Etiket: hastalık

  • Üst solunum enfeksiyonları riski arttı

    Üst solunum enfeksiyonları riski arttı

    Havaların soğumasıyla birlikte insanların kapalı ortamlarda daha çok vakit geçirdiğini ve hasta olan kişilerle temas ihtimalinin artmakta olduğunu söyleyen Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Sünbül, bu durumun mevsimsel enfeksiyonların yayılma riskini artırdığını işaret etti. Özellikle üst solunum yolu enfeksiyonlarının kış aylarında daha sık görülen hastalıklar arasında olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Mustafa Sünbül, şunları söyledi:
    “Üst solunum yolu enfeksiyonları burun, boğaz, sinüsler ve solunum yollarını etkileyen soğuk algınlığı, grip, sinüzit, farenjit gibi hastalıklardır. Bu tür enfeksiyonlara genellikle virüs denilen mikroplar neden olmaktadır ve oldukça bulaşıcıdır. Öksürme, hapşırma, konuşma sırasında havaya saçılan damlacıklar enfeksiyonun yayılmasını sağlar. Ayrıca, ellerin yeterince yıkanmaması da enfeksiyon riskini artırır.”

    “Burun tıkanıklığı ve baş ağrısı görülebilir”

    Mevsimsel üst solunum yolunun belirtilerinden bahseden Prof. Dr. Mustafa Sünbül, “Mevsimsel üst solunum yolu hastalıklarının başlıca belirtileri burun tıkanıklığı ve burun akıntısıdır. Ayrıca, öksürük, boğaz ağrısı, hapşırma atakları görülebilir. Özellikle sinüzit geliştiğinde baş ağrısı olabilir. Grip gibi hastalıklarda yaygın vücut ağrıları, kas ve eklem ağrıları görülür. Bazen hafif ateş tabloya eşlik edebilir. Belirtiler kişiye göre bazı farklılıklar gösterebilir. Yüksek ateş, boğaz ağrısı veya nefes alma güçlüğü varsa mutlaka sağlık kurumuna başvurulmalıdır” dedi.

    “İstirahat oldukça önemli”

    Tedavi yollarına değinen Prof. Dr. Sünbül, “Mevsimsel enfeksiyon hastalıklarında tedavi yaklaşımı hastalığın türüne, semptomların şiddetine ve hastanın genel sağlık durumuna göre değişir. Mevsimsel hastalıkların tedavisinde genel olarak dinlenme ve iyi beslenme, vücudun enfeksiyonla mücadele etmesine yardımcı olur. Ayrıca bol miktarda sıvı almak yararlıdır. Ağrı kesici ve ateş düşürücü gibi ilaçlar belirtilerin hafiflemesini sağlar. Ancak bu tür ilaçlar doktor önerisiyle alınmalıdır. Bulunulan odanın nemlendirilmesini sağlamak ve havalandırmak ihmal edilmemelidir. Virüslerin neden olduğu hastalıkların tedavisinde bakteri türü mikroplara etkili olan antibiyotiklerin bir yararı yoktur” diye konuştu.

    “Kronik akciğer hastalığı olanlar risk altında”

    Enfeksiyon hastalıklarında kimlerin risk altında olduğunu dile getiren Sünbül, “Özellikle yaşlı, müzmin akciğer hastalığı olanlar, böbrek hastaları, şeker hastaları, bağışıklığı baskılayıcı tedavi alanlarda veya küçük çocuklarda bu hastalıklarda dikkatli olunmalıdır. Çünkü bu hastalarda mevsimsel enfeksiyon hastalıkları bazen zatürre, sinüzit, astım alevlenmelerine ve çocuklarda orta kulak iltihabına ilerleyebilir. Uzamış öksürük, balgam atma, devam eden ateş, nefes darlığı, kulakta ağrı veya akıntı gibi belirtiler uyarıcı olmalıdır. Hastalık belirtileri geçmeyen veya artan kişiler sağlık kurumuna başvurmalıdır. Bu gibi komplikasyonların seyri kişinin yaşına, genel sağlık durumuna ve bağışıklık sistemine bağlı olarak değişebilir. Yaşlı, immun yetmezliği olan, akciğer, böbrek veya karaciğer hastalığı olanlarda ortaya çıkan zatürre hayatı tehdit edebilir. Ciddi zatürre hastaları hastanede yatarak tedavi edilmelidir” şeklinde konuştu.

