Etiket: hastalık

  • İnsanların hayatını kabusa çeviren hastalığa şifa oluyorlar

    İnsanların hayatını kabusa çeviren hastalığa şifa oluyorlar

    Halk arasında ‘delirten hastalık’ olarak bilinen trigeminal nevralji, hastaların yüz bölgesinde gün içerisinde yüzlerce defa tekrar ederek kişide çok şiddetli ağrı atakları oluşturuyor. OMÜ Tıp Fakültesi Algoloji Bölümü’nde ise tedavisi yapılan trigeminal nevralji hastalarında yüzde 80-90 oranında başarı sağlanabiliyor. Tıp Fakültesi Başhekimi Anesteziyoloji ve Algoloji Uzm. Prof. Dr. Fatih Özkan ve Algoloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Kurçaloğlu hastalığın tedavisi hakkında önemli açıklamalarda bulundular.

    “Çok ciddi ve sıkıntılı ağrılar”

    Başhekim Fatih Özkan, bu hastalığın bilinen en kötü, en trajik ağrı sebeplerinden biri olduğunu ifade ederek, “İnsanlar bu ağrıları çok çeşitli şekilde tarif ediyorlar. Ağrılar oluş mekanizmasına göre yaptıkları, kişide oluşturdukları ağrı anlatım şekliyle de değişebilir. Bu nevralji dediğimiz ağrılarda sadece bugün bahsettiğimiz trigeminal nevralji değil, başka bölgelerde de nevralji görülebiliyor. İnsanların hayatını zehir eden, hatta bu ağrı ile başa çıkamadığı için hayatını sonlandırmayı düşünen hastalarımız oluyor. Trigeminal nevralji ağrısı, çok ciddi ve sıkıntılı bir klinik durumdur. Kişi saniyeler içerisinde onlarca voltun kendi suratına geldiğini ifade eder. Bu gerçekten dayanılmaz bir ağrıdır. Konuşamaz, yiyemez, su içemez. Hatta hayattan, evinden, ailesinden koparlar. Neticede bu sonuç kronikleştiği zamanda kendini hayattan kopartacak duruma getirebilir. Dolayısıyla ağrının bile iyisi kötüsü vardır diyebilirim. Bu bizim bildiğimiz en kötü ağrılardandır diyebilirim. Bir hekim olarak bizim ‘önce zarar verme’ prensibimiz vardır. Onun için her zaman hem hastayı hem de kendimizi koruyacak şekilde tedavi ederiz. Trigeminal nevralji hastalarında öncelikle ilaç tedavisine başlarız, onların tedavilerinin dozlarını artırırız, başka ilaçlara geçeriz ama bunlarla başa çıkamadığımız zamanda kliniklerimizde girişimsel ağrı tedavileri ile önemli bir seçenek sunarız. Bu, hastaların hayatını zindan eden bir ağrıdır. Girişimsel ağrı tedavileri yapıldığında da bu ağrıların tamama yakın geçtiğini söyleyebiliriz. Bu işlemleri biz tekrar edebiliriz. 1 kere yapıldığında tekrar yapılamayacak diye bir şey değildir. Ağrı seneler sonra tekrarlasa bile bununla başa çıkma şansına sahibiz. Uzman kişilerin elinde bu işlem yapılırsa riskler minimuma indirilmektedir. Hiçbir zaman, hiçbir hekim ‘ben bu işlemi yaparım kötü bir durum olmaz’ diyemez. Çok nadir görülen şeyler olsa da bu durumları da hastaya belirtiriz. Ağrının geri dönmesi, ağrının istenilen miktarda azalmaması gibi durumlar olabiliyor. Trigeminal nevralji önemli bir ağrıdır. Sinirlerin hasarı sonrası meydana gelir. Biz de kafa tabanının içerisine girerek orada merkezi yakalayıp ilgili sinirin dalını test ederek koordineli şekilde yakarak tedavi ettiğimiz bir hastalıktır” dedi.

    “Hastaların çoğu böyle bir tedavinin olduğunu bilmeden bizlere geliyorlar”

