Etiket: hastalık

  • ‘Mavi dil’ hastalığı nedeniyle Türkiye ithalatı durdurdu

    ‘Mavi dil’ hastalığı nedeniyle Türkiye ithalatı durdurdu

    Son haftalarda Avrupa’daki büyükbaş hayvanlarda mavi dil hastalığı görülmesi üzerine Türkiye ithalatı durdurdu.
    Yaklaşık bir ay içerisinde birçok Avrupa ülkesindeki hayvanlarda mavi dil hastalığı görüldü. Hastalığın kısa süre içerisinde yayılması üzerine bazı Avrupa ülkeleri ihracatı durdurdu. Sadece Polonya ve Macaristan’da ihracatın açık olduğunu söyleyen uzmanlar Türkiye’nin tedbir olarak hayvan ithalatını durdurduğunu söyledi. Ayrıca üreticilerin kendi çiftliklerinde biyogüvenlik tedbirlerini artırmaları gerektiğini söyleyen uzmanlar tedbirlerin en üst seviyede tutulması gerektiğini açıkladı.

    “Polonya ve Macaristan’da ihracat açılması yüksek görülüyor”
    Polonya ve Macaristan’da henüz vaka görülmediğini fakat orada da yoğun test süreci gerçekleştiğini söyleyen damızlık hayvan yetiştiricisi Tarkan Gani, “Mavi dil hastalığı şu anda Hollanda, Danimarka, Almanya ve İtalya gibi ülkelerde görüldü. Son bir ayda çok sık görüldüğünden dolayı bu ülkeler hayvan ihracatlarını yasakladılar. Şu anda hayvanları satışa sunmuyorlar ve dışarıya göndermiyorlar. Sadece Macaristan ve Polonya’da vaka görülmedi ama hükümetimiz tedbir olarak orayı da ithalata kapatmış durumda. Avrupa’dan şu an için hiçbir damızlık hayvan ithalatı söz konusu değil. Daha öncesinden izinlerini almış işletmecilerimiz ve yetiştiricilerimiz var. Hatta oralara kapora vermiş işletmeler var. Onlar da şu an bekliyorlar, yoğun bir test süreci geçiriyorlar. Test sürecinin ardından Macaristan ve Polonya’nın ithalata açılması yüksek görülüyor” şeklinde konuştu.

    Türkiye’de henüz resmi kaynaktan açıklanan bir vaka yok
    Türkiye’nin gerekli tedbirleri aldığını vurgulayan Gani, “Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en ağır sağlık şartnamesini kullanıyor. Çok kolay bir şekilde hayvan getirilmiyor. Hayvanlar belirli testlere tabi tutuluyor. Türkiye’ye getirilmelerinin ardından tekrar kanları alınıyor. Olumsuz bir şey olduğunda hayvanlar kesime sevk ediliyor. Ülkemizde şu an için resmi kaynaklardan ben mavi dil açıklaması duymadım. Devletimizin tüm çabaları bu hastalığın ülkemize gelmemesi için” dedi.

    Tedbirlerin üst düzeyde tutulması şart
    Gani, “Dünyada çeşitli sığır hastalıkları var. Bu hastalıklardan biri de mavi dil. Şu ana kadar insana bir etkisi ortaya çıkmadı. Fakat mavi dil bulaşan hayvanda yüksek ateş yavru atımı yapıyor. Bu da bizim milli ekonomimize çok ciddi zararlar veriyor. Bu nedenle devletimizin aldığı tedbirler gayet doğru. Tüm çiftliklerde sadece mavi dil için değil biyogüvenlik tedbirleri alınması lazım. Sönmüş kireçleri çiftliklerde kullanabilirler. En bulunabilir ve masrafsız olanı bu yöntem. Çiftliklere galoşsuz kimseyi almamamız gerekiyor. Tek kullanımlık önlük kullanabilirler. Zaten dışarıdan misafir kabul etmiyoruz. Kabul ettiğimiz zamanlarda da bu biyogüvenlik şartlarını uyguluyoruz. Çiftliğimizde binlerce hayvan var. Burada birine hastalık bulaşması hepsinin hasta olması anlamına geliyor. Bu nedenle tedbirlerimizi en üst düzeyde tutmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

