Etiket: bilim kurulu üyesi

  • Bilim kurulu üyesinden aşı açıklaması

    Bilim kurulu üyesinden aşı açıklaması

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz, Çin menşeli koronavirüs aşısının Türkiye’ye geldikten sonra aşı merkezlerine dağıtımı konusunda Sağlık Bakanlığı’nın çalıştığını söyledi. Doç. Dr. Kayıpmaz, “Öncelikle en yüksek riskteki kişiler aşılanacak. Sağlık kuruluşlarında, temel sağlık hizmetlerinin sunulduğu Aile Sağlığı Merkezi, Toplum Sağlığı Merkezi gibi kuruluşlarda hatta Evde Sağlık Hizmetleri bağlamında bu aşılar uygulanabilir” dedi.

    Doç. Dr. Kayıpmaz, Çin aşısının 11 Aralık’tan itibaren Türkiye’ye gelmeye başlayacağını, Türkiye Tıbbi İlaç ve Cihaz Kurumu tarafından aşının ülke standartlarına uygunluğunun test edileceğini kaydetti. Bu sırada Faz 3 çalışmalarının erken sonuçlarının da değerlendirileceğini ifade eden Doç. Dr. Kayıpmaz, “Eğer uygunluk bulunur ise erken kullanım izni verilecek ve onun ardından aşılanma başlayacak. Bu 2 haftalık bir süreç. Bizim için önemli olan aşının etkinliği ve güvenirliğidir. Etkin ve güvenilir olduğu ortaya konmuş her aşı bizim için değerlidir. Bu hastalıktan kurtuluş için elimizdeki en önemli çare aşı. Çünkü siz aşı vurulduğunuz zaman virüs ile karşılaşsanız dahi hastalığı daha hafif atlatabiliyorsunuz; vücudunuzda virüse karşı antikorlar hazır halde beklediği için. Bundan dolayı aşılanmanın önemi yadsınamaz” diye konuştu.

    ‘ŞU AN İÇİN BU AŞILAR ETKİN VE GÜVENİLİR AŞILAR’

    Doç. Dr. Kayıpmaz, geçmiş yıllara bakıldığında birçok hastalıktan kurtuluşun aşı sayesinde olduğuna dikkat çekerek, “Ünlü halk ozanımız Aşık Veysel, ama idi. Çiçek hastalığı dolayısıyla ama olmuştu. 2 kardeşini çiçek hastalığından kaybetmişti. Şimdi çiçek aşısı var. Ve insanlar artık çiçek aşısı sayesinde hastalık ortadan kalktığı için şu anda böyle bir sorunla uğraşmıyor. Ama bundan 70-80 yıl geriye gittiğimizde bir çiçek hastalığı probleminin olduğunu görüyorsunuz. O yüzden aşılar bu bulaşıcı hastalıklardan korunmada bizim olmazsa olmazımız. Şu anda ön plana çıkan aşılarda zaten beklediğimiz, istediğimiz etkinlik düzeyinin üzerinde bir etkinliğin olduğu ilan edildi. Zaten Türkiye’de yapılacak değerlendirmenin ardından devreye girecek” dedi.

    ‘EVDE SAĞLIK HİMETLERİ KAPSAMINDA UYGULANABİLİR’

    Doç. Dr. Kayıpmaz, aşıların erken kullanım izni aldıktan sonra aşı merkezlerine dağıtımının nasıl yapılacağı üzerinde Sağlık Bakanlığı’nın çalıştığına dikkat çekerek, “Sağlık Bakanlığı bu konu ile ciddi bir çalışma yürütüyor. Aşama aşama insanların aşı olması planlanmıştı. Öncelikle en yüksek riskteki kişiler aşılanacak. Aşıların kullanımı izni alması sonrasında bunlar belirlenecek. Sağlık kuruluşlarında, temel sağlık hizmetlerinin sunulduğu Aile Sağlığı Merkezi, Toplum Sağlığı Merkezi gibi kuruluşlarda hatta ilk bekleyen hastalara Evde Sağlık Hizmetleri bağlamında bu aşılar uygulanabilir. Bunu en uç noktaya kadar taşıyabilecek şu anda dağıtım alt yapısı var. Bu mRNA aşılarında en büyük karşılaşılan sorun; ciddi bir soğukluk derecesi gerektiriyor aşının saklanacağı koşullar. Ondan dolayı belli başlı merkezler belirleniyor bu ülkelerde ve insanların o merkezlere gelip aşıyı olması tavsiye ediliyor. Yani donanımlı, kapasiteli hastanelerde bu iş yapılıyor. İnaktive aşısı bize bir avantaj olacak. Artı 2 eksi 8 derece arasında saklanabildiği için ülkenin en uç noktalarına kadar bu aşıyı götürebileceğiz” ifadelerini kullandı.

  • Yılbaşında 4 gün yasak olabilir

    Yılbaşında 4 gün yasak olabilir

    Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, koronavriüs salgınına karşı yılbaşında hareketliliği azaltmak için perşembe gününe denk gelen 31 Aralık’tan itibaren hafta sonu ile birlikte 4 günlük sokağa çıkma kısıtlaması söz konusu olabileceğini söyledi.

    Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı ve Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, yılbaşı ile ilgili Bilim Kurulu’nun gündeme getirebileceği önlemlere ilişkin DHA’ya açıklama yaptı. Prof. Dr. İlhan, 31 Aralık perşembe gününe denk gelen yılbaşı için sokağa çıkma kısıtlamasının alınabileceğini belirterek, “Belki 31 Aralık’tan başlayıp 4 günlük bir kısıtlama söz konusu olabilir. Böylece yılbaşı vesilesi ile toplumda insanların hareketliliği de azalmış olur, dışarıda bir araya gelme engellenmiş olur, ev içinde bir araya gelme engellenmiş olur. Biliyorsunuz Ramazan Bayramı’nda da aynı kısıtlamayı yapmıştık. Şimdi 4 gün daha bir kısıtlama ile enfeksiyonun önü alınmaya çalışılabilir” dedi.

