Etiket: Enfeksiyon

  • Okullarda enfeksiyona dikkat

    Okullarda enfeksiyona dikkat

    Okulda, kapalı sınıf ortamında saatlerce bir arada kalan öğrenciler arasında salgın hastalıklar görülebiliyor. Çocukların da hijyen kurallarına yeterince dikkat edememesi, kendilerini oyunlara kaptırıp birbirlerine yakın temasta bulunmaları, bulaş oranını artırıyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İhsan Başpınar, okulların açılmasıyla birlikte çocukları viral enfeksiyonlardan koruyabilmeleri için ailelere önemli uyarılarda bulundu.

    Hasta çocuklar mutlaka evde dinlendirilmeli

    Havaların yavaş yavaş soğumasıyla da enfeksiyonlarda belirgin bir artış beklediklerini ifade eden Dr. Başpınar, özellikle okul, kreş, yurt ve askeri alanlarda bulaşın daha kolay olduğunu belirterek, “Viral enfeksiyonlar çok hızlı yayılmakta. Çünkü çocuklar dışarıda, sınıfta hijyen ve mesafe kurallarına çok dikkat edemiyorlar. Oyun oynarken yakın temas halinde olabiliyorlar. Bu nedenle bulaş olayı daha fazla oluyor. Hasta çocukların, aileleri tarafından okula gönderilmemesi ve evde dinlendirilmesi lazım. Okula gittiklerinde diğer çocuklara da bulaştırabiliyorlar” dedi.

    Doğru beslenme ve uyku bağışıklığı güçlendirir

    Dr. İhsan Başpınar, çocukları hastalıklardan korumak için dikkat edilmesi gerekenleri şöyle aktardı:

    “Eğer okulda enfeksiyon salgını varsa maske kullanabilirler. Sınıfların en geç saatte 1 havalandırılması lazım. El yıkama alanlarının oluşturulması, salgın dönemlerinde çocukların antiseptik solüsyonları yanında taşıması gerekmektedir. Evde de çocukların dirençlerini artırabilecek bir takım yöntemler var. Yeterli ve dengeli beslenme çok önemli. Çocukların her gıdadan, karbonhidratlardan, yağlardan, proteinlerden belli bir oranda dengeli bir şekilde beslenmesi gerekir. Çocuk sadece karbonhidrat tüketirse bağışıklık sistemi zayıf olacaktır. Çocukların bağışıklığını güçlendirmek için bir takım vitamin ve mineraller verilebilir. D Vitamini, C Vitamini, A Vitamini, magnezyum takviyesi yapılabilir. Çinko eksikliği, selenyum eksikliği varsa bunlar da verilebilir. Çocukların uyku ritmi de bağışıklık için önemli. 8 saatten az uyuyan çocukların da bağışıklık sistemi zayıf olacaktır.”

    Çocuklar katkılı ve işlenmiş gıdalardan uzak tutulmalı

    Hazır ve paket gıdalarla beslenen çocuklarda bağışıklığın zayıfladığına dikkat çeken Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İhsan Başpınar, “Katkı gıdaları ve işlenmiş gıdalardan olabildiğince uzak kalmak lazım. Çocuklar cips, çikolata ya da yapay koruyucu ve tatlandırıcılar eklenmiş gıdaları olabildiğince tüketmemeli. Mümkünse doğal, organik, annelerinin evde yaptığı yiyeceklerle beslenmeleri daha doğru olacaktır. Kantinlerde çocuklar için uygun olmayan gıdaların satılmaması ya da tavsiye edilmemesi çok önemli” dedi.

    Telefon ve tabletler, bağışıklık sistemini zayıflatıyor

    Teknolojik aletlerin de çocukların bağışıklığı üzerinde olumsuz etkisi olduğunu vurgulayan Dr. İhsan Başpınar, “Son dönemlerde teknolojinin gelişmesiyle neredeyse her çocuğun elinde akıllı telefon ve tablet bulunmakta. Bunları uzun süre kullanan çocukların bağışıklık sisteminde zayıflama olduğu ortaya kondu. Yine telefon üzerinde yoğun bir şekilde mikrop birikimi mevcuttur. Telefonların temizlenmesine dikkat edilmelidir. Birtakım psikolojik sorunlara neden olabildiği gibi bağışıklığı da etkilemekte. Çocukları teknolojik aletlerden de olabildiğince uzak tutmakta fayda var” ifadelerini kullandı.

