Etiket: kaygı

  • Kaygı ile nasıl baş edilir?

    Kaygı ile nasıl baş edilir?

    Kaygı, stresli durumlara karşı vücudun doğal bir tepkisi olup, çoğu zaman tehdit altında olduğumuzda devreye girer. Normal seviyelerde kaygı, hayatta kalmamızı sağlar ve zorluklarla başa çıkmamıza yardımcı olur. Ancak, kaygı yoğunlaştığında ve sürekli hale geldiğinde, bireyin günlük işlevselliğini ve yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir. Aşırı kaygı yaşayan kişiler, sürekli bir endişe, gerginlik, korku veya panik halinde olabilirler. Bu durum, hem zihinsel hem de fiziksel sağlığı olumsuz yönde etkileyebilir ve sosyal ilişkilerden iş hayatına kadar geniş bir yelpazede sorunlara yol açabilir. Neyse ki, aşırı kaygı ile başa çıkmanın birçok etkili yöntemi bulunmaktadır. Bu yöntemler, kaygının yoğunluğunu azaltmaya ve kişinin duygusal dengesini yeniden sağlamaya yardımcı olabilir.

    Kaygının Kaynağını Anlamak

    Aşırı kaygı ile başa çıkmanın ilk adımı, kaygının kaynağını anlamaktır. Genellikle belirsizlikler, gelecekteki olaylar ya da geçmiş travmalar kaygıyı tetikleyebilir. Duygularınızın neye dayandığını fark ettiğinizde, bu duygularla başa çıkmak daha kolay hale gelir.

    Nefes Egzersizleri ve Meditasyon

    Nefes alıp verme teknikleri, kaygıyı azaltmanın en etkili yollarından biridir. Özellikle derin nefes alma egzersizleri, sinir sistemini yatıştırır ve bedenin rahatlamasını sağlar. Meditasyon ve mindfulness uygulamaları da zihni sakinleştirir ve kaygılı düşüncelerden uzaklaşmayı sağlar. Günde sadece 10-15 dakikalık bir meditasyon seansı bile stresi azaltabilir.

    Düşünce Yapılarını Yeniden Çerçevelemek

    Aşırı kaygıya neden olan birçok düşünce, genellikle abartılı veya gerçek dışı olabilir. Bu durumda, bilişsel çarpıtmaları fark etmek önemlidir. Bilişsel davranışçı terapi (BDT) teknikleri, düşüncelerinizin daha gerçekçi ve dengeli olmasına yardımcı olur. Örneğin, “Her şey kötü olacak” gibi olumsuz düşüncelerinizi, “Her zaman işler yoluna girer” şeklinde yeniden çerçeveleyebilirsiniz.

    Kendinize Karşı Nazik Olun

    Kaygı hissettiğinizde, kendinizi eleştirmek yerine, bu duyguların normal olduğunu ve herkesin zaman zaman kaygı yaşadığını kabul edin. Kendinize karşı nazik olmak ve şefkat göstermek, kaygı ile başa çıkmada önemli bir adımdır. Kendinizi suçlamak yerine, bu duyguların geçici olduğunu hatırlatın.

    Fiziksel Aktiviteyi Artırın

    Egzersiz yapmak, bedenin doğal stresle mücadele yöntemlerinden biridir. Fiziksel aktivite, endorfin salgılayarak ruh halinizi iyileştirir ve kaygıyı azaltır. Düzenli egzersiz, hem beden sağlığınızı korur hem de zihinsel rahatlama sağlar. Günlük yürüyüş, yoga, yüzme gibi aktiviteler kaygıyı hafifletmede etkilidir.

    Sağlıklı Bir Yaşam Tarzı Benimseyin

    Uyku, beslenme ve genel yaşam tarzı kaygıyı etkileyen faktörlerdir. Yetersiz uyku kaygıyı artırabilir, bu yüzden her gece yeterince uyuduğunuzdan emin olun. Dengeli beslenmek ve kafein gibi kaygıyı artıran maddelerden kaçınmak da önemlidir. Düzenli öğünler, sağlıklı besinler ve yeterli sıvı alımı, zihinsel ve fiziksel dengeyi korumanıza yardımcı olur.