    ‘EN BÜYÜK ÖNLEM ÖZ SORUMLULUK’

    Kısıtlama olsa dahi evlerde verilebilecek olası partilere de değinen Prof. Dr. İlhan, “Buradaki en büyük önlem öz sorumluluk. Şöyle bir şey oluyor; toplum cumartesi akşamdan bir araya geliyor, pazar günü de beraber oluyorlar, beraber dışarıda da sosyalleşiyorlar, pazar akşamı herkes evine gidiyor. Böyle olunca cumartesinin ardı sıra gelen 6-7-8’inci günlerde maalesef hasta sayısının arttığını gözlemliyoruz. Filyasyona bakıldığında evde bir araya gelmeden kaynaklanan hastaların olduğunu gözlemliyoruz. Toplum burada öz sorumluluk içinde olarak, olabildiğince çekirdek aile ile yaşamayı düşünmeli. Aşı da gelecek. Aşı ile birlikte mücadelenin daha da kuvvetleneceğini hepimiz biliyoruz. Bu yılbaşı için de geçerli” diye konuştu.

    ‘EVDE PARTİ YAPMALARINI HİÇ ÖNERMİYORUZ’

    Prof. Dr. İlhan, insanların evlerde bir araya gelmemesi gerektiğine vurgu yaparak, “Evde insanlar bir araya gelmesin. Parti olsun olmasın, evde insanlar olabildiğince misafir kabul etmemesi gerekiyor. Zaman tam çekirdek aile olarak bir arada olma zamanı, onlar ile bir arada olma zamanı. Biz vatandaşlarımızın evde parti yapmalarını hiç önermiyoruz. Zorunluktan dolayı insanlar bir araya geleceklerse mutlaka içeriye temiz hava girmesi maske takılması ve mesafeye uyulması gerektiğini tekrar hatırlatalım” ifadesini kullandı.

    Yılbaşında kurallara uyulmazsa vakaların artıp artmayacağını değerlendiren İlhan, “O günleri görmek istemiyoruz. Çok ciddi bir hasta sayısı ile karşı karşıyayız. Hastanelerin yoğunluğunun artmasına izin vermemeliyiz. Vatandaşlarımızdan dikkat etmelerini istiyoruz” dedi.

  • Cuma günü kritik gün: Daha sert tedbirler gelebilir

    Cuma günü kritik gün: Daha sert tedbirler gelebilir

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz, koronavirüs salgını ile mücadelede kapsamında alınan tedbirlerin 1 haftadır uygulandığını belirterek, “Eğer bu tedbirler hasta sayılarını, hastane yükünü azaltma anlamında yeterli olmazsa ek tedbirlerin alınması da gündeme gelebilir. Kamusal daha sert tedbirler her an için hızlıca devreye sokulabilir” dedi.

    Ankara Şehir Hastanesi Acil Tıp Kliniği Eğitim Görevlisi ve Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz, koronavirüs vaka sayıları istenilen düzeyde düşmezse yeni kısıtlamaların gelip gelmeyeceğine ilişkin DHA’ya açıklama yaptı. Doç. Dr. Kayıpmaz, kamusal tedbirlerden ziyade bireysel tedbirlerin önemine dikkat çekerek, “Bireysel tedbirler bir yerde yetersiz kalırsa, kamusal tedbirler alınması gerekebilir. Kamusal önlemler zaten geçtiğimiz cuma akşamından itibaren devreye girmeye başladı. Ama; bu kamusal önlemler halihazırdaki durumu ile hastalığın yayılmasını kontrol altına alamazsa o zaman daha sert tedbirlerin de aşamalı olarak gündeme gelmesi söz konusu olur. Bunları da birçok işletme ve saat aralığı için düşünebiliriz” diye konuştu.

    ‘CUMAYA KADAR SEYİR NETLEŞİR’

    Doç. Dr. Kayıpmaz, bir haftalık kritik sürece dikkat çekerek, “Eğer bunlar hasta sayılarını, hastane yükünü azaltma anlamında yeterli olmazsa ek tedbirlerin alınması da gündeme gelebilir. Aslında bu salgının ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Elbette ki tam kapatma, hastanelerin üzerindeki yükü azaltma açısından faydalı bir yöntemdir. Ama bunun getireceği psikolojik, sosyal, ekonomik ciddi sonuçlar da vardır. Bireysel tedbirlerin yetersiz geldiği noktada kamusal daha sert tedbirler her an için hızlıca devreye sokulabilir. Önümüzdeki günler bununla ilgili belirleyici olacak. Önümüzdeki cumaya kadar seyir daha net şekilde ortaya konmuş olur” dedi.

    ‘EV TOPLANMALARI ANA ETKEN’

    Doç. Dr. Kayıpmaz, tedbirlere uyulması halinde kısıtlama ve kapatmaların o denli az olacağına işaret ederek, “Biz hala toplumda maskelerin burunların altında, çenede takıldığını görüyoruz, bunun bir koruyuculuğu yok. Ben kendi arkadaşlarımdan görüyorum kafelerin restoranların oturma bölümleri kapalı; ama evlerde toplanmalar devam ediyor. Bu dönemde ev içindeki toplanmaların hastalığın yayılımı açısından önemi çok büyük. Ev içindeki toplanmalar bu hastalığın yayılmasına ana etkenlerden bir tanesi. Misafirlik de bu dönemde olmamalı. Kalabalıklardan evde ve dışında kaçmamız gerekiyor. Biz hala paket servislerde büfelerin önünde o kalabalıkları görüyorsak, fiziki mesafe oralarda korunamıyorsa burada bir sorun var demektir. İşletmeler de yaşamına devam etmek durumda. Buralardan hizmet alan insanlarımızın davranışları çok önemli. Büfelerin veya paket servisi yapan yerlerin, dışarıdaki insanları kontrol etme şansı yok. Ama AVM yönetimleri kontrolleri artırabilir. Nitekim hafta sonu yaşanan o kötü görüntülerden sonra bu alanlarda da önlemler attırıldı. Üstelik masada bu risk daha az iken yerde oturulduğunda çok daha fazla bir risk var” dedi.