    Prof. Dr. Sünbül, mevsimsel enfeksiyon hastalıklarından korunmak için alınması gereken önlemleri ise şu şekilde sıraladı:
    “Ellerinizi sık sık yıkayın: Enfeksiyonların yayılmasında en önemli faktörlerden biri de ellerdir. Ellerinizi su ve sabunla en az 20 saniye boyunca yıkayarak mikroplardan arındırabilirsiniz.
    Kalabalık ortamlardan kaçının: Toplu taşıma araçları, alışveriş merkezleri gibi kalabalık yerlerde uzun süre vakit geçirmek enfeksiyon riskini artırır. Mümkün olduğunca kalabalık ortamlardan uzak durmaya çalışın.
    Hijyenik yaşam alanları oluşturun: Ev ve işyerlerinizi temiz ve hijyenik tutmak da enfeksiyon riskini azaltır. Yüzeyleri düzenli olarak temizleyin ve dezenfekte edin.

    Bağışıklık sistemini güçlendirin: Sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek, bağışıklık sisteminizi güçlendirmenin en etkili yoludur. Dengeli beslenmeye özen gösterin, yeterli uyku, düzenli egzersiz ve azaltılmış stres önemlidir.
    Maske kullanın: Özellikle kalabalık ortamlarda veya hasta insanlarla temasınızda maske takmak, enfeksiyon riskini azaltır. Maske, virüs ve bakterilerin yayılmasını engelleyebilir.

    Hapşırma ve öksürme: Öksürme veya hapşırma sırasında ağız ve burunun dirsek veya mendille kapatılması da sağlam kişilere bulaş riskini azaltır.
    Aşı: Yüksek risk grubunda olan kişiler, 65 yaş üzerinde olanlar ve kronik hastalığı bulunanlar sonbaharda grip için aşılanmalıdır. Enfeksiyon hastalıklarından korunmak için alınacak basit önlemlerin bile büyük faydalar sağlayacağı unutulmamalıdır. Kendinizi ve etrafınızdaki insanları korumak için hijyen kurallarına uyun.”

  • Öğrencilere ‘kuduz’ hastalığı anlatıldı

    Öğrencilere ‘kuduz’ hastalığı anlatıldı

    Eğitim, Erzincan merkezde bulunan Melikşah İlkokulunda gerçekleştirildi. Tarım ve Orman İl Müdür Yardımcısı Serkan Kütük ve Veteriner Hekim Mehmet Koç tarafından verilen kuduz hastalığı eğitimine ilkokul 3. sınıf öğrencileri katıldı. Eğitimde Kütük, zoonoz hastalıklar arasında yer alan kuduz hastalığının genellikle virüse karşı enfekte olan hayvanlardan ısırık, tükürük, beyin ve sinir sistemi dokusuyla yakın temasla bulaşan, erken önlem alınmadığında kişiyi ölüme kadar götürebilen bulaşıcı bir hastalık olduğunu ifade etti.

    Hastalığın en yaygın ilk belirtileri arasında baş ağrısı, ateş, öksürük, ısırılan bölgede uyuşma, karıncalanma, ağızda köpürme, yutma güçlüğü, saldırganlık, anormal davranışlar ve bilinç bulanıklığı gibi etkenlerin geldiği belirtilerek, hastalığa karşı en önemli silahın aşı olduğunu kaydedildi. Öte yandan öğrencilere, mesleki kariyer konularında da bilgilendirme yapıldı.

  • Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi açıldı

    Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi açıldı

    Ankara Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi’ndeki Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi’nin açılışı, Başhekim Prof. Dr. Fevzi Altuntaş ve çalışma arkadaşlarının katıldığı törenle yapıldı.

    Hastanenin toplantı salonunda merkez hakkında bilgi veren Başhekim Altuntaş, “Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi çok kapsamlı bir kanser merkezidir. Sadece tedavi değil tüm kanser yönetimini profesyonel bir anlayışla, kanserin önlenmesinde bütün süreçleri belli standartlar çerçevesinde yapan bir eğitim ve araştırma kurumu demektir. Dünyada kanser tedavisi, artık anatomik tanı yöntemlerinden moleküler tanı yöntemlerine doğru gitmektedir. Tedaviye bakıldığı zaman artık günümüzde kimyasal ilaçlardan biyoteknolojiye, nanoteknolojiye doğru, gen bazlı tedavi ve inolojik bazlı tedavilere doğru gidiyoruz. Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak Türkiye’nin en büyük kanser merkezi olarak 5 kıtaya hizmet veren bir kanser hastanesi olarak üzerimize düşen misyonu yapma gayretindeyiz” dedi.

    Altuntaş, “Her türlü genomik profillemenin, incelemenin yapılacağı bir altyapıya sahibiz. Hem işin pahalı olması sebebiyle, hem işin teknik boyutu nedeniyle önemli bir merkezi ülkemize kazandırmış bulunuyoruz” diye konuştu.

