Etiket: çevre

  • Türkiye’nin çatısındaki şapka buzulları eriyor

    Türkiye’nin çatısındaki şapka buzulları eriyor

    ‘Türkiye’nin Çatısı’ olarak nitelendirilen Ağrı Dağı’nın 4 bin ile 5 bin 137 metre arasında bulunan şapka buzulları, sıcakların etkisiyle eriyor. Dağın eteklerindeki bazı köyler, özellikle aşırı sıcaklarda buzulların erimesi ile sele maruz kalıyor. Ağrı Dağı’na 12 Eylül’de 162’nci tırmanışını gerçekleştiren Erzurum Alpin Doğa Sporları Kulübü Başkanı Mustafa Tekin (42), “‘Türkiye’nin çatısı’ küresel ısınma nedeniyle her geçen gün eriyor. Buzulların yerini artık kara parçaları aldı” dedi.

    İran ve Ermenistan sınırında yer alan Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesi ile Iğdır arasında bulunan, 5 bin 137 metrelik yüksekliğiyle Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı’nın buzulla kaplı zirvesi, her geçen gün eriyor. Her sene dünyanın dört bir yanından dağcı grup ve turistlerin akın akın geldiği Ağrı Dağı’nın zirvesinde bulunan 10,2 kilometrekarelik alana sahip şapka buzulu; güneyden Ağrı Doğubayazıt’ta Öküz Deresi’ne, kuzeyden ise Iğdır Aralık’ta Cehennem Vadisi’ne kadar uzanıyor. Buzulların erimesi ise en iyi dağcılar tarafından gözlemleniyor. Buzulların erimesini ‘Ağrı Dağı’nın ağlaması’na benzeten, Erzurum Alpin Doğa Sporları Kulübü Başkanı ve dağ kayağı ile tur rehberliği yapan Mustafa Tekin, şunları söyledi:

    “Profesyonel dağcı ve dağ rehberiyim. Yaklaşık 23 yıldır Ağrı Dağı’na tırmanıyorum. 200’ün üzerinde faaliyete katıldım. Bu son 23 yılda Ağrı Dağı’ndaki ciddi değişim, gerçekten korkutucu boyutta çünkü inanılmaz hızlı bir şekilde buzullar eriyor. Özellikle son 10 yılda ‘Öküz Deresi’ diye tabir edilen vadi, buzullarla kaplıydı ama şu an tamamen eridi. Buz eriyince alttaki kara parçaları ortaya çıktı ve erime çok hızlı bir şekilde devam ediyor. Ağrı Dağı’na 4 tırmanış rotası var. 15 yılda bu rotalarda yönüne göre 70 ile 100 metre arasında bir erime oldu. Zaman zaman erimeden dolayı dağın altındaki yerleşim alanlarında sele neden oluyor. Küresel ısınma gerçekten de korkutucu boyutta. Herkes elini taşın altına koyup buna bir çözüm yolu bulmalı. Sanırım bu nesil, buzulların bittiğini görecek. Maalesef durum korkutucu boyutta. Bu hızlı erimeden dolayı zaman zaman sel de olabiliyor. Dere yataklarından çamurlu su, buzul suları geliyor. Maalesef sadece buzullar değil dünyamızı hızlı bir şekilde kaybediyoruz. Bir an önce el ele verip, bu kaybın önüne geçmeliyiz yoksa yaşayacağımız başka bir dünya yok.”

  • Fabrikaların su çektiği Uluabat Gölü can çekişiyor

    Fabrikaların su çektiği Uluabat Gölü can çekişiyor

    Küresel iklim değişikliği başta olmak üzere çevredeki fabrikaların su çekmesi ve atıklarını bırakması Uluabat Gölü’nü tehdit ediyor. Kuraklığın yanı sıra sanayi kuruluşlarının gölden su çekmesi ve göle atık bırakan sanayi kuruluşlarının varlığının devam etmesi Uluabat Gölü’nü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakıyor. En derin yeri 1-1,5 metreye düşen gölün yakın zamanda kurumasından endişe ediliyor.

    Alan çevresi 136 kilometrekare olan Uluabat Gölü, Bursa’ya bağlı önemli bir tatlı su gölü olarak birçok canlıya ev sahipliği yapıyor. Plankton ve dip canlıları, sucul bitkiler, balık ve kuş popülasyonu açısından Türkiye’nin zengin gölleri arasında gösterilen Uluabat Gölü, her geçen gün yok olma tehlikesi ile karşı karşıya.

    1998 yılında Çevre Bakanlığı tarafından Ramsar alanı ilan edilen göl, son günlerde alg patlamaları ile bir kez daha gündeme geldi. Havaların serinlemesi ile kaybolan su yosunlarının her yıl yaz aylarında artarak görüldüğü bildirildi.

    Havaların serinlemesi ile birlikte kendiliğinden yok olan yosunların çıkış sebebi ağırlıklı olarak küresel iklim değişiklikleri ve çevre faktörlerine bağlanıyor.

    Küresel ısınmanın etkisi büyük

    Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği (DOĞADER) Yönetim Kurulu Üyesi Murat Demir, “Son günlerde Uluabat Gölü’nde alg patlamalarını sık sık duyuyoruz. Bölge halkından bize şikayetler geliyor.

    Küresel ısınma ile birlikte de Uluabat Gölü de bundan ciddi bir şekilde etkileniyor. Uluabat Gölü’nü besleyen su kaynakları azaltmakta. Bu azalma da Uluabat Gölü’nde sığlığa sebebiyet veriyor.

    Gölün en derin yeri 1-1,5 metreye kadar düştü. Bu böyle giderse yakın zamanda Türkiye’de birçok gölde olduğu gibi burası da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak” dedi.

    Fabrikalar gölden su çekiyor

    Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj gibi göllerde de alglerin sıkıntı teşkil edeceğine dikkat çeken Murat Demir, “Birçok gölümüzde de bu algleri görüyoruz. Mevsim itibari ile hava sıcaklıkları düştü ve serinleme başlayınca algler durdu. En azından gözle görünür değil. Bu, alglerin yok olduğu anlamına gelmemektedir. Her yıl daha yoğunlaşarak karşımıza çıkmaktadır. Uluabat’ı besleyen su varlıkları da tehdit altındadır. Hemen yukarıda Çınarcık Barajı oluştu ve oraya ciddi su gitmekte. Gerçi Çınarcık Barajı’ndan Uluabat’a su veriliyor, ama yeterli değil. Buraya yakın sanayi kuruluşları bu gölden ciddi ölçüde su çekiyor. Bu yanlıştır. Uluabat Gölü can çekişmektedir. Buradan sanayi kuruluşlarına, organize sanayi bölgelerine su gönderilmemelidir. Bu göldeki her damla suyun önemi vardır. Buranın suyu burada kalmalıdır” şeklinde konuştu.

