Etiket: hastalık

  • Kene vakaları yükselişte

    Kene vakaları yükselişte

    Doğu Karadeniz Bölgesinde Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) vakalarında yazın gelmesiyle birlikte özellikle Kurban Bayramı ve sonrasında gurbetçilerin yöreye akın etmesiyle birlikte artış olduğu belirtildi.
    Ülkemizde KKKA vakaları 2008’den sonra azalamaya başlamışken son birkaç yıldır tekrar artışa geçti. Uzmanlar kene vakalarının özellikle Haziran ayı ortasından Temmuz ayı sonuna kadar yüksek trendde devam ettiğine dikkat çekerek bu dönemde çok dikkatli olunması gerektiği uyarısında bulundu.

    Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gürdal Yılmaz, kenenin vücutta kaldığı sürenin hastalığın seyrini değiştirdiğini söyledi. Yılmaz ”Kene kaynaklı enfeksiyon olarak Kırım Kongo Kanamalı Ateşi vakalarında yazın gelmesiyle birlikte özellikle Kurban Bayramı ve sonrasındaki gurbetçilerimizin yöreye akın etmesiyle birlikte bir artış var.

     

    Bu artışla birlikte insanlarımızın biraz daha dikkatli olması gerektiğini düşünüyoruz. Son günlerdeki vaka artışı özellikle Gümüşhane Devlet Hastanesi’nden her gün arandığımız için biliyoruz. Bizde
    de yatan hastalarımız söz konusu. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) olarak hastaların ağır seyredeceğini aklımızda tutmalıyız ölüme neden olabileceğini de bilmeliyiz.

    Özellikle bu bölgelere KKKA’ nin olduğu yerlere gidecek olanlar kişilerin önlemlerini alması çoraplarını pantolonların üzerine çekmesi her gün kene açısından vücudunun herhangi bir yerine kene yapışmış mı? diye kendini kontrol etmesi gerekiyor. Çünkü kene ne kadar vücutta kalırsa o kadar hastalık ağır seyredebiliyor” dedi.

    Haziran ortasından Temmuz sonuna kadar ki dönem vaka sayılarının en yüksek olduğu dönemdir”
    Kene vakalarının genellikle Haziran ortalarından Temmuz ayı sonuna kadar yoğun seyrettiğini hatırlatan Yılmaz, “Haziran ortasından Temmuz sonuna kadar ki dönem en yüksek sayıların olduğu dönemdir. 2002 yılından bu yana bizde görülen vakalarda 2008’e kadar bir artış trendi olmuştu.

    2008’den sonra vakalar azalamaya başlamışken son birkaç yıldır tekrar bir artış söz konusu. 2008’e göre o rakamlara çıkmadık ama 2015-2016 yıllarına göre biraz daha fazla oranda KKKA ile karşılaşıyoruz. 2015-2016 yıllarında 10-15 hasta varken 2020’lerden sonra bu rakam yılda 30-40’lara kadar çıktı. Bir kaç vakamızda ölüm olabiliyor. KKKA yıllar öncesinden beri var.

    Önce Kırım’da sonra Kongo sonra İran’da Afganistan taraflarında olan bir hastalık. 2002 yılından bu yana ülkemizde tanı konulmaya başlandı. Başlangıçta ciddi mortalitelere neden oldu şimdi mortalite oranları o kadar yüksek olmamakla birlikte yine görebilmekteyiz. O nedenle halkımızın KKKA ile ilgili dikkatli olması gerektiğini söylüyoruz” diye konuştu.