  • Yaz aylarında mantar enfeksiyonlarına dikkat

    Yaz aylarında mantar enfeksiyonlarına dikkat

    Deride hastalık yapan mantar tipleri, en çok insandan insana doğrudan ya da eşyalar aracılığıyla bulaştığını ifade eden Dermatoloji Uzmanı Dr. Oğuz Küçükçakır, yaz mevsiminde cilt hastalıklarından korunmak için önerilerde bulundu. Küçükçakır, “Yaz aylarında artış gösteren cilt hastalıklarının başında güneş yanıkları, mantar enfeksiyonları, isilikler, güneş alerjileri, derin kırışıklıklar, erken cilt yaşlanması, cilt lekeleri, kanser öncesi deri keratozları ve cilt kanserleri geliyor. Yaz aylarında ciltteki nemin artması sonucu deri ve tırnak mantar enfeksiyonlarında dikkat çekici bir artış oluyor. Öncelikle ayak parmak aralarında, kasık, koltuk altı, boyun bölgelerinde sıkça gözlenen kaşıntılı, bazen de kaşıntısız kızarıklık, kahverengi, bazen beyaz renkte döküntüler şeklinde görülen mantarlar; bazen de tırnaklarda kalınlaşma, sararma-kararma ve bozulmalara yol açabiliyor. Bu gibi durumlarda, cildinizin kuru kalmasını sağlamak ve dermatoloğunuzun gerekli gördüğü topikal veya sistemik tedaviye acilen başlamak gerekir” dedi.

    Ortam ısısının artmasıyla birlikte ter bezlerinin salgılarında artış olması sonucunda, çocuklar ve erişkinlerde özellikle boyun, koltuk altı ve kasık bölgesinde yanma ve acıma hissiyle başlayan kızarıklık, tahriş ve sulu kabarcıklar şeklinde isilik oluştuğunu belirten Uzm. Dr. Küçükçakır, “Bu bölgelerin nemli kalmasını engellemek, cilt yapınıza uygun vücut yıkama jelleri veya sabunları ile her gün duş almak ve banyo sonrası önerilen cilt yapınıza uygun nemlendirici krem sürmek gerekir. İsiliğin derecesine göre veya üzerinde gelişebilen ikincil enfeksiyonlar durumunda bazen medikal tedavi gerekebilir” diye konuştu.

    Çocukluk çağındaki güneş yanıkları melanoma riskini arttırıyor

    Yazın görülen diğer cilt hastalıklarına da değinen Uzm. Dr. Küçükçakır, güneşin zararlı etkilerine karşı alınabilecek önlemleri anlattı: “Güneş yanıklarından korunmak için ilkbahardan sonbahara kadar, dış ortama çıkmadan 15 dakika önce, dermatoloğun cilt yapınıza uygun tavsiye edeceği güneş koruyucular kullanılmalı. Koruyucu krem, cildin güneş gören tüm bölgelerine sürülmeli ve dış ortamdayken en az 2 saatte bir tekrar edilmelidir. Bunun yanında açık renkli kıyafetler giyilmeli, güneş gözlüğü takılmalı ve güneş ışınlarının en dik açıyla yeryüzüne ulaştığı 11.00-16.00 saatleri arasında dışarıda bulunulmamalıdır. Özellikle çocukluk çağında oluşan güneş yanıklarının, en kötü huylu deri kanseri olan melanomaya yakalanma riskini arttıran en önemli tetikleyici olduğu unutulmamalıdır” şeklinde konuştu.

  • Enfeksiyonlu diş hakkında önemli uyarı

    Enfeksiyonlu diş hakkında önemli uyarı

    Her yaş grubundan çok sayıda insanın yaşadığı diş problemleri, vatandaşlar arasında da büyük fikir ayrılıklarının oluşmasına ve bilgi kirliliğine neden olabiliyor. Özellikle apseli dişlere yapılacak operasyonlar halkta büyük fikir ayrılıkları ile savunulurken, uzmanlar çok net cevaplar veriyor. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Ömür Dereci, yapılacak muayenenin ardından diş hekiminin tespitleri doğrultusunda apseli dişlere de işlem yapılabileceğini belirterek, “Enfeksiyonların çoğunda dişi ortadan kaldırmak hemen çekmek, o hasta için çok daha faydalı olabiliyor” dedi.

