Etiket: fahrettin altun

  • “Dijital Telif Yasası’nın yürürlüğe girmesi elzemdir”

    “Dijital Telif Yasası’nın yürürlüğe girmesi elzemdir”

    Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, İstanbul’da düzenlenen 2. Haberin Telifi ve Medyada Yapay Zeka Sempozyumu’na katıldı.

    Burada bir konuşma yapan Altun, amaçlarının muhabirlerin, gazetecilerin, basın emekçilerinin büyük emek ve özveri ile hazırladıkları özgün içeriklerin, bedeli ödenmeden ticari amaçla kullanılmasının önüne geçmek olduğunu söyledi. Diğer bir amaçlarının yayıncıların ürettiği içeriklerin bedelsizce kullanılmasıyla oluşan haksız rekabeti ortadan kaldırmak olduğunu söyleyen Altun, “Bu doğrultuda bir an önce basın haber içeriklerinin telifinin koruması için gerekli mevzuat çalışmalarının yapılması için gerekli ortamın hazırlanmasına katkıda bulunmak. Gerçek haber üretimi, zahmetli, maliyetli, emek isteyen, çetrefilli bir iştir. Örneğin, Anadolu Ajansı’nın pandemi döneminde yaptığı gazetecilik, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda sergilediği habercilik performansı yahut İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırımdan bu yana Gazze’de verdiği hakikat mücadelesi ‘yalın birer olgusal veri paylaşımı etkinliği’ olarak ele alınmamalıdır. Sahadan, emek verilerek, ter dökülerek yeri geldiğinde canı pahasında derlenen bilgilerle yoğrulan haber metinlerinin, olgusal bağlamı gerekçe gösterilerek telif hakkından mahrum bırakılamaz. Çok açık ve net bir şekilde vurgulamak istiyorum; haber metni, mutlak surette telif hakkı kapsamına alınarak korunması gereken bir eserdir. Bu analog medya dönemi için de, dijital medya dönemi için de geçerli olan bir gerçekliktir. Hatta ve hatta içinde bulunduğumuz şu dijital medya-iletişim eko-sistemi içinde haberin telif hakkı ile korunması meselesi, analog medya döneminden çok daha önemli ve acil bir hal almıştır. Zira bugün orijinal haber içeriklerinin izinsiz bir şekilde kolaylıkla ve hızla dolaşıma sokulabildiğini görüyoruz. Bu durum, orijinal içerik üreten medya kuruluşlarının gelirlerinin azalmasına, dolayısıyla da medyamızın iş modellerine zarar vermektedir. Ne yazık ki Batılı dijital medya şirketleri, sosyal medya platformları, teknoloji devleri bu durumdan haksız kazanç elde etmekte, dahası açık ve net bir şekilde medya sektöründe haksız rekabet ortamı oluşturulmaktadır. Bu gidişe bir dur denmesi gerektiği açıktır.

    Bizler her platformda dilimiz döndüğünce şu gerçeği dille getirmeye çalışıyoruz. Bugün insanlık, küresel düzlemde bir adalet sorunuyla pençeleşmektedir ve bu adalet krizini derinleştiren başlıca dinamiklerinden biri de bütün dünyanın muhatap olduğu medya emperyalizmi ve dijital faşizmdir” dedi.

    “Modern bir Dijital Telif Yasası’nın yürürlüğe girmesi elzemdir”

    Batılı medya şirketlerinin küresel adaletsizliği yaydığını, kurumsallaştırmaya çalıştığını söyleyen Altun, “Tam da bu nedenle toplumlararası iletişim, asimetrik şekilde cereyan etmekte, eşitlerarası bir ilişki olarak karşımıza çıkmamaktadır. Sözünü ettiğimiz Batılı medya şirketleri, sosyal medya platformları, orijinal haber içerikleri başta olmak üzere dünya üzerindeki bilgi kaynaklarını sömürmekte, bu içerikleri istedikleri formatlarda dağıtarak büyük gelirler elde etmektedir. Malumlarınız, Türkiye’de haberciliği de içine alacak şekilde telif hakları, 1952 yılında yürürlüğe giren 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Hakikatin, gerçek haberin korunması kadar, haberciliğin geleceği açısından da bu kanunun bir an önce güncellenmesi, daha doğru bir deyişle modern bir Dijital Telif Yasası’nın yürürlüğe girmesi elzemdir. Ülkemizde, hali hazırda dijitalleşen medya sektöründe faaliyet gösteren yayıncıların bu faaliyetleri karşılığında gelir elde etmesine imkan tanıyacak, Avrupa Birliği müktesebatına da uyumlu şekilde telif haklarını düzenleyecek bir yasa yapılması gündemde. Söz konusu düzenleme için teknik çalışmalar; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Rekabet Kurumu ve Basın İlan Kurumu gibi paydaşların katkılarıyla sürdürülüyor. Haber içeriklerinin telifinin korunması için gereken adımların atılması, her şeyden önce gerçek haberciliğin gelişmesine, kökleşmesine, gazetecilik mesleğinin güçlenmesine hizmet edecek. Medya kuruluşlarımızın, haber ajanslarımızın Batılı sosyal medya şirketleri tarafından sömürülmesi sona erecek. Karşımızda bir sömürü var. Ve bu sömürüyü gerçekleştirilenler Batılı sosyal medya platformları, büyük teknoloji şirketleridir. Sömürülense bizim haber ajanslarımızdır. Bizim gerçek haber üreten medya kuruluşlarımızdır. Eğer haberin telif hakları korunursa medyada etik davranış kodları güçlenecek. Ve dahası her bir vatandaşımızın, toplumumuzun, devletimizin, ülkemizin verdiği yalan haberle, dezenformasyonla mücadele sürecinde önemli bir kazanım elde edilmiş olacak” diye konuştu.

    “Yapay zekanın medya üzerinde oynadığı etkin rol geniş bir yelpazeyi kapsıyor”

    Toplumsal, siyasal, askeri ve teknolojik gelişmelerin yeni hukuki düzenlemeleri zorunlu kıldığını söyleyen Altun, “İçinde bulunduğumuz çağda, baş döndürücü bir hızla ilerleyen teknolojik dönüşüm, medya ve iletişim dünyamızı yeniden şekillendiriyor. Dijital çağın getirdiği yenilikler, iletişim dünyasında köklü değişimlere yol açıyor, medyanın yapısı ve işleyişi radikal biçimde dönüşüyor. Bu dönüşümün en önemli bileşenlerinden biri de şüphesiz yapay zekadır. Yapay zekanın medya üzerinde oynadığı etkin rol; bugün itibariyle bilgiye erişimden, içerik üretimine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Günümüzde yapay zeka, haberlerin otomatikleştirilmesi, içeriklerin kişiselleştirilmesi ve hatta hedef kitlelere yönelik reklamların belirlenmesi gibi birçok alanda kullanılıyor. Ancak, bu teknolojinin etkileri, sadece iş süreçlerini kolaylaştırmakla kalmıyor. Karşımızda yeni imkanlar kadar yeni riskler tehditler de var. Evet Yapay zeka araçları bir yandan; verimlilik, zaman tasarrufu, maliyet, pazarlama ve yenilikçi reklam pazarları gibi imkan ve fırsatlar sunarken, diğer yandan; mahremiyet, gözetim, deepfake ve dezenformasyon gibi risk ve meydan okumaları beraberinde getiriyor. Biz, yapay zeka teknolojilerine işte bu farkındalıkla, ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaşıyor ve altını özellikle çiziyorum, ‘yapay zekanın hakikat namına kullanılmasıdır. Yapay zeka ile evrime uğrayan yeni medya düzenindeki en önemli risk, tıklama odaklı haber metinlerinin birer referansa dönüşmesi ve özgün metinler yerine sansasyon oluşturan ya da dezenformasyon içeren haberlerin kontrolsüzce dolaşıma sokulması, bir diğer deyişle sahtenin gerçeğin önüne geçmesidir. Buna karşılık, yapay zeka teknolojilerinin medya üzerindeki etkisi, sadece içerik üretimi ve yayılımıyla sınırlı değildir” ifadelerini kullandı.

    “Yapay zeka teknolojilerinin medya alanında kullanılması toplumsal adalet ve şeffaflık ilkelerine uygun olmak zorundadır”

    Herkesin bildiği gibi medyanın, toplumu bilgilendirme ve kamuoyu oluşturma işleviyle demokrasi adına vazgeçilmez bir unsur belirten Altun, “İşte tam da bu nedenle; yapay zeka teknolojilerinin medya alanında kullanılması toplumsal adalet ve şeffaflık ilkelerine uygun olmak zorundadır.