  • Kalp hastalığı riskini önlemek mümkün

    Kalp hastalığı riskini önlemek mümkün

    Kardiyoloji Uzmanı Dr. Adnan Koşüş, kalp hastalıkları riskini basit yöntemlerle engellemenin mümkün olduğunu söyledi. Kalp hastalıklarından korunma yollarının temelinde öncelikle hastalığa yol açan yaşam tarzını ve çevre faktörleri değiştirmenin yattığını belirten Uzm. Dr. Köşüş, “Kalp sağlığını koruyabilmenin öncelikli yollarından biri sağlıklı yiyecekler tüketmektir. Kişiler kolesterollerini uygun seviyede tutmak için tereyağı ve iç yağ gibi hayvansal kaynaklı yağlardan uzak durmalı, fındık yağı ve zeytinyağı gibi bitkisel yağlar tercih etmelidir. Kırmızı etten mümkün olduğunca uzak durulmalıdır. Kırmızı et yerine, balık, hindi ve tavuk eti gibi beyaz et tercih edilmelidir. Bol miktarda sebze ve meyve yenmelidir. Beslenmede fasulye, mercimek, bezelye gibi kolesterolsüz protein kaynaklarına yer verilmelidir. Süt ve süt ürünlerinde ise konsantre süt yerine yağsız veya az yağlı ürünler tüketilmelidir. Karaciğer, işkembe, sakatat, sosis, sucuk, salam gibi gıdalardan uzak durulmalıdır. Beyaz un yerine işlenmemiş buğday unu yani kepekli un tercih edilmelidir. Ayrıca yemek yerken besinleri yavaş yavaş tüketmeye özen gösterilmelidir” diye konuştu.

    “Düzenli egzersiz yapmayı ihmal etmeyin, sigarayı bırakın”

    Sadece her gün yarım saat yürüyerek ve sigara içmeyerek kalp hastalığına yakalanma riskinin yarı yarıya azaltılabileceğine dikkat çeken Uzm. Dr. Köşüş, “Kalp-damar hastalıklarında sigara tüketilmesi başlı başına önemli bir sebeptir. Bu nedenle sigara içen bir kişi sigarayı bırakmalıdır. Ayrıca kişilerde yağların karın çevresinde toplanması da özellikle kalp-damar hastalığı riskini arttırır. Bu nedenle fazla kilolarınızdan kurtulmaya çalışın. Düzenli egzersiz kalp hastalıkları ve kalp krizinden sizi korur. Günümüz toplumu araç kullanımı nedeniyle daha az yürür hale geldi. Bunun önüne geçmek için ise aracınızı, gideceğiniz yere en az 400 -500 metre uzağa park ederek, kalan mesafeyi yürümeye özen gösterin.

    Bu yolu yürümek bile uzun vadede size kalp-damar sağlığınız açısından ciddi bir yarar sağlayacaktır. Asansör kullanımını minimuma indirmek de kalp sağlığı açısından önemlidir. İmkan buldukça bol bol doğa yürüyüşleri yapın. Unutmayın ki uygun kiloya sahip olmak, sağlıklı bir yaşam için ilk adımdır. Kilo vermek kan basıncını, kan şekerini, kan yağlarını ve erken ölüm riskini azaltır. Aşırı stresten ve hareketsiz yaşamdan da mümkün olduğunca uzak durun. Eğer kişinin ailesinde kalp hastası varsa, şişmansa, diyabet veya yüksek tansiyon hastasıysa, sigara kullanıyorsa 30, herhangi bir şikâyeti yok ise de 40 yaşından sonra düzenli olarak bir kardiyoloji uzmanına başvurup, gerekli kontrollerini yaptırarak, kalp-damar hastalıklarına karşı önlemini almalıdır” ifadelerini kullandı.

  • Fındık üreticilerine külleme hastalığı uyarısı

    Fındık üreticilerine külleme hastalığı uyarısı

    Giresun İl Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada, “Fındıkta külleme hastalığı için sahada yapmış olduğumuz gözlemler ve üreticilerimizden gelen bildirimler sonucunda bölgemizde hava şartlarının uygun seyretmemesinden dolayı gerekli mücadelenin yapılamaması neticesinde fındık yapraklarında ve zuruflarda yoğun bulaşmalar olduğu tespit edilmiştir.

    Üreticilerimiz hava şartlarının uygun olduğu günlerde hastalığın ilerlememesi ve tedavi etmek için gerekli ilaçlı mücadeleyi yapmaları gerekmektedir” denildi.

  • Ameliyatı olmayan hastalık

    Ameliyatı olmayan hastalık

    Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin düzenlediği “Migren Farkındalık Ayı Haziran 2023” başlıklı seminerde Nöroloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Burcu Polat önemli bilgiler paylaştı. Migrenin en yaygın beyin hastalığı olduğunu söyleyerek sunumuna başlayan Doç. Dr. Burcu Polat, migreni; “Beyinde yaşanan bir dizi kimyasal değişimin sonucu yaşanan özel bir baş ağrısı türüdür” şeklinde tanımladı. Ağrının genellikle başın bir yarısından başlayıp, 4 saat gibi uzun bir süre devam ettiğinin bilgisini veren Polat, şiddetli baş ağrısı ve zonklama ile beraberinde; mide bulantısı, kusma, ışık, ses, koku ve dokunmaya artmış hassasiyetin eşlik ettiğini ifade etti.