  • Kış aylarının vazgeçilmezi “turşu”

    Kış aylarının vazgeçilmezi “turşu”

    Konya’da kış aylarında özellikle son zamanlarda artan grip salgınlarından sonra vatandaşlar bağışlıklarını güçlendirmek için turşu ve turşu suyuna yöneldi. 80 çeşit turşu üretimi yapan Selman Kozan, “Turşu veya turşu suyu gribal enfeksiyonlarda boğaz ağrılarına, ağız yaralarına, öksürüğe çok faydası olur” dedi.

    Son zamanlarda salgın hastalıklarda artış yaşanıyor. Solunum yolu enfeksiyonları, başta çocuklar olmak üzere herkeste etkili olabiliyor. Özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin yakalandığı ve ağır geçirdiği hastalıklar, hastanelerde de zaman zaman yoğunluğa neden olabiliyor. Bağışıklığını güçlendirmek isteyen kimi vatandaşlar ise Türk sofralarının vazgeçilmez lezzetlerinden doğal turşuya yöneliyor.

    Turşunun kurulum aşamasında belirli noktalara dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizen turşucu Selman Kozan, benzer şikayetle gelen kişilere önerisinin turşu ve turşu suyu olduğunu söyledi. Kozan, “Mevsim geçişleriyle beraber havaların soğumasıyla birlikte soğuk algınlığı tarzı salgınlar oluşmaya başladı. Hastanelere bakıyoruz aciller tıklım tıklım dolu. Özellikle gelişme çağındaki çocuklarda aşırı derecede bir salgın var. Okullar da açıldıktan sonra bu iyice artmaya başladı.

    Bununla beraber her zaman söylediğimiz gibi probiyotik doğal turşu suyu ve turşu çeşidi özellikle tüketilmesi gereken ürünler. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Sağlık açısından özellikle soğuk algınlığı gribal enfeksiyonlarda boğaz ağrılarına, ağız yaralarına, öksürüğe çok çok iyi gelir. Turşu, turşu suyu bunun yanında diyabetik hastalara özellikle, tabii biz bunu söylerken özellikle bu diyabetik hastalarda diyetisyen kontrolünde tüketilmesini tavsiye ediyoruz.

    Turşuların birçok faydası var. İnsan açısından turşu özellikle unutulmaya yüz tutmuş kültürlerden bir tanesi. Biz bunu özellikle Konya’da canlandırmaya çalışıyoruz. Klasik herkes kendi evinde kuruyor zaten turşusunu. Farklı turşulara yönlendirmeye çalışıyoruz. Buraya gelen herkes ‘öksürüyorum, boğazım ağrıyor, ne yapmamız lazım’ gibi söylüyor ben de turşu tüketin diyorum. Doğal turşu probiyotik, turşu suyu özellikle” dedi.

     

    “Şeker hastalığına, MS hastalığına, safra keselerindeki taş sorunu gibi çok çok faydaları var”
    Bazı turşuların faydalarının normal ürünlere göre daha fazla olduğunu anlatan turşucu Selman Kozan, “Klasik turşular var zaten biber, salatalık, karışık, biberlerin çeşitleri, salatalığın çeşitleri, bunlar en çok tüketilen ürün şu anda. Bunun yanında Konya’da farklı turşulara yönlendirmek için bamya turşusu, acur turşusu, kapari turşusu. Kapari turşusu mesela çok faydalıdır. Şeker hastalığına, MS hastalığına, safra keselerindeki taş sorunu gibi çok çok faydaları var.

    Biz bunu bizzat müşterilerimizle yaşadığımız için söylüyorum, çok müşterimiz var o konuda zaten. En çok sattığımız ürünler de şu an farklı ürünlerden özellikle erik, çağla, badem; bunları çok satıyoruz mesela. Sarımsak turşusu, doğal antibiyotik diyoruz biz zaten ona. Şimdi çiğ yediğimiz zaman aşırı derecede bir kokusu oluyor. Ama biz bunu fermantasyona soktuğumuz zaman 2-3 defa suyunu değiştiriyoruz sarımsağın ve her sarımsağı biz kullanmıyoruz.

