Blog

  • IKEA Bursa Çalışanlarına Çocuk ve Ergen Psikolojisi Semineri

    Çocuklarıyla iyi iletişim kurmayan ve zamanı birlikte yönetmeyen ebeveynler, ergenlik döneminde ciddi sıkıntılarla karşılaşabiliyor. Psikolog Esma Kınalı, iyi zaman yönetimi tavsiyesinde bulundu.
    VM Medical Park Bursa Hastanesi Klinik Psikologu Esma Kınalı, IKEA Bursa çalışanlarına çocuk ve ergen psikolojisi konusunda seminer verdi. Anne-babaların merak ettikleri soruları yanıtlayan Esma Kınalı, “Çocuklar özerklik, gelişim, öğrenme ve kabul görmeye ihtiyaç duyar. Özerklik, karar verme ve sorun çözme gibi birçok beceriyi içerir. İyi bir iletişimle ve duygularını anlayarak özerklik kazandırabilirsiniz. İnsanın motivasyonunu başarıdan değil, gelişimden sağladığını da bilmeliyiz. Çocuğun yaptığı bir şeyle ilgili önce geri bildirim sonra övgüyü seçin. Çocuğunuz böylece hem öğrenir hem de kabul görür. Çocuğumuz bizi duymuyorsa sorunun onun kulaklarında değil, bizim ağzımızdan çıkanlarda olduğunu anlamalıyız” dedi.
    Psikolog Kınalı, ergenlik konusunda ebeveynlerin dikkat etmesi gerekenleri de şöyle özetledi:
    “Ergenlikte beyin, arkadan öne doğru gelişmeye başlar. Ön kısım daha geç gelişir. Bu kısım; düşünme, planlama, sonuçları öngörme ve dürtü kontrolü gibi görevleri üstlenir. Bu bağlamda ergenlik döneminde risk alma, dürtü kontrolünde zorlanma, ani patlamalar, yaptığı şeyleri öngörememe gibi sorunlar yaşar. Bu dönemde ebeveynler, zamanı organize erme becerisini kazandırırken zor seçimlerde beraber düşünebilmelidir. Anne ve babalar bu davranışları olumsuz şekilde yorumlamamalı, anlamaya çalışmalıdır. Ergenler spor, sanat ve kitap okumaya yoğunlaştırılmalıdır. Belirgin bir dikkat eksikliği varsa, uzun süredir içine kapanık bir tavır sergiliyorsa, iletişim kurmakta zorlanıyorsanız bir uzmandan yardım alabilirsiniz.”

  • Karaciğer Nakli Hayat Kurtardı

    Mahmut Başhan (60) 1995 yılından bu yana karaciğer rahatsızlığı nedeniyle tedavi görüyordu. Son 5 yıldır ise karaciğerinde tümör olduğu görüldü. Tedavisi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Organ Nakil Kliniğince devam eden Başhan’ın karaciğer nakli olmasına karar verildi.
    Bekleyişin ardından olumlu haber Hatay’dan geldi. Beyin ölümü gerçekleşen 19 yaşındaki gencin organları bağışlandı. Karaciğer ise sırada bekleyen Mahmut Başhan’a nakledildi. Başhan’ın operasyonu ve tedavisi Doç. Dr. Tolga Akçam, Doç. Dr. Abdullah Ülkü ve Doktor Öğretim Üyesi Gökhan Sarıtaş tarafından gerçekleştirildi.

    Tedavi süreciyle ilgili bilgi veren Doç. Dr. Tolga Akçam, Mahmut Başhan’ın 1995 yılından bu yana karaciğer rahatsızlığının olduğunu ve tedavi sürecinin sürdüğünü belirtti. Akçam, son 5 yıldır ise hastanın karaciğerinde tümör görüldüğünü ve hastanın hızla nakile doğru gittiğini dile getirerek, 19 yaşında beyin ölümü gerçekleşen ve organları bağışlanan bir gencin karaciğerinin Mahmut Başhan’a takıldığını hastanın şuan taburcu aşamasına geldiğini ifade etti. Organ Bağışı Haftasında bu operasyonu gerçekleştirmenin de ayrıca önemi olduğunu vurgulayan Akçam, organ bağışı konusunda daha fazla duyarlı olunması konusunda çağrıda bulundu.