    “Türkiye’de her 5 kadından biri, her 10 erkekten biri migren hastası”

    Ülkemizden her 5 kadından biri ve her 10 erkekten birinin migren hastası olduğunu söyleyen Polat, “Bu hastalık ülkemizde ve dünyada kişilerin yaşam kalitesini bozarak mağduriyet yaşatan ilk on hastalık arasındadır. Ülkemizde çocuk ve ergenlerin onda birinde migrene bağlı baş ağrısı sorunu bulunmaktadır” dedi. Stres seviyesinde ani değişim, anksiyete, deprosyon, kronik stres, fiziksel veya mental tükenmişlik hali gibi nedenlerin migreni tetiklediğini kaydeden Doç. Dr. Polat, fermante besinler, küflü peynir, kurutulmuş besinler, çikolata, kuruyemişler, nitrat içeren besinler ve işlenmiş besinler gibi gıda ürünlerin de migreni tetiklediğini söyledi.

    Migren mi? Sinüzit mi? Psikolojik mi? yoksa beyin tümörü mü?

    Migren mi? Sinüzit mi? Psikolojik mi? Yoksa beyin tümörü mü? gibi soruların sıklıkla sorulduğunu dile getiren Doç. Dr. Burcu Polat, “Migrenlilerin yüzde 70’e yakınında alerjik üst solunum yolu problemleri görülür. Bu bazen sinüzite yol açar. Ancak bu iki sorun baş ağrısı konusunda uzman bir hekim tarafından kolaylıkla ayırt edilebilir. Migren atakları stresle tetiklenir; ancak bu özünde psikolojik diye tanımlanan bir ağrı türü değildir. Beyin tümörleri neyse ki baş ağrılarının seyrek nedenleri arasındadır” ifadelerini kullandı.

    “Migren hastalığınızı 3 soru ile belirleyebilirsiniz”

    Migrenin 3 soru testi ile tespit edilebileceğini söyleyen Burcu Polat, bu soruları; “3 ay içinde, 1- Midenizde bulantı veya rahatsızlık hissettiniz mi? 2- Baş ağrısı sırasında ışık rahatsız etti mi? 3- Baş ağrılarınız en az bir gün işten güçten kısıtladı mı?” şeklinde sıraladı. Migrenin tedavi edilebileceğinin altını çizen Polat, “Hastanın bilinçlenmesi, yaşam şeklinin düzenlenmesi, atak esnasında uygulanacak ilaç ya da ilaç dışı müdahaleler, atakları önleyecek düzenlemeler ve gerekirse ilaç ya da müdahaleler” gibi müdahale ve önlemlerle migrenin tedavi edilebileceğini söyledi.

    Yaşam tarzı değişikliği ve Akdeniz usulü beslenmeyle etkisini azaltabilirsiniz

    Migrenin ameliyatı olmadığını vurgulayan Burcu Polat, bünyesel bir hastalık olan migrenin ameliyatla düzelemeyeceğini, Akdeniz usulü beslenme ve yaşam tarzını değiştirmeyle etkisinin azaltılabileceğini dile getirdi.

    Seminer sonunda kısa bir konuşma yapan Düzce Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nedim Sözbir, seminerin yararlı olduğunu ifade ederek, seminere katkı sunanlara ve katılımcılara teşekkür etti. Başarılı sunumu ve yaptığı çalışmaları için Nöroloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Burcu Polat’a teşekkür belgesi takdim eden Prof. Dr. Sözbir, katılımcılarla birlikte hatıra fotoğrafı çektirdi.

    Seminere; Düzce Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nedim Sözbir, Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şerif Demir, Tıp Fakültesi Dekan Yardımcıları Prof. Dr. Muhammet Ali Kayıkçı ve Doç. Dr. Cengiz Tuncer, öğretim elemanları, sağlık çalışanları, öğrenciler ve davetli misafirler katıldı.

