Etiket: dikkat

  • Dikkat! “Güzelavrat” zehirliyor

    Dikkat! “Güzelavrat” zehirliyor

    Yeşil yapraklı bitkilerin arasında yetişen ve geçmiş çağlarda kadınların güzelleşmek için kullanması nedeniyle “Güzelavrat” otu olarak bilinen ot nedeniyle Kayseri’de zehirlenme vakaları arttı.

    Kayseri Şehir Hastanesine 1 ay içerisinde 30 kişi başvururken, durumu ağır olan vakalar yoğun bakım ünitesine alındı.

    Ot hakkında bilgiler veren Kayseri Şehir Hastanesi Acil Tıp Kliniği Uzmanı Doç. Dr. Ömer Salt, “Güzelavrat otu yeşil yapraklı bitkilerin arasına karışıp büyüyen yabani bir ot türü. Ciddi zehirlenmelere neden olabiliyor. Son 1 ay içerisinde de vaka sayımız 30’u geçti. Bunların önemli bir kısmı da yoğun bakım ihtiyacı duydu. Bu açıdan halkın bilgilendirilmesi önem arz ediyor. Bu ot daha önceki çağlarda da kullanılan bir ot. ‘Güzelavrat otu’ denilme sebebi hoş gelmese de özellikle eski çağlarda kadınların güzelleşmek amacıyla bu otu sıvı haline getirip gözlerine damlatarak gözbebeklerini büyütmesinden kaynaklanıyor. Bazı yerlerde ‘yaban tütünü’, bazı yerlerde ‘dilber otu’ deniliyor ama en çok bilinen adı ‘güzelavrat otu.’ Ispanak gibi yeşil yapraklı bitkilerin alımı sonrasında iyi ayıklanmaması neticesinde yemeklerin arasına karışıyor. Hastaların başvuru şikayetleri çok değişik oluyor. Bazı hastalar ‘kendimi iyi hissetmiyorum’ diye, bazısı ‘ateş bastı’ diye, bazıları da ‘idrarımı yapamıyorum’ diyerek geliyor. Bazı vakaların yakınları da, ‘evde oturuyorduk, aniden kalktı çöpleri karıştırmaya başladı. Biz de yedik ama bize bir şey olmadı’ diyor. Bir maddenin zehirli olup olmadığını belirleyen şey dozudur. O hastaya denk gelen doz daha yüksek olduğu için bu tip belirtilere neden oluyor” dedi.

    Zehirlenenlerin olmayan şeyleri varmış gibi gördüğünü kaydeden Salt, vakaların artma riskinin de olduğunu söyleyerek, “Santral sinir sistemi dediğimiz beyinden halüsinasyonlar gösterebiliyor. Hasta var olmayan şeyleri varmış gibi görüyor. Terlemeyi engelleyip vücut ısısını aniden yükseltebiliyor. Mesanede boşalmayı engelleyerek, mesanenin şişmesine neden olabiliyor. Kalpte çarpıntı hissi oluşturuyor. Atropin normalde bizim ilaç olarak kullandığımız bir madde ama yüksek dozda alındığında hastaya zararlı oluyor. Hastanın şuuru aniden değişebiliyor. Bize başvuran hastalarda bu bulgular mevcuttu. Çok yüksek dozlarda alındıysa komaya kadar giden bir tabloya neden oluyor. Hastanın yoğun bakımda entübe takibi gerekebiliyor ve diyaliz ihtiyacı oluyor. İnsanların buna dikkat etmesi gerekiyor. Nereden almış olursa olsun yeşil yapraklı bitkileri iyi temizleyip ayıklamaları gerekiyor. Bize en çok başvuru sebebi ıspanak yeme sonrasında geliyor. Vatandaş pazardan almış, sap kısımlarını kesmiş, güzelce yıkamış ama ayıklamamış. Ayıklanmadığı zaman bu tabloya neden olabiliyor. Şu ana kadar ölümcül vaka ile karşılaşmadık ama yoğun bakımda halen takibi devam eden hastalarımız mevcut. Bu gidişle sayının artma riski de mevcut. Çünkü yabani olarak yetişiyor ama hasat esnasında da beraber toplanıyor. Vatandaşlarımız dikkatli olsun ki, zarar görülmesin” ifadelerini kullandı.

  • Gazze’deki çocukların haklarına dikkat çekildi

    Gazze’deki çocukların haklarına dikkat çekildi

    Konya’da 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü çeşitli etkinliklerle kutlanmaya devam ediyor. Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, Konya Çocuk Hakları İl Komitesi ile birlikte bu özel günde çeşitli etkinlikler ve projelerle çocuklara destek oluyor. Etkinlikler kapsamında, Gazze’deki çocukların haklarına sahip çıkmak, onların güvenliği ve geleceklerini güvence altına almak adına “Çocuk Hakları Evrenseldir, Gazze’de de Geçerli” isimli pankart ve resim sergisi hazırlandı.

    Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Abdullah Neşeli, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde bir araya gelerek, çocuk haklarına vurgu yapmak ve onların yaşama, korunma, gelişme ve katılım haklarına odaklanmak istediklerini söyledi.

    Ancak bu yılın zorlayıcı olayları göz önüne aldıklarında çocuk hakları konusundaki hassasiyetlerinin daha da derinleştiğini belirten Abdullah Neşeli, “Dünya Çocuk Hakları Günü, çocukların evrensel haklarına dikkat çekmek ve bu hakların korunması için toplumsal bilinci artırmak adına önemli bir platform sağlamaktadır. Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğümüzce; Konya Çocuk Hakları İl komitesi olarak, bu özel günde çeşitli etkinlikler ve projelerle çocuklarımıza destek olmaya devam ediyoruz” dedi.

    “Çocuk haklarına olan duyarlılığımızın daha da artması gerekmektedir”

    Abdullah Neşeli, “Bugün de Gazze’de ki çocukların haklarına sahip çıkmak, onların güvenliği ve geleceklerini güvence altına almak adına Konya Çocuk Hakları İl Komitesi ile birlikte çocuklarımızın hazırladığı pankart ve resim sergisinde bulunmaktayız. Ancak, insanlık dramlarına tanıklık ettiğimiz bu dönemde, çocuk haklarına olan duyarlılığımızı daha fazla ön plana çıkarmamız gerektiğini düşünüyoruz. Öte yandan, dünya genelinde yaşanan acı bir gerçek olan İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları, çocuk haklarına yönelik küresel bir endişeyi de beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, çocukların yaşam haklarının ciddi şekilde ihlal edildiği ve güvenliklerinin tehlikeye atıldığı bu zorlu dönemde, çocuk haklarına olan duyarlılığımızın daha da artması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, çocuklar geleceğimizin teminatıdır ve onların haklarına sahip çıkmak, toplum olarak ortak sorumluluğumuzdur. Bu vesileyle, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek sunabilmek için onların eğitim, sağlık, güvenlik ve katılım haklarına yönelik çalışmalarımızı artıracağımızı taahhüt ediyoruz. Dünya Çocuk Hakları Günü vesilesiyle, çocuklarımızın haklarına duyduğumuz sorumluluğun bilincinde olarak, çocuklara yaşama hakkı, sevgiyle yetiştirmek ve eğitmek adına ortak çabalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz” şeklinde ifade etti.

  • Antibiyotik kullananlar dikkat!

    Antibiyotik kullananlar dikkat!

    Diyarbakır Selahaddin Eyyubi Devlet Hastanesi’nde görevli Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Erkan Erbaş, “Dünya Antimikrobiyal Direnci Farkındalık Haftası” çerçevesinde açıklamalarda bulundu. Antibiyotik direncinin artmasıyla birlikte gelecek yıllarda en basit enfeksiyon hastalığının bile tedavi edilemeyeceğini ifade eden Dr. Erbaş, gereksiz yere, uygun olmayan dozda antibiyotik kullanımının özellikle antibiyotik direncine yol açan en önemli sebeplerden bir tanesi olduğunu vurguladı.

    Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) antimikrobiyal ilaç direncini dünyanın 10 küresel halk sağlığı tehdidi arasında değerlendirdiğini aktaran Dr. Erbaş, “Yapılan çalışmalarda göstermiştir ki, ilaca dirençli bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlar sonucu tüm dünyada yılda yaklaşık 700 bin hasta hayatını kaybetmektedir. Antimikrobiyal ilaç direncinin 2050 yılında 10 milyon hastanın ölümüne yol açacağı tahmin edilmektedir. Antibiyotik ve antimikrobiyaller üzerinde durmak gerekiyor. Antibiyotik bakterileri öldüren ilaçtır. Antimikrobiyaller ise tüm mikropları yani bakterileri, virüsleri, parazitleri ve mantarları öldüren ilaçlar olarak ifade edilebilir” dedi.

    Bilinçsiz antibiyotik kullanımı sonucu ortaya çıkan dirençten dolayı basit bir enfeksiyon hastalığının bile tedavi edilemeyeceğini ifade eden Uzm. Dr. Erbaş, şöyle konuştu:

    “Özellikle bizim korkumuz şudur ki, mikroorganizmaların dirençlerinin daha da çok artmasıyla gelecek yıllarda basit enfeksiyonları dahi örneğin idrar yolları enfeksiyonunu bile tedavi edemeyeceğimiz endişesi var. Antibiyotiğin gereksiz yere, uygun olmayan dozda kullanımı özellikle antibiyotik direncine yol açan en önemli sebeplerden bir tanesidir. Bunun yanında tarımda ve hayvancılıkta uygun olmayan dozlarda antibiyotiklerin kullanıldığını görüyoruz. Bu da antimikrobiyal dirence yol açan en önemli sebeplerden bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor. Antimikrobiyal dirençle mücadelede sadece bizim değil bütün paydaşların da bir arada çalışması bir çözüm bulunması gerekiyor.”

