İçtihat Bülteni Uygulaması’ndan edinilen bilgiye göre, Sakarya’da davacı bir özel okulun vekili, çekilip erken kapanan 3 ayrı kredi ile ilgili banka tarafından tahsil edilen ücretlere ilişkin sözleşme hükümlerinin genel işlem şartı niteliğinde olduğunu beyanla kredi sözleşmelerine bağlı olarak istihbarat ve erken kapama ücreti adı altında tahsil edilen tutarlardan fazlaya dair hakkı saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 1.000.00 TL’lik kısmının ödeme tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt faizi ile birlikte davalı bankadan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesini talep ve dava etti. Davalı banka vekili, davanın reddini talep etti. İlk Derece Mahkemesi, davanın kısmen kabulüne karar vererek fazlaya ilişkin talebin reddine karar verdi. İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulundu. Bölge Adliye Mahkemesi, tarafların İstinaf başvurularının esastan reddine karar verdi.
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz talebinde bulundu.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi şu kararı verdi:
“Kredi kullanım esnasında alınmayan istihbarat ücretinin erken ödeme nedeniyle alınması da mümkün değildir. Davacıya 18.08.2016, 25.05.2017, 12.06.2017 tarihlerinde kredi kullandırılmış bu esnada istihbarat ücreti alınmamıştır. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından 10.02.2020 tarih, 2020/4 sayılı tebliğ ile getirilen düzenleme neticesinde Bankalar tarafından tahsil edilen istihbarat ücreti uygulamasına son verilmiştir. Kredi kullanım esnasında alınmayan istihbarat ücretinin erken ödeme nedeniyle alınması da mümkün değildir. İstihbarat ücreti davacıdan alınamayacağına göre, istihbarat ücretine uygulanarak tahsil edilen BSMV ücretinin de alınmaması gerekir. Bu nedenle, istihbarat ücretine uygulanan BSMV’nin de davacıya iadesi gerekirken BSMV hariç istihbarat ücretinin iadesine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.”
Etiket: emsal karar
-
Kredi borçlarını erken kapatanlar dikkat
-
Yargıtay’dan öğretmenleri ilgilendiren emsal karar
İçtihat Bülteni’nden edinilen bilgiye göre, borçlu öğretmen, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden aldığı maaşının 1/4’ü ile ek ders ücretinin tamamına konulan haczin kaldırılmasına dair talebinin Dinar İcra Müdürlüğü tarafından reddedildiğini, maaşıyla zor geçindiğini, eşinin hamile olması sebebiyle doktor kontrolleri ve takviye gıdalar sebebiyle ek masrafları olduğunu, ikâmetgâhı Fethiye’de olduğundan görev yaptığı Dalaman’daki okula gidiş-dönüş her gün toplam 110 km yol kat ettiğini ileri sürerek, maaşının 1/4’ünü aşan kısım olarak ek ders ücretine uygulanan haczin kaldırılmasını talep etti.
İlk Derece Mahkemesi talebin kabulüne karar verdi
İlk Derece Mahkemesi, Dinar İcra Müdürlüğünün dosyasında borçlunun maaşının 1/4’ü ile ek ders ücretinin tamamının ayrı ayrı haczedildiği, bu işlemin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle şikâyetin kabulüne, borçlunun ek ders ücretinin tamamına konulan haczin kaldırılmasına, borçlunun maaş ve ek ders ücreti toplamının 1/4’ü oranında hesap edilen 1.262,62 TL üzerinden haczin devamına, fazla tahsil edilen 4.672,99 TL kesinti tutarının yasal faizi ile birlikte davacıya (şikâyetçiye) iadesine karar verdi. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde alacaklı vekili istinaf başvurusunda bulundu.Bölge Adliye Mahkemesi hükmü kaldırdı ancak yeniden hüküm kurarak borçlu öğretmenin lehine karar verdi