  • Bursa Yıldırım’da miniklere çevre eğitimi

    Bursa Yıldırım’da miniklere çevre eğitimi

    Günümüz dijital çağında çocuklara çevre bilincini aşılamak adına birçok projeye imza atan Yıldırım Belediyesi, çalışmalarına bir yenisini daha ekledi.

    Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü tarafından farklı anaokullarında öğrenim gören 4-5 yaş aralığındaki miniklere her hafta ‘Sıfır Atık ve Temel Çevre Bilinci’ eğitimi veriliyor.

    Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü’nün bu haftaki misafirleri, Parlayan Güneş Anaokulu öğrencileri oldu. Toplamda bir saat süren etkinlikte çocuklar hem doğayı tanıdı hem de geri dönüştürülebilen atıkları öğrenerek toplumsal çevre bilinci kazandı.

    Öğrendikleri bilgileri pratikte pekiştirmek için ‘Atık ayrıştırma’ oyununun başına geçen minikler, eğlenerek öğrenmenin tadını çıkardı. Kaymak ağacı fidanlarını toprakla buluşturan geleceğin nesilleri, teknolojiden uzak doğayla iç içe bir an yaşadı.

    “GELECEĞE EN BÜYÜK YATIRIM İYİ BİR EVLAT YETİŞTİRMEKTİR”

    Çevreyi koruyan ve seven bireylerin yetiştirilmesine dikkat çeken Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, “Geleceğe yapılacak en büyük yatırım, evlatlarımızı iyi bir şekilde yetiştirmektir. Verdiğimiz eğitimlerle gelecek nesilleri bilinçli bireyler olarak yetiştirmeye gayret gösteriyoruz. Çocuklarda çevre bilincini kazandırmanın temel yolu, doğayı korumaktan ve çevreye duyarlılık kazandırmaktan geçer. Biz de bu bilinçle yola çıkarak, evlatlarımıza çevre sevgisini aşılamak için çeşitli projeleri hayata geçiriyoruz. Verdiğimiz ‘Sıfır Atık ve Temel Çevre Bilinci’ eğitimi ile çocuklar hem çevre bilincini kazanıyor hem de güzel vakit geçirmiş oluyorlar” ifadelerini kullandı.

  • Sis kalkınca ortaya çıktı! Taşköprü Yaylası çöplüğe döndü

    Sis kalkınca ortaya çıktı! Taşköprü Yaylası çöplüğe döndü

    Gümüşhane sınırlarında, yeşil doğası ve temiz havasıyla ilgi gören 2 bin 140 rakımlı Taşköprü Yaylası, gelişigüzel atılan moloz ve evsel atıklar nedeniyle çöplüğe dönüştü. Doğa tutkunlarının yanı sıra yayla halkı, bölgede düzenli çöp alımları yapılması önerisinde bulunup, yakındıkları kötü görüntü ve kokunun da ortadan kaldırılmasını istedi.

    Kent merkezine 50 kilometre uzaklıkta, deniz seviyesinden 2 bin 140 metre yükseklikte, çevredeki 105 yaylanın merkezi konumunda yer alan Taşköprü Yaylası, gelişi güzel atılan moloz, hayvan leşleri ve evsel atıklar nedeniyle çöp yığınları ile doldu. Doğal güzellikleri, tarihi kalıntıları, zengin flora ve faunası ile foto safari turizmi için önemli potansiyele sahip yaylada, belirlenecek tarihlerde düzenli çöp alımları yapılması isteniyor. Doğa tutkunlarının yanı sıra yayla halkının da yakındıkları kötü görüntü ve kokunun da ortadan kaldırılması için çözüm üretilmesi bekleniyor.

    ‘HER YER ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ’

    Doğal güzelliklerin çöplerle kapandığını belirten yöre halkından Hüseyin Ural, “İnsanlar buraya turizm amaçlı gezmeye geliyorlar. Piknik yapıyorlar. Herkes çöpünü bir poşete bir çuvala koyuyor. Gelip buraya çöp konteyneri soruyorlar. Burada hiçbir yerde çöp konteyneri yok. İnsanlarda çıkıyor buradan doğaya elindeki çöpü bırakıp gidiyor. Her yer çöplüğe döndü. Birkaç yıl önce burada çöp bidonları vardı ama şimdi yok. Önüne gelen çöpünü doğaya atıyor. Sinekler oluşuyor, kötü bir koku geliyor sürekli burnumuza zaten doğada çöp yığınlarına rastlamak mümkün. Burada yeşillikler içerisinde güzel manzaralar görmemiz gerekirken beyaz beyaz çöpler görüyoruz. Çiçek zannediyoruz ama meğer dağlardaki genellikle poşetler oluyor. Yazık günah” diye konuştu.

    ‘ÇÖPLERİMİZİ MERKEZE TAŞIYORUZ’

    Yaylada çöp alımı yapılmadığını belirten Hasan Turhal, “Yaylada çöp yığını haline dönüştü birçok yer. Buradan yetkililer gelip çöp almadıkları için insanlar çöplerini dağlarda belli yerlere bırakıyor. Çöp atacak yer yok. Kimi insanlar da çöplerini çuvallara doldurup merkezdeki çöp konteynırlarına atıyor ama herkesin arabası olmadığı için çoğu insan doğaya bırakıyor” dedi.

    ‘SİS KALKINCA ÇÖPLER ORTAYA ÇIKIYOR’

    Selahattin Mazlum ise “Burada büyük bir çöp sorunu var. Burada yaylada belirlenen bir yer var. Yasal değil ama insanlar çöplerini oraya atıyor. Kendi evimizin çöpünü genellikle çuvallarla merkeze taşıyoruz. Burası turizm alanı. Dağlardan sis kalktığı zaman atılan çöpler ortaya çıkıyor. Bu güzel ve eşsiz manzaraya bu görüntüler yakışmıyor. Buraya yetkililer gelip çöp almıyorlar” diye konuştu.