    Grip ve nezle halinde antibiyotiklerin kullanılmaması gerektiğinin altını çizen Uzm. Dr. Erbaş, “Hastalar başkalarının önerisiyle değil de bir hekim önerisiyle antibiyotik kullanması gerekiyor. “Hastalıklarla mücadele ederken hastalara çok önemli bir rol düşüyor. Üst solunum yolu enfeksiyonlarında sıklıkla virüsleri etken olarak görmekteyiz. Antibiyotik virüslere kesinlikle etki etmez. Bu hastalıkları tedavi ederken antibiyotik kullanılmamalıdır. Gereksiz yere kullandığımız antibiyotiklerle özellikle bağırsak floramızda ve tüm vücut floramızda bulunan faydalı mikropları öldürüyoruz” diye konuştu.

    “Hastalarımız başkalarının önerisiyle değil de bir hekim önerisiyle antibiyotik kullanılmalı”

    Özellikle enfeksiyon hastalıklarından korunmada el hijyenine çok dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çeken Dr. Erbaş, “Aşılama burada çok önemli. Eğer ki vatandaşlarımız önerilen aşılarını yaptırırsa enfeksiyona yakalanma riski azalacaktır. Hastalarımız başkalarının önerisiyle değil de bir hekim önerisiyle antibiyotik kullanılmalı. Ülkemizde son yıllarda antibiyotik kullanımının kısıtlanmasıyla ilgili çalışmalar yapıldı. Şuanda eczaneden reçetesiz antibiyotik alamaz vatandaşlarımız. Bu yapılan çalışmalarla bir program dahilinde antibiyotik tüketiminin azaltılarak direnç gelişimin azaltılması hedeflenmektedir. Ülkemiz antibiyotik tüketiminde maalesef dünyada iyi bir noktada değil. Son yıllarda etkili politikalarla antibiyotik tüketiminin kısıtlanmasına rağmen halen antibiyotiğin en çok kullanıldığı ülkelerden biriyiz” şeklinde konuştu.

  • Glütensiz beslenme furyasına dikkat

    Glütensiz beslenme furyasına dikkat

    Son dönemlerde sosyal medyada popülerleşen ‘glütensiz beslenme’ furyası nedeniyle birçok kişi buğday, arpa ve çavdar yemiyor. Ancak uzmanlar glüten alerjisi olmayan kişilerin bu tarz beslenmesinin gereksiz olduğunu söylüyor.

    Konuyla ilgili bilgi veren Alerji ve İmmünoloji Uzmanı Dr. Leyla Çevirme, “Glgtenli ürünleri yediğinde oluşan hassasiyetlerin hepsi alerji değildir. Hangisi alerji, hangisi hastalık onu doktorlar ile çözmek gerekiyor. İnsanlar kafalarına göre bunun kararını vermemeliler. Çölyak hastalığı varsa ya da buğdayla ilgili bir alerjisi varsa, ki biz bunları kan ve deri testiyle saptıyoruz. Çölyak olanları gastroenteroloji uzmanları biopsi ve bazı testler ile saptıyor. Bizim ‘hayatınızdan sütü, glüteni çıkartın’ dememiz gerekiyor. Onun dışındakiler çok bilinçli hareket değil” ifadelerini kullandı.

    “Hastalarımız tek başına karar vermesin”

    Sosyal medyadaki furyanın çok tehlikeli olduğuna dikkat çeken Dr. Çevirme, “Bazı hastalarımız Google üzerinden çözüm bulup, glütensiz beslenmeye başlıyor. Bunu kesinlikle önermiyoruz. İnternet hekimliği yapılmasın istiyoruz. Bizlerin tanı koyması gerekiyor. Özellikle hastalık oluşturabilecek semptom varsa biz uzmanlar karar verelim. Hastalarımız tek başına karar verip, tedavi yoluna gitmesinler” dedi.

    Alerji ve İmmünoloji Uzmanı Dr. Leyla Çevirme, mevsimsel geçiş nedeniyle alerji vakalarında artış yaşandığını da söyledi.

  • Dikkatler MERCİ’de toplanıyor

    Dikkatler MERCİ’de toplanıyor

    7-18 yaş grubundaki bireylerin dikkatlerini daha iyi toplamalarını sağlamak için geliştirilen program, MERCİ’ye başvuranlara ücretsiz olarak uygulanırken, öğrenme psikolojisi ve nöropsikolojik temele dayanan program, çocuk ve ergenlerde yüksek oranda iyileşme sağlıyor.