    Açılış töreni, Altuntaş’ın konuşmasının ardından pasta kesilmesi ve hatıra fotoğrafı çektirilmesi ile sona erdi.

  • Körlüğe neden olan sinsi hastalık “glokom”

    Körlüğe neden olan sinsi hastalık “glokom”

    Uzmanı Prof. Dr. Mete Güler, halk arasında “karasu” adıyla bilinen glokomun diğer adıyla göz tansiyonunun, genellikle belirti vermeden gizlice ilerleyen yaygın bir göz hastalık olduğunu söyledi.

    Uzmanı Prof. Dr. Mete Güler, “Genellikle, göz içindeki sıvı basıncının görmeyi sağlayan göz sinirine zarar verecek düzeye gelmesiyle ortaya çıkıyor. Görme sinirini tahrip ederek geri dönüşümsüz görme kaybına, hatta körlüğe neden olabilen bu sinsi hastalık her yaşta ortaya çıkabilse de, en çok 40 yaş üstü bireylerde görülüyor. Bu derece yaygın olmasına rağmen, genellikle belirtisiz olması ve ileri evrelere varmadıkça görme kaybının ortaya çıkmaması nedeniyle tanıda gecikmeler yaşanabiliyor” dedi.

    Uzmanı Prof. Dr. Güler, “Göz sinirinde kendine özgü değişikliklere yapıp görme alanında hasara neden olan ilerleyici bir göz hastalığıdır. Halk arasında karasu hastalığı olarak da bilinir. Göz içi basıncının yüksekliği glokom için en önemli risk faktörüdür. İleri yaş, siyah ırk, ailede glokom hikayesinin varlığı, diyabet varlığı, yüksek miyopinin varlığı risk faktörlerinden bazılarıdır. Glokom her yaşta görülebilse de daha çok ileri yaş hastalığıdır. Genellikle 40 yaşından sonra keşfetmeye başlar. Glokom genellikle sinsi bir hastalıktır. Göz sinirinde ileri seviyede hasara neden olmadığı sürece kişiler hastalıklarının farkında olmayabilirler. İleri dönemde körlükle sonuçlanmaktadır. Göz içi basıncı çok yükseklerde seyreden kişilerde gözde dolgunluk hissi ve ağrı olabilmektedir” şeklinde konuştu.

    Glokom hastalarının tanısında kullanılan yöntemler

    Uzmanı Prof. Dr. Mete Güler, “Glokom hastalarının tam göz muayenesi önemlidir. Göz sinirindeki keşifler değerlendirilir. Göz içi basıncı ölçülür. Hastaların göz sinirinin durumu ayrıca görme alanı ve OCT olarak adlandırılan cihazla değerlendirilir. Glokomun erken dönemlerinde ilaç tedavileri kullanılmaktadır. maksat hastanın göz içi basıncını güvenli seviyelere düşürmektir. Ayrıca erken dönemde özel lazer uygulamaları da tedavide kullanılabilmektedir. İleri olgularda glokomun tedavisi için cerrahi tedaviler gerekebilmektedir” ifadelerini kullandı.

    Glokom hastalarına önerileriler

    Uzmanı Prof. Dr. Mete Güler, “Glokom ömür boyu sıkı bir takip gerektiren göz hastalığıdır. Glokom hastalarının düzenli takipleri çok önemlidir. Ayrıca ailesinde glokom hastalığı olanlar başta olmak üzere 40 yaşından sonra herkese glokom için tarama yapılması uygun olmaktadır” diye konuştu.

  • “Kıyafet denerken uyuz bulaşabilir”

    “Kıyafet denerken uyuz bulaşabilir”

    Dermatoloji (Cildiye) Uzm. Dr. Enkhjargal (Egi) Losol, uyuz hastalığı artışının sebepleri, tanı koyma aşaması ve tedavi süreçleri hakkında açıklamalarda bulundu.

    “Salgın kalabalık yaşamın olduğu yerlerde başlar”

    Uyuz hastalığının insanlık tarihinde neredeyse 2500 yıldır insanların hayatlarını olumsuz etkileyen ve en sık görülen ektoparaziter hastalıklardan biri olduğunu belirten Uzm. Dr. Losol, “Uyuz oldukça ciddi bir toplum sağlığı sorunudur. Uyuzun yayılmasını hızlandıran nedenler arasında kalabalık yaşantı, primer olguların zamanında tedavi edilememesi ve halkın bu konuda yeterince bilgiye sahip olmaması sayılabilir. Sıklıkla doğal afetler, savaşlar, ekonomik krizler ve mülteci kampları gibi kalabalık yaşamın olduğu yerlerde salgınlar şeklinde başlamaktadır” dedi.

