Etiket: çevre haberleri

  • İstanbul ve İzmir’i bekleyen tehlike: Kıyılar sular altında kalabilir

    İstanbul ve İzmir’i bekleyen tehlike: Kıyılar sular altında kalabilir

    Kuzey Kutbu’nda bu yıl Temmuz ayında 197 milyar ton buz kütlesi eridi. Uzmanlar, 2050’ye kadar buzulların tamamının eriyebileceğini ve yükselen deniz seviyesi sebebiyle kıyı kentlerinin sular altında kalabileceğini söylüyor. İstanbul ve İzmir ise en büyük mali kaybı yaşayacak şehirler arasında.
    Ekolojik yıkım ve iklim değişikliği sorununda uzmanları en çok endişelendiren konuların başında kuzey kutup bölgesindeki buzulların hızla erimeye başlaması geliyor.

    Milliyet’ten Mert İnan’ın haberine göre; 2009-2012 yılları arasında Türkiye’nin yüzölçümü kadar buzul kaybolan kuzey kutup bölgesinde, endişe verici görüntüler oluşmaya başlarken, Temmuz ayında da toplam 197 milyar ton buz kütlesinin (yaklaşık 80 milyon olimpik yüzme havuzundaki buz) eridiği saptandı.

    Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) hazırladığı altıncı raporda da Kuzey Kutup Dairesi’ndeki ısınmanın dünyanın geri kalan yerlerine göre iki kat daha hızlı ilerlediği belirtilirken en iyimser senaryo doğrultusunda bile 2050’ye kadar bölgedeki buzulların tamamının eriyebileceğine dikkat çekildi.

    ‘En fazla mali zarar İstanbul’da yaşanacak’

    Uzmanlar, buzullardaki erimenin okyanus sularının sıcaklığı ile yağış rejimini ciddi biçimde etkileyeceğini belirtirken, İstanbul, Barselona, Londra ve Kopenhag başta olmak üzere, Avrupa’daki büyük şehirlerin iklim değişikliği yüzünden yükselecek olan deniz seviyesi tehdidi ile yüz yüze kalacağına dikkat çekiyorlar. İstanbul ve İzmir ise iklim değişikliği yüzünden en çok mali kayba maruz kalacak ilk üç şehir arasında gösteriliyor.

    İstanbul’un, 2030 yılında yıllık ortalama 201 milyon dolar hasar ile yüz yüze kalacağı tahmin edilirken, bu rakamın 2100 yılında yıllık 10 milyar dolara kadar çıkacağı öngörülüyor. Küresel iklim değişikliğinin hem küresel hem yerel ölçekte buzulları eriteceğini dile getiren İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Katı Yer Bilimleri Öğretim Üyesi Prof.Dr. Akif Sarıkaya 2070 yılında Erciyes ve Doğu Bölgeleri’ndeki birçok buzulun yok olma riski altında olduğunu söylüyor.

    ‘Birçok liman ve kıyı kenti su altında kalabilir’

    Sarıkaya, “Türkiye’de 41 bölgede buzul mevcut ama 40 yıllık süre içerisinde yüzde 35’lik bir buzul alan kayboldu. Bunun tek nedeni iklim değişikliği. Hakkari Cilo Dağları’nda 2 kilometre uzunluğunda toplam 29 buzul var. Erinç Buzulu 1937’de 3.3 kilometre uzunluğa sahipti. 2009’da yaptığımız ölçümlerde buzulun 1.5 kilometreye düştüğünü tespit ettik. Aynı bölgede bulunan ve 1937’de 4 kilometre uzunluğa sahip Uludoruk Buzulu ise 900 metreye kadar geriledi. Kaçkarlar’da 1948’de 1.7 kilometre olan buzullar 2004’te 930 metreye düşerken, Erciyes’te ise sadece 260 metrelik buzul alan kaldı. Türkiye’nin en batısındaki buzul özelliğine sahip Erciyes’te yıllık buzul kaybı 4.2 metre. Yaptığımız ölçümlere göre 2070’de Erciyes’teki buzul tamamen yok olacak. Buzullar, su kaynaklarının varlığı açısından büyük öneme sahip. Örneğin Kayseri şehir suyunun bir kısmı Erciyes’ten geliyor. Durum çok ciddi. 2100 yılında deniz seviyesinin 40 santim ile 1 metre arasında yükseleceği tahmin ediliyor. Birçok liman ve kıyı kenti sular altında kalabilir” dedi.

