne yapacağına yine bizler belirleyeceğiz” dedi.

    “Korsan yazılım indirmeyin”
    Güngör, bilgisayar ve akıllı telefonlara yüklenen uygulamalar ile ilgili de uyarılarda bulundu. Özellikle ücretli satılan uygulamaların ücretsiz dağıtıldığı internet sitelerinde virüs ve böcek yazılımların kol gezdiğini aktaran Güngör, “Pek çok kişi, ücretli satılan uygulamaları korsan indirmeyi tercih ediyor. Bu durum birçok güvenlik tehdidini de beraberinde getiriyor. Kişiler korsan yazılım indiriyor ama indirdikleri o uygulamaya hangi müdahalenin yapıldığını bilmiyor. Dolayısıyla ücretsiz kullandığınızı düşündüğünüz korsan bir yazılım sizi çok ciddi maddi kayıplara sürükleyebilir. Kredi kartı ve özel bilgileriniz, korsan yazılım dağıtıcılarının eline geçebilir. Benzeri durum cep telefonlarındaki aplikasyonlarla ilgili de geçerli. Güvenilir olmayan internet sitelerinden ya da uygulama mağazalarından indirdiğiniz korsan bir yazılım, kişilerin veri güvenliğini ciddi ölçüde tehdit eder. Kişisel bilgileriniz, veri hırsızlarının eline geçebilir. Korsan bir yazılım kullanmak yerine, alternatif açık kaynaklı uygulamalar kullanılmalıdır” ifadelerini kullandı.

  • Kişisel Verilere Erişen Yazılımlar Savcılığa Bildirilecek

    Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yer alan kurul kararında, ihbarlar sonucunda; hukuk büroları ile finans, gayrimenkul danışmanlık ve sigorta sektörlerinde faaliyet gösteren bazı kişi ve kuruluşların muhtelif yollarla elde edilen veriler üzerinden vatandaşların kimlik ve iletişim bilgileri gibi kişisel verilerinin sorgulanmasına imkan tanıyan yazılım, program ve uygulamaları kullandığının tespit edildiği belirtildi.

    Kurul, bu mahiyetteki yazılım, program ve uygulamaları kullandığı tespit edilenler hakkında Türk Ceza Kanunu kapsamında gerekli adli işlemlerin tesisi için konunun ilgili başsavcılıkları bildirileceğini açıkladı.

    Kurul kararına göre, bu kişiler hakkında, Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun görev alanına giren yönüyle de Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 18’inci maddesi hükmü çerçevesinde idari işlem yapılacak.

  • Kamudaki Veriler Vatandaşa Açık Hale Getirilecek

    Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofis Başkanı Dr. Ali Taha Koç, “Dijital Dönüşüm Ofisi olarak topladığımız bütün kamudaki dataları veri.gov.tr adında halkımıza açacağız. Artık bu verilerin herkes tarafından toplanması ve herkesin yapay zeka uygulamalarını geliştirmesini istiyoruz.” dedi.

    Koç, İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen 19. Bilişim Zirvesi’nde, veri, yapay zeka ve milli verinin önemine ilişkin bir sunum yaptı.

    Dünyada veriyi toplama, işleme, koruma ve paylaşma konusunun önemli bir gündem maddesi haline geldiğini ifade eden Koç, “Dünyada her yıl toplanan veri 41 zetabyte data üretiliyor, yani 41 trilyon gigabyte büyüklüğünde. Türkiye’de yılda üretilen data 500 exabyte, yani 500 milyar gigabyte büyüklüğünde. Peki bunların veriden değere dönüşmesi için ne yapmalıyız? Milli ve yerli bir bakış açısıyla yaklaşarak ilerlemeliyiz. Nasıl ki ülkemizin her karış toprağı canımız pahasına değerliyse aynı şekilde her byte verimize de aynı şekilde önem vermeli ve özen göstermeliyiz.” diye konuştu.

    “TOPLUMSAL YAŞAMA ÖNEM VEREN BİR YAPAY ZEKA HAYAL EDİYORUZ”

    Ali Taha Koç, Türkiye’de veriyi korumak ve katma değer kazandırmak için önemli çalışmalar yürütüldüğünü aktararak, şunları kaydetti:

    “Verimizi korumak ve işlemek için Kamu Ulusal Veri Sözlüğü’nü oluşturuyoruz. Artık kamu kurumları birbirleriyle konuşurken aynı dili konuşsun istiyoruz. Veriyi standart bir sözlükle üretsin istiyoruz. Burada şöyle bir şey olacak; verinin sahibi belli olacak ve aynı zamanda mükerrerlik arz eden veriyi de yok etmiş olacağız. Çıktılarını nerede kullanacağız? Nasıl hiçbir canlı susuz yaşayamazsa yapay zeka da verisiz yaşayamaz. Ulusal Veri Sözlüğü’nün çıktıları yapay zeka algoritmalarımızın can suyu olacaktır.