  • “Kızamık ölümcül olabilir”

    “Kızamık ölümcül olabilir”

    Kızamığın yüzyıllardan beri bilinen ve çocukluk çağının önemli döküntülü hastalıklarından biri olduğunu belirten Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Emel Şen, kızamık aşısının önemi hakkında açıklamalarda bulundu.

    “Dünyada hala sorun olmaya devam ediyor”

    Kızamığın bulaşıcı olduğunun altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Şen, “Kızamık yüzyıllardan beri bilinen ve çocukluk çağının önemli döküntülü hastalıklarından biridir. Kızamık bulaşıcıdır. Gelişmiş ülkelerde etkin aşılama sayesinde artık hiç görülmeyen bu hastalık gelişmekte olan ülkelerde ve ülkemizde sorun olmaya devam etmektedir. Dünyada endemik olan bir hastalıktır. Geçmiş yıllarda 2-4 yılda bir bahar mevsiminde epidemiler görülürdü ve toplumdaki tüm duyarlı çocuklar hastalanırdı” diye konuştu.

    “Temas yoluyla bulaşabilir”

    Kızamık aşılaması öncesi hastalığın sıklıkla 5 ile 10 yaş arasında görüldüğünü dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Şen, “1980’li yıllardan sonra aşının birçok ülkede rutin uygulamaya girmesi ile kızamık vakalarının görülme sıklığı azalmış ve hastalığın görülme yaşı ise okul öncesi yaşlarına kaymıştır. Aşılama oranları yetersiz olan toplumlarda hastalık en sık 4 yaş civarında görülmektedir. Anneden plasenta yoluyla geçen antikorlar nedeniyle ilk 3-4 ayda hastalık son derece nadirdir. Eğer anne kızamık geçirmemiş veya kızamığa karşı aşılanmamışsa hastalık yeni doğan bebekte dahi görülebilir. Kızamık hastalığının etkeni bir RNA virüsüdür. Düşük ısılarda canlı kalabildiğinden kış sonu ve ilkbaharda epidemiler yapar. Virüs ile temas sonrası duyarlı kişilerin yüzde 90’ında hastalık gelişmektedir” şeklinde konuştu.

    “Kızamık ölümcül olabilir”

    Temastan sonra döküntülerin ortaya çıkmasına kadar geçen sürenin yaklaşık 14 gün olduğunu söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Şen, “Virüs damlacık yoluyla bulaştıktan sonra solunum yolu mukoza hücrelerinde çoğalır, bölgesel lenf bezlerine, oradan da kan yoluyla deri, konjonktiva bronşlar, karaciğer, beyin, dalak ve tüm vücuda yayılarak ciddi tablolara sebep olabilir. En sık gelişen komplikasyonları otit, zatürre ve beyin zarlarının tutulumu olan ensefalomiyelittir. Kara kızamık vakalarında havale, deliryum, koma, solunum yetmezliği, deri ve mukozalarda kanamalı döküntüleri izlenebilir. Genellikle bağışıklık sistemi baskılanmış çocuklarda görülen bu tablo ölümcüldür. Kızamık vakalarında özel bir tedavi yoktur. Tedavi semptomlara yöneliktir, ağır kızamık vakalarında tedaviye A vitamininin eklenmesiyle ölüm ve diğer komplikasyonlar azalmaktadır. Kızamık aşı ile önlenebilir bir hastalıktır. Canlı atenüe kızamık aşısı, kızamıkcık ve kabakulak aşısı ile birlikte tüm çocuklara rutin olarak 12. ayda yapılmaktadır. Aşının ikinci dozu 4 -6 yaşlarında uygulanmaktadır. Kızamığın endemik olduğu bölgelerde veya salgınlar sırasında süt çocuklarının erken korunması için ilk doz aşı 9. ayda yapılabilir. Epidemiler sırasında aşılama yaşı 6. aya kadar indirilebilir. İlk aşı dozu 1 yaşından önce yapılanlar mutlaka 12-15 aylık iken ikinci kez aşılanmalıdır. Bu çocuklara 4-6 yaşlarında üçüncü doz aşı da gerekmektedir” ifadelerini kullandı.