    Altını özellikle çizmek isterim ki İletişim Başkanlığımızın tüm birimleri, yapay zekanın toplum üzerindeki etkilerini göz ardı etmenin büyük bir hata olacağı bilinciyle toplumsal faydayı gözeten insan odaklı bir perspektifi öncelemektedir. Bu çerçevede, birçok uluslararası aktörün, dijital dünyada hesap verilebilirliği sağlamaya çalıştığı günümüzde, İletişim Başkanlığı olarak her bir çalışanımız ve birimimizle; profesyonel ve kaliteli gazeteciliğin sürdürülmesi, toplumun nitelikli ve doğru bilgiye erişim sağlaması ve dijital medyada haksız rekabetin önlenmesi amacıyla yürütülen çabaları en güçlü şekilde desteklemeyi sürdüreceğimizin bilmenizi isterim. Elbette, yapay zeka teknolojileriyle birlikte haber içeriklerinin telifi konusunun günden güne daha ciddi bir meydan okumaya dönüştüğü de izahtan varestedir. Mevcut yasalar eser sahiplerinin maddi haklarını korumaya gayret etse de, yapay zekanın aynı yazarın metninden hareketle oluşturduğu ürünün telifinin kimde olacağı henüz muammadır. Kesin olan şu ki, yapay zeka araçları gelişmeye devam ettikçe insan ve yapay zeka üretimi olan içerikleri ayırt etmek daha da güçleşecek. Bu güçlüğü aşmanın yolu ise telif başlığı altındaki yeni sorulara karşı her an teyakkuzda olmaktan geçiyor. Son olarak şunu da belirtmek isterim ki, mevcut telif hakkı yasalarının güncellenmesi sürecinde uluslararası bir işbirliği de çok önemlidir. İletişim Başkanlığı olarak 22 farklı ülkeyle iletişim ve medya alanında yaptığımız anlaşmalarla, bu sorunların çözümünde benimsediğimiz uluslararası işbirliği yaklaşımımızın somut bir tezahürüdür” dedi.

  • “Batı medyası İsrail’in propagandasını yapıyor”

    “Batı medyası İsrail’in propagandasını yapıyor”

    Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen TRT World Forum 2024’ün “Medya Taraflılığının İnşası: Kutuplaştırmanın Arkasındaki Güçleri Deşifre Etmek” başlıklı oturumda konuştu. “Ana akım medya kuruluşları seçilmiş, filtrelenmiş, gözden geçirilmiş bilgiyi, haberi topluma iletti” diyen Prof. Dr. Altun, “Bu süreci de tabi oldukları iktidar mekanizmalarının çıkarlarına göre yönettiler. İstedikleri bilgiyi istedikleri şekilde gösterip, göstermek istemediklerini gizlediler. Bunu yaparken de dokunulmazlık zırhına büründüler. Hakikati, gerçeği, doğru bilgiyi değil, gerçeğin bir kısmını paylaştılar. Sonuçta paylaştıkları hakiki bilgi olmadı, tahrif edilmiş bilgi oldu. Küresel medya şirketleri, sosyal medya platformları küresel iletişim akışına ideolojik bir şekilde yön vermeye başladılar. Sistematik şekilde dezenformasyon ürettiler. Küresel iletişim alanındaki adalet ve hakikat krizlerini büyüttüler. Bütün bunlarla birlikte tarafgir tutumlarıyla küresel alanda kutuplaşmaları, ayrışmaları derinleştirdiler” ifadelerini kullandı.

    “Kendilerini hukukun üstünde konumlandırıp hesap vermek istemiyorlar”

    Sözlerini sürdüren Altun, “Hakiki bilgi, bireylerin kamusal alana, sosyal yaşama, ekonomik aktivitelere ve dahası siyasal hayata katılımlarının en temel bileşenlerinden biridir. Bu yönüyle hakiki, doğru, gerçek bilgiye erişmek, onu serbestçe dolaştırmak temel bir insan hakkıdır. Bugün küresel alanda büyük konvansiyonel medya şirketleri de sosyal medya platformları da ideolojik bir yaklaşım içinde Batı sömürü düzenini ve adaletsiz, normsuz uluslararası ilişkiler sistemini sürdürmeye ve meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Gizli sansür ve örtülü özendirme mekanizmalarıyla siyasal davranış değişiklikleri meydana getirmeye gayret ediyorlar. Bütün bu süreçlerde elbette Batı dışı devletlerin denetim, düzenleme ve hukuki müdahalelerinden kendilerini muaf tutmaya çalışıyorlar, kendilerini hukukun üstünde konumlandırıp hesap vermek istemiyorlar” diye konuştu.

    “Bütün Müslümanlara karşı apaçık bir nefret söylemini dolaşıma sokuyor”

    İslam ve yabancı düşmanlığı konularına ilişkin açıklamalarda bulunan, İsrail’in büyük bir soykırım gerçekleştirdiğini aktaran Altun, “Bugün gözlerimizin önünde büyük bir soykırım yaşanıyor. Bu soykırım bütün dünyanın gözleri önünde yaşanırken, Batı medyası İsrail’in Batı dünyası için ne denli önemli bir müttefik olduğunun propagandasını yapıyor. Siyaseten doğrucu bir dil kullanma gereği duymadan İsrail’i haklı çıkarmak için elinden geleni yapıyor. Sadece Gazzelilere, Filistinlilere değil, bütün Müslümanlara karşı apaçık bir nefret söylemini dolaşıma sokuyor. Beyaz adam için daha fazla taraftar toplamaya çalışıyor. Pay vererek bağımlı kılma anlayışını terk edip yeniden kaba sömürü ve işgal politikası teklifinde bulunuyor. Rıza oluşturmak yerine korku iklimi inşa etmeye çalışıyor. Kıymetli olan dürüstlüktür ve bir o kadar da şeffaflıktır” dedi.

    “Küresel alanda adil bir medya ortamı mümkündür”

    Medya ile ilgili sözlerini sürdüren Altun, “Bugün Gazze’de yaşanan soykırım başta olmak üzere dünyada yaşanan insanlık suçlarına, savaşlara, terörizme, düzensiz göç dalgalarına, finansal çalkantılara, gıda ve tedarik zinciri krizlerine karşı medya ‘haklı’nın savunuculuğunu değil, ‘güçlü’nün propagandistliğini yapmaktadır. Bu düzen değişmelidir. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan nasıl ‘Daha adil bir dünya mümkündür’ diye haykırıyorsa, biz de küresel alanda adil bir medya ortamı mümkündür, elzemdir diyoruz ve sizleri bu çağrıya kulak vermeye, birlikte çalışmaya çağırıyoruz” diye konuştu.

  • “Milli teknoloji hamlemiz gençlerimizin, genç beyinlerin ülkemize armağanıdır”

    “Milli teknoloji hamlemiz gençlerimizin, genç beyinlerin ülkemize armağanıdır”

    Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Stratcom Youth 2024 Küresel İletişimde Gençlik ve Teknoloji: Yeni Dönem” programına katıldı.

    Stratcom Gençlik Forumunun bu yılki temasının küresel iletişimde gençlik ve teknoloji olduğunu belirten Altun, İletişim Başkanlığı olarak küresel iletişim konusunu farklı boyutlarıyla ele aldıklarını söyledi. Altun, “Mesaj alışverişinden bahsediyoruz. Bu ilişki küresel alanda cereyan eden söz konusu etkileşim aslında eşitler arasında gerçekleşen, göz hizasında cereyan eden bir ilişkide değil bir anlamıyla hiyerarşik bir ilişki, asimetrik bir ilişki. Yani bir tarafta mesaj üreten ve onları dağıtan aktörler var diğer tarafta bu mesajlara muhatap olan onları tüketen geniş toplum kesimleri var. Bir yanda gür bir şekilde bağıra çağıra konuşan aktörler var öte yanda ise suskun, susturulmuş aktörler var. Kelimenin tam anlamıyla sessiz yığınlar var. Ne yazık ki bugün karşımızda küresel bağlamdaki sömürü ilişkileri meşrulaştıran bir küresel iletişim rejimi var. Nasıl ki karşımızda adaletsiz bir küresel düzen varsa aynı şekilde bu düzene dayanak oluşturan bir küresel iletim düzeni var. Biz bu adaletsiz iletim üzerinden gerçek anlamda adil bir iletişim düzenine geçmek için mücadele ediyoruz. Elbette bir yandan ülkemizin küresel itibarını marka değerini arttırmak için çabalıyoruz, daha da güçlendirmek için çabalıyoruz. Öte yanda hakikat odaklı iletişim anlayışını hakim kılmaya çalışıyoruz ve bu doğrultuda ülkemizin sayın cumhurbaşkanımızın liderliğinde sürdürdüğü küresel adalet mücadelesine katkı sunmaya gayret ediyoruz. Bu süreçte bizler gençlerimizin öncü bir rol oynadığına inanıyoruz. Bu nedenle küresel iletişim alanında yaşanan eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, sorunları ve çözüm ödevlerini gençlerimizle birlikte konuşalım, müzakere edelim istiyoruz ve bu toplantıyı da tam da bunun için düzenliyoruz” diye konuştu.