    Bağışlanan karaciğer ile sağlığına kavuşan Mahmut Başhan mutluluğunu eşi ve doktorlarıyla paylaştı. Duygularını dile getiren Başhan, “Doktorlarım karaciğer nakli olmam gerektiğini söylediklerinde pek ümidim yoktu. Ancak bağış olup da sıradaki hastanın ben olduğumu öğrendiğimde yaşama dair yeniden içimde umut oldu. Şimdi nakil oldum ve taburcu aşamasındayım çok teşekkür ediyorum herkesi organ bağışı konusunda duyarlı olmaya davet ediyorum” dedi.

  • Nomofobi Nedir?

    Anadolu Üniversitesi (AÜ) Sosyal Medya ve Dijital Güvenlik Eğitim, Uygulama ve Araştırma Merkezi (SODİGEM) Müdürü Doç. Dr. Levent Eraslan, “Türkiye’de mobil telefon kullanıcı sayısı 59 milyona ulaştı. Bunların yüzde 77’si, yani 45 milyonu akıllı telefon kullanıyor. Sosyal ağlara da buradan bağlanıyoruz. Bu bağlamda telefonsuzluk hastalığı adı verilen bir kavram var ki literatüre de girdi, o da nomofobi.” dedi.

    Eraslan, yaptığı açıklamada, 3 gün önce Bursa’da, Uludağ eteklerinde yaklaşık 20 metrelik uçuruma yuvarlanan bir kadının, kendisini kurtarmaya gelen ekiplere, düşürdüğü cep telefonunu aratmasının nomofobi hastalığının bir göstergesi olduğunu söyledi.

    “Telefonsuzluk” hastalığının özellikle dijital dünyada yaygın olduğunu anlatan Eraslan, şöyle devam etti:

    “Türkiye’de mobil telefon kullanıcı sayısı 59 milyona ulaştı. Bunların yüzde 77’si, yani 45 milyonu akıllı telefon kullanıyor. Sosyal ağlara da buradan bağlanıyoruz. Bu bağlamda telefonsuzluk hastalığı adı verilen bir kavram var ki literatüre de girdi, o da nomofobi. Telefon eksikliği ve yokluğu, insanın cep telefonu olmadığı zaman kendisini huzursuz hissetmesi ve ‘fomo’ adı verdiğimiz gelişmelerden anlık haberdar olma hastalığıyla beraber işleyen bir yapıyı oluşturmaktadır. Telefonu unutmaktan, şarjının bitmesinden korku, sürekli online olma isteği… Hastalık, depresyona kadar giden bir yapı özelliği göstermektedir.”

    “Türkler 7 saat 15 dakikalarını online geçiriyor”

    Eraslan, fomo olarak adlandırılan sosyal medya hastalığının da önemli bir durum oluşturduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “İnsanlar sosyal ağlarda, bulunduğu platformlardaki bütün gelişmelerden haberdar olmak istemektedir. Bu yüzden de sürekli olarak cep telefonlarıyla kendi sosyal ağlarını takip etmekteler. İletişim eksikliği, şarj bitişi ya da fiziksel olarak telefonun kapalı olduğu durumlarda da kaygı bozukluğu yaşıyorlar. Bunların tamamı modern toplum hastalığı.”