    Trigeminal nevralji hastalığının tedavisi uygulayan az merkez olduğunu ve birçok hastanın bu nedenden dolayı hastanın böyle bir tedavinin olduğunu bilmeden kendilerine geldiklerini söyleyen Algoloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Kurçaloğlu, “Bu hastalıkta, hastaların yüzünde sinirin trasesinde bulunan iz düşümünde saniyeler süren çok şiddetli elektrik çarpması gibi gelen birkaç saniye süren fakat gün içerisinde yüzlerce defa tekrar eden çok şiddetli ağrı atakları meydana geliyor. Özellikle hastaların yemek yemesiyle, konuşmasıyla, yüzlerini yıkamasıyla tetiklenen çok şiddetli bir ağrı ataklarıyla karakterize olan bir hastalıktır. Trigeminal nevraljinin hastaların esasında yarısında sebebi belli değildir. Kalan yarısında da trigeminal sinirin beyine girdiği yerde bir damarın sinirin köküne teması ağrıya sebep olabilir. Esasında çok nadir bir hastalık sayılmaz. 50 yaşın üzerinde hastalığın sıklığı artar. 50 yaş üzerinde yaklaşık 200’le 1 oranında hastalık görülür. Öncelikle ilaçla tedaviye başlıyoruz hastalarımızda. İlaç tedavisi ile fayda görmeyen, ağrısı azalmayan hastalarda bu sinirin uç dallarına enjeksiyonlar ya da radyo frekans tedavileri yapıyoruz. Ufak enjeksiyon işlemleriyle de fayda görmeyen hastalarda sinirin beyin sapına girdiği yerde kökünü bularak, radyo frekans dediğimiz özel bir iğne ile kontrollü lezyonla birlikte ısı enerjisi vererek yakım işlemi yaparak sinirdeki çakmaları engelliyoruz. Bu işlem hastaların yüzde 80-90’ında fayda etmektedir. Özellikle 2 yıllık takiple hastaların yüzde 80’inde hala işlemin etkisinin devam ettiğini gözlüyoruz. Birkaç sene sonra ağrıları tekrar ederse tekrar yapılabilen bir işlemdir. Bu işlem üst düzey teknik beceri gerektirmektedir. Çünkü iğneyi 1 santim fazla ilerletirsek beyin sapına da girmiş olabiliyorsunuz. Biz yılda yaklaşık 50 hastaya bu işlemi yapıyoruz. Maalesef hastalar ve hekimler tarafından çok bilinen bir yöntem değildir. Uygulayan merkez sayısı da çok az olduğu için hastaların çoğu böyle bir tedavinin olduğunu bilmeden bizlere geliyorlar. Fakat tedaviyi anlattıktan sonra kabul ediyorlar. Yıllarca çok şiddetli ağrı duyan, sosyal, iş, evlilik hayatlarında sekteye uğramış hastalar bizim tedavimizden sonra mutlu bir şekilde ayrılıyorlar. ‘Bu zamana kadar keşke bu işlemi yaptırsaydım. Bu kadar yıldır boş yere ağrı çekmiş olmazdım’ diyorlar” diye konuştu.

    Trigeminal nevralji hastalığını yenen hasta yorumları

    Naim Altınışık (75), “4-5 sene önce yemek yerken ağzım tıkanmıştı ve nefes alamayacak şekle gelmiştim. Birçok hastaneye gittikten sonra en son buraya sevk ettiler. Tedavi olmaya başladım ve uzun süre bir ilaç kullandım. Kullanırken de şiddetli ağrılarım geliyordu. Ne yapsam ağrılarım geçmiyordu ve bu operasyonu geçirdim. Ondan sonra kontrole geldiğimde ilacı da bırakabileceğimi söylediler. Çene kısmının birazı uyuşuk bir durumda ama ben buna çok razıyım. O hastalık gelmesin yeter ki şu an çok iyiyim” şeklinde konuştu.

    “Allah’ım düşmanımın başına vermesin”

    Hasan Özçakır (63), “Bu hastalık bende 1993 yılından beridir vardı. Bayağı bir rahatsızlanıyordum. Hocamın ismini duydum ve buraya geldik. Bıçak batıyormuş gibi, yıldırım çarpıyormuş gibi hissedip bayağı bir rahatsızlanıyordum. Hocam iğne tedavisini uyguladı ve şu anda çok iyiyim. Bu acı çekilmez dayanılacak bir acı değil. 25 sene çektim bu acıyı ben Allah’ım düşmanımın başına vermesin” ifadelerini kullandı.
    Ekrem Civil (68), “Nevralji sıkıntım vardı. Sağ olsun Mustafa hocam benimle ilgilendi ve 2 defa işlem yaptı. İşlemde başarılı bir sonuç aldım. Çok kötü bir ağrım vardı. Elektrik çarpması gibi bir ağrım oluyordu. Çok sıkıntı çekiyordum fakat şu anda o sıkıntıları yüzde 2-3’e kadar indirdim. 15 yıldır uğraşıyorum bu hastalıkla. En son çareyi Mustafa Bey’de buldum. Birinci işlemde ağrılarım yarıya indi. İkinci işlemde de yüzde 2’ye indi ve şu an çok az bir ağrım var. Daha önce ilaç kullanıyordum şu an ilaç falan da kullanmıyorum. Şükürler olsun hiçbir sıkıntım yok” ifadelerine yer verdi.