    “Antibiyotiklerin en az oranda ve en düşük dozda kullanılması gerekiyor”

    Son yılların en önemli konularından birisi olan antibiyotik direncinin oluşmaması için diş enfeksiyonlarında antibiyotik kullanımının kontrollü olması gerektiğini belirten Dekan Yardımcısı Ömür Dereci, “Antibiyotiği diş hekimliğinde özellikle diş apselerinde, diş enfeksiyonlarında çok dikkatli kullanırız. Çünkü antibiyotiklerin bildiğimiz gibi çok kullanıldığı zaman bir takım problemleri var. Mesela direnç oluşturabiliyorlar. Antibiyotik direnci son yıllarda oldukça önemli bir konu. Aynı zamanda da yan etki oluşturabiliyorlar. Yapılan bütün çalışmalarda antibiyotiğin kullanılabilecek en az oranda ve en az dozda kullanılması ve en etkin şekilde kullanılması öneriliyor. Biz dental enfeksiyonlarda antibiyotiğin ancak çok gerekli olduğu zaman kullanıyoruz. Enfeksiyon çok vücuda yayılmadan vücuda ilerlemeden de lokal olarak, yani bölgesel olarak dişin etrafında bazen kalabiliyor. Bu durumlarda antibiyotik kullanımına çok da gerek duyulmaması gerekiyor. Hekimin hemen hızlı bir şekilde “Sende dental enfeksiyon var” diyerek antibiyotik yazmasını çok da uygun bulmuyoruz” dedi.

    “Apseli diş çekilmemeli gibi çok da doğru olmayan bir algı var”

    Muayene ile enfeksiyonun vücuda ulaşmadığı tespit edildiğinde apseli dişlere işlem yapılabileceğini belirten Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Ömür Dereci, şu ifadeleri kullandı:
    “Enfeksiyonlu dişlerde antibiyotik kullanılsın veya kullanılmasın toplumda da apseli diş çekilmez diye yanlış bir algı var. Enfeksiyonların da apsenin de çeşitleri var. Biz enfeksiyonun tedavisini etkeni ortadan kaldırmakla başarırız. Etken de dişin kendisidir. Bir mikroorganizma olması lazım. Mikroorganizmanın dişin kökünden oradaki dokulara geçmesi lazım ve orada bir enfeksiyon süreci başlatması gerekiyor ve diş burada bir kaynak görevi görüyor. Biz dişi ne kadar çabuk tedavi edersek, ne kadar çabuk ortadan kaldırırsak, bunu başarabilirsek enfeksiyonu da antibiyotik tedavisi olsun olmasın o kadar çabuk yenebiliriz. O yüzden apseli diş çekilmemeli gibi çok da doğru olmayan bir algı var. Tabii ki insan vücuduna sirayet eden enfeksiyonlarda ilerlemiş enfeksiyonlarda dişin hemen çekilmemesi lazım. Bazı durumlarda antibiyotiklerle baskıya gerek duyuyoruz ancak enfeksiyonların çoğunda da hemen dişi ortadan kaldırmak hemen çekmek, o hasta için çok daha faydalı olabiliyor.”

  • 5 kişiden 4’ü enfekte olduğunu bilmiyor

    5 kişiden 4’ü enfekte olduğunu bilmiyor

    Dünyada yaklaşık 250 milyon kişinin Hepatit B, 70 milyon kişinin de Hepatit C hastası olduğu tahmin ediliyor. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, Hepatit C ile yaşayan 5 kişiden 4’ü enfekte olduğunu bilmiyor. Hepatitin tedavi edilmediğinde karaciğer yetmezliğine ve kansere neden olabildiğini söyleyen Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Doğaç Uğurcan, Hepatitli hastanın takip ve tedavisinin hastalığın seyri için oldukça önemli olduğunu vurguladı. Dünya genelinde pek çok hepatit çeşidi görülüyor, ülkemizde ise en çok Hepatit A, B ve C’ye rastlanıyor. Tüm Hepatit’lerin birbirinden farklı semptomlar gösterdiğini söyleyen Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Doğaç Uğurcan, her sene düzenli kan vermenin tedaviye erken başlamada hayati bir seçenek olduğunu kaydetti.

    Hepatit A, B ve C’nin en çok Anadolu Bölgesi’nde görüldüğünü belirten Dr. Öğr. Üyesi Doğaç Uğurcan, Hepatitlerin bulaş yollarını şöyle anlattı: “Hepatit A, daha çok çocukluk çağında görülür. Diğer Hepatitler gibi kronikleşmez. 1 hafta, 10 günlük tedavi sürecinden sonra iyileşen akut bir enfeksiyondur. Hepatit A’ nın bulaş yolu diğerlerinden farklıdır. Çocukluk döneminde geçirilen sarılıklar, genellikle yiyecek, içecek, özellikle kaynağı bilinmeyen sulardan ya da tuvaletlerden bulaşan bir hepatit çeşididir. Çok riskli bir hepatit grubu değildir. Ama hepatitlerde riskli olanlar yani kronikleşenler Hepatit B ve Hepatit C’dir. Her yıl ve her mevsimde aynı oranda görülebilen bu hastalıklar anneden bebeğe bile geçebilir. Cinsel yolla da bulaşabilir. Hepatit B’nin başlangıcı sarılıklı ya da sarılıksız olabilir.