  • Hastalık rüzgarla taşınıyor

    Hastalık rüzgarla taşınıyor

    Tarım ve Orman Müdürlüğü çiftçileri fındıkta küllenme hastalığıyla ilgili uyardı. Düzce’de 633 bin dekar alanda yapılan ve fındığın en önemli ana zararlılarından olan külleme hastalığı Karadeniz bölgesinde ve Düzce’de hızlı bir şekilde yayılmaya başladı. Fındıkta verim ve kaliteyi azaltan önemli bir hastalık olarak küllenme ile ilgili Tarım ve Orman Müdürlüğü yaptığı açıklamada “Hastalıkla mücadele edilmediği takdirde ciddi verim ve kalite kayıpları oluşabilmektedir. İklim şartlarının sürekli yağışlı, nispi nemin yüksek ve kapalı gün sayısının fazla olması, ardından gelen yüksek sıcaklık hastalığın çıkışını önemli ölçüde artırmaktadır. Hastalık ile mücadelede öncelikli olarak kültürel mücadele yapılmalı, fındık bahçelerinde dip sürgünü temizliği ve budama işlemleri aksatılmadan yapılmalıdır. Budama ve dip sürgünlerin alınması ile bahçe içerisinde iyi bir hava sirkülasyonu sağlanacak, bitkide güneşleme artacağından hastalığın şiddeti azalacaktır. Külleme hastalığı belirtilerini ilkbaharda gelişmekte olan yaprak ve sürgünler üzerinde gösterir” denildi.

    Hastalık rüzgarla taşınıyor

    Rüzgarla taşınan bitkiden bitkiye yayılan külleme hastalığında, yapraklardaki belirtiler yaprağın her iki yüzeyinde de oluşabileceği belirtilen açıklama şu şekilde devam etti; “Hastalık etmeninin, yaprakların alt kısımlarında gelişmesi ile ilk başlarda üst kısımlarda renk açılımları, sarımsı beneklenme şeklinde lekeler oluşur, yapraktaki fotosentez alanı daraldığından bitki şeker üretimini yapamadığından gelişimi durmaktadır. Daha sonra bu yapraklarda ölü dokular meydana gelmekte, giderek kahverengileşmeye, gevrekleşmeye, kıvrılmaya başlar ve vaktinden önce dökülürler. Genç sürgünlerde ve yapraklarda yüzeyde ilk önce un serpilmiş gibi bir görüntü oluşmakta; ilerleyen dönemlerde renkte matlaşma ve kahverengileşme meydana gelmektedir. Özellikle erken dönemde hastalığa yakalanan çotanaklarda kurumalar gözlenmektedir. Kimyasal Mücadeleye karar verirken hastalığın yoğunluğuna göre karar verilmeli; eğer hastalık bahçede ilk defa çıkıyorsa, belirtiler görülür görülmez ilaçlamaya başlanmalıdır. Daha önceki yıllarda hastalık görülmüş ise belirtiler görülmeden önce o yılın sürgünleri 25-30 santim olduktan ve yapraklar para büyüklüğü iriliğine ulaştıktan sonra ilk ilaçlama yapılmalıdır. Enfeksiyon koşulları ortadan kalkıncaya kadar ilaçlamalara devam edilmelidir.”

  • BTÜ’lü araştırmacılar o hastalığa çare oluyor

    BTÜ’lü araştırmacılar o hastalığa çare oluyor

    “Halothece sp. SiyanobakteriSuşundan elde edilen Ekzopolisakkaritlerin Karakterizasyonu ve hidrojel yara örtüsü olarak geliştirilmesi” başlıklı proje şeker hastalığı gibi vücutta yara oluşturabilen pek çok hastalığın daha çabuk iyileşmesini sağlamayı hedefliyor. Tübitak 1002-A hızlı destek programı çerçevesinde desteklenmeye hak kazanan projeyle besinini fotosentez yolu ile elde eden bir bakteri olan siyanobakteri suşlarının kullanılması planlanıyor.

    BTÜ MDBF Biyomühendislik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mete Yılmaz ve Doç. Dr. Emel Tamahkar Irmak’ın da danışmanlığını yaptığı proje ile biyouyumlu ve biyobozunur yara örtülerinin geliştirilmesi hedeflendiğini söyledi.