    “Bu bozukluk kendisini çocukluk çağında, dikkatsizlik ve unutkanlık olarak gösterir”

    MERCİ Öğrenci Danışmanlık Merkezinde görevli Psikolog Burcu Yalta Özgür, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun nörolojik tabanlı mental bir bozukluk olduğunu söyleyerek, “Bu bozukluk kendini çocukluk çağında, dikkatsizlik, aşırı hareketlilik, unutkanlık ve dürtüsel tepkiler olarak gösterir. Bir bireye dikkat eksikliği ve hiperaktivite tanısı konulabilmesi için, 12 yaşından önce görülmesi, en az 6 ay boyunca var olması ve en az 2 ortamda (okul ve ev gibi) sorunlara yol açması gerekir” dedi.
    Bu sorunu yaşayan çocuklara karşı doğru yaklaşımın nasıl gerçekleştirileceği hakkında tavsiyelerde bulunan Özgür, “Çocuğunuzu bulmaca çözmek, yapboz oynamak, boyama yapmak gibi dikkat gerektiren aktiviteler veya fiziksel aktivitelere yönlendirebilirsiniz. Bunun yanı sıra telefon, tablet gibi cihazların kullanımını sınırlayabilirsiniz. Çocuğunuzun yaşına uygun hafıza oyunları oynayabilirsiniz. Ayrıca sağlıklı ve dengeli beslenmek ile uyku düzeni de, çocuğunuzun zihin dinlenmesini ve dikkatini artırmasını sağlayabilir” diye konuştu.

    “Merkezimizde ‘Attentioner ile dikkatimi topluyorum programı’ uyguluyoruz”

    Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklara yönelik MERCİ’de verilen hizmetlere de değinen Özgür, “Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile merkezimize başvuran çocuk ve ergenlere, ‘Attentioner ile dikkatimi topluyorum programı’ uyguluyoruz. Bu program, 7-18 yaş bireylerin, dikkatlerini daha iyi toplayabilmeleri için planlanmış bir grup programıdır. Programı, çocuğun duygu, motivasyon ve denetleme zorluklarında, davranış planlama ve kontrol etmede, işi başlatabilme ve sürdürebilmede işlev kazanması için uyguluyoruz. Bu yürütücü işlevler ilkokul çağında başlar ve erişkinlik dönemine kadar devam eder” ifadelerini kullandı.

    Programın 15 oturumdan oluştuğunu ve her oturumun 40-60 dakika olarak planlandığını ifade eden Özgür, “Uygulama sonunda çocukta seçici dikkat iyileştirilir. Bireysel denetleme mekanizmaları ve sosyal açıdan arzu edilen davranış biçimi geliştirilir. Çocuk yaşta bireylere uygulanan programda ebeveyn oturumları da dahil edilerek, çocuğun günlük hayata geçişi sağlanır. Bu programın, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı alan çocuklarda, yüksek oranda iyileşme sağladığını görebiliyoruz” şeklinde konuştu.

    Özgür ayrıca, MERCİ Öğrenci Danışmanlık Merkezine tanı konulmadan başvuranlara yönelik de ücretsiz test uygulandığını, kurumun psikologları tarafından değerlendirme görüşmeleri ile birlikte ‘Moxo Dikkat Testi’ uygulanarak testte çıkan değerlere göre de çocuğun dikkatinde bir bozulma tespit ediliyorsa programa başlandığının altını çizdi.

  • Kanser riskini azaltmanın yolları

    Kanser riskini azaltmanın yolları

    Kanser vakalarının bir kısmı genetik faktörlerden ortaya çıkarken, büyük bir kısmı ise çevresel faktörlere bağlı olarak görülüyor.

    Çevresel faktörlerden beslenmenin kanser üzerinde etkisi olduğunu söyleyen Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Sena Çelik, “Kanser riskini azaltmaya yardımcı olabilecek sağlıklı besinler ve besin maddeleri vardır. Bunlar, antioksidanlar, lif, vitaminler ve mineraller gibi kansere karşı koruyucu özelliklere sahip olabilirler” dedi.

    Dyt. Sena Çelik, kanser riskini azaltmaya yardımcı olacak besinleri şöyle sıraladı:

    “1. Meyve ve sebzeler: Renkli meyve ve sebzeler, antioksidanlar (örneğin C vitamini, beta-karoten) ve lif bakımından zengindir. Özellikle yeşil yapraklı sebzeler, turunçgiller, havuç, domates, brokoli gibi besinler kansere karşı koruyucu etkilere sahiptir.
    2. Tam tahıllar: Tam buğday, yulaf, esmer pirinç gibi tam tahıl ürünleri yüksek lif içerir ve sindirim sistemi sağlığını destekler. Kolon kanseri riskini azaltabilirler.
    3. Protein kaynakları: Tavuk, hindi, balık, fasulye, nohut, mercimek gibi düşük yağlı protein kaynakları tercih edilmelidir. Kırmızı et ve işlenmiş etler yerine bu protein kaynakları önerilir.
    4. Yağlar: Sağlıklı yağlar, zeytinyağı, avokado, ceviz gibi yağlı balıklar (örneğin somon) gibi kaynaklardan alınmalıdır. Bu yağlar, anti-inflamatuar özelliklere sahiptir ve kanser riskini azaltabilirler.
    5. Balık: Omega-3 yağ asitleri açısından zengin balıklar, özellikle meme, prostat ve kolon kanseri riskini azaltabilir.
    6. Turunçgiller: Portakal, mandalina, limon gibi turunçgiller C vitamini içerir ve antioksidan özelliklere sahiptir.
    7. Sarımsak ve soğan: Sarımsak ve soğan, antioksidan özelliklere sahip bileşenler içerir ve kanser riskini azaltabilirler.“