  • Türkiye’deki 7 Devic hastasından sadece biri

    Türkiye’deki 7 Devic hastasından sadece biri

    Artvin’in Hopa ilçesinde yaşayan evli ve bir çocuk babası 46 yaşındaki Ercan Tekbaş’ın hayatı 2017 yılında geçirdiği bir nöbet sonrası değişti. Tekbaş altı sene önce, omurilik ve göz sinirlerinin, bağışıklık sistemindeki bozulmalarının yaşandığı ‘Devic Sendromu’na yakalandı. Bir çeşit kas hastalığı olan Devic Hastalığı’na yakalanan ve geçirdiği nöbet sonrası yürüyememeye başlayan Ercan Tekbaş, uzun süre tedavi görmesine rağmen vücut birçok fonksiyonlarını tamamen kaybetti. Buna rağmen hayata küsmeyen Tekbaş, tedavisi için, sosyal medya hesabımdan ve kamera karşısında yardım kampanyaları başlattı.


    Kendisi gibi Türkiye’de sadece 7 kişinin Devic hastası olduğunu belirten Tekbaş “Hayatımı sürdürebilmem için devlet büyüklerinden, işadamlarından ve hayırseverlerden bir nebze de olsa iyileşmem için yardım çağrısında bulunuyorum” diyerek yaşadığı maddi sıkıntıları ve yurt dışında yarım kalan tedavisinin süründürülmesi için yardım istedi.

    Ercan Tekbaş’ın eşi Ayten Tekbaş ise yaptığı açıklamada “Eşimin hayati bir gecede değişti, ilk etapta ne yapacağımızı nasıl hizmet edeceğimizi bilmiyorduk ama şimdi alıştık. Eşimin bu haline de şükürler olsun. Onu gözüm gibi bakıyorum” dedi.

    Babasının yanından bir an ayrılmayan evin tek çocuğu Ayça Tekbaş ise “Babama olan sevgim kelimelerle anlatamam. Biran önce iyileşmesi için yetkililerden yardım istiyorum” ifadelerini kullandı.

  • Sedef hastalığı

    Sedef hastalığı

    Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Müge Güler Özden, sedef hastalarının tedavi yöntemleri hakkında bilgilendirmelerde bulundu.

    “Tedavisi var”

    Sedef genetik ve bağışıklık sistemi hücrelerinde yaşanan soruna bağlı bir bağışıklık sistemi hastalığı olduğu ve tedavisinin bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Müge Güler Özden, “Bu bağışıklık sistemi hastalığı eklemleri tuttuğunda romatizma, ya da tiroit bezlerini tuttuğunda bazı tiroit hastalıkları olurken deride gerçekleştiğinde de birçok hastalık olduğu gibi sedef hastalığı da gerçekleşebilir. Bulaşıcı değildir. Bir bağışıklık sistemi hastalığıdır ve genetiktir. Tedavisi vardır. Artık günümüzde oldukça gelişmiş şanslı hasta gruplarının başında sedef hastaları gelmektedir. Sedef hastalığı çok gelişmiş biyolojik olarak adlandırdığımız tedavilerle moleküler düzeyde hangi noktada sorun olduğu keşfedilmiş ve bu sorunların oldukça güvenli bir şekilde uzun yıllar tedavi edilebildiği bir hastalık grubudur. Son yıllardaki gelişmeler sayesinde bu açıdan sedef hastalarının hepsinin tedavi açısından şanslı olduğunu söyleyebilirim. Sedef hastalarının ilk önce genetikten kaynaklı hasta olduğunu bilmeleri ve ömür boyu onlarla beraber bazen alevlenerek, bazen sönerek, bazen on yıllarca kaybolarak ama bazen de uzun bir dönem aktif bir şekilde seyredebileceği bilgisine sahip olmalıdırlar ki hastalığın şifası olacağına dair bazı yalan ya da yanlış bilgilere kapılmasınlar. Bu bilginin yanı sıra tedavisinin olduğu bilgisini de unutmasınlar. Özellikle üniversite, eğitim araştırma veya diğer dermatoloji uzmanlarına başvurarak mutlaka tedavi hakkında bilgi alarak tedaviye ulaşsınlar. Yaşam kalitelerini arttıracak, hem sosyal hem psikolojik hem de fiziksel sağlık açısından yapabilecekleri en önemli şey tedavi olmaktır” diye konuştu.