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Cumhuriyetin 100’ncü yılında ‘Türkiye Yüzyılı’ vizyon belgesinin yayınlandığını hatırlatan Altun, “Eğer bu belgeye bakacak olursanız bu belgede yer alan hedeflerin tümünde gençlerin genç toplum kesimlerinin gençliğin merkezi bir rolü olduğunu görebilirsiniz. Türkiye Yüzyılı vizyonunun merkezinde gençler yer alır; bilim, kalkınma sanayi, savunma, eğitim, teknoloji ve benzeri alanların tümünde. Gençler nesne değildir, öznedir. Türkiye’nin hem bugününde hem gelecek vizyonunda gençler kurucu aktörleridir. Gençler Türkiye’nin küresel iletişim süreçlerini etki etme bu süreçleri yönlendirme gayretlerinin de önde gelen aktörlerindendir. Gerek teknolojik yeniliklere gerek inovatif girişimlere bilimsel buluşları imza atma noktasında gerekse de yeni teknolojileri kullanmak ve onları dönüştürme süreçlerinde gençler toplumun önündedir. Elbette bu durumun ortaya çıkmasında her şeyden önce gençlerimizin özgüveni etkili gençlerimizin girişimciliği etkili” şeklinde konuştu.

    “2002 sonrasında, sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık ettiği hükümetlerin uyguladığı gençlik politikalarıyla gençlerin özgüveni, girişimci ruhu ve cesareti kökleşmiş ve bu doğrultuda toplumsal, kurumsal ve kültürel ortamlar inşa edildi” diyen Altun, şunları kaydetti: “Bu durumun ortaya çıkması, kıymetli genç kardeşlerimin her şeyden önce bir zihniyet değişimiyle ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki bu ülkede yıllar yılı, biz yapamayız, biz geri kaldık, biz beceremeyiz diyerek bütün bir topluma bir adeta ezilmişlik psikolojisi aşılanarak, bir tür öğrenilmiş çaresizlik zerk edildi. Şükürler olsun ki, Türkiye büyüdükçe, genişlikçe, yeniliklere imza attıkça, bölgesinde ve dünyada iddialı, istikrarlaştırıcı bir güç olarak öne çıktıkça bu psikoloji aşılmaya başlandı. Bugün, Türkiye’nin öncülük ettiği ve gençlerimizin de içinde önemli roller üstlendiği teknolojik yeniliklerin, keşiflerin, inovasyonların arkasında bu öğrenilmiş çaresizliğin terk edilmiş olması gerekiyor. Her ne kadar söz konusu ezilmişlik psikolojisini, öğrenilmiş çaresizlik duygusunu aşamayan kesimler varsa da bunların giderek marjinelleştiğini, sayılarının giderek azaldığını, siyasal temsilcilerinin giderek daraldığını memnuniyetle görüyoruz” ifadelerini kullandı.

    “Tüketimcilik kültürünün faturasını gençlere yüklemek de en hafif tabirle vicdansızlıktır”

    22 yılda zihniyet değişimi yaşadıkları başka bir konu olduğunu da ifade eden Altun, “O da gençliğe, gençlere, genç toplum kesimlerine yönelik egemen bakış açısında yaşanan değişimdir. Modern Türkiye tarihine baktığımızda gençlerin farklı kesimler tarafından ya tepeden inme bir modernleşme anlayışıyla endoktrinasyon nesnesi olarak ele alındığını görüyoruz. Ya bir toplumsal ya da siyasi hareketin ideolojik yakısı yahut bildirilmiş kıtası olarak ele alındığını görebiliriz. Yahut da tüketim toplumunun, tüketimcilik kültürünün bir unsuru, bir bileşimi, bir nesnesi olarak telakki edildiğini görebiliriz. Bu yaklaşım esas itibariyle farklı şekillerde karşımıza çıkmıştır ve buna uygun olarak gençlerimizin ya hedonizmle ya radikalizmle özdeşleştirilmeye çalışıldığını yine görüyoruz. Gençlerin nesneleştirildiği asit tüketimler olarak ele alındığı, toplumda konumlandırıldığı bir paradigmadır bu paradigma. Ne mutlu ki değerli arkadaşlar, yeni Türkiye’de bu paradigmaya yer yok. Yeni Türkiye’de gençler toplumun kurucu aktörleridir. Gençler hiçbir siyasi hareketin bildirilmiş kıtası yahut ideolojik yakıtı değildir olmamalıdır. Gençler endoktrinasyon nesnesi de değildir ve tüketimcilik kültürünün faturasını gençlere yüklemek de en hafif tabirle vicdansızlıktır. Bu nedenle siyasette, bilimde, teknolojide toplumun her alanında önce olmaları gereken bir toplum kesimidir. Biz gençlere, gençliğe, toplumun diğer kesimleri gibi ortak iyi için çalışan ve ferdiyetinin yüceliği anlayışını özümsemiş kesimler olarak bakan bir paradigmanın içinden konuşuyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlık ettiği mevcut siyasi irade gençlere her zaman ve her koşulda tam da bu inanç ve özgüvenle destekleme sözü vermekte. Gençlerin anlaşılması, sorunlarını çözüme kavuşturması için bu duygu ile çabalamaktadır” değerlendirmelerinde bulundu.

    Türkiye Yüzyılı vizyonunun sınırlarının uzay vatana ulaştığını vurgulayan Altun, “Her iki astronotumuzun sağladığı bu önemli başarı Türkiye’nin uzay sektörüne dönüp artan ilgisini pekiştirdi ve Türkiye’nin günümüz küresel uzay yarışındaki atılımını kanıtladı. Uzay bugün hem sivil hem de askeri amaçlar için kullanılabilir durumda ve çeşitlenen bu amaçlar bizi bir yol ayrımına getirdi. Ya bu alanda yatırım yapıp yenilikleri fırsatları kavrayacağız, bunların peşinden koşacağız ya da diğer uluslararası aktörlere bağımlı kalacağız. Türkiye bu yol ayrımında kararını verdi ve fırsatları yakalayan öncü ülke olmayı tercih etti” ifadelerini kullandı.

    2018 yılında Türkiye’nin uzay çalışmalarını koordinat etmek üzere Türkiye Uzay Ajansı kurduklarını belirten Altun, “2021 yılında Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından açıklanan Milli Uzay Programı, ülkemizin uzay politikaları alanındaki güçlü iddialarını yansıtan bir stratejik çerçeve ortaya koydu. Öte yandan, Türkiye’nin biriktiği uydu projeleri, ülkemizin uluslararası rekabet gücünün arttırılması, yerli ve milli teknoloji kapasitesinin daha da geliştirilmesi ve savunma alanında öncü bir aktör olabilmemiz adına önemli kazananlar sağladı. Yine bu bağlamda ülkemiz uzay çalışmaları alanında pek çok uluslararası iş birliğine imza aldı. Uzay teknolojileri alanında bağımsız, güçlü bir aktör olma hedefimiz çerçevesinde yürüttüğümüz bu çalışmalar içerisinde gençlerin hep önemli bir payı olduğu olmaya da devam ediyor. Gençlerimiz mutlulukla, memnuniyetle görüyoruz ki günden güne uzay çalışmaları alanına daha fazla ilgi gösteriyor, daha fazla varlık gösteriyor bu çalışmalar” diye konuştu.

    “Milli teknoloji hamlemiz genç beyinlerin ülkemize armağanıdır”

    Altun sözlerini şu şekilde sürdürdü:

    “Milli teknoloji hamlemiz gençlerimizin, genç beyinlerin ülkemize armağanıdır. Genç mühendislerimiz, genç bilim insanlarımız sayesinde bu hamle başarılı sonuçlar üretmiştir. İnsansız otonom araçlar alanındaki derlemeler ve savunma sanayimizde gelinen yüksek teknolojik düzey, yerli otomobilimizin, yerli uygularımızın imalatı gibi kilometre taşları, az önce de altını çizdiğim uzay yolculuğumuz gibi başarılar ve elbette TÜBİTAK başta olmak üzere kurumlarımızın ilk öğretimden doktora düzeyine kadar verdiği proje destekleri, Türkiye’nin milli teknoloji hamlesinin somut tezahürleridir.”