    Doymuş yağlardaki tehlike

    Doymuş yağların, kırmızı ve işlenmiş et ürünlerinin, aşırı kilonun, alkol tüketiminin kanser riskini artırabileceğini söyleyen Dyt. Çelik, şöyle devam etti:
    “Yüksek miktarda doymuş yağ tüketimi, özellikle meme, prostat ve kolon kanseri riskini artırabilir. Bu nedenle, sağlıklı yağlar olan zeytinyağı, avokado ve balık gibi yağları tercih etmek önemlidir. Ayrıca bazı çalışmalar, yüksek miktarda kırmızı et ve işlenmiş et tüketiminin kolon kanseri riskini artırabileceğini göstermektedir. Bu nedenle, bu tür etleri sınırlamak veya daha sağlıklı protein kaynaklarına yönelmek önerilir. Bunun yanında aşırı kilo ve obezite de birçok kanser türü ile ilişkilendirilmiştir. Düzenli egzersiz yapmak ve sağlıklı bir diyet uygulamak, kilo kontrolünü sağlayabilir ve kanser riskini azaltabilir. Aşırı alkol tüketimi de bazı kanser türleri, özellikle ağız, boğaz, yemek borusu, karaciğer ve meme kanseri riskini artırabilir. Alkol tüketimini sınırlamak veya hiç tüketmemek
    kanser riskini azaltabilir.”

    “Her kanser türündeki beslenme planı farklıdır”

    “Kanserli hastaların tüketmemesi veya sınırlı miktarda tüketmesi gereken bazı besinler ve besin maddeleri vardır” diyen Dyt. Sena Çelik, “Bu besinler kanser tedavisi sırasında veya sonrasında bazı olumsuz etkilere neden olabilir veya kanserin yayılmasını teşvik edebilir. Ancak unutmayın ki her kanser vakası farklıdır ve beslenme önerileri, hastanın genel sağlık durumu, kanserin türü ve tedavi planına göre değişebilir. Tedavi sürecinde ve sonrasında sağlık profesyonellerinin önerilerine uymak önemlidir” şeklinde konuştu.

    Kanser hastaları bu besinlere dikkat

    Kanserli hastaların işlenmiş gıdalardan, fast-food ürünlerden, cipslerden kaçınması gerektiğinin altını çizen Dyt. Çelik, “Yüksek şekerli besinler ve içecekler, hızlı bir şekilde kan şekerini yükseltebilir ve kanser hücrelerinin büyümesini teşvik edebilir. Bu nedenle, rafine şeker içeren ürünlerden uzak durmalı ve şekerli içeceklerden kaçınılmalıdır. Alkol, yüksek tuzlu gıdalar, trans yağlardan da uzak durulmalıdır. Bunun yanında bazı kanser türlerine yakalanan hastalar süt ve süt ürünlerindeki laktozu sindiremeyebilir. Bu nedenle süt ve süt ürünlerini tolere edemeyen kanser hastaları alternatif sütler (badem sütü, soya sütü) veya laktozsuz ürünler tercih etmelidir. Ayrıca kafein içeren içecekler bazı kanser türlerinde aşırı tüketilmemelidir. Kanserli hastaların beslenme ihtiyaçları, genel sağlık durumlarına ve tedavi planlarına bağlı olarak değişebilir. Bu nedenle bir onkolog veya beslenme uzmanıyla işbirliği yaparak kişiselleştirilmiş bir beslenme planı oluşturmak en iyisi olacaktır. Ayrıca yeterli beslenme ve vücut ağırlığını koruma veya kazanma önemlidir, çünkü kanser tedavisi sırasında kilo kaybı ve beslenme sorunları sıkça görülebilir” dedi.

  • Alerjisi olanlar bu aylara dikkat

    Alerjisi olanlar bu aylara dikkat

    Kulak Burun Boğaz Uzmanı Ömer Faik Sağun, günümüzde sık görülen alerji hastalığıyla ilgili önemli bilgiler verdi. Baharın gelmesiyle birlikte alerjik hastalıkların görülme sıklığında artış olacağını öngördüklerini belirten Yrd. Doç. Dr. Kulak Burun Boğaz Uzmanı Ömer Faik Sağun, “Alerjinin en büyük nedeni havada yayılan ağaç, çiçek ve çimenlerin oluşturdukları polenlerdir. Kişi alerjik bünyeye sahipse, vücuda giren polenler bazı maddelerin salgılanmasına neden olur. Bu da gözlerdeki ve burun zarlarındaki kılcal damarların genişleyerek dokuların şişmesine yol açar. Bunun sonucunda bahar alerjisi oluşur. Bahar alerjisi halk arasında saman nezlesi olarak da bilinmektedir” diye konuştu.

