Etiket: anayasa mahkemesi

  • AYM’den vekilliği düşürülen Gergerlioğlu kararı

    AYM’den vekilliği düşürülen Gergerlioğlu kararı

    Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesinin iptali istemiyle yapılan başvuruyu yetkisizlik nedeniyle oy birliğiyle reddetti.

    HDP İstanbul Milletvekili Erol Katırcıoğlu, TBMM Genel Kurulunda, hakkında ‘terör propagandası yapmak’ suçundan kesinleşen yargı kararının okunmasıyla milletvekilliği düşürülen HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi işleminin iptali için AYM’ye başvurdu. Başvuru, Genel Kurulun gündem toplantısında bugün görüşülerek oy birliğiyle reddedildi. Anayasa’nın 84’üncü maddesinin ‘kesin hüküm giyme veya kısıtlanma sebebiyle milletvekilliğinin düşmesi’ni düzenleyen 2’nci fıkrası yönünden Anayasa Mahkemesine müracaat imkanı tanınmadığı, bu nedenle başvurunun yetkisizlik nedeniyle reddedildiği öğrenildi.

  • AYM’den, annenin de öldüğü kürtaj işleminde karar

    AYM’den, annenin de öldüğü kürtaj işleminde karar

    Anayasa Mahkemesi (AYM), Sivas’ta yıllık izinli olan doktorun, Devlet Hastanesi’nde yaptığı kürtaj işlemi sırasında cenin ile birlikte annenin de ölümüne neden olmasında, kamu makamlarının denetim ve kontrol görevini yerine getirmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi.

    Sivas’ta oturan D.A.Ö., 24 haftalık hamileyken, Devlet Hastanesi’nde görevli kadın doğum doktoru S.K. tarafından 8 Kasım 2004 tarihinde gerçekleştirilen kürtaj işlemi sırasında ceninle birlikte hayatını kaybetti. Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı, doktor S.K. hakkında kadının ölümü ile sonuçlanan çocuk düşürtme suçundan kamu davası açtı. Sivas Ağır Ceza Mahkemesi 2008 yılında verdiği kararla S.K’nın 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetti. S.K’nın 2019 yılında ölmesi nedeniyle Başsavcılığın talebi üzerine mahkumiyet ilamının ortadan kaldırılmasına karar verildi.

    İDARE MAHKEMESİNDEN TAZMİNAT TALEBİNE RET

    Diğer yandan kürtaj sırasında hayatını kaybeden kadının babası K.A. ile ağabeyi Onur Arslan, olayda hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla Sağlık Bakanlığı’ndan maddi ve manevi tazminat talebinde bulundu. Talebin reddedilmesi üzerine Sivas İdare Mahkemesi’nde dava açan Arslan, babası K.A. için 30 bin lira maddi, 50 bin lira manevi, kendisi için ise 40 bin lira manevi olmak üzere toplam 120 bin lira tazminat ödenmesini talep etti. Sağlık Bakanlığı savunmasında, doktor S.K’nın yıllık izinde olduğu dönemde idareden izin almadan veya idareyi haberdar etmeden gerçekleştirdiği hizmet dışı eylemi ile neticeye sebebiyet verdiğini, olayda kişisel kusur bulunduğunu, hizmet kusuru olmadığını bildirdi. Dava, İdare Mahkemesi tarafından reddedildi.

    YAŞAM HAKKI İHLAL EDİLDİ

    Onur Arslan, temyiz ve karar düzeltme talepleri de reddedilince 20 Şubat 2017 tarihinde AYM’ye bireysel başvuruda bulundu. AYM, Anayasa’nın 17’nci maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Kararın bir örneği, yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Sivas İdare Mahkemesi’ne gönderildi. AYM’nin gerekçeli kararında hamileliğin 24’üncü haftasında gerçekleştirilen kürtajın suç teşkil eden bir tıbbi müdahale olduğunun ağır ceza mahkemesince tespit edildiği hatırlatılırken, başvurucu Arslan’ın iddialarının, Devlet Hastanesindeki organizasyon eksikliği nedeniyle kamu makamlarının yaşamı koruma yükümlülüğünü yerine getirememesine dayandığına dikkat çekildi. Kararda, hastane yönetiminin hastanede gerçekleştirilen tedavi ve diğer işlemlerin organizasyonu konusunda yönetme ve denetleme görevi olduğuna işaret edildi.