    ‘SAĞLIK SİSTEMİNDE YÜK OLUŞTURAN HASTANEYE YATAN GRUP’

    Doç. Dr. Kayıpmaz, koronavirüs tablosunda yeni yer alan toplam vaka sayısına ilişkin de “Vaka sayısının içinde hastalar da ağır hastalar da testi pozitif saptanmış kişiler de mevcut. Sağlık sistemimiz üzerinde yük oluşturan grup belirti gösteren, hastaneye başvurması gereken, bir kısmı hastaneye yatması gereken gruptur. Bundan dolayı bakanlığımız sağlık sistemi üzerinde yük oluşturan hasta sayılarını vermeyi tercih etmişti. Sonrasında her ne kadar sağlık kuruluşları üzerinde yük oluşturmasa da filyasyon ekiplerimizin takibe aldığı, testleri pozitif gelen diğer kişilerin de belirti versin vermesin sayılarının açıklanması uygun görüldü, bu şekilde açıklanmaya başlandı. Biz vaka sayısına takılmadan, vaka sayısı kaç olursa olsun bu hastalık tehdidi ortadan kalkıncaya kadar toplumsal bağışıklık aşılar aracılığı ile yaygın biçimde sağlanacağı zamana kadar tedbirlere uymak durumundayız” ifadesini kullandı.

  • Bilim Kurulu Üyesi: Bıçak kemiğe dayandı

    Bilim Kurulu Üyesi: Bıçak kemiğe dayandı

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü, ev içi bulaşlara dikkat çekerek, “Çayı koy geliyoruz’, ‘maç var birlikte izleyelim’, ‘yaş günü yaptık, gelin pasta keselim’, bu tür davetler, bir araya gelmeler olursa alınan tedbirler baypas edilmiş olur, kısa devre olur. Dolayısıyla evde oturmalıyız, eve de kimseyi almamalıyız” dedi.

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Farabi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, Youtube ve Twitter hesaplarından yaptığı videolu paylaşımda, koronavirüse karşı alınan yeni tedbirlerin yeterli olup olmayacağına ilişkin açıklama yaptı. Özlü, alınan tedbirlerin yeterli olup olmayacağının merak edildiğini belirterek, “Umarım yeterli olur. Bu biraz bize de bağlı. Sadece idari tedbirler ile bir pandemiyi durdurmak mümkün olmaz. Toplumun da katılması, destek vermesi lazım” dedi.

    ‘ALINAN TEDBİRLER BAYPAS EDİLMİŞ OLUR’

    Her alanın denetlenemeyeceğini belirten Özlü, şunları kaydetti:

    “Bu süreçle ilgili kamusal alanları denetleyeceğiz. Mesela sokağa çıkma yasağında birisi bu yasağı ihlal ederse yaptırımlara maruz kalacak. Yasağın uygulanacağı diğer alanlar ile ilgili denetim, yaptırımlar uygulanacak; bunlarda sorun olmaz. Ama bulaşma sadece buralarda olmuyor. Ev içi buluşmalar, ev içi toplanmalar buralar Türkiye’de bulaşmanın olduğu sıcak alanlar. Aile içi bulaşlar Türkiye’de çok fazla. Diyelim ki hafta sonu insanlar hava karardığında sosyalleşmek için restoranlara, kafelere, sinemalara gidiyorlardı. Ya da eş-dost buluşup keyifli vakit geçiriyorlardı. Şimdi çıkamayacaklar evden. Şimdi evde kalınca da birbirlerini evlere davet edebilirler, bir arada olmak isteyebilirler. Özellikle aynı apartmanda, aynı sitede oturanlar ya da mahallede yakın oturanlar bir araya gelmek isteyebilirler. ‘Çay demledim gelin, birlikte çay içelim’, ‘çayı koy geliyoruz’, ‘maç var birlikte maç izleyelim’, ‘yaş günü yaptık, gelin pasta keselim’ bu tür davetler, bir araya gelmeler olursa alınan tedbirler baypas edilmiş olur, kısa devre olur. Alınan idari kararların etkili olması için, salgının durdurulması için biz de vatandaş olarak bu konuda duyarlı olmalıyız.”

    ‘YASAKLARA GERİ DÖNMEK ZORUNDA KALABİLİRİZ’

    Özlü, tedbirlerin amacının kalabalıklaşmayı, karşılaşmayı, bulaşı azaltmak olduğuna dikkat çekerek, “Dolayısıyla evde oturmalıyız, eve de kimseyi almamalıyız. Evde de hane halkının dışındaki kişiler ile bir araya gelmek güvenli değil. Sokağa çıkmayız ama evde bulaşma devam edebilir. Hepimizin bu konuda sürece destek vermesi gerekiyor. Bunu yapmazsak bizi zora sokacak, canımızı yakacak radikal kararlara, yasaklara geri dönmek zorunda kalabiliriz” ifadelerini kullandı.

    ‘BIÇAK KEMİĞE DAYANDI’

    Yasaklarla birlikte durumun rehavetinin anlaşılması gerektiğini belirten Özlü, “Bıçak kemiğe dayandı. Bundan sonra bir şey yokmuş gibi davranmaya devam edersek giderek kapanacağız. Daha sert, daha radikal yasaklar gelecek, o da hepimizi zora sokacak. Artık bunu hep birlikte içselleştirmeliyiz, virüsle yaşamayı öğrenmeliyiz. Sosyal alanlar ve kamusal alanlarda dikkat etmemiz gereken hususlar ile ilgili yaptırımlar bizi biraz daha bu konuda zorlayacak; ama kendi evlerimizde, kendi aile içi birlikteliklerimizde çok dikkatli olmamız gerekiyor” dedi.

  • Bilim Kurulu Üyesi’nden aşı yorumu! Çin mi Alman mı?

    Bilim Kurulu Üyesi’nden aşı yorumu! Çin mi Alman mı?

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, pandeminin tek bir aşı ile değil, ancak etkinliği ve güvenliğinden emin olunan birkaç farklı aşı ile sonlandırılabileceğini söyledi. Prof. Dr. Yavuz, “Bir ülkenin aşısı iyi, diğeri kötü tartışmaları çok anlamsız. Biz, her iki aşı çalışmasına da dahil olduk. Herhangi bir yan etkiyle karşılaşmadık. Her aşının avantajları dezavantajları var. Önemli olan etkinlik ve güvenlik sonuçları. Dolayısıyla bir aşı mükemmel, öteki kötü demek çok yersiz. Klinik çalışmalardaki etkinliği çıktıktan sonra her aşı kullanılabilir. Araştırmalara dair sonuçlar da şeffaf bir şekilde paylaşılıyor. Zaten böyle bir salgında tek bir aşıyı bütün ülkeye yapabilme şansınız olmaz. Onun için çeşit çeşit aşılarımızın olması lazım” dedi.