    Dijital çağın pozitif yanlarının yanı sıra bazı problemleri de ortaya çıkardığına işaret eden Eraslan, “AÜ Rektörü Prof. Dr. Şafak Ertan Çomaklı tarafından hizmete açılan SODİGEM olarak, bu konuda çeşitli araştırmalar yapıyoruz. Gelecek günlerde WhatsAppsapiens (WhatsApp insanı) adını verdiğimiz bir çalışma başlatıyoruz. Türkler 7 saat 15 dakikalarını online geçiriyor, internet ortamında çok vakit harcıyorlar. Bunu yaparken de akıllı telefonlarını kullanıyorlar.” diye konuştu.

    Eraslan, bu tür hastalıkların çözümü için birebir dedikleri “face to face” iletişimi önerdiklerini dile getirerek, şunları kaydetti:

    “Evlerde özellikle anne ve babaların cep telefonu kullanımında model olmalarını, çocuklarıyla birebir nitelikli vakit geçirmelerini, bunun yanı sıra okullarda bunun yasaklayıcı değil anlatıcı şekilde verilmesini öneriyoruz. İnsanların doğayla iç içe olmalarını önermekteyiz. Vakit geçirmek, nitelikli oyunlar oynamak, çocuklarımız ve gençlerimizle sohbet etmek, böylesi problemlerin ortadan kalkmasını sağlayabilir.”

  • Türkiye’nin En “Cool” Teknoloji Marketi Teknosa Oldu

    Sabancı Holding iştiraklerinden Teknosa, Roamler Türkiye’nin Marketing Türkiye için gerçekleştirdiği “Cool Markalar” araştırmasında bu yıl da tüketiciler tarafından “Türkiye’nin en cool teknoloji marketi” seçildi. Tüketiciler için markaların hizmetlerinin ve iletişiminin ne kadar yenilikçi ve ‘ne kadar havalı’ olduğunu ölçen araştırma, Türkiye genelinde ağırlığını gençlerin oluşturduğu bin Roamler kullanıcısı ile 20’yi aşkın kategoride gerçekleştirildi.

    Bir kez daha Türkiye’nin en cool teknoloji marketi seçilmekten dolayı mutluluk duyduklarını belirten Teknosa Pazarlama ve Teknoloji Genel Müdür Yardımcısı Önder Oğuzhan, “Dijitalleşmeye, inovasyona odaklanan ve yeni nesil pazarlama enstrümanlarını efektif şekilde değerlendiren markalar, tüketiciler ve özellikle de gençler tarafından takip ediliyor. Teknosa olarak, yaygın mağaza ağımız ve dijital kanallarımızla Türkiye’de tüketicilerle teknoloji arasında köprü kuruyoruz. Bu ağdan edindiğimiz veriler, bize önemli bir içgörü sağlarken, müşterilerle olan duygusal bağımızı ve iletişimimizi de güçlendirmemize imkan veriyor. Teknoloji severlerle kurduğumuz karşılıklı güven ilişkisinin sürdürülebilir olması için biz müşteri deneyiminde hep daha iyisi için çalışmaya devam edeceğiz” dedi.

  • Çocuklar Yoga Teknikleri ile Sağlıklarına Kavuşuyor

    Yoga zihin ve beden arasında uyum oluşturmaya odaklanmış bilime dayalı ruhsal bir disiplin olduğunu ifade eden Rommer International Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi Ergoterapist Başak Görpe, çocukların yoga teknikleri ile rehabilitasyonda eğlenirken sağlıklarına kavuştuğunu söyledi.
    Yoga teknikleri ile rehabilitasyonda, beden farkındalığını ve gücünü artırmak amacıyla bir araya getirilmiş dengeli yoga pozları, odaklanma ve konsantrasyonu artırıcı ses ve konuşma becerilerini geliştiren özel nefes çalışmaları, göz egzersizleri ile rahatlama teknikleri, akciğerleri güçlendirerek bedenin tamamının derinlemesine oksijen almasını sağlayan nefes teknikleri kullanıldığını belirten Rommer International Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi Ergoterapist Başak Görpe, “Yoga ile birlikte duygusal ve davranışsal bozukluğu, down sendromu, serebral palsi, mikrosefali, otizm spektrum bozukluğu sahibi çocuklarda çok etkili olmaktadır. Bebekler de bile çocuklarla aynı oranda güvenli ve etkilidir. Bununla birlikte bu metot, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, özel öğrenme güçlüğü ve gelişim bozuklukları için etkili bir tedavi yöntemidir.