    “Ev yapımı yoğurt ve Akdeniz mutfağı tipi beslenme”

    Sedef hastalarının beslenmelerine dikkat etmesi gerektiğini ve kesinlikle kilo almamaları gerektiğini belirten Özden, “Gıda açısından hastalar ‘ne yemeliyim?’ veya ‘ne yememeliyim?’ diye sorabilirler. Sedef hastaları özellikle son yıllarda Akdeniz tipi mutfak beslenmesinden çok fayda gördüğü, probiyotik beslenmeden de fayda görebildiği tartışılan konulardandır. Yani aslında Akdeniz tipi beslenmenin yanı sıra ev yapımı yoğurt ve farklı mayalardan yoğurt yenmesi benim hastalarıma tavsiyelerimden bir tanesidir. Bunun dışında ek bir desteğe ya da katı diyetlere gerek yoktur. Sağlıklı beslenmeden bahsederken sedef hastalıklarının kilo almaması da çok önemli bir konudur. Sigara içmemeleri de çok önemli bir konudur. Çünkü sedef hastalığı tek başına kalp hastalığı açısından bir risk faktörüdür. Risk faktörleri bir kişide bir araya gelirse ve bir sedef hastası hem kilolu hem de sigara içiyorsa o zaman kalp hastalığı açısından risk söz konusu olacaktır. O yüzden sedef hastalarının kilo vermesi, spor ve egzersiz yapması, Akdeniz mutfağından ve sigaradan uzak durması yapabileceği en güzel yaklaşımlardır” şeklinde konuştu.

  • Yaşına oranla el ve ayakları orantısız büyüyor

    Yaşına oranla el ve ayakları orantısız büyüyor

    Bursa’da yaşayan genç çiftin çocukları Mahmut Efe, maddi imkânsızlıklar içinde güçlükle tedavi görüyor. Dört yaşındaki çocuğun elleri ve ayakları anormal bir şekilde hızlı büyüyor. Klippel-trenaunay sendromu olan minik Efe’nin olan el ve ayakları 10 yaşındaki bir çocuğun eli ve ayağı büyüklüğünde.


    Klippel-trenaunay sendromu tedavisinin mümkün olduğunu söyleyen Sinan-Nurgül Tiryaki çifti, daha önce bir hayırsever sayesinde ayaklarından ameliyat olduğunu bu sayede ayaklarından çektiği ağrıları ciddi şekilde hafiflediğini söylüyor. Gelecek yıllarda da ellerini kullanabilmesi için bir ameliyat daha olması gerektiğini belirten çift tedavi masraflarını karşılayamadıklarını ve şimdiye kadar yapılan tetkiklerin ve tedavinin sadece süreci yavaşlattığını söyleyip, yardım eli uzatılmasını bekliyor.


    Ameliyat olmazsa ellerini kullanamayacak

    Çocuğunun ameliyat olamaması durumunda yaşı ilerledikçe ellerinin orantısız büyümeye devam edeceğinden kullanamayacak hale geleceğini söyleyen minik Mahmut Efe’nin annesi Nurgül Tiryaki, “Oğlum klippel-trenaunay sendromlu hasta, çapraz büyümesi var. Eli ve ayağı normalden daha hızlı büyüyor. El ve ayaklarını kullanmada zorluk çekiyor. Şiddetli ağrıları oluyor. Vücudunda mor renkli lekeler var. Burnunda kanamaları oluyor. Ayakları yorulduğu için çoğunlukla yatıyor. Konuşamadığı için bize derdini anlatamıyor. Elleriyle bir cismi tutabiliyor ama ağrısı oluyor. Yaşı büyüdükçe de orantısız büyüyor. Doktorlar yürüyebilir diyor ama ayakları kan topladığı için varis olma riski var.

    Bu şekilde büyümeye devam ettiğinde elinde bardak tutamayacak hale gelecek. Bir yıl önce el ameliyatı için 350 bin lira istediler. Şu an ki fiyatı hastaneye gidemediğimiz için bilmiyorum. Ayakkabılarının biri 25 diğeri 30 numara. Büyüklükleri farklı olduğu için iki çift alıp teklerini giydiriyoruz. Ortopedi doktorunun yaptığı ayakkabıda metal olduğu için ağır geliyor ve yürüyemiyor. Kendi imkanlarımla ben spor ayakkabı alıyorum. Ayakları ağrıdığı için çok yürümemesi gerekiyor. Ellerini ileride oynatabilmesi için ameliyat olmasına ihtiyacı var” şeklinde konuştu.