    Doğal sarımsak dışarıdan gelen veyahut da her ürün değil. Yerli sarımsak kullandığımız için kokusunu da biz bunu düşürüyoruz hazırlama şeklinde. İstediğiniz kadar yiyebilirsiniz, kesinlikle koku yapmaz ağzınızda” ifadelerini kullandı.
    Kozan, “Turşularımız yüzde yüz doğaldır, içerisinde katkı maddesi koruyucu maddesi yok ve turşularımız eski ana baba usulü, üstü perlenir yani

    beyazlama dediğimiz perleme olur. O da katkı maddesi, koruyucu olmadığını gösterir. Turşularımızın sezonunda 2-3 ay boyunca ürünlerin hasadı yapılır. Daha sonra kurmaya başlarız. El yapımı turşular, fabrikasyon değildir ürünlerimiz. Katkı maddesi, koruyucu yoktur. 200 litrelik fıçılara tarladan toplarız, çalışan kadınlarla beraber nasıl yapılacağını tarif eder, suyunu biz ayarlarız. Yani turşuda önemli olan zaten kurma suyudur. Kurma suyunu düzgün ayarladıktan sonra zaten turşularımız lezzetini yakalıyor” diye konuştu.

  • Kemik erimesine dikkat

    Kemik erimesine dikkat

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Ayşe Dişli Gürler; menopoz dönemindeki kadınlarda en sık görülen şikayetlerden birinin kemik erimesi olduğunu ifade ederek; hormon replasman tedavisiyle şikayetlerinin önüne geçildiğini söyledi. Menopozun her ne kadar fizyolojik bir süreç olsa da menopoza girmiş kadınlarda bazı şikayetlerin meydana geldiğini aktaran Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Ayşe Dişli Gürler, “Menopoz kadınlarda yumurtalıkların artık hormon üretmeyi bırakması halidir. Menopozun Türkiye’de yaş ortalaması takriben 47 civarında olan bir durum. 45 ila 50 yaş arasında menopoza girmiş bir kadın için bu süreci normal karşılamak lazım.

    Her ne kadar fizyolojik bir süreç olduğunu söylesek de menopozda kadınların yaşadığı ateş basması, duygu ve durum bozuklukları, uyku bozuklukları, kemik erimesi gibi durumları hastaların kaldırması açıkçası zor olmakta. Bu dönemde hastanın bu tarz şikayetlerine karşın bir takım önlemler almaktayız.

    Özellikle yeni menopoza girmiş ve bu şikayetlerle bize başvuran hastalarda hormon replasman tedavisi yaparak hastaların bu şikayetlerden kurtulmasını sağlıyoruz. Bununla beraber bazen hormon replasman tedavisini başlayamadığımız durumlar olmakta, çünkü her hastaya hormon replasman tedavisi vermek doğru değil. Bu tedaviyi veremediğimiz durumlarda da yine bu hormonlara benzer bir takım bitkisel tedaviler düzenliyoruz.

    Fakat hormon replasman tedavisinin işe yaradığı kemik erimesi gibi bir durumu diğer başladığımız bitkisel tedavilerle maalesef önüne geçemiyoruz. Çünkü biliyoruz ki menopoz döneminde bizim gördüğümüz en sık durumlardan bir tanesi kemik erimesi durumu. Tabi ki bu durumun önüne sadece tedaviyle değil hastanın hayatında gerçekleştirecek bir takım değişikliklerle de geçmek lazım.

    Bunlardan bir tanesi, hayatımıza egzersiz dahil etmek. Yine beslenme noktasında günlük süt, yoğurt tüketimini artırarak kalsiyum ve D vitamininden zengin beslenmek. Yine güneşten daha çok faydalanmalarını sağlamak kemik erimesinden korunmak noktasında menopoz hastalarına önerdiğimiz yöntemlerden birkaçı. Bununla beraber hastalarımızın bazen beslenme önerileri ile önüne geçemedikleri kalsiyum ve D vitamini eksikliklerini takviye olarak başlayarak tamamlayabiliyoruz” dedi.