    Çocuklarda yoga teknikleri ile rehabilitasyon, klasik yoga duruşlarının çocuklar için uygun standartlara dönüştürülerek uygulandığı, eğlence, disiplin, kendine güven ve sorumluluk duygusuyla birleştiği, bireysel ve eşli egzersizlerden oluşan hareketler bütünüdür. Yoga, çocuklara duruşlarla hayal güçlerini kullanmayı, doğru nefes almayı ve vücutlarını nasıl rahatlatabileceklerini öğretmeyi amaçlamaktadır” dedi.
    Yoga duruşları, hazım problemlerine, uyku düzensizliğine, stres problemlerine, denge ve koordinasyon problemlerine duyusal işleme problemlerine veya eklem ve kas problemi çeken tüm çocuklara yardımcı olabildiğine dikkat çeken Ergoterapist Başak Görpe, “Hayal güçlerini kullanmaları öğrenme becerilerini geliştirir ve enerjilerini doğru yöne yöneltmelerini sağlar. Bununla birlikte, kasların kuvvetlenmesine, odaklanmanın ve bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur. Çocuklarda yoga teknikleri ile rehabilitasyonda eğlenceli yoga duruşlarının yanı sıra nefes çalışmaları, oyunlar, hikayeler de yer almaktadır. Oyun ve hikayelerin yer alması da, çocuğun kendine olan güveninin artmasını, olumlu düşünmeyi ve duyguların daha kolay ifade edilebilmesini sağlar. Bu çalışmalarla amaçlanan, yetişkin yogasında da olduğu gibi, beden, zihin ve ruh uyumunu dengelemek ve çocuğun bu denge ile yaşama devam ettirmesine yardımcı olmaktır” diye konuştu.

  • “X ışınları göğüs kanserinden ölüm riskini yüzde 30 azaltmaktadır”

    Dr. Suat Günsel, Girne Üniversitesi Hastanesi Radyoloji Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Alp Dirik; X-ışınlarının bulunmasıyla günümüzde X-ışınlarının havaalanı güvenliğinden, büyük fabrikalara, yerel hastanelerden, tıbbi laboratuarlara kadar pek çok yerde kullanıldığını belirtti. Ayrıca mamografide de göğüs kanserinden ölüm riskini yüzde 30 azaltmaktadır dedi.
    Doç. Dr. Mehmet Alp Dirik ‘8 Kasım Dünya Radyoloji Günü’ dolayısıyla yaptığı açıklamada X-ışınlarının doktorların, hastalıkları ve yaraları tespit ve tedavi etmelerini sağlayarak her yıl sayısız hayatı kurtardığını belirtti. Sadece mamografinin bile göğüs kanserinden ölüm riskini yüzde 30 azalttığını kaydeden Dirik, bir şeylerin ötesini radyoloji sayesinde görebilme durumunun tamamen tesadüf üzerine bulunduğunu söyledi. Dirik, Würzburg Üniversitesin de fizik profesörü olarak görev yapan Wilhelm Conrad Röntgen’in farklı bir konuda yaptığı deney sırasında daha sonra adı ‘ röntgen ışınları ‘ olarak anılan X-ışınlarını bulduğunu belirtti.