  • Deprem bölgesinde çölyak hastaları unutulmadı

    Deprem bölgesinde çölyak hastaları unutulmadı

    Kahramanmaraş’ta 6 Şubatta meydana gelen ve 40 binden fazla vatandaşın hayatını kaybetmesine neden olan depremin yaraları sarılmaya devam ediyor. Deprem olduğu günden bu yana bölgeye çeşitli destekler sunan Bingöl’deki hayırsever vatandaşlar ve kamu kurumları, şimdi de bölgedeki çölyak hastaları için kolları sıvadı. Bingöl merkeze bağlı Karşıyaka Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Glütensiz Ekmek Üretim Tesisine bir bağışta bulunan hayırsever, bölgede çölyak hastaları için glütensiz lahmacun yapılmasını talep etti. Hayırsever vatandaşın talebi üzerine harekete geçen okul yönetimi ve gönüllü personel, glütensiz lahmacun üretimine başladı. Büyük bir titizlikle hazırlanan lahmacunlar, valilik veya AFAD koordinesinde deprem bölgesindeki çölyak hastalarına ulaştırılacak.

    Karşıyaka Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Okul Müdürü Kumriye Ekin Eker, tesisteki ustaların gönüllü olarak çalıştığını belirtti. Glütensiz ürünleri deprem bölgesine ulaştırmaya devam ettiklerinin altını çizen Eker, ”Karşıyaka Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Glütensiz Ekmek Üretim Tesisi kurmuştuk. Tesisimizin amacı Bingöl ve çevre illere ekmek üretmekti ancak ülkemizde yaşanan bu elim felaketten sonra organize olduk ve deprem bölgesine ekmek göndermeye başladık. Bu ekmek üretimimizi, hayırseverlerimizin bağışlarıyla yapmaya başladık.

    Daha sonra bir hayırseverimizin bağışı ile birlikte okulumuzda lahmacun üretmeye ve göndermeye başladık. Sadece lahmacun değil pizza ve tatlı çeşitleri de hazırlayıp gönderebilmekteyiz. Ustalarımız da özverili ve gönüllü bir şekilde bu çalışmayı yapıyorlar. Bu felakette hepimiz aynı acıyı yaşadık ve elimizden ne geldiyse yapmaya başladık” dedi.

  • Daha önce görülmeyen bir hastalık

    Daha önce görülmeyen bir hastalık

    Bilim insanları, Boris Johnson’ın mumyalanmış atasının frengiden ölmediğini ve mumyanın gerçek ölüm nedeninin daha önce hiç görülmeyen bir hastalık olduğunu ortaya çıkardı. ‘İsviçre’nin en ünlü mumyası’ olarak adlandırılan ceset, 2018 yılında Boris Johnson’ın altıncı büyük büyükannesi Anna Catharina Bischoff olarak tanımlandığında dünyada gündem olmuştu.

    1975’te bulunan kalıntılarında yüksek oranda cıva (tarihsel olarak frengi tedavisinde kullanılan bir ilaç) bulunduğundan, bu hastalığın onu öldürdüğü varsayıldı. Ancak, şimdi kadının mumyalanmış organlarındaki mikropların analizi, frengiyi değil, daha önce bilim tarafından bilinmeyen bir bakterinin yüksek seviyelerini ortaya çıkardı.

    Eurac Research’te mikrobiyolog olan Mohamed Sarhan konuya ilişkin yaptığı açıklamada,  “İlk varsayım vücudundaki, özellikle de akciğerlerindeki cıva varlığına dayanıyordu. Bu, frengi için inhalasyon tedavisine işaret ediyor olabilir, zira o dönemde hastalık bu şekilde devam ediyordu. Bu nedenle, frengiye neden olan patojenin DNA izlerini bulup bulamayacağımızı görmek için vücudundaki her organdan birçok örneği analiz ettik, ancak bulamadık. Bunun yerine beyin dokularında oldukça bol bulunan ve beyindeki en yüksek cıva konsantrasyonu ile ilişkili olan bu yeni bakteriyi bulduk.” diye konuştu.

    Sarhan sözlerine şöyle devam etti:

    “Gizemli eski bakteriyi günümüz bakterileriyle karşılaştırdığımızda ilginç bir şey ortaya çıktı. Kemik lezyonlarına ve akciğer semptomlarına neden olan modern bakterilerde bulunanlara benzer gen setleri içeriyordu.”

    Sarhan, bu nedenle Bischoff’a, yanlış teşhis konmuş olabileceğini belirterek, “Bu, ölüm nedeni olarak frengiyi elemek için yeterli. Frengi geçirmiş olsa bile frengiden ölmüş olabileceği varsayımı dışlanabilir. İleri evredeki frengi hastalığının onda bulunmayan çok açık belirtileri var. Ayrıca, Bischoff, 69 yaşında öldü, yani çok genç değildi. Ayrıca, başka sağlık sorunları da vardı. Örneğin: aşırı kiloluydu, safra kesesi taşları vardı ve şu anda araştırılmakta olan başka sorunları da vardı.Cıva tedavisi zaman içinde vücudunu ve bağışıklık sistemini zayıflatmış olabilir, ancak ölümünün ana nedeni bu değil.” değerlendirmesinde bulundu.