    Projede kullanılacak siyanobakterisuşu için küresel ölçekte herhangi bir biyomedikal ticari ürün olmadığını dile getiren araştırma görevlisi Kübra Şentürk, proje çerçevesinde hazırlanacak yara örtülerinin antibakteriyel etkiye sahip olacağının altını çizdi. Doğal bir biyopolimer malzeme geliştirdiklerini de sözlerine ekleyen Şentürk, ortaya çıkan ürünün piyasada bulunan polisakkarit temelli ticari yara örtülerine karşı üstünlük sağlayacağına da vurgu yaptı. Ayrıca proje çerçevesinde geliştirilen ürünün antioksidan aktiviteye sahip olduğunu dile getiren Şentürk, bu durumun yara örtüsüne iyileşmeyi hızlandıracak işlevsellik kazandırdığını ifade etti.

    Bursa Teknik Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü araştırmacıları tarafından Türkiye’den izole edilmiş bu halotolerantsiyanobakterinin yoğun miktarda ürettiği hücre dışı polisakkaritlerinin potansiyel bir biyomedikal ürüne dönüştürülmesi projenin en özgün yönüdür diyen Şentürk, ayrıca bu siyanobakterisuşundan elde edilen malzemenin içerdiği fonksiyonel gruplardan dolayı hidrojel oluşturma özelliği taşıyan yüksek antibakteriyel, antioksidan özellikleri gibi üstün özellikleri ile özellikle ilaç salım sistemleri, yara örtüsü gibi biyomedikal uygulamalarda gelecekteki biyomalzemelerin alternatif bir kaynağı olacağını düşündüklerini de sözlerine ekledi.

  • Sigara, mesane kanseri riskini artırıyor

    Sigara, mesane kanseri riskini artırıyor

    Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Şevket Tolga Tombul mesane kanserinin, idrarın depolandığı ve vücuttan atıldığı organ olan idrar kesesi yani mesanedeki hücrelerin anormal ve kontrolsüz bir şekilde büyümesiyle kendini belli eden bir kanser türü olduğunu ifade etti. Mesane kanserinin genellikle mesane iç yüzeyini döşeyen hücrelerde, nadiren de olsa diğer hücre türlerinden kaynaklandığını sözlerine ekledi. Mesane kanserinin, dünya çapında en sık görülen kanser türlerinden biri olduğuna işaret eden Doç. Dr. Tombul; “Çevresel etkiler, yaşam tarzı ve genetik yatkınlık gibi birçok faktöre bağlı olarak mesane kanseri batı ülkelerinde daha yüksek oranlarda rastlanırken, Asya ve Afrika gibi bölgelerde daha düşük oranlarda görülür. Mesane kanseri, erkeklerde kadınlara göre 2-3 kat daha yaygın olduğu biliniyor. Bununla birlikte, kadınlarda da mesane kanseri görülme oranı artmaktadır, bu artıştaki önemli nedenlerden biri kadınlarda sigara kullanım oranın artması olduğu düşünülüyor. Mesane kanserinin yaşla da ilişkisi var; genellikle orta yaşlı ve yaşlı bireylerde daha sık görülür. İleri yaş, mesane kanseri riskini artıran bir faktördür” diye konuştu.

    “En önemli risk faktörü sigara içmek”

    Dünyada 7. en yaygın kanser türü olan mesane kanserinin gelişiminde en önemli risk faktörünün ‘sigara’ içmek olduğunun altını çizen Doç. Dr. Tombul; “Sigara içenlerde mesane kanseri riski daha yüksektir. Diğer risk faktörleri arasında kimyasal maddelere (örneğin aromatik aminler) maruz kalma, mesane enfeksiyonları, radyasyon tedavisi ve bazı mesane hastalıkları yer alır. Kimyasal maddelere maruz kalan meslekler (örneğin boya sanayii, tarım, metal işleme) mesane kanseri riskini artırabilir” dedi.

    “Bu belirtilere dikkat edin”

    Mesane kanserinin başlıca belirtilerini ‘sık idrara çıkma, idrar yaparken ağrı veya yanma hissi, kanlı idrar, idrar yapma sıklığında artış’ olarak sıralayan Doç. Dr. Tombul, en yaygın başvuru sebebinin idrarda ağrısız, pıhtılı gözle görülür kanama ve idrarda yanma olduğunu söyledi. Mesane kanserinin erken evrelerde genellikle semptomsuz olabileceğini belirten Doç. Dr. Tombul bu nedenle düzenli tıbbi kontrollerin önemine değindi. Teşhisin genellikle idrar analizi, görüntüleme testleri (ultrason, BT taraması, MRG) ve sistoskopi (mesanenin içini görmek için bir tüp kullanarak yapılan bir test) ile konulduğunu, kesin teşhis için biyopsi gerekebileceğini ifade etti.