    “Dünyada 200 milyon kişi enfekte”

    Dünya çapında ilgili ülkelerin sosyo-ekonomik durumlarından bağımsız olarak herhangi bir zamanda enfekte olan kişi sayısının 200 milyonun üzerinde olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Losol, “Bu yüzden etkilenen bireylerde ve sağlık sistemi üzerinde ciddi ekonomik yük oluşturmaktadır. Tarihe baktığımızda her 30-40 yılda bir pik yapma sıklığı olan bu enfeksiyon hastalıkların pik döneminin bu aralar olması ve son yıllarda bütün dünya genelinde artışa neden olduğu için bu hastalıkla ilgili farkındalığın artması önemlidir” diye konuştu.

    “Bazı kişilerde hiç belirti vermeyebilir”

    İlk defa bu hastalığa yakalanmış bir kişide konağın bağışıklık durumuna göre ilk belirtilerin ortaya çıkma süresinin 2-6 hafta kadar sürebilirken, tekrarlayan hastalıklarda ise bu sürenin 24-48 saat sonra görülebileceğini belirten Uzm. Dr. Losol, “Bazı kişiler uyuzla enfeste olup ama belirti göstermeden günlük hayatlarına devam edebilirler. Bu bireylere taşıyıcı denilmektedir” şeklinde konuştu.
    8

    “Geceleri ve banyo sonrası artan kaşıntılara dikkat”

    Uyuzun belirtilerinin klasik olarak geceleri artan, sıcak banyo ve duş sonrası şiddetlenen kaşıntılar şeklinde olduğunu aktaran Uzm. Dr. Losol, şunları söyledi:

    “Fiziksel tipik bulgular ortaya çıkmadan önce de belirtiler görülebileceğini unutmamalıyız. Tipik tutulum yerleri eller, parmak aralarındaki ağ bölgesi, el bileklerinin iç yüzleri, koltuk altları, kulak arkaları, bel, karın çevresi, kalçalar, ayak bilekleri çevresi ve ayak tabanlarıdır. Erkeklerde genital bölge skrotum, penis ucu sık tutulurken, kadınlarda meme başı areola bölgesi ve genital bölgeler daha sık tutulmaktadır. Bebeklerde, yaşlılarda ve immun sistemi zayıf hastalarda ise kafa derisi, yüz, yanaklar dâhil tüm deri yüzeyi tutulabilmektedir”

    “İlk muayenede tanı koyulamayabilir”

    Uyuz tanısının klinik olarak konduğunu, bir laboratuvar bulgusu olmadığını söyleyen Uzm. Dr. Losol, “Nadiren kanda alerji belirteçlerinden biri olan igE yüksekliği görülebilir ama bu başka parazitler hastalıklar ve bazı özel sendromlarla veya alerjik ürtiker dediğimiz hastalıklarda da yüksek olabileceği için tek başına uyuz bulgusu sayılmaz. Gerektiğinde deriden kazıntı yapılarak alınan örneğe mikroskop altında bakılarak tanı konulabilir. Nadiren cilt biyopsisi ile tanı konulabilmektedir. Ayrıcı tanıda atopik dermaitit, kontakt veya nummuler dermatit, id rxn, diğer böcek ısırıklarıyla ayırıcı tanısı yapılmalıdır. Uyuzun bulgusu zaman içinde oturabileceği için ilk muayenede hemen tanı konamayabilir ve kolaylıkla alerjik hastalıklarla karıştırılabilmektedir” ifadelerini kullandı.

    “Belirti olmasa da tüm aile bireyleri eş zamanlı tedavi olmalı”

    Uyuzda tedavinin reçeteyle satılan ve 1 hafta arayla yapılan topikal krem tedavisi ile sağlandığını belirten Uzm. Dr. Losol, “Krem veya losyon tedaviler bebeklerde ve 5 yaş altı çocuklarda, yaşlılarda baştan ayağa kadar tüm beden yüzeyine hiçbir yer açıkta kalmayacak şekilde uygulanmalıdır. Diğer yaş gruplarında saçlı deri ve yüz bölgesi dışında kalan alanlara uygulanır. Tüm kumaş yüzeyler 60 derece üstü yüksek ısıda yıkanmalı, yıkanamayacak ürünler 7-10 gün kadar süreyle hava geçirmeyen torbada saklanabilir. Diğer aile bireylerinin de belirti olmasa bile aynı anda tedavi almaları gerekmektedir. Evcil hayvanlar uyuz paraziti için konak değillerdir, bu yüzden onların tedavi edilmelerine gerek yoktur” açıklamasında bulundu.