    Tüm dünyanın heyecanla beklediği koronavirüs aşısında, ipi göğüsleyen birkaç aşı adayından biri olan ve Almanya’da Prof. Dr. Uğur Şahin ile eşi Prof. Dr. Özlem Türeci’nin geliştirdiği BioNTech firmasına ait aşıyla ilgili açıklanan son veriler akademi dünyası kadar tüm kamuoyunda heyecanla karşılandı. Bu haberin ardından özellikle sosyal medyada “Çin aşısı mı Alman aşısı mı?” tartışmaları da ağırlık kazanırken, bilim insanları aşılara duyulan güven ya da güvensizliğin ülkelere göre değil ortaya konan klinik araştırma sonuçlarına göre olması gerektiğini vurguluyor.

    İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, kendi merkezlerinde de Alman BioNTech aşısı ile Çinli Sinovac firmasının Faz 3 klinik araştırmalarının halen devam ettiğini vurgulayarak, “Biz her iki aşı çalışmasına da girdik. İkisi de devam ediyor ve ikisinde de şimdiye dek major bir yan etki görmedik. İlk aşıları yaptık, ikişer doz oluyor ikisi de. İkinci dozlara başlayacağız. Zaten birisinin (BioNTech) ara analiz sonuçları açıklandı. Diğerinin de (Sinovac) yakın zamanda açıklanacak. Duyduğum sonuç açıkçası beni bu süreçte en çok sevindiren haber oldu. Umut geldi içime diyeyim, çok sevindirdi gerçekten beni. Diliyorum ki öbür aşıda da böyle bir sonuç elde edeceğiz” dedi.

    “BAŞARILI BİR AŞIDA PLASEBO GRUBUNDAN DAHA FAZLA HASTA ÇIKAR”

    Alman BioNTech-ABD Pfizer ortaklığı ile sonuçları bu hafta duyurulan aşının Faz 3 araştırmalarıyla ilgili değerlendirmeler yapan Prof. Dr. Yavuz, “Yüzde 90’ın üzerinde etkinliği açıklandı. Eğer gerçekten son analizde de bu şekilde çıkarsa ve özellikle de her yaş grubunda böyle bir sonuç çıkarsa gerçekten müthiş bir şey olacak. Bu, bizim tahminlerimizden de daha kısa süre içerisinde bu hastalığın kontrol edilmesinde büyük bir aşama kaydedilmiş olunacak demektir. Bu nedenle Faz 3’e dair bu ilk veriler bize umut aşıladı. Faz 3 çalışmalarında amaç, aşının hastalıktan koruyup korumadığını anlamak. Dolayısıyla bir gruba aşı yapıyorsunuz, bir gruba da plasebo yani boş aşı yapıyorsunuz. Aşı ya da plasebo yapılan gruptan belli sayıda insanın hastalanması beklenir. Aşının başarılı denebilmesi için ise bu hastalanan insanların da daha çok plasebo grubundan, yani aşı olmayan gruptan çıkması beklenir. Burada hedeflenen aslında, en az yüzde 50 plasebo grubundan daha fazla hasta insan çıkmasıydı. Fakat burada çok daha büyük bir başarı görüldü ara analizlerde. Plasebo grubundan yüzde 90’larda bir oran çıktı” diye konuştu.

    “SALGININ HIZI ARA ANALİZİ DE HIZLANDIRDI”

    Bu ara analizlerin aslında aşılanan 40 binden fazla gönüllü içerisinde 35 kişide hastalık görüldüğünde yapılmasının planlandığını, ancak salgının tüm dünyada çok hızlı ilerlemesi nedeniyle gönüllülerden 94’ünün hastalandığına işaret eden Prof. Dr. Yavuz, bunun da Faz 3 araştırmalarının beklenenden de önce bitirilebileceği anlamına geldiğini söyleyerek şu bilgileri verdi:

    “Bu hastalanan 94 kişinin büyük çoğunluğunun (yüzde 90’dan fazlası) plasebo grubundan olduğu tespit edildi. Yani aşı olanların (beklenenden) çok daha az hastalandığı, boş aşı grubundekilerin çok daha fazla hastalandığı tespit edildi. Ara analiz de aslında daha fazla vaka ile yapılmış olundu. Faz 3 çalışmasının sonlandırılması 140 veya 160 hastaya ulaşıldığında yapılacaktı. Bu da 40 bin kişi içinden bu sayıya ulaşmanın çok uzun sürmeyeceğinin de bir işareti. Çünkü tüm dünyada şu anda çok fazla aktivasyon var, bu çalışma Almanya, Amerika ve Türkiye’de de yapılıyor örneğin ve bu üç ülkede de salgın ciddi tırmanışta tekrar. O nedenle kısa sürede de sonuçlanma noktasına ulaşacağını düşünüyoruz. Bu sayıya ulaştığında son analiz yapılacak. Aşılananlardan kaçı hastalanmış, aşılanmayanlardan kaçı hastalanmış, aşılanmayanlar da ne kadar çok (şiddetli) hastalanmışlar. Yani o yüzde 90’dan fazla koruyuculuk şeklinde bahsedilen sonuç, aslında bunu anlatıyor bize. Bu ara analizde de hedeflenenden daha fazla hasta üzerinden yapıldığı için, çok daha kıymetli. Sona yaklaşmış gibi görünüyor.”

    “HER AŞININ AVANTAJI VE DEZAVANTAJI VAR”

    BioNTech firmasının geliştirdiği mRNA tabanlı aşının lojistikle ilgili dezavantajlarına da işaret eden Prof. Dr. Yavuz, bunun da iyi bir planlama ile çözülebileceğine inandığını belirterek, şöyle konuştu:

    “BioNTech aşısının dezavantajı eksi 70 derecenin altında saklanması gerekliliği. Tabii ki o imkan da çok fazla yerde yok. Eğer Türkiye’ye de yeterli miktarda bu aşıdan gelebilirse eksi 70-85 derecede buzdolaplarının bulunabileceği yerlerden, gün içinde aşılamanın yapıldığı yerlere transportu gerçekleşecek. Örneğin Faz 3 çalışması için bize gelen aşıları, çözdükten sonra 6 saat içinde yapmamız gerekiyordu burada. Aşı piyasaya çıktıktan sonra gene aynı formülasyondaki bir aşı gelirse, onu da 6 saat içinde yapmak gerekecek. Bunlar da uygun planlama ile halledilebilecek şeyler aslında. Çünkü bu aşının avantajı, kısa sürede çok fazla üretebiliyorsunuz. Yani virüsü çoğaltmanıza gerek kalmadan bu aşıdan bir sürü yapabiliyorsunuz. Öbür aşılarda (inaktif virüs aşıları) virüsü çoğaltmanız gerekiyor ki bu da zor bir süreç. Ama o aşıların avantajı ne? Normal, 4 derecede de saklayabiliyorsunuz. Zaten herhalde karma bir aşı uygulaması olacak diye düşünüyorum. Yani herkes bir çeşit aşıyla değil, ikinci aşıda da umarım iyi sonuçlar alınırsa, olanağı olan yerlerde biri, yani eksi 85 derecede korunması gereken aşı (BioNTech); olmayan yerlerde ise belki öbür aşı (Sinovac) uygulanacak. Önemli olan aşının etkili çıkması. Bunları çözebileceğimizi düşünüyorum.”

    “ÇİN AŞISI DEYİP ELEŞTİRMEK YERSİZ, ÖNEMLİ OLAN ARAŞTIRMA SONUÇLARI”

    Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, Çin’in geliştirdiği ve Faz 3 çalışmaları tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de süren inaktif virüs aşısı ile ilgili olumsuz polemiklerin de yersiz olduğunu söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Çin, aşıda çok gelişmiş bir ülke. Dolayısıyla önemli olan, klinik çalışmada nasıl bir sonuç alınacağı. Yoksa orası yapmış, öteki ülke yapmış, bu tartışmalar çok gereksiz. Hangi aşı etkili çıkarsa, güvenle yapılabilir. Her iki aşı türünün de avantajları ve dezavantajları var. Bir aşı mükemmel de öteki kötü gibi bir şey yok. Klinik çalışmaların sonuçlarıdır önemli olan. Etkili (ve güvenli) çıktıktan sonra her aşı kullanılabilir. Biz mesela inaktif virüs aşılarını influenzada çok rahatlıkla kullanıyoruz. Güvenli aşılardır bunlar. Önemli olan Faz 3’de de etkili çıkması. O nedenle kimse endişe etmesin. Zaten sonuçlar çıktıkça da paylaşılıyor, hepsi çok şeffaf bir şekilde görülüyor, sonuçları gizlenebilecek gibi de değil. Tek bir aşıyı bütün ülkeye yapabilme şansınız olmaz. Onun için çeşit çeşit aşılarımızı olması gerekli.”

    “GÖNÜLLÜYE ARABA DA ÇARPSA, ÇALIŞMA BİR SÜRELİĞİNE DURDURULABİLİR”

    Faz 3 çalışmasının Faz 1 ve 2’ye ek olarak etkinliğin yanı sıra güvenlik değerlendirmelerinin de tekrar detaylı araştırılması anlamına geldiğini söyleyen Prof. Dr. Yavuz, çalışmanın durdurulmasının söz konusu olabileceğini ancak tekrar devamına da karar verilebileceğini söyleyerek sözlerini şöyle noktaladı:

    “Gönüllülerde herhangi bir olay gelişirse, çalışmalar durdurulabilir. Ara verip ‘Neden oldu bu’ diye bakmanız gerekir. O gönüllüye araba da çarpsa çalışmayı durdurup bunun aşıya bağlı bir yan etki sebebiyle oluşup oluşmadığını belirlemeniz gerekir. Nitekim Sinovac aşısında da geçtiğimiz günlerde (Brezilya’da) bir kayıp yaşandı ve çalışma durduruldu; çalışmaya dahil olan gönüllülerden birinin intihar sonucu öldüğü anlaşılınca bize de bildirildi ve dolayısıyla çalışma tekrar başladı. Daha önce başka bir aşı çalışmasında da ölüm olmuştu ama o kişinin de aşıya bağlı kaybedilmediği ortaya çıktı, tekrar başladı çalışma. Bu çalışmaların doğası bu. Burada sürpriz bir şey yok. Çalışma durduruldu, çok büyük bir olay/skandalmış gibi bir hava yaratılması gereksiz. Bu araştırmaların özelliği budur. Bu nedenle yapılır zaten. Durup bakarsınız, ne olmuş anlarsınız, sorun yoksa devam edersiniz.”

  • Sigara dumanındaki görünmeyen tehlike

    Sigara dumanındaki görünmeyen tehlike

    İçişleri Bakanlığı genelgesi ile tüm illerde vatandaşların yoğun olduğu alanlarda sigara içme yasağı getirilirken, Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz, “Sigara dumanı virüs parçacıklarının daha uzak mesafeye yayılımına neden oluyor” dedi.

    Ankara Şehir Hastanesi Acil Tıp Kliniği Eğitim Görevlisi ve Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz, koronavirüsün yayılmasında sigara dumanının etkisini değerlendirdi. Doç. Dr. Kayıpmaz, insanlar konuştuklarında, öksürdüklerinde, bağırdıklarında ve kahkaha attıklarında çıkan olası virüs parçacıklarının daha uzak mesafeye gidebileceğine dikkat çekerek, “Özellikle hapşırık ve öksürükle virüs parçacıklarının daha uzak mesafeye ulaşabildiğini biliyoruz. Aynı şekilde sigara içen kişilerde de verilen nefes daha kuvvetli olduğu için ve bu sigara dumanının da virüs parçacıklarını taşıma ihtimali olduğu için daha uzak mesafeye virüsün yayılabilme ihtimali bulunmaktadır. Eğer kişiler arasındaki fiziki mesafeyi biz sigara içilmeyen bir alan için 2 metre düşünüyorsak; sigara içilen açık bir alanda bu mesafe en azından 4 metre olmalıdır. Bir başka deyişle siz sigara içen kişinin içtiği sigaranın kokusunu alıyorsanız, aradaki mesafeyi daha fazla açmak durumundasınız” diye konuştu.