    “Teknofest markasının bu yıl 1 milyon 630 bin yarışmacının başvurusuna kucak açmış olması da Türkiye’nin gelecek nesillere verdiği değeri, gençlerimizin dinamizminin somut göstergeleridir” diyen Altun, “Evet sizler karşımızdaki gençlik çok şükür özgüvenlidir ve sınırlarının aşılabildiği nedeni farkındalığa sahiptir. Bu ülkenin gençliği için gökyüzü artık sınır değil sadece başlangıçtır. Ülkemiz merkezinde gençlerin olduğu 21. yüzyıl Türkiye’sini bilim ve teknolojiyle inşa etmenin gayreti içerisindedir. Bunların yanında uzay çalışmaları ve Milli Teknoloji hamlesi yanında bir diğer başlık da günlük yaşantımızın bir parçası haline gelen, dünyamızı ve bütün sektörleri hızla dönüştüren yapay zeka araçlarıdır. Bugün yapay zeka kaynaklı algoritmaların siyaset, bilim, finans, iletişim ve benzeri pek çok alanda kullanıldığına hepimiz şahitlik ediyoruz. Yapay zeka araçları bir yandan yeni imkanları sunarken öte yandan ciddi meydan okumaları da elbette beraberinde geçiliyor. Biz bu meydan okumalarının farkında olarak ihtiyatlı ve fakat cesur bir yaklaşımla yapay zeka teknolojilerine yaklaşıyoruz. Bu doğrultuda Türkiye Milli Teknoloji ve Dijital Türkiye hedefleri doğrultusunda ulusal yapay zeka stratejisini oluşturmuş durumdadır. Bu çerçevede ulusal yapay zeka stratejisi eylem planı ortaya çıkmıştır” ifadelerini kullandı.
    Gençlerin bugün insanlığı ilgilendiren vicdani tutumu olduğunu aktaran Altun, “Gençlerimizin vicdani tutumu, gençlerimizin, ülkemizin, bölgemizin, insanlığın bugünle ve geleceğine ilişkin sahici tavırlarıdır. Biz bu tavrı çok farklı şekillerde görüyoruz. Fakat bu tavrı özellikle nerede gördük? 15 Temmuz 2016 tarihinde gördük. Gençlerimiz 15 Temmuz’da hain bir terör örgütü aracılığıyla hayatı geçirmeye çalışılan darbe görünümlü işgal planına karşı şanlı bir direniş ortaya koydu. Birçok genç kardeşimiz şehit düştü. Tüm şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyoruz. Birçok kardeşimiz gazi oldu. Gazilerimize de sıhhat içerisinde, afiyet içerisinde, uzun ömürler diliyoruz. Gençlerimiz darbecilere, işgalcilere ağır bir ders verdi. Dünya tarihine geçecek nitelikte ağır bir ders verdi” dedi.

    Gazze’de İsrail hükümetinin yürüttüğü soykırım girişimlerine karşı gençlerin sadece Türkiye’de değil, küresel alanda mücadele verdiğini bildiren Altun, “Küresel iletişim platformlarında bütün engellemelere, sansür girişimlerine rağmen gençlerimizin Filistinli mazlumlarla nasıl dayanıştığını görüyoruz. Onlara ses olmaya çalıştıklarını görüyoruz ve her biriyle gerçekten gurur duyuyoruz” ifadelerini kullandı.

  • Fahrettin Altun’dan “kültürel seferberlik” çağrısı

    Fahrettin Altun’dan “kültürel seferberlik” çağrısı

    Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İletişim Başkanlığınca Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen “21. Yüzyılda Türkiye’nin Kültür Seferberliği” kitabının tanıtımı ve “Kaçış Yok” sergisinin açılışına katıldı. “Kaçış Yok” sergisini gezmelerinin ardından Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun bir konuşma yaptı. Yaşanılan çağa birçok ad takıldığını ifade eden Altun, bunlardan birinin de “hız çağı” olduğunu kaydetti. Hızın yeri geldiğinde bir olgu, yeri gediğinde bir amaç, yeri geldiğinde bir değer halini aldığı bir toplumsal sistemde bir gündelik hayat rejimi içinde yaşanıldığını belirten Altun, “Bu sistem içinde, bu gündelik hayat rejiminde bırakınız kültürü inşa girişimlerini, kültürü muhafaza girişimleri dahi zorlu bir çaba gerektiriyor. Zira kültür her şeyden önce sebatın, sükunetin, istikrarın, uzun erimli insan emeğinin ve meydan okumalarla baş etme becerilerinin sonucunda ortaya çıkan bir birikimin de adı aynı zamanda. Dahası biz bu hız çağında toplum olarak, millet olarak, ülke olarak son derece güçlü kültürel saldırı girişimleriyle karşı karşıyayız. Dünyanın bir örnekleşmesi, küresel kültürel hegemonya inşası gayretleri bu kültürel saldırı girişimlerini daha tahripkar hale getiriyor. Bu küresel bağlam içinde karşı karşıya kaldığımız kültürel kuşatma girişimlerine karşı biz Türkiye olarak bir kültürel seferberlik hamlesi içinde olmamız gerektiğine inanıyoruz. Ve çalışmalarımızı bu yönde gerçekleştiriyoruz” dedi.

    “Kültürümüz adına millet olarak birlik, beraberlik içinde vereceğimiz mücadele, istiklalimizin ve istikbalimizin de teminatlarındandır”

    Kültür ve Turizm Bakanlığının yasa dışı yollarla yurt dışına götürülen çok sayıda tarihi eseri ait oldukları topraklara, Anadolu’ya geri getirmek için büyük çaba harcadığını belirten Altun, “2002 yılından itibaren 12 bini aşkın eserin Türkiye’ye iadesi sağlanmıştır. Bu iadelerin 8 bine yakını yani yaklaşık 3’te 2’si son 6 yılda gerçekleşmiştir. Rahmetli hocamız Teoman Duralı ‘Kültürsüz toplum, toplumsuz kültür olamaz’ derdi. Ne var ki, bizim gibi toplumlar yıllarca batılılaşma adı altında kültürsüzleştirme tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Aslında bu girişimler toplumun imhası girişimleridir. Cemil Meriç’in dediği gibi emperyaller tuzağa düşürmek istedikleri ülkeleri kültürleriyle fethetmez; aksine onları kültürsüzleştirerek, kültürsüz olduklarına inandırarak yok eder. Buna karşı verilen mücadele, hiç kuşkusuz onurlu bir mücadeledir. Kültürümüz adına millet olarak birlik, beraberlik içinde vereceğimiz mücadele, istiklalimizin ve istikbalimizin de teminatlarından biridir. Elbette bizi mücadeleden, birlik, beraberlik içinde kültürümüzü yaşamaktan, kültürümüzü tanıtmaktan, kültürümüzden süzülen değerleri yaşatmaktan alıkoymak için uğraşanlar da var. Bu uğraş içinde olanlar, esasında kültürel alandaki sömürü ilişkilerini kurumsallaştırmak için çabalıyorlar. Karşımızda kültürel sömürgeciliği norm edinen bir küresel hegemonya var. Bir diğer yandan bu kültürel hegemonya sistemi etnosantrizmin, ırkçılığın, ayrımcılığın, yabancı düşmanlığının dünyanın farklı coğrafyalarında yeniden yeniden üretilmesine katkıda bulunuyor. Evet, evrensel alanda karşı karşıya kaldığımız, dünya kültürlerini tehdit eden bir tehlikeden bahsediyoruz. Görünmesi, farkedilmesi dahi kolay olmayan, gündelik hayata sızmış, renksiz, kokusuz bir tehlikeden söz ediyoruz” diye konuştu.

    Altun’dan “kültürel seferberlik” çağrısısı

    Konuşmasında kültürel seferberlik vurgusu yapan Altun, “Peki, evrensel alanda karşı karşıya kaldığımız, bütün toplumları olduğu gibi bizim toplumumuzu da sömürmeye çalışan bu tahripkar kültürel saldırı girişimlerine karşı ne yapmalıyız? Küresel alanda kaynağı bizde yeni bir kültürel hegemonya hamlesine mi ihtiyacımız var? Batı kaynaklı kültürel sömürgecilik hareketlerinin gönüllü temsilciliğini yapan yerel aktörlerin takındığı tepeden inmeci, tek tipleştirici, dışlayıcı yöntemlere mi başvurmalıyız? Elbette hayır, bizim ne yerelde ne evrensel alanda mevcut kültürel hegemonya modellerinin bir benzerine daha ihtiyacımız var. Biz, evrenselde ve yerelde karşı karşıya kaldığımız, sömürü ilişkilerinden muzdarip olduğumuz kültürel saldırı ve hegemonya kurma girişimlerine karşı kültürel seferberlik çağrısı yaparken esas itibarıyla tarihsel, toplumsal ve kültürel varoluşumuzdan beslenen bir çağrı yapıyoruz. Kültürel seferberliğin kültürel hegemonyadan farkı tam da burada kendisini gösterir. Kültürel seferberlikte aşağıdan yukarıya, doğal toplumsal ve tarihsel dinamiklerle şekillenmiş, gerçek manasıyla katılımcı ve kültürel çoğulculuğu esas alan bir süreçten bahsediyoruz. Diğer tarafta tepeden inmeci, tek tipleştirici, elitler eliyle topluma dayatılan bir projeden bahsediyoruz. Bu toplum, bu millet, esas itibarıyla modern dönemde Batı dışı toplumlar, bu tepeden inmeci dayatma girişimlerinden, suni kültürel modernleşme projelerinden çok çekti” diye konuştu.