    X ışınlarının kullanım alanları
    Radyolojinin, X ışınları ve diğer görüntüleme yöntemlerinin tıpta tanı ve tedavi amacıyla kullanılması olduğunu ifade eden Dirik, “ultrason, bilgisayarlı tomografi (CT), manyetik rezonans görüntüleme(MR), nükleer tıp yöntemleri, pozitron emisyon tomografi (PET), mamografi, floroskopi ve X ışını kullanan diğer yöntemlerdir” dedi.
    Dirik, bu yöntemlerin tanı amacıyla kullanımının elde edilen görüntülerden hastalıkların tespitinde yararlanılması şeklinde olduğunu, tedavi amacıyla kullanımının ise bazı cerrahi işlemlerin görüntüleme yöntemleri sayesinde daha az zararla yapılmasını sağladığını ifade etti.

  • Bakan Koca: “İlaç ihracatımızı yüzde 32 artırdık”

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Bakanlık olarak en önemli stratejik hedeflerimizden biri olan yerli ilaç çalışmalarımızla önemli bir başarıya imza attık. Ülkemiz ilaç ihracatında bir önceki yıla göre yüzde 32’lik artış sağladı. Türkiye’nin 2017 yılında 890 milyon dolar olan ilaç ihracatı; 2018 yılında 1,17 milyar dolar seviyesine ulaştı” dedi.
    Bu yükselişte Türkiye’nin üretim kapasitesinin ve Ar-Ge harcamalarının artmasının yanında, Uluslararası İlaç Denetim Birliği üyeliğine kabul edilmesinin de büyük katkısı olduğunu kaydeden Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “1 Ocak 2018 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere ülkemiz PIC/s üyeliğine kabul edildi. Bu sayede ülkemizde üretilen ilaçların dünya pazarına açılmasının önündeki teknik engeller büyük ölçüde ortadan kalktı. PIC/s üyeliği, Türkiye’de üretilen ilaçların kalitesinin ve güvenliğinin dünya genelinde tescili anlamına geliyor. Öte yandan yerlileşme oranımız bu yıl içinde hız kazandı. 2018’de her 100 kutu ilaçtan 80’ini ülkemizde üretirken, bugün bu sayı 83 kutuya çıktı. Değer bazında ise yüzde 46 olan yerli ilaç oranımızı yüzde 48,5’e yükselttik. Sanayimizin kapasite kullanım oranı yüzde 65’ten yüzde 75’e çıktı. Burada yakaladığımız ivme ile daha yüksek katma değerli ürünler üretmeye ve ihracatta yakaladığımız başarıyı daha da ileri taşımaya kararlıyız” dedi.

  • Psikolog Feriha Kaşifoğlu:“Stres bireyin çeşitli faktörlere karşı gösterdiği tepkidir”

    Klinik Psikolog Feriha Kaşifoğlu 6 Kasım Stres Farkındalık Günü’ne ilişkin açıklamasında “Stres; bireyin içinde bulunduğu çevrede meydana gelen değişimlere veya zorlayıcı çeşitli faktörlere karşı gösterdiği tepkidir” dedi.
    Dr. Suat Günsel Girne Üniversitesi Hastanesi Klinik Psikoloğu Feriha Kaşifoğlu 6 Kasım Stres Farkındalık Günü’ne ilişkin açıklamasına bu tanımlamayla başladı. Kaşifoğlu, belirli bir oranda ve kontrol edilebilir stresin, kişinin verimliliğini, odaklanma ve öğrenme faaliyetini arttırma ve başarıyı tetikleme gibi yararlı etkiler sağlayabildiğini ifade etti. Klinik Psikolog Feriha Kaşifoğlu ancak sık ya da uzun süreli yaşanan stres veya stresle baş edememe durumunun kişinin hayatını olumsuz etkilediğini ve verimliliğini düşürdüğünü vurguladı.
    Stresin pek çok kaynağı olabileceğini söyleyen Feriha Kaşifoğlu, olumsuz yaşam olayları, geçirilen bir trafik kazası gibi büyük stres kaynaklarının yanında uyum gerektiren herhangi bir durum, aşık olmak ya da belirli bir amaç için çok çalışmak zorunda kalmanın da strese neden olduğunu kaydetti.