    ‘YAŞAMI KORUMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ YERİNE GETİRMEDİ’

    AYM kararında, doktor eylemi sırasında yıllık izinli olsa da Devlet Hastanesinde görev yaptığı ve tıbbi müdahaleyi de Devlet Hastanesinde söz konusu hastanenin ekipmanları ve personelini kullanarak gerçekleştirdiğine dikkat çekilerek, şöyle denildi:

    “Ayrıca tıbbi müdahalenin gerçekleştirildiği 8 Kasım 2004 tarihi hafta içi/mesai günüdür. Doktor izinli olduğu bir dönemde, hiçbir yetkiliye haber vermeden Devlet Hastanesinde, mesai gününde, hastane personeliyle birlikte cerrahi operasyon gerçekleştirebilmiş, ayrıca hastanede görevli cerrahi operasyondan haberdar olan diğer personel de hastane yetkililerini durumdan haberdar etmemiştir. Bu şartlar altında Devlet Hastanesi idaresinin, sağlık personelinin suç teşkil edecek davranışlardan kaçınmasına yönelik hastanedeki denetim ve kontrol görevini gereken şekilde yerine getirmediği, yönetim boşluğuna neden olduğu, dolayısıyla olayın gerçekleştiği Devlet Hastanesinde bir organizasyon kusuru bulunduğu açıktır. Tüm bu bilgilere göre somut olayda, kamu makamlarının yaşamı koruma yönündeki pozitif yükümlülüğü yerine getirdiğinin değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu durumda İdare Mahkemesi tarafından değinilen hususlar gözetilmeden, hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi de yaşam hakkının korunmasına ilişkin ilkelerle bağdaşmamaktadır.”

  • AYM’den Rahip Brunson kararı

    AYM’den Rahip Brunson kararı

    Anayasa Mahkemesi (AYM), ABD vatandaşı Rahip Andrew Craig Brunson’ın tutuklamanın ve konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğunun makul süreyi aşması nedeniyle ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği’ iddiasıyla yaptığı başvuruyu reddetti.

    İzmir’deki Diriliş Kilisesi’nde pastör sıfatıyla faaliyette bulunan ABD vatandaşı Rahip Andrew Craig Brunson hakkında, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY’nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Aralık 2016’da gözaltına alınan Brunson, ‘silahlı terör örgütü üyesi olma’ suçundan tutuklandı. Başsavcılık, 2018 tarihli iddianamesiyle Brunson’ın örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açtı. İzmir 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etti. Brunson’ın, tutukluluğunun devamı kararına yaptığı itiraz üzerine mahkeme, yurtdışına çıkış yasağı ve konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirlerini uygulamak suretiyle tahliyesine karar verdi. Brunson’ın adli kontrol kararının kaldırılması için iki defa yaptığı itiraz başvurusu ise reddedildi.

    AYM ‘HAK İHLALİ YOK’ DEDİ

    Brunson, AYM’ye 2 Ekim 2018 tarihinde bireysel başvuruda bulundu. Bu arada mahkeme Brunson’ın ‘örgüt üyesi olmamakla birlikte terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme’ suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkum edilmesine ve yurt dışına çıkış yasağı ile konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirlerinin kaldırılmasına karar verdi. Brunson’ın başvurusunu 18 Kasım 2020 tarihinde görüşen AYM, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların ‘süre aşımı’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verdi. AYM, konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuki olmaması, dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ise ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna hükmetti.

    AYM’nin gerekçeli kararı Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı. Gerekçeli kararda, bireysel başvurunun mevzuatta belirtilen süresi içinde yapılmış olmasının ön şart olduğuna dikkat çekilerek, “Bu durumda başvurucunun tutuklama tedbirleriyle ilgili şikayetler bakımından tutukluluğunun sona erdirildiği 25 Temmuz 2018 tarihinden itibaren 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunması gerekmektedir. Bu itibarla 2 Ekim 2018 tarihinde yapılan başvuruda tutuklamayla ilgili iddialar yönünden süre aşımı bulunduğu sonucuna varılmıştır” ifadesine yer verildi.