Bölge Adliye Mahkemesi, şikâyetçi tarafın, ek ders ücretinin tamamı üzerindeki haczin kaldırılması talebinin (maaş ve ek ders ücreti toplamının 1/4 ü kadar haciz kesintisi yapılması gerektiğinden bahisle) kısmen kabul edildiği anlaşıldığından şikâyetin kısmen kabulüne karar verilmesi gerektiği, diğer taraftan talep olmadığı halde fazla tahsil edilen 4.672,99 TL kesinti tutarının yasal faizi ile birlikte davacıya iadesine karar verilmesinin doğru bulunmadığı gerekçesiyle alacaklının istinaf isteminin kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin kararının kaldırılarak şikâyetin kısmen kabulü ile borçlunun maaş ve ek ders ücreti toplamının 1/4’ü oranında hesap edilen 1.262,62 TL üzerinden haczin devamına, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulundu.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, “İİK’nun 83. maddesinde kısmen haczi caiz olan şeyler sayılmış olup, ek ders ücretlerinin maaştan sayılacağına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda bu ücretin tamamının haczedilmesine yasal bir engel yoktur” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi’nin hükmünü bozdu.Bölge Adliye Mahkemesi kararında direndi
Bölge Adliye Mahkemesi, somut olayda, alacaklı vekilinin duruşmadaki beyanında belirtildiği üzere borçlunun maaşı üzerinde uygulanan haczin maaşının 1/4’ü oranında olduğu, borçlunun, kendisi ve ailesinin geçinmeleri için lüzumlu olarak takdir edilen miktar tenzil edildikten sonra maaş ve ek ders ücretinden en fazla 1/4 (oranında) haciz uygulanması gerektiğinin değerlendirildiği, buna göre de maaş ve ek ders ücret toplamının 1/4’ü üzerindeki haczin kaldırıldığı gerekçesiyle direnme kararı verdi.
Direnme kararı süresi içinde alacaklı vekili tarafından temyiz edildi ve dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine taşındı.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu:
“Ek ders ücretinin ancak dörtte biri haczedilebilir “
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, emsal niteliği taşıyan kararını verirken şu ifadeleri kullandı.
“ Açıklanan hukuki dayanaklardan yola çıkıldığında ek ders ücreti; aylık ders görevi dışında verilen derslerin karşılığı olarak ödenen ücret olarak tanımlanabilir. Bu anlamda olmak üzere ek ders ücreti 2004 sayılı Kanun’un 83 üncü maddesi kapsamında aylık ‘maaş’ dışında ek ders görevi karşılığı ödenen bir ücrettir. Belirtmek gerekir ki, yukarıda da açıklandığı üzere 2004 sayılı Kanun’un 83 üncü maddesinde ifade edilen ücret kavramına her türlü ücret dahildir. Gerek bedeni gerekse fikri çalışma sonucu elde edilen her türlü ücret bu kapsamdadır. Bu itibarla, ek ders ücretinin de madde metninde yer alan ‘her nevi ücret’ kapsamına girdiği açıktır. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.” -
Yargıtay’dan emsal tefecilik kararı
Tefeciden para alan bir vatandaş, mağdur olduğunu öne sürerek mahkemenin yolunu tuttu. Mahkeme, tefecilik yaptığı öne sürülen kişiye ceza yağdırdı. Kararı hem sanık, hem mağdur hem de Vergi Dairesi avukatı temyiz etti. Emsal nitelikte bir karara imza atan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, tefeciden para alanın mağdur olmayacağının altını çizdi. Kararda Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesinde düzenlenen tefecilik suçunun kanunun “Topluma Karşı Suçlar” başlıklı üçüncü kısmının dokuzuncu bölümünde düzenlendiği gibi suçun mağdurunun tüm toplum olduğu vurgulandı.
Kararda şöyle denildi:
“Tefecilik ilişkisinde faiz karşılığı ödünç para alan kişi, iradi olarak faiz ilişkisinin tarafı olmakta olup gerçek anlamda suçun pasif failidir. Ancak kanun koyucu izlediği suç siyaseti gereği tefecilik fiilinin aktif failinin kolayca tespitini sağlamak amacıyla ödünç para alan kişiyi cezalandırmamıştır. Bu halde tefecilik fiilinin pasif faili konumunda bulunan faiz karşılığı ödünç para alan kişinin suçun mağduru olarak kabulüne olanak yoktur. Bu kişilerin fail hakkında şikayetçi olmaları halinde açılan bir kamu davasındaki konumları ihbar eden niteliğindedir ve suçun doğrudan mağduru olmadıklarından davaya katılma hak ve yetkileri bulunmamaktadır. Bu nedenle sanık hakkında tefecilik suçundan açılan kamu davalarına Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 237. maddesine göre suçtan doğrudan zarar görmeyen müştekinin katılma hakkı olmadığı, bu itibarla hükmü temyiz yetkisi bulunmadığından müştekinin temyiz talebinin reddi gerekmiştir.”