  • Yanan ormanlar 3 yöntemle ağaçlandırılacak

    Yanan ormanlar 3 yöntemle ağaçlandırılacak

    Orman Genel Müdürlüğü Ağaçlandırma Dairesi Başkanı İbrahim Yüzer, yanan orman alanlarının arazi yapısına göre ‘kendi haline bırakılarak’, ‘tohumlama’ ve ‘fidan dikimi’ olarak 3 yöntemle ağaçlandırılacağını söyledi. Yüzer, “Doğal haline bırakacağımız bitki örtüsü, yangından sonraki ilk yağmurlardan sonra tekrar sürgün verme suretiyle yeşillenmeye başlayacaktır. Tohumlar 1 yıl içinde çimlenerek 3-5 yıl içinde belli boya ulaşarak, sahanın yeşil örtü ile kaplanmasını sağlayacaktır. Fidanlar ile de saha 3-5 yıl içinde yeşil örtüye bürünecektir” dedi.

    Türkiye günlerdir orman yangınları ile mücadele ederken, kamu ve sivil toplum kuruluşları eliyle yanan alanların ağaçlandırılmasıyla ilgili şimdiden çeşitli kampanyalar başlatıldı. OGM Ağaçlandırma Dairesi Başkanı İbrahim Yüzer, yanan alanlarda önce temizlik çalışması yapılacağını kaydetti. Yüzer, yanan alanların ‘kendi haline bırakılarak’, ‘tohumlama’ ve ‘fidan dikimi’ olarak 3 yöntemle ağaçlandırılacağını belirtip, “Yangın sonrası biz planlamalarımızı yapıyoruz. Ateş söner sönmez bütün ekiplerimiz ile sahada bir arazi çalışması başlatacağız. Hangi alanların yeniden fidan dikerek ağaçlandırılacağı, hangi alanların doğal hali ile eski durumuna kavuşacağı, hangi alanların tohum takviyesi ile yeniden yeşillendirileceği planlama ve arazi etüt çalışmalarından sonra ortaya çıkacak” diye konuştu.

    ‘İLK FİDANLAR 11 KASIM’DA’

    İbrahim Yüzer, bazı kişilerin ‘1 yıl kendi haline bırakın buralar doğal olarak yeniden yeşillenecek’ dediğini hatırlatarak, “Bizim 1 yıl beklemeye tahammülümüz yok. Buraların bir an önce yeşillendirilmesi bizim önceliğimiz. Tabi ki doğal hali ile yeşillenecek yerler de var. Bir kısım sarp, taşlık, kayalık alanlar doğal haline bırakınca eski haline kavuşacaktır ama doğal haline bırakmamız ile eski haline kavuşamayacak alanlar da var. Buralarda planlamalardan sonra fidan dikimi için arazi hazırlığı çalışmalarına başlayacağız. İlk yağmurlarda, bu muhtemelen kasım ayının ilk haftasından itibaren fidan dikimlerini başlatacağız. 11 Kasım Milli Ağaçlandırma Günü, 3’üncü yılını kutlayacağız. 11 Kasım’da buralara ilk fidanları dikmek bizim önceliğimiz” dedi.

    ‘3-5 YIL İÇİNDE TAMAMI YEŞİL OLACAK’

    Ağaçlandırma Dairesi Başkanı Yüzer, Adana ve Mersin’de yanan alanlar için planlamaların yapıldığını ve yakın zamanda heyet ile gölgeye gideceklerini söyledi. Yüzer, “Biz ülkemizde yangın sonrası yeniden ağaçlandırmaya karşı hazırlıklıyız. Tohum stok merkezlerimiz var. Soğuk hava depolarımızda milyarlarca tohumumuz var. Fidanlıklarda bu maksatla ürettiğimiz yüz milyonlarca fidanlarımız var. 11 Kasım’daki Milli Ağaçlandırma Günü’nde de bu fidanlarımızı toprak ile kavuşturacağız. Çok geniş alanlardan bahsediyoruz, çok geniş alanlarımızı geçici olsa da kaybettik. 3-5 yıl içinde inşallah tamamını yeşil olarak göreceğiz. Biz yeni yapacağımız ağaçlandırmalarda daha nitelikli tohumlardan ürettiğimiz fidanlar ile ağaçlandırma yapacağız. O fidanlar şu anda toprak ile buluşmak için bekliyor. Geçmişte kızılçam ağaçlarının 40-50 yılda geldiği mesafeyi biz 25 yılda aynı boyda, aynı çapta oluşturacağız” diye konuştu.

    ‘1 YIL İÇİNDE ÇİMLENECEK’

    Doğal haline bırakılacak alanların ilk yağmurlardan sonra yeşillenmeye başlayacağını kaydeden Yüzer, “Doğal haline bırakacağımız bitki örtüsü, yangından sonraki ilk yağmurlardan sonra tekrar sürgün verme sureti ile yeşillenmeye başlayacaktır. İlave tohumları sahaya atacağız, bu tohumlar da 1 yıl içinde çimlenerek 3-5 yıl içinde belli bir boya ulaşarak sahanın yeşil örtü ile kaplanmasını sağlayacaktır. Dikeceğimiz fidanlar ile saha 3-5 yıl içinde yeşil örtüye bürünecektir. Ama ağaçların eski boyuna, eski formuna, ekosistemin eski haline kavuşması yıllar alacaktır. Burada sadece bitkiler yok olmadı, yaban hayatı da yok oldu. Buralarda yapacağımız ağaçlandırmada yeni ormanlar kurmak ile birlikte yaban hayatını düşünerek de ağaçlandırma yapacağız. Buraya meyveli orman ağacı türleri de dikeceğiz. Yaban hayatını da düşünerek belki uzun yılar alsa da ekosistemin eski haline kavuşmasını sağlayacağız” dedi.