    ‘ADLİ KONTROL TEDBİRİNİN ÖLÇÜLÜ OLMADIĞI SÖYLENEMEZ’

    Kararda tanık ifadelerine atıfta bulunularak Brunson hakkında uygulanan adli kontrol tedbirinin ‘temelsiz ve keyfi’ olduğunun söylenemeyeceği belirtilirken, “Başka bir ülkenin vatandaşı olan ve FETÖ/PDY ile PKK terör örgütleriyle bağlantılı suçtan hakkında kovuşturma yürütülen başvurucu açısından özellikle kaçma şüphesine yönelik olarak adli kontrol tedbiri nedenlerinin olgusal temelleri olduğu sonucuna varılmıştır. Terör suçlarının soruşturulması, kovuşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır. Bu itibarla somut olayın belirtilen özellikleri dikkate alındığında mahkemenin başvurucu hakkında uyguladığı adli kontrol tedbirinin ölçülü olmadığı söylenemez” tespitinde bulundu.

  • Anayasa Mahkemesi’nden Osman Kavala kararı

    Anayasa Mahkemesi’nden Osman Kavala kararı

    Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Osman Kavala’nın bireysel başvurusunda, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verdi. Kavala, “tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı’nın ihlal edildiği” iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurmuştu.

    Anayasa Mahkemesi, Osman Kavala’nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verdi.

    Gezi Parkı davasından beraat eden ve tahliyesine karşın, casusluk suçlaması nedeniyle tutukluluğunun devamına karar verilen Osman Kavala, “kişi hak ve özgürlüğü güvenliğinin ihlal edildiği” gerekçesiyle Yüksek Mahkeme’ye başvurmuştu.

    15 Aralık’ta o başvuruyu değerlendiren Anayasa Mahkemesi 1. Bölümü, dosyayı Genel Kurul’a sevk etme kararı almıştı. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Osman Kavala’nın bireysel başvurusunu bugün karara bağladı.

    DAHA ÖNCE YAPTIĞI BAŞVURU REDDEDİLMİŞTİ

    Osman Kavala’nın avukatlarının, “tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk incelemelerinin hakim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği” iddialarıyla ilgili daha önce yaptığı bir bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunca 22 Mayıs 2019’da reddedilmişti.

    Genel Kurul kararı 5’e karşı 10 üyenin oy çokluğuyla almıştı.

  • Osman Kavala’nın başvurusu AYM Genel Kurulu’nda

    Osman Kavala’nın başvurusu AYM Genel Kurulu’nda

    Anayasa Mahkemesi (AYM) Birinci Bölümü, Gezi Parkı odaklı olaylara ilişkin davada tahliyesi ve beraatine karar verildikten sonra başka suçtan tutuklanan Anadolu Kültür AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın bireysel başvurusunu Genel Kurula sevk etti.

    Osman Kavala, “tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı’nın ihlal edildiği” iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurmuştu.

    Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, bugünkü gündem toplantısında başvuruyu görüştü.

    Birinci Bölüm tarafından “başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevki”ne karar verildi.

    Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğü’nün 28. maddesinin 3. fıkrası, “Bölümlerden birinin görülmekte olan bir başvuruya ilişkin olarak vereceği karar, bölümlerin önceden vermiş olduğu bir kararla çelişecekse ya da konunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülürse ilgili bölüm dosyadan el çekebilir. Bölüm başkanı başvuruyu Genel Kurul önüne götürmek üzere başkana iletir.” hükmünü içeriyor.

    Bu karar gereğince, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, bireysel başvuruyu daha sonra ele alacak.

    Kavala’nın bu bireysel başvurusu, Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünce 29 Eylül’de ele alınmış ve başvurunun görüşülmesi ertelenmişti.

    Daha önce yaptığı başvuru reddedilmişti

    Osman Kavala’nın avukatlarının, “tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk incelemelerinin hakim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği” iddialarıyla ilgili daha önce yaptığı bir bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunca 22 Mayıs 2019’da reddedilmişti. Genel Kurul kararı 5’e karşı 10 üyenin oy çokluğuyla almıştı.

    Osman Kavala’yla ilgili yargısal süreç

    Gezi Parkı odaklı olaylara ilişkin davada “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs”, “mala zarar verme”, “nitelikli yağma”, “tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirilmesi”, “kasten yaralama”, “ağırlaştırılmış yaralama” ve “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet” suçlarından İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesince yargılanan Kavala’nın 18 Şubat’ta, suçların işlendiğine dair mahkumiyete yeter derecede hukuka uygun somut ve kesin delil bulunmadığı gerekçesiyle beraati ve tahliyesine karar verilmişti.

    Aynı gün Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında gözaltına alınan Kavala, bir gün sonra sevk edildiği hakimlikçe “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan tutuklanmıştı.

    Kavala hakkında ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen darbe girişimine ilişkin soruşturma kapsamında sevk edildiği mahkeme tarafından 9 Mart’ta “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme” suçundan tutuklanma kararı verilmişti.