Zarar karşılansa da önemi yok
Kararda tefecilik suçunda tefecilik yapan failden faiz, komisyon veya başka adlar karşılığında ödünç para alan kişilerin suçun doğrudan mağduru olmadıkları dile getirildi. Kararda, “Bu kişilerin maddi zararlarının göz önüne alınamayacağı açıktır. Nitekim 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ‘Kesin hükümsüzlük’ başlıklı 27. maddesi karşısında yasanın emredici normlarına aykırı olarak düzenlenen bir tefecilik sözleşmesi nedeniyle, sözleşme taraflarının doğrudan veya dolaylı olarak hukuki korumadan yararlanmaları olanaksızdır. Sonuç olarak tefecilik suçlarından kurulan hükümlerde Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin uygulanmasında, aynı Yasa’nın 231/6-c maddesindeki ‘Zararın giderilmesi’ koşulunun aranması olanaksızdır. Bu açıklamalar ışığında dosya çerçevesi, bilgi ve belgelere göre mahkemece sanığa hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul edip etmediğinin sorulması sonrasında Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231/5 ve 231/6-a-b madde ve bentleri çerçevesinde değerlendirme yapılması gerekirken ‘Karşı tarafın zararı tanzim edilmediğinden’ gerekçesi ile sanık hakkında Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi bozma nedenidir. Sanık müdafiinin ve müşteki Hazine vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi de gözetilerek Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 321. maddesi uyarınca hükmün bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir” denildi.
-
Yargıtay’dan emsal icra takip kararı
Bir kooperatif başkanı, ödenmeyen alacak sebebiyle borçlular hakkında saat 16.00 sularında icra takibi başlattı. Takipten haberdar olan davalılar, ilgili borç miktarı parayı aynı gün saat 17.11’de kooperatifin banka hesap numarasına yatırdı. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin yolunu tutan alacaklı, takibe geçildikten sonra ana para borcunu ödemiş olsalar da vekalet ücreti, faiz, tahsil harcı ve ferilerini ödemek zorunda olduklarını, icra dosyasına yapılan itirazların hukuki dayanaktan yoksun ve mesnetsiz olduğunu ileri sürerek, itirazın iptali ile alacağın yüzde 20 oranından aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etti.
Davalılar, icra takibi yapılmadan önce borcun tamamını ödediklerini, borcun tahsil edilmesinden sonra yapılan icra takibinden dolayı vekalet ücreti ve icra giderinin istenemeyeceğini savunarak davanın reddini istedi. Mahkeme, ödeme emrinin düzenlenmesinden ve henüz tebliğ edilmemesine rağmen aynı gün bir saat sonra ödemenin yapılması durumu karşısında tarafların birbirlerinden haberdar olmadığının kabulünün hayatın olağan akışına aykırı olduğuna dikkat çekti. Mahkeme kararında, “Ödeme emrinin ödemenin yapıldığı aynı günün akşam saatlerinde mesai bitimine doğru düzenlenmesi ve hemen ardından banka ödemesi yoluyla borcun ödenmiş olması, hukuki anlamda aralarında husumet bulunan alacaklının borçlulara vekalet ücreti ve icra masrafı yüklemek amacıyla dava konusu takibi başlattığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir” denildi.
2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce miktar itibarıyla kesin olarak verilen karara karşı Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına temyiz isteminde bulunuldu. Dava dosyasını yeniden inceleyen Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, emsal nitelikte bir karara imza attı.