    Semptomları; avuç içlerinde ve gözlerde sararma, iştahsızlık, aşırı halsizlik, sürekli bir uyku hali, idrar renginde koyulaşma gibi belirtilerdir. Bulaş olduktan 2-3 hafta sonra bulgu verebilir ya da hiçbir belirti göstermeden de ilerleyebilir. Hepatit B ve C müdahale edilmediğinde ağır sonuçları olan bir hastalık grubudur. Virüs karaciğerde tutunur, hücrelerin içine yerleşir ve tedavisiz vücuttan atılamaz. Atılamadığı zaman da taşıyıcı dediğimiz kronikleşme sürecine girer.”

    “Ailesinde Hepatit B ve C olanlar taramadan geçmeli”
    Gelişen teknolojiyle birlikte tıp dünyasında da çok hızlı ilerlemeler kaydediliyor. Eskiden tedavisi olmayan hepatitlerin günümüzde tamamının tedavi edilebildiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Doğaç Uğurcan, Hepatit A ve B’nin aşısı olduğunu belirterek, “Hepatitlerin kesin tanısı kan tahlilinde ortaya çıkar. Hastanın sürekli takip edilmesi gerekir. Eskiden bu hastalıkların tedavisi yoktu ama artık var. Amaç öncelikle hastanın siroz, karaciğer kanseri gibi hastalıkların önüne geçilmesidir. Her hastalık kişiden kişiye değişir. Hepatitler takip ve tedavi olmazsa ciddi sonuçlar doğurur. Çünkü siroza ya da karaciğer kanserine sebep olabilir. Sirozun toplumda en sık nedeni hepatitlerdir. Erken dönemde teşhis edilmezse ve hasta düzenli olarak kontrollere gelmezse çok tehlikeli olabilir. Sadece 1 tüp kan ile bütün bulaşıcı hastalıklara bakılır. B ve C’ de tanı konar konmaz hasta hemen takibe alınır. Belirli tahliller yapılır ve o tahlillere rutin olarak bakılarak hasta takibi yapılır. Günümüzde Hepatit C grubunu yüzde 90’ın üstünde tedavi eden çok farklı seçenekler vardır. Tedavi açısından en garanti gruptur. 12-24 haftalık tedavilerle tamamen iyileşmek mümkündür. Hepatit B grubunun ise ömür boyu tedavisi vardır. Tıpkı hipertansiyon ya da şeker hastalığı gibi ömür boyu kullanılacak ilaç tedavileri mevcuttur. Değerler düşene kadar ilaç tedavisi B grubunda da kullanılır. Hepatit B ve C, ailede bir kişide bile çıktıysa muhakkak ailedeki bütün bireylerin Hepatit açısından taranması gerekir” ifadelerini kullandı.

  • Solunum yolu enfeksiyonları çoğaldı

    Solunum yolu enfeksiyonları çoğaldı

    Kış mevsimiyle birlikte ve okulların açılmasıyla enfeksiyon hastalığına yakalananlar arttı. Özellikle okul çağında olan çocuklar influenza, covid, RSV gibi virüslerden nasibini aldı. Hastaneye başvuranların sayısı artarken uzmanlar bu sürecin geçen seneye oranla normal seyrinde ilerlediğini söylüyor.

    Aynı zamanda Bursa genelinde hava durumu değişkenliğe uğradı. İklim normallerine göre kar ve yağmur yağışları beklenirken hava sıcaklığın yükselmesi virüslerin yaşam ortamını da desteklenmesini sağladı. Öte yandan bu durum bulaşıcılık süresini de kısalttı. Kalabalık ortamlarda bulunanlar ya da toplu taşıma kullanan vatandaşlar hastalığa daha hızlı yakalanıyor.

    Uzm. Dr.Turgay Baz salgın sürecini mevsimin normali diye kabul ediyoruz dedi. Baz, konuşmasına şöyle devam etti.

    “Geçen yıla göre bu yıl biraz daha sakin geçiyor. Bu mevsimsel geçiş ve okulların açık olması temasları daha fazla artması enfeksiyonları da arttırıyor. 3-4 virüsün hakim olduğunu görüyoruz. En önemli koruyucu yöntem mesafe. Pandemi döneminde çok sık duyduğumuz maske ve hijyen kuralları. Bütün enfeksiyonlar için bu kurallar geçerli. Kapalı ortamlarda çok fazla bulunmamaya çalışmak, ortamı havalandırmak. Hastalığın olduğu yerde maske kullanmak. El temizliğine dikkat etmek. En az 2 dakika sabunla elimizi yıkmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