    “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan 2 yıllık tutukluluk süresinin dolduğu gerekçesiyle 20 Mart’ta tahliyesine karar verilen Kavala, casusluk suçundan tutuklu bulunduğu için cezaevinden çıkamamıştı.

    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, Osman Kavala ve yakalama kararı bulunan eski CIA danışmanı Henri Barkey hakkında “Anayasayı ihlal” suçundan ağırlaştırılmış müebbet, “siyasal veya askeri casusluk” suçundan ise 20’şer yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı. İddianamede, Kavala ve Barkey’in FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde oluşturduğu yapılanmayla gerçekleştirme teşebbüsünde bulunduğu darbe girişimi sürecinde de rol aldıkları belirtilmişti.

    İddianameyi kabul eden İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi, bu davanın ilk duruşmasının 18 Aralık’ta yapılmasını kararlaştırmıştı.

  • Anayasa Mahkemesi’nden Ahmet Altan kararı

    Anayasa Mahkemesi’nden Ahmet Altan kararı

    Anayasa Mahkemesi (AYM), “FETÖ’ye bilerek ve isteyerek yardım etme” suçundan hapis cezası verilen ve hükümle birlikte tahliye edildikten sonra tekrar tutuklanan gazeteci-yazar Ahmet Altan’ın, ikinci kez tutuklanması nedeniyle yaptığı bireysel başvuruda ihlal tespit etmedi.

    Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, gazeteci-yazar Ahmet Hüsrev Altan’ın bireysel başvurusunu kabul edilemez buldu.

    Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) medya yapılanmasına yönelik yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan Ahmet Altan, 23 Eylül 2016’da, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma” suçlarından tutuklandı.

    İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinde tutuklu yargılanan Altan, mahkemenin 16 Şubat 2018’deki kararıyla “cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya, bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

    Temyiz üzerine Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 5 Temmuz 2019’da, darbeye teşebbüs suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını bozarak Altan’a, “silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme” suçundan ceza verilmesine hükmetti.

    Bozmaya uyan İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, 4 Kasım 2019’da bu kez “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme” suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezası verdiği Altan’ın adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verdi.

    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 6 Kasım 2019’da tahliye kararına itiraz etmesi üzerine Ahmet Altan, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesinin kararıyla 13 Kasım 2019’da tekrar tutuklanarak cezaevine gönderildi.

    İDDİALAR

    Tutuklama kararına yaptığı itirazlardan sonuç alamayan Ahmet Altan, 21 Kasım 2019’da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.

    “Hapis cezasına mahkum edildiğini, adli kontrol kararıyla tahliye olduğunu ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tahliye kararına yaptığı itirazın kabulü üzerine, tutuklama için gereken şartlar bulunmamasına rağmen tekrar tutuklandığını” öne süren Altan, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın hürriyetlerinin ihlal edildiğini savundu.

    ANAYASA MAHKEMESİ’NİN DEĞERLENDİRMESİ

    Bireysel başvuruyu değerlendiren Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, Altan’ın başvurusunu kabul edilemez buldu.

    Yüksek Mahkemenin gerekçesinde, Anayasa’nın kişilerin fiziksel hürriyetlerini güvence altına alan 19. maddesinin kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkan tanıdığı durumlardan birinin de “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi” olarak belirlendiği kaydedildi.

    Bu nedenle yargı organlarınca verilecek mahkumiyet kararları kapsamında hapis cezasının veya güvenlik tedbirlerinin infaz edilmesinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal etmeyeceği belirtilen gerekçede, ancak Anayasa’nın 19. maddesinin amacının kişileri keyfi bir şekilde hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olduğu, kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların da maddenin amacına uygun olması gerektiği vurgulandı.

    Somut olayda, 10 Eylül 2016’da gözaltına alınan ve 22 Eylül 2016’da tutuklanan başvurucu hakkında 4 Kasım 2019’da mahkumiyet hükmünün tesis edildiği ve hükümle birlikte yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanarak başvurucunun tahliyesine karar verildiği hatırlatıldı.

    Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tahliye kararına itirazının kabul edildiği ve süreç sonunda başvurucunun 13 Kasım 2019’da tutuklandığı ifade edilen gerekçede, Ahmet Altan’ın, “suç isnadına bağlı tutulma” halinin, hakkında ilk derece mahkemesince mahkumiyet hükmüyle birlikte tahliye kararının verildiği 4 Kasım 2019’da sona erdiği kaydedildi.