    ‘YÜZDE 30 YANGINA DİRENÇLİ YAPRAKLI ORMAN AĞAÇLARI

    Daire Başkanı Yüzer, yanan alanlara hangi tür ağaçların dikileceğine ilişkin ise “Burası Akdeniz ekosistemi. Akdeniz ekosisteminin kendi doğal yapısı var. Kızılçam ormanları, maki bitki formasyonundaki ağaçlar var. Yeniden kuracağımız ormanlarda bizim türleri değiştirmemiz pek mümkün değil. Yeni ormanlar kurarken tamamını kızılçam ağaçları ile yeniden ağaçlandırmayacağız. Yeni yaptığımız ağaçlandırma çalışmalarında asgari yüzde 30 yangına dirençli yapraklı orman ağaçları kullanıyoruz. Yeni oluşturacağımız alanlarda dikeceğimiz fidanların arasında yangın emniyet şeritleri oluşturuyoruz. Bu şeritler etrafında yangına dirençli orman ağacı türleri kullanarak yangının atlamasını önlemeye çalışacağız. Biz 1 yıl süreyle hiçbir şeye dokunmaksızın beklemek gibi bir düşüncemiz yok. Buralarda doğal olarak bekleyeceğimiz alanlar da var. Bitki örtüsünü kendisinin yenilemeyeceği alanlar var, buralarda beklemenin bir anlamı yok. Yeterli tohumun olmadığı bitki örtüsünün kendini yenileyemeyeceği yerlerde yeni ağaçlandırmaları yapacağız” diye konuştu.

  • Uluabat Gölü’nde alg patlaması! Yeşile büründü

    Uluabat Gölü’nde alg patlaması! Yeşile büründü

    Bursa’nın Nilüfer ilçesindeki, Ramsar Sözleşmesi ile koruma altında olan Uluabat Gölü, alg patlaması nedeniyle yeşile büründü. Sudaki kirliliğin ve sıcaklığın artması nedeniyle alglerin çoğaldığını belirten Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nurhayat Dalkıran, kirliliğin artmaması için önlem alınması gerektiğini söyledi.

    Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nurhayat Dalkıran, Uluabat Gölü’nde azot ve fosfor girdisinin fazla olduğunu bunun de alglerin çoğalmasına neden olduğunu söyledi.

    Doç. Dr. Dalkıran, “Uluabat Gölü sığ ve ötrofik bir göl. Yani gölün çok beslendiği anlamına geliyor. Azot ve fosforla fazla beslenmiş. Tarlaya gübre attığınızda nasıl verim artıyorsa, suyun içerisine de azot ve fosfor girdiğinde gübre etkisi yaratıyor. Bunu besin olarak alan fotosentetik mikroskobik alglerin aşırı çoğalmasına sebep oluyor. Aslında bu bir süreç. Özellikle sığ ötrofik göllerde biz bunu her yıl yaşıyoruz. Uluabat Gölü’nde her yıl temmuz, ağustos, eylül aylarında bu görüntüyle karşılaşıyoruz. Ama sıkıntı şuradan kaynaklanıyor. Azot ve fosfor girdisi insan kaynaklı. Doğal bir süreç değil. Göller kendisi de doğal süreçte ötrofik hale gelebiliyor ama çok uzun süreler geçmesi gerekiyor. İnsan faaliyetleri, atıklar, gübre atıkları, sanayi ve kanalizasyon atıkları sebebiyle göl eski yıllardan kaynaklı azot ve fosfor girdisine sahip. Gölün etrafındaki yerleşim yerlerinden, sanayiden kaynaklı azot ve fosfor girdisi de var. Arıtma tesisi gölün etrafına yapıldı ama uzun yıllardır azot ve fosfor girdisi olduğu için gölün bu şekilde temizlenmesi çok daha uzun sürecek” dedi.

    ‘GÖLDE MÜSİLAJ OLUŞMAZ’

    Sıcaklığın da alglerin çoğalmasına neden olduğunu belirten Doç. Dr. Dalkıran, “Su seviyesi düştükçe, durgunluk arttıkça ve buharlaşma arttıkça, sulama amacıyla su çekildikçe aşırı alg çoğalmaları daha fazla olmaya başlıyor. Müsilajı oluşturan mikroskobik algler o birliğe giren algler var ama Uluabat Gölü’nde bakteri dediğimiz mavi-yeşil algler var. Bunlar, bakteri karakterinde olan canlılar ama mavi-yeşil alg diye adlandırdığımız fotosentetik canlı grubu gerçekleştiriyor. Ama Marmara Denizi’nde çok farklı türler var. Farklı bir mekanizma söz konusu. İki sistemi birbiriyle karşılaştırmak çok doğru değil ama temelde oluşmalarının sebebi besin tuzu fazlalığı. Yani azot ve fosfor fazlalığı. Bu nedenle gölde müsilaj oluşmaz” diye konuştu.

    ‘SİYATOKSİN CANLI SAĞLIĞI İÇİN TEHLİKELİ’

    Çevre kirliliğine karşı önlem alınması gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Dalkıran, “İster Marmara Denizi olsun, ister Uluabat gibi göller olsun, su kaynaklarımızı korumamız gerekiyor. Eğer suda siyanatoksin varsa, bu canlılar için zararlı. Alg toksini olup olmadığı konusunda da araştırma yapmak gerekiyor. Sürekli izlenmesi gerekir. Alg toksinleri, siyanatoksinler zararlı. Siyanatoksin üretme potansiyeline sahip olan algler de Uluabat Gölü’nde var. Varsa eğer insan ve hayvan sağlığı için ciddi sıkıntı olur. Ama bu sadece Uluabat Gölü için geçerli değil” şeklinde konuştu.

    ULUABAT GÖLÜNÜN ÖZELLİKLERİ

    Marmara Denizi’nin güneyinde, Bursa il sınırları içinde yer alan Uluabat Gölü, Türkiye’nin en geniş nilüfer yataklarına sahip göldür. 1998 yılında Ramsar alanı ilan edilen Göl, 2001 yılında da ‘Yaşayan Göller’ (Living Lakes) ağına dahil edildi. Balıkesir’deki kuş cennetine yakınlığı ve barındırdığı kuş zenginliği ile sadece Türkiye’de değil, Avrupa ve Orta Doğu’nun en önemli sulak alanlarından biridir. En derin yeri 6 metre olan Uluabat, bulanık, ötrofik bir tatlı su gölüdür. Yüzeyinde, rastgele yayılan ve fırtınalı havada dalgakıran görevi gören birçok ada bulunan Uluabat Gölü’nü besleyen başlıca su kaynağı Mustafakemalpaşa (Kirmastı) Çayı’dır. Gölün tek gideğeni ise kuzeybatıda olup Kocaçay’a (Susurluk ya da Simav Çayı) karışır.