    Dijital Dönüşüm Ofisi olarak Ulusal Yapay Zeka Stratejimizi yazmaya başladık. Bu sene sonunda inşallah bitireceğiz. İnsan odaklı bir yapay zeka süreci amaçlıyoruz. Etik, hukuk ve toplumsal yaşama önem veren bir yapay zeka hayal ediyoruz.”

    “KAMUDA PEK ÇOK ALANDA GÖZLE GÖRÜLÜR ÇALIŞMALAR YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ”

    Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofis Başkanı Koç, yapay zeka üzerine önemli çalışmalar yaptıklarını ifade ederek, yapay zeka teknolojisinin bir çocuk gibi sürekli eğitime ihtiyaç duyduğunu söyledi.

    Türkiye’de vatandaşların veriye kolayca ulaşabilmek için önemli bir hazırlık içinde olduğunu vurgulayan Koç, şöyle konuştu:

    “Dijital Dönüşüm Ofisi olarak topladığımız bütün kamudaki dataları veri.gov.tr adında halkımıza açacağız. Artık bu verilerin herkes tarafından toplanması ve herkesin yapay zeka uygulamalarını geliştirmesini istiyoruz. Bizim amacımız, verinin sadece toplanması değil, doğru etiketlenmesi… Bu konuda mottomuz çok açık; veriniz kömür olsa bile doğru etiketlendiği zaman elmasa dönüşebilir. Gazi Üniversitesi’yle bir çalışma yaptık. 34 bin tane MR datası alarak bunları işledik. Kural tabanlı değil de deep learning (derin öğrenme) temelli teknolojiyi kullandık. 34 bin MR verisini etiketledik. Yapay zeka uygulamamız sağlıklı MR verisi üretmeyi başardı. Biz bunu nasıl kullandık? Aradaki farka baktık. Arada çok büyük fark yoksa burada ‘tümör vardır’ veya ‘yoktur’ dedik. Tarımda, kamuda pek çok alanda gözle görülür, bu işin nasıl olacağını anlatan çalışmalar yapmaya devam edeceğiz.”

    “BUGÜN SAVAŞLAR TEK TIKLA EN ÇOK KULLANDIĞIMIZ CİHAZLAR ÜZERİNDEN DEVAM EDİYOR”

    Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan da karar vericilerin yapay zeka konusunda strateji belirlerken, bulut teknolojileri, artırılmış gerçeklik ve robot teknolojileri gibi tüm pencerelerde incelemeler yapması gerektiğini söyledi.

    Günümüzde veriyi tutmanın ancak veriyi işlemekle anlam kazandığını ifade eden Sayan, devreye aldıkları Büyük Veri Laboratuvarı’nın büyük veri ve yapay zeka alanında çalıştığını söyledi.

    Sayan, “Önümüzdeki yıllarda yapay zekanın yer aldığı küresel pazarda ülkemizin söz sahibi olabilmesi için çalışmalarımıza devam edeceğiz. Siber güvenliği önemsemeliyiz. Bildiğiniz gibi artık tanklarla tüfeklerle savaş miktarı azaldı. Bugün savaşlar tek tıkla en çok kullandığımız cihazlar üzerinden devam ediyor. Burada ‘ben tehlikenin menzilinde değilim’ gibi bir rahatlığa ermek mümkün değil. Bu saldırıların menzili ve kapsamını önceden tespit etmek çok zor.” ifadelerini kullandı.

    “TÜRKİYE PAZARININ 2022’DE 477 MİLYON DOLARA ULAŞMASI BEKLENİYOR”

    Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu Üyesi Hakan Yurdakul ise yapılan araştırmalara göre, büyük veri pazarının 2024’te 83 milyar dolara ulaşacağını, bu büyümenin küresel gayri safi milli hasıladan daha hızlı omasının beklendiğini kaydetti.

    Büyük verinin en fazla yazılım segmentinin büyüyeceğini, yazılımın 2024’e kadar yüzde 324 büyüyeceğini aktaran Yurdakul, büyük verinin önümüzdeki 2-3 yılda Türkiye’de de trendleri belirleyeceğini, büyük veriyle ilgili ilk 3 sektörün telekomünikasyon, bankacılık ve kamu olacağını vurguladı.