    ‘VİRÜSÜN YAYILMASI AÇISINDAN RİSK’

    Doç. Dr. Kayıpmaz, Türkiye’de insanların iş yerlerinde mola saatlerinde, dinlenme saatlerinde veya hastane önlerinde gruplar halinde sigara içtiklerini belirterek, “Sigara, maskeler indiği zaman, beraber içildiğinde virüsün yayılma şansı daha da artıyor. Kişiler sigara içerken maskelerini indirmek durumundalar. Maskeler iniyor; kişiler arasındaki fiziki mesafe azalıyor. Aynı zamanda bu kişi dumanı da dışarıya üflediği için virüsün yayılması açısından elverişli bir ortam oluşturuyor. Bundan dolayı, kamuya açık yerlerde, kapalı alanlarda ve kalabalık yerlerde sigara içilmesi virüsün yayılması bakımından riskli olduğundan dolayı sigara yasağıyla ilgili kararlar alınıyor” ifadelerini kullandı.

    ‘HEM DİREKT HEM ENDİREKT ETKİLERİ VAR’

    Doç. Dr. Kayıpmaz, sigara içmemenin daha sağlıklı olacağını ifade ederek, “İsteğimiz kişinin bu dönemde sigara içmiyorsa sigaraya hiç başlamaması. Sigara içiyorsa sigarayı bırakması. Çünkü sigaranın dumanı yoluyla daha uzak mesafeye virüsü götürme ihtimali var. Akciğer dokusunu harap etme ihtimali var, içeriğindeki kanserojen maddeler dolayısıyla. Ayrıca damar hastalıklarına da sebep olma ihtimali var. Sigara içen kişilerde de hastalığın daha ağır gittiğine dair çalışmalar söz konusu. Durum böyle olunca hem sigaranın direkt etkileri var hem de endirekt etkileri var. Duman yoluyla çevrenizdeki insanlara bulaştırma ihtimali de taşıyorsunuz. Hiç içilmesini tavsiye etmiyoruz; ama eğer buna rağmen dışarıda sigara içiliyorsa tek kişi içilmeli, gruplaşmalar olmamalı ve kişiler arasındaki fiziki mesafe olması gerekenden en az 2 kat daha fazla olmalı” dedi.

    ‘SİGARA DUMANI DAHA UZAĞA TAŞIYOR’

    Doç. Dr. Kayıpmaz, sigara dumanının virüs parçacıklarını ne kadar uzağa taşıyabildiğine dair net bir kanıt olmadığına vurgu yaparak, “Bu 2 katı da olabilir, 4 katı da olabilir. Şunu biliyoruz ki virüs parçacıkları daha uzağa sigara dumanıyla gidebiliyor. Ondan dolayı bir kişinin sigara dumanının kokusunu alıyorsanız oradan uzaklaşmanız lazım. Burada sigara dumanı virüs parçacıklarının kişiler arasında daha uzak mesafeye yayılımına neden oluyor. Sigaranın hem kapalı hem açık ortamlarda toplu biçimde içilmemesini özellikle tavsiye ediyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

  • Virüsün öldürücü etkisi azaldı mı?

    Virüsün öldürücü etkisi azaldı mı?

    Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz, koronavirüsün hastalık yapıcı etkisinde ve öldürücü etkisinde herhangi bir azalma görmediklerini söyledi.

    Ankara Şehir Hastanesi Acil Tıp Kliniği Eğitim Görevlisi olan Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz, koronavirüsün ölümcül etkisinin azaldığına ilişkin açıklama ve araştırmaları değerlendirdi. Doç. Dr. Kayıpmaz, acil serviste çalıştığına dikkat çekerek, “Biz klinikte virüsün hastalık yapıcı etkisinin veya öldürücülüğünün azaldığına dair herhangi bir belirti görmüyoruz. Hastalar; bizlere klinikleri daha çok sıkıntılı bir vaziyette geliyorlar. Biz mart ayında hastaların kliniğini ne kadar ağır görüyorsak şu anda da aynı ağırlıkta hastalık seyrediyor. Yani virüs elbette ki çeşitli mutasyonlara uğruyor; canlılığını devam ettirmek adına, daha çok insana bulaşmak adına çeşitli mutasyonlar yapıyor. Bunlarla ilgili akademik çalışmalar da var. Bununla birlikte klinikte biz hastalık yapıcı etkisinde ve öldürücü etkisinde herhangi bir azalma görmüyoruz” dedi.

    ‘ELİMİZDE ŞU ANDA ÇOK KUVVETLİ TANI ARAÇLARI VAR’

    Doç. Dr. Kayıpmaz, dolaylı olarak ölüm oranlarında bir azalmanın dünya genelinde var olduğunu ifade ederek, “Burada yapılan test sayılarının artmasıyla birlikte semptom göstermeyen pozitif kişilerin saptanması önemli. Erken tanının olması önemli. Elimizde şu anda kan tetkiki anlamında, PCR testi anlamında ve radyolojik görüntülemeler anlamında çok kuvvetli tanı araçları var. Biz tanı araçlarını ne kadar yaygın kullanırsak o kadar fazla hastayı erken dönemde tanıyabiliyoruz. Asemtomatik kişilerin PCR pozitifliği olsa bile evde izole olmalarını sağlıyoruz. Böylece bu kişiler toplum hayatına karışmıyor. Ve mümkün olduğunca hastalığın yayılması o yerde sınırlandırılıyor. Ayrıca semptom veren kişilerde de hastalığın erken dönemde de tanısını koyduğumuzda erken tedaviye başlama şansımız da oluyor. Laboratuvar yöntemleri, PCR testleri ayrıca radyolojik görüntülemeler, tomografiler gibi imkanlarla erken dönemde hastalığın tanısını koyabiliyoruz. Erken tanı erken tedaviyi de beraberinde getiriyor” diye konuştu.

  • Koronavirüste ölüm riskini yüzde 47 düşürüyor

    Koronavirüste ölüm riskini yüzde 47 düşürüyor

    Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, ABD’de hastanede tedavi gören koronavirüs hastalarında düzenli kullanıldığında ölüm riskini yüzde 47 düşürdüğü ortaya çıkan aspirinin, Türkiye’de salgının en başından bu yana hastalarda kullanıldığını söyledi.

    Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, koronavirüsten kaynaklanan ölümlerin önemli bir sebebinin vücuttaki bütün damarların iç yüzeyini döşeyen hücrelerin, virüsten etkilenerek görevini yapamaz hale gelip, kanın pıhtılaşması olduğunu söyledi. Prof. Dr. Azap, “Kan pıhtıları oluşup küçük damarları, ince kılcal damarları tıkamaya başlıyor. Bu damarlar tıkandığı zaman organlar beslenemiyor. Akciğer yetmezliği, solunum yetmezliği şeklinde karşımıza çıkıyor. Beyinde felçlere sebep olan pıhtılara sebep olabiliyor. Kalp krizi olabiliyor” dedi.