  • Sizi hastalandıran şey iyileştirebilir

    Sizi hastalandıran şey iyileştirebilir

    En basit saman nezlesinde bile ilaç kullanmak yerine bitki çayları gibi o hastalığa iyi geldiği düşünülen doğal formların kullanılarak hastalığın ilerlemesini önlemeye çalışmak da bir nevi alternatif tıp oluyor. Uzm. Dr. Selin Turan, homeopatiyi, yaşam gücünü dengeleyerek vücudun kendini doğal olarak iyileştirmesine yardım eden, bireyi bütün olarak tedavi eden, tıbbın istisnai bir formu olarak tanımlıyor.

    “İçinde olanı iyileştirme enerjisi ile tedavi ediyor”

    Homeopatinin tümüyle doğal yöntemleri kullanan yan etkisiz bir tedavi yöntemi olduğunu vurgulayan Uzm. Dr. Selin Turan, “Yaklaşık 300 yıl kadar önce Dr. Samuel Hahnemann tarafından geliştirilerek dünyaya yayılmış olan homeopati, insanı fiziksel, zihinsel ve duygusal bir bütün olarak ele alan, hastalıkların semptomlarını bastırmak yerine herkesin içinde olanı iyileştirme enerjisini aktive eden, yalnızca hastanın sözel hikayesine başvurularak uygulanan bir tedavi türüdür” dedi.

    Genel prensibin anlaşılması için bir örnek veren Uzm. Dr. Selin Turan, “Mesela soğan doğrarken önce burnunuzda ve genzinizde bir yanma hissedersiniz. Sonrasında bol miktarda şeffaf su gibi bir burun akıntısı ve göz yaşarması başlar. Bu duruma çok benzeyen bir hastalık olan Allerjik Rinit yani Saman Nezlesinde de benzer bulgular görülür. O halde böyle bir vaka karşısında ‘Alium Cepa=Soğan’ın bilgisini içeren remedi kullanıldığında, şikayetlerin iyileşmesi mümkün olmaktadır” diye konuştu.

    “Hastalık adları değil, hastanın kendisi vardır”

    Homeopatide hastalık adları değil, hastanın kendisinin olduğuna dikkat çeken Uzm. Dr. Selin Turan, “Sağlıklı olma kavramı için ruh, beden ve zihnin dengeli olması gerekmektedir. Bu dengeyi bozacak herhangi bir fiziksel, ruhsal ve zihinsel travma, her insanda çok farklı reaksiyon ve bulgulara sebebiyet verebilmektedir. Mesela boğaz ağrısı olan bir hasta sıcak isterken ve yudum yudum içilen sıcak içecekler ile boğaz ağrısı hafifliyorken, diğer bir hasta hiç yutkunmak istemez. Yutkunma gibi küçücük bir hareketle ağrı çok kötüleşir ve çok kuru hisseder ve buz gibi soğuk içecekleri büyük yudumlar ile içmek ister. Kas eklem ağrıları egzersiz ile rahatlayan hasta da vardır, istirahat edince ağrıları hafifleyen hasta da vardır. Hastaların tedavisinde örnekte de bahsedildiği gibi ince detaylar bile önem taşımaktadır. Kişinin ayrıntılarına (sevdiği, sevmediği ve dokunan yiyecekler, hava şartlarından nasıl etkilendiği, uyku ve rüyaları, şikayetlerin günün hangi saatlerinde arttığı, şikayetlerini nasıl tanımladığı, geçmişini, ailesi ile ilgili konuları, anne karnında iken annesinin hamileliğinin nasıl geçtiğini, hangi yiyeceklerden, renklerden, giyim tarzından hoşlandığını ya da hoşlanmadığını, gelecekteki arzularını), davranışlarına, alışkanlıklarına, psikolojik yüklerine, şikayetlerine, fiziki bulgularına göre homeopati hekim hastanın klinik resmi detaylandırılarak analiz edilir” ifadelerini kullandı.
    Homeopatinin bağışıklık sistemini dengelemek esasından yola çıktığını vurgulayan Uzm. Dr. Selin Turan, “Doğada bu resme karşılık gelecek aynı yakınmaları ortaya çıkaracak madde yani remedi, problemin derinliğine göre artan dilüsyon oranında kişiye verilmektedir. Hasta ile remedi arasında benzerlik olduğu sürece yani belirtiler ile remedi arasında eşleşme olduğunda, çok küçük dozlar hastada iyileşme yönünde bir süreç başlatır ve kişi tüm sağlığında gelişme deneyimler. İlaç hastanın yapısıyla uyuşmadığında ise hiçbir cevap oluşmaz yani kişide hiçbir değişiklik olmaz ki, bu da homeopatinin ayrıcalıklı özelliklerinden biridir. Bağışıklık sistemi dengelenirse dışarıdan gelen alerjen maddeyi, vücut artık yabancı bir madde olarak algılamaz ya da reaksiyonunu kısıtlar. Homeopati gerek akut gerekse kronik hastalıkların tümünün tedavisinde tercih edilebilecek bir tedavi yöntemidir” diye konuştu.