    “Meme tarama ve momografi çok önemli”
    Doktorların uyguladığı tedavilerin yanı sıra hastaların da bu dönemi önemseyerek yaşamalarının önemli olduğunu ifade edem Op. Dr. Gürler; “Yine menopozdaki hastamız için, özellikle hormon replasman tedavisi kullandırdığımız hastalarımız için meme tarama programını mutlaka öneriyoruz. Meme tarama programı, menopozdaki hastalar için gerçekten çok önemli. Yıllık bir şekilde takiplerini yaptırmaları, 2 yılda bir momografi tetkiklerini yaptırmalarını çok önemsiyoruz.

    Yine kemik erimesi için de yıllık kemik taraması yaptırmak menopoz hastalarına önerdiğimiz başlıca önlemlerden birkaçı. İşin özünde menopozu hayatımızın bir dönemi olarak görüp bunu biraz da kabullenerek yaşamak belki psikolojik olarak da bu dönemi rahat atlatmak noktasında çok önemli. Bu fizyolojik dönemde hastaların yaşadığı sıkıntıların önüne geçmek için tabi ki yardımcı oluyoruz ama, onların psikolojik açıdan bu dönemi önemseyerek yaşamaları bizim gösterdiğimiz çabalara büyük katkı sağlamakta” ifadelerini kullandı.

  • Ciddiyeti bilinmeyen hastalık: Sepsis

    Ciddiyeti bilinmeyen hastalık: Sepsis

    Dünya Sepsis Günü kapsamında açıklamalarda bulunan Uzm. Dr. Müzeyyen Tuğçe Benli, sepsisin; ciddi bir enfeksiyon karşısında vücudun verdiği abartılı yanıt sonucu organlarda işlev bozukluğu ile seyreden ölümcül bir hastalık olduğunu dile getirdi. Her enfeksiyonun sepsis olarak algılanmaması gerektiğinin altını çizen Uzm. Dr. Benli, “Ateş, üşüme ve titremenin yanı sıra bilinç bulanıklığı, solunum sıkıntısı, kalp hızında artma, idrar çıkışında azalma gibi semptomların olması bize sepsisi düşündürür ve hastaların hızlıca en yakın sağlık merkezine başvurmaları gerekir” dedi.

    Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her 2-3 saniyede bir insanın sepsis nedeniyle hayatını kaybettiği bilgisini veren Uzm. Dr. Benli, “Sepsis, ölüm oranlarının yüzde 80’e kadar çıkabildiği bir hastalık grubunu oluşturmaktadır. Hastanelere hızlı başvuru, hızlı tanı ve tedavinin başlaması bu ölüm oranlarını yüzde 20’ye kadar düşürebilmektedir. Hastalara ilk etapta yapılacak tetkikler ve alınacak kültürler sonrasında hızlıca sıvı deplasmanının başlaması ve geniş spektrumlu antibiyotiklerin başlanmasıyla ölüm oranları ciddi oranda aşağıya çekilmektedir” şeklinde konuştu.

    Sepsisin her yaş grubundan insanı etkilemekle beraber bir yaş altı ve 50 yaş üstü vatandaşlar için daha ciddi bir risk taşıdığını vurgulayan Uzm. Dr. Benli, “50 yaş üstünde ek hastalıkların eşlik etmesi özellikle riski arttırmaktadır. 50 yaş üzerinde özellikle şeker hastalığı olanlarda, alkol alanlarda, HIV gibi immün sistemin baskılandığı hastalığı olanlarda çok daha fazla karşımıza çıkmaktadır” diye konuştu.

    Hijyene dikkat edin
    Sepsisin önlenebilmesi için dikkat edilmesi gereken noktalara değinen Benli, “Sepsisi önlemenin en önemli yolu aşılanma ve temel hijyen kurallarına uyulmadır. Antibiyotik seçimlerinde akılcı ilaç kullanımının önemini burada da bir kere daha vurgulamak gerekmektedir. Geniş spektrumlu antibiyotikler, doğru endikasyonla doğru noktalarda kullanılmalıdır. Sepsis yönetilirken de akılcı antibiyotik kullanımına önem verilmelidir” ifadelerini kullandı.