Kararda şu ifadelere yer verildi:
“Banka hesap numarasına yapılan ödemeden takipten sonra alacaklının yada vekilinin haberdar edildiği ispatlanamadığından ve alacaklının her gün ve saatte banka hesabını denetlemesi hayatın olağan akışı içinde mümkün bulunmadığından dolayı bu ödemenin kısmi ödeme olduğunun kabulü gerekir. O halde, mahkemece takip günü yapılan ödemenin takipten önce yapılan ödeme olarak kabul edilemeyeceği ve alacaklının takipte haklı olduğu gözetilerek, takip tarihi itibarıyla tespit edilen toplam borç üzerinden borçlunun icra vekalet ücreti ve takip masraflarından sorumlu olacağı kabul edilerek buna göre bir karar verilmesi gerekirken, ödeme emrinin tebliğinden önce ödeme yapıldığı kabul edilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülmekle Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istemi kabul edilerek mahkeme kararının kanun yararına bozulması gerekmiştir. Kararın kanun yararına bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiştir.”
-
Yargıtay mesainin haczedilmesine izin vermedi
Bir fabrikada çalışan işçinin, maaşına haciz koyduran alacaklı şirket hızını alamayarak fazla mesai ücreti; resmi bayram izin ücretlerine haciz koydurdu.
Borçlu işçi mahkemenin yolunu tutarak icra müdürlüğünün işleminin iptalini talep etti. Mahkemeden eli boş dönen borçlu işçi, kararı temyiz edince devreye Yargıtay 12. Hukuk Dairesi girdi.
Emsal nitelikte bir karara imza atan daire, borçlu işçilerin mesai ücretlerinin tamamının haczine vize vermedi. Kararda şöyle denildi:
“Somut olayda, icra müdürlüğünce, borçlunun fazla çalışma ücreti ve genel tatil alacağının tamamı üzerine haciz konulduğu, borçlu vekilinin haczin kaldırılmasını talep ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda borçlunun fazla çalışma ücreti alacağı ile genel tatil alacağının 1/4’ünden fazlasının haczi mümkün değildir. O halde mahkemece, şikayetin, borçlunun fazla çalışma ücreti alacağı ile genel tatil alacağı üzerine konulan haczin 1/4’ünü aşan kısım yönünden kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle tümden kabulü isabetsizdir.”
-
Yargıtay’dan emsal boşanma kararları
Aile Mahkemesi’ne başvuran genç kadın, kocasının kendisi ve çocuklarıyla alakadar olmadığını öne sürdü. Kadının davası; mahkemece reddedildi. Davacı kadın kararı istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi de itirazı reddetti. Davacı kadın, kararı temyiz edince devreye Yargıtay 2. Hukuk Dairesi girdi. Emsal bir karara imza atan daire, psikolojik şiddetin boşanma sebebi olduğuna hükmetti.
Kararda şöyle denildi:
“Mahkeme, her ne kadar feragat ile sonuçlanan önceki boşanma davasından sonra gerçekleştiği iddia edilen fiziksel şiddet vakıasının ispat edilemediğine dikkat çekmiştir. Ancak yapılan yargılama ve toplanan delillerden ve tanık beyanlarından davalı erkeğin davacı kadına karşı evlilik birliği boyunca süregelen psikolojik şiddet uyguladığı ve feragatle neticelenen boşanma davasından sonra da devam eden şekilde eş ve çocuklarla ilgilenmediği ve birlik görevlerini yerine getirmediği anlaşılmıştır. Evlilik birliğinin sona ermesine sebep olan olaylarda davalı erkeğin tamamen kusurlu olduğu anlaşılmakla buna dayalı olarak davanın kabulü gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, Aile Mahkemesi hükmünün bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.”
Yargıtay’ın önceki mahkeme kararlarına göre boşanmaya yol açan bazı konular ise şöyle sıralandı:
“Çalışmamak, cinsel ilişki kuramamak, cinsel ilişkiden kaçınmak, eski sevgilisini unutamadığını söylemek, evlilik dışı çocuğu olmak, aşırı içki veya uyuşturucu kullanmak, alay etmek ve aşağılamak, küçük düşürmek ve küçümsemek, başkalarıyla kıyaslamak, çocuğun kendisinden olmadığı ile suçlamak – sadakatsizlikle suçlamak, eşini sevmediğini söylemek, eşinden soğuduğunu söylemek – başkası ile evleneceğini söylemek, aile ile görüştürmemek – aile yanına bırakmak, evden kovmak, doğumunda ilgilenmemek, ağız ve vücut kokusu tedavisinden kaçınmak, beden temizliğine önem vermemek.”