    Diğer taraftan, Dr. Sarhan’ın vardığı sonuçlar tartışmaya açık. Mumyanın şu anda muhafaza edildiği Basel Doğa Tarihi Müzesi’nden Gerhard Hotz, “Frenginin geç evrelerinde artık vücutta çok fazla bakteri bulamazsınız. Bu yüzden bakterinin eski genomunu bulmak çok zordur. Yani bu onun frengi olmadığının kanıtı değil. Şahsen ben hala frengi olduğunu düşünüyorum. Kafatasında frengi belirtileri açıkça görülüyor. Ama bunu genomlarla kanıtlayamayız.” dedi.

    Öte yandan, durum ne olursa olsun, Bischoff’un hastalığının kendi döneminde kesinlikle frengi olduğu varsayılıyordu ve o dönemde bir rahibin varlıklı dul eşi için bu adını kötüye çıkaran bir hastalıktı. Dr. Hotz, “18. yüzyılda kimse bu konuda konuşmak istemiyordu. Normalde Basel’de onun sosyal sınıfından insanlar öldüğünde, kişi hakkında, kim olduğu ve benzeri konularda yazılı bir ölüm ilanı olurdu. Herkes hakkında bulduk ama onun hakkında bulamadık. Bu yüzden öldüğünde çok hızlı ve gizli bir şekilde kiliseye gömüldüğünü düşünüyoruz.” dedi.

    Dr. Holtz, ayrıca Bichoff’un frengi hastası olsa bile bunun onun yasadışı cinsel aktivitede bulunduğu anlamına gelmediğini söyledi. Dr. Hotz, kiliseye giden cemaatin dikkatinin bir ilişkinin gizlenmesini zorlaştıracağını ve kocasının kendi hastalıklarını detaylandırdığı mektuplarda frengi belirtilerine rastlanmadığını söyledi.

    Dr. Holtz, “’Bunun ne kocasıyla ne de kendisiyle bir ilişkisi olduğunu düşünmüyoruz. Ama başka bir açıklaması daha var: Bir rahibin eşi olduğu için hasta insanları ziyaret edip onları teselli etmesi gerekiyordu. Strasbourg’da, yaşadığı yerin yakınında bir frengi hastanesi vardı, bu yüzden oraya hasta insanları ziyarete gittiğini düşünüyoruz. Ve eğer biri yeni enfekte olmuşsa, ona da kolayca bulaşabilirdi.” açıklamasını yaptı.

    Anna Catharina Bischoff 1719 yılında Fransa’nın Strasbourg kentinde varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kendisi de bir rahip olan babası şehirdeki İsviçreli ailelere hizmet veriyordu, ancak 40 yaşında öldüğünde ailenin geri kalanı Basel’deki akrabalarının yanına gitti.

    Bischoff’un eşi babasının Strazburg’daki eski işini adı ve 40 yıldan fazla bir süre çift burada yaşadı. Bischoff’un dördü yetişkinliğe kadar hayatta kalan yedi çocuğu oldu. Anna Katharina adındaki en büyük kızı  ise Boris Johnson’ın beşinci büyük büyükannesi oldu.

    Bischoff, kocasının ölümünden sonra Bischoff bir kez daha Basel’e döndü ve 1787’de orada öldü. Barfüsser Kilisesi’ne gömüldüğünde, onu tedavi etmek için kullanılan cıva çürümesini yavaşlattı ve onu bir mumyaya dönüştürdü.

     

  • Mevsim geçişlerinde hastalıklardan korunma yolları

    Mevsim geçişlerinde hastalıklardan korunma yolları

    Soğuk havanını etkili olmasıyla birlikte bağışıklık sistemini güçlendirmek ve hastalıklara karşı korunmak isteyenler aktarların yolunu tutuyor. Hasta olanlar veya hastalıktan korunmak isteyenler, çeşitli bitkilerin karışımlarından üretilen macunlar ve çaylar, grip ve kış nezlesine karşı doğal bağışıklık ve sindirim sistemi güçlendirici doğal yöntemlere başvuruyor.