    “Stresin birçok farklı belirtileri var”
    Kaşifoğlu, “stresin çevresel etkenlere uyum sağlamak zorunda olmak, gündelik olaylar, trafikte kaybedilen zaman, yol ve hava şartlarına uyum sağlamak, toplumsal stres etkenleriyle baş etmek, iş yerindeki sorunlar ve değişimler, ödenmesi gereken borçların yanı sıra hastalıklar, yaşlanma, kötü beslenme alışkanlıkları, yeterince dinlendirici olmayan uyku gibi fizyolojik etkenlerden de kaynaklanabilir” dedi.
    Kaşifoğlu, stresin kalp çarpıntısı, baş ağrısı, bulantı, çene kasılması, terleme, titreme, soğuk ya da sıcak basması, kasılma ve eklem ağrıları, gastrointestinal sorunlar, yorgunluk hissi, nefes alış verişte hızlanma, enerji kaybı, mutsuzluk, ilgide azalma, çabuk ağlama, sıkıntı, kaygı ve endişe hali, ruhsal durumun hızla değişmesi, sinirlilik, öfke patlamaları, gerginlik, karar vermede güçlük, konsantrasyon problemleri, unutkanlık gibi fiziksel, duygusal ve zihinsel belirtileri olduğunu söyledi.
    Stres anında vücudumuzda ne olur?
    Stresin vücudumuzda oluşturduğu etkilerden bahseden Kaşifoğlu, “Korkutucu bir durumla ya da bir tehditle karşılaştığınızda, kendinizi savunmak ya da tehlikeden kaçmak gerektiğinde, organizma tehdit altında olduğunu varsayar. Sinir sistemi organizmayı korumak için otomatik olarak adrenalin gibi bazı stres hormonları salgılar ve organizmayı ‘savaş ya da kaç’ tepkisine hazırlar. Adrenalinin görevi bedeni kavgaya hazırlamaktır. Tehlike anında kişi kaçmak ya da savaşmak zorundadır. Kalp hızı, solunum hızınız artar, kaslar gerilir, kan basıncı yükselir ve karnınızda kelebekler uçuşuyormuş gibi duygular yaşarsınız. Bu tepki vücudu koruyan bir sistemdir. Stres, aşırı uyarılmışlığa sebep olduğu için uyku sorunlarına yol açabildiği gibi buna paralel olarak sinirlilik ve ağlama hissinin yanı sıra konsantrasyon, öğrenme ve hafıza problemleri yaşanmasına da sebep olabilir” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.