    “Tedavi, kanserin evresine ve hastaya göre değişiyor”

    Tedavi seçeneklerinin mesane kanserinin evresine, büyüklüğüne, yayılımına ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak değiştiğinin altını çizen Dr. Tombul, seçenekler arasında kapalı ameliyat ile tümörün kazınması sonrasında mesane içerisine verilen kemoterapi, immunoterapi, daha ileri evrede mesanenin alınması ile damardan kemoterapi ve radyoterapinin yer aldığını anlattı. Doç. Dr. Tombul, önemli olanın hastalığın erken evrede yakalanarak gerekli tedavinin başlanabilmesi olduğunu vurgulayarak, “İdrarda yanma ve kanama, sigara kullanım öyküsü durumlarında üroloji uzmanına başvurulması mesane kanseri erken tanısı için önemlidir” dedi.

  • Sindirim sistemi hastalıkları

    Sindirim sistemi hastalıkları

    Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Bilal Toka, tıp alanında hızla gelişen teknolojinin sağladığı imkanlar arasında yer alan endoskopik minimal invaziv tedavi seçeneklerinin hastalar için büyük bir umut ışığı doğurduğunu belirterek, “Son yıllarda ülkemizde sınırlı sayıda merkezde uygulanmaya başlanan endoskopik anti reflü tedavileri, Peroral Endoskopik Myotomi (POEM) ve endoskopik Submukozal Disseksiyon (ESD) bu tedavi seçeneklerinden başlıca olarak sayılabilir. Bu yenilikçi tedaviler, hastalarımızın yaşam kalitesini yükseltirken aynı zamanda tedavi ve iyileşme sürecini de oldukça hızlı ve konforlu bir şekilde açık ameliyata gerek duymadan tamamlayabilmelerini sağlamaktadır” dedi.

    “İyileşme süreci açık cerrahi tedavilere göre oldukça konforlu olmakta”

    Doç. Dr. Bilal Toka, Gastroözofageal Reflü hastalığının mide asidinin yemek borusuna doğru geri kaçması sonucu ortaya çıkan oldukça rahatsız edici bir durum olduğunu anlatarak, “Reflü, mide ekşimesi, göğüs ağrısı ve boğazda yanma hissi, öksürük gibi şikayetlere yol açabilir ve kronik sinüzit, astım gibi başka birçok hastalığın gelişiminde rol alabilir. Geleneksel tedavi yöntemleri arasında yaşam tarzı değişiklikleri, çeşitli ilaçların kullanımı ve cerrahi müdahaleler yer alırken, yeni geliştirilen endoskopik anti reflü tedavileri reflü tedavisinde bir devrim ortaya çıkarmıştır. Bu yöntemlerle, minimal invaziv bir yaklaşımla, açık ameliyat gerekmeden reflüye zemin hazırlayan yapısal bozukluklara endoskopik olarak düzeltici müdahaleler yapılabilmektedir. Hastalarımızın iyileşme süreci açık cerrahi tedavilere göre oldukça konforlu olmakta, hastaneye yatış ihtiyacı ve genel anestezi ihtiyacını ortadan kaldırarak tedavi süresini kısaltmaktadır. Endoskopik Sütür yerleştirme, argon veya Radyofrekans Ablasyonu, Anti Reflü Mukozektomi ve Fundoplikasyon gibi teknikler, yemek borusunun alt kısmındaki kasları güçlendirerek mide asidinin yemek borusunu kaçışı etkili bir şekilde engellenebilir. Doğru endikasyonlarla kişiye uygun tedavi uygulanan hastalar, şikayetlerinin azaldığını ve yaşam kalitelerinin yükseldiğini kısa sürede fark edebilir” şeklinde konuştu.