    “Alerji çok sık görülen bir hastalıktır”

    Alerji normalde zararlı olmayan maddelere karşı vücudun verdiği abartılı cevap ifade eden Uzman Sağun, “Alerji çok sık görülen bir hastalıktır. Genetik yatkınlık ve çevresel faktörler ortaya çıkışında önemli rol oynar. İmmün sistem (Bağışıklık sistemi), normal olarak vücudumuzu bakteri, virüs gibi mikroplara ve zararlı maddelere karşı korur. Ancak normalde zararlı olmayan maddelere karşı immün sistem abartılı cevaplar vermeye başlar ise buna alerji denir. Alerjik hastaların immün sistemleri bazı maddelere karşı aşırı hassastır. Bu maddelerle karşılaşınca immün sistem kontrolden çıkar ve kaşıntı, kızarıklık, şişme, spazm, göz yaşarması, burun akıntısı gibi alerjik şikayetler ortaya çıkar” şeklinde konuştu.

    “Bahar alerjisinin nedenleri ağaçlar ve çimenlerden yayılan polenlerdir”

    Alerjiyi başlatan maddeye alerjen dendiğini ifade eden Uzman Ömer Faik Sağun, “Polen, küf, hayvan tüyü, ev tozu, ilaçlar ve gıdalar en sık karşılaşılan alerjenlerdir. Özellikle bahar mevsiminde ortaya çıkan, burun akıntısı, burunda tıkanıklık, gözlerde yaşarma ve hapşırma belirtileri ile seyreden tablo bahar alerjisi ya da mevsimsel alerjik rinit olarak adlandırılır. Bahar alerjisinin nedenleri ağaçlar ve çimenlerden yayılan polenlerdir. Polenler havadan burun, göz ve boğazımıza yapışarak birikirler. Daha sonra alerjik reaksiyon ve buna bağlı belirtiler ortaya çıkar” ifadelerini kullandı.

    “Tedavi edilmezse sinüzit, otit ve astıma neden olur”

    Bahar alerjisi tedavisi hakkında bilgiler veren Sağun, “Alerjik rinit (bahar alerjisi) uzun süren hasta hekim ilişkisi ve sabır gerektiren bir tedavidir. Tedavide alerjenlerden korunma yanında burundan kortizonlu spreyler ve antialerjik ilaçlar kullanılır. Bağışıklık sistemini güçlendirmek amacıyla dengeli beslenilmeli, istirahat edilmeli ve bol su içilmelidir. A, B, C ve E vitaminli besinler tüketilmelidir. Alerjenlerden uzak kalınmalı, mutlak surette korunulmalıdır. Stresten uzak yaşamalı, alkol, sigara tüketilmemelidir. Bazı hastalarda immünoterapi yani aşı uygulaması yapılmaktadır. İmmünoterapi için seçilecek hastalar genellikle alerjisi ilaçlarla kontrol edilemeyen veya ilaç yan etkilerinden rahatsız olan hastalardır. Hastada en az iki mevsim veya 6 ay alerji bulguları varsa aşı düşünülebilir. Hastalık göz kaşıntısı ve hapşırmaktan ibaret basit bir hastalık değildir. Tedavi edilmezse ve önlem alınmazsa tekrarlar. Sinüzit, otit ve astıma neden teşkil edebilir” dedi.

    “Yağmur yağdıktan sonra ve akşam saatlerinde polen yoğunluğu azalır”

    Bahar alerjisinden korunma yolları hakkında bilgiler veren Ömer Faik Sağun “Önce hangi polenin alerji yaptığının bilinmesi gereklidir. Bunun için alerji testi gereklidir. Polenler coğrafi bölgelere göre değişkenlik gösterir. Sabahtan öğlene kadar polenler en yüksek seviyede bulunur. Yağmur yağdıktan sonra ve akşam saatlerinde polen yoğunluğu azalır. Polenlerin yoğun olduğu sabah saatlerinde, kuru ve rüzgarlı havalarda zorunlu değilse dışarı çıkmayın. Polen mevsiminde spor için kapalı alanları tercih edin. Eve geldiğinizde giysilerinizi değiştirin Uzun kollu elbiseler ve pantolon giyin. Eve geldiğinizde duş alın ve bol su ile yüzünüzü yıkayın. Polenlerin yoğun olduğu saatlerde kapı, pencere açmayın. Doktorunuz tarafından reçete edilen ilaçlarınızı düzenli kullanın. Rüzgarlı havalarda dışarıda bulunmamaya çalışın” diye konuştu.