  • Bursa’daki Seminerde Ham Bal Tavsiyesi

    Bursa’da gerçekleştirilen, Arı Ürünleri ile Doğal Beslenme Semineri’nde Uzmanlar ham balı anlattı. Ham balın kovandan alındığı hali ile tüketime sunulan pastörize edilmemiş doğal bal olduğunu belirten uzmanlar, balın ham tüketilmesini önerdi. Arı ürünlerinin üretim yöntemleri hakkında bilgi veren Gıda Yüksek Mühendisi Aslı Elif Tanuğur Samancı, “Bal kovandan alındığı hali ile tüketilebilen, bozulmayan doğal bir gıdadır ve pastörize edilmesi gerekli değildir. Pastörizasyon yani yüksek sıcaklıklara ısıtma işlemi balın içerisinde doğal olarak bulunan enzimler, vitaminler ve antioksidan özelliğe sahip bazı ve fenolik ve flavonoid yapıdaki değerli bileşenlerin azalmasına neden olur. Filtrasyon ise balın doğal bileşiminde yer alan polenlerin azalmasına neden olur. Ham bal pastörize ve polenleri tutacak derecede filtre edilmediğinden besin içeriği tüm doğallık ve saflığıyla korunmaktadır” dedi.
    Samancı, “Bal kovandan elde edildikten kısa bir süre sonra katılaşır yani kristalleşir. Halk arasında bu durum şekerlenme olarak da adlandırılır. Aslında bu tamamen doğal bir olaydır ve bal kristalleşmiş hali ile de tüketilebilir. Ancak bu tamamen doğal olan ve sadece fiziksel bir değişim olan durumu engellemek için, ballara pastörizasyon dediğimiz, 65-76C aralığında yüksek sıcaklık işlemi uygulanmaktadır. Süt ve meyve sularına raf ömrünü sağlamak amacıyla uygulanan bu işlemin ballara uygulanması hiç gerekli değildir. Zaten bal kovandan çıktığı haliyle bozulmayan, raf ömrü çok uzun bir gıdadır. Bu işlemin bala uygulanıyor olmasının tek amacı; balların, raflarda daha uzun süre şeffaf ve berrak bir şekilde kalmasını sağlamaktır. Ancak bal 45C’nin üzerinde ısıtıldığında, besin değeri azalmaktadır. İçerisindeki enzimler, proteinler, vitaminler ve antioksidan özelliğe sahip fenolik ve flavonoid yapıdaki değerli bileşenler zarar görmektedir. Bu durumda da balın hiçbir faydasından söz edilememektedir. Dolayısıyla, balın pastörize ve filtre edilmemiş ham hali ile tüketilmesi daha doğrudur. Ne yazık ki Türkiye’deki piyasa ballarının %80’i pastörize ediliyor ve bu durum etiket üzerinde belirtilmiyor” diye açıkladı.

    Kara: ” Antibakteriyel aktivite gösteren doğal bir gıda”
    Seminerde konuşan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ateş Kara ise, “Bal ham halde iken antibakteriyel aktivite gösteren doğal bir gıdadır. Her çocuk ortalama olarak senede 3-8 kez viral üst solunum yolu enfeksiyonu geçiriyor. Üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren çocukların %76’sında öksürük şikayeti gözlemliyoruz. Ben kendi hastalarıma ham bal öneriyorum ve çocuklarda görülen boğaz ağrısı, öksürük gibi şikayetlerin ham bal ile azaldığını birebir gözlemliyorum. Ham Balın içerisinde; aminoasitler, A, C, E ve B grubu vitaminleri, folik asit, demir, çinko ve antioksidan özellik gösteren fenolik ve flavonoid bileşenler yer alıyor. Bal bu değerli içeriğiyle antienflamatuvar, antiviral, antibakteriyel ve antioksidan özellik gösteriyor. Öksürüğün azalmasına yardımcı oluyor. Bal polisakkaritleri mukoza üzerinde film tabaka oluşturarak irritasyonu engelliyor. Dolayısıyla balın besin öğelerinin korunduğu ham bal formunu beslenme planına dahil ettiğimizde hastaların iyileşme süresinde kısalma gözlemliyoruz” diye ekledi.

    Koturoğlu: “Tedaviye destek”
    Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Güldane Koturoğlu da, doktorların, bilim insanlarının takip ettiği veri tabanlarında ham bal ile ilgili birçok bilimsel çalışma olduğunu belirtti. Koturoğlu “Bu çalışmalardan birinden bahsetmek istiyorum. 2007 yılında American Medical Association tarafından yayınlanan çalışmada, üst solunum yolları enfeksiyonu geçiren çocuklarda ham bal kullanımının etkisi araştırılmıştır. Çalışma, 2-18 yaşları arasındaki 105 çocuk üzerinde uygulanmıştır. Araştırmanın sonucunda, bal uygulanan grupta gece öksürükleri ve uyku kalitesinde iyileşme görüldüğü belirlenmiş ve destek olarak kullanılabileceği belirtilmiştir. Bu gibi çalışmalar gösteriyor ki, balın tedaviye destek olarak kullanıldığında faydası olabilmektedir” ifadelerinde bulundu.