    “Bizlerin bir kültürel hegemonyaya karşı bir başka kültürel hegemonyaya değil, gerçek bir kültürel seferberliğe ihtiyacımız var”

    Programda bir anısını da anlatan Altun, “Bir gün İstiklal Caddesi’nde bir kitapçıya girdim. Hemen girişte müşterilerin en iyi göreceği yerde, terörün övüldüğü, terör propagandası yapılan kitapların sergilendiği bir tezgahla karşılaştım. Türkiye’nin kültür ve yayın dünyasını yansıtmayan ve yayın dünyasındaki çoğulculuktan eser taşımayan o ‘tezgah’ bence bir ‘kültürel hegemonya’ gösterisiydi. Tezgahın fotoğrafını çektim ve o fotoğrafı sosyal medyada ‘Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek’ mesajıyla paylaştım. O mesajın üzerinden sanırım 8 sene geçti. Şunu açıkça söylemeliyim ki; o gün hangi çizgideysem bugün de aynı çizgideyim. O gün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin renklerini, Türkiye’nin çoğulculuğunu gerçek manada yansıtan bir kültürel zemine, gerçek manada bir çoğulculuğa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. O gün olduğu gibi bugün de bizlerin bir kültürel hegemonyaya karşı bir başka kültürel hegemonyaya değil, aksine gerçek manada bir kültürel etkileşim zeminine, gerçek bir kültürel seferberliğe ihtiyacımız olduğunu savunuyorum. O gün olduğu gibi bugün de kendinden olmayanı ötekileştiren, dışlayan, hakaret eden, mahalle baskısı uygulayan ‘sözüm ona kültür entelijansiyasına’ karşı bizlerin kültürel çoğulculuğu, kültürel sahiciliği savunmamız gerektiğini iddia ediyorum. O gün de, bugün de terörü övenlerin, sözüm ona ‘devrimci şiddet’ adı altında terör propagandası yapanların, vandalizmi romantize edenlerin yazıp çizdiklerinin ‘Türkiye gerçeği’ diye yansıtılmasının, açık ve net bir kültürel faşizm olduğuna dikkat çekiyorum. Ve bunlarla mücadele edeceğiz, etmeliyiz diyorum. Bu mücadeleyi vermeye mecburuz. Ömrünü bilime, kültüre adamış rahmetli Fuat Sezgin hocamız ‘Bizler, köksüz değiliz. Derinlere kök salan bir medeniyete beşiklik etmişiz. Fakat uzun yıllar bu medeniyetin görmezden gelindiğini, hakkının yenildiğini ve yaptıklarının elinden alındığını gördüm’ derken bir çağrı yapıyordu. Bir uyanış çağrısıdır, bir seferberlik çağrısıdır. Ve bu seferberliğin de merkez üssü Anadolu’dur, Türkiye’dir. Türkiye 22 yılda bir yandan büyük badireler atlattı, öte yandan devasa atılımlar gerçekleştirdi. Vesayet odaklarıyla, terör örgütleriyle, bunları himaye eden uluslararası güçlerle hesaplaştı. Batıcı hegemonyayı tahtından indirdi. Türkiye kendi ad ve hesabına siyaset ve strateji üretmeye başladı. Bu süreçte Türkiye dönüştü, dönüştükçe de milletimiz kazandı. Türkiye büyüdü, özgürleşti, daha müreffeh hale geldi. Batıcı hegemonya ile birlikte Batıcı modernleşme paradigması da, bu paradigmanın içinden konuşarak topluma kültürel hegemonya dayatan imtiyazlı elitler de meşruiyet zeminini yitirdi” dedi.

    “Göreve geldiğimizden bu yana yaklaşık 8 bin eseri ülkemize, yani ait olduğu topraklara getirdik”

    Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy ise yaklaşık 8 bin tarihi eserin ait olduğu topraklara geri getirildiğini belirterek, “Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak yürüttüğümüz projelerle kültürel mirasımızı yalnızca korumakla kalmıyor, aynı zamanda uluslararası alanda daha görünür hale getirmek için çalışıyoruz. Türkiye’nin dört bir yanındaki müzeler, arkeolojik kazılar, restorasyon projeleri ve sanat etkinlikleri ile medeniyetimizi maziden atiye ulaştırıyoruz. Bu kadim topraklara ait eserleri dünyanın neresinde olursa olsun gidip alıyoruz. Dünyanın herhangi bir yerinde eğer Türkiye’ye ait bir eser sahibiyseniz artık biliyorlar ki Türkiye bunu gelip sizden alacak Bu kararlı takibimiz neticesinde eser sahipleri de artık bize ait olanı iade etmeye başladılar. Göreve geldiğimizden bu yana yaklaşık 8 bin eseri ülkemize, yani ait olduğu topraklara getirdik. 2018’den bu yana 204’ü hiç kütüphane olmayan yerlerde sıfırdan yapılan olmak üzere toplamda 524 kütüphaneyi hizmete açtık. Bu yıl Bakanlığımıza bağlı olarak hizmet veren kütüphane sayısı bin 296’ya ulaştı. Ülkemizin kültür mirasını UNESCO Geçici Miras Listesi’ne kaydettiriyoruz. Ne mutlu ki bizlere 2018 yılı da dahil olmak üzere dört alanımız listeye dahil edildi. Ülkemiz çabalarımızın bir karşılığı olarak UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listeleri’nde 30’a ulaşan kültürel değeriyle en çok unsur kaydettiren ikinci ülke haline geldi” diye konuştu.

  • “Medyanın en önemli fonksiyonu hak ihlallerini sağlık bir şekilde duyurmak”

    “Medyanın en önemli fonksiyonu hak ihlallerini sağlık bir şekilde duyurmak”

    Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç; Adalet Bakanlığı, Bahçeşehir Üniversitesi ve İletişim Başkanlığı koordinasyonunda Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde düzenlenen Adalet ve Medya İlişkisi Paneli’ne katıldı. Burada bir konuşma yapan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Hz. Ömer’in “Adalet mülkün temelidir” sözünün herşeyi ortaya koyduğunu belirterek, adalet olmadan toplumlarda ne huzurun ne barışın ne refahın olduğunun altını çizdi.

    “Medya toplumsal talepleri öne çıkararak kamu adına denetleyici bir fonksiyon icra eder”

    Günümüzde pek çok alanda olduğu gibi adalet arayışlarının hak arama mücadelelerinin de medya sayesinde kamuoyu gündemine taşındığını belirten Altun, “Ancak medya sadece bir aktarıcı olarak değil çoğu zaman kendisi de bir özne olarak kendisi de aktör olarak bu süreçlerin bazen pozitif bazen de negatif birer unsuru olarak rol oynuyor. Bu nedenle ülkemizde medya ile adalet kurumları arasındaki ilişki güçlendirmek doğru ve hızlı haber alma çerçevesinde toplumun adalet sistemine olan güvenini artırmak iletişim süreçlerinin doğru ve etkin şekilde sürdürülmesine katkı sunmak amacıyla Adalet Bakanlığımız ve İletişim Başkanlığımız birlikte Bahçeşehir Üniversitesi ev sahipliğinde bu organizasyonu düzenledik. Medya modern dönemde toplumsal adalet ve bireylerin hak arayışları açısında merkezi kurumdur. Medya adaleti tehdit eden ve toplumsal vicdanı zedeleyen olaylara karşı toplumun sesi ve adaletin şüphesiz savunucusu olmak durumundadır. Fakat önümüzdeki soru şudur. Nasıl bir medya. Hakikat zemininden ayrılmayan hakikatı merkeze alarak toplumsal adalet için mücadele eden bir medya. Medya bunu yaptığı taktirde hem toplumsal adalet arayışları için hem de bireysel hak arayışları için merkezi önemdedir. Medya toplumsal talepleri öne çıkararak kamu adına denetleyici bir fonksiyon icra eder. Medya bu denetleyici fonksiyonu yerine getirirken aynı zamanda bir bilinçlenme bir farkındalık sağlar. Diğer yandan medya toplumdaki müşterekleri ortak duygu ve düşünceleri görünür kılar. Bu anlamda toplumsal dayanışma duygusunu pekiştirir. Adalet hizmetleri açısından meseleye bakacak olursak medyanın en önemli fonksiyonu hak ihlallerini sağlıklı bir şekilde duyurabilmek bu sayede yargılama süreçlerin şeffaf bir şekilde ilerlemesine olumlu yönde katkı sağlayabilmesidir. Medya yargı mekanizmalarının işleyişine bir takım olumsuz etkilerde yapabilir. Hiç kuşkusuz bu olumsuzlukların başında devam eden yargı süreçleriyle ilgili gizlilik ihlalleri gelmektedir. Gizliliğin ihlali adaletin ses edilmesinde yargı süreçlerini akamete uğratmaktadır. Yargı sürecinde eksik veya yanlış bilgilerle ve taraflı haber yapma, önyargı oluşturma kamuoyunda yargısız infaza sebep olabilmektedir. Sansasyon oluşturma ve reyting kaygısıyla teyit edilmemiş editöryal süreçlerden geçmemiş bilgilerin hızla alelacele servis edilmesi, bunların da popülerlik kazanmış sosyal medya hesaplarında paylaşılması, toplumda infiale sebep olabilmektedir. Bu süreçte ortaya çıkan bilgi kirliliği ve dezenformasyon ise adaleti tesis etmenin önünde büyük bir engele dönüşmektedir. Diğer yandan medyanın etik kurallarına uymayıp, yargılama süreçlerinde mağdur ve yakınlarının mahremiyetine saygı göstermediğine de zaman zaman şahitlik edebiliyoruz” dedi.