    Hastaneye hızlıca başvurulmalı
    Sepsis konusunda vatandaşların bilinçlendirilmesinin büyük önem taşıdığını söyleyen Benli, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
    “Yapılan çalışmalarda halkımızın sepsis konusunda yeteri kadar bilinç sahibi olmadığı ortaya çıkmıştır. Sepsis halk arasında ciddiyeti bilinmeyen bir hastalık olmaktadır. Hastane başvuruları gecikmektedir. Ciddiyetinin farkında olmadıkları bir hastalık için hızla hastaneye başvuruların olmadığı, hastaların hastaneye başvurularında gecikme nedeniyle hastalığın seyrinin kötü yönde ilerlediği görülebilmektedir. Hastalarımız kalp krizi ya da inme dediğimiz tablolarda hastaneye hızla başvururken, sepsisin ciddiyetini bilmemeleri hastaneye başvuruları geciktirmekte bu da ölüm oranlarının yüksek olmasıyla ilişkilendirilmektedir.”

  • Yaz mevsiminde ishalden korunmak için öneriler

    Yaz mevsiminde ishalden korunmak için öneriler

    Yaz mevsimindeki sıcak hava ve artan nem, ishal gibi sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Yaz mevsiminde ishalden korunmak için uyarılarda bulunan Çankırı İl Sağlık Müdürü Dr. Hüseyin Sarıkaya, sıcak hava sebebiyle besinlerin hızlı bozulabildiğine dikkat çekerek, yemeklerin günlük olarak pişirilmesi gerektiğini söyledi. İshalden korunmak için temiz su tüketilmesi ve hijyene dikkat edilmesi gerektiğini belirten Sarıkaya, suyu temiz olmayan deniz ve havuzlarda yüzülmemesi gerektiğini kaydetti.

    “Yemekler günlük olarak yapılmalı ve soğumadan tüketilmelidir, tekrar ısıtılmamalıdır”
    Açıkta bekletilen yemeklerin ishale sebep olabildiğini kaydeden Dr. Sarıkaya, “Sıcak havalarda besinlerin daha hızlı bozulması ve bakteri üremesinin daha kolay olması ishal ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır. Bunun yanında yazın toplu ortamlarda veya dışarıda yemek yeme alışkanlığının artması, deniz, havuz, kaplıca kullanımı veya seyahat sırasındaki etkenler, ishal vakalarının artış sebepleri arasında gösterilebilir. Ayrıca temiz olmayan suların içilmesi ve bu sularla yıkanan yiyeceklerin tüketilmesi de ishal oluşumunun önemli nedenleri arasındadır. Yaz aylarında eller gün içerisinde sık sık bol su ve sabunla, en az 20 saniye süreyle iyice yıkanmalıdır. Kullanılacak suyun temiz kaynaktan temin edildiğine emin olmak gereklidir. Gıdalar kapalı ortamda muhafaza edilmeli, hayvanların temas ettiği besinler tüketilmemelidir. İshali olan kişilerin kullandığı ya da ortak kullanılan lavabolar temizlenerek dezenfekte edildikten sonra kullanılmalıdır. Deniz ve havuz suyunun temizliğinden emin olunmalı ve yutmamaya özen gösterilmelidir, yemekler günlük olarak yapılmalı ve soğumadan tüketilmelidir, tekrar ısıtılmamalıdır. Pişirilen yemekler açıkta uzun süre bekletilmemeli, hemen tüketilmeyecek buzdolabına kaldırılmalıdır, temiz su kaynakları ile sebze ve meyveler iyice yıkanarak tüketilmelidir ve besinler buzdolaplarında 4 dereceden düşük sıcaklıkta saklanmalıdır” dedi.