    ‘Kayıp çok hızlı ilerliyor’

    İklim değişikliğinin Türkiye buzullarına etkisini gözlemlemek için Hakkari’deki Cilo Dağları’na giden Türk Coğrafya Kurumu Başkanı Doç. Dr. Ahmet Ertek ise “Ne yazık ki buzullar, buzul vadileri ve buzul gölleri iklim değişikliğinden olumsuz etkilenmeye devam ediyor. Özellikle Cilolar’ın kuzey buzullarında ciddi erime tespit ettik. 18 bin yıl önce Pleistosen Buzul Çağı’nda 10 kilometreyi bulan buzul, 1948’de Sırrı Erinç hocamız tarafından 4 kilometre ölçüldü. 73 yıl sonra biz yüzde 75 kadar kütle kaybı gördük. Kayıp öylesine hızlı ki 2009’da 1.5 kilometrelik buzul uzunluğu günümüzde ise 900 metreye kadar düştü” diye konuştu.

    ‘Havalar daha da ısınacak’

    Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Prof. Dr. Murat Türkeş de dünyanın daha çok ısınacağına dikkat çekerken, “Bilim dünyasının uyarıları dikkate alınmazsa, 2070-2100 yılları arasında Türkiye’de ortalama sıcaklıklarda 3 ile 7 derece arasında değişen artışlar bekleniyor” uyarısında bulundu.

    Türkeş, “Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) tarafından hazırlanan altıncı rapordaki 2050 yılına kadar küresel ölçekte 2 derece ısınma olması durumunda neler olabileceğine dair analizler çok önemli. Küresel 2 derecelik artış Akdeniz Havzası’ndaki Türkiye’de 4 derece artış anlamına geliyor. 2 derecelik artış olması durumunda Akdeniz havzasındaki yıllık yağışlarda yüzde 10 ile 30 arasında azalma bekleniyor. 4 derecelik sıcaklık artışı olursa bu oran yüzde 40’a yükseliyor. Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak gelecekte bu yıldakine benzer uzun sureli, geniş alanlı ve kuvvetli sıcak hava dalgaları daha etkili olacak. Sıcaklık ekstremleri giderek şiddetlenecek. Kuşkusuz Türkiye ikliminde beklenen bu değişiklikler, kuraklığa neden olacak. Bu nedenle suyu akılcı, dikkatli ve verimli kullanmaya yönelik kuraklık risk yönetimi sistemi hayata geçirilmeli” dedi.

  • Plastik şişelerdeki tehlikeye dikkat

    Plastik şişelerdeki tehlikeye dikkat

    Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tunç Akkoç, plastik şişelerdeki tehlikeye dikkat çekti. Akkoç, trafikte satılan, araçlarda bırakılarak güneşe maruz kalan şişelerdeki suları tüketmenin sağlık açısından zararlı olduğunu kaydetti.

    Yaz aylarında plastik şişelerde satılan sular daha fazla tercih ediliyor. Gün içinde güneş ışınına maruz kalan bu şişeler defalarca kullanılabiliyor. Uzmanlar ise trafikte satılan, arabada bırakılarak güneşe maruz kalan bu suları tüketmenin sağlık açısından zararlı olduğu konusunda uyarıyor. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tunç Akkoç, pet şişenin içeriğinde bulunan kimyasala dikkat çekerek, “Plastik şişelere baktığımızda, kimyasal yapısı nedeniyle uzun süre dayanıklı yapılar tercih ediliyor. Bunların çözünürlükleri çok düşük, dolayısıyla doğada uzun süre kalabiliyorlar. Bu kimyasal maddeler zaman içerisinde, özellikle ışığa maruz kaldıklarında, suyun içerisinde daha çok çözünüyorlar. Bunun sonucunda; bunlar tüketildiği zaman, ciddi problemler yaratıyorlar. Bağışıklık sistemini uyararak yabancı madde olarak algılandıkları için sistem doğrudan yanıt veriyor bunlara. Yanıt dışında aynı zamanda toksik etkileri de var ve bu durum hücrelere zarar veriyor” diye konuştu.