    ”SUÇ İSNADINA BAĞLI TUTMA DEĞİL, MAHKUMİYETE BAĞLI TUTMA NİTELİĞİNDE”

    Başvurucunun bu tarihten sonraki döneme ilişkin olarak hürriyetinden yoksun kalmasının, “suç isnadına bağlı tutma” değil, “mahkumiyete bağlı tutma” niteliğinde olduğuna işaret edilen gerekçede, bu nitelikteki bir tutmayla ilgili yapılan bireysel başvuruda suç isnadına bağlı tutmaya ilişkin güvencelerin uygulanmasının mümkün olmadığı aktarıldı.

    Başvurucunun tutuklanma sürecinin yetkisiz makamlar tarafından başlatılıp neticelendirilmesi ve böylelikle mahkumiyete bağlı tutma kararını veren mercinin bir mahkeme olmadığı iddiasının dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilen gerekçede, bu nedenlerle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği belirtildi.

    Gerekçede, Altan’ın, tutuklama kararı veren ve bu karara karşı itirazını inceleyen ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü de hatırlatıldı.

    Başvurucunun bu ihlal iddiasına dair hiçbir belirleyici ya da ayırt edici ifade kullanmadığı ve iddiasını herhangi bir olgu veya olay belirtmeksizin soyut olarak dile getirdiği aktarılan gerekçede, bu nedenle başvurunun bu kısmının da kabul edilemez bulunduğu ifade edildi.

  • Anayasa Mahkemesin’nden özel okul kararı

    Anayasa Mahkemesin’nden özel okul kararı

    Anayasa Mahkemesi (AYM), özel okulların taşınır ve taşınmaz mallarının eğitim yılı sonuna kadar haczedilemeyeceğini öngören kuralı Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti.

    AYM, İcra ve İflas Kanunu’ndaki özel okullar ile ilgili taşınır ve taşınmaz mallarının eğitim yılı sonuna kadar haczedilemeyeceğini öngören kuralın iptali için İstanbul 3’üncü İcra Hukuk Mahkemesi tarafından yapılan başvuruyu görüşerek karara bağladı. 22 Ekim tarihli kararında AYM, kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline oybirliğiyle karar verdi. Mahkeme ayrıca iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak 1 yıl sonra yürürlüğe girmesine de hükmetti. Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlanan gerekçeli kararda AYM, alacağın ödenmemesi nedeniyle başlatılan icra takibinde alacaklı ve borçlunun mülkiyet hakkının çatıştığına dikkat çekti. Kararda, “Bu bağlamda her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir netice doğuracak şekilde sonuçlandırılmaması gerekir. Menfaat dengesinin adil bir şekilde kurulup kurulmadığının değerlendirilmesinde ise taraflara tanınan tüm imkânların göz önünde bulundurulması zorunludur” denildi.

    AYM kararında itiraz konusu kuralın, Anayasa’da da güvence altına alınan eğitim ve öğretim hakkı kapsamında okullardaki eğitim ve öğretim sürecinin devamlılığının ve aksamadan sürdürülmesinin sağlanmasını amaçladığı, bu bakımdan haciz işlemlerine birtakım sınırlamaların getirilmesinin mümkün olabileceği tespitinde bulunuldu.

    ‘KURAL MENFAAT DENGESİNİ ALACAKLI ALEYHİNE BOZUYOR’

    İtiraz konusu kuralın Anayasa’nın 5 ve 35’inci maddelerine aykırı olduğunun kaydedildiği kararda özetle şu değerlendirmelere yer verildi:

    “Ancak itiraz konusu kuralda, içinde bulunulan eğitim ve öğretim yılı içinde haczedilemeyecek taşınır ve taşınmaz mallar yönünden hiçbir ayrım yapılmamıştır. Yine Kanun kapsamında faaliyet göstermekle birlikte başka alanlarda da faaliyet gösteren kişilerin eğitim ve öğretim faaliyetleriyle ilgili bulunmayan diğer faaliyet alanlarıyla ilgili taşınır ve taşınmaz malları da haczedilemeyecektir. Her ne kadar borçlunun haciz yasağı öngörülen süre içinde mal varlığı üzerinde gerçekleştirebileceği tasarruf işlemlerine karşı alacaklının 2004 sayılı Kanun hükümleri uyarınca cezai hükümlerin uygulanmasını isteme veya iptal davası açabilme şeklinde hukuki imkânlara sahip olduğu düşünülebilir ise de anılan hükümlerin uygulanabilmesi alacağın tahsil edilememiş olması şartına bağlanmıştır. Bu bakımdan itiraz konusu kural sebebiyle haczedilme imkânı ortadan kalkan bir mal için doğrudan dava yoluna başvurulması mümkün olmadığı gibi alacağın tahsilinde ciddi anlamda zorlanılmış olması durumunda da dava açılamayacaktır. Kural genel anlamda alacaklı ve borçlu arasında gözetilmesi gereken menfaat dengesini alacaklı aleyhine bozarak alacaklıya aşırı bir külfet yüklenmesine sebebiyet vermekte olup, mülkiyet hakkı bağlamında tarafların çatışan menfaatlerini dengelemekten uzaktır.”