    Doğu- batı doğrultusunda uzanan tektonik kökenli Yenişehir- Bursa- Gönen çöküntü alanında oluşmuş üçgen biçimli bir sulak alan olan Uluabat Gölü’nün ortalama derinliği 3 metredir. Ancak yaz aylarında buharlaşma ve su kullanımının etkisi ile derinlik bir metreye kadar iner. Uluabat Gölü bir dere ile Marmara Denizi’ne bağlanır. Kocadere isimli bu bağlantı, geçmişte teknelerin yük taşıdığı geniş bir kanal iken şimdi mille dolarak küçülmüştür. Normalde Uluabat Gölü’nün suyunu Marmara Denizi’ne akıtan Kocadere, ilkbahar ve sonbaharda tersine akabiliyor. Bunun sebebi de Kocadere’ye katılan Simav Çayı ile Nilüfer Çayı’ndaki su seviyesinin artması. Bu iki çayın suyu yükselince Kocadere, Uluabat’a doğru akmaya başlıyor. Göl dibindeki ve çevresindeki su (karst) kaynakları ile yağışlı dönemlerde göle ulaşan küçük dereler su seviyesini dengede tutar.

  • Sümela’da restorasyon atıkları dereye dökülmüş

    Sümela’da restorasyon atıkları dereye dökülmüş

    Trabzon’un Maçka ilçesinde 5 yıl süren restorasyonunun ardından saklı kalmış mekanları ile birlikte ziyarete açılan Sümela Manastırı’nda inşaat atıklarının dere kenarına döküldüğü ortaya çıktı. Manastıra yaklaşık 400 metre mesafede Altındere Vadisi Milli Parkı içerisine dökülen inşaat, plastik ve kiremit atıklarının bir bölümünün suya karışarak kirlilik oluşturduğu öne sürüldü. Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü inceleme başlatırken, dere kenarındaki hafriyat atıkları kaldırıldı. Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği Başkanı Doç. Dr. Coşkun Erüz, “Böyle bir şeyin olması inanılır gibi değil” dedi.

    Sümela Manastırı’nda, Şubat 2016’da restorasyon, çevre düzenlemesi, kayalıkların jeolojik ve jeoteknik bakımdan araştırılması ve güçlendirilmesi çalışması başlatıldı. Kaya düşme riskine karşı kapatılan manastırda endüstriyel dağcılar, taş düşmelerine karşı yamaçları çelik ağlarla örüp, güçlendirdi. Restorasyon ekibi de iç alanlarda çalışma yaptı. Çelik ağların yamaca serildiği ‘bohçalama’ sistemiyle korunan manastır, tamamlanan restorasyon çalışmalarının ardından Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un katılımı ile ziyarete açıldı. Manastırdaki restorasyon sırasında saklı mekanlar da gün yüzüne çıkarıldı. Ana Kaya Kilisesi’nin sağında yer alan 10 şapel, çan kulesi, misafirhane, keşiş ve öğrenci odaları, mahzen ve benzeri yapılar manastır tarihinde ilk kez ziyarete açıldı.

    ATIKLAR DEREYE ATILMIŞ

    Manastır’da süren restorasyon sırasında inşaat atıklarının dereye döküldüğü ortaya çıktı. Manastıra yaklaşık 400 metre mesafede Altındere Vadisi Milli Parkı içerisine dökülen inşaat, plastik ve kiremit atıkları nedeniyle kirlilik oluştu. Dere kıyısına dökülen atıkların bir bölümünün suya karıştığı iddia edildi. Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü inceleme başlatırken, sosyal medyada manastır yakınına dökülen atıklar tepki çekti. Tepkiler üzerine dere kıyısındaki hafriyat atıkları kaldırıldı.

    DOÇ. DR. ERÜZ: İNANILIR GİBİ DEĞİL

    Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği Başkanı Doç. Dr. Coşkun Erüz, manastır yakınında yaklaşık 100 metre kadar bir alan içerisinde ciddi miktarda inşaat molozu ve hafriyat malzemesi döküldüğünü belirterek, “Kızılağaçların neredeyse 5 metre yarı beline kadar dolu bir hafriyattan bahsediyoruz. Hafriyatın içerisinde ve üzerinde ciddi miktarda inşaat molozu, her türlü plastik, kiremit, sac gibi atıkla dolu olduğunu bizatihi gözlerimle gördüm ve hayret ettim. Bu olmaması gereken bir durum, çünkü burası bir Milli Park, doğal sit alanı ve mutlak korunması gereken, hiçbir şekilde inşaat molozu ya da hafriyat dökme yapılabilecek bir yer değil. Burası hafriyat döküm alanı olamaz. Çöp döküm alanı asla olamaz ama dökülmüş. O yamaçlarda pislik oluştu. Böyle bir şeyin olması inanılır gibi değil” diye konuştu.

    ‘ADLİ VE İDARİ SORUŞTURMA UYGULANMALI’

    Doç. Dr. Erüz, sorumluların bulunarak haklarında işlem yapılması gerektiğini belirterek “Bilinerek yapılıyorsa hukuki olarak suç işlenmiş. Bilgi dışında yapılan bir eylemse o zaman ilgili kurumlar bunun hakkında acil olarak gerekli soruşturmayı yapıp, izinsiz bu işlemi yapanlar ve yaptıranlar hakkında gerekli adli ve idari soruşturma ve cezai işlemi mutlaka uygulaması gerekiyor. Aksi durumda yakında elimizde ne doğal bir alan, ne koruma alanı, ne Milli Park, ne kültürel bir SİT’ten bahsedemeyiz. Çünkü bunları koruyoruz derken, bulunduğu peyzajı, coğrafyayı ve vadiyi kirleterek herhangi bir eseri koruyamayız ve o alanı da gerçek anlamda turizme kazandıramayız” dedi.