    “Kuruyemiş, çikolata ve kızartma gibi gıdalardan uzak durulmalıdır”
    İshale sebep olan yiyeceklerden uzak durulması gerektiğini kaydeden Dr. Sarıkaya, “Posasız ve yağsız gıdalar tüketmeye ve bol sıvı alımına dikkat edilmelidir. Yağsız makarna, pirinç pilavı, haşlanmış patates ya da patates püresi, haşlanmış yağsız et tüketilmelidir. Kuruyemiş, çikolata ve kızartma gibi gıdalardan uzak durulmalıdır” diye konuştu.

    Sağlık kuruluşuna başvurulmalı
    Yaz ishalinin büyük sağlık problemlerinin habercisi olabileceğini kaydeden Dr. Sarıkaya, “Özellikle risk grubundaki, bağışıklık sistemi düşük hastalarda, iki yaşından küçük çocuklarda ve 65 yaş üstü vatandaşlarda, ishal ve kusma sonucunda kaybedilen sıvının, su ve gıdalarla yerine konulamadığı durumlarda, kanlı ishale dönüşebilir. 24 saatten sonra şikayetler de gerileme olmaması veya artması, hızlı kilo kaybı ya da idrar miktarında azalma durumlarında da sağlık kuruluşuna başvurmak gerekmektedir” şeklinde konuştu.

  • Tarlalarda hastalık kontrolleri yapıldı

    Tarlalarda hastalık kontrolleri yapıldı

    Bilecik Tarım ve Orman İl Müdürlüğü’ne bağlı teknik ekipler tarafından, Bozüyük İlçesi Cihangazi köyü ve Dodurga beldesinde buğday ve ayçiçeği alanlarında hastalık ve zararlı kontrolleri yapıldı.

    tarlalarında hastalık kontrolleri yapıldı

    Kontrollerin ardından çiftçiler bilgilendirildi. Hastalıklara karşı alınması gereken önemler konusunda bilinçlendirildi.

  • Bozkır’da “sarı pas” hastalığı alarmı

    Bozkır’da “sarı pas” hastalığı alarmı

    İç Anadolu Bölgesi’nin önemli tarım merkezlerinden olan Yozgat’ta, tarlalara büyük ölçüde zarar vermesiyle bilinen ve genelde yağış fazlalığı nedeniyle meydana gelen sarı pas hastalığı, ekinlerde görülmeye başlandı. Yağışların henüz başlamamasına rağmen ekinlerde görülen sarı pas hastalığı, çiftçiyi tedirgin etti. Yozgat Ziraat Odası Başkanı İsmail Açıkgöz, sarı pas hastalığının önemli ölçüde ürün kaybına neden olacağını söyleyerek çiftçilere ilaçlama önerisinde bulundu.
    Yozgat’ta nisan ve mayıs aylarında yeterince yağışın olmadığını ve kuraklık endişesinin yaşandığını da söyleyen Açıkgöz, ekinlerin boyunun kısa kaldığını ve şu an ekinlerde yüzde 70 oranında kuraklık nedeniyle sıkıntı yaşandığını ifade etti.
    Pas hastalığıyla mücadele edilmediği sürece üründe yüzde 40’a varan verim kaybının yaşanabileceğini belirten Açıkgöz, “Yağmur olmamasına rağmen ekinlerin üzerine çiğ düştüğü için pas hastalığı görülmeye başlandı. Güneş ışınları yeterli olmadığı için bu çiğ buğdayların üzerinden kalkmadı ve pas hastalığı oluştu. Bu hastalıkla çiftçilerimiz birebir mücadele edecek ve pas ilacını atacaklar. Pas ile mücadele edilmediğinde üründe yüzde 40’a yakın verim kaybı olacak. Pas olduğu zaman danenin içi dolmaz, dane nişastasını yapmaz ve onun için de verim düşer, buğday da yemliğe düşer. Çiftçinin bu duruma düşmemesi için bu pas ile mücadelemizi her sene yapmalıyız.” dedi.

    Açıkgöz ayrıca yeterince yağış olmadığı için tarlalarda ekinlerin sıkıştığını ve bu nedenle ekinlerin arasında yaban çavdarlarının oluştuğunu da söyledi. Yaban çavdarlarıyla mücadele edemediklerini belirten Açıkgöz, yüzde 80 oranda tarlalarda yaban çavdarının oluştuğunu belirtti.