-
Yargıtay’dan emsal yıllık izin kararı
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, milyonlarca özel sektör çalışanını ilgilendiren emsal nitelikte bir karara imza attı.
Ağır vasıta şoförü olarak çalışan işçi, İş Mahkemesi’ne başvurarak, iş sözleşmesinin herhangi bir sebep bildirilmeden feshedildiğini ancak yasal haklarının ödenmediğini öne sürdü. Fazla çalışmalarının karşılığının kendisine ödenmediğini, çalıştığı sürece yıllık izin kullanmadığını ve iş sözleşmesinin feshinde hak etmiş olduğu yıllık izin alacaklarının da kendisine ödenmediğini ileri süren işçi, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık ücretli izin alacağı ve fazla çalışma alacaklarının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etti.
Davalı şirket ise iddiaları reddetti. Mahkeme, davanın kısmen kabulüne hükmetti. Kararı davalı şirket istinafa götürdü. Bölge Adliye Mahkemesi, işverenin itirazını reddetti. Davalı şirket bu kez kararı temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.
Emsal nitelikte bir karara imza atan 9. Hukuk Dairesi, işçinin yıllık iznini kullanıp kullanmadığının ispatının işveren sorumluluğu altında olduğuna dikkat çekti. Kararda, işverenin yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlaması gerektiği hatırlatıldı. Bu konuda ispat yükü üzerinde olan işverenin işçiye yemin teklif edebileceği dile getirildi.
Sözleşmenin feshi halinde kullanılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretin işçinin kendisine veya hak sahiplerine ödeneceği vurgulanan kararda şöyle denildi:
“Böylece iş sözleşmesinin feshinde kullanılmayan yıllık ücretli izin hakkı izin alacağına dönüşür. Bu nedenle zaman aşımı da iş sözleşmesinin feshinden itibaren işlemeye başlar. Yıllık izin hakkı anayasal temeli olan bir dinlenme hakkı olup, işçinin iş sözleşmesinin devamı sırasında ücrete dönüşmez ve bu haktan vazgeçilemez. İşçinin iş sözleşmesinin devamı süresinde kullanmadığı yıllık izinlere ait ücreti talep etmesi mümkün değildir. Bu nedenle işçinin iş sözleşmesinin devamı sırasında izin hakkının bulunduğunun tespitini talep etmesinde hukuki menfaati vardır. Somut uyuşmazlıkta hükme esas alınan bilirkişi raporunda davalı işyerinde 5 yılı aşkın çalışması olduğu tespit edilen davacının tüm çalışma süresi boyunca hak ettiği yıllık ücretli izin süresinin 100 gün olduğu belirtilmiş ve yıllık izin ücreti alacağına yönelik talep, davacının hiç izin kullanmadığı kabulü ile hüküm altına alınmıştır. Ne var ki 5 yıl boyunca yıllık ücretli izin kullanılmadan çalışılması hayatın olağan akışına aykırı olduğundan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31. maddesi uyarınca hakimin davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde davacı asil çağrılarak yıllık izinlerle ilgili beyanının alınmasından sonra sonucuna ve tüm dosya çerçevesine göre değerlendirme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.”
-
Gurbetçi işçiler için emsal karar
Yabancı bir ülkede HES ve baraj inşaatı işinde lokomotif operatörü olarak bin 863 Euro net maaş karşılığında çalışan işçi, alacaklarının ödenmediği gerekçesiyle İş Mahkemesi’nin kapısının çaldı.
Davacı işçi, 19.00-07.00 saatleri arasında haftanın 7 günü, hafta tatilleri, ulusal bayram ve genel tatil günleri dahil çalıştığını, bu çalışmaların karşılığı ücretlerin ödenmediğini öne sürdü. Çalıştığı süre boyunca yıllık izinlerinin kullandırılmadığını ve karşılığı ücretinin ödenmediğini, iş sözleşmesinin davalılar tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğini, buna rağmen kıdem tazminatı ve ihbar tazminatının ödenmediğini belirterek kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının tahsilini talep etti.