  • Buzul çağından kalma ‘Dipsiz Göl’ çamur göl oldu

    Buzul çağından kalma ‘Dipsiz Göl’ çamur göl oldu

    Gümüşhane’nin Taşköprü Yaylası’nda define kazısı sonucu yok olan ve eylem planı kapsamında eski haline döndürülmeye çalışılan, Buzul Çağı’ndan kalma 12 bin yıllık Dipsiz Göl, eski berraklığına kavuşamadı. Çamurlu haliyle göl, eski dokusundan uzak görünüme büründü. Jeoloji mühendisi Prof. Dr. Osman Bektaş, “Kazı yapıldığı için gölü besleyen drenaj ve taban bozuldu. Her yağmurda göldeki hareketlilikte su bulanıp çamurlu görünecek. Doğallığı ile fauna ve florasını kaybeden gölün eski haline dönmesi çok zor” dedi.

    Gümüşhane kent merkezine 50 kilometre uzaklıkta, deniz seviyesinden 2 bin 140 metre yükseklikte olan ve manzarasıyla ilgi çeken Taşköprü Yaylası’ndaki Dipsiz Göl’de, ‘define’ söylentisi üzerine 2 kişi, kazı için başvuruda bulundu. Trabzon Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün olumlu görüşleri üzerine Gümüşhane Müze Müdürlüğü’nce ilgili kişilere define arama ruhsatı verildi. Bölgede, 6 Kasım 2019’da, jandarma yetkililerinin eşlik ettiği kazıda suyu tahliye edilen göl alanı, iş makineleri ile kazıldı. Jandarma ekipleri, kazı alanına kimsenin yaklaşmasına izin vermedi. Kaynağı ve akarı olmayan Dipsiz Göl’de, 4 gün sürdürülen kazı çalışmaları, define bulunamayınca sonlandırıldı.

    EYLEM PLANI HAZIRLANDI

    Buzul Çağı’ndan kalma, 12 bin yıllık Dipsiz Göl’de tamamlanan kazı çalışmalarının ardından ekipler, alandan ayrıldı. Yol seviyesi ile birleştirilen göl alanı, taş ve toprak yığını haline döndü. Kazı sonrası toprak doldurularak kapatılan Dipsiz Göl’ün eski haline döndürülmesi için çalışma başlatıldı. 4 maddelik eylem planı kapsamında göl için alana dökülen, dayanıksız toprak çıkarıldı. Yerine ise suya dayanıklı kireçli ve killi toprak döküldü.

    ESKİ GÖRÜNTÜSÜ YOK

    Silindirle tabanı hazırlanan göl alanına, yandaki dereden boru hatlarıyla doğal kaynak suyu verildi. Göl çevresinin flora ve endemik türlerinin korunmasına yönelik de çalışma gerçekleştirildi. Göle yakındaki doğal kaynaktan su verildi. 1 ay boyunca su verilen göl doldu, su tutmaya başladı ancak berraklığına kavuşamadı. Çamurlu haliyle göl, eski dokusundan uzak görünüme büründü.

    ‘DİPSİZ GÖL ARTIK ÖLDÜ’

    Gölün eski haline dönmesinin mümkün olmadığını söyleyen jeoloji mühendisi Prof. Dr. Osman Bektaş, “Doğal ekolojik yapıyı yapay olarak yapmak mümkün değil çünkü göldeki koşullar kısa zaman içinde değil uzun jeolojik dönemde gelişmiş yapılardı. Göl suyunun bulanık olduğunu, eski özellikte olmadığını görüyoruz. Gölü besleyen sular yer altı ve yer üstü drenajı kazı nedeni ile tahrip edildi. Kazıda gölü besleyen drenaj sistemi yok edildi, doğal ekolojik yapı bozuldu. Dipsiz Göl artık ölmüştür” dedi.

    ‘DERS ÇIKARILMALI’

    Yapılanın hata olduğunu kaydeden Prof. Dr. Bektaş, “Bu hatadan ders çıkarılmalı. Bölgemizde bu göl gibi çok daha güzel ve büyük göllerimiz var. Bu gölleri korumamız lazım. Özellikle küresel iklim nedeni ile Doğu Karadeniz, Türkiye’nin en güzel yaşanabilir yerleri. Biz bu doğal güzellikleri turizme katabilirsek bu bölgenin yaşam kalitesi daha da çok artar” diye konuştu.

    Yaylada yaşayan Hüseyin Fidan ise “Göl, define arama bahanesi ile işgal edildi, doğası bozuldu. Bakanlık el koyduktan sonra gölde güzel çalışmalar yapıldı. Buranın turizme kazandırılmasını bekliyoruz” dedi.

    Süleyman Dervişoğlu ise “Gölü görmeye çok insan geliyor. Ben de gölde görsel bir şölen olsun, diye heves ettim, kaz aldım. Kazlarımı sürekli buraya getirip gölde yüzmelerini seyrediyorum” diye konuştu.

  • Müsilaj konusu Gemlik’te masaya yatırıldı

    Müsilaj konusu Gemlik’te masaya yatırıldı

    1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı etkinlikleri kapsamında, Gemlik Belediyesi tarafından “Müsilaj ve Gemlik Körfezi” söyleşisi düzenlendi.
    Ziraat Mühendisi ve CHP 24. Dönem Bursa Milletvekili İlhan Demiröz’ün moderatörlüğünü yaptığı söyleşiye İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meriç Albay, Bursa Teknik Üniversitesi Biyomühendislik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mete Yılmaz, Gazeteci Yazar Necati Kartal ve DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi Murat Demir Katıldı.

    Söyleşide en çok merak edilen konulardan denize girilip girilmeyeceği, balık tüketiminin sorun olup olmayacağı gibi sorulara cevap verildi. Deniz yüzeyinde müsilaj olmadığında denize girmenin sorun olmayacağı belirtilirken, balık tüketmekte de herhangi bir sorun olmayacağı dile getirildi.
    Kabotaj Bayramı hakkında bilgi veren Ziraat Mühendisi İlhan Demiröz, 24 Temmuz 1923 yılında Lozan Antlaşması ile yabancı devlete verilen ayrıcalıklar olan kapitülasyonların kaldırılmasından sonra 1935 yılından beri Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın kutlandığını söyledi. Demiröz söyleşide ilk sözü, Gemlikli olması nedeniyle gazeteci Necati Kartal’a verdi.