  • Anayasa Mahkemesi’nden tokatçı öğretmen için karar

    AYM, Tekirdağ’da bir öğrencisine tokat attığı gerekçesiyle görev yeri değiştirilen ve disiplin cezası alan öğretmenin ‘masumiyet karinesinin’ ihlal edildiğine hümetti. Öğretmenin dosyası yeniden yargılama için yerel mahkemeye gönderildi.

    Anayasa Mahkemesi (AYM), öğrencisine tokat attığı iddiasıyla disiplin cezası verilen öğretmenin ceza yargılamasından aldığı beraat hükmünün idari mahkeme tarafından dikkate alınmamasını, anayasal güvence altındaki ‘masumiyet karinesinin’ ihlali olduğuna karar verdi.

    Barış Baş hakkında, 2013 yılında Tekirdağ’ın Çorlu ilçesindeki Ticaret Borsası Anadolu Lisesi’nde öğretmen olarak görev yaptığı dönemde, öğrenci M.İ’nin kravatından tuttuğu ve ona bağırdığı ve öğrencinin de ağladığı gerekçesiyle tutanak tutuldu. Tutanağa okul müdürü, müdür başyardımcısı ve rehber öğretmen imza attı. Okul yönetimi tarafından hastaneye götürülen M.İ’nin yanağında kızarıklık ve hassasiyet bulunduğu, bu yaralamanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu tespit edildi.

    Baş hakkında maarif müfettişleri disiplin soruşturması başlatırken, okul müdürü ifadesinde Baş’ı, M.İ’ye tokat atarken gördüğünü belirtti. Rehber öğretmen, öğrencinin kendisine Baş’ın tokat attığını söylediğini beyan ederken, müdür başyardımcısı da M.İ’nin yüzünde kızarıklık olduğunu ve yüzüne buz tutulduğunu dile getirdi. Öğrenci ifadesinde Baş’ın kendisine tokat attığını kaydederken, Baş müfettişlere verdiği ifadede öğrenciye bağırdığını; ancak tokat atmadığını bildirdi. Soruşturma sonucunda Baş’a ‘aylıktan kesme’ disiplin cezası uygulandı. Baş’ın itirazından sonra aylıktan kesme yerine kınama cezası verilmesi uygun görüldü. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı da olayla ilgili soruşturma başlatırken, Sulh Ceza Mahkemesi’ndeki yargılamada Baş hakkında, mağdurun çelişkili beyanları nedeniyle beraat kararı verildi.

    AYM’DEN İHLAL KARARI

    Aynı ilde başka bir okula naklen atanan Baş, hakkında uygulanan disiplin cezasının iptali için dava açtı. Mahkeme disiplin cezasını iptal etti. Çorlu Kaymakamlığı’nın itirazı üzerine karar bozuldu. Baş kararın düzeltilmesi talebinde bulundu. Bölge İdare Mahkemesi kararın düzeltilmesi istemini reddedince Baş, 5 Ağustos 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu. Başvuruyu 2 Temmuz’da görüşen AYM, Anayasa’da güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine üç üyenin karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verdi. Kararın bir örneği ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla yerel mahkemeye gönderildi.

    Gerekçeli karar Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı. Kararda Baş’ın öğrencisine tokat attığı iddiasının, disiplin sürecinin temelini teşkil ettiğine, söz konusu fiilin ceza mahkemesindeki suçlamanın da dayanağını oluşturduğuna dikkat çekildi. Baş’ın ceza mahkemesindeki yargılamadan beraat ettiğini hatırlatan AYM, idari mahkemeler dahil devletin diğer otoritelerinin beraat kararından şüphe duyulmasına yol açacak biçimde hareketten kaçınmaları gerektiğinin altını çizdi.