  • Sonbaharda kapıyı çalan hastalıklar

    Sonbaharda kapıyı çalan hastalıklar

    Sonbaharın gelmesiyle birlikte hava sıcaklıkları yavaş yavaş düşmeye başladı. Bununla beraber ortaya çıkan ani ısı dalgalanmaları ise eğer dikkatli olunmazsa hastalıklara yakalanma riskini oldukça artırıyor. Yapılan klinik çalışmalar bahar aylarında bazı hastalıkların daha fazla yaşandığını gösteriyor. Bunun sebebi ise genellikle başta ani ısı değişimleri olmak üzere yağmur, rüzgar ve polenler gibi faktörlerin vücut direncini düşürmesi şeklinde tanımlanıyor.

    İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Aktaş, “Bu hastalıklardan korunmak bizim elimizde. Yeter ki hazırlıklı olalım ve gerekli önlemlerimizi alalım” diye konuştu.

    Doç. Dr. Aktaş, sonbaharda yakalanma riski yüksek olan 5 hastalığı şu şekilde sıraladı:

    1- Üst solunum yolları hastalıkları

    Mevsim geçişlerinde yaşanan ısı değişimleri üst solunum yolu enfeksiyonlarına zemin hazırlıyor. Vücudun bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla beraber burun, sinüsler, farenks, larenks veya bronşlar gibi üst solunum yollarını ilgilendiren akut enfeksiyonlar yaygın hale geliyor. Bu enfeksiyonlar ise hafif ateş, öksürük, hapşırma, yorgunluk, burun tıkanıklığı gibi belirtilerle kendini gösteriyor ve genellikle bulaşıcı olduğundan etkileşimin fazla olduğu ortamlarda yakın temastan kaçınmak gerekiyor. Bunun yanı sıra bulunulan ortamı sık sık havalandırmak, C vitamini yönünden iyi beslenmek ve hava sıcaklığının değişkenliğini göz önünde bulunduracak şekilde giyinmek önem kazanıyor.

    2- Alerjik rinit

    Halk arasında ‘saman nezlesi’ olarak da adlandırılan mevsimsel alerjik rinit, en sık rastlanan alerjik hastalıklardan biri olarak öne çıkıyor. Bahar aylarında özellikle havada uçuşan polenler nedeniyle artış gösteren alerjik rinit, hapşırık, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, burun kaşıntısı, öksürük, geniz akıntısı, koku
    almada güçlük, gözlerde kaşıntı, sulanma ve kızarıklık ile kendini belli ediyor. Alerjik belirtilerin kontrolü ise birden fazla tedavi yönteminin birlikte uygulanmasıyla sağlanıyor. Korunmak için ilk ve en önemli adım alerjik rinite neden olan etkenlerden uzak durmak olurken, verilen tedavinin kısaltılmaması gerekiyor.

    3- Sindirim sistemi sorunları

    Mevsim geçişlerinde reflü, gastrit, peptik ülser gibi mide rahatsızlıklarında gözle görülür bir artış gözleniyor. Nedeni ise bu süreçte nem oranındaki farklılıklar, gün ışığından yararlanılan sürenin azalması ve değişen hava şartlarına vücudun tepki göstermesi oluyor. Daha önceden hafif şikâyetleri olan bireylerde alevlenmeler olabilirken, hiç şikâyeti olmayanlarda da yakınmalar başlayabiliyor. Şişkinlik, geğirme, ağza ekşi su gelmesi, bulantı, kusma ve karnın üst kısmında gece uykudan uyandırabilecek kadar şiddetli hissedilen yanma veya ağrı sık yaşanan belirtiler arasında yer alıyor. Bu sorundan kaçınmak için kızartmalar, yağlı ve baharatlı yiyecekler ile kahve türü ve gazlı içeceklerden uzak durmak gerekirken, öğün atlamayarak sık ama az yemek yemek de önem kazanıyor.