    “Gemlik’te her noktada denize girilirdi”

    Geçmiş’te Gemlik’te her noktada denize girildiğini belirten Kartal, önceki dönemlerde yaşanan balık bolluğuna da dikkat çekti. Kartal şöyle konuştu: “Burada kayıkhaneye kadar olan binaların hiç biri apartman değildi. Bir tek apartman vardı. Geri kalanların hepsi yalı evleriydi. Hepsinin altında dalgakıranlar vardı. Her yerde denize giriliyordu. Burada bir sürü nokta balık tutulan voli yerleriydi. Biz çocuktuk, oltamız olmasına gerek yok. Toplu iğneye ekmek takıp iskeleden uzattığınızda kumbil buna vururdu. Ya da evden ekmek bıçağını alıp, kısa pantolonla denize girerseniz, kumlukta yürürken hareket gördünüz mü bıçağı batırırdınız. Pisi alırdınız. Bugün pisi balığının kilosu 70 lira. Vietnam’dan gelenleri de bu fiyata veriyorlar. İskeleden midye çıkarırdık. Manastır bölgesi doğal sayfiye yeri ve plajdı. Bugün konutlaşmanın olduğu yerlerin hepsi doğal plajlardı. Her yerinde yüzülebilir, her yerinde balık yakalanabilirdi. Ben bunları anlattığımda herkes bakıyor. Yalanmış gibi kabul ediyorlar. Denizin kıyısındaki yalı evleri apartmana dönüştü. Yanlış bir imar politikasıyla en öndekiler altı kat, bir arkası beş kat, bir arkası dört şeklinde imar verildi. Bu denizin hava akımını ve denizi görmeyi engelledi. Deniz çok kirlendi. Eski Gemlik’i anlatıyorum. Sonra kendi kendime diyorum ki, bunlar hayal miydi? Ben de yaşamadım mı?”

    “Geçmişte derelerin üzeri kapatılıp atık kanalı yapıldı”

    1950’lerde İstanbul’un nüfusunun 1.1 milyon olduğunu söyleyen İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meriç Albay da, şu anda 17 milyon civarında nüfus olduğunu söyledi. Prof. Albay sözlerine şöyle devam etti: “1980’li yılların sonunda atıklar ile ilgili bir fikir geliştiriliyor. Marmara Denizi’nin altında Akdeniz’in suyu vardır, Karadeniz’e gider. Karadeniz’in suyu da üstten akar Ege’ye doğru gider. Atıkları derin deniz deşarjıyla Akdeniz’e verirsek Karadeniz’e taşır. Taşımadığını gördük. Marmara Denizi’ni 30 yıldan beri kirletmeye devam ediyor. Bursa sınırları içindeyiz. Nilüfer Çayı kirli akıyor. Simav Çayı ile birleşip Marmara Denizi’ne akıyor. Dünya Bankası İstanbul Belediyesi’ne kaynak oluşturdu. Dereler ıslah edilecekti. Derelerin üzeri kapatıldı ve atık kanalı haline getirildi. Bu atıklar yıllarca Marmara Denizi’ni kirletti. Biliyorsunuz Marmara Havzası çok nüfus alan bir yer. Türkiye’nin üçte biri yaşıyor. İstanbul’da kilometre kare başında 3 bin kişi yaşıyor. Tunceli’de 10 kişi yaşıyor. Bu havzaya bu kadar insanı biriktirirseniz İstanbul’un suyu yetmez. Denizi de yetmez. Eğer arıtma tesislerini çalıştırırsak, dereler temiz akmaya başlarsa, betonlaşmayı durdurursak, Simav Çayı temiz akarsa Marmara Denizi temizlenir. Marmara Denizi ne zaman temizlenir diyenlere şunu söylüyorum. Marmara Denizi altı yılda bir yenileniyor. Dört yılda zaman verirseniz, atık atmazsanız on yılda Marmara Denizi’nin pırıl pırıl olacağını düşünüyorum.

    “Müsilaj balığa zararlı ama tüketilmesinde sorun yok”

    Bursa Teknik Üniversitesi BiyomühendislikBölüm Başkanı Prof. Dr. Mete Yılmaz ise Marmara Denizi’nin kirlilik baskı altında olduğunu belirterek bu baskının yıllardır devam ettiğini belirtti. Balık yenilip yenilmeyeceği sorusuna cevap veren Prof. Yılmaz, “Şu ana kadar bu konuda tehlikeli bir şeye rastlanmadı. Tarım ev Orman Bakanlığı bunu takip ediyor. Halk da güncel olarak sıkıntı olup olmadığını takip edebilir. Müsilaj balığa zararlı mı? Evet. Müsilaj oksijeni azaltacak, balığın solungaçlarını tıkayacak, balığın ölümüne ya da dibi kapladığı zaman dipteki canlıların ölümüne sebep olacak. Mudanya kıyılarına müsilaj geldiğinde örnekler aldık. Bundan ürün çıkarabilir miyiz onu düşündük. Acaba müsilajın içinde ağır metal var mı? Toksik madde var mı? Bizim aldığımız örneklerde yoktu ama başka yerlerde olmayacağı anlamına gelmez.”

    “Marmara Denizi kendini ifade etti”

    DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi Murat Demir de “biz yıllardır çevre ve yaşam mücadelesi verirken, Marmara Denizi’nin kirliliğini ifade etmeye çalıştık. Kenti yönetenler, karar verenler bizim sesimizi duymadı” dedi. Demir şöyle konuştu: “Bundan 10 yıl önce Bursa DOĞADER olarak Marmara Denizi’nin kirliliğini arttıran etkenlerden biri olan Nilüfer Çayı’nın temiz akması için bir kampanya yürüttük. Nilüfer Çayı Susurluk Havzası’nda Emet ve Balıkesir’den gelen derelerle buluşup Marmara Denizi’ne deşarj oluyor. Nilüfer Çayı, Marmara Denizi’ne giderken yaklaşık 200 km yol kat ediyor. Bu yolu kat ederken yirmiyi aşkın sanayi bölgesinin kirliliğini ve 4 milyona yaklaşan Bursa nüfusunun kirliliğine maruz kalıyor. Marmara Denizi’ne dökülürken su olmaktan çıkıp kimyasal atık haline geliyor. Biz böyle kirli bir uyu yıllardır Marmara Denizi’ne gönderiyoruz. Biz bir farkındalık oluşturduk. Basında ciddi şekilde ses getirdik. O dönem bakanlık belli firmalara cezalar kesti. Arıtma tesisleri kapasiteleri kısmen arttırıldı. Bizi duymadılar. Ta ki Marmara Denizi kendisini ifade edene kadar. Üç beş günde bitmesi gereken deniz salyası üç ay sürünce herkes mikrofonu hocalarıma tuttu. Biz yaşam savunucuları, çevreciler, bu sorunu yıllardır her fırsatta dile getiriyoruz. Marmara Denizi’ndeki balıklarda ağır metal birikmesinin başladığını biliyoruz. Bahsettiğimiz hat aynı zamanda tarım havzasından geçiyor. Bu bölgede Türkiye’nin en marka şirketleri süt topluyor. Mısır yetiştiriliyor. O dönem bir haberde sütte ağır metal olduğu tespit edildi. O havzadan çıkan ürünü tüketiyoruz. Bir etken karadan gelen kirli suların Marmara Denizi’ne deşarj edilmesi. İkinci etken iklim değişikliği. Her ikisinin birleşmesi Marmara Denizi’ni bu hale getirdi. Ege ve Akdeniz’i de bu hale getirecek. Karar vericilerin, acil eylem planlarıyla bilim insanlarını dinleyerek adımlar atmalı. Başka Marmara yok! Bu kirlilikten hepimiz yurttaş olarak üzerimize düşeni yaparak kurtulacağız.”

    “Mücadelede bizle birlikte olun”

    Söyleşi sonunda konuşan Gemlik Belediye Başkanı Mehmet Uğur Sertaslan, Marmara Bölgesi’nde müsilajla ilgili ilk konuşmayı kendisinin yaptığını ve konuşma videosunun 600 binden fazla izlendiğini söyledi. Başkan Sertaslan sözlerine şöyle devam etti: “Başımıza gelen her kötü şey tercihlerimizin yüzünden oluyor. Zengin dediğimiz insanlar, sanayiciler var ya, bizim arkadaşlarımız, akrabalarımız. Yabancı değiller. Bursa’da 12 sanayi bölgesi vardı. 2009 yılında İl Çevre Düzeni çalışmasında 21’e çıktı. Sanayiyi yıktık Marmara’ya, istihdamı yıktık Marmara’ya. Çocuklarımız yüzmeyi havuzda öğreniyor. Tek sorumlusu siyasetçiler değil. Onları da seçenler bizleriz. Elli yıldır, sanayi bölgeleri Nilüfer çayı, Karsak Deresi aracılığıyla arıtmayı çalıştırmasak, çok masraflı deyip, üç kuruş için bu memlekete ihanet edenler bizim insanlarımız. İstanbul’da her gün 4 buçuk milyon metreküp lağım akıyor Marmara’ya. Vicdan sahibi bireyler olarak davranacağız. İmar açarken yedi kat istemeyeceğiz. Orhangazi’de arıtma tesisi için konuşma yapıyorum. Orhangazi’de Karsak Deresi’ne pislik bırakılıyor. Biz uğraşıyoruz. Beni ve Gemlik’te siyaset yapan arkadaşlarımızı ne kadar çok sıkıştırırız sonuca ulaşmak o kadar yakın olur. Biz sahip çıkmazsak, bizim adımıza kimsenin sahip çıkmasını beklemeyin. Yanımızda olun.”

  • Bursa Uludağ’a 25 milyon TL’lik çevre yatırımı

    Bursa Uludağ’a 25 milyon TL’lik çevre yatırımı

    Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, kış turizminin önemli merkezlerinden Uludağ’a yeni bir atık su arıtma tesisi kurulacağını açıkladı. İller Bankası’ndan alınan 25 milyon lira krediyle yapılacak proje 1,5 yılda tamamlanacak, bir günde 2 bin 240 metreküp atık suyu arıtacak.

    İLLER BANKASI’NDAN 25 MİLYON LİRA KREDİ ALINDI

    Kayakseverler tarafından, ‘Beyaz cennet’ olarak bilinen Uludağ’da, 5 bin yataklı 17 otele hizmet veren arıtma tesisi yetersiz kalınca yeni bir arıtma tesisi için harekete geçildi. Bursa Valisi Yakup Canbolat ile Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın girişimleri sonucu, İller Bankası’ndan alınan 25 milyon lira kredi ile oteller bölgesi ve çevresine hizmet verecek modern arıtma tesisi yapılacak. Yaklaşık 1,5 yılda tamamlanması planlanan proje ile günlük 2 bin 240 metreküp atık su arıtılacak.

    Büyükşehir Belediye Başkan Alinur Aktaş, yapacakları tesis ile zirvede yaşanan çevre sorunlarını en aza indireceklerini belirtti. Şehir merkezinde olduğu gibi Uludağ’da da çevre yatırımlarına ağırlık verdiklerini ifade eden Alinur Aktaş, şunları söyledi:

    “Yapacağımız arıtma tesisi, Uludağ’ın çok önemli bir ihtiyacını karşılamış olacak. Alt yapı da BUSKİ marifetiyle su, kanalizasyon ve benzeri konularla ilgili yatırımları detaylı bir şekilde yerine getirdik. Önemli yatırımlar yapıldı. Şimdi de atık su arıtma tesisleri kazandırıyoruz. Oteller Bölgesi birinci ve ikinci bölge, Kızılay kamp alanı, Çobankaya, Sarıalan, Kadıyayla bölgelerinden kaynaklı oluşacak atık suyu ileri arıtma prosesleriyle ileri biyolojik arıtmayla arıtıyoruz. Amacımız Uludağ Oteller Bölgesi’nden başlayıp Kaplıkaya bölgesine kadar ulaşan Şobran Deresinde meydana gelen koku ve su kalitesinde yaşanan bozukluklar ile çevre sorunlarını ortadan kaldırmak, önüne geçmek. Yaşam alanlarının olduğu her yerin alt yapılarının arıtma tesislerimize toplanacağını da ifade etmek isterim.”

    Bu arada, Bursa Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi’nin ortak çalışması sonucu, daha önce yolu genişletilen Uludağ’a, geçen yıl doğalgaz bağlandı. Su arıtma tesisinin de hizmete girmesiyle, Uludağ’da yaşanan çevre kirliliği asgariye inmiş olacak.