    “100 müşterinin 80’i aynı şikâyetle geliyor”
    Aktar Tolga Özgür, “Öncelikle kış aylarında kar yağar ve mikrobu kırardı. Bu sene kar yağışı geciktiği için dışarıda hastalık, virüs çok fazla var. Gelen 100 müşterilerimizin 80’i aynı şikâyetle geliyor. Öksürme, bağışıklık düşüklüğü gibi şikâyetlerle çok gelenler oluyor. Bizim de aktar olarak önerilerimiz oluyor, çok öksürük varsa ayva yaprağı, hibisküs, hatmi çiçeği iyi gelir. Aynı zamanda bir de bağışıklık güçlendirici şeyleri de öneriyoruz, çörekotu yağı, çam kozalağı pekmezi, zencefil bal karışımı macun hazırlıyoruz” dedi.
    Bağışıklığın güçlü tutulmasıyla hastalığa yakalanma riskinin azaltıldığını kaydeden Özgür, “Hepimiz hastalandıktan sonra tedavi olma ihtiyacı hissediyoruz. Aslında hastalanmadan önce bağışıklığı güçlendirecek şeyleri almış olsak bu hastalığa daha geç yakalanacak yada yakalanmayacak. Alışkanlığımızdır, Türk milleti olarak siyah çayı çok seviyoruz ama onu da içmenin yanında günde 1-2 bardak bitki çayı da içmeleri gerekiyor” ifadelerini kullandı.

    Bitki çayı almak için aktara gelen Seyit Aydın, “Yıllardan beri kendisi bizim aktarımızdır. Bizim ailede genetik olarak bir öksürük var kış aylarında. Kendisi de bize yardımcı oluyor, kendince yaptığı karışımı verdi. Bunu aileme ve çevreme sunuyorum, eminim iyi gelecektir. Kış aylarındaki en büyük adresimiz aktarımız” diye konuştu.
    Hanife Türk Özkoç ise günlük hayatında siyah çay içmek yerine yeşil bitki çaylarını tükettiğini belirterek, “Sağlığıma önem veriyorum, çok şükür 58 yaşındayım herhangi bir hastalığım da yok” şeklinde konuştu.

  • Antalya’da ‘Çok üşüyorum’ dedi evinde ölü bulundu

    Antalya’da ‘Çok üşüyorum’ dedi evinde ölü bulundu

    Olay, Kepez ilçesine bağlı Düdenbaşı Mahallesi 2403 Sokak üzerindeki bir apartmanın zemin katında yaşandı. Edinilen bilgiye göre, bir süredir yalnız yaşayan İlyas Obuz’un (61) uzun süre salonunda koltukta hareketsiz yattığını pencereden gören komşuları, durumu 112 Acil Çağrı Merkezine bildirdi. İhbar üzerine belirtilen adrese polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Çilingir yardımıyla eve giren sağlık ekipleri, Obuz’un hayatını kaybettiğini belirledi. Polis, şüpheli ölüm olarak kayıtlara geçen olayla ilgili inceleme başlattı. Olay yerine gelen Obuz’un yakınları üzgün görünürken, bir süre önce sıtma rahatsızlığı geçirdiği ve son olarak dün komşularına, ‘Çok üşüyorum’ dediği öğrenildi.

    Savcı incelemesi ve olay yeri inceleme ekiplerinin çalışmasının ardından Obuz’un cenazesi, ölüm nedeni araştırılmak üzere Antalya Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

  • Sağlık Bakanlığı’ndan ‘maymun çiçeği’ rehberi

    Sağlık Bakanlığı’ndan ‘maymun çiçeği’ rehberi

    Başta Avrupa olmak üzere dünyada yayılmayı sürdüren maymun çiçeği salgınına karşı Sağlık Bakanlığı bir rehber hazırladı. Rehberde mjaymun çiçeğinin; ateş, halsizlik, yorgunluk, baş ağrısı, kızarıklık semptomları ve şişmiş lenf nodları ile kendini gösterdiği bir kez daha hatırlatıldı.

    AĞIR VAKALAR ORTAYA ÇIKABİLİR!

    Genelde 2 ila 4 hafta süren semptomlarının olduğu ve kendini sınırlayan bir hastalık olduğu da raporda yer aldı. Ancak ağır vakaların da ortaya çıkabileceği belirtildi.

    Maymun çiçeğinin, çiçek hastalığına benzediği de raporda yer aldı. ‘Maymun Çiçeği, çiçek hastalığından daha az bulaşıcı ve daha az ciddi hastalığa neden olur” denildi.

    İşte bakanlığın rehberinde yer alan diğer ayrıntılar…

    ÇİĞ ETE DİKKAT

    Çiğ ve az pişmiş enfekte hayvanların etleri ve enfekte hayvanların diğer hayvansal ürünlerini yemek olası bir risk faktörü.

    İnsandan insana bulaşma, enfekte kişiyle uzun süreli yakın temas, cilt lezyonları ile doğrudan bütünlüğü bozulmuş deri veya göz, burun, ağız mukozalarıyla temas veya yakın zamanda cilt lezyonlarına temas etmiş yatak çarşafı, havlu gibi yakın temastan kaynaklanabilir.

    Enfekte anneden bebeğe plasenta yoluyla geçebilir.