    ‘BAŞTAN BERİ HASTALARIMIZDA KULLANIYORUZ’

    Bunun salgının erken dönemlerinden itibaren bildikleri bir konu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Azap, “Aslında pek çok enfeksiyon hastalığında böyle olur. ‘Septik şok’ dediğimiz ‘sepsis’ dediğimiz tablo ortaya çıkar. Vücudun pıhtılaşma sistemi bozulur, kanın akışkanlığı bozulur, bu pıhtılar nedeniyle organ yetmezliği ve ölümler gerçekleşir. Amerikalı bilim insanlarının yaptığı şey de bu kan sulandırıcı ilaçların gerçekten bunu ne kadar önlediğini gösteren bir çalışma, aspirinin yüzde 50 oranında bunları önlediğini gösterdiler. En baştan beri böyle bir durum olduğunu bildiğimiz için Türkiye’de zaten kan sulandırıcı ‘aspirin’ olabilir ‘heparin’ gibi başka bazı daha farklı ilaçlar olabilir, baştan beri hastalarımızda kullanıyoruz” diye konuştu.

  • Bilim Kurulu Üyesi Yamanel koronavirüsü yendi

    Bilim Kurulu Üyesi Yamanel koronavirüsü yendi

    Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Yamanel’in, koronavirüse yakalandığı ve tedavi görerek hastalığı yendiği öğrenildi.

    Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakım ve İç Hastalıkları Uzmanı, Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Yamanel, koronavirüse yakalandı.

    Hastanede Covid-19 yoğun bakım servisinde görev yapan Prof. Dr. Levent Yamanel’in, 15 gün hastanede tedavi görmesinin ardından taburcu olduğu ve test sonucunun negatife döndüğü belirtildi.

    1 hafta içinde hastanedeki görevine dönmesi beklenen Prof. Dr. Yamanel, son dönemde Koronavirüs Bilim Kurulu toplantılarına katılmıyordu.

  • Bilim kurulu üyesinden sahte içki uyarıları

    Bilim kurulu üyesinden sahte içki uyarıları

    Sahte içkiden hayatını kaybedenlerin sayısı hızla artarken, uzmanlar evde yapılan alkollü içkilerin de sahte içki kadar tehlikeli olduğu uyarısında bulunuyor. Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu üyesi ve Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, evde yapılan alkollü içkiler için uyarılarda bulundu, sahte içki, alkol türleri, zehirlenme belirtileri ve tedavilerine yönelik açıklamalar yaptı.

    Evde alkollü içki üretimi son günlerde gündemde. Yapım malzemelerini internetten, bazı içki büfelerinde hatta aktarlardan bile bulmak mümkün oluyor. Alkol satışının yasak olmasına rağmen el altından satan dükkanlar bulunuyor. En kolay yöntem ise internet satışı. İnternette yapım videolarında, alkollere, çeşit çeşit alkollü içki tarifine kadar bulmam mümkün. Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu üyesi ve Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, Prof. Dr. Necmi İlhan, evde yapılan alkollü içkiler için uyarıyor, “Alkollü içki üretiminde etil alkol de metil alkol de kullanılabilir. Eğer rutin ticarette kullanılan etil alkol kullanılıyorsa burada da dozlama yapmak zor olacağından yüksek dozdan dolayı insanlar hayatını kaybedebilirler. Söylediğim bulguların tamamı rutin yani ticari olarak satılan alkolle de söz konusu olabilir. Sadece metil alkolün farkı bunun çok daha çabuk ve çok daha küçük dozlarda karşımıza çıkması. O yüzden vatandaşlarımızın kendi alkollü içeceklerini üretmelerinin çok doğru olmadığını düşünüyorum” dedi.

    Vatandaşlar da sahte içki kullanmanın, evde içki yapımının doğru olmadığını savunuyor.

    Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, alkol türlerinde, zehirlenme belirtilerine kadar Demirören Haber Ajansı’na değerlendirmelerde bulundu.

    ZEHİRLENME BELİRTİLERİ

    Prof. Dr. Necmi İlhan, “3 tip alkolümüz var ama bir tanesi rutinde kullanılan etil alkol, ticareti yapılan, bir tanesi metil alkol, metanol kaçak kullanılan diğeri de etilen glikol cam antifrizlerinde kullanılan. Kişiler nasıl anlayabilir metanol zehirlenmesi olduğunu? Aslında çok da anlaşılabilir bulguları yok çünkü bu hastalığa özgü bulguları yok. En önemlisi öykü yani kısa zaman öncesinde alkollü içki tüketmiş olmak ve bunun da şüphe edilen bir yerden temin edilmiş olması. Şüphe edilen yerler; kişinin kendi ürettiği olabilir, dışarıdan bir yerden almış olabilir ya da gittiği bir sosyal alanda kendisine servis edilen olabilir, buna dikkat etmek gerekiyor” dedi.

    Prof. Dr. İlhan, başlangıçta sarhoşluk evresi ve mide ağrısının ilk saatlerde olduğuna dikkat çekerek, zehirlenmenin belirtileriyle ilgili şunları kaydetti:

    “Gastrit dediğimiz gibi bir şeyden rahatsız oluruz, midemizde bir ağrı hissederiz. İlk birkaç saatte böyle bir durum söz konusu oluyor. Daha sonra 3 ile 30 saate varan asemptomatik dönem, bulgusuz olan dönem geçebiliyor çoğunlukla. Bu dönemde maalesef metanol tüm vücuda nüfuz ediyor, tüm vücut içerisinde bulunuyor. Evre 3 dediğimiz dönem ise bu 30 saatten sonra başlayan kabaca 24 saat, 1 günden sonra başlayan bulgular ki; burada ise çok ciddi bir halsizlik baş ağrısı, kusma, karın ağrısı, görme bozuklukları, çift görme, bulanık görme, alanda kar yapmış gibi, tipi varmış gibi görme özellikle tipiktir. Renk saptama değişiklikler, yine aynı idrarda formaldehit kokusu olması, karın ağrısı, kusma, ishalden komaya kadar giden bir süreç yaşıyoruz. Ama bu noktaya geldikten sonra geri dönüş biraz zor gibi gözüküyor. Genelde geri döndürülmeye çalışılıyor ama hastalarımız doz çok yüksek alındığında, metil alkolün daha az dozda alınmasına rağmen etil alkole göre daha fazla etki yaptığından maalesef hastalarımızı çok da kurtaramıyoruz. Nihayetinde komadan sonra kalp yetmezliği ile şoka, ölüme kadar giden bir durum söz konusu olabiliyor. Etilen glikolde ise yine benzer bulgular olabiliyor ama burada daha erken bulgular ortaya çıkabiliyor.”