    “DENİZ CANLILARINDAN DOLAYLI OLARAK İNSANLARA GEÇEBİLİYOR”

    Deniz canlılarının pet şişe atıklarından beslendiğini belirten Prof. Dr. Tunç Akkoç, “Doğaya baktığımızda; bu pet şişeler kullanıldığında ormanlarda bunların çözünürlükleri çok düşük olduğu için yine yüksek ısıyla beraber, o bölgede beslenen canlılar da bunlarla kontamine olabiliyorlar. Bunun sonucunda da bu hayvanların insanlar tarafından tüketilmesiyle birlikte insanlar da zarar görebiliyor. Onun dışında, deniz canlılarına bakalım mesela; göllerde ve denizlerde bulunan, yine atılmış pet şişeler yüksek ısıya maruz kaldıkları zaman bahsettiğimiz kimyasal maddeler suya geçiyor ve deniz canlıları bunlarla besleniyor bir şekilde. Dolaylı olarak insanlara da geçebiliyorlar. Bu bahsettiklerim damacana sular için de geçerli” uyarısında bulundu.

    “PET ŞİŞELERİN ÇOK HIZLI TÜKETİLMESİ GEREKİYOR”

    Suların güneş görmeyen bir ortamda saklanması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Tunç Akkoç, uyarılarını şu şekilde sürdürdü:

    “Bizim doğaya bıraktığımız pet şişeler ve diğer plastik yapılar doğada uzun süre kalsalar dahi yok olmuyorlar. İçindeki kimyasallar zaman içerisinde ısıyla çözündüklerinde toprağa karışabiliyor. Eğer orada bir kaynak varsa ve o kaynağa inerse tekrar o döngüyle karşılaşabiliyoruz. Bu nedenle pet şişelerin çok hızlı bir şekilde tüketilmesi gerekiyor. Özellikle bunları sağlayan yerlerin pet şişeleri sıcak yerde tutmaması ve hızlı şekilde tüketiciye ulaştırması gerekiyor. Stok sisteminde uzun süre kalan sular, yani pet şişeler bir şekilde sıcakla ve bulunan ortam ısısıyla birlikte o kimyasal maddeleri dışarıya doğru yayacaklar. Bazı suları içtiğimiz zaman acı bir tat gelir, işte acı tadın sebebi kimyasalın işin içine girmesidir.”

  • Bursa’dan Marmara Denizi’ne zehir akıyor

    Bursa’dan Marmara Denizi’ne zehir akıyor

    Bursa’dan Marmara Denizi’ne dökülen Nilüfer Çayı; tarım, sanayi ve evsel atıklar nedeniyle siyaha boyandı. Kirli suyun çaya aktığı noktalar dronla havadan görüntülendi. Suda canlı yaşamının kalmadığını belirten DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi Murat Demir, “Bu artık bir su değil, kimyasal atık” dedi.

    Uludağ’dan başlayıp, ovadaki birçok dere ve Susurluk Çayı ile birleşerek, Karacabey’den Marmara Denizi’ne dökülen yaklaşık 200 kilometrelik Nilüfer Çayı, kirli atıklar nedeniyle siyaha büründü. Bursa Ovası’nda tarım ve hayvancılık ise olumsuz etkilendi. Kirli su, son dönemde deniz salyasıyla gündeme gelen Marmara Denizi’nin de kirliliğinin artmasına neden oluyor. Sudaki siyahlık ve kirli atıkların çaya boşaltıldığı noktalar dronla havadan görüntülendi. Nilüfer Çayı’nda eskiden insanların yüzmeyi öğrendiğini belirten DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi Murat Demir, “Nilüfer Çayı içinde balığı, kurbağası, kaplumbağası, yılanıyla, su bitkileriyle bir yaşam döngüsüydü, ancak şu an burada yaşam ihtimali sıfır. Çünkü bu artık bir su değil, kimyasal atık” dedi.