    “Medya kuruluşları hukukun son derece önemli bir ihtisas alanı olduğunu göz önünde bulundurmak zorundadırlar”

    Kimi medya mensuplarının ve sosyal medya kullanıcılarının çeşitli saiklerle kendi menfaatleri adına mağdurların acılarını istismar edebildiklerini belirten Altun, “Yine adli süreçlere dair yanlış kavramların kullanılması, işleyişin bilinmemesinden kaynaklanan hatalar yine kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesine, dezenformatif içeriklere muhatap olmasına ve bilgi kirliliğine yol açabilmektedir. Şurası çok açık bir gerçek. Hukuk son derece teknik ve mesleki bilgi gerektiren bir alandır. Alanla ilgili eğitim almamış, mesleki tecrübesi olmayan isimlerin yargı süreçleriyle ilgili içerik üretmesi daha da fenası hüküm vermesi maalesef çok sık karşılaştığımız bir sorun. Hukuki yönden teknik bilginin yetersizliğiyle malul, uzman görüşlerine başvurulmadan veya yargı haberciliğinde uzmanlaşmamış isimler tarafından üretilen içerikler kamuoyunda infiale, kafa karışıklığına sebebiyet verebilmekte, dahası hakikat ve adaletin tahrif edilmesine yol açabilmektedir. Bu tür içeriklerin yargı süreçlerine olumsuz etkileri hepimizin malumudur. Bütün bunlar toplumsal öfkeye, sisteme karşı güvensizliğe ve toplumsal kutuplaşmaya yol açtığı gibi toplumdaki adalet duygusunun zayıflamasına, cezasızlık algısının yükselmesine sebebiyet vermektedir. Medya ve adalet ilişkisi bağlamında belki de ana sorun hukuk bilgisi noksanlığı, kaynağı her ne olursa olsun çıkar temelli yayıncılık anlayışıdır. Her şeyden önce medya kuruluşları hukukun son derece önemli bir ihtisas alanı olduğunu göz önünde bulundurmak zorundadırlar. Bu bilinçle uzman hukukçulardan destek alınmak çok önemlidir. Zira hukukun temel kavramlarını, mahkemelerin yetki alanlarını ve dava süreçlerini bilmeyen bir kimsenin herhangi bir davayı doğru anlatması mümkün değildir. Medya kuruluşlarımızın hukuk alanında ihtisas sahibi kişi ve kurumlarla işbirliği mekanizmalarını işletmeleri bu noktada çok önemlidir. Bunun yanı sıra adli yargılama süreçlerini takip eden medya mensuplarımızın bu alanda uzmanlaşmalarının da adaleti bihakkın tesis etmede ve sorunları en aza indirmede büyük katkıları olacaktır” diye konuştu.

    “Sıhhatli bir medya ve adalet ilişkisinin tesisinde kamu otoritelerine de büyük sorumluluk düşüyor”

    Konvansiyonel medya kuruluşlarının gelişen teknolojilerin beraberinde getirdiği meydan okumalara, sınamalara karşı cevap geliştirmesinin elzem olduğunu belirten Altun, “Bu noktada, konvansiyonel medyanın yeni medya mecralarından yayılan teyitsiz içerikleri süzecek mekanizmaları kurması hayati bir önem taşıyor. İletişim terminolojisiyle, Kurt Lewin’in kavramsallaştırmasıyla konuşacak olursak, yeni nesil ‘eşik bekçileri’ mekanizmalarına bizim ihtiyacımız var. Geleneksel medyanın, konvansiyonel medyanın bu bağlamda yeni medyadan gelen içerikleri süzecek ‘eşik bekçileri’ mekanizmalarına ihtiyacı var. Bu süreçlerde sıhhatli bir medya ve adalet ilişkisinin tesisinde kamu otoritelerine de büyük sorumluluk düşüyor. Bu alanda birincil derecede sorumlu kurum ve kuruluşlarımız öncülüğünde yargı okuryazarlığını artırmak belki de en önemli meselelerimizden bir tanesidir. Adalet Bakanlığımız ile birlikte İletişim Başkanlığımızın üzerinde durduğu temel meselelerden biri bu hususta bir bilinç oluşturmak, bu anlamda yargı okuryazarlığını hem medyamızda hem toplumda yaymaya dönük arttırmaya dönük çaba sarf etmektir. Medya ve yargı organları arasında sistematik iletişim mekanizmaları oluşturulmalı ve kamuoyunun düzenli şekilde bilgilendirilmesi de bu bağlamda son derece önemlidir. Söz konusu mekanizmalara üniversiteler ve STK’ların da dahil edilmesi, hukuki süreçlerle ilgili bilinç ve farkındalık eğitim programları, etkinlikler ve projeler bu süreçte elbette yaygınlaştırılmak durumundadır. Bu projelerin en önemli çıktısı masumiyet karinesinin ve basın özgürlüğünün zarar görmeyeceği dengeli bir yayın anlayışı için çerçevesinde etik standartlar oluşturmaktır. Çünkü bir tarafta masumiyet karinesini korumak, öbür tarafta basın özgürlüğünü korumak durumundayız. Her iki arasında bir denge oluşturulmalı ve bu dengeyi esas kılan, bu dengeyi kurumsallaştıran medya etik standartlarını oturtmak durumundayız” dedi.

    “Sosyal medya platformları siyasi ve ticari kaygılarla da sıklıkla manipüle edilen bir yapıya sahip”

    Günümüzde adalet-medya ilişkisini etkileyen bir diğer önemli meselenin ise içinde bulunulan yeni iletişim rejimi olduğunu kaydeden Altun, “Dijital iletişim dönemidir ve sosyal medya platformlarıdır. Çünkü sosyal medya platformları, konvansiyonel medya araçlarına nazaran etkileşim ve popüler olma kaygısı nedeniyle dezenformasyonun, yanlış bilgilerin çok daha hızlı yayıldığı mecralar. Sosyal medya platformları siyasi ve ticari kaygılarla da sıklıkla manipüle edilen bir yapıya sahip. Dijital mecraların manipülasyona açık yapısı, yargılama süreçlerinde, masumiyet karinesinin hiçe sayılarak linç kültürünün yaygınlaşmasına sebebiyet veriyor. Sözüm ona sosyal medya mahkemeleriyle, yargısız infazlarla, dijital linçlerle yargı aleni şekilde baskı altında tutulmaya çalışılıyor. Bu mecralarda sık gördüğümüz itibar suikastlarıyla mahremiyet ihlal ediliyor, en temel bireysel hak ve özgürlükler hiçe sayılıyor. Bilhassa kamuoyuna yansıyan hassas soruşturma ve davalarda kimi zaman suç ve suçlu kötücül amaçlarla ne yazık ki mitleştiriliyor, efsaneleştiriliyor, hatta kahramanlaştırılabiliyor. Dijital ortamlarda linçe maruz kalanlarda ise onulmaz ve ağır psikolojik travmalar meydana geliyor. Emniyet ve adalet teşkilatımızın bin bir emekle yürüttüğü süreçler akamete uğratılıyor ve adil yargılama zorlaşıyor. Bu durum her şeyden önce toplumsal adalet duygusunu ve kurumların itibarını zedelediği gibi toplumda cezasızlık algısının oluşmasını sebebiyet veriyor. Şurası çok açık; toplumsal kutuplaşmaya da sebebiyet veren fakat özünde toplumun adalet telakkisine, bireylerin hak ve adalet arayışlarına zarar veren bu tür kötücül faaliyetler büyük birer vebaldir, bununla beraber suçtur. Sosyal medya platformları bu suçun işlenmesine aracılık ettiği ve göz yumduğu müddetçe birincil derecede sorumludur. Dijital platformlar sorumluluklarını yerine getirmedikleri takdirde yaptırıma tabi tutulacaklarını da bilmek durumundadırlar. Bu platformlardan neşet eden dezenformasyon ve linç kültürüne karşı, hem hukuki olarak elimiz güçlü olmalı hem de ihtiyaç halinde gerekli düzenlemeleri hızla hayata geçirebilmeliyiz. Bunun yanı sıra düzenleyici kurum ve kuruluşların hiçbir ayrım gözetmeden, haberin ve dezanformasyonun nereden geldiğine bakmadan cesaretle bu konudaki her türlü ihlali engellemesi ve caydırıcı yaptırımlar ortaya koyması gerekir.”