  • Çölyak hastalığı farkındalık haftası

    Çölyak hastalığı farkındalık haftası

    Dr. Güner, Çölyak hastalığının, genetik yatkınlığı olan bireylerde buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan gluten isimli proteine maruz kalma sonucu gelişen, kronik, immün aracılı bir ince bağırsak enteropatisi olduğunu ifade etti.

    Dünya çapında gün ve haftalar ile farkındalık çalışmalarıyla konuya dikkat çekildiğini hatırlatan Güner, “Çölyak hastalığı temelde ince bağırsağı etkilese de, klinik özellik yelpazesi hem intestinal hem de ekstraintestinal semptomlar ile çok geniştir. Her yaş grubunda, her ırkta ve her iki cinste de görülebilir. Çölyak hastalığında etkin olduğu bilinen tek tedavi, glutenin ömür boyu diyetten çıkarılmasıdır. Glutensiz diyet uygulanmasındaki amaç, hastalığın var olan semptomlarını kontrol altına almak, hastaların yaşam kalitelerini arttırmak ve hastalıkları ile ilgili komplikasyonların oluşmasını önlemektir. Özellikle çölyak hastalığında erken tanı çocuklarda büyümenin yakalanmasında, uzun dönem komplikasyonlarının önlenmesinde önemlidir. Hastaların çoğunda, diyet tedavisine tam uyum sağlamalarının ardından klinik bulgularının tamamen düzeldiği, serolojinin normale döndüğü gözlenmektedir. Çölyak hastalığı toplumun yaklaşık yüzde 1- yüzde 0.03 etkilemektedir. Hastalığın çok geniş bir klinik yelpazeye sahip olması, atipik seyir gösterebilmesi veya hiç bulgu vermemesi nedeniyle gerçek bir prevalans vermek zorlaşmaktadır, bu nedenle hastaların ancak yüzde 10’nuna tanı konulduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde Çölyak hastalığı görülme sıklığı toplumun yaklaşık yüzde 1- 0.03 etkilediği düşünüldüğünde en çok 850 ve en az 250 bin hasta beklenmektedir. Bakanlığımız Sağlık Bilgi Sistemlerinden elde edilen verilere göre Türkiye’de tanı almış çölyak hasta sayısı 2023 Kasım ayı sonu itibari ile 166 bin 614 olarak belirtilmiştir. Çölyak hastalığı, bilindiği üzere hem çocuklar hem de erişkinlerde geniş bir klinik yelpazeye sahiptir. Organizmada etkilemediği sistem ya da organ yoktur. Tüm sistemlere yönelik semptomlara neden olması çok ciddi tanı karmaşasına yol açmaktadır. Bu durum tıbbın her disiplininden hekimleri ilgilendiren evrensel bir sorundur” ifadelerine yer verdi.

  • Baharla birlikte gelen o hastalık!

    Baharla birlikte gelen o hastalık!

    Kimi insanların bünyesinin, polen gibi hava kaynaklı maddelere karşı alerjik bir tepki göstermesi ile ortaya çıkan saman nezlesini üst solunum yolu hastalığı olan nezle ile karıştırmamak gerekiyor. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Arslanhan, saman nezlesinin uygulanan tedavilere rağmen genellikle ömür boyu devam ettiğini söyleyerek korunmak için önerilerde bulunuyor.

    Bahar mevsiminde artıyor

    İlkbaharın gelmesiyle birlikte fazlaca görülmeye başlayan mevsimsel alerjik rinitin en sık rastlanan alerjik hastalıklardan biri olduğunu aktaran Dr. Arslanhan, “Saman nezlesinde alerjik reaksiyona neden olan madde ya da maddeler ‘alerjen’ olarak tanımlanır. Saman nezlesi olmayanların çoğunluğu için bu maddeler alerjen değildir. Çünkü bağışıklık sistemi onlara tepki göstermez” diyor.