    ‘SANAYİCİLER KADAR EVDEKİLER DE SUÇLU’

    DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi Murat Demir, “4 milyona yaklaşan nüfusumuzla, 20’den fazla sanayi bölgemizle biz bütün evsel ve sanayi atığımızı Nilüfer Çayı’na bırakıyoruz. Bunu hem evimizde hem de sanayimizde yapıyoruz. Yani sanayicimiz kadar evdeki teyzemiz de suçlu. Çünkü biz lavabolardan döktüğümüz kızartma yağları, bulaşık yağları, deterjan gibi atıklarla kirletiyoruz. Zaten sanayi başlı başına bir kirlilik unsuru, sanayi demek kirlilik demek. O yüzden de Nilüfer Çayı kirli akıyor, su olmaktan çıkmış kimyasal atık halinde akıyor. Bursa’nın kültürel ve doğal mirasında Nilüfer Çayı’nın yeri var. Evliya Çelebi, Bursa’ya geldiğinde Nilüfer Çayı ve çayı besleyen akar suları gördüğünde ‘Bursa sudan ibarettir’ demiştir. Bursa’daki kültür suyla birlikte var olmuştur. 30-40 yıl öncesine kadar Bursa sanayi kenti olmadan öncesine kadar Nilüfer Çayı’nın etrafında şenlikler yapılırmış. Yaşlı teyzelerimiz denize hiç gitmediklerini yüzmeyi Nilüfer Çayı’nda öğrendiklerini söylerdi. Amcalarımız burada 120 kilo yayın balığı yakaladıklarını söylerlerdi. Nilüfer Çayı içinde balığı, kurbağası, kaplumbağası, yılanıyla, su bitkileriyle bir yaşam döngüsüydü, ancak şu an burada yaşam ihtimali sıfır. Çünkü bu artık bir su değil, kimyasal atık”dedi.

    MARMARA DENİZİ ÖLÜME GİDİYOR

    Arıtma tesislerinin öneminden bahseden Demir, “Sanayici kirli teknoloji kullanmamalı, suyu yerinde arıtmalı. Yani suyu daha az tüketen ve hiç kirletmeyen teknoloji kullanmalı. Yani biraz yatırım yapmalı. Biz bir gün yine Marmara Denizi ne olacak, diyeceğiz. Bu su Marmara Denizi’ne aktığı sürece denizin ekosistemi bozulacaktır. Biz bunu yıllardır söylüyoruz ama ne yazık ki son müsilaj olayına kadar sesimizi kimseye duyuramadık. Bizim duyuramadığımız sesi doğa kendisi duyurdu. Marmara Denizi en sonunda gözümüze soktu ve ben ölüyorum dedi. Bu dereler, bu kirlilik evsel ve sanayi atıklarımız Marmara Denizi’ne kirli bir şekilde gittiği sürece Marmara Denizi ölüme, yok olmaya adım adım hızlı bir şekilde gidiyor demiştik, son yıllarda artık koşar adım gitmeye başladı. Sonucu hep birlikte yaşadık gördük” diye konuştu.

  • Salda Gölü alarm veriyor: Sular 30 metre çekildi

    Salda Gölü alarm veriyor: Sular 30 metre çekildi

    Türkiye’nin Maldivleri olarak bilinen Burdur’un Yeşilova ilçesindeki Salda Gölü’nde kuraklıkla birlikte su seviyesi düştü. Bunun sonucunda halk plajı ve Beyaz Adalar bölgelerinde küçük adacıklar ortaya çıktı. Göl sularındaki çekilmenin 10 yılda 30 metre seviyesinde olduğunu belirtiliyor.

    Burdur’un Yeşilova ilçesindeki turistlerin uğrak noktası Salda Gölü de kuraklıktan nasibini aldı.

    Son yıllarda yağışların mevsim normallerinin altında olması nedeniyle göl suyunda çekilme meydana geldi. Salda Gölü’nün Beyaz Adalar ve halk plajı bölümünde suların çekilmesinden sonra küçük adacıklar ortaya çıktı.