  • Çocuklarda viral enfeksiyona dikkat

    Çocuklarda viral enfeksiyona dikkat

    Mevsim olarak viral enfeksiyonların sıklıkla görüldüğü bir dönemde olunduğunu belirten Uzm. Dr. Elif Güdeloğlu, viral enfeksiyonların sıklığı ve türü mevsimlere göre değişkenlik göstermekle birlikte sonbahar ve kış aylarında bu enfeksiyonların pik yaptığını bildirdi.
    Uzm. Dr. Elif Güdeloğlu, “İlk olarak ‘parainfluenza’ dediğimiz virüslerin yol açtığı krup hastalığı başlar. Arkasından daha çok nezleye sebebiyet veren rinovirüs dönemine gireriz. Daha sonra ise RSV dediğimiz özellikle bir iki yaş altı bebekleri biraz daha ağır etkileyen RSV sezonu başlar. Şimdi ise ‘influenza’ dediğimiz, grip diye adlandırılan, özellikle 2 yaş altı çocuklarda daha ağır semptomlar ile zaman zaman kendini gösterebilen önemli bir sürecin içerisindeyiz” dedi.

    “Sıvı tüketimi artırılmalı”

    Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Uzm. Dr. Elif Güdeloğlu, “Viral enfeksiyonların çoğunda ateş, öksürük, halsizlik gibi bulgular olup; böyle durumlarda çocukların beslenmesinin, sıvı tüketiminin mutlaka artırılması gerekmektedir. Çünkü sıvı kaybı çocuklarda dikkat edilmesi gereken önemli durumların başında gelir” diye konuştu.

    Odaların sık havalandırılması, kapalı alanlardaki ziyaretlerin kısa tutulması, maske, mesafe ve hijyen önlemlerine uyumun, solunum yolu hastalıklarından korunmada da önem taşıdığına dikkati çeken Güdeloğlu, “Bu süreçte odaların sık havalandırılması, kapalı alanlardaki ziyaretlerin kısa tutulması, maske, mesafe ve hijyen önlemlerine uyum gösterilmesi gerekir. Özellikle yaşça küçük çocuklar ellerini ağzına götürme ve o şekilde oyun kurma eğiliminde olduklarından kendilerini kolayca enfekte edebilir. Bu nedenle çocuklarda sık el yıkama gerekliliği konusuna çok dikkat etmeliyiz. Okul çağı çocuklarımızda ise durum biraz daha farklıdır. Onlar için teneffüs aralarında el yıkama gereksinimi olsa bile bu yaş grubunda öncelik, çoğunlukla oyuna koşma davranışı şeklindedir. Bu durumda çocuklarda el hijyeni çantalarına koyduğumuz kolonya ya da dezenfektanlar ile daha pratik şekilde sağlanabilir” ifadelerini kullandı.

    Viral enfeksiyonları geçiren çocuklar için beslenmenin önemini vurgulayan Uzm. Dr. Elif Güdeloğlu, “Bu dönemde alınan taze meyve, sebze tüketimi çocuk hastalar için çok önemlidir. Önerilen şekilde beslenme ile edinilen C vitamini desteği, birçok viral enfeksiyonun üstesinden gelme ve korunma konusunda fayda sağladığı unutulmamalıdır” şeklinde konuştu.

  • Enfeksiyon hastalıkları ölüm tehdidi taşıyor

    Enfeksiyon hastalıkları ölüm tehdidi taşıyor

    Havaların soğuması ile toplumda hızla çoğalarak etkisini gösteren enfeksiyon hastalıkları, birçok kişinin sağlık açısından zor anlar yaşamasına neden oluyor. Özellikle okul çağındaki çocuklarla topluma daha hızlı yayıldığı değerlendirilen enfeksiyon hastalıkları, dikkat edilmediği takdirde riskli gruplar için ölümcül sonuçlar oluşturabiliyor. Risk grubundaki vatandaşların özellikle enfeksiyon hastalıklarına dikkat etmesi gerektiğini belirten  Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Nevil Aykın, “Enfeksiyon hastalıkları, kronik akciğer hastalığı, kalp hastalığı, şeker hastalığı, böbrek hastalığı gibi bağışıklık sistemini bozan hastalığı olanlarda ciddi sorunlara neden olabilir” dedi.