    “BAŞVURUCUNUN MASUMİYETİNE GÖLGE DÜŞÜRÜLDÜ”

    AYM kararında, Bölge İdare Mahkemesi’nin, ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucu tartışmaya açmanın yanında kararı okuyanlarda başvurucunun nitelikli yaralama suçunu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet verdiğine dikkat çekilerek, “Bu durumda beraat kararı anlamsız hale gelmiş ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmüş, öte yandan iki yargı kolu arasında başvurucunun nitelikli yaralama suçunu işleyip işlemediğiyle ilgili olarak çelişkili kararların ortaya çıkmasına sebep olunmuştur. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutu ihlal edilmiştir. Ayrıca ceza mahkemesinin ulaştığı kanaatin isabetli olmadığının veya hatalı olduğunun düşünülmesinin, idari mahkemenin başvurucunun masumiyetine saygı gösterme yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Ceza Mahkemesi kararındaki isabetsizlik masumiyet karinesine istisna getirilmesini gerektiren bir durum değildir. Masumiyet karinesine saygı gösterilmesindeki kamusal yarar, bazı durumlarda haksızlık teşkil eden fiili işleyenin disiplin yönünden yaptırımsız kalmasını bile haklılaştıracak derecede önemlidir” denildi.

  • AYM’den “Işıklar Yanıyor” paylaşımına açıklama

    AYM’den “Işıklar Yanıyor” paylaşımına açıklama

    Anayasa Mahkemesi Üyesi Profesör Doktor Engin Yıldırım “Işıklar yanıyor” paylaşımı siyasetin gündeminde.

    Paylaşıma ilişkin Anayasa Mahkemesi’nden bir açıklama geldi.

    Açıklamada, “Anayasa Mahkemesi’nin herhangi bir üyesinin şahsi sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar, Anayasa Mahkemesi’nin kurumsal görüşünü yansıtmaz. Anayasa Mahkemesi, 15 Temmuz 2016 gecesi yaptığı basın açıklamasında ifade ettiği gibi, anayasal düzene karşı her türlü demokrasi dışı girişimi reddetmekte ve demokratik hukuk devletinin yanında durmaktadır” denildi

    Engin Yıldırım, Twitter hesabından AYM binasının bir fotoğrafını paylaşarak “Işıklar yanıyor” ifadesini kullanmıştı.

    Bu paylaşıma ” darbe iması” bulunduğu gerekçesiyle çok sayıda tepki gelmişti.

  • Ceren Özdemir’in ailesi, AYM’ye başvurdu

    Ceren Özdemir’in ailesi, AYM’ye başvurdu

    ORDU’da üniversite öğrencisi, balerin Ceren Özdemir’i (20) evinin önünde bıçaklayarak öldüren ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çaptırılan Özgür Arduç’un (36) cezaevinden firar etmesinde kamu görevlilerinin ihmali olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma sonunda verilen takipsizlik kararını acılı aile, Anayasa Mahmesi’ne taşıdı. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunan anne Güfer Özdemir, “İhmal olmasaydı benim çocuğum bugün yaşıyor olacaktı” dedi.

    Ordu’nun Altınordu ilçesi Zaferi Milli Mahallesi’nde, 3 Aralık 2019 akşamı yaşanan olayda, Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Bölümü 3’üncü sınıf öğrencisi balerin Ceren Özdemir, bale kursundan çıkıp evinin önüne geldiğinde, kendisini takip eden cezaevi firarisi Özgür Arduç tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Katil zanlısı Özgür Arduç, bir gün sonra, kent merkezinde, esnaf tarafından yakalanıp, polise teslim edildi. Arduç, bindirildiği polis otosunda da 2 polis memurunu bıçaklayarak, yaraladı. Tutuklanan zanlı Özgür Arduç, cinayet suçundan yargılandığı Ordu 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nce yapılan yargılama sonunda, ‘canavarca hisle kasten öldürme’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çaptırıldı.

    ‘İHMAL’ İDDİASINA TAKİPSİZLİK

    Özdemir ailesi, katil zanlısının cezaevi firarisi olması nedeniye kızlarının ölümünden kamu görevlilerini sorumlu tutarak, Ordu Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Başsavcılık ise kamu görevlileri hakkında takipsizlik kararı verdi. Ailenin takipsizlik kararına yaptığı itiraz da Ordu 1’inci Sulh Ceza Hâkimliği’nce reddedildi.