    Yeşilova Belediye Başkanı Mümtaz Şenel, Salda Gölü’nde yağışların azlığı nedeniyle Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi çekilme meydana geldiğini söyledi. Mümtaz Şenel, “Burası çok derin bir göl olduğu için dışarıdan gelen insanlar suyunda çekilme yok gibi görüyorlar. Salda Gölü, 1959 yılında ilkokul yıllarımdan bildiğim kabaran turkuaz mavisiyle güzel bir göldür. Ama son yıllarda sondajların yapılması ve çevresine yapılan göletler nedeniyle besleyen kaynak azaldı. Sadece Sultanpınarı’ndan akan sudan; bir de kar ve yağmur suyu ile besleniyor” dedi.

    Kuraklık devam ederse her yerde olduğu gibi Salda Gölü’nde de bu çekilmenin devam edeceğini vurgulayan Mümtaz Şenel, şunları söyledi:

    “Salda Gölü’nün çekilmesinden çok temiz tutulmaması ile ilgili korkularım var. Bunu valiliğimizin, kaymakamlığımızın, belediyemizin aldığı önlemlerle güzel bir yere getirmeye çalışıyoruz. İnşallah önümüzdeki dönemde valiliğimizin Salda Gölü’nü koruma ile ilgili önlemleri var. O önlemleri hep beraber uygularız ve Mars’a benzeyen yönüyle dünyadaki bu değerli, nadide göl tüm Türkiye’nin incisi olarak kalır. Bize düşen görev de burayı en iyi şekilde korumak. Biz de elimizden geleni yapacağız, bu konuda kararlıyız.”

    Salda Gölü’nde önceki yıllarda da kurak giden mevsimlerde az da olsa çekilme olduğunu belirten Mümtaz Şenel, “Ama son yıllarda kuraklığın artmasıyla bu çekilme devam ediyor. Söylediğim gibi çok derin bir göl olduğu için başka yerlerdeki sığ göllerde olduğu gibi çekilme çok belli olmuyor, buna ancak gölün eski zamanlarını bilenler farkına varabilir. Gölde 20- 30 metre civarında bir çekilme var. Ben bunu değerlendirirken 10 yıl içindeki süreden bahsediyorum. 1959 yılından bu yana Yeşilova ve Salda Gölü’nden hiç bağlantımı koparmadım. Şimdiki tabiat parkının olduğu orman plajı dediğimiz yerde yılda 2 ay kamp kurduğum olurdu. Öğretmen olduğum için yaz tatillerinde çocuklarımla birlikte orada kamp kurardık” diye konuştu.

    Ağustos ayında Vali Ali Arslantaş başkanlığında yapılan toplantıda bu bölgede mısır ekiminin sınırlı yapılmasının dile getirildiğini anlatan Mümtaz Şenel, “Bize düşen bu bölgede turizme yönelik çalışmalar yapılmalı. Hayvancılığı başka bölgelere yönlendirirsek daha iyi olur diye düşünüyorum. Son yıllarda Yeşilova, Doğanbaba, Kayadibi, Salda gibi bölgeler tam yeterli olmasa da turizm kaynağından beslenmeye başladı. Bize düşen görev buraya gelen turistleri en iyi şekilde ağırlamak ve bu bölgede yatak kapasitesini artırıp, bunu yaparken de gölün hemen kıyısında değil yamaçlara yapmak. Bunu yaparsak hem gölü kirletmemiş hem de turizmden yeteri kadar faydalanmış oluruz. Bu görevi de belediye olarak devletimizin kurumları olarak birlikte yapacağız” dedi.

    Ciddi yağışlar olursa gölün besleneceğini de belirten Yeşilova Belediye Başkanı Mümtaz Şenel, göl çevresinde vahşi sulamadan vazgeçilmesi konusunda halkı uyarma ve bilinçlendirme yapılması ve sondajların sınırlandırılması gerektiğini söyledi.

  • Salda Gölü’nün Beyaz Adalar kısmı ziyarete kapatıldı

    Salda Gölü’nün Beyaz Adalar kısmı ziyarete kapatıldı

    Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un 15 Ekim’den itibaren girişlere kapanacağını açıkladığı Burdur’un Yeşilova ilçesinde bulunan Salda Gölü’nün Beyaz Adalar bölümüne ziyaretçi girişi yasaklandı.