    “Havanın soğumasıyla birlikte özellikle soğuk algınlığı ve grip dediğimiz enfeksiyonların ya da gribal enfeksiyonların görülme sıklığı artar”
    Soğuk havalarda oluşan ortam şartlarının hastalıkların artmasında ve yayılmasında büyük etken oluşturduğunu belirten Uzman Dr. Nevil Aykın, “Kış ayları ve havanın soğumasıyla birlikte özellikle soğuk algınlığı ve grip dediğimiz enfeksiyonların ya da gribal enfeksiyonların görülme sıklığı artar. Sebebinin ne olduğuna gelirsek daha çok kapalı ortamlarda bulunmadır. Yani hava soğuk olduğu için kalabalık ve kapalı ortamlarda bulunma, ortamın havalandırmasının azalmış olması, yakın temasların olması, salgınların artmasına neden olur. Soğuk havalarda virüsler daha dirençlidir. Yani kendilerini korumaya alırlar. Sıcak havaya göre dışarıda bulunma potansiyelleri de artar. Yine soğuk havayla birlikte bizim mukoza direnci dediğimiz ağız burun bölgesindeki bağışıklıkta da bir düşme olur. Bunun sonucu da virüs enfeksiyonlarına açık hale gelirsiz. Şimdi zaten hani soğuk algınlığı ve gribal enfeksiyonlar küçük çocuklar arasında daha sık görülür. Şöyle söyleyeyim, bir yıl boyunca küçük çocuklar ortalama 6 ila 8 kere, erişkinler de 2 ila 4 kere bu tip enfeksiyonlara yakalanır. Yani bu doğal kabul edilir. Çocuklar arasında tabii onlar birbiriyle temas ettikleri için korunmayı da çok iyi bilemedikleri için ya da hijyene büyükler kadar dikkat etmedikleri için aralarında yayılma daha fazladır. Toplum içinde enfeksiyonun yayılmasında çocukların etkisi vardır. Özellikle anaokulu, bakımevi ve kreş çocuklarından ev halkına taşıma ve yayılma daha hızlı olur, daha kolay olur, birbirlerine de bulaştırırlar. Dolayısıyla virüs enfeksiyonları çocukların aracılığıyla yayılır toplumda. Çünkü onlar daha sık hasta olurlar” diye konuştu.

    “Ölüme kadar da sürükleyebilecek solunum yetmezliğiyle ya da kalp sorunlarıyla karşılaşılabilir”

    Kronik rahatsızlığı bulunan risk grubundaki kişilerin dikkat etmemeleri halinde enfeksiyon hastalığının ölümcül sonuçlar doğurabileceğini belirten Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Nevil Aykın, şu ifadeleri kullandı:
    “Çocuklardaki enfeksiyonlar 2 ila 7 gün içerisinde kendi kendine geçen enfeksiyonlardır ama çocuklarda ciddiye almayı gerektirir durumlar da vardır. Eğer çocukta 48 saati aşan bir yüksek ateş varsa ve düşmüyorsa, solunumla ilgili problem varsa, dudaklarında morarma oluyorsa, hırıltılı solunum oluyorsa veya havlar tarzda dediğimiz bir öksürüğü varsa, sürekli devam eden geçmeyen bir orta kulak ağrısı varsa, çok keyifsizse ve yiyip içmiyorsa, çok bitkin görünüyorsa, sürekli susuyorsa bu durumda ciddiye almak ve doktora gitmek gerekir. Yani hem erişkin için hem çocuklar için bazı kötü senaryolar var ama bu daha çok özel veya riskli gruplar için geçerli. Mesela kronik akciğer hastalığı, kalp hastalığı, şeker hastalığı, böbrek hastalığı gibi bağışıklık sistemini bozan hastalığı olanlarda ciddi geçebilir. Sadece bir grip ya da üst solunum yolu soğuk algınlığı dışında zatürre gelişebilir. Orta kulak iltihabı gelişebilir. Ölüme kadar da sürükleyebilecek solunum yetmezliğiyle ya da kalp sorunlarıyla gidebilecek tablolar görülebilir. Ama bunlar riskli gruplar için daha çok geçerli ve enfeksiyonu geçirenlerin küçük bir yüzdesi için geçerlidir.”

  • Çocuklarda ateşin nedeni ne?

    Çocuklarda ateşin nedeni ne?

    Ateşin bir hastalık değil bir semptom yani belirti olduğunun altını çizen Acıbadem Kayseri Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ali Fatih Kısaarslan, ateşi etkileyen birçok faktörün bulunduğunu dile getirdi. Ateşin sebebinin ve çocuğun yaşının önemli olduğunu belirten Dr. Kısaarslan, “Ateş çocukların acile en sık geliş sebebi ve aileleri en çok rahatsız eden şikayettir. Ateş, vücut ısısının normalden yüksek ölçülmesidir. Ancak normal kabul edeceğimiz değerler yaşa göre değişir. Ölçülen değer çocuklarda 38 derece, büyüklerde 37.8 derece üzerindeyse bunu ateş olarak kabul ederiz. 37.5 derece ile altındaki ölçümler normal vücut sıcaklığı kabul edilir ve bu seviyede herhangi bir müdahaleye gerek yoktur. 37.5-38 derece arasındaysa takip edilebilir” dedi.