  • Gıdaların yıkandığı suya dikkat

    Gıdaların yıkandığı suya dikkat

    İshallerin virüs dışında bakteriler yoluyla bulaşan enfeksiyonlarla da görülebildiğini söyleyen Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Mustafa Kaplan, “Havaların ısınmasıyla beraber ve suların kirlenmesiyle beraber hastalarda ishal vakalarında artış görmekteyiz. Özellikle besinlerin yıkanmasında kirli suların kullanılması, havuza ve deniz sularına sıkça girilmesi ve buna bağlı su yutulması gibi durumlarda, yine sıcaklıklara bağlı olarak besinlerin hızlı bozulmasıyla beraber hastalarda ishal vakalarında bir artış görmekteyiz. Bu ishallerin çoğu virüs dediğimiz enfeksiyon sebeplerine bağlıyken, bazen bakteri dediğimiz bakteriyel enfeksiyonlara bağlı olarak da görülebilmektedir” diye konuştu.

    Dr. Mustafa Kaplan, yaz ishalinin karnın üzerinde mide kısmında bir ağrı ile kendini göstermeye başladığını söyleyerek, “Genelde yeni başlayan, yazın görülen ishallerde hastalarda yeni başlayan karın ağrısı olur. Mide kısmının yani karnın üst bölgesinde başlayan ağrıyla kendini gösterir ilk başta. Daha sonra hastalarda şiddetli bulantı, kusma ve ishal ortaya çıkar. Genelde bu ishaller ciddi ishaller değillerdir. Birkaç günlük tedavi ile kendiliğinden toparlanabilir. Daha ciddi durumlarda ise ishal daha uzun sürmekte veya kanama ve gece şikayetleri ortaya çıkabilir. İshal tanımı genel olarak şöyledir; bir hasta normalde günde en fazla 3 defa tuvalete çıkar. 3’ten fazla tuvalete çıkması durumunda biz hastada ishalden bahsederiz” ifadelerini kullandı.


    Yaz ishalinin genelde çocuk ve yaşlılarda gözlemlendiğini ve sıvı kaybının bu hasta grubunda fazla olduğunu söyleyen Kaplan, “Özellikle yaz ishali çocuklarda daha sık görülmekte. Çocuklarda ve yaşlı popülasyonda su kaybı çok fazla olmaktadır. Buna bağlı olarak hastalarda böbrek, elektrolit bozukluğu görülebilmektedir. Bu sebeple de hastaların hastaneye yatırılması gerekmektedir. Normalde çoğu ishal basit evde alınan önlemlerle kendiliğinden geçmektedir. Besinlerin düzgün yıkanması, içilen suya dikkat edilmesi gibi. Yine böyle hastalara patates, muz püresi veya pirinç lapası gibi besinleri tüketmesini tavsiye etmekteyiz. Hastaların bolca sıvı tüketmesini de öneriyoruz. Eğer bunlarla şikayetleri geçmezse, hastanın ishali artarsa, ishal süresi uzarsa veya ishalinde kan görülmesi ve gece tuvalete çıkma gibi durumlar olursa mutlaka hastaneye başvurmalarını öneriyoruz. Çünkü biz bu gibi durumlarda hastadan kan tahlili, dışkı tahlili ve gerekirse karın ultrasonu gibi şeyler yapıp hastalara destekleyici tedaviler vermekteyiz” şeklinde konuştu.

  • Perşembe gününe dikkat

    Perşembe gününe dikkat

    Türkiye’yi etkisi altına alan Eyyam-ı bahur ve Afrika sıcakları yurdı terk etti. Türkiye bu kez Güneydoğu’dan gelen Basra sıcaklarının etkisi altına girdi.

    Mevsim normalleri üzerinde seyreden sıcaklıkların, Güneydoğu Anadolu’da 14 Ağustos’a kadar etkisini sürdüreceği tahmin ediliyor.

    Diyarbakır Meteoroloji 15. Bölge Müdürlüğü’nde Meteoroloji Mühendisi Hümeyra Betül Akgül, bölgede mevsim normalleri üzerinde seyreden sıcakların 6 ile 10 derece kadar yükselebileceğini söyledi.

    Diyarbakır’ın 45, Şanlıurfa’nın 44, Mardin’in 40, Batman’ın 45, Siirt’in 43, Şırnak’ın ise 40 derece hava sıcaklığına ulaşacağını söyleyen Akgül, “Özellikle Perşembe günü maksimum sıcaklara ulaşacağımızı düşünüyoruz.” dedi.