    Beyaz kumu ve turkuaz mavisi suyuyla son yılların en önemli cazibe merkezleri arasında yer alan, Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nce (NASA) Mars’taki Jezero Krateri’yle benzer özellikler gösterdiğinin açıklanması ile daha fazla ilgi gören Salda Gölü’nün Beyaz Adalar kısmına ziyaretçi girişi bugün itibarıyla yasaklandı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum geçen ay yaptığı açıklamada, “Bilimsel araştırmalar ve raporlar doğrultusunda aldığımız kararla bu yapıların ezilerek azalmasının önüne geçiyoruz. Buna göre, 15 Ekim itibarıyla ‘Beyaz Adalar’ kısmında göle girilmeyecek, yüzülmeyecek ve plaj kullanılmayacaktır. Bakanlık olarak, Beyaz Adalar bölgesinde yaklaşık 1,5 kilometrelik sahil şeridindeki taşıma kapasitesine bağlı olarak ziyaretçi sayısını belirleyecek çalışmamızı da başlattık” demişti. Bakan Kurum’un açıklaması doğrultusunda Burdur Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ile Yeşilova Kaymakamlığı tarafından Beyaz Adalar kısmı girişine ahşap bariyerler yerleştirildi.

    Girişin yasaklanmasına rağmen Salda Gölü’nü ziyarete gelenler oldu. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ekipleri de yasaklanan bölgede kaçak giriş yapanları engellemek için dronla kontrol yaptı.

    ‘BAKANLIĞIN KARARINI DOĞRU BULUYORUM’

    Almanya’dan gelen İbrahim Aydınlı, “Millet kullanmasını bilse sıkıntı değil. Millet kullanmasını bilmiyor. Üzücü olan millet çöpünü bırakıp, gidiyor. Burada doğal bir güzellik var. Ne kadar çok insan gelirse o kadar çok kir bıraktığı için sıkıntılı. Bu güzelliğin bozulmaması gerekiyor. Benim şahsi düşüncem kota olması gerekiyor. O da biraz zor. O yüzden bu güzelliği korumak amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kararını doğru buluyorum” dedi.

    ‘ÇAMURLARINI ÇALIP, GİDİYORLARDI’

    Salda Gölü halkından Rahime Akalın (68), “Gölümüz eskiden çok daha güzeldi. Tertemizdi. İnsanlar biraz kirletti, yasak geldi. Yasak gelmesi gölümüz açısından iyi oldu. Gölümüz kirlenmişti. Çamurlarını çalıp, gidiyorlardı. Kumunu çalıyorlardı. Bu şekilde de güzel oldu, tertemiz oldu gölümüz. Hayırlısı” diye konuştu.

    Salda’yı görmek için geldiğini söyleyen Tatiana Davydova da “Burası muhteşem. Uygulama yerinde, kesinlikle doğru bir uygulama” dedi.

  • Doğa harikasına girişler artık randevulu olacak

    Doğa harikasına girişler artık randevulu olacak

    Türkiye’nin önemli doğa turizmi merkezlerinden Abant ve Gölcük Tabiat Parkları ile Yedigöller Milli Parkı, normalleşme planı çerçevesinde 2 aylık sürenin ardından yeniden ziyaretçilere açıldı.

    Türkiye’nin her yerinden yıl boyunca yüz binlerce turistin geldiği doğa harikalarında oluşacak yoğunluğu önlemek amacıyla İl Hıfzıssıhha Meclisi, girişlerin randevulu olması yönünde karar aldı.

    1 ay içinde uygulamaya geçirilmesi beklenen karar kapsamında ziyaretçiler Gölcük, Abant ve Yedigöller’e gelmeden önce randevu alacak. Belli bir ziyaretçi kapasitesinin üstüne çıkılmayacak.

    Kararla ilgili Bolu Valiliği’nin resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, randevulu sistem hazırlıklarının yapıldığı belirtilerek, “İlimizdeki Abant, Gölcük, Yedigöller gibi Milli Parkların yıl boyu aşırı yoğunluğu göz önünde bulundurularak, ziyaretçi yığılmalarının önüne geçmek ve sosyal mesafe kuralına uyum sağlamak amacıyla, ziyaretçi kapasitesinin ilgili kurumlarca tespit edilmesine, yine ilgili kurumlarca yoğunluğu önlemek için Valilik Makamıyla koordineli olarak, Türkiye’nin her bölgesinden görülüp kullanılabilecek teknik içerikli randevulu sistem oluşturulmasına, randevulu sistem hazırlıklarının yapılarak 1 ay içinde uygulamaya konulmasına karar verilmiştir” denildi.