Davalı şirket, iddiaları reddetti. Mahkeme davanın kısmen kabulüne hükmetti. Davalı şirket kararı istinaf etti. Bölge Adliye Mahkemesi, davalının itirazını kabul etti. Bunun üzerine davacı işçi, kararı temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi. Emsal bir karara imza atan Kurul, gurbetçi işçilerin, alacak davaları tartışmalarına yeni bir boyut kazandırdı.
Kararda şöyle denildi:
“Somut uyuşmazlıkta, davalı şirketler oluşturdukları adi ortaklığın Arnavutluk yasalarına göre kurulup tescil edilen bir kuruluş olduğu ortadadır. Davacı ile davalı şirketler arasında imzalanan yurtdışı iş sözleşmesinde, tarafların iş ilişkisindeki hak ve yükümlüklerinin Arnavutluk mevzuatına atıf ile belirlendiği gibi 9. maddesinde de sözleşme maddelerinde belirtilen hususlarda Arnavutluk Cumhuriyetinin İş Kanununa göre hareket edileceğinin düzenlendiği görülmektedir.
Diğer yandan, davacı söz konusu iş sözleşmesi çerçevesinde tüm hizmet süresi boyunca sadece davalıların Arnavutluk’ta bulunan işyerinde çalışmış olup, bu durumda mutad işyerinin de işçinin işini fiilen yaptığı yer olan Arnavutluk olduğu sabittir. Tüm bu hususlar dikkate alındığında, taraflar arasında MÖHUK’un 27/1. hükmü çerçevesinde hukuk seçimi anlaşması bulunduğundan ve aynı zamanda Arnavutluk hukukunun, mutad işyeri hukuku olduğu gözetildiğinde uyuşmazlığa bu hukukun tatbik edilmesi gereklidir.
Bu durumda yapılacak iş; Mahkemece gerekirse Arnavutluk hukukunda uzman bir bilirkişiden de rapor alınmak suretiyle uyuşmazlığın Arnavutluk Hukukuna göre çözümlenmesinden ibarettir. Netice itibariyle; uyuşmazlıkta uygulanacak hukukun yanlış tespitiyle sonuca gidilmesi bozmayı gerektirmiştir.”
-
Yargıtay’dan emsal gizli ayıp kararı
Bursa’da bir iş insanı 2009 senesinde sıfır bir otomobil aldı. Üç yıldır sorunsuz kullanılan otomobil, 2012 yılında seyir halindeyken aniden stop etti. Aracın yeniden çalışmaması üzerine çekici yardımı ile servise çektirilen otomobilde, servis incelemesi sonucunda motor bloğunun pistonların vurması sonucu iki yerden delindiği belirlendi
Servis onarımı tamamlayarak hasar bedelinin yüzde 60’ının davalı tarafından karşılanacağı bildirildi. Aracı servisten çıkarmak için ödemek zorunda kaldığı 9 bin 737 TL’nin tahsilini isteyen iş insanı Bursa 2. Ticaret Asliye Mahkemesi’nin yolunu tuttu.
Davalıya gönderilen ihtarname ile ödenen bedelin iadesinin istendiğini, ancak davalı tarafından bir cevap verilmediğini ileri sürerek onarım bedelinden dolayı ödemek zorunda kaldığı paranın ödeme tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etti. Davalı bayi ise süresinde ayıp ihbarı yapılmayarak davacının ayıba karşı tekeffülden doğacak haklarını kaybettiğini öne sürdü.
Mahkeme garanti belgesinin incelenmesinde garanti süresinin iki yıl olduğu, ikinci el satışlarında dahi garantinin geçerli olduğunun belirtildiği, aracın garanti süresinin 15 Haziran 2011 tarihinde dolduğu, altı aylık zaman aşımı süresinin de dolduğu, dava zaman aşımı süresi geçmiş olsa da arızanın tamirinin garanti çerçevesinde yapılması kabul edildiğinden zaman aşımı def’inde bulunulamayacağına dikkat çekti.