    Yurdakul, “Büyük veri konusunda Türkiye pazarının 2022’de 477 milyon dolara ulaşması bekleniyormuş. Peki biz buradan nasıl bir fayda sağlayacağız, nasıl para kazanacağız? Tabii, veri daha nesnel bir şey. Veriyi veri olsun diye tutmuyoruz, ondan bilgi elde ediyoruz ve bilgi çok değerlidir. Bu noktada düşünme biçimimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.” diye konuştu.

    Verilerini sağlıklı bir şekilde katma değere dönüştüren ekonomilerin sürdürülebilir kalkınma sağladığını vurgulayan Yurdakul, tüm paydaşların bilgiyi ele alış biçimini yeniden gözden geçirmesinde fayda bulunduğunu söyledi.

    Etkinlikte, bilgi yayıcı Serdar Kuzuloğlu da büyük veri ve insan davranışları üzerine konuşma yaptı.

  • Öksürüğünüz Varsa ve Nefesiniz Daralıyorsa Dikkat

    20 Kasım Dünya KOAH Günü ile ilgili bir açıklama yapan Nergiz, “Hedefimiz KOAH’ın her yıl daha fazla kişi tarafından bilinmesi ve risk faktörü taşıyan kişilerin sağlık kuruluşlarına başvurmalarını sağlayarak yaşamlarını daha kaliteli sürdürmelerini sağlanmasıdır” diye konuştu.

    KOAH Nedir
    Nergiz şu bilgileri verdi: “KOAH [Kronik (Müzmin) Obstrüktif (Tıkayıcı) Akciğer Hastalığı] nefes yollarında mikroplarla oluşmayan bir iltihaplanmaya bağlı oluşan ilerleyici bir akciğer hastalığıdır.
    Bu hastalık ne sıklıkta görülür. KOAH, tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunu olmasına karşın, kamuoyu tarafından yeterince bilinmeyen bir hastalıktır. KOAH’ın görülme sıklığı 40 yaş üstü yetişkinlerde yüzde 15-20’dir. Bir diğer deyişle toplumumuzda 40 yaş üstü her 5 kişiden birinde KOAH vardır. Oysa 10 KOAH hastasının sadece biri doktora başvurmuş ve doğru tanı alabilmiştir. Bu durumda, ülkemizde bulunan 3-5 milyona yakın KOAH’lı hastanın sadece 300-500 bini kendisinde hastalık olduğunu bilmektedir. Küresel Hastalık Yükü Çalışması verilerine göre, KOAH yılda 2,9 milyon ölüme neden olmaktadır. Günümüzde tüm dünyada 3. ölüm nedeni haline gelen KOAH, tüm ölümlerin de yüzde 5,5’inden sorumludur. Türkiye’de solunum sistemi hastalıkları en sık görülen 3. ölüm nedenidir ve bu ölümlerin yüzde 61,5’i KOAH nedeniyledir. Toplumun KOAH konusunda yeterli bilgiye sahip olmaması, hastalığın erken tanısını ve etkin tedavisini güçleştirmektedir. KOAH gelişimi için tüm dünyada en yaygın görülen risk faktörü tütün kullanımıdır. Sigara içenler, içmeyenlere göre, daha fazla solunumsal şikayetlere, daha fazla solunum fonksiyon kaybına ve daha yüksek KOAH ölüm oranlarına sahiptirler. Diğer tip tütün kullanımı (pipo, puro, nargile vb.) ve çevresel tütün dumanı da KOAH gelişimine neden olur. KOAH gelişiminde genetik risk faktörlerinin rolü henüz çok iyi aydınlatılamamıştır. Bununla birlikte yapılan araştırmalarda gebelik ve çocukluk dönemindeki akciğer kapasitesi gelişimi üzerine özellikle yoksulluğun olumsuz etkisinin yetişkin dönemde KOAH gelişimine yol açan önemli bir faktör olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle toplum genelindeki eşitsizliğin azaltılması o toplumda yaşayan kişilerde KOAH gelişimini önleyen bir politikadır. Öte yandan özellikle biyomas yani odun, tezek, kök benzeri yakıtların yanmasına bağlı olarak gelişen iç ortam hava kirliliği ve tozlu-dumanlı iş yerlerinde çalışmanın en önemli çevresel risk faktörleri olduğu bilinmektedir. Benzer biçimde dış ortam hava kirliliğinin de KOAH gelişiminde ve KOAH hastalığının alevlenmesinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. Araştırmalar hava kirliliğinin arttığı dönemlerde KOAH’a bağlı ölümlerin de arttığına işaret etmektedir. Son olarak her geçen gün önemi giderek vurgulanmaya başlayan fiziksel aktivitede azalma ve hareketsizlik de artık bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir.”