    ZİYARETÇİ SAYISI BELİRLİ BİR KAPASİTEDE TUTULACAK

    Bolu Valisi Ahmet Ümit de uygulamanın alt yapısını hazırlamak için çalışmaların sürdüğünü ifade ederek, “Bugün itibariyle tabiat ve milli parklarındaki yoğunluğu görerek daha iyi karar verme imkanımız olacak. Buraların kesinlikle kontrol altına alınması gerekiyor. Vatandaşlarımız buralara gelmeden önce elektronik sistem üzerinden müracaatlarını yapacaklar ve gidecekleri yerler için izinlerini alacaklar. Gerekli izin alındıktan sonra gittikleri yerlerde izin belgelerini göstererek giriş yapabilecekler. Belirlenen kapasiteye göre ziyaretçi alınacağı ve kapasitenin üzerine çıkılmayacağı için her isteyen istediği yere gelme şansına sahip olmayacak” dedi.

    BOLU VE DIŞARIDAN GELENLER İÇİN KONTENJAN BELİRLENECEK

    Parklara ziyaretlerde Bolulu ve dışarıdan gelen ayrımı yapılacağını kaydeden Vali Ümit, “Tabiat ve milli parkların bir bölümünü Bolulu vatandaşlara ayıracağız. Yerli ve yabancılar için ayrı ayrı kontenjanlar belirlenerek durum planlı bir şekilde kontrol altına alınacak. Çalışmalar başladı. Mümkün olan en kısa süre içerisinde bu işlemler devreye girecek” diye konuştu.

  • ‘Islah çalışması’ adı altında dereye beton döktüler

    ‘Islah çalışması’ adı altında dereye beton döktüler

    Rize’nin Fındıklı ilçesindeki Paçva Irmağı’nda yapılan skandal ‘ıslah’ çalışması büyük tepki topladı. Derenin tüm doğal yapısı bozuldu, beton üstünden akar hale getirildi. CHP’li Fındıklı Belediyesi, çalışmaya itirazda bulundu.

    Rize’nın Fındıklı ilçesinde yer alan Paçva Irmağı’na ‘ıslah çalışması’ adı altında beton döküldü. Derenin doğal yapısı tahrip edilirken CHP’li Fındıklı Belediyesi, çalışmaya gerekli itirazlarda bulunduklarını açıkladı.

    Rize’nin Fındıklı ilçesinde AKP döneminde hayata geçirilen projeler doğaya zarar vermeye devam ediyor. 2014 yerel seçimlerinde AKP tarafından kazanılmasına rağmen HES karşıtı mücadelenin bir sonucu olarak 2019’daki yerel seçimlerde CHP yönetimine geçen ilçede Paçva Irmağı’ndaki ‘ıslah’ çalışması büyük tepki topladı.

    Paçva Irmağı’na yapılan ‘ıslah’ çalışmasına dair fotoğraflar, kendisi de Rizeli olan CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu tarafından geçen günlerde paylaşıldı. Bekaroğlu, “Bunların vazgeçilmez iki kutsalı beton ve para” diyerek memleketin betonlaşmasına tepki gösterdi.

    Gazeteci Ömer Şan’ın verdiği bilgilere göre ise çalışma ardından ırmağın suyu yan taraftan verilmeye başlandı. Daha sonra diğer tarafın da betonlaştırılması ardından suyun tamamen beton üzerinden akması sağlanacak.

    Sosyal medyada yükselen tepkiler üzerine CHP’li Fındıklı Belediyesi’nden bugün bir açıklama yapıldı. Belediye’nin Twitter hesabı üzerinden yapılan açıklamada, “Geçmiş dönem belediye döneminde Devlet Su İşleri ile projelendirilen ve bu dönem bizlerden yer teslimi dahi almadan yapımına başlanan yerle ilgili Belediye Başkanımız ve mahalle heyeti gerekli itirazlarda bulunarak çalışmalarını başlatmıştır” denildi.