    ‘KUSURLU DAVRANIŞ TESPİT EDİLMEDİ’

    Takipsizlik kararında, hükümlü Arduç hakkında ‘iyi hal’ görüşü bildirilmesi ile açık cezaevine ayırma kararı verilmesinde ilgili personelin ihmali ya da kusurunun tespit edilemediği bildirildi. Arduç’un firar ettiği cezaevinde, firara karşı engeller ve dış güvenlik görevlisi bulunmadığı anlatılan kararda, “Bu sebeple hükümlü Özgür Arduç’un dış güvenlik görevlisi bulunmayan kurumun duvarından atlayarak firar etmesi olayında, olay günü kurumda görevli infaz koruma memurları ve kurum yetkililerine atfedilebilecek herhangi bir ihmali veya kusurlu davranışın bulunmadığı” kaydedildi.Kararda firar olayı gerçekleştiği saatten yaklaşık 18 saat sonra yakalama uyarısının verilmiş olmasında da ihmal veya kusurdan bahsedilemeyeceği savunuldu.

    ANAYASA MAHKEMESİ’NE BAŞVURDULAR

    Anne Güfer Özdemir, baba Yılmaz Özdemir ve abla Gizem Özdemir, takipsizlik kararı ile karara itirazlarının reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu.

    Acılı anne Güfer Özdemir, adalet yerini bulana kadar mücadele edeceklerini belirterek, “Mahkemeden ret kararı gelince biz de Anayasa Mahkemesi’ne gittik. Avukatımızla diyalog içerisindeyiz. Avukatımız onların tüm kusurlarını ortaya çıkardı. Katilin 8 disiplin suçu olduğunu ortaya çıktı. Bunlardan başta bahsedilmedi. Savcı bey, ‘Kanun neyse biz onu uyguluyoruz’ demişti. Beni farklı yönlendirdiler. O zaman kafam o kadar algılamadı. Acının içerisinde düşünemedim. Benim çocuğumu katlediyor, iki emniyet mensubunu yaralıyor, geçmişinde bir çocuk yaralaması var ve ona ‘yapacak birisi değildi’ diye bilebiliyorlar” diye konuştu.

    ‘İHMAL OLMASAYDI BENİM ÇOCUĞUM BUGÜN YAŞIYOR OLACAKTI’

    Güfer Özdemir, 8 disiplin suçu bulunan bir suçlunun dışarı çıkartılmasının ihmal olduğunu kaydederek, şunları söyledi:

    “Savcılık hiç alakalı olmayan insanlardan ‘davacı mısın?’ diye sordu. Demek ki bir ihmal vardı ki bizim yönümüzü farklı yönlere çekmeye çalıştılar. Yani ‘Eve yemek getiren şahıstan davacı mısınız?’ diye soruluyor. Katili övüyorlar bana; ‘Onu yapacak birisi değil, aslında öyle bir çocuk değildi’ diyenler oldu. Bir ihmal vardı ki, herkes birbirini koruyordu. Görevlilerin dediği biz kanunu uyguladık ama kanunu uygulamamışlar. Sekiz disiplin suçu olan bir kişiyi dışarı çıkarmak, büyük bir ihmaldir. Yani onların ihmali olmasaydı benim çocuğum bugün yaşıyor olacaktı. Bu tüm toplumu yaralayan bir olaydı. Eğer toplumun baskısı olmasaydı demek ki katil de yargılanmayacaktı. Nasıl ki ihmal suçu olanlar yargılanmıyorsa, o da yargılanmayacaktı.”

    ‘ADALET YERİNİ BULANA KADAR UĞRAŞACAĞIM’

    İhmali olanların da cezalarını çekmesi gerektiğini savunan Özdemir, “Ceren’ler yanmasın. İnsan kendi kendini yargılar mı? Buradaki mahkeme kendini yargılamadı. O yüzden soruşturmaya gerek duymadı. Ne gerekiyorsa sonuna kadar gideceğim. Çünkü bir can bir daha gelmiyor. Benim canım gitti. Ben de yaşayan ölüyüm. Yani öyle yaşıyorum. Ceren’im çok masumdu. Bu dünyada ölümü hak edecek en son insandı. Tek suçu güçsüz ve zayıf olmasıydı. Başka şeyler düşünmeye başladım. Bilinçli mi yapıldı? Böyle düşünmemiştim ama bu davalar bana bunu düşündürtmeye başladı. Adalet yerini bulana kadar uğraşacağım” dedi.