    “38.5 derecenin üzerindeki ısrarcı ateş için ilaç verilebilir”

    Çocuğun yaşı, ortam ısısı, biyolojik saati, geçirdiği hastalıklar, genel sağlık durumu, kronik hastalığının olup olmaması gibi etkenlerin ateş durumunu etkilediğini ifade eden Dr. Kısaarslan, çocukluk çağında en çok görülen ateş sebebinin enfeksiyon olduğuna işaret ederek sözlerine şöyle devam etti:

    ”Özellikle üst solunum yolu enfeksiyonları bunlardan da viral enfeksiyonlar en sık ateş sebepleridir. Öncelikle 38.5 dereceyi aşmayan durumlarda ateş ilk defa yükselmeye başladıysa takip etmek gerekir. Eğer 38.5 derece ve üzerinde devam ediyorsa ateş düşürücü verilebilir. Ancak ateşin sebebi ve çocuğun hangi yaşta olduğu da önemlidir. Örneğin 28 gün ve altında olan bir bebekte ateş en sık aşırı ısınma ve sıvı kaybıyla ortaya çıkar. Bu dönemde ateşli çocuk hastaneye getirildiğinde genel durumu iyi, hasta görünümü yok ve beslenmesi, emmesi aktif görünüyorsa bebeğin üzeri açılarak rahatlatılır. Anne sütü ile sıvı takviyesi verildiğinde ateş kendiliğinden düşebilir” diye konuştu.

    Dr. Kısaarslan, tetkik ve tedaviye hemen başlanması için halsiz ve hasta görünümlü, huzursuz ve iştahsız çocukları ayırt etmek gerektiğini, buna rağmen görünümü iyi, ciddi ateş kaynağı ya da havale gibi riskli durumları olmayan çocukları ayaktan takip ve tedavi ettiklerini sözlerine ekledi. 3 ay ile 3 yaş arasındaki bebek ve çocukların ateşin en çok görüldüğü grup olduğuna değinen Dr. Kısaarslan, 39-40 dereceye kadar çıkan ateşlerin de yine bu yaşlarda çok görüldüğünü belirtti. Dr. Kısaarslan, genel durumu iyi çocukların ayakta takip ve tedavi edilebileceğini ancak ateş nedeni açıklanamayan ve genel durumu iyi olmayan çocukların gecikilmeden tetkik edilerek, gerekirse hastanede tedavi edilebileceğini dile getirdi.

    “Ateşin ilk belirtisi el ve ayakların soğuması olabilir”

    Çocuklarda daha çok ateş nedeni olan enfeksiyonların beyindeki ateş merkezini uyardığını, ateş merkezinin vücut sıcaklığı ayar noktasını daha yukarıya çekerek yeni bir ayar noktası oluşturduğunu ifade eden Dr. Kısaarslan, “Böylece vücudumuzu ısıtmak için sıcak bir ortama yönelir, giyinmek isteriz. Titreyerek ısı üretmeye çalışırız. Cilt damarlarımız büzülerek ısı kaybını önlemeye çalışır. Vücut sıcaklığını korumaya yönelik oluşan damar büzülmesi nedeniyle el ve ayak gibi uç noktalarda biraz soğuma ve morarma görülebilir. Hatta ateşin ilk belirtisi bu da olabilir. Bunu gözden kaçırmamak gerekir” şeklinde konuştu.

    “Aşırı giyinme ve sıcak ortam vücut ısısını artırır”

    Güvenli sınırın 38.5 derece ve altı olduğunu vurgulayan Dr. Kısaarslan şunları söyledi:

    “Çevresel ısı artışına, bebek ve çocukların aşırı giydirilmesine ve aşırı üstlerinin örtülmesine bağlı da vücut ısısı yükselerek ateşe neden olabilir. Yani ortamdan kazandığımız ısıya bağlı vücut ısısı artışı olabilir. Bu noktada da çocuk kendisini ısınmış hisseder, serin bir yer arar. Su içmek ister ve terler. Vücut sıcaklığının aşırı ısınmaya bağlı yükseldiğini bu belirtilerden de anlayabiliriz. Hemen sıvı takviyesi verilerek, üzerini açarak ve ortam serinletilerek vücut ısısı normal seviyeye getirilebilir. Ateş düşürmek bir tedavi anlamına gelmez. Bizim için güvenli sınır 38.5 derece ve altıdır. Ancak önemli bir hastalık ve havale riski gibi durumlarda takibi bırakmadan müdahale edilerek ateş düşürülebilir.”