    Ömür boyu devam ediyor

    Hastalığın özellikle alerjik yatkınlığı olan kişilerde daha sık görüldüğünü anlatan Dr. Arslanhan, “Hastalık küçük yaşlarda ortaya çıkabileceği gibi ileri yaşlarda da görülebilir. Genellikle ömür boyu sürse de ileri yaşlarda şiddeti azalabilir. Kendiliğinden geçme olasılığı ise oldukça düşüktür” diyerek soruna neden olan alerjenlerden uzak durulmasının önemli olduğunu belirtiyor.

    En önemli neden ailesel yatkınlık

    “Alerjik rinitin tanısında hastanın yaşı, hangi ortamlarda şikâyetlerinin arttığı, daha önce kullandığı ilaçlara ve özellikle ailesinde alerjisi olan kimse olup olmadığına bakılır. Alerji genetik bir hastalık olduğundan ailede başka bireylerde de olması tanı konmasında etkendir. Hastanın öyküsü ve muayene bulguları alerjiyi düşündürüyorsa, alerji testleri uygulanır. Bu testler deri testleri ve kanda alerjenlerin incelenmesi şeklindedir” diyen Dr. Arslanhan, özellikle alerji tedavisine cevap vermeyen bireylerde detaylı burun muayenesi, çocuklarda geniz eti, erişkin hastalarda ise kıkırdak eğriliği, burun polipleri ve sinüzit olup olmadığının da araştırılması gerektiğini söylüyor.

    Bu önerilere koruyor!

    Alerjik belirtilerin kontrolünün birden fazla tedavi yönteminin birlikte uygulanmasıyla sağlandığını ifade eden Dr. Murat Arslanhan, “Alerjenle karşılaşmanın önlenmesi, ilaç ve aşı tedavileri bu yöntemler arasında sayılabilir. Ancak ilk ve en önemli aşama alerjik rinite neden olan etkenlerden uzak durmaktır. Bu hastalıkta çevresel faktörler çok yaygın olduğundan tamamen korunmak pek mümkün olmasa da bu durum hafifletilebilir” diyerek ŞU önerilerde bulundu:

    “Polenlerin yoğun olduğu bahar mevsiminde kapı ve pencereleri kapalı tutun. Klimanızdaki filtreleri her ay temizleyin veya değiştirin. Evinizde bitki yetiştirmeyin. Evinizde tüylü hayvan beslemeyin. Kuştüyü yastık, yün yorgan, yastık ve yatak yerine sentetik olanlarını kullanın. Sigara içmeyin, yanınızda içirmeyin.”

  • Gazze’de su kaynaklı hastalıklar yayılıyor

    Gazze’de su kaynaklı hastalıklar yayılıyor

    İsrail kuşatması ve bombardımanı altındaki Gazze Şeridi’nde zaten kötü olan insani durum, açlık ve temiz su sıkıntısı ile daha da zorlaşıyor. Birleşmiş Milletler’in (BM) Gazze Şeridi’ndeki insani yardım koordinatörü Jamie McGoldrick Kudüs’ten video bağlantısı aracılığıyla gazetecilere yaptığı açıklamada, bölgedeki temiz su eksikliği ve artan sıcaklıklar nedeniyle su kaynaklı hastalıkların yayıldığını söyledi. McGoldrick, “Şu anda ve gelecek aylarda kalabalık olan bölgelere nasıl daha iyi su tedarik edebileceğimizin bir yolunu bulmalıyız” dedi.

    Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre kirli su ve yetersiz sanitasyon kolera, ishal, dizanteri ve hepatit A gibi hastalıklara neden olabilir. DSÖ, İsrail saldırılarının başladığı 7 Ekim’den bu yana 105 binden fazlası 5 yaş altı çocuklarda olmak üzere 345 binden fazla ishal vakası kaydetmiştir.

    “İsrail’in açtığı ek geçiş kapıları yeterli değil”

    ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, İsrail’in taahhütlerini yerine getirdiğini ve Gazze’ye ihtiyaç duyulan yardımın girmesi için ek geçiş kapıları açtığını belirtirken, bunların yeterli olmadığını vurguladı. Kirby, ABD’nin İsrail’e daha fazla yardıma izin vermesi için baskı yapmaya devam ettiğini de sözlerine ekledi.