    4- Ürtiker (Kurdeşen)

    Araştırmalar, her dört kişiden birinin yaşamı boyunca en az bir kez ürtiker (kurdeşen) geçirdiğini gösteriyor. Ürtikere en çok bahar aylarında polenlerin artması sebep oluyor. Deriden kabarık, basmakla solan, etrafı kızarık, sınırları net ve kaşıntılı döküntüler, ürtiker sorununun işaretleri oluyor. Bu döküntüler 24 saat içinde kaybolurken, vücudun başka yerlerinde tekrar çıkıyor. Ancak bu belirtiler hastaları özellikle geceleri daha çok rahatsız ediyor ve yaşam kalitelerini düşürüyor. Ürtikerden korunmak için diğer alerjik hastalıklarda olduğu gibi alerjenlerden kaçınmak alınacak tedbirler arasında ilk sırada geliyor.

    5- Depresyon

    Havalardaki serinlemeyle beraber açık alanlardan kapalı alanlara geçilmesi ve metabolizmadaki değişimler bireylerde farklı tepkilere yol açabiliyor. Bunlar genellikle şiddetli yorgunluk hissi ve birtakım ruhsal değişimler olarak karşımıza çıkıyor. Bahar yorgunluğunun belirtileri ise halsizlik, yorgunluk, sürekli uyuma isteği ve geçmeyen baş ağrıları oluyor. Bu gibi değişimlerin ardından yaşanması muhtemel bir depresyondan korunmak için mümkün olduğunca doğayla baş başa olacak şekilde açık havada vakit geçirmek, düzenli spor yapmak, sağlıklı beslenmek, uyku düzenine dikkat etmek ve metabolizmanın vitamin-mineral eksikliklerini gidermek gerekiyor.

  • Sonbahar, kalp hastaları için tehdit

    Sonbahar, kalp hastaları için tehdit

    Aşı gripten koruyor

    “Gripten korunmak için yapılması gereken ilk şeylerden biri de aşı olmaktır. Grip aşısı her yıl, bir önceki sene gribe neden olan virüsler göz önünde bulundurularak, bir sonraki yıl gribe neden olacak virüslere yönelik tahmin ile yeniden hazırlanıyor” diyen Prof. Dr. Katırcıbaşı, ülkemizde kalp yetmezliği olan hasta grubunda grip aşısı olma oranının Avrupa ortalamasının çok altında kaldığını anlatıyor.

    Sonbaharda zatürre riski artıyor

    Kronik kalp hastalıkları, astım ve KOAH gibi sağlık sorunu olanların zatürreye yakalanma olasılıkları özellikle sonbaharda artıyor. Prof. Dr. Katırcıbaşı, ayrıca 60 yaş ve üzeri yetişkin bireylerde zatürreye yakalanma açısından en büyük handikapı kalp hastalıklarının oluşturduğunu ifade ederek, kalp hastaları arasındaki en fazla risk altındaki grubun ise kronik kalp yetmezliği hastaları olduğunu belirtiyor.

    Aşı takvimi kaçırılmamalı

    Grip aşısının kronik kalp hastalığı olan erişkin bireylere sonbahar aylarında yapılması (tercihen Ekim ayı) ve her yıl tekrarlanması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Katırcıbaşı, “Ancak geç başvurmuş bireylerde aşılama Şubat ayına kadar yapılabilir. Zatürre aşısı ise grip aşısının aksine yılın herhangi bir zamanında yapılabilir. Erişkin yaş grubunda her iki zatürre (KPA-13 ve PPA-23) aşısının da yapılması önerilmektedir. Daha önce hiç zatürre aşısı olmamış kişilere tercihen önce tek bir doz KPA-13 yapılması, en az bir yıl sonra PPA-23 ve 5 yıl sonrasında da PPA-23 hatırlatma dozu uygulanması tavsiye edilir” diyor.

    Taburculuktan sonra aşı yapılabilir

    Kronik kalp hastalarının, Sağlık Bakanlığı’nın 2016 yılında erişkinler için risk grubu aşılamalarına ilişkin önerilerinde yer aldığını hatırlatan Prof. Dr. Katırcıbaşı, “Ayrıca aktif enfeksiyonu olan ve/veya akut kardiyak bir olaydan (akut koroner sendrom, akut kalp yetersizliği, akciğer atardamarına pıhtı atması vb.) dolayı hastaneye yatan hastalar ise mevcut hastalıkları iyileştikten ve yaşamsal verileri stabil hale geldikten sonra taburcu olurken veya taburculuğun ardından ilk kontrollerinde aşılarını yaptırabilirler” diyor. Prof. Katırcıbaşı, aşılanması önerilen hasta gruplarını ise şöyle sıralıyor:
    “Kalp yetersizliği ve kalp kasının birincil hastalığı olanlar. Kalp-damar hastaları. Kapak hastaları. Morarma ile seyreden doğuştan kalp hastaları. Pulmoner arteriyel hipertansiyon hastaları.”