    Bu sınıra kadar olan ateşin anne babaları endişelendirse de aslında vücuda faydalı olduğuna dikkat çeken Dr. Kısaarslan, “Ateş esnasında vücudumuzun savunma hücreleri olan akyuvarlarımızın mikrop öldürme yeteneği ve antibiyotiklerin mikropları öldürme etkisi artar. Ancak ateş 42-43 derecelere kadar çıkarsa artık bu faydalı etki azalmaya başlar. Artık vücut zarar görmeye başlayabilir” dedi.

  • Yoğun bakımdan sonra ilk kez görüntülendi

    Yoğun bakımdan sonra ilk kez görüntülendi

    TEŞEKKÜR MESAJI PAYLAŞTI

    Son olarak sosyal medya hesabında dans ettiği anları paylaşan ikonik şarkıcı, yeni bir teşekkür mesajı paylaştı. Şarkıcı “Aile ve arkadaşların sevgisi en iyi ilaçtır” diyerek çocuklarıyla birlikte olduğu kareleri yayınladı.

    “DAHA ÖNCE HİÇ GÖRMEDİĞİM YANLARINI GÖRDÜM”

    Madonna,Anne olarak kendinizi çocuklarınızın ihtiyaçlarına kaptırıp, hep siz veriyormuşsunuz gibi hissedebiliyorsunuz…Ama işler kötüleştiğinde, onlar gerçekten benim yanımda oldular. Onların daha önce hiç görmediğim yanlarını gördüm. Onların varlığı her şeyi değiştirdi” dedi.

    “ŞANSLI HİSSEDİYORUM”

    Kendisine gönderilen bir hediyeyi gördüğünde ağladığını belirten yıldız “Hayatta olduğum için şanslı hissediyorum” dedi. Madonna, dans ettiği videoyu paylaştığında ise “Vücudumu hareket ettirebilmek ve biraz dans edebilmek beni dünyadaki en şanslı yıldız gibi hissettiriyor” demişti. “Luckiest Star” (En Şanslı Yıldız) şarkıcının Madonna adlı albümünün öne çıkan parçalarından.

  • İdrar yolu enfeksiyonu uyarısı

    İdrar yolu enfeksiyonu uyarısı

    İdrar yolları enfeksiyonunun kadınlarda daha sık görüldüğünü belirten Op. Dr. Eyüp Coşar, “Yaz geldi, yaz mevsimi denilince bedenen ve zihnen dinlenme; yani tatil akla gelir. Ancak sıcak hava, hijyen şartlarındaki yetersizlikler ve terlemedeki artışlar gibi istemediğimiz durumlar bazı sağlık problemlerinin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Bunların başında da özellikle kadınlarda daha sık görülen Sistit olarak da adlandırdığımız İdrar yolu enfeksiyonları gelmektedir. İdrarı mesaneden dışarı taşıyan üretra adını verdiğimiz idrar kanalının kadınlarda erkeklere göre daha kısa olması nedeniyle kadınlarda idrar yolu enfeksiyonları daha sık görülmektedir. Havuz ve denize sıkça girilmesi nedeniyle bakterilere daha çok maruz kalınması sonucu yaz aylarında görülme sıklığı daha da artmaktadır” dedi.

    Hastalığın belirtilerini anlatan Coşar, “Bu enfeksiyon, idrar yaparken yanma, bazen endişe verici boyutlarda olabilen kanama, sık idrara çıkma isteği, karın alt bölgesinde ağrı ve rahatsızlık hissi, karında şişlik, bulanık ve kokulu idrar, bulantı, kusma ile ateş gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Bu şikâyetler olduğunda doktora başvurmalıyız. Tanı konulması ve tedavisi kolay olan bu durumlar, ihmal edilmesi halinde ciddi böbrek enfeksiyonlarına yol açabilmektedir” dedi.

    “Klorlama yapılamayan havuzlara girmekten kaçının”

    İdrar yolları enfeksiyonlarından korunmak için öneriler sıralayan Op. Dr. Eyüp Coşar sözlerini şöyle tamamladı; “Kirli, kalabalık, klorlama yapılamayan havuzlara girmekten kaçınmak, ıslak ve kirli mayo ile suya girmemek, havuz öncesi ve sonrası mutlaka duş almak, susamayı beklemeden günde 2-2,5 litre su tüketmek, idrarı uzun süre tutmamak gibi basit önlemlerle rahat bir yaz tatili geçirmek mümkün olacaktır. Böbrek yetmezliği gibi veya daha başka kronik hastalığı olanların kendi doktorlarının önerdiği kadar su tüketmeleri uygun olacaktır.”