Etiket: kalp hastalığı

  • Kalp hastalığında erken teşhis

    Kalp hastalığında erken teşhis

    Dünya genelinde en çok ölüme neden olan durumların başında kalp krizlerinin geldiğini dile getiren Doç. Dr. Şeker, “Damar duvarına yerleşmiş plak dediğimiz yağlar giderek damarı tıkayarak belirtilere neden olmaktadır. Bazen de ilk belirti kalp krizi olabilmektedir. Kalp hastalığının gelişiminin önlenmesi tedavisinden daha kolaydır, bu nedenle kalp hastalıklarının erken teşhisi bizim açımızdan çok önemlidir” diye konuştu.
    Risk faktörlerine sahip kişilerde kalp damar hastalığının gelişmesi ve kalp krizi riskinin daha yüksek olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Şeker, “Sigara, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, diyabet, obezite, sedanter yaşam dediğimiz hareketsiz yaşam tarzı, alkol, yağlı beslenme gibi değiştirilebilir ya da kontrol altına alınabilir” ifadelerini kullandı.

    “Efor sırasında nefes darlığı gelişebilir”

    Kalp damar hastalığı olan bireylerde hangi belirtilerin görülebileceğine değinen Doç. Dr. Şeker, daha sonra şunları söyledi:
    “Kalp damar hastalığı gelişmiş kişilerde damar tıkanıklığının derecesine göre belirtiler gelişebilir. Hastada hiçbir belirti de olmayabilir. Bu sebeple risk faktörlerine sahip kişilerin hastalık başlangıcı ve ilerlemesini geciktirmek amacıyla risk faktörleri kontrol altına alınmalıdır. Kalp damarındaki tıkanıklık kalbin beslenmesini bozacak düzeye geldiğinde belirtiler gelişmeye başlar. Efor sırasında göğüs ağrısı yanıcı baskı tarzda, efor sırasında nefes darlığı, çabuk yorulma ve ritim bozuklukları gibi belirtiler gelişebilir.”

    “Tanı koyma süreci”

    Teşhis koyma sürecinden bahseden Şeker, “Kalp damar tıkanıklığını düşündürecek belirtilere sahip kişilerde yapılacak efor testi, kalsiyum skorlaması, miyokart perfüzyon sintigrafisi, koroner sanal anjiyo, koroner anjiyografi gibi yöntemlerle tanısı konulabilir” şeklinde konuştu.
    Koroner anjiyografi yönteminin kimlere uygulanabileceği ile ilgili bilgi de veren Şeker, “Risk faktörlerine sahip kişilerde göğüs ağrısı olması, daha önce kalp krizi geçirmiş kişilerde kriz ağrısına benzer şikayetlerin gelişmesi, daha önce kalp damarlarına balon stentleme işlemi yapılıp tekrar göğüs ağrısı olması durumunda uygulanabilir. Kalp kapağından dolayı ameliyata gidecek olanlarda, ciddi ritim bozuklarında altta damar tıkanıklığını dışlamak amacıyla elektrokardiyografi, efor testi, ekokardiyografi, sintigrafi, bt anjiyografi yöntemlerde ciddi damar tıkanıklığını düşündüren keşiflerin olması durumunda anjiyografi yapılmalıdır” dedi.

    “Anjiyografi için hasta bayıltılmaz”

    Koroner anjiyografinin nasıl uygulandığını anlatan Doç. Dr. Şeker, “Koroner anjiyografi kalp damarlarının içerisine özel katater denilen ince borularla radyoopak madde verilerek görüntüleme işlemidir. Anjiorafi için hasta bayıltılmaz, sadece girişim yapılacak bölge kasık ya da el bileği uyuşturulur. Hasta işlem boyunca kendindedir ve doktorla iletişim halindedir. El bileğinden girilerek yapılan anjiografi işlemi kasıktan girilerek yapılana göre daha avantajlıdır. Hasta el bileğinden anjio olduğunda kasıktan yapılana göre daha erken taburcu olur, kum torbası gerektirmez, daha az kanama, morluk, şişlik gibi istenmeyen olaylar gelişir. El bileğinden anjiografi işlemi sırasında gerek duyulduğunda balonlama ve stentleme işlemi de yapılabilmektedir” diyerek sözlerini tamamladı.

  • Sıcaklar kalp sağlığına tehdit

    Sıcaklar kalp sağlığına tehdit

    Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Halil Tolga Koçum, yazın yaşanan kavurucu sıcaklarda kalp hastalıkları ile ilgili şikayetlerde artış yaşandığını söyleyerek, “Sıcak ve nemli hava, özellikle yaşlılar, kalp hastalığı olanlar ve hipertansiyon ilaçları kullanan kişiler açısından ciddi anlamda risk oluşturuyor” dedi.

    Sıcak ve bunaltıcı günlerde kalbin, vücudu soğutan temel mekanizma olan terleme olayını başlatmak için normalden daha fazla kan pompalamak zorunda kaldığını kaydeden Prof. Dr. Koçum, “Sıcak çarpması ise vücudumuzun kendini soğutma işlevinde başarısız olması ile ortaya çıkıyor. Bu durum, halsizlik, bulantı, kusma, baş ağrısı-dönmesi, kas seğirmesi kendini gösteriyor. Belirtilerin organ yetmezliklerine bile yol açabilecek kadar ciddi bir durum oluşturabilir. Bu gibi şikayetleri olanların zaman kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmaları gerekir” diye konuştu.

    Yaşlı bireyler risk altında

    Aşırı sıcak havanın özellikle yaşlı sağlığını olumsuz etkilediğini kaydeden Prof. Dr. Koçum, “Yaş ilerledikçe, vücut sıcaklığımızı dengeleme yeteneğimiz azalıyor. İlerleyen yaşla beraber tüm atardamarlarda artan plak yükü nedeniyle damarlar daha sert bir yapıya dönüşüyor ve susama hissinde de bir azalma oluyor. Bu durum yaşlılarda bayılmaya kadar varan sağlık problemlerine yol açabiliyor” şeklinde konuştu.
    Kalp hastalıkları ya da hipertansiyon için kullanılan ilaçlara karşı sıcak havalarda temkinli yaklaşılması gerektiğine dikkat çeken Koçum, “Bazı ilaçlar idrar söktürücü özellikleri yüzünden aşırı su kaybına neden olurken bazen de vücudun sıcaklığını düşürmek için damarların genişlemesi, aynı zamanda tansiyon düşüklüklerine de neden olabiliyor. Dolayısıyla normalde kullandıkları ilaçlar fazla gelebiliyor” diyerek, hastaların gerekirse ilaçlarının yeniden düzenlenmesi için doktorlarına danışmalarını önerdi.

    Mutlaka bol su tüketin

    Susuzluğun, vücudun ihtiyacı olan suyun metabolizmada olmadığı anlamına geldiğini belirten Koçum, “Böyle bir durumda ise önce kan hacmi düşüyor, sonra da organlara pompalanan kan miktarı hızla azalıyor. Ardından, uç vakalarda organların işlevlerini yitirdiği bile görülebiliyor. Aşırı sıcaklarda yeterli miktarda su içmek önemli. Bazen minerallerin de terleme yoluyla kaybedilmesi sonucunda metabolizmada sorunlar yaşanabiliyor. Böyle durumlarda kaybedilen maddelerin hızla yerine konulması gerektiğinden yeterli miktarda sıvı alımı büyük önem kazanıyor” ifadelerini kullandı.
    Yeterli önlemler alındığı takdirde sıcak havalarda kalp sağlığını korumanın mümkün olduğuna değinen Koçum, “Bol su için, su kaybı yaşamak risk anlamına gelir. Bu nedenle su içmek için susamayı beklemeyin. Aşırı miktarda kafein ve alkolden uzak durun. Açık renkli idrar çıkarmak yeterli sıvı aldığınızın en iyi göstergesidir. Uygun giysiler seçin. Hafif ve açık renkli kıyafetleri, nefes alan pamuklu kumaşları tercih edin. Güneşten korunun. Güneşin en tepede olduğu 11.00 ila 16.00 saatleri arasında dışarıda bulunmamaya gayret edin ve dinlenin. Dışarıya çıkacaksanız mutlaka şapka veya şemsiye kullanın” diyerek tavsiyede bulundu.

  • Aşırı tuz tüketimi erken ölüm riskini artırır

    Aşırı tuz tüketimi erken ölüm riskini artırır

    İl Sağlık Müdürlüğünden “14-20 Mart Tuza Dikkat Haftası” ile ilgili yapılan bilgilendirmede şu ifadelere yer verildi:

    “Her yıl yaklaşık 1,89 milyon diyetle ilgili ölümün büyük bir kısmı yüksek kan basıncı ve kardiyovasküler hastalıklar ve bunların iyi bilinen bir nedeni olan aşırı sodyum alımıyla ilişkili olduğu tahmin edilmektedir. Küresel ortalama sodyum alımının 4310 mg/gün (günde 10,78 g tuz) olduğu tahmin edilmekte olup bu miktar fizyolojik ihtiyacın çok üzerindedir. (Yetişkinlerde günde <5 g tuz).


    Doğal bir mineral olan sodyum, fazla tüketildiğinde kalp hastalığı, felç ve erken ölüm riskini artırır. Toplumların ana sodyum kaynağı sofra tuzu (sodyum klorür) olmakla birlikte sodyum glutamat gibi diğer çeşnilerde de bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) sodyum alımının azaltılmasına ilişkin küresel raporuna göre üye Devletlerinin yalnızca yüzde 5’i zorunlu ve detaylı sodyum azaltma politikalarıyla korunmakta olup DSÖ üye devletlerinin yüzde 73’ünün bu tür politikaların eksiksiz bir şekilde uygulanmasından yoksun olduğu görülmektedir. Çoğu ülkenin henüz herhangi bir zorunlu sodyum azaltma politikasını benimsemediğinin belirtildiği raporda sağlıksız beslenmenin, dünya çapında ölüm ve hastalık nedenlerinde ilk sıralarda yer aldığı ve aşırı sodyum alımının da oldukça etkili olduğu belirtilmektedir.

    Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) sodyum alımının azaltılmasına ilişkin küresel raporu, dünya ülkelerinin 2025 yılına kadar sodyum alımını yüzde 30 oranında azaltma şeklindeki küresel hedefine ulaşma yolundan saptığını göstermektedir.

    DSÖ, üye devletleri sodyum alımını azaltma politikalarını gecikmeden uygulamaya ve aşırı tuz tüketiminin zararlı etkilerini hafifletmeye çağırmaktadır. DSÖ ayrıca gıda üreticilerini ürünlerinde iddialı sodyum azaltma hedefleri belirlemeye çağırmaktadır. Son derece uygun maliyetli sodyum azaltma politikalarının uygulanması, 2030 yılına kadar dünya çapında tahminen 7 milyon hayat kurtarabilir.

    Bu, bulaşıcı olmayan hastalıklardan ölümleri azaltmaya yönelik Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi hedefine ulaşmak için eylemin önemli bir bileşenidir. Ancak bugün sadece dokuz ülke (Brezilya, Şili, Çek Cumhuriyeti, Litvanya, Malezya, Meksika, Suudi Arabistan, İspanya ve Uruguay) sodyum alımını azaltmak için detaylı bir önerilen politikalar paketine sahiptir.

    Ülkeler, işlenmiş gıdalar için “DSÖ Küresel Sodyum Kıyaslamaları” istikâmetinde sodyum içeriği hedefleri belirlemeye ve bu politikalar aracılığıyla bunları uygulamaya teşvik edilmektedir.

    DSÖ, tüm ülkeleri sodyum azaltımı için ‘En İyi Satın Alımları’ uygulamaya ve üreticilere gıdadaki sodyum içeriği için DSÖ kriterlerini uygulamaya çağırmaktadır.

    Tuz (Sodyum) tüketiminin azaltılmasına yönelik bir yaklaşım, zorunlu politikaların ve bulaşıcı olmayan hastalıkların önlenmesine büyük ölçüde katkıda bulunmakta ve DSÖ’nün sodyumla ilgili dört “en iyi satın alma” müdahalesinin benimsenmesini içermektedir. Bunlar:

    Yiyecekleri daha az tuz içerecek şekilde yeniden formüle etmek ve yiyecek ve öğünlerdeki sodyum miktarı için hedefler belirlemek.
    Hastaneler, okullar, işyerleri ve huzurevleri gibi kamu kurumlarında tuz veya sodyum açısından zengin gıdaların sınırlandırılmasına yönelik kamu gıda alım politikalarının oluşturulması.

    Tüketicilerin sodyum içeriği daha düşük ürünleri seçmesine yardımcı olan paketin ön tarafı etiketleme.

    Tuz/sodyum tüketimini azaltmak için davranış değişikliği iletişimi ve kitle iletişim kampanyalarının yapılması.

    Ülkemizde de 2011 yılından beridir Türkiye Aşırı Tuz Tüketiminin Azaltılması Programı yürütülmektedir. Bu çerçevede salça, ekmek gibi temel besin maddeleri tebliğlerinde tuz azaltılmış, Sağlıklı Beslenme ve Hareketli hayat İş Birliği Platformu ile paketli gıdalarda ve toplu beslenme yapılan lokanta, pastane gibi işletmelerde üretimde gönüllü olarak tuzun azaltılması gibi çalışmaları yürütülmektedir.

    Sodyum alımını azaltmak, sağlığı iyileştirmenin ve bulaşıcı olmayan hastalıkların yükünü azaltmanın en uygun maliyetli yollarından biridir, çünkü çok sayıda kardiyovasküler olayı ve ölümü çok düşük toplam program maliyetleriyle önleyebilir.”

  • Bursa İl Sağlık Müdürü kalp hastalıklarına dikkat çekti

    Bursa İl Sağlık Müdürü kalp hastalıklarına dikkat çekti

    Kalp ve damar hastalıklarının tüm dünyada en önde gelen ölüm nedeni olduğunu belirten Bursa İl Sağlık Müdürü Dr. Fevzi Yavuzyılmaz, başlıca risk faktörlerinin bilinip önceden kontrol altına alınması ile kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin yüzde 80’inin önlenebileceğini söyledi.

    Bursa İl Sağlık Müdürü Dr. Fevzi Yavuzyılmaz, kalp ve damar hastalıkları konusunda farkındalık oluşturmak amacıyla belirlenen Kalp Sağlığı Haftası kapsamında açıklamalarda bulundu. Kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin artarak, 2030 yılında 22,2 milyona ulaşacağının öngörüldüğü bilgisini veren Dr. Yavuzyılmaz, “Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2012 yılında tüm dünyada bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı ölümlerin yüzde 46,2’si (17,5 milyon) kalp ve damar hastalıkları nedeniyledir. Ülkemizde 2013 yılında ölen her 5 kişiden ikisinin kalp-damar hastalığına bağlı nedenlerden öldüğü görülmektedir. Kardiyovasküler hastalıkların çoğu risk faktörleriyle mücadele edilerek engellenebilir. Risk faktörlerinin kontrolü ile kalp ve damar hastalığı görülme sıklığı yarıya indirilebilmektedir” şeklinde konuştu.

    Risk faktörleri bilinmeli

    Risk faktörleri arasında; sağlıksız beslenme ve yetersiz fiziksel aktivitenin de etkisiyle kişide kan basıncında yükselme, kan şekeri yüksekliği, kan lipidlerinde yükselme, fazla kilo veya obezitenin görülebileceğini vurgulayan Dr. Yavuzyılmaz, toplumun yaşlanması, stres ve sosyoekonomik faktörlerin de kardiyovasküler hastalıkların diğer nedenleri arasında olduğunu belirtti.

    40 yaş üstü dikkat

    40 yaş üstü her birey için kardiyovasküler riskin hesaplanması gerektiğini dile getiren Dr. Yavuzyılmaz, “Ayrıca her bireyin kalp ve damar hastalıklarına yol açan davranışsal risk faktörleri ile ilgili farkındalığının artırılması ve hasta olmamak için riskli davranışlarını olumlu davranışlara değiştirmesi teşvik edilmelidir. Bunun için her birey sağlıklı beslenmeli ve düzenli fiziksel aktivite yapmalıdır” diye konuştu.
    Bu önemli hafta vesilesi ile sık sık vurguladığımız konuları tekrar hatırlatıyor, halkımızı farkında olmaya, bu farkındalığı da eyleme geçirmeye davet ediyoruz.

  • Koronavirüs kadınlarda saç dökülmesine yol açıyor

    Koronavirüs kadınlarda saç dökülmesine yol açıyor

    İstanbul  Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tufan Tükek, koronavirüs tedavisi görmüş hastaların 9 aylık takipleriyle ilgili yaptığı açıklamada, “Özellikle kadın hastalarımızda saç dökülmesi sorununa yüzde 10’lara varan bir oranda rastlamaya başladık” dedi. Tükek, “Türkiye’de tekrar hastaneye yatış oranları kesinlikle Avrupa ve ABD’deki kadar yüksek değil. En fazla yüzde 5-10 bandında. Bu da muhtemelen sağlık sistemimizin daha iyi olması ve tedavi algoritmalarımızın uyumlu bir şekilde yürütülmesiyle başarıldı” ifadelerini kullandı.

    “BİZDE YENİDEN HASTANEYE YATIŞ EN FAZLA YÜZDE 5-10”

    Geçtiğimiz hafta İngiltere’de yapılan bir çalışmanın ilk verileri dünya medyasında da gündem oldu. İngiltere Ulusal İstatistik Bürosu (ONS) ve Leichester Üniversitesi’nin birlikte yürüttüğü araştırmada, koronavirüs atlatan 47 bin 780 hastanın verileri incelendi. Çalışmada, hastaların yaklaşık yüzde 30’unun (14 bin 140 kişi), hastalığı atlattıktan sonraki 140 gün içinde tekrar hastaneye yatırıldığı gözlendi. Amerika’daki Michigan Üniversitesi araştırmacılarının yürüttüğü ve sonuçları geçtiğimiz ay saygın tıp dergisi JAMA’da da yayınlanan başka bir çalışmada ise Mart-Haziran ayları arasında Koronavirüs nedeniyle hastanede yatarak tedavi gören ve taburcu edilen bin 775 hasta izlendi. Hastaların yaklaşık yüzde 27’sinin 2 ay içerisinde tekrar hastaneye yatırıldığı belirlendi.

    9 AYDA 3 BİN 300 HASTA TAKİP EDİLDİ

    İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde Mayıs ayından bu yana hizmet veren “Kovid İzlem Merkezi”nde yaklaşık 9 aydır izlenen 3 bin 300 hastanın verilerine dayanarak önemli bilgiler veren Dekan Prof. Dr. Tufan Tükek, “Dünyadaki çalışmalara baktığımızda yeniden hastaneye yatış oranlarının çok yüksek olduğunu görüyoruz. Türkiye’de ise Kovid’e bağlı yeniden hastaneye yatış oranları o kadar yüksek değil. Sağlık sistemi ve (tedavi) algoritmalara çok güzel uyulması, belli bir tedavi protokolünün uygulanması ile ilgili. Taburcu olduktan sonra belli süre içerisinde kötüleşip tekrar hastaneye yatış oranlarımız en fazla yüzde 5-10 düzeyinde” dedi.

    Prof. Dr. Tükek, yeniden hastaneye yatışların bizde bu kadar düşük oranda seyretmesinin Türkiye’deki tedavi başarısıyla da ilgili olduğunu vurgulayarak “Tedavi uyumu, yani hem hastaların da buna uymuş olması, hem de hastanelerin hastaları gerçekten etkin izlemi ve takip etmesiyle bu kadar uzun süreli ve kronik sorunlar görmüyoruz biz hastalarda. Yani bu konuda dünya ile orantılı değil bizdeki sonuçlar” diye konuştu.

    “KORTİZON VE KAN SULANDIRICILAR İKİNCİ DALGADAKİ BAŞARIYI ARTIRDI”

    Geçtiğimiz Mayıs ayında açılan Kovid İzlem Merkezi’nde takip edilen 3 bin 300 hastadan elde ettikleri verilere de değinen Prof. Dr. Tükek, “Bunlardan 1300-1400 kadarı, son 6 aylık kontrollerini tamamlamış durumda. İlk zamanlarda en çok görülen semptomlarla ikinci dönem görülen semptomlar arasında da değişiklikler olduğunu fark ettik. Değişen tedavi protokollerinin de katkısıyla bu farklılaşma oldu. En çarpıcı özellik, tedaviye kortizon eklenmesiyle oldu. İkinci dalgada, ilk dönemde gördüğümüz akciğerdeki o uzun süre devam eden problemlerin azaldığını fark ettik. Özellikle akciğer grafisinde gördüğümüz akciğer dokusundaki fibrotik değişimlerin (doku sertleşmesi) azaldığını gördük. Yani Favipiravir, kortizon ve kan sulandırıcı tedavisi alan hastalarda birinci döneme göre akciğer yönünden oldukça iyileşme olduğunu gördük” diye konuştu.

    “KOVİD, DAHA ÇOK KADINLARDA SAÇ DÖKÜLMESİNE YOL AÇIYOR”

    Kovid tedavisi görmüş hastalarda yakın zamanda gözlemlenen en ilginç bulgulardan birinin de saç dökülmesi olduğuna işaret eden Prof. Dr. Tükek, bunun nedeninin henüz tam olarak tespit edilemediğini belirtti. Tükek, “Özellikle kadın hastalarımızda saç dökülmesi sorununa yüzde 10’lara varan bir oranda rastlamaya başladık. Altında yatan farklı mekanizmalar olabilir diye düşünerek demir eksikliği anemisi ve hipotiroidi de araştırdık. Ama bunların da olmadığını gördük. Bunlar yokken bile saç dökülmesi oluyordu. Bir de nedenini tespit edemediğimiz sırt ağrıları en çok gördüğümüz ikinci semptom. Gerçekten 3 aydır devam eden ve yüzde 10 civarı hastamızda izlediğimiz bir sırt ağrısı yakınması dikkat çekiciydi. Bunun da tam olarak neden olduğunu açıklayamıyoruz. Yani o bölgenin görüntülemelerinde de herhangi bir sorun yok” dedi.

    “HASTALAR KAN SULANDIRICILARINI UYGUN SÜREDE KULLANMALI”

    En önemli sorunlardan birinin de Kovid geçiren hastalarda yükselen damar tıkanıklığı riski olduğunu anlatan Prof. Dr. Tükek, bunda, taburcu olan hastaların bazen 1 buçuk ay boyunca devam etmesi gereken kan sulandırıcı tedavisine yeterince uyum sağlamamasının da etkili olduğunu vurguladı. Tükek, “Kan sulandırıcı tedaviler uygun bir şekilde hastalara verildiğinde bunun azaldığını gördük. Ama zaman zaman maalesef bu unutuluyor ya da hastalar tedaviye yeterince uymuyor. Bu ilaçları uygun süre kullanmayanlarda beyin damar tıkanıklıkları, kalp damar tıkanıklıkları ve bacak damar tıkanıklıkları çok daha fazla görülüyor. 1-1,5 ay bu kan sulandırıcılara devam edilmesi gerekebiliyor. Hastalar bu anlamda iyi takip edilmediğinde gerçekten bu tip sonuçlar gözlemliyoruz. Bu da aslında hastanın hayatını daha sonraki dönemlerde tehdit eden bir durum. Felç geçirebilir, akciğer embolisi gelişebilir, akciğerde uzun süreli kalıcı sorunlara neden olabilir” diye konuştu.

    “1-2 YIL İÇİNDE KALP HASTALIKLARINDA PATLAMA OLACAK”

    Kovid salgınının; sadece virüsün etkisiyle değil, kısıtlamalar nedeniyle de sedanter (hareketsiz) bir hayata geçilmesi sonucu, önümüzdeki süreçte kalp damar hastalıklarında ciddi bir artışa yol açacağını düşündüğünü söyleyen Prof. Dr. Tükek uyardı. Tükek, “Maalesef bu süreçte çoğu insan hem hareketsiz bir hayata geçti hem de ev ortamında sağlıklı beslenmeyi göz ardı etti. Hareket azlığı ve bu sağlıksız beslenmenin yaratmış olduğu riskin yanı sıra kaygı ve stresin yaratmış olduğu anksiyete de var. Kovid hastalarında anksiyete de çok sık görülüyor uzun vadede. Tüm bunları birleştirdiğimizde, 1-2 sene sonra kalp hastalıklarında patlama olması kaçınılmaz. Kardiyologlara çok iş düşecek önümüzdeki süreçte” ifadelerini kullandı.

    “AŞIDA EMNİYET EN ÖNEMLİ KONU”

    Geçtiğimiz hafta dünyada da önemli bir tartışma gündemi olan “mRNA aşılarına bağlı ölüm tartışmaları” hakkında da önemli bilgiler veren Prof. Dr. Tükek, “Tüm aşıların Faz 3 sonuçları çok erken açıklandı. Küresel boyutta büyük bir salgın olduğu için erken açıklama ihtiyacı hissedildi. Hiçbirisinin Faz 3’ü tamamlanmadan açıklamalar yapıldı. Orada tabii mRNA aşılarının daha etkin olduğu görüldü. Zaten bekliyorduk öyle bir şey. Yüzde 95 üzerinde etkinlik açıklanmıştı. Tabii insanlar bunu görünce, haklı olarak ‘Yüzde 95 koruyorsa niçin bu aşıdan olmuyoruz?’ gibi bir fikre kapıldılar. Ama emniyet daha önemli aslında aşılarda. İki ayaklı bu, birincisi güvenli (emniyetli) olacak aşı, ikincisi de etkin olacak. Etkinlik anlamında tamam, kendilerini ispat ettiler ama güvenlik anlamında biraz daha zamana ihtiyaçları olduğunu gördük. Özellikle alerji yapıcı etkileri çok fazla” diye konuştu.

    “İNAKTİF AŞIDA BU RİSK DAHA DÜŞÜK”

    Alerjik reaksiyonların mRNA aşılarının Faz 3 çalışmaları sırasındaki aşılamalarda da tek tük görüldüğünü ve o günlerde alerjisi olanların bu aşıları yaptırmaması yönünde açıklama yapıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Tükek, “Toplum aşılamalarında çok sayıda insanı aşılama sırasında, alerjisi az da olsa olanlar, maalesef bu aşı (mRNA) sırasında, belki de gerekli tedbirler alınmadığı için vefat ettiler. Tabii iyice araştırılması da lazım. Yani illa ki aşıdan mı oldu, değil mi henüz onu da tam söyleyemiyorlar. Ama alerjisi olanların bu aşıyı yaptırmamaları konusunda uyarı var, o zaten çok net. Anafilaksi yapma ihtimali çok yüksek. Çin aşısında da var alerji riski ama çok çok düşük. Biz zaten aşı yaparken çok dikkat ediyoruz. Her türlü tedbiri alıyoruz. Anafilaksi dediğiniz tablo zaten ilk 30 dakika içerisinde gerçekleşiyor. 2 saat içerisinde olanı da var ama o, çok çok daha nadir. Bu esnada gerekli tedbirleri alırsanız, hastayı sağlık merkezinde tutarsanız, 30 dakika geçtikten sonra pek bir sorun kalmıyor. Şu ana kadar (Çin aşısı ile) 1 milyondan fazla aşılama yapıldı bizde ve yani ölüm ya da herhangi ciddi bir sorun da bildirilmedi” şeklinde konuştu.

    “ÖĞRETMEN VE AKADEMİSYENLER UNUTKANLIKTAN ŞİKAYETÇİ”

    İstanbul Tıp Fakültesi Kovid İzlem Merkezi’nde görev yapan Dr. Huzeyfe Arıcı ise Kovid geçirmiş hastaların üç aylık periyodik kontrollerini gerçekleştirdiklerini söyleyerek hastaların kan, akciğer görüntüleme gibi tetkiklerle izlendiğini ve en sık rastladıkları şikayetin nedensiz sırt ağrısı olduğunu belirtti. Dr. Arıcı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hastaların bize gelişte en sık söyledikleri şikayetler halsizlik yorgunluk, çabuk yorulmak. Ancak son dönemde dikkatimizi çeken bir diğer şikayet de saç dökülmesi oldu. Özellikle genç hastalarda daha sık duyuyoruz bu şikayeti. Hastalar Kovid geçirdikten sonra, daha önce olmayan ve yeni başlayan saç dökülmesi şikayetinden muzdarip oluyorlar. Bir diğer şikayet de sebebi bilinmeyen sırt ağrısı. Uzun sürüyor, 3-4 ay kadar. İki kürek kemiği arasındaki ağrıdan bahsediyorlar tipik olarak. Tabii bunun mekanizması tam olarak bilinmiyor ama ağrı kesici tedavi verebiliyoruz. Son dönemde gördüğümüz bir diğer şikayet de unutkanlık. Özellikle öğretmen, akademisyen gibi meslek gruplarındakilerin farkındalığı daha yüksek olduğu için sanırım, meslekleri gereği bu şikayetleri bize daha çok söylüyorlar.”

    “İŞ ARKADAŞIM SAÇLARINI KAZITIP GELMİŞTİ”

    Geçen yıl Mayıs ayında Kovid geçiren tekstil işçisi Ramazan Tezer de (42) saç dökülmesi yaşadığını söyleyerek “14 gün evde tedavi gördüm. Saçlarımda dökülme oldu, eskiye nazaran çok fazla dökülüyordu. Bu ay iş yerimizde de 20-25 arkadaşımız Kovid geçirdi. Bir tedavisi bittikten sonra işe saçlarını kazıtıp gelmişti. 3 numara kestirmişti. ‘Niye yaptın?’ dedim, ‘ Koronadan sonra saçlarım çok dökülmeye başladı, o yüzden kısalttım dedi’ Çabuk yorulma bende de hala devam diyor” şeklinde konuştu.

  • Covid-19 kalpte hasar oluşturuyor

    Covid-19 kalpte hasar oluşturuyor

    Covid-19’un akciğerlerin yanı sıra; kalpte de önemli hasar oluşturabildiğine dikkat çeken Kardiyolog Dr. Bilal Çuğlan, “Koronavirüsün, kalp zarı iltihabı, kalp kası hasarı, kalp krizi, kalp yetmezliği, ritm bozukluğu ve ani kardiyak ölüm gibi pek çok kalp rahatsızlığına neden olduğu saptanmıştır.” diyerek kalp rahatsızlığı olanların tedbiri elden bırakmaması uyarısında bulundu.

    Dünyada ve Türkiye’de en fazla ölüme sebep olan ve yaşam kalitesini düşüren kalp ve damar hastalıklarının önlenebilir nitelikte olduğu konusunda toplumsal farkındalığı artırmak için Dünya Kalp Federasyonu tarafından 2000 yılından bu yana her yıl 29 Eylül günü ”Dünya Kalp Günü” olarak kabul ediliyor. Beykent Üniversitesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Bilal Çuğlan da, 29 Eylül Dünya Kalp Günü nedeniyle, kalp hastalıklarının Covid-19 ile ilişkisine dair açıklamalarda bulundu.

    ÖLÜMLERİN YÜZDE 40’INI OLUŞTURUYOR

    Kalp ve damar hastalıklarının, Türkiye’de ölümlerin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturduğunu hatırlatan Dr. Çuğlan, ”Ayrıca, ülkemizde diğer Avrupa ülkelerine oranla kalp krizi daha sık yaşanmaktadır ve bunların yarısından fazlası ise hastaneye ulaşamadan hayatını kaybetmektedir. Her yıl dünyada 17.5 milyon insan kalp damar hastalıklarından dolayı hayatını kaybetmektedir. Ülkemizde ise 2019 TÜİK verilerine göre, yaklaşık 160 bin kişi kalp ve damar hastalıkları nedeniyle hayatını kaybetmiştir.” bilgisini paylaştı.

    EN ETKİLİ YÖNTEM: BİRİNCİL KORUMA

    Kardiyoloji Uzmanı Dr. Bilal Çuğlan, kalp damar hastalıklarına bağlı ölümleri azaltmanın ilk ve en etkin adımının birincil koruma olduğunu söyledi.

    Dr. Çuğlan, birincil koruma yöntemlerini şu sözlerle açıkladı:

    ”Birincil koruma olarak; sağlıklı ve dengeli beslenme, tütün ve alkol kullanımının azaltılması ve yeterli düzeyde fiziksel aktivite gibi yaşam tarzı değişikliklerinin yanında diyabet ve hipertansiyon gibi hastalıkların kontrol altında tutulmasıyla kalp damar hastalıklarına bağlı ölümlerin büyük oranda önlenebileceği saptanmıştır. Kardiyovasküler risk faktörlerinin kontrolü için özellikle 40 yaş üstü bireylerde kardiyovasküler riskin hesaplanması ve bununla birlikte beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri ile kalp damar hastalıklarının gelişimi veya ilerlemesi azaltılabilir. Ayrıca, tütün kullanımı, kalp damar hastalıklarının gelişiminde çok ciddi rol almaktadır. Kalp damar hastalıklarından korunmak, çocukluk çağından başlanarak yapılan sağlıklı beslenme ve düzenli hayat tarzı değişikliklerini benimsenmesi ile sağlanabilir. Özellikle; beslenme olarak Akdeniz mutfağının seçilmesi kalp açısından en sağlıklı beslenme şeklidir. Sağlıklı beslenme olarak; deniz ürünleri, badem, fındık gibi kuruyemişler, işlenmemiş tahıllar ve az yağlı süt ürünlerinden zengin, doymuş yağ oranı yüksek hazır gıdalar, kırmızı et, kızartma, şekerli ve unlu besinlerden fakir bir diyet tercih edilmelidir.”

    COVID-19, KALP HASTALIĞINI YANINDA GETİRİYOR

    Dünya Kalp Günü için her yıl farklı bir tema kullanıldığını ve bu yılın temasının Covid-19 pandemisi üzerinden belirlendiğini ifade eden Çuğlan, ”Tüm dünyada yaklaşık 1 milyon ölüme neden olan ve milyonlarca insanda sekel bırakan koronavirüsün önemli hasar bölgelerinden biri de kalp tutulumudur. Bu hastalık seyrinde sürekli akciğer bulguları ön planda olmasına rağmen, çoğu hastada kalp hastalıkları da sık görülmektedir.” diye konuştu.

    Kardiyolog Dr. Bilal Çuğlan şöyle devam etti;

    “Koronavirüsün, kalp zarı iltihabı, kalp kası hasarı, kalp krizi, kalp yetmezliği, ritm bozukluğu ve ani kardiyak ölüm gibi pek çok kalp rahatsızlığına neden olduğu saptanmıştır. Koronavirüs enfeksiyonu geçiren hastaların yaklaşık yüzde 20’sinde en az bir kardiyak problem tespit edilmiştir. Ayrıca, Covid-19 enfeksiyonu geçiren hastaların yaklaşık dörtte biri kalp krizi veya kalp yetmezliği semptomları ile hastaneye başvurmuşlardır. Kalp kası hasarı gelişen hastalarda daha sonra ritm bozuklukları ve kalp yetmezliği gelişebilmektedir. Bu hastalarda, virüs enfeksiyonuna bağlı oluşan hipoksi, inflamatuar stres ve metabolik anormalliklere bağlı olarak hastaneye yatırılan hastaların yaklaşık yüzde 20’sinde, yoğun bakıma alınan hastaların ise yaklaşık yarısında aritmiler gelişmiştir. Bununla birlikte, daha önce kalp krizi geçirmiş olanlar ile kalp yetmezliği mevcut olan hastalar Covid-19 enfeksiyonunu daha ağır ve ciddi olarak yaşamaktadırlar. Ayrıca; atletlerde bu komplikasyonlar fark edilmediğinde, ağır spor sırasında kalp krizi gelişebilmektedir.”

    DOKTOR TAVSİYESİ OLMADAN TEDAVİ DEĞİŞİKLİKLERİ RİSKLİ

    Kardiyoloji Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Bilal Çuğlan, Covid-19 enfeksiyonu geçiren hastaların çoğunda kalp hasarı bulgusu tespit edildiğini ve bu hasarlardan korunmak için alınan önlemlere, kalp hastalığı bulunan hastaların daha sıkı uymaları gerektiğini şu sözlerle aktardı:

    ”Bu süreçte, kronik kalp hastalarının ilaçlarını düzenli alması ve doktor tavsiyesi olmadan kesinlikle değişiklik yapmamaları gerekmektedir. Özellikle; Sağlık Bakanlığı tarafından sürekli vurgulanan 14 kurala mutlaka uyulmalıdır. Maske, mesafe ve hijyen ile bu süreçte kendimizi korumalıyız. Koronavirüs için aşı veya tedavi bulunana kadar, tüm önlemleri alarak aynı zamanda kalp sağlığımıza da korumuş olacağız. Kalp hastalıklarının gittikçe arttığı bir dünyada, doğru risk yönetimi ve alınacak önlemlerle bu artışı azaltabiliriz. Kalp hastalıkları için oluşan risk faktörlerini yaşam tarzı değişikliği, beslenme alışkanlıklarının değişikliği ve salgın sürecinde korunma ile azaltabiliriz ve kalp sağlığımızı daha iyi koruyabiliriz. Kendimizi korumak aynı zamanda kalbimizi ve sevdiklerimizi de korumaktır.”