Etiket: Karadeniz Teknik Üniversitesi

  • Enfeksiyonla mücadelede

    Enfeksiyonla mücadelede

    Hastane enfeksiyonlarında kullanılmak üzere üretilen hijyenik LED lambalar enfeksiyon sayılarını azaltmada ön plana çıkarken, Prof. Dr. Gürdal Yılmaz, gün ışığı teknolojisine sahip hijyenik LED ışığının gerek havada gerek ışığın vurduğu yüzeydeki mikroorganizmaları öldürdüğünü veya çoğalmalarını engellediğini ve böylece enfeksiyon sayılarının azaldığını belirtti.

    Hastanenin özellikli servislerinde, hijyenik LED ışık kullandıklarını ve hastaların enfeksiyon oranlarında düşüş gördüklerini kaydeden Yılmaz, gün ışığı teknolojisine sahip Hijyenik LED ışığının gerek havada gerek ışığın vurduğu yüzeydeki mikroorganizmaları öldüren veya çoğalmalarını engelleyen bir ışık olduğunu söyledi. Yılmaz, “Işık teknolojisi nispeten yeni ama eskiden beri tedavi amaçlı olarak kullanılan bir yöntem. Eski Mısırlılar’ın, hastalarını gün ışığına çıkararak tedavi ettiklerini, yine eskiden özellikle tüberkülozlu hastaların güneşe çıkartılarak gün ışığından faydalanılarak tedavi edildiğini biliyoruz. Işığın insan sağlığına ve hijyene katkı sağladığı muhakkaktır. Işık, açıkça, dünya üzerindeki yaşamın anahtarıdır. Işık, insan da dahil olmak üzere çok sayıda türün yaşamlarını değişen dış veya çevresel koşullara göre ayarlamasına izin veren içsel saatleri ayarlayarak etki yapar. Onlarca yıl önce dile getirilen öneriler doğrultusunda, ışık, işlevsel olarak bir ilaç eşdeğeri olarak düşünülmelidir.

    Bu bağlamda, ışığa maruz kalmanın zamanlaması, kalitesi (dalga boyu) ve miktarı (doz) insan sağlığı ve hastalığı için kritik derecede önemli olabilir. 2017 Nobel Tıp Ödülü, ışığın renk sıcaklığından ve yoğunluğundan etkilenen sirkadiyen ritim üzerine yapılan araştırmalara verildi. Işık aslında bir hayat, bunun için bilim insanları son dönemlerde ışık teknolojisiyle mikroorganizmaları nasıl yok ederiz? diye düşünmeye başladılar. Özellikle antibiyotiklere dirençli mikroorganizmalar bilim insanlarını mikroorganizmalarla mücadelede doğal yolların araştırılmasına yol açtı. Ultraviyole ışıklar ve mavi ışığın canlıların olduğu ortamda kullanılamaması nedeniyle gün ışığı teknolojisinin mikroorganizmalar üzerindeki etkisi araştırılması gündeme gelmiş ve gün ışığındaki gerek frekans gerek dalga boylarının ayarlanmasıyla mikroorganizmaları öldürücü düzeylerde ışın sağlanarak ışığın etkinliği ispatlanmıştır. Bu konuda dünyada birçok çalışması yürütülmekte olup ülkemizdeki çalışmalar sonucunda elde edilen ürünün etkinliği laboratuvar şartlarında kanıtlanmıştır” dedi.

    “Evlerde özellikle kişilerin bir arada oldukları oturma odaları, lavobalar, yatak odalarında kullanılmasını öneriyoruz”

    “Ülkemizde yapılmış teknolojilerden birini üniversite olarak hem aydınlatma amaçlı hem de dezenfeksiyon amaçlı hastanemizin riskli ünitelerinde kullanmaktayız” diyen Gürdal “Gerek havadaki mikroorganizmaları yok etmesi (özellikle salgın döneminde damlacıkla bulaşan enfeksiyonları önlemek) gerekse de ışığın vurduğu yüzeydeki temasla bulaşan mikroorganizmaları yok etmesi bu ışığın kullanımındaki en önemli avantajları oluşturmaktadır. Bu teknolojiyi Rektörlüğümüz ve Başhekimliğimizin katkılarıyla geçen yılın Temmuz ayında itibaren hastanemizin özellikli servislerinde, enfeksiyon ve yoğun bakım ünitelerinde kullanıyoruz. Bu teknolojiyle birlikte başta damlacıkla bulaşan solunum yolu enfeksiyonları, kateter enfeksiyonları ve cilt-yumuşak doku enfeksiyonlarının azaldığını tespit ettik. Bu ışık teknolojisi ileride belki daha da iyi geliştirilerek daha etkin halde kullanılacaktır. Ayrıca bunun ampul formları da var. LED ampulleri tekrarlayan enfeksiyon hastalıkları olan kişilere öneriyoruz. Bu kişiler bu ampulleri evlerinde kullanmaktalar ve bu kişilerde enfeksiyon tekrarlama sayısının azaldığına şahit oluyoruz. Bu konuda klinik çalışmalar devam ediyor. Evlerde özellikle kişilerin bir arada oldukları oturma odaları, lavobalar, yatak odalarında kullanılmasını öneriyoruz. Tekrarlayan enfeksiyonu olan hastalar, kanser hastaları ve yatalak durumda olan hastalarda yeni enfeksiyonların gelişimini önlemek çok önemlidir” şeklinde konuştu.

    Hijyenik LED ışıkların İstanbul, Ankara ve İzmir’de birkaç merkezde kullanıldığını hatırlatan Yılmaz, “Ülkemizde çeşitli merkezlerde bulunduğunu biliyoruz. Biz yoğun bakımlarda ve kliniklerde kullanarak klinik çalışmasını yapan ilk merkeziz diyebiliriz. Klinik çalışma yapan birkaç merkez daha var, ancak bizim çalışmamız büyük çaplı bir klinik çalışma ve önümüzdeki ay sonunda çalışmayı sonlandıracağız. Temmuz ayı itibariyle de 12 aylık sonuçlarımızı rapor olarak düzenleyeceğiz. Özellikle ciltten bulaşan enfeksiyonlar, kateter enfeksiyonlar için belirgin bir azalma olduğunu söyleyebiliriz. Solunum yoluyla bulaşan enfeksiyonlarda ışığın kullanıldığı servislerde enfeksiyonlar daha az karşımıza çıkıyor. Hem aydınlatma amaçlı hem de dezenfeksiyon amaçlı kullanılabilecek güzel bir ürün olarak düşünüyoruz. Yaygınlaşma noktasında dünyada yaygınlaşmaya başladığı haberlerini alıyoruz. Çeşitli ülkelerde bu teknolojinin kullanıldığı bilgileri var ve biz de bu konuda ki ilk klinik çalışmayı yayınlamayı planlamaktayız” ifadelerini kullandı.

  • ‘Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği ve Türkiye’

    ‘Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği ve Türkiye’

    Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. İsmail Köse, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bağcı ve Dumlupınar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Altay Tayfun Özcan’ın konuşmacı olarak katıldığı panelde konuşan Rektör Prof. Dr. Hamdullah Çuvalcı “Doğu ve batı arasında köprü, kuzey ve güney arasında bir kavşak noktası olan Karadeniz, asırlardır doğu ile batı medeniyetlerinin odak ve çatışma noktası olmuştur. Özellikle 20. yüzyılın sonuna doğru Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte yeniden şekillenen Karadeniz, jeopolitik önemi nedeniyle bir kez daha küresel güçlerin ilgi alanına girmiştir. Karadeniz’in hâkimiyeti ve kontrolü; Avrupa, Balkanlar, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Avrasya bölgeleri için jeostratejik önem taşımaktadır. Diğer taraftan yeni dünya düzeninde güvenlik, enerji, ekonomik ve siyasi rekabetin pekiştiği Karadeniz, dünyanın ticaret merkezlerinden biri olmakla birlikte jeopolitik konumuyla enerji koridoru görevini de üstlenmektedir. Türkiye’nin Karadeniz’deki rolü son derece kritiktir. Doğu ve batı arasında kalan Karadeniz’in anahtarı, jeopolitik konumu nedeniyle Türkiye’nin elindedir. Bölge ülkelerinin deniz yoluyla Afrika, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya çıkış kapısını Türk Boğazları oluşturmaktadır. Karadeniz’e kıyıdaş devletler, Türk boğazları ve Karadeniz, birbirleriyle bütünleşen stratejik geçiş noktalarıdır. Bu noktada Montreux Boğazlar Sözleşmesi ön plana çıkmaktadır. Montreux Boğazlar Sözleşmesi, kıyıdaş devletlerin güvenliği ve refahı bakımından önemli olmakla birlikte Türkiye’nin bölgede öne çıkan aktör olmasını da sağlamaktadır” diye konuştu.


    Prof. Dr. İsmail Köse ise yaptığı konuşmada “Türk cihan mefkûresinde Boğazlar ve Karadeniz’in önemini anlayabilmek için 1453 yılındaki fetihten sonra buraların, Osmanlı’nın egemenliğine girdiği düşünülür ki esasında düzeltilmeye muhtaç bir bilgidir. 1484 yılında Kefe ve Taman’ın fethinden sonra Karadeniz artık bir Türk gölü olmuştur. 1453 sonrasında Osmanlı Devleti, 300 yıl Bağazlar’a hükmedebildi ta ki 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar Boğazlar’ı kim kontrol ediyorsa Karadeniz’i de kontrol ediyordur. Bu Türk kontrolü, 1484 yılında başlayan mutlak kontrol, 1774 yılına kadar devam eden, bundan sonra da uluslararası politikanın gereği doğrultusunda dönem dönem paylaşılan dönem dönem Mondros Mütarekesi zamanında olduğu gibi işgal altında olan ve 1936 yılından itibaren de büyük oranda yine Türkiye’nin güvenlik kaygılarını Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile koruyacak şekilde gelişen bir kontrolden söz ediyoruz” dedi.

    Panelde son olarak konuşan Ortadoğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bağcı ise “Bizim, Karadeniz’den Asya’ya ve oradan da bu tarafa doğru bakmamız; yeni dengeleri, yeni bakış açılarını ve yeni felsefi yaklaşımları da beraberinde getiriyor. O nedenle özellikle hem Osmanlı Devleti tarihini hem Rusya’yı hem de yeni aktörler olan ABD ve Çin’i iyi bilmek lazım. Bu açıdan değerlendirdiğimizde özellikle Karadeniz’in, bizim için ne anlam ifade ettiğine bakmamız gerekir. Bu nedenle gençlerimiz, öğrenci arkadaşlar, ne yapın yapın Montrö Antlaşması’nı iyi bilin. Bu antlaşma, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı en önemli antlaşmalardan biridir. Boğazlar’ın kontrolünün bizde olması, çok önemli bir şey. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı başladıktan sonra birdenbire Montrö Anlaşması’nın ve Karadeniz’in öneminin ne olduğunu ve ne olabileceğini daha iyi görmeye başladık” ifadelerini kullandı.

    Panel panelistlere plaket takdim edilmesi ve çekilen hatıra fotoğrafı ile sona erdi.

  • Dünya ikincisi olan ekip üyeleri döndü

    Dünya ikincisi olan ekip üyeleri döndü

    KTÜ-Ortahisar Creatiny RoboTeam Takımı üyeleri, mutluluklarını “Ülkemizi temsil etmek ve gururlandırmak adına çıktığımız bu güzel yolda bizleri desteklediğiniz, bu süreçte üretken gençlerin yanında olduğunuz ve bu yolda bizleri yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederiz” sözleriyle paylaştı.

    KTÜ-Ortahisar Creatiny RoboTeam Takımı üyelerinin, yarışma için gerekli teçhizat ve donanımı üzerinde barındırabilecek şekilde katamaran gövde formunda tasarladığı araç, Ares Tersanesi’nde üretildi. Gemide kullanılan sevk sistemi (utras itici) lityum iyon piller ve güç dağıtım sistemi, Degz Robotics tarafından ekibe hediye edildi. Otonom teknenin elektronik ve yazılım ile ilgili ihtiyaçları, geçtiğimiz yıl takımın elde ettiği 1.’lik neticesinde Armelsan tarafından temin edildi. Amerika’ya gidecek olan 5 kişilik ekibin gidiş-dönüş uçak biletleri ve vize masrafları, Ortahisar Belediyesi tarafından karşılandı.


    Yarışmaya katılan Creatiny RoboTeam üyelerinden Ceren Yedican, yaptığı açıklamada “Geçen sene Savunma Sanayii Başkanlığı’nın istekleri, biraz daha askeri amaçları hedefliyordu. Mesela su jetinde yüksek hızlara çıkmak öngörülerimizden biriydi, onu da sağladık. Geçen sene çok hızlı bir teknemiz vardı. Bu seneyse yarışmada biraz daha yüksek alan ve stabilitesinin artmasını istediler. Bu sebepten dolayı tek gövdeli bir tekneden katamaran tipi iki gövdeli, stabilitesi biraz daha yüksek, bize yüksek yüzey alan imkânları sunan bir tekne tasarımına geçiş yaptık. Arkadaşlarımızla böyle bir tekne tasarlayıp bunun üzerine diğer çalışmalarımızı devam ettirdik.

    Teknemiz şu anda istediğimiz alet ve ekipmanları üzerine ve içerisine yerleştirebileceğimiz büyüklükte. Bize pek çok istediğimiz alet ve edevatlar için alan imkânı sunuyor. Bunun yanında elektronik anlamdaki ağırlık gibi sıkıntılarımızı da çözebiliyor. Çünkü gövde gayet hafif. Üzerine elektronik donanımları yerleştirdiğimizde de batma oranı yine tekneyi denizde sorun çıkartmayacak şekilde yüzebilir durumda kılıyor. Teknede Degz Robotics tarafından üretilen bizlere de hediye edilen ultras iticiler kullanıldı. Bu iticiler şu an tekneyi gayet yeterli güçte itebiliyorlar. Teknemiz bu sene yaklaşık 40 kilo ağırlığında ve şu an hızı yarışmadaki diğer teknelere nazaran çok yüksekte. Yarışmada pek çok arkadaşımıza göre güzel bir zaman diliminde tamamladık parkurları” dedi.

    Yarışmaya Türkiye’den katılan tek takım olduklarını söyleyen Ceren Yedican ise “Yarışmaya başvuru yaptığımız süreçte 28 farklı takım vardı. Bu 28 takımın bazıları sanırım diğer takımları gördükten sonra vazgeçti. Bazıları da vize sorunu yaşamışlar. Amerika’ya girişler biraz zor. Onun dışında, orada yarışan 19 takımdık. 19 farklı ülkeden arkadaşlarımızla tanıştık, bir arada yer aldık, bir şeyler öğrendik ve birbirimize bir şeyler kattık. Yarışma tamamlandı ve dünya ikincisi olduk” diye konuştu.


    Yarışmaya katılan ekipten Abdullah Kırmızıyüz ise projelerinin geçen sene de ödül aldığını hatırlattı. Kırmızıyüz, “Takımımız geçen sene Savunma Sanayii Başkanlığı’nın düzenlediği ‘Roboik’ insansız su üstü araçları yarışması için kuruldu. Bu yarışmada aldığımız dereceden sonra gözümüzü daha büyük hedeflere diktik ve Amerika’da, Amerikan Donanması tarafından düzenlenen ‘RoboBoat’ yarışmasına katıldık. Geçen seneki gibi bu sene de 10 kişilik bir ekibimiz var ama ekibimizin arkasında ‘Creatiny’ topluluğumuz var. Hep beraber bu projeleri beraber geliştiriyoruz. Bu sene katıldığımız yarışmada da, ilk senemiz olmasına rağmen güzel bir derece aldık.

    Önümüzdeki zamanlarda da bu projeyi şirketleştirme aşamasına sokmayı düşünüyoruz. Kurduğumuz bu platformun üzerine eklemek istediğimiz daha yeni teknolojiler var, bunları deneyeceğiz. Bu sene katıldığımız yarışma 13 senedir düzenleniyor. Seneye de tekrar katılmayı düşünüyoruz. Tabii ki de birinciliği hedefliyoruz seneye de. Bu yarışmanın bir üst seviyesi var ‘RobotX’ diye. Bunda da daha büyük bir gemi üzerinde bir otonom sistem denememizi istiyorlar. Böyle hedeflerimiz var” ifadelerini kullandı.

  • “Denizlerimiz hızla kirleniyor”

    “Denizlerimiz hızla kirleniyor”

    Karadeniz Teknik Üniversitesince (KTÜ), ekolojik sorun olan deniz çöplerinin azaltılması amacıyla hazırlanan “Karadeniz Ekosisteminin Korunması için Toplumsal Farkındalığın Artırılması ve Deniz Çöplerinin Azaltılması Projesi” (LitOUTer) çerçevesinde KTÜ DENAR-1 bilimsel araştırma gemisinde deniz dibinde atık toplama çalışmaları yapılarak, Karadeniz’in atık kaynak bilgileri çıkartıldı.


    Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan’ın da ortak olduğu projenin Türkiye ayağındaki çalışmalar son bulurken, projenin Türkiye yürütücüsü Doç. Dr. Coşkun Erüz, denizlerin her geçen gün kirlendiğine dikkat çekerek 2050 yılında dünyada denizlerde balıktan çok plastik atık olacağını söyledi.
    KTÜ Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi liderliğinde, Türkiye’nin yanı sıra Karadeniz’e kıyısı olan Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan’ın da ortak olduğu Avrupa Birliği (AB) destekli ‘Karadeniz Ekosistemini Korumak İçin Toplumsal Farkındalığı Artırarak Deniz Çöplerini Azaltma (LitOUTer)’ araştırma ve toplumsal farkındalık projesi hayata geçirildi.


    Proje çerçevesinde Karadeniz’de artan çevre kirliliği, oşinografi, Karadeniz’de balık ve diğer deniz canlı türleri, doğal kaynakların incelenmesi ve sorunların çözümüne yönelik araştırmalar yürütüldü. Proje çerçevesinde KTÜ DENAR-1 bilimsel araştırma gemisinde, deniz dibinde atık toplama çalışmaları yapılarak akademisyenler tarafından uluslararası kriterlere göre ayrıştırıldı. Karadeniz’in atık kaynak bilgileri çıkartılıp, deniz çöplerinin nasıl dağılım gösterdiği ortaya konuldu. Projenin Türkiye ayağında yapılan çalışmalar son bulurken, paydaş ülkelerin akademisyenlerinin de katılımı ile kapanış programı düzenlendi.

    “Denizin üstü temiz görünse de aslında dibi inanılmaz bir şekilde kirlendi”

    Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Mühendisliği Öğretim Üyesi ve projenin yürütücüsü Doç. Dr. Coşkun Erüz, denizin üzeri temiz görünse de dibinin inanılmaz kirli olduğunu ve kirlenmeye de devam ettiğini ifade ederek” Şu anda 2020 yılında başlayan ve 2023 Mart ayı itibariyle sonlanmış olan Avrupa Birliği projeleri kapsamında desteklenen Karadeniz Teknik üniversitesinin proje lideri olduğu LitOUTer projesinin Türkiye ayağının kapanış etkinliğini gerçekleştiriyoruz. Biz daha önce dağlarda, nehirlerde, göllerde ve kıyılardaki katı atıkları halka göstermiştik. Bugünse burada denizin dibine taşınan, denizin dibinde biriken ve 500 yıl kadar da orada kalacak olan atıkları geri çıkararak insanlara denizin dibinde balıkların yaşaması gereken habitatın ne kadar kirlendiğini, ne kadar sorun olduğunu göstermeye çalıştık.

    Denize atmış olduğumuz direnç aletini gemiye alarak içinden çıkan çöpleri gördük. Amaç şu, attığımız hiçbir şey yok olmuyor, denizin dibine gidiyor, birikiyor ve 2050 yılında dünyada denizlerde balıktan çok plastik atık olacağının bir görüntüsünü göstermek, insanlara sizin aracınıza basın aracıyla farkında kılmak istedik. Denizin üstü temiz görünse de aslında dibi inanılmaz bir şekilde kirlendiğinin ve kirlenmeye de devam ettiğini gösteriyoruz. Bizim projemizin ana sloganı ‘atma’ atmazsak sorun başlamıyor. Atarsak sorun başlıyor ve çözülmesi de imkânsız. İmkansız için uğraşmaktansa birey olarak bize düşen görev bir tek dahi olsa çöpü doğaya atmamak. Atmadığımız da sorun olmayacak. Attığımızda ne olacağını görüyoruz. Canlıdan çok çöp çıkıyor denizin içerisinden” diye konuştu.

  • ‘Klimalar koronavirüsün yayılmasını hızlandırabilir’

    ‘Klimalar koronavirüsün yayılmasını hızlandırabilir’

    Koronavirüssalgınının azalsa da devam ettiğini belirten uzmanlar, yaz aylarında sıcaklara karşı serinlemek amacıyla kullanılan klima ve vantilatörlerin virüsün yayılmasını hızlandırabileceği konusunda uyarıda bulundu.

    Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Aydın, koronavirüs vaka sayısında düşüş yaşanmasına rağmen, salgının devam ettiğini vurguladı. Aydın, yaz aylarının gelmesiyle birlikte serinlemek için kullanılan klima ve vantilatörlerin koronavirüsün yayılımını hızlandıracağı için kullanılmaması gerektiğini söyledi. Klimaların ortamdaki mevcut havayı mekan içinde dağıttığı için hijyenik olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Aydın, özellikle toplu taşıma araçlar ve kapalı mekanlarda bulunacak kişilerin tedbiri elden bırakmaması gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Faruk Aydın, koronavirüs vakalarının azalmasıyla birlikte normalleşme sürecine girdiğini belirterek, “Yaşam şeklimizi buna uygun şekilde düzenlememiz gerekiyor. Salgının yeniden alevlenmemesi için kapalı mekan, araç ve evlerde kullanılan havalandırma ile soğutma sistemlerinin de buna uygun hale getirilmesi gerekir. Ev, iş yeri, alışveriş merkezi, otomobil gibi pek çok yerde klima bulunuyor. Bunlar aynı havayı soğutarak yeniden mekan içine dağıtıyor. Bu sosyal mesafeyi de bozucu, havayı da türbülans yapar şekilde oda ve mekan içinde dolaştıracağından, bulaşın artma ihtimaline sebep olacağı unutulmamalıdır. Bu yüzden klima kullanımına aslında müsaade etmemekte yarar var” dedi.

    ‘VANTİLATÖR SOSYAL MESAFEYİ KISALTIYOR’

    Hastanelerde kullanılan hijyenik klima sistemlerinin havayı 3 ayrı filtreden geçirerek mekana verdiği ve kirli havayı da zemin seviyesinden emerek atmosfere saldığı için güvenli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Aydın, “Ev, otomobil ve mekan soğutmaya yönelik klimalar dışardan hava almaz, mevcut havayı emer, soğutma ünitesinden geçirip soğutur ve tekrar aynı odaya verir. Hava alınıp atılmadığı için havada dolaşan mikroorganizmalar mekanda bulunan insanlar arasında sosyal mesafeyi daraltan bir etki ediyor. O nedenle kullanılmaması gerekiyor. Vantilatör ve benzeri cihazların da aynı şekilde sosyal mesafeyi kısaltacağı için, mikroorganizmaları birbirine bulaştırabileceği için onların da böyle mekanlarda kullanılmaması gerekiyor” diye konuştu.

    ‘TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI RİSK TAŞIYOR’

    Otobüs, dolmuş, taksi gibi toplu taşıma araçlarındaki klima sistemlerinin de koronavirüsü dağıtabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Aydın, “Birbirini tanımayan, farklı yerlerden farklı amaçlarla bir yerden bir yere gitmek isteyen insanların kullandığı bir araç tipi toplu taşıma araçları. Dolmuşlar da bunlardan biridir ve risk devam etmektedir. Dolmuşa az sayıda insan binmesiyle çok sayıda insan binmesi arasındaki farkı ortadan kaldırmış oluyoruz. Çünkü hava hareketini artırıyoruz. Bunun gibi hava hareketlerini düzenleyen cihazların kullanmasına bir süre daha ihtiyaç duyulmayacak şekilde bir yaşam biçimi, yeni bir normal oluşturmamız gerekiyor” dedi.

    ‘KLİMA YAZIN MECBUREN ÇALIŞACAK’

    Vatandaşların çoğu da klimayı yaz aylarında mecburen kullandıklarını söyledi. Koronavirüsün bulaşma riskine karşı klima kullanılan mekanlarda kişilerin kendini güvende hissedemeyeceğini söyleyen Mustafa Aydın, “Hava akımı var ve kirli, mikroplu havayı verebilir. Oradan da mikrop alırız ama klima yazın sıcak havalarda mecburen çalışacak. Ona vatandaşın yapacak bir şeyi yok” dedi.
    Şuayip Akyol da, “Doktorlar klimadan bulaşıyor diyorsa kendimi güvende hissetmem. Girmem öyle yerlere. Doktorlar ne diyorsa doğru diyor. Bunun araştırmalarını onlar yapıyor. Bize de onların söylediğine uymamız lazım” diye konuştu.