    “Hastalar, tedavi sonrasında hızla günlük aktivitelerine dönebilir”

    Peroral Endoskopik Myotomi (POEM) yemek borusunun alt kısmındaki kasların uygunsuz çalıştığı durumların tedavisinde uygulandığını kaydeden Dr. Bilal Toka, “Akalazya hastalığı, yemek borusunun alt kısmındaki kasların normal görevlerini yerine getiremediği bir durumdur ve tüketilen yiyeceklerin mideye geçişini zorlaştırır. POEM, minimal invaziv bir endoskopik yaklaşımdır ve günümüzde hızla açık cerrahi tedavilerin yerini almaktadır. İşlem sırasında, endoskopik cihazlar kullanılarak yemek borusunun sadece kas tabakası kesilerek genişletilir. Tedavi sonucunda yemek borusu açılabilir hale gelir ve yiyeceklerin mideye geçişi kolaylaşır. POEM yöntemi, hastaların daha kısa sürede iyileşmesini, daha az ağrı hissetmesini ve hastanede kalma süresinin azalmasını sağlar. Hastalar, tedavi sonrasında çoğu kez yaşam kalitelerinin hızla düzeldiğini fark ederek günlük aktivitelerine dönebilir” ifadelerini kullandı.

    Endoskopik Submukozal Disseksiyon’un (ESD), mide veya bağırsaktaki lezyonların tedavisinde kullanılan etkili bir başka minimal invaziv cerrahi yöntemi olduğunu söyleyen Dr. Bilal Toka, “Bu yeni endoskopik teknik, kanser öncesi lezyonlar, polipler ve erken evre kanserlerin tedavisinde başarıyla uygulanabilir. Klasik cerrahi tedavilerde kullanılan büyük kesiler ve dikişler gerektirmez. Endoskopik olarak problemli dokuların kas tabakasından ayrılarak hassas bir şekilde çıkarılabilmesi sağlanır. Bu yöntem, kanser öncüsü lezyonların ilerlemesini önlemek veya erken evre kanserleri tedavi etmek için idealdir. ESD yöntemi, tedavi süresini kısaltarak hızlı bir iyileşme sağlar” dedi.

    “Açık ameliyatların getirdiği birçok zorluk ortadan kalkıyor”

    Toka, endoskopik anti reflü, POEM ve ESD gibi minimal invaziv tedavi yöntemlerinin sağladıkları önemli faydalar ve hızlı iyileşme süreleriyle sindirim sistemi hastalıklarının tedavisinde bir devrim ortaya çıkardığını vurgulayarak, “Bu tedavi yöntemleri açık ameliyatların getirdiği birçok zorluğu ortadan kaldırmaktadır. Ülkemizde ve dünyada az sayıda deneyimli endoskopist tarafından uygulanan bu tedaviler, hastaların sağlığını yeniden kazanmalarına yardımcı olur ve geleceğe umutla bakmalarını sağlar. Ancak ESD, POEM ve endoskopik anti reflü tedavileri gibi ileri endoskopik tekniklerin uygulanması deneyimli bir gastroenterolog tarafından gerçekleştirilmeli ve hastaların durumu tedavi öncesi ve sonrasında dikkatlice değerlendirilmelidir” diye konuştu.

  • Cevizlerde Antranknoz hastalığı uyarısı

    Cevizlerde Antranknoz hastalığı uyarısı

    Muğla Tarım ve Orman Müdürü Barış Saylak açıklamasında, “Muğla ilinde kurduğumuz dört adet erken uyarı sistemimiz var. Elektronik Tahmin ve Erken Uyarı Sistemi ile bilgisayarda 7/24 toplanan veriler uzman ekiplerimiz tarafından incelenerek zeytin başta olmak üzere bağ, elma, ceviz gibi birçok üretim alanında oluşabilecek don ve zararlılarla ilgili riskleri tespit ediyor.

    Bu risklere karşı alınacak tedbirler konusunda SMS ve sosyal medya üzerinden uyarılarımızı yapıyoruz. Son olarak Yatağan Bahçeyaka Mahallesinde bulunan erken uyarı sisteminden aldığımız verilere göre cevizde Antraknoz Hastalığı için enfeksiyon riski oluşabileceği gözlemlendi. Özellikle Menteşe, Kavaklıdere ve Yatağan bölgelerindeki ceviz üreticilerini tedbirler konusunda uyardık. Muğla’da 2022 yılı TUİK verilerine göre 16 bin 353 dekardan 4 bin 192 ton ceviz elde edildi. Yerel çeşitlerin önemini ve yaygınlaştırılması gerekliliğini de biliyor buna göre gerekli tedbirleri alması konusunda üreticilerimizi tekrar uyarıyoruz” dedi.