    Gerçekçi Hedefler Belirleyin

    Kaygı genellikle aşırı beklentilerden kaynaklanır. Kendinize ulaşılması zor hedefler koyduğunuzda, başarıya ulaşmak zorlaşabilir ve bu da kaygıyı artırabilir. Daha küçük, adım adım ilerleyen hedefler belirlemek, başarı duygusu yaratır ve kaygıyı hafifletir.

    Duygularınızı Paylaşın

    Kaygı yaşadığınızda, bu duyguları paylaşmak rahatlama sağlayabilir. Yakın arkadaşlarınızla, ailenizle veya bir terapistle konuşmak, duygularınızı dışa vurmanıza yardımcı olur. Bazen kaygı, yalnızca konuşmakla bile hafifleyebilir, çünkü başka bir bakış açısı size yeni yollar gösterebilir.

    Profesyonel Yardım Alın

    Eğer aşırı kaygı günlük yaşamınızı ciddi şekilde etkiliyorsa, bir uzmandan profesyonel destek almak en doğru adım olabilir. Psikoterapi, özellikle bilişsel davranışçı terapi (BDT), kaygı bozukluklarının tedavisinde oldukça etkilidir. Terapistler, kaygıyla başa çıkmanıza yardımcı olacak teknikler ve stratejiler sunabilirler.

    Uzman Klinik Psikolog Yunus Emre Yıldız,”Sonuç olarak, aşırı kaygı ile başa çıkmak bazen zor olabilir; ancak doğru stratejiler ve tekniklerle bu durum yönetilebilir. Nefes egzersizleri, düzenli egzersiz, bilişsel yeniden yapılandırma ve sosyal destek gibi yöntemler, kaygıyı hafifletmede oldukça etkilidir. Eğer kaygı yaşamınızı olumsuz etkiliyorsa, bir uzmandan destek almayı ihmal etmeyin. Unutmayın, kaygı kontrol altına alınabilir ve doğru yaklaşımlarla yaşam kalitenizi artırabilirsiniz.” dedi.

  • Emzirme sorunlarının nedeni stres-kaygı

    Emzirme sorunlarının nedeni stres-kaygı

    Emzirme süreci, hem anneler hem de bebekler için hayati önem taşıyor. Emzirmenin teşvik edilmesi ve annelere gerekli desteğin verilmesi gerektiğini belirten Medicana Kadıköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Kazibe Koyuncu Demir, “Toplum olarak annelere emzirme konusunda destek olmalıyız. Bu destek, sadece sağlık profesyonelleri tarafından değil aileler, iş yerleri ve sosyal çevre tarafından da sağlanmalıdır” dedi.

    “Emzirme hakkında doğru bilgi alan annenin kendine güveni artar”

    Doç. Dr. Demir, annelerin emzirmeyle ilgili doğru bilgilendirilmesi gerektiğinin altını çizdi: “Psikolojik kaygılar nedeniyle emziremeyen anneler, gerekli destek sağlandığında bu süreci daha başarılı bir şekilde yürütebilir. Bu nedenle, annelere yönelik psikolojik destek, bilgilendirme ve eğitim çalışmaları artırılmalıdır. Toplum olarak annelere her türlü desteği vermeli ve emzirmenin önemini yaygınlaştırmalıyız. Annelerin doğum sonrası dönemde psikolojik destek alması kaygı düzeylerini azaltabilir. Bu destek, profesyonel bir psikolog veya terapist tarafından sağlanabilir. Emzirme konusunda doğru bilgiye sahip olmak, annelerin kendine güvenini artırır. Hastanelerde ve sağlık merkezlerinde verilecek eğitimler, bu konuda önemli bir rol oynar. Aile üyelerinin ve yakın çevrenin desteği, annelerin kaygılarını azaltmada etkilidir. Özellikle eşlerin bu süreçte destekleyici ve anlayışlı olmaları büyük önem taşır.”

    Emzirme sürecinde annelerin karşılaştığı bazı yaygın sorunlara dikkat çeken Doç. Dr. Kazibe Koyuncu Demir, bu sorunların çözüm önerilerini şöyle sıraladı:

    Meme ucu problemleri: “Çatlaklar, yaralar ve ağrılar emzirme sürecini zorlaştırabilir. Bu durumda, doğru emzirme teknikleri ve uygun kremler kullanılmalıdır.”