  • Dr. İsmail Erdoğu: “Elektronik sigara, sigaraya teşvik ediyor”

    Medicana Sivas Hastanesi doktorlarından Kardiyoloji Uzmanı Dr. İsmail Erdoğu, sigara ve tütünün Türkiye’de her yıl 100 bin kişinin ölümüne neden olduğunu belirterek, “Sigara ve tütün kullanımı Dünya’da oldukça yaygın, ülkemizde her yıl 100 bin kişinin ölümünden sorumlu hastalık. Sigara ile ilgili bir bilinç oluştu artık insanlarda, içenlerde rahatsız. Kanser yapıcı olduğu konusunda herkesin hem fikir olduğu bir zararlı alışkanlık ama günümüzde yeni şeyler trend olmaya başladı. Elektronik sigara kullanımı sanki zararlı değilmiş ya da sigarayı kullanmayı bıraktırıyor veya sigarayı bırakmanıza yardımcı oluyor gibi birtakım halk arasında dolaşan konuşmalar söz konusu. Elektronik sigara son 5-10 yılın icadı diyelim, çok yeni bir şey. Artık bir çoğunun içerisinde nikotin de var, nikotinden bağımsız bir ürün değil. Buhar yöntemiyle bir likitin sıcak hava ile temas ettirilip buharlaştırılıp ciğerlere çekilmesiyle sigaradan aldığınız hisleri almanıza yardımcı oluyor” dedi.

    “Elektronik sigara masum değil”
    Erdoğu, elektronik sigaraların masum olmadığını söyleyerek, “Çok yeni bir şey olduğu için zararları konusunda da çok büyük ölçekte çalışmalar yok ama güvenli kullanılabilir bir şey mi, ne yazık ki değil. Geleceğe dair bir takım kötü, olumsuz şeylerin olacağını düşünüyoruz. Bunların içerisinde kullanılan bir takım kimyasallar var ki çok küçük oranlarda kullanılmalarına rağmen zararlı kanserojen, kalp, damar hastalıkları yönünden olumsuz etkileri olan bir takım şeyler var. Tatlandırıcı kimyasal şeylerinde yine akciğerlere, buhar ve sıcak hava olarak çekilmesi de akciğerler üzerinde gelecek dönemlerde kanser ile ilgili bir takım şeylerin gelişmesine sebep olacaktır diye düşünüyoruz. Elektronik sigara masum değil. Elektronik sigaralar, mevcut içilen sigaralardan daha mı zararlı konusu henüz muallakta ama masum olmadıkları kesin” diye konuştu.

    “Elektronik sigara içmek, sigara kullanımını bıraktırmıyor”
    Erdoğu, sigarayı bırakmak için elektronik sigara içenlerin sigarayı bırakmadığını ifade ederek, “Kullanılmasını tavsiye etmiyoruz. Türkiye’de yasal bir boşluğu da var, piyasaya sunulması ve kullandırılması, bayilik alınması zor şeyler ama buna rağmen birçok insanın elinde görüyoruz. Bence daha etkin mücadele edilmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Bu tarz şeyleri kullanan insanlar genelde şu tarz yargıya kavuşuyor. Sigarayı bırakmak istiyorum, ne yapayım, bu dönemi nasıl atlatayım. Nargile içeyim günde bir tane ya da elektronik sigara alayım sigarayı bırakmama yardımcı olur. Bunla ilgili yapılmış 700 hastalıklı bir çalışmada, elektronik sigara kullananların sigarayı bırakmadıklarını tespit etmişler. Sigarayı bırakmaya yardımcı olmuyor. Hatta elektronik sigaralar kendi pazarlarında üçte 1 oranında yeni hiç sigara içmemiş insanlara sigara içmeyi öğretiyor aslında. Yani sigara içenler dönüp de bunu içmiyor, birde sigaraya hiç bulaşmamış insanların bazıları da meraktan üçte 1 potansiyelle elektronik sigara kullanıyorlar” şeklinde konuştu.