    “Son 6 ayda CİMER’e yapılan 76 bin 400 başvuru medyadan ve sosyal medyadan ilkeli ve sorumlu yayıncılık talebinde bulunuyor”

    TUSAŞ’a yönelik saldırıyla ilgili de konuşan Altun, “Emniyet güçlerimiz tam da terör saldırısına müdahale ettiği sıralarda biz sosyal medyada neredeyse terör propagandasına eşdeğer görüntülerle karşı karşıya kaldık, bu görüntülere maruz kaldık. Aynı görüntüler, aynı görseller maalesef konvansiyonel medyada da yayınlandı. Sosyal medyada yayınlanması bir mesele ise konvansiyonel medyada aynı görüntülerin yer alması ise çok büyük bir meseledir. Bu yayınların, ilkeli ve sorumlu yayıncılık anlayışıyla bağdaştırılması mümkün değildir. O süreçte elbette o görüntüleri servis edenler de, yayılmasını temin edenler de suçludur ve devletimizin ilgili birimleri bu süreci aydınlatmak için de titiz bir soruşturma yürütmektedir. Milletimiz de bu konuda son derece hassastır. CİMER sistemimize yapılan başvurularda halkımızın aynı hassasiyeti paylaştığını görüyoruz. Son 6 ay içerisinde CİMER’e yapılan başvurular içinde 76 bin 400 başvuru medyadan ve sosyal medyadan ilkeli ve sorumlu yayıncılık talebinde bulunuyor. Halkımızın gösterdiği bu hassasiyet doğrultusunda, ben bir kez daha, medya kuruluşlarımızı ve sosyal medya platformlarını, yukarıda zikrettiğim

    çalıştığım medya etik ilkelerine uygun, sorumlu yayıncılığa davet ediyorum. Kuşkusuz tam da bu noktada kamu görevlilerine yönelik de hatırlatmamız olmalı. Kamu görevlilerimizin vazife esnasında tarafınıza tevdi edilmiş yahut bir şekilde ulaşmış olduğunuz her bilgi, kendi namusları gibi, kendilerine kamu adına emanet edilmiş bilgiler olarak görmeleri gerekir. Her ne sebeple olursa olsun bu bilgi ve görsellerin kontrolsüz paylaşımı, bunların kamu çalışanlarımız eliyle yaygınlaşması etik dışıdır ve suçtur. Kamu görevlilerimiz ve medya mensuplarımız başta olmak üzere herkesi bu konuda daha özenli olmaya davet ediyorum.”

  • “İsrail’in Gazze’deki soykırımını lanetliyoruz”

    “İsrail’in Gazze’deki soykırımını lanetliyoruz”

    İletişim Başkanı Fahrettin Altun İsrail’in Gazze’de devam eden saldırıların yıl dönümünde sosyal medya hesabından paylaşımda bulundu.

    İletişim Başkanı Altun, yaptığı açıklamada, İsrail’in bir yıldır tüm dünyanın gözü önünde soykırım yaptığını belirterek, “Adeta gözü dönmüş bir şekilde hukuk, ilke, ahlak ve sınır tanımadan sivil, masum, sağlık çalışanı ve gazeteci demeden katliamlar yapıyor. Bu vahşet, insanlığın ortak vicdanını yaralıyor” dedi.

    7 Ekim 2023’ten bu yana soykırım yapan, insanların en temel ihtiyaçlarına ulaşmasını engelleyen İsrail’in, bu süreçte 50 bine yakın Filistinliyi katlettiğini kaydeden Fahrettin Altun, “Yakın tarihin gördüğü en büyük zulümlerden biri olan bu vahşet, elbette cezasız kalmayacaktır. İsrail, bu zulümlerinin hesabını er ya da geç verecektir” şeklinde konuştu.

    Gazze’deki soykırımda hayatını kaybedenleri rahmetle anan Altun, uluslararası toplumu da bu zulmün mimarlarına karşı daha fazla ses çıkarmaya davet ederek, “Tarihin utanç sayfalarında yerini alan bu soykırımı lanetliyoruz. Uluslararası toplumu, bu soykırımın mimarlarına karşı daha fazla ses çıkarmaya davet ediyoruz. Bizler Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde, masum insanların yanında, zulmün karşısında yer almaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

  • Narin soruşturmasında gizlilik kararı sürüyor

    Narin soruşturmasında gizlilik kararı sürüyor

    Altun, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, İletişim Başkanlığının konuyla ilgili tüm kurumlarla koordinasyon içinde dezenformasyonla mücadele sürecini yürüttüğünü belirtti.
    Narin Güran cinayeti soruşturmasında gizlilik kararının devam ettiğini bildiren Altun, “Dün kılınan cenaze namazı ile ebediyete uğurladığımız masum kızımız Narin’in katledilişi ile alakalı soruşturmada alınan gizlilik kararı halen geçerlidir. Geleneksel ve dijital medya mecralarında soruşturmanın gizliliğine ve salahiyetine zarar verecek dezenformasyon içeren bilgilerin yayıldığı, kamuoyunun hassasiyetlerinin belli çevrelerce kullanılarak konu üzerinden siyasi ve ideolojik rant devşirilmeye çalışıldığı müşahede edilmektedir. Narin kızımızın canına kastedenlerin adalet önünde hesap vermesi ve hak ettikleri en ağır cezayı alması için Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan konuyu yakından takip etmekte, yetkili kurum ve kişiler görevlerini titizlikle sürdürmektedir” ifadelerini kullandı.

    “Sadece yetkili kurum ve kişilerce yapılan açıklama ve bilgilendirmelere itibar edilmesini rica ediyoruz”

    İletişim Başkanlığının da konuyla ilgili tüm kurumlarla koordinasyon içinde dezenformasyonla mücadele sürecini yürüttüğünü kaydeden Altun, “Unutulmamalıdır ki dezenformasyon içeren bilginin yayılmasını engellemek her birimizin görevidir ve soruşturmanın gidişatı için büyük önem arz etmektedir. Bu kapsamda, vicdanlarımızı yaralayan bu elim hadise ile ilgili sadece yetkili kurum ve kişilerce yapılan açıklama ve bilgilendirmelere itibar edilmesini her bir vatandaşımızdan önemle rica ediyoruz” dedi.

  • Fahrettin Altun teyzesinin cenaze törenine katıldı

    Fahrettin Altun teyzesinin cenaze törenine katıldı

    Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un Kocaeli’nin Darıca ilçesinde yaşayan 75 yaşındaki teyzesi Adalet Oral hayatını kaybetti. Yaşlılığa bağlı sebeplerle hayatını kaybeden Oral’ın ölüm haberini alan Altun, Darıca’ya geldi.

    Osmangazi Mahallesi Aşıroğlu Camii’nde düzenlenen cenaze törenine Altun’un yanı sıra Kocaeli Valisi İlhami Aktaş, Darıca Belediye Başkanı Muzaffer Bıyık, Gebze Belediye Başkanı Zinnur Büyükgöz, AK Parti İl Başkanı Şahin Talus ve yakınları katıldı.

    Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun taziyeleri kabul ederken, öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazı sonrasında Oral’ın naaşı Merkez Mezarlığı’na defnedildi.

  • “Türkiye, 18. sıraya yerleşti”

    “Türkiye, 18. sıraya yerleşti”

    Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance tarafından hazırlanan Küresel Yumuşak Güç Endeksi 2024 verilerini paylaştı.
    Altun, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda şu ifadelere yer verdi;
    “Uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance tarafından hazırlanan Küresel Yumuşak Güç Endeksi 2024 verilerine göre Türkiye, medya ve iletişim alanında bir önceki yıla kıyasla 10 basamak yükselerek 193 ülke arasından 18. sıraya yerleşti. Ülkemizin endekslere yansıyan bu performans artışında, medya ve iletişim alanındaki çalışmalarımızın uluslararası ölçekte artan kapsayıcılığı, etkinliği, güvenilirliği ve erişilebilirliği belirleyici faktörler oldu. Aynı endeksin “Etki alanı” kategorisinde ise 13. sırada yer alan ülkemizin, yüksek performansı uluslararası ilişkilerde elde edilen başarının yanı sıra sahip olduğu zengin kültürel miras değerlerine bağlı olarak gerçekleşti. Diplomatik girişimler, ev sahipliği yapılan uluslararası organizasyonlar ve ulus markalama alanlarında uygulanan başarılı iletişim stratejilerinin de etkisiyle Türkiye, Küresel Yumuşak Güç Endeksi’nde 2020 yılından bu yana performansını en çok artıran ülkeler arasına girmeyi başardı.”