    Süt yetersizliği: “Bazı anneler sütlerinin yeterli olmadığını düşünebilir. Bu durumda, bebeğin emme sıklığını artırmak ve doğru beslenme ile süt üretimi teşvik edilebilir.”
    Bebekte emme sorunları: “Bebekler bazen emmeyi reddedebilir veya doğru şekilde emmeyebilir. Bu durumda, bir emzirme danışmanından destek almak faydalı olacaktır.”

    Göğüslerde Şişlik ve Enfeksiyon: “Göğüslerde şişlik ve mastit gibi enfeksiyonlar, emzirme sürecini zorlaştırabilir. Bu durumda, sıcak kompresler ve doktor önerisiyle antibiyotik kullanımı gerekebilir.”

    Emziren annelerde meme ve yumurtalık kanseri riski azalır

    Emzirmenin bebek gelişimi üzerindeki olumlu etkilerine değinen Doç. Dr. Kazibe Koyuncu Demir, “Anne sütü bebeğin bağışıklık sistemini güçlendirir, hastalıklardan korur. Anne sütü, bebeklerin büyüme ve gelişimi için gerekli olan tüm besin maddelerini içerir. İlk altı ayda anne sütü tek başına yeterlidir. Bu dönemde bebeğe başka bir gıda verilmesine gerek yoktur. Emzirme, bebeklerin sağlıklı bir şekilde büyümesi ve gelişmesi için hayati önem taşır” diye konuştu.

    Emzirmenin anneler için de birçok faydası olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Demir, “Emzirme, annelerin doğum sonrası dönemde daha hızlı toparlanmasına yardımcı olur. Ayrıca emziren annelerde meme ve yumurtalık kanseri riskinin azaldığı, doğum sonrası depresyonun ise daha az görüldüğü bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır” şeklinde bilgi verdi.

  • Kaygı yerine önlem almaya odaklanın

    Kaygı yerine önlem almaya odaklanın

    6 Şubat’ta yaşanan deprem felaketinin, özellikle depremi bire bir yaşamış kişilerde sebep olduğu ölüm korkusu, çaresizlik hissi ve panik atak gibi olumsuz psikolojik etkiler halen devam ediyor. Psikoloji Bölümü’nden Uzman Psikolog B. Sümeyra Bilgiç, deprem kaygısı nedeniyle günlük rutinlerine dönmekte zorlanan ve sosyal ilişkileri bozulan kişiler için psikolojik dayanıklılığı arttıracak önerilerde bulundu. Birçok şehirde can kayıpları ve yıkıma yol açan 6 Şubat depreminin sebep olduğu psikolojik, sosyal ve hayati etkiler halen sürüyor. Deprem kaygısının, daha önce deprem felaketi yaşamış ve psikolojik dayanıklılığı zayıf olan kişilerde, günlük yaşamı ve işlevselliği bozacak ölçüde sorunlara yol açabildiğini söyleyen Uzman Psikolog B. Sümeyra Bilgiç, “Bu durum; çaresizlik, ölüm korkusu, sürekli tetikte olma hissi ve panik atak gibi psikolojik sorunlar oluşturabiliyor. Kişilerde kaçınma davranışları, sosyal ilişkilerde bozulma ve günlük yaşamda kısıtlamalar görülebiliyor” dedi. Özellikle depremi bire bir yaşamış olan kişilerin medyada yer alan deprem haberlerinden de olumsuz etkilenebildiğini kaydeden Bilgiç, “Her zaman ülkemizin gündeminde olan deprem afeti, son dönemde daha fazla gündemde yer almaya başladı. Özellikle muhtemel İstanbul depremi hakkındaki yayınların, henüz yaraları taze olan kişilerin psikolojisini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz. İstanbul ve civarında yaşayan, aynı zamanda 6 Şubat depremini bire bir yaşamış kişiler için daha olumsuz etkiler söz konusu olabiliyor” diye konuştu.