    “KENDİ ALKOLLÜ İÇECEKLERİNİ ÜRETMELERİNİN ÇOK DOĞRU OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM”

    Prof. Dr. İlhan bundan korunmak için yapılması gerekenler konusunda ise, “Bugün alkolün zararlarını hepimiz biliyoruz, toksik etkilerini hepimiz biliyoruz. Doğrusu alkol kullanmamak ama vatandaşların alkol kullanma yönünde bir tercihi varsa, mutlaka bildikleri marketlerde, bildikleri restoranlardan bu gereksinimlerini gidermeleri doğru bir yaklaşım olacaktır. Alkollü içki üretiminde etil alkol de metil alkol de kullanılabilir. Eğer rutin ticarette kullanılan etil alkol kullanılıyorsa burada da dozlama yapmak zor olacağından yüksek dozdan dolayı insanlar hayatını kaybedebilirler. Söylediğim bulguların tamamı rutin yani ticari olarak satılan alkolle de söz konusu olabilir. Sadece metil alkolün farkı bunun çok daha çabuk ve çok daha küçük dozlarda karşımıza çıkması. O yüzden vatandaşlarımızın kendi alkollü içeceklerini üretmelerinin çok doğru olmadığını düşünüyorum” şeklinde konuştu.

    HASTANEYE GİTMEK GEREKİYOR

    Prof. Dr. İlhan, tedavi konusunda ise, “Tedavisi açıkçası vatandaşın kendisinin yapabileceği bir şey değil. İvedilikle bir yataklı tedavi kurumuna gitmek gerekiyor yani 2. basamak, 3. basamak sağlık kuruluşlarına gitmek gerekiyor. En önemlisi öyküde şüpheli bir durum söz konusuysa ve gittikleri yerde de vatandaşlarımızın hemodiyaliz veya yoğun bakım şartları dahi gerekebilir çünkü hastalık çok ağır gidiyor. Özellikle alkol zehirlenmelerinin tüm türlerinde kişi kusturulmaz, toplumda yanlış bir algı var, kusturulmaması gerekiyor. Tedavi de tamamen ‘çay iç geçer, yoğurt ye geçer, suyu bol içi geçer’ diye değil, tamamen tıbbi koşullarda yatarak tedavinin sağlanması gerekiyor. Vatandaşın kendisinin yapabileceği bir şey yok, şüphe ettiyse ve mutlaka bir yataklı tedavi kurumuna başvurması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

    ŞİŞLERİN İMHA EDİLMESİ

    Kullanılmış alkol şişelerinin imha edilmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. İlhan, “Camlar iyi bir geri dönüşüm malzemesi, hem ülkemize katkısı olacaktır camların geri dönüşüm malzemesi olması, hem de tekrar şişelerin doldurulması engellenecektir. Bunun da mücadelede iyi bir yol olduğu kanışımdayım.” dedi.

    EVDE ALKOLLÜ İÇKİ ÜRETİMİ

    Prof. Dr. İlhan, evde üretilen alkollü içkiler konusunda ise şunları söyledi:

    “Dün ve bugün baktığımızda neredeyse koronavirüsten hayatını kaybeden kadar vatandaşımız hayatını kaybetti. Üretilen sahte alkollü içeceğin dağıtılmasıyla ilgili. Muhtemelen bir kanal vefatların olduğu yerlere ya da tek bir yerde olduysa oraya o kanaldan içkiler gittiği için orada karşımıza çıkıyor. Senede 2-3 kez bunu gözlemliyoruz. Maalesef kaçak alkol kullanımı yani metanol kullanımı sonucu hayatını kaybeden vatandaşlarımız oluyor. Mevsimsel bir özelliği de yok ama genelde bir hafta sonu sonrasında cuma-cumartesi-pazar gibi sosyal etkinliğin daha olduğu bir zaman dilimi içerisinde genelde oluyor. Hafta başlarında daha çok oluyor bugüne kadar olan alkol zehirlenmelerine baktığımızda. İçişleri Bakanlığının bu konuda bir çalışması var, bu tip ürünlerin yasaklanması konusunda. Bakkalda bunları yapacak aparatların satılması, bunların engellenmesi yoluyla, yasaklanması yoluyla, bir mevzuat düzenlemesi ve ondan sonra belediyelerin sıkı denetim yapmasıyla çok rahatlıkla bu sorunun üstesinden gelinebilir. Vatandaşlarımızın da bilinçli olması gerekiyor; bunun zararlı olduğunu hepimiz biliyoruz, hele ki kaçak içkinin zararlı olduğu herkes tarafından biliniyor.”

    “HERKES TUTTURAMAZ Kİ DOZAJINI”

    Vatandaşlar sahte alkolün ve evde alkollü içki yapımının doğru olmadığını savunuyor, evde üretilen alkolde dozaj tutturmanın da zor olacağını belirtiyorlar.

    Saadettin Altınoluk, “Daha iyi diyerek içiyorlar ama ne kadar biliyor yapan, ne kadar anlıyor. Bence en iyisi orijinalidir. Tehlikelidir, içiyorsa az içsin, orijinalini içsin, her şeyin orijinali” dedi.

    Dastan Ertan da “Televizyondan duyuyoruz, gördüğümüz yok. Zaten evde yapılan tehlikeli, devletin fabrikasından çıkıyorsa, üzerinde kağıdı olursa onu al. Ama devletin haberi yok ben gitmiş bir güzel yapmış satmışım zehirin zehir, içilir mi? Almasın akıl var” diye konuştu.

    Sefer Kurt, “Zararlı tabii, herkes tutturamaz ki dozajını. Bizim Karadeniz’de olmaz o” dedi.