  • “130 gazeteci İsrail tarafından katledildi”

    “130 gazeteci İsrail tarafından katledildi”

    Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Ankara’da düzenlenen “Gazze’de Soykırım: Yeni Kanıtlar” paneline katıldı. Panelde, İsrail’in Gazze’ye yönelik düzenlediği saldırılar ile soykırım suçları fotoğraf ve görüntülerle kanıtlandı.

    “Soykırım, bir halkın maddi ve manevi varlığına yönelen topyekûn bir saldırıdır”

    İletişim Başkanı Altun, yaptığı konuşmada, Gazze’de apaçık bir soykırım işlendiğini söyledi. İsrail’in Gazze’de Roma Statüsü’nün suç olarak tanımladığı birçok ağır cürmü işlediğini belirten Altun, “Soykırım, bir halkın maddi ve manevi varlığına yönelen topyekûn bir saldırıdır. İsrail sadece Gazze’de yaşayan insanları toplu bir şekilde katletmiyor; bölgenin manevi varlığını da yok etmek için kültürel bir soykırıma imza atıyor” diye konuştu.

    “Gazze’de 194 cami ve 100 okul tamamen yıkıldı”

    İsrail’in Gazze’deki saldırıların tahribatına dikkat çeken Altun, şöyle konuştu:
    “Saldırıların başlamasından bugüne kadar, Gazze’de 194 cami ve 100 okul tamamen yıkıldı; 266 cami, 3 kilise ve 295 okul ise ağır hasar aldı. İsrail, kültürü, gelenek, görenekleri ve bütün hafızasıyla bir halkın varlığını külliyen ortadan kaldırmaya çalışıyor. Son günlerde İsrail’in sözüm ona güvenli bölge diyerek insanları sürdüğü Refah bölgesine yönelik saldırıları yürüttüğü soykırım politikasının apaçık bir örneğidir.”

    “Fosfor bombalarının kullanılması İsrail’in savaş suçu işlediğinin delili”

    Gazze’de İsrail’in hukuku yok saydığını dile getiren Altun, “İsrail’in, ısrarlı ve sistematik bir şekilde sivilleri ve sivil altyapıyı hedef alması insancıl hukukun apaçık bir ihlalidir. Yine çeşitli sözleşmelerle yasaklanan fosfor bombası gibi silahların da Gazze’de bilhassa sivil nüfus üzerinde yoğun bir şekilde kullanılması İsrail’in savaş suçu işlediğinin delili konumundadır” ifadelerini kullandı.
    Bölgede gerçekleştirilen katliamların gizlemeye çalışıldığını vurgulayan Altun, Filistinlilere yönelik vahşetin ve barbarlığın İsrail tarafından yürütülen kapsamlı bir dezenformasyon politikası ile yürütüldüğünü anlattı.
    İsrail’in dezenformatif içerik ve yalan haberlerle görünmez olmayı amaçladığını aktaran Altun, bölgedeki vahşiliklere, barbarlıklara ve soykırım girişimlerine karşı duyarsız kalınmaması gerektiğini dile getirdi.
    İletişim Başkanlığının duyarsızlığa, unutkanlığa ve dezenformasyona karşı ilk günden itibaren teyakkuz halinde olduğunu ve çalıştığını belirten Altun, “Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘daha adil bir dünya mümkündür’ şiarını esas alarak, hakikat bayrağını dalgalandırmayı en önemli misyonumuz olarak bildik ve bilmeye devam ediyoruz” kaydetti.

    “Merkezimiz, 7 Ekim’den bugüne kadar, 200’ye yakın dezenformasyonu deşifre etti”

    İletişim Başkanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nin İsrail’in yalanlarını tek tek tespit ve ifşa ettiğine işaret eden Altun, şunları kaydetti:
    “Dezenformasyonla Mücadele Merkezimiz, 7 Ekim’den bugüne kadar, 200’ye yakın dezenformasyonu deşifre etti. Birincisi Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’nin bombalanmasıyla ilgiliydi. İsrailli yetkililer, İsrailli medya kuruluşları ve sosyal medya kullanıcıları, ‘Saldırıyı İsrail değil Hamas yaptı’ yalanını orta attılar. Dezenformasyonla Mücadele Merkezimiz, yaptığı çalışmada, söz konusu iddiayla beraber paylaşılan görüntülerin 2022 yılına ait olduğunu tespit etti. Yine merkezimiz ayrıca İsrail başbakanının eski dijital medya sorumlusu olan şahsın, İsrail ordusunun Gazze’de hastane bombaladığına ilişkin adeta zafer paylaşımı yaptığını, bir süre sonra bu paylaşımını silerek saldırının Hamas tarafından yapıldığına ilişkin ikinci bir paylaşım yaptığını ortaya çıkardı. Söz konusu İsrailli görevlinin tavrı İsrail’in dezenformasyonu nasıl sistemli şekilde kullandığını ortaya koyan örneklerden biridir.”

    “Gazze’de bugün ölü sayısı 30 bine dayanmış durumda”

    İsrail’in ifşalarından söz eden Altun, “İsrail, Gazze’de canlı insanların Hamas tarafından kefenlenerek ölü taklidi yaptırıldığını öne sürdü ve bunu uluslararası medya da işledi. Gazze’de bugün ölü sayısı 30 bine dayanmış durumda ve bunlar içinde de binlerce masum çocuk, kadın ve insanlar var ve hal böyleyken İsrailli yetkililer utanmadan böyle bir iddiayı ortaya attı. Peki doğrusu neydi? İddiaya konu görüntüler, geçtiğimiz yılın 19 Ağustos’ta sosyal medya platformlarında paylaşılan görüntülerdi. Görseller Malezya’da bir camide verilen cenaze işlemleri eğitimine aitti” açıklamalarında bulundu.

    “Hakikati duyurmaya çalışan gazetecileri de doğrudan hedef alıyor”

    İsrail’in ‘Gazze’de canlı insanlar kefenlenerek ölü taklidi yaptırılıyor’ iddiasını değerlendiren Altun, şunları kaydetti:
    “Birincisi, İsrail’in hakikati çarpıtmakta sınır tanımaz olduğunu. İkincisi İsrail’in hakikat karşısında elinin ne kadar zayıf olduğunu gösterdi. İsrail, dezenformasyonu sistemli şekilde kullanarak hakikati katlettiği gibi bölgede, hakikati duyurmaya çalışan gazetecileri de doğrudan hedef alıyor onları da katlediyor.”

    “130 gazeteci görevleri başında İsrail tarafından katledildi”

    2023 yılında öldürülen gazetecilerin yüzde 75’inin Gazze’de can verdiğine dikkat çeken Altun, “Bugüne kadar 130 gazeteci görevleri başında gerçeği ve hakikati dünyaya duyurmak için görev yaptıkları esnada İsrail tarafından katledildi. Bugün ne yazık ki Batı medyasının hatırı sayılır bir kısmı, İsrail’in yaptığı katliamları görünmez kılmaya çalışmak için yoğun çaba gösteriyor. Batılı medya organlarının birçoğunda yaşanan çatışmalar İsrail’in bakış açısı ile aktarılıyor. Gazze’de yaşanan trajedi ve soykırım gizlenmeye çalışılıyor” ifadelerine yer verdi.

    “Gazze’de katledilen yerel halk için ‘öldü’ ifadesi kullanılmakta”

    Yaşanan trajediyi gizlemek ve İsrail’in yaptığı soykırımı örtbas etmek için söz konusu medya organlarının farklı strateji ve taktikler uyguladığına vurgu yapan Altun, “Bu tür medya organlarında, Filistin halkı küresel çapta ‘yabancı, ‘öteki’ ve ‘geri kalmış’ bir topluluk olarak lanse edilirken İsrailliler ise ‘ilerici’, ‘modern’ ve ‘Batılı’ bir toplum olarak tasvir edilmektedir. İsraillilerin ölümleri İngilizce manşetlerde ‘cinayete kurban gitti’ şeklinde yer bulurken Gazze’de katledilen yerel halk için ‘öldü’ ifadesi kullanılmakta ve katil gizlenmeye çalışılmakta” ifadesini kullandı.