Ayıp ihbarının yapılmamış olması iddiasının da ileri sürülemeyeceği, arızanın motorun içerisinde ve teslimden üç yıl sonra meydana gelmesi nedeniyle arızanın olağan kontrol ile tespitinin mümkün olmadığı, davacı tarafından da aracın servisine müracaat edildiğinden ayıp ortaya çıkar çıkmaz ihbarın yapılmış olduğu hatırlatıldı. Aracın motorunun garanti çerçevesinde ve müşteri memnuniyeti çerçevesinde değiştirildiğinin anlaşıldığı, belgede motorun tamir bedelinin yüzde 60’ı oranında değiştirildiğinin yazılı olmadığı gerekçesiyle davanın kabulü paranın davalıdan tahsiline karar verildi. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, kararı bozdu. Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, ilk kararında direndi. Davalı şirket kararı temyiz edince bu kez devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi.
Oy çokluğu ile alınan kararda şöyle denildi: “Somut uyuşmazlıkta davacı tarafından davalıya yapılan ödeme tarihi 25.05.2012 olup dava 22.02.2013 tarihinde açılmıştır. 6762 sayılı TTK’nın 25. maddesi uyarınca altı aylık dava zamanaşımı süresi dolmuş ise de, alınan bilirkişi raporu ile de sabit olduğu üzere araçtaki motor arızasının üretim kaynaklı olduğu, bu durumda ortaya çıkan gizli ayıp nedeniyle davalının ağır kusurlu olduğu ve ayıbın hile ile davacıdan gizlendiğinin kabulü gerekmektedir. Araçtaki gizli ayıp nedeniyle davalının ağır kusurlu olması durumunda ağır kusur veya hile ile ayıbın tüketiciden gizlenmesi hâlinde zamanaşımı süresinden yararlanılması mümkün olmayıp davalının zamanaşımı def’î yerinde değildir. Hâl böyle olunca, mahkemece verilen direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle yerindedir.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun karar numarasının 2021/1419 Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesi olarak tescil edildiği bildirildi.
-
Yıllık izin biriktiren işçilere kötü haber
16 sene boyunca çalıştığı şirketten emekli olan işçi, yıllık izin ücretlerinin ödenmediği gerekçesiyle dava açtı. 2000 ile 2016 tarihleri arası sürekli ve kesintisiz şekilde araç ve nakliye dağıtım elemanı olarak çalıştığını belirten işçi, fazla çalışma ve ulusal bayram genel tatil ücret alacaklarının kendisine ödenmediğini öne sürdü. Kıdem tazminatının ödenmesini istediğini, ihtarnameye rağmen herhangi bir ödeme yapılmadığını, kıdem tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının hüküm altına alınmasını istedi.
Davalı şirket iddiaları reddetti. Mahkeme, davanın kısmen kabulüne hükmetti. Davalı şirket kararı istinaf etti. Bölge Adliye Mahkemesi de itirazı reddetti. Davalı şirket kararı temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.
Yargıtay; bir işçinin 16 yılı aşkın bir süre çalışmasına rağmen yıllık izin kullanmasını hayatın olağan akışına ters buldu.
Kararda şu ifadelere yer verildi:
“Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafça belirsiz alacak davası açılmıştır. 4857 sayılı İş Kanununun 59.maddesinde, iş sözleşmesinin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, işçiye kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretlerin son ücret üzerinden ödeneceği hükme bağlanmıştır. Yıllık izin hakkının ücrete dönüşmesi için iş sözleşmesinin feshi şarttır. Bu noktada, sözleşmenin sona erme şeklinin ve haklı nedene dayanıp dayanmadığının önemi bulunmamaktadır. Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlamalıdır.
Bu konuda ispat yükü üzerinde olan işveren, işçiye yemin teklif edebilir. Somut olayda, davacı dava dilekçesinde çalışması boyunca hiç yıllık ücretli izin kullanmadığını iddia etmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre 09.02.2000- 02.09.2016 tarihleri arasında fiilen çalışmasına esas 16 yıl 18 günlük hizmet süresi üzerinden 296 gün izin hakkı bulunduğu tespit edilerek hesaplanan yıllık izin ücreti alacağının hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır.
Davacının on altı yılı aşan süre ile çalışmasına rağmen izin kullanmaması hayatın olağan akışına aykırı olduğundan hakimin davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde davacının çalışma süresi boyunca herhangi bir zamanda yıllık ücretli izin kullanıp kullanmadığı, kullanmış ise kaç gün kullandığı hususu açıklattırılarak davacı beyanı ile birlikte tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi gerekir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.”