    Güneydoğu’da beklenen sıcaklıkların Basra kaynaklı olduğunu aktaran Akgül, “Daha önce Afrika sıcakları Basra sıcaklarını tetiklerken, şimdi Afrika sıcaklarının etkisini yitirmesiyle Batı illerimizde bir serinleme mevcut. Şuan tüm sıcaklık Güneydoğu Anadolu Bölgemizin üzerinde etkisini gösteriyor. O yüzden Perşembe günü maksimum sıcakları yaşayacağız. Perşembe gününden sonra ise kademeli olarak bir iniş bekliyoruz. Bu sıcaklar ayın 14’üne kadar devam edecek diye tahmin ediyoruz.” diye konuştu.

    Hava sıcaklarının insan üzerinde sağlık açısından olumsuz etki oluşabileceğine dikkat çeken Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Şenyiğit ise vatandaşlara uyarılarda bulundu.

    Vatandaşlara 11.00 ile 16.00 saatleri arasında zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamaları yönünde uyarılarda bulunan Şenyiğit, şunları kaydetti:

    “Ağustos ayının ilk haftası etkisini gösteren Eyyam-ı bahur ve Afrika sıcakları bittiği halde halen bu aşırı sıcakların devam ettiğini görüyoruz. Muhtemelen bu aşırı sıcaklar bölgemizi ve ülkemizi aşırı bir şekilde etkileyecektir. Bu dönemde korunma ile alakalı en önemli hadise gündüz 11.00 ile öğleden sonra 16.00 saatleri arasında mutlaka dışarı çıkamamak gerekiyor. Özellikle yaşlı vatandaşlarımızın hasta olanlar ve tansiyon hastalığı olanlar çok dikkatli olmalıdır. Bu sıcakta dışarı çıkıp aşırı sıcağa maruz kalındığında beyin kanaması dahil olmak üzere her türlü sağlık sorunu meydana gelir.”

  • Dondurmadaki oyununa dikkat

    Dondurmadaki oyununa dikkat

    Dünyada üst üste sıcaklık rekorları kırılırken, Adana’da da hava sıcaklığı mevsim normallerinin üzerinde seyrediyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre kentte sıcaklık gölgede 37 derece olarak ölçülürken, park ve bahçelerdeki termometreler 44 ila 47 derece arasında gösteriyor. Hal böyle olunca vatandaşlar da serinlemek için dondurmaya yoğun talep gösteriyor. Ancak ucuz ve kalitesiz dondurmada süt yerine kullanılan süt tozu ile meyve yerine kullanılan tatlandırıcı ve renklendiriciler vatandaşların sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Hatta bazı dondurma üreticilerinin süt yerine süt tozu dahi kullanmayıp dondurmayı direkt su ile yaptığı ileri sürülüyor. Ayrıca fıstıklı dondurma yapılırken ise bazı üreticiler Antep fıstığı yerine bezelye, yeşile boyanmış yer fıstığı gibi ürünler kullanıyor.

    Gerçek dondurmacılar ise ham madde, işçilik ve kira gibi giderleri katınca 1 top dondurmanın en az 18-20 TL’den satılması gerektiğini, topu 2-3 liraya satılan dondurmalardan vatandaşların uzak durması gerektiğini söyledi.


    “Hazır dondurmaları da önermiyoruz”

    Adana’da uzun yıllardır dondurmacılık yapan Mustafa Polat,

    “Adana çok sıcak ve insanlar hava sıcaklığında dondurmayla serinlemek istiyor. Ancak hal böyle olunca bazı kişiler hilelere başvuruyor. Vatandaşlarımız da burada dikkat etmeli. Dondurmada süt yerine süt tozu kullanan kişilerden dondurma almamalılar. Gerçek meyvenin yerine renklendirici ve tatlandırıcı kullanıyorlar. Bunun yerine vatandaşlar güvendikleri, bildikleri yerlerden dondurma almalılar. Hazır dondurmaları da önermiyoruz” dedi.


    “Bazı yerlerde dondurmanın topu 3-5 lira”

    Dondurma yaparken tamamen sudan üretim yapan kişilerinde olduğuna da dikkat çeken Polat, “1 kilogram dondurma 250 TL’den aşağı olmamalı. Ancak bazı yerlerde dondurmanın topu 3-5 liraya satılıyor. Orada mutlaka bir hile vardır. Fıstıklı dondurmada bezelye, meyveli dondurmada tatlandırıcı kullanıyorlar. Bazı kişiler süt yerine süt tozu kullanıyor ancak bazıları süt tozu dahi kullanmayıp su ile dondurmayı yapıyor. Bu ciddi anlamda insan sağlığını tehdit ediyor. Vatandaşlarımız sıcak günlerde serinleyim derken sağlığından olmasın” ifadelerini kullandı.

    Dondurma yemeye gelenlerden Zehra Güzel ise, “Bazı yerlerde süt yerine süt tozu kullanıldığını biliyorum. Geçtiğimiz günlerde dışarıda dondurma almak istedim topuna 3 TL dedi, ben de oraya güvenip dondurma almadım. Herkes buna dikkat etmeli” diye konuştu.