  • FİP hastalığı tehdit oluşturuyor

    FİP hastalığı tehdit oluşturuyor

    Günümüzde gittikçe yaygınlaşan ve kedilerde ölüme yol açan FİP hastalığı kedilerin bağışıklık sistemini etkiliyor. Hastalık kedilerde ishal, ateş ve burun akıntısı gibi belirtiler verebiliyor. Kedilerde ölümcül bir hastalık olan FİP hastalığının tedavisi ise bulunmuyor. FİP hastalığı hakkında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Veterinerlik Fakültesinde görevli Prof. Dr. Onur Başbuğ, önemli açıklamalarda bulundu. Başbuğ, özellikle kedilerde ishal, burun akıntısı ve karında bir şişlik görüldüğü zaman veterinere gidilmesi gerektiğini söyledi.

    “FİP dediğimiz hastalığımız giderek yayılmaya başladı”

    Prof. Dr. Başbuğ, hastalığın giderek yayıldığını ifade ederek, “Son yıllarda dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir hastalığımız var. Bu hastalığın önemi son yıllarda da malum kovid salgınıyla ilişkili olarak daha dikkat çekici olmaya başladı. Bizim FİP dediğimiz hastalığımız giderek yayılmaya başladı. İlk 1960’lı yıllarda Amerika’dan dünyaya yayılan hastalık bugün artık dünyanın birçok yerinde görülmekte. Kediler için son derece ölümcül bir hastalıkların başında geliyor. Ne yazık ki teşhisi ve tedavisinde günümüzde çok problemler yaşamaktayız” dedi.

    “Hastalığın teşhisi bizleri oldukça zorlamakta”

    Hastalığın teşhisinin oldukça zor olduğunu belirten Başbuğ, “Hastalığımız yeni bir hastalık. Hastalığın teşhisi bizleri oldukça zorlamakta. Biz daha çok kliniksel semptomlardan bazı verilerden bazı biyokimyasal ve hematolojik parametrelerden yararlanarak hastalığı teşhis etmeye çalışıyoruz. İlk başta hasta sahibi önemsemiyor. Burun akıntısı oluyor, ishal olabiliyor, kabızlık veya ateş olabiliyor. Bu tarz şikayetler geliyor ve önemsenmediği için ilerleyen günlerde FİP hastalığına çevirebiliyor. Bu hastalığımız daha çok toplu barındırılan kedilerde büyük sıkıntı oluyor. Bireysel yetiştirilenlerde bu oran düşük” diye konuştu.

    “Her koronavirüs FİP olacak diye bir kaide yok”

    Her koronavirüsün FİP olması diye bir kaidenin olmadığına değinen Başbuğ, “Bu hastalığa feline infectious peritonitis neden oluyor. Her yerde fazla oranda gözükmekte. Kedilerin yüzde 80-90 oranında feline koronavirüsler tespit edilmekte. FİP dediğimiz virüs daha çok koronavirüsün mutasyona uğramış şekli. Şu ana kadar FİP’ten FİP’e bulaşma tespit edilememiş. Buradaki en büyük problem koronavirüslerin kediler üzerindeki mutasyonu. Her korona virüs FİP olacak diye bir kaide yok. Bunun dünya genelinde ortalama oranı yüzde 10’dur. Özellikle ishal, burun akıntısı ve karında bir şişlik görüldüğü zaman, gözlerde bu sarılık da olabilir. Bu belirtilerde mutlaka hasta sahipleri veteriner kliniklerine gitmelidir” şeklinde konuştu.

  • Kaybolan Alzheimer hastası kadın bulundu

    Kaybolan Alzheimer hastası kadın bulundu

    Sinop’un Merkez ilçesi Taypaklı köyünde kaybolan 83 yaşındaki Alzheimer hastası H.K. isimli vatandaşı bulmak için Sinop İl Jandarma Komutanlığı ekipleri seferber oldu.

    Ekipler tarafından yapılan çalışmalar sonucunda yaşlı kadın evinin 3 km. ilerisinde ormanlık alanda sağlıklı bir şekilde bulundu.

    Yaşlı kadın yapılan sağlık kontrollerinin ardından Gerze ilçesinde ikamet eden ailesine teslim edildi.