    Cinsel yolla bulaş bir diğer risk faktörü. Ancak ilişki sırasındaki yakın temas bulaşmanın nedeni de olabileceğinden cinsel yolla bulaşma bugün için netleşmemiştir.

    KULUÇKA SÜRESİ NE KADAR?

    Maymun çiçeğinin kuluçka süresi, riskli temastan semptomların başlangıcına kadar genellikle 6-14 gündür, ancak 5-21 gün arasında değişebilir.

    MAYMUN ÇİÇEĞİ BELİRTİLERİ NELER?

    Klinik tablo, ateş, yoğun baş ağrısı, lenf düğümlerinin şişmesi, sırt ağrısı, kas ağrıları ve yoğun halsizlik ile başlar.

    Bu bulgular ilk 5 gün ön plandadır. Deri döküntüsü genellikle ateşin ortaya çıkmasından sonraki 1-3 gün içinde başlar.

    AVUÇLAR VE AYAK TABANLARI

    Vakaların yüzde 95’inde ellerin avuçlarını ve yüzde 75’inde ayak tabanlarını etkiler. Genital bölge ve kornea da etkilenir. Klinik tabloda bazı kişilerde ışığa hassasiyet, üşüme, terleme de görülebilir.

    İZOLASYON AYRINTISI

    Uçak, tren, otobüs gibi toplu taşımalarda vakanın hemen yanında oturan yolcular, evdeki izolasyonlarında hane halkı ile aynı ortamda bulunmadan kendilerini mümkünse ayrı bir odada izole edecekler. Hane halkı ile aynı ortamda bulunulduğunda maske takılacak.

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, yaklaşık bir ay önce Türkiye’deki ilk maymun çiçeği vakasını duyurmuştu. Ancak bugüne kadar vakanın durumuyla ilgili bir açıklama yapılmadı.

  • Bakan Koca’dan maymun çiçeği virüsü açıklaması

    Bakan Koca’dan maymun çiçeği virüsü açıklaması

     

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, maymun çiçeği virüsüne ilişkin açıklamalarda bulundu. Bakan Koca, “Yeni bir tedirginlik alanı oluşturmamak gerektiği kanaatindeyim. Bugüne kadar maymun çiçeğinde vaka bizde olmadı. Maymun çiçeği hastalığının bir pandemi sebebi olacağına inanmıyorum. Çünkü damlacık enfeksiyonu ile bulaşmadığını, yakın temasla bulaştığını biliyoruz. Bu konuda gereksiz bir tedirginlik olmamalı. Bakanlığımız yakından takip etmekte” dedi.

    ÇİÇEK AŞISI YÜZDE 80-85 ETKİLİ

    Maymun çiçeğinde çiçek aşısının etkili olup olmadığı sorusu üzerine Koca, “Çiçek aşısının yüzde 80-85 etkili olduğunu biliyoruz. Bu konuyla ilgili 1970’den beri geliştirilmiyor. ABD başta olmak üzere bazı ülkelerin canlı virüsü imha etmediğini görüyoruz. Biz de bu noktada Bilim Kurulu ile geliştirme için neler yapılır istişare halindeyiz. Dünyada canlı virüs aşısının imha edildiği dönem yaşanmışken gereği yapılmamıştır” ifadelerini kullandı.

    SAĞLIK ÇALIŞANLARININ ÖZLÜK HAKLARI

    Sağlık çalışanlarının özlük hakları konusunda da Koca, “Cumhurbaşkanımız müjdeyi 14 Mart günü vermişti. Sağlık çalışanları, başta hekimler olmak üzere 5 maddede özetledi. Sağlıkta şiddet yasaları Meclisten geçti. Bugüne kadar hiçbir meslek grubuna yapılmamış olan yasal çalışma, hekimlere şiddet katalog suçlara alındı. Cinayetle aynı oldu. Önemli gelişme. Emeklilikle ilgili çalışılıyor, özlük hakları çalışması yapılıyor. Grup başkanvekili açıklamasıyla Meclis gündemine geleceğini söylemişti. Bu ay geleceğini düşünüyoruz. Meclisin iradesinde olduğunu belirtmek isterim. Sağlık çalışanlarımız, Cumhurbaşkanımızın müjdelediği 5 maddenin gündeme girmesi ile sorunların çözülmesi ile devletin yapacağının bilinmesi lazım. Biz sağlık çalışanı ve hekim olarak saygınlığı kaybetmemeliyiz” şeklinde konuştu.

    COVİD YOĞUN BAKIM SERVİSLERİNDE SON DURUM

    Covid-19 yoğun bakımlarında hasta olup olmadığı sorusuna Bakan Koca, “Yoğun bakımdaki hasta sayısı düştü. Birçok ilimizde yoğun bakımın kapalı olduğunu söyleyelim” cevabını verdi.