    KOAH’lı Bir Hastanın Şikayetleri
    Dr. Öner Nergiz, KOAH’ta en sık görülen yakınmaların nefes darlığı, öksürük ve balgam çıkarma olduğu bilgisini verdi. Nergiz, şöyle devam etti: “Sigara içen kişiler öksürük ve balgamı kanıksarlar ve bu nedenle doktora başvurmazlar. Nefes darlığı nedeniyle fizik aktivitede azalma ortaya çıkar. Eforda nefes darlığı çeken kişi, yol yürümek istemez, günlük işlerini azaltır, markete gitmeye çekinir ve zamanla evden çıkmamayı tercih eder hale gelir. Bu şekilde giderek artan fiziksel aktivite azalması, hastanın yaşam kalitesini bozarak hastalığın ilerlemesine neden olur, sakatlık ve ölüme yol açar. Yirmi yıl boyunca izlenen KOAH’lı olgularda haftada iki saat ve daha fazla yürüyüş yapan hastalarda hem KOAH nedeniyle hastaneye başvurularda hem de bu hastalık nedeniyle ortaya çıkan ölüm oranlarında %30-40 azalma saptanmıştır. Bu nedenle hem bu hastalığın önlenmesi hem de ilerlemesinin engellenmesinde ‘fiziksel aktivitenin arttırılması gerekmektedir. KOAH’ın tanısı, basit ve ağrısız bir test olan “nefes ölçüm testi” ile kolayca konabilmektedir. KOAH’ın erken tanısı, hastalığa bağlı sakatlık ve ölüm oranlarını azaltacaktır. Bu nedenle, 40 yaş üstü, sigara içmiş ya da içmekte olan ve/veya meslek icabı ya da çevresel ortam gereği tozlu ortamlarda bulunan kişilerde müzmin seyirli öksürük, balgam ve nefes darlığı yakınmalarından en az birinin bulunması halinde kişinin bir göğüs hastalıkları hekimi tarafından görülüp ”nefes ölçüm testini” yaptırması gerekir.”

    KOAH’ın Tedavisi
    İl Sağlık Müdürü Dr. Öner Nergiz KOAH’ın tedavisi hakkında şunları söyledi:
    “KOAH ilerleyici bir hastalık olmasına karşı önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. KOAH’lı bir hastanın yapması gereken ilk iş sigarayı bırakmak amacıyla hekime başvurmasıdır. Sigara bağımlılığı tedavi edilebilen bir hastalıktır. Bunun dışında, diğer zararlı toz ve dumandan uzak durulması, grip ve zatürre aşılarının yapılması ve nefes yoluyla alınan ilaç tedavisinin yanı sıra fiziksel aktivitenin önerilmesi ve uygulanmasının sağlanması; hem hastalık gelişimi, hem hastalığın ilerlemesi ve kötü sonuçlarının önlenmesinde önemli bir adımdır. Yeterli bir fiziksel aktivite için ağır egzersizlere gerek yoktur, haftanın çoğu günleri yapılan orta yoğunluktaki fiziksel aktivite yeterlidir. Herkesin yapabileceği bir aktivite olan yürüyüş, düzenli fiziksel aktivitenin sağladığı hemen tüm yararları sağlayabilmektedir.”

  • Huawei FreeBuds 3’ün Türkiye Fiyatı Belli Oldu

    Yunuslardan ilham alınarak geliştirilen ‘Dolphin Bionic Akustik Tasarımı’ ve doğal açık oturuşu ile Huawei FreeBuds 3 kablosuz kulaklık, dinleyicilerin isterlerse saatlerce kulaklarında rahat bir şekilde kullanmalarını sağlayan konforlu ve sağlam bir kullanım sunuyor. Şık tasarımlı HUAWEI FreeBuds 3, parlak siyah ve parlak beyaz kaplamalarla tamamlanan minimal ancak modern bir tasarım sunuyor.

    Huawei FreeBuds 3 Türkiye fiyatı belli oldu

    Dünyanın ilk çift modlu BT / BLE sertifikalı Bluetooth 5.1 teknolojisi, HUAWEI eşzamanlı çift kanal iletim teknolojisi ve kendi sınıfının lideri 356 MHz ses işlemcisi ile donatılmış olan HUAWEI FreeBuds 3, güvenilir ve hızlı Bluetooth bağlantısının yanı sıra, doğru ses ve video senkronizasyonu sunuyor. Oyunlar daha eğlenceli ve videolar daha sürükleyici hâle geliyor. Hassas ve gerçek zamanlı 3A çağrı gürültü azaltma algoritması, ve aerodinamik mikrofon kanalı, HUAWEI FreeBuds 3’ün karşı tarafın daha net duymasını sağlamak için çevre gürültüsünü etkin bir şekilde azaltmasını sağlıyor.

    HUAWEI FreeBuds 3’teki yüksek hassasiyetli 14mm dinamik sürücü, her kulaklığın gövdesine zekice yerleştirilen karmaşık bir bas tüpü ile birlikte, her notanın orijinal parlaklığına getirilmesine izin verecek şekilde dikkatlice ayarlandı.

    FreeBuds 3 kutusu, kablosuz şarj özelliğine sahip olduğu için hem kablosuz şarj cihazları ile hem de ters kablosuz şarjı destekleyen akıllı telefonlar ile şarj edilebiliyor. Kirin A1 çipinin yüksek verimli güç tüketimini kullanan HUAWEI FreeBuds 3, tek bir şarjla dört saatlik, şarj kutusunun yanında kullanıldığında toplam 20 saatlik çalma süresi sağlayabiliyor. USB Type-C girişi üzerinden 1 saatin altında bir sürede tamamen şarj edilebiliyor.

    HUAWEI Kirin A1 çipi

    Kirin A1 çipi, giyilebilir teknolojiler pazarı için özel tasarlanmış ilk çiptir. Kirin A1, 4,3 mm x 4,4 mm boyutlarındaki küçük kaplama alanı sayesinde karmaşık işlemleri verimli ve güçlü bir şekilde yapabilir.

    Dünyanın ilk BT 5.1 ve BLE 5.1 destekli giyilebilir yongası olan Kirin A1, FreeBuds 3’ün bağlantı kolaylığı için eşsiz olmasını sağlar.

    Huawei’nin kendi geliştirdiği çift kanallı senkronize iletim modu kullanan kulaklığın gecikme süresi 190ms ultra düşük seviyede kalıyor ve FreeBuds 3’ü, sürükleyici bir oyun deneyimi için anında akustik geri bildirim isteyen oyuncular için mükemmel bir kablosuz kulaklık haline getiriyor.

    Huawei FreeBuds 3 Türkiye fiyatı

    FreeBuds 3, siyah ve beyaz renk seçenekleri, 1099TL tavsiye edilen son kullanıcı satış fiyatı ile Türkiye’deki tüketicilerin beğenisine sunuluyor.

  • Dünyaca Ünlü Drone Firmasının Açığını Buldu

    Beş yıldır drone AR-GE alanında çalışan Abdullah Öztürk dünyaca ünlü drone üretimi yapan firmanın güvenlik açığını buldu. Firma, Güvenlik Müdahale Merkezi (DSRC), web sitesinde, çevrimiçi mağazada, ürün yazılımını veya mobil uygulamaları içeren potansiyel güvenlik sorunlarını rapor eden güvenlik araştırmacılarını ödüllendiriyor. Nitelikli hatalar için ödüller 100 ABD Doları ile 30 bin ABD Doları arasında değişiklik gösteriyor. Güvenlik tehdidin potansiyel etkisine ilişkin risk değerlendirmesini firma kendi belirtiyor. Firmanın güvenlik açığını bulanların ismi firmanın sitesinde yayınlanıyor. Sitede ismini yazdıran ilk Türk ise Abdullah Öztürk oldu. Verilen ödül ve yapılan anlaşma gereği Öztürk bulduğu güvenlik açığını açıklayamayacağını ifade etti.

    “Dünya üzerinde ilk Türk olarak ismimizi siteye yazdırdık”
    DroneTürk AR-GE biriminde çalışan Abdullah Öztürk, “Alanım droneların daha stabil uçmasını sağlamak ve onların özel projeler ile geliştirmek. DJI firması dünyanın en büyük drone üreticilerinden birisi olarak kabul ediliyor. Djı firmasının güvenlik açığını yakaladık. Firma tarafından bununla ilgili bana maddi ve manevi ödüller verildi. Bulduğum güvenlik açığı ile ilgili detay veremem. Çünkü firma ile aramızda sözleşme imzaladık. Dünya üzerinde ilk Türk olarak Djı firmasının sitesine ismimizi yazdırmış olmanın gururu var tabi. Cihazlar ilk olarak hobi amacı ile üretilmeye başlandı. Daha sonra fotoğraf ve video çekimi üzerine üretilmeye başlandı. Firmanın mesela zirai alanda ürettiği bir cihazın eksikliklerini raporluyoruz. Firmada bir sonraki model üretiminde bunları göz önünde bulundurarak yeni cihaz üretiyorlar” şeklinde konuştu.