    “Zorlayıcı duygularınızı paylaşın, ailece bilinçlenin”

    Psikoloji Bölümü’nden Uzm. Psk. B. Sümeyra Bilgiç, deprem gibi kontrolümüz dışında olan durumları kontrol etmeye çabaladıkça kaygı, umutsuzluk ve depresyon belirtilerinin artacağına dikkat çekerek, “Hayatın hem kontrol edilebilen hem de edilemeyen, değiştirilemeyen kısımları olduğunu kabul etmemiz gerekir. Öncelikle ülkemizin deprem kuşağında olduğu gerçeğini ve bunun da bizim elimizde olmadığını kabullenmeliyiz. Depreme karşı psikolojik dayanıklılığın artması için, gelecekte deprem olursa neler olabileceği düşüncesi yerine, bugün deprem riskiyle ilgili kendiniz ve aileniz için neler yapabileceğinize odaklanmalısınız. Konutun depreme dayanıklılığıyla ilgili denetimleri yaptırmak, afet çantası hazırlamak, deprem anında uygulanması gereken yaşam üçgeni ve acil durum planlarını öğrenmek, zorlayıcı duyguları paylaşmak ve ailece deprem konusunda bilinçlenmek; yapılabilecekler arasında. Sadece kontrolünüzde olan bu kısımlara yönelik planları uyguladıktan sonra ise artık elinizden bir şey gelmeyeceğinin farkında olmalısınız” ifadelerini kullandı.
    Deprem kaygısı duyan kişilerin kendilerini olumlu yönde telkin etmesi gerektiğini vurgulayan Uzm. Psk. Bilgiç, şöyle devam etti: “Tüm önlemleri aldığınızın farkında olarak yaşam rutininize dönmelisiniz. Bunlara rağmen deprem olacak kaygısı ve korkusu yaşamınızı zorlaştırıyor ve sizi yoruyorsa, bir ruh sağlığı uzmanından destek almanız faydalı olacaktır. Unutmayalım ki; her insanın olumsuz duygularla ve olaylarla baş edebilme becerisi farklıdır.”

  • Kaygı ve korkularla başa etmenin yolları

    Kaygı ve korkularla başa etmenin yolları

    Eğitmen ve yazar Sevgi Keleş, son zamanlarda artan kaygı ve korkulara ilişkin bilgiler verdi. Keleş, “Yaşam süresince kaygı ve korkularımız olması normaldir. Hatta öyle ki kaygı ve korku alanımız olmazsa yaşamımız daha da zor olur. Hiçbir şeyden korkmadığımızı düşünelim. Korkusuzca her şeyi yapabildiğimizde temkinsiz ve gerçek olmayan bir cesaretle hareket edeceğimizi fark ederiz. Dikkatli temkinli davranışlarımız, bir çocuğun yanan sobaya dokunup elini yaktıktan sonra dikkatli davranması gibidir. Korku ise başa gelecek olanları bilmek ve bundan endişe etmek kadar, bazen de bi konuyla ilgili deneyim ve veri eksikliğidir. Zihin boşluğu doldurmayı sever, eğer neyle karşılaşacağını bilemezse eski deneyimlerinden yola çıkarak bir ön yargı oluşturabilir. Korku duyduğumuz konu ile ilgili bilgi edinmek, alınabilecek önlemleri almak, konu hakkında destek sağlayabilecek biriyle görüşmek, duruma objektif bakabilmek için kendimize zaman tanımak, değiştirebileceğimiz konularla ilgili gerekli değişiklikleri yapabilmek, kontrolümüzde olmayan durumlar için endişelenmenin sonucu değiştirmeyeceğini fark etmek, faydalı olacaktır” ifadelerini kullandı.

    Sevgi Keleş, sözlerine şöyle devam etti: “Bununla birlikte, tüm senaryolar için zihinde planlama yapabilmek, değerlendirirken acele etmemek, korkularımızla başa çıkarken bizlere destek sağlar. Hayat uzun soluklu bir dans gibidir, odağınız seyirci olursa ritmi kaçırabilirsiniz. Odağınız adımlarınız olursa karıştırırsınız. Sahneye odaklanıp her bir figürde bir sonrakini düşünmek ışıklar altında elinizden gelenin en iyisini yapıp devam etmek gerekir. Adımlar karışabilir, bazen de dikkatiniz dağılır. Belki de sahnede kalabalık hisseder ya da yalnız hissedersiniz. Yine de bilmeliyiz ki hayat sahnesinde müzik devam ediyor. Yakaladığın ritimden devam etmek gerekir. Hayat ve dans